TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 1
Nasuh Uslu*
* Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ
ÖNSÖZ
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır.
Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok
analiz ağırlıklı olacaktır.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009
Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.
Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.
Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.
Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman
GİRİŞ.,
Kıbrıs Sorunu Görüşme Süreci
Kıbrıs sorununun yakın tarihine bakıldığında Rum ve Türk toplumlarının liderleri Klerides ile Denktaş, Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulabilmek için 2002 yılı içinde Eylül ayının sonuna kadar BM’nin himayesinde 58 kez bir araya geldikleri, ancak herhangi somut bir ilerleme sağlayamadıkları görülür. Sürece müdahale eden BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs’la ilgili olarak hazırladığı
planı 11 Kasım’da taraflara sundu. Denktaş’ın sağlık sorunları ve Ankara’daki hükümet değişikliği nedeniyle Türk tarafı plana resmi bir yanıt vermekte gecikti; Rum tarafı ise planı müzakere zemini olarak gördüklerini, fakat mevcut şekliyle kabul edemeyeceklerini belirtti. Tarafların itirazı üzerine bazı noktaları değiştirilen ve 10 Aralık’ta tekrar taraflara iletilen planın (BM, AB ve ABD temsilcilerinin yoğun çabalarına rağmen) 12 Aralıktaki AB’nin Kopenhag Zirvesi sırasında imzalanması mümkün olmadı. Kopenhag Zirvesi’nden sonra Denktaş ve Klerides sekiz kez bir araya geldi, ancak 16 Şubat’ta Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapılacak başkanlık seçimi dolayısıyla görüşmeler istenen sonuçları vermedi. Rum seçimlerinde Annan planını eleştiren ve Klerides’i fazla esnek olmakla suçlayan Tasos Papadopoulos cumhurbaşkanı seçilince süreç daha da güçleşti.
Kofi Annan, 26 Şubat’ta adaya gelerek planın üçüncü şeklini taraflara sundu ve liderleri resmi yanıtlarını bildirmek üzere Hollanda’nın Lahey kentine davet etti. Annan, taraflardan her halükarda planın referanduma götürülmesi taahhüdünde bulunmalarını istemekteydi, ancak 10 Mart’ta Lahey’de Annan, Denktaş ve Papadopoulos arasında gerçekleştirilen görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmadı. Bu arada Rum yönetimi 16 Nisan 2003’te Atina’da düzenlenen törende diğer 9 aday ülkeyle birlikte AB’ye katılım anlaşmasını imzaladı.
16 Nisan 2003’te Atina’da düzenlenen törende diğer 9 aday ülkeyle birlikte AB’ye katılım anlaşmasını imzalaması ve 1 Mayıs 2004 tarihinde Rum yönetiminin AB üyesi olmasının kesinleşmesi karşısında uluslararası alanda dışlanmak ve AB sürecini zora sokmak istemeyen Türk hükümeti, 2004 başında Kıbrıs’la ilgili diplomatik bir girişim başlattı. Türk hükümetinin ABD ve BM nezdinde yaptığı girişimler sonucunda Kofi Annan, Denktaş ve Papadopoulos’la yaptığı görüşmelerde kendilerine “evet ya da hayır” şeklinde yanıtlanmak
üzere iki sayfalık bir metin verdi. Buna göre, Denktaş ve Papadopoulos 22 Mart’a kadar metni müzakere edecek, 29 Mart’a kadar bir anlaşma sağlanamaması halinde Türkiye ve Yunanistan devreye girecek, yine uzlaşma sağlanamazsa, Annan tarafından eksiklikler giderilecek ve 1 Mayıs’tan önce Kıbrıs’ın her iki kesiminde referandum yapılacaktı. Her iki taraf metni kabul etti, böylece anlaşma sağlanamasa da referanduma gitmeyi kabul etmiş oldular. Gerçekleştirilen referandumlarda Kuzeyde plan için %65 kabul oyu çıkarken, Rumların %70’in üstündeki bir oranla planı reddetmeleri, planın kabul edilmesini isteyen Batılı çevrelerde büyük bir hayal kırıklığı doğmasına ve Kıbrıs’la ilgili havanın büyük oranda Türk tarafı lehine dönmesine neden oldu.
Aralık 2004 AB zirvesinde Türkiye’ye üyelik görüşmelerine başlama tarihi verilirken sonraki süreçte kendisine AB ile 1995 yılında imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasının kapsamını Kıbrıs Rum kesimine de genişletme zorunluluğu ve Kıbrıs’taki askerlerini çekmesinin önemi hatırlatılmış ve 2006’dan itibaren bu çerçevede Türkiye’ye yönelik sekiz faslın açılmaması şeklinde yaptırım uygulanmaya başlanmıştır. KKTC’ye yönelik ticari yaptırımların ise Avrupa Adalet Divanı tarafından alınan bir karar uyarınca gerçekleştiği belirtilerek, kaldırılmalarının zorluğuna işaret edilmiştir. Çözümsüzlük durumu, Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hriftosyas’ın seçilmelerine kadar devam etti.
KKTC lideri Mehmet Ali Talat ile Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas 21 Mart 2008’de bir araya geldiklerinde kapsamlı bir çözümle sonuçlanacak süreci başlatma ve süreç çerçevesinde ortaya çıkarılacak nihai metni kendi toplumlarının onayına sunma kararı aldılar. Görüşmelerin 3 Eylül 2008’de resmen başlamasından önce, iki liderin temsilcilerinin sorunun esasına ilişkin konuları (yönetim ve güç paylaşımı, toprak, mülkiyet, ekonomi, AB, güvenlik ve garantiler) ele almaları için 6 Çalışma Grubu, güven artırıcı önlemler
bağlamında çalışma yapması için de 7 teknik komite (suç ve suça ilişkin konular, ekonomik ve ticari konular, kültürel miras, kriz yönetimi, insani konular, sağlık, çevre) oluşturuldu.1 Benimsenen görüşme yöntemine göre liderler altı ana konuyu bir kere görüşecek, her konuyla ilgili anlaşılan ve anlaşılmayan noktaları net bir şekilde belirten tek bir metin ortaya çıkartacak; ikinci aşamada nihai çözümü ortaya çıkartabilmek için birbirlerine bazı şeyler verecekler ve birbirlerinden bazı şeyler alacaklardı (al-ver süreci).2 Ancak uygulamada
Eylül 2009’da başlayan ikinci aşamada o döneme kadar konuşulan konular üzerinden bir kez daha gidilmesi, anlaşılmayan konularda anlaşma sağlanmaya çalışılması, ondan sonraki üçüncü aşamada anlaşmazlıkların “al-ver” yöntemiyle aşılmasının öngörülmesi durumu ortaya çıktı.3 Yönetim ve güç paylaşımı konusunun görüşülmesi 16 Ocak 2009’da tamamlandı. 28 Ocak’ta liderler birbirlerine mülkiyet konusunda pozisyonlarını içeren resmi belgeleri sundular ve 5 Mart’ta bu konunun görüşülmesini bitirip konuyu yönetim ve güç başlığı altındaki diğer konularla birlikte ele alınmak üzere özel temsilcilerine devrettiler. 11 Mart’ta AB konusu ele alınmaya başlandı, konunun teknik boyutları da teknik uzmanlara devredildi. 21 Nisanda ekonomi konusuna gelinmiş ve Ekonomi Çalışma Grubunun bir haftada üç toplantı yaparak liderler buluşmasına nihai haline yakın bir metin hazırlaması öngörülmüştü. Ancak basit olduğu düşünülen bu konunun görüşülmesinin tamamlanması da 11 Haziranı buldu. 2 Temmuzda iki lider toprak başlığının ilk okumasını tamamladılar ve gelecek 3-4 aylık görüşme programı üzerinde anlaştılar. 10 Temmuzda bu defa liderlerin görüştüğü konu güvenlik ve garantilerdi. Liderler 6 Ağustos’ta görüşmelerin birinci turunu tamamladıklarında altı temel başlıktan üçünde (yönetim ve güç paylaşımı, AB ile ilişkiler, ekonomi) 30 ortak metin hazırlanmıştı.4
İkinci tur görüşmeler 2 Eylül’de başlaması gerekirken Rum tarafı, Türk tarafının kuzey kesiminde dinî yerleri ziyaret etmek isteyen Rumlara Yeşilırmak geçiş noktasında iyi muamelede bulunmadığı gerekçesiyle görüşmeleri ertelediklerini ilan etti. Türk tarafı ise geçişlerle ilgili olarak önceden yapılan anlaşmaya sadık kaldığını, geçişlerin seri olması için yeterli personel sağladığını ve gerekli tedbirleri aldığını belirterek yaşanan sıkıntılardan sorumlu olmadığını belirtti.5 Sonuçta haftada ikiye çıkartılarak daha yoğun hale getirilen ikinci tur görüşmeler başlayabildi. 7 Ekim’de yönetim ve güç paylaşımı ile başkanlık, 21 Ekim’de dış ilişkiler, 22 Ekim’de mülkiyet, 27 Ekim’de federal hükümetin yetkileri ve 2 Kasım’da mülkiyette uygulanacak kriterler konuları ele alındı. Aralık ayı başında Talat’ın Türkiye gezisi sırasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmelerde Kıbrıs müzakerelerinde daha hızlı ilerleme sağlanabilmesi için yöntem değişikliğine duyulan ihtiyaç ile gelecek dönemde esneklik gösterilebilecek konular ve karşı tarafa iletilecek yeni talepler üzerinde duruldu.6 Ardından Talat, Rum tarafının görüşmeye hazır görünmemesi karşısında farklılıkları azaltacak adımların atılmasına ve farklı bir metot aranmasına vurgu yaparak daha uzun süreli (tam gün) görüşme yapmak, görüşme sürecini hızlandırmak ve mekânı değiştirerek elverişli konularda görüşme yapmak için Ocak ayında Hristofyas ile birbirlerinin evlerinde
üçer kez bir araya geleceklerini duyurdu.7 Ancak daha sonra liderlerin evindeki altyapı yetersizliği ve zaman kaybı olacağı gerekçeleriyle görüşmelerin BM Genel Sekreterinin Kıbrıs özel temsilcisi Taye Brook Zerihoun’un ara bölgedeki evine alındığı açıklandı.8
Yönetim ve Güç Paylaşımı Konusu
Kıbrıs sorununda Türk tarafının en fazla tercih ettiği şey bağımsızlıktır. Fakat uluslararası konjonktür çerçevesinde bunun mümkün olmadığı bilindiği için Kıbrıs’ın bütünü için öngörülen federasyon içinde özerkliği oldukça güçlü bir federe devlet tercih edilmektedir. Rumlar açısından, milli hayal olan Yunanistan’la birleşmenin (enosis) uluslararası konjonktür çerçevesinde mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra üzerinde durulan seçenek, yönetimini ellerinde bulundurdukları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün adaya hâkim olacak
şekilde üniter bir devlet olarak bağımsızlığının güçlendirilmesidir. Uluslararası koşullar gereği Kıbrıs Türkleriyle ortaklık kurmaları beklendiğinden adı federasyon olan ancak merkezî hükümeti güçlü bir yapıyı tercih etmektedirler. Aslında tarafların uluslararası toplum önünde kabul ettikleri şey, değişik BM Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekilde, tarafların siyasi eşitliği üzerine kurulu iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyondur. Eşit statüye sahip olan Kıbrıs Türk kurucu devleti ile Rum kurucu devletinin ortaya çıkaracağı
ortaklık, tek bir uluslararası kimliği/egemenliği olan bir federal hükümetin oluşturulmasını öngörmektedir.9
Federasyonun Kıbrıs için ne kadar uygun bir yönetim şekli olduğu haklı şekilde sorgulanmıştır.10 Federasyonda hem federe devletler ile federal yönetim arasında hem de federal merkezin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında denge sağlanması gerekmektedir. Bosna-Hersek gibi Kıbrıs’ta da aralarında denge kurulması beklenen unsurlar, birbirlerinden kopuk olan ve birbirine düşman gözüyle bakan etnik gruplardır. Birbirlerine karşı aşırı güvensizlik duyan farklı etnik grupların federal bir model çerçevesinde bir araya getirilmesi
çok zor, hatta imkânsızdır. Taraflar federasyon çatısı altında birleştirildiği ve karşılıklı fedakârlıklarla uzlaştırılmaları sürecinde federalist kontrol ve dengeler gündeme gelmemekte veya görüşmelerde ciddi olarak ele alınmamaktadır. Bu çerçevede ortaya çıkarılacak yapının ne kadar sallantıda ve suni olacağı tahmin edilebilir. Federal merkezin büyük ölçüde çoğunluk olan tarafın eline geçme ihtimalinin yüksek olduğu düşünüldüğünde tek egemenlik, tek kimlik ve tek temsiliyet durumunda zayıf olan tarafın varlığını ve egemenliğini koruma bakımından ciddi bir sorunla karşılaşacağı açıktır.
2009 yılında gerçekleştirilen görüşmelerde Türk tarafının en fazla önemsediği husus, Kıbrıslı Türklerin Rumların hegemonyası altına girmesini engelleyecek şekilde Rumlarla siyasi eşitliğe sahip olmalarının sağlanması olmuştur. Bazı federal kurumlarda (Senatoda) sayısal eşitlik, bazılarında ise (Başkanlık Konseyi, yasama) sayısal yakınlık yoluyla gerçek anlamda siyasi eşitliğin sağlanması ve bu şekilde federal hükümetin Rum kontrolü altına girmesinin engellenmesi halinde Türk tarafı açısından federal hükümetin yetkilerinin arttırılmasında
sorun kalmayacaktır.11
Ancak Türk temsilcilerin (örneğin Senatodaki Türk senatörlerin) tamamen Türk halkı tarafından seçilmesi burada önem taşımakta dır.
Oluşturulacak Kıbrıs devletinin ve federe devletlerin egemenliği konusu, 2009 görüşmelerinde hassas bir konu olmayı sürdürmüştür. Rum tarafının tek egemenliğe yaptığı vurgu, üniter devlet anlayışının bir yansımasıdır. Türk tarafında Ulusal Birlik Partisi (UP), federal bir devletin temel şartlarından olan tek egemenliği reddetmekte ve Cumhurbaşkanı Talat’ın bunu kabul etmesini affedilmez bir hata olarak değerlendirmektedir. UBP’nin, iki devletin eşit egemenliği ilkesini savunması, federasyon yerine, Türkiye’de bir dönem
dile getirilen konfederasyon modelini tercih ettiğini göstermektedir.12 Talat’ı destekleyen mevcut AK Parti hükümeti UBP lideri Derviş Eroğlu’nun bu tür çıkışlarını tehlikeli bulmaktadır. Talat ise görüşme sürecinde iki düzeyde egemenlik kullanılmasının söz konusu olduğunu, kurucu devlet düzeyinde iki tarafın kendi kendilerini yöneteceklerini ve kendi demokrasilerini yaşayacaklarını, federal düzeyde ise liderlerinden biri Türk diğeri Rum olacak ortak hükümet ve ortak program çerçevesinde ortak egemenliğin olacağını belirtmiştir.
Bu çerçevede Talat’ın önerdiği ve Türk tarafında bazı kişilerce tehlikeli bulunan husus, Bakanlar Konseyi yerine yürütmenin başı olacak biri Türk diğeri Rum başkan ve başkan yardımcısının, ortak hükümet programı uygulayacakları için tek bir listeden seçime katılmalarıdır.13 Ancak Talat, Rumların aksine başkan ve başkan yardımcısının halk tarafından değil, Senato tarafından seçilmesini
önermektedir. Gerekçesi, kalabalık seçmen grubunun bir araya gelip uzlaşmaları ve koalisyon yapmaları çok zor, siyasi eşitliğin olduğu az üyeli Senatoda uzlaşmanın daha kolay olmasıdır.14 Burada önemsenen, seçim sürecinde Rum halkının Türk başkan yardımcısının seçiminde dolaylı da olsa etkili olma olasılığıdır. Bazı Türk eleştirmenlere göre aynı olasılık Senato’da da söz konusu olacaktır. Talat’ın Kıbrıs Türkleri arasında yeterince destek alamayacağı için Rum kesiminden belli çevrelerin de desteğini alarak Türk tarafının temsilcisi olarak
ortak hükümette yer almayı düşündüğü bile ima edilmektedir.
Diğer taraftan Talat yönetimi, Rum liderlerin seçimlerde birleşik oy pusulası kullanılması önerisini Türk liderleri Rum halkının belirlemesine neden olacağı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuş, öneriyi Kıbrıs’la ilgili BM parametrelerinden sapma olarak değerlendirmiş ve şiddetli şekilde eleştirmiştir. Dışişleri Bakanı Turgay Avcı’ya göre, Rumların Rum cumhurbaşkanı ve Türk cumhurbaşkanı yardımcısı ile Rum ve Türk milletvekillerinin parlamentoya tek listeden seçilmesini önermeleri, ortak kararların Rum çoğunluk tarafından alındığı
üniter bir devlet yapısı ortaya çıkaracaktır.15 Ayrıca, görüşmeler sırasında gündeme gelen Rum devletinde kullanılan oyların KKTC seçimlerinde, KKTC’de kullanılan oyların da Rum seçimlerinde %20 oranında etkili olması önerisi, bazı çevrelerce AKEL ile Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) bir oyunu olarak nitelendirilmiştir. İddiaya göre, AKEL ile CTP çapraz oylamada birbirlerini destekleyecekler ve bu şekilde UBP gibi milliyetçi partilerin iktidara gelmesini engelleyeceklerdir. Türklerin ayrı seçmen kütükleri ile ayrı seçim pusulasının
ve böylece ayrı siyasi irade belirleme haklarının 1876’dan beri var olduğu vurgulanarak böyle bir uygulamanın, Türkleri etkisizleştirerek tek devlet ve vatandaşlığa yol açacağı öne sürülmüştür.16
Aslında Rum lider Hristofyas, görüşmeler devam ederken federasyon çözümünün zor bir çözüm olduğunu ve Kıbrıs’ın koşullarına uygun olmadığını açıkça ifade etmiştir.17 Hristofyas’ın BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin evrim yoluyla bir federasyona dönüşeceğini ve varılacak olan federasyonun da iki otonom bölgeden oluşacağını söylemesi de Türk tarafınca Rumların asıl niyetini ortaya koyan bir itiraf olarak algılanmıştır.18 Hristofyas, BM kararlarından ve uluslararası toplumun Kıbrıs’la ilgili genel beklentisinden dolayı iki bölgeli ve iki toplumlu federasyon hedefini ifade etmek durumunda kalırken tek egemenliğe, tek uluslararası temsiliyete ve tek vatandaşlığa sahip, AB içerisinde ekonomisi birleşmiş bir devlet vurgusunu yapmakta ve Talat’ın tek egemenliği kabul etmiş olmasını büyük bir ilerleme olarak değerlendirmektedir.19
Görünen o ki, Kıbrıslı Türkler iç işlerine bakabilecekleri bir federasyona kurucu devlet olarak katılmak için kurmuş oldukları devletten vaz geçebileceklerken, Rum tarafı mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federasyon şeklinde sürdürülmesinde ısrarcı olarak Kıbrıslı Türklerin kendilerine dâhil oldukları izlenimi vermeye ve sonraki süreçte devletin üniter yönünü güçlendirmeye çalışacaklardır. Yönetim ve güç paylaşımı konusunda esas konu, Türk temsilcilerin seçiminde Rumların ne kadar pay sahibi olacağı ve federal hükümetin ne derece Rumların etkisine gireceği olmaya devam edecek gözükmektedir. Federe devletler ile federal hükümete tanınacak yetkiler bu konulara göre daha ikincil planda kalmaktadır.
Mülkiyet Konusu
Mülkiyet sorunu, Rum kesiminin elindeki en önemli kozlardan biri olarak gözükmektedir. Rumlar eski mallarına dönme konusunda ısrar ederek adanın her bölgesinde yeniden hâkim duruma gelmeyi ve iki kesimliliği ortadan kaldırmayı düşünmektedirler. Türk tarafı, Rumların imza koydukları sistemi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tereddüt etmeden yıktıklarını ve sonraki dönemde de Kıbrıs Türklerini adanın %3’üne sıkışacak şekilde mağdur duruma düşürdüklerini unutmadığı için iki kesimliliği engelleyecek her tür çözüme direnmeyi önemli görmektedir. Yaşanan olaylar ve süreç çerçevesinde kişilerin kaybı tam anlamıyla giderilmeye çalışıldığında kuzeydeki nüfus ve mülkiyet çoğunluğun Rum kesimine geçeceği, zaman içinde kuzeydeki sosyo-ekonomik yapının ortadan kalkacağı ve dolayısıyla Türk tarafının direnmesiyle sorunun çözümlenmemesi söz konusu olacağı için mülkiyet konusunun kişisel temelde ele alınması Türk tarafına göre doğru değildir. Konu, sorununun bir yansıması olarak görülmeli ve sadece 1974’ten önceki mal sahiplerinin hakları değil, mevcut mal sahiplerinin hakları da dikkate alınmalıdır. Türk tarafına göre belli bir mülk sahipliği sorunu görüşülürken tazminat, takas ve iade olmak üzere üç seçenek de açık tutulmalıdır.20
Rumların bu konuda kesin olarak istedikleri ve üzerinde ısrarcı oldukları şey, mülkiyette son söz hakkının 1974’ten önceki sahibine bırakılmasıdır. Bir başka deyişle Rumların hesabı, kuzeydeki toprakların %80’inin eski sahibi olan Rumların en kötü ihtimalle %70’inin geri dönmesiyle kuzeydeki Türk yapısının anlamını yitirmesinin sağlanmasıdır. Hristofyas’ın danışmanı Tumazos Çelebis’in
“ne kadar çok toprak Rum idaresine geçerse mülkiyet sorununun çözümü o kadar kolaylaşır” demesi, aynı Rum halet-i ruhiyesine işaret etmektedir.21 Türk tarafının gözünde ise mülkiyet konusundaki Rum tutumu, barış ve çözüm yanlısı olmadıklarını göstermektedir ve kendilerini çözüm yerine mevcut durumu devam ettirmeye zorlamaktadır.22
Rumların bu yöndeki tutumlarına en iyi örneklerden biri de, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) mülkiyet konusunu hep Rum tarafı lehine değerlendirdiklerini bildikleri için vatandaşlarını 20 yıldır AİHM’ye bireysel başvuru yapmada sürekli teşvik etmeleri 23 ve kendilerine yakın hâkimleri kullanarak ATAD’ı yönlendirmeye çalışmalarıdır. Bunun bir sonucu olarak üç Rum vatandaşı, ABD’de Columbia Eyalet Mahkemesinde KKTC aleyhine eski mallarına ulaşamamaları ve kullanmamaları karşılığı olarak 400 milyar dolar, manevi tazminat olarak da bir trilyon dolar talep etme yoluna gitmiştir.24
Toplum liderleri arasında gerçekleştirilen görüşmelerde Talat, önce mülkiyeti bütünlüklü çözümün bir parçası olarak gördüklerini ve karar verme aşamasına gelmeden ilkeler üzerinde anlaşılması gerektiğini,25 Şubat ayında yaptığı açıklamada ise tarafların pozisyonları son derece farklı olsa da çözüm için uygulanacak seçeneklerin iade, takas ve tazminat olması hususunda aralarında mutabakat oluştuğunu belirtmiştir.26 Sonraki görüşmelerde gündeme gelen Mülkiyet Kurulları, Türk tarafının gözünde bağımsız ve mülkiyet konularındaki
sorunların gideceği mahkemenin de içinde yer alacağı genel mekanizmanın parçaları olacaktı. Rum tarafı ise kesin kararın eski mülk sahibine ait olmasında ve kullanıcıların değişik yollarla tatmin edilmesinde ısrar etmekteydi.27 Talat’ın açıklamasına göre, Mart itibariyle Mülkiyet Kurulu mekanizmasının kurulması konusunda taraflar arasında mutabakata varılmıştı. Sonraki görüşmelerde
belirlenecek kriterler çerçevesinde iki devletin belirleyici olmayacağı bu mekanizma, üç yoldan birini karar olarak seçecekti.28
Türk tarafınca Kasım yapılan açıklamada mülkiyet konusunda taraflar arasında ilk yakınlaşmanın ortaya çıktığı, karşılıklı olarak masaya konulan on ikişer maddeden oluşan kriterlerin yarıya yakınında uzlaşma sağlandığı, bazılarında yakınlaşma olduğu ve tazminat, takas ve iade araçlarının kullanılması ve bu amaçla bir komisyon oluşturulması konusunda uzlaşıldığı belirtiliyordu.29 Sorundan etkilenen mülklerin tasnif çalışmasının devam etmesi de bir ilerleme olarak değerlendirildi. Ancak tasnif bitirildikten sonra her kategorideki
mülklerle ilgili sorunların çözümüne ilişkin tartışma başlatılabilirdi.
19 Kasım itibariyle mülkiyet konusunda yakınlaşma metni tamamlanmış ve uzmanların incelemesi ve görüşmesi için hazır hale getirilmişti.30 Ancak taraflar konuyla ilgili tutumlarından geri adım atmadıkları için nihai anlamda bu ilerlemelerin bir anlamı olmayacaktı, çünkü asli nitelikte olan çözüm yolları konusunda anlaşılması mümkün değildi.
Mülkiyet konusunun ancak Kıbrıs sorunun çözümüyle tam olarak çözüme kavuşturulacağı düşünülürken Türk tarafı, AİHM’nin de talebiyle çözümsüzlük durumunda hak sahiplerinin mağduriyetini gidermek için geçici bir araç olarak Taşınmaz Mal Komisyonunu kurmuştur. Aralık 2005’te AİHM, Xenides ve Arestis’in Türkiye aleyhine açtığı davada Türkiye’den sadece söz konusu davalar için değil, fakat Rumlar tarafından yapılan benzer 1400 dava için etkili bir tazminat mekanizması kurmasını talep etmiştir. Türk kesiminde oluşturulacak
mekanizmanın kurulması çağrısı Kıbrıs Türklerine değil, belki işgalci olduğunu ima ederek Türkiye’ye yapılmış olsa da Rum hükümeti, Rumlarca yapılacak başvuruların KKTC’nin tanınmasına neden olacağını düşünerek Mahkemenin çağrısına itiraz etmiştir.
Uygulama döneminde ise Rum hükümeti, vatandaşlarının mülkiyet haklarıyla ilgili olarak komisyona başvurmalarına hukuki çerçevede itiraz edemeyeceğini söylese de bu tür başvurulara karşı olduğunu dolaylı olarak ifade etmiştir.
Rum parlamentosundaki milliyetçiler komisyona başvuran Rumların mülteci statülerinin kaldırılmasını ve kendilerine sağlanan hükümet yardımının durdurulmasını savunurlarken sıradan Rum vatandaşları arasındaki milliyetçiler de başvuru yapanların cezalandırılmasını istemişler, bu nedenlerden
dolayı Rumların komisyona başvurusu, olabilecek olan düzeyin çok altında kalmıştır.31
Taşınmaz Mal Komisyonunun Türk tarafı açısından önemi, AİHM tarafından bir iç hukuk yolu olarak kabul edilmesidir.32
Buna göre Rumların mülkleri konusunda AİHM’ye başvurabilmeleri için iç hukuk yolunu tüketmeleri, yani komisyona başvurmaları gerekecektir.
AİHM, sekiz pilot davada yaptığı inceleme çerçevesinde komisyonun etkin bir iç hukuk yolu olduğunu 2010 yılı içinde kabul etmiştir. Bu durumda mahkeme önünde bulunan Rum davalarının çekilmesi ve komisyona yönlendirilmesi söz konusudur.33
Aslında AİHM’nin, komisyonu Türkiye’nin iç hukuk yolu olarak görme eğilimi, KKTC’nin tanınması ve Türkiye’nin işgalci kabul edilmesi bakımından sorun oluşturmaktadır. Ancak AİHM’nin Taşınmaz Mal Komisyonu ile Rum hak sahipleri arasında yapılan anlaşmaları geçerli kabul etmesi ve hükümetlerinin bütün engellemelerine rağmen belli sayıda Rum’un komisyona başvurmuş ve anlaşma yapmış olması, önemli bir aşamayı ve başarıyı temsil etmektedir.34 Mayıs 2009 itibariyle Rumların komisyona yaptığı başvuru sayısı 390’a ulaşmıştı.
Tarafların karşılıklı anlaşması çerçevesinde dosyalardan 52’si tazminatla karara bağlanırken, 2 başvuru için tazminat ve takas, 4’ü için iade ve tazminat, 1’i için de çözümden sonra iade kararı alınmış,35 tazminat olarak Rumlara toplam 9 milyon 906 bin sterlin ödenmişti.
Kasım 2009’da basında komisyonun iki Rum’a toplam 50 milyon TL’den fazla ödeme yapacağı ve oldukça yüksek olan bu ödemelerin daha fazla Rum’un komisyona başvurmasına neden olacağı ve mülkiyet konusunda yeni bir boyut katacağı yönünde haberler çıkmıştır.36
KKTC Mülkiyet Yasasına göre, mülkiyet veya kullanım hakkı gerçek ve tüzel kişiye ait olmayan, konumu ve niteliği uyarınca ulusal güvenliği, kamu düzenini ve kamu yararını tehlikeye düşürmeyecek olan mallar hemen iade kapsamında bulunmaktadır. Tahsisten kullanımda olan veya inkişaf edilmiş malların iadesi yönünde karar alınması halinde iade, çözüm sonrasına ertelenmektedir. Eşdeğer
karşılığı mallar iade kapsamı dışında olduğu gibi tazminat alan Rumların mülkiyet hakkı ortadan kalkmaktadır.
2009 yılında liderler arası görüşmelere, özellikle mülkiyet konusundaki çözüme, ciddi darbe vuran belki en önemli gelişme ATAD’ın Orams davasında verdiği görüş olmuştur. Adanın kuzey kesiminde mülk satın alan bir İngiliz çiftin Rum mahkemesinde Rum vatandaşlarına ait mülkleri illegal bir şekilde satın aldıkları gerekçesiyle haklarında olumsuz karar verildikten sonra davaya İngiltere’de bakan İngiliz İstinaf Mahkemesi ATAD’tan görüş istediğinde ATAD, Rum mahkemelerinde alınan mülkiyetle ilgili kararların tüm Avrupa ülkelerinde
dikkate alınması gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.37 Bunun anlamı, Rum mahkemelerinin, KKTC’de mülk satın alan yabancıların AB ülkelerindeki mülklerine ve banka hesaplarına el koydurma imkânına kavuşması ve KKTC’de yabancı mülk alımlarının duracak olmasıdır. Diğer taraftan kararı veren ATAD başkanı Yunan Yargıç Vassilos Skovris’in Rum halkına hizmetlerinden ve bağlılığından dolayı Papadopoulos hükümeti tarafından 2 Kasım 2006 tarihinde Makarios 3 nişanı ile taltif edilmiş bir kişi olması, ilginç bir ayrıntı olarak dikkatleri çekmiştir.38
Türkiye ve KKTC açısından bakıldığında AB çevreleri, bu kararla 1963 yılı sonunda Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkan Rumların adadaki Türkleri temsil etmediği, onlar üzerinde yetki ve egemenliklerinin bulunmadığı ve BM parametreleri çerçevesinde bulunacak kapsamlı çözümün iki kesimliliği içermesi gerektiğini bir kez daha göz ardı etmiş ve taraflardan birini kayırarak siyasi bir sorunu hukuki yolla çözme çabası içine girmiştir. Bu tür kararların uygulanması halinde sorunun karşılıklı fedakârlıklarla kapsamlı bir çözüme kavuşturulması mümkün olmayacak, bir tarafın diğer taraf üzerinde hâkimiyet kuramayacağı yönündeki BM parametresi ihlal edilecek, çözüm felsefesinin temelinde yer alan ortaklığın yenilenmesi gerçekleşmeyecek ve Rumların istediği şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti ’nin yetki alanı ve egemenliği kuzeye teşmil edilmiş olacaktır.39 Benzer kararların çözüm sonrasında çıkması durumunda ise uzun gayretler sonucu
oluşturulmuş yapı çökecek ve çözümsüzlük durumuna geri dönülecektir.
Türk kesimi karara çok sert tepki vermiş; yönetim, KKTC hükümetlerinin vatandaşlarına verdikleri tapu ve egemenlik haklarının sorgulanamayacağını, devletin tüm organlarının yürürlükteki hukuka sahip çıkacağını ve kuzeyde mülk edinmiş tüm kişilerin haklarının arkasında durulacağını ilan etmiştir. Mecliste temsil edilen siyasi partiler de yaptıkları ortak toplantı sonrasında ATAD kararının müzakere sürecine ciddi bir zarar vereceği yönünde ilgili çevreleri
uyarmışlardır.40
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder