18 Kasım 2019 Pazartesi

DEĞİŞEN ULUSLARARASI SİSTEMDE ABDNİN ORTADOĞU POLİTİKALARININ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ BÖLÜM 2

DEĞİŞEN ULUSLARARASI SİSTEMDE ABDNİN ORTADOĞU POLİTİKALARININ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ BÖLÜM 2




            2003 Irak operasyonu sonrası stratejik ayrışmaya giden İngiltere ve ABD’nin yenidünya tariflerinde de farklılaşmalar yaşanmaktadır. Bu farklı yaklaşımları uluslararası sistemin yapısını da değiştirmektedir. 

Taraflar yenidünya düzenini bir yandan ABD’nin Ortadoğu İnisiyatifi(BOP) diğer taraftan da Çin ve Türkiye’nin dâhil olduğu yeni SykesPicot ittifakı çerçevesinde yeni İpek Yolu Birliği etrafında şekillendirmek istemektedirler. Peki, nedir bu yeni İpek Yolu Birliği Projesi? Nasıl çalışması öngörülmektedir? Yeni İpek Yolu projesi, Çin’den Avrupa’ya uzanan ticaret yollarını yeniden yaratılmasıdır. Başka bir ifade ile Yeni İpek Yolu projesi ile Çin’in batısından başlayacak bir kara ulaşımının Orta Asya’dan geçerek Ortadoğu’ya ulaşması ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
bağlanmasını öngörülmektedir. Ayrıca Deniz yolunun Çin kıyılarından geçerek Güneydoğu Asya’ya, Hint Okyanusu üzerinden ise Afrika’ya uzanmasını planlayan bir projedir. Kısacası Yeni İpek Yolu Projesi, Asya’dan Avrupa’ya ve Afrika’ya uzanacak, dünya nüfusunun yarısını barındıran 65 ülkeyi (Kodaman, 2016: 1254) kapsayacak dev bir ticaret ve altyapı ağıdır. İngiltere bu projenin/ Birliğin işleyişini Avrupa Birliği ve NATO modeline göre şekillenmesini istemektedir. Çünkü İngiltere, AB’nin ve NATO’nun bütün güzellikleri ve iyi taraflarını almış, yeni sistemi bu iki örgütün işleyiş tarzına göre örgütlemek istemektedir. Başka bir ifade ile İngiltere’ye göre yeni oluşumun işleyen bir 
ekonomiye (Ekonomik Birlik), ortak bir savunma sistemine (askeri birlik), vizesiz dolaşım (ortak vize politikası) ve ortak paranın geçerli olduğu ortak para sistemine sahip olması gerekmektedir. İngiltere bu hamle ile ABD’yi Avrupa, Ortadoğu ve Afrika dışına itmek istemektedir. ABD ise İngiltere’nin bu 
hamlesi gerçekleştiğinde kendinin sonu olacağı gerçeğini bilmekte ve bu hamle karşısında hem bölgedeki terör örgütlerini destekleyerek İngiltere, Çin, Fransa ve Türkiye’nin oyununu bozmaya çalışmakta, hem de NATO’yu, Avrupa NATO’su, Arap NATO’su, Afrika ve Orta Asya NATO’su gibi bölgelere ayırarak İpek Yolu Projesini başlamadan sonlandırmak istemektedir. Dolayısıyla aynı zamanda da ABD, İngiltere’nin NATO’nun işleyişini çok iyi bildiği düzencesiyle NATO’yu yeniden şekillendirmek çabasındadır. Çünkü ABD mevcut statüko ile yeni hamle ve oluşum karşısında başarısız olacağını bilmektedir. Bunun için Pentagon plan üstüne planlar yapmaktadır (Diller, 2017). 

Bu planların ABD’nin Yenidünya düzeni içerisinde var olma veya en az bir elli yıl daha hegemon güç statüsünü devam ettirme planları olduğunu ifade etsek yanlış olmaz herhalde. Çünkü ABD hâlihazırdaki mevcut projesini gerçekleştiremediği sürece varlık sorunu ile karşı karşıya kalacağını çok iyi bilmektedir. Bunun içinde AB’yi kendi içerisinde veya komşularıyla çatıştırmak başta olmak üzere bir “Doğu-Batı” veya “Müslüman- Hristiyan” savaşı gibi birçok olası senaryoyu hayata geçirmek için radikal adımlar atmaktan kaçınmamakta ve kaçınmayacak gibi görünmektedir. Hatta ABD özellikle Ortadoğu coğrafyasında kontrollü bir savaş başlatmak ve galibi olabilmek için ilk adımı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla başlatmıştır. ABD’nin bu girişiminden Evanjelizm-Siyonizm İttifakının oluşturulduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bu karar ile ABD Batı 
dünyasına şirin görünerek, İsrail’e Ortadoğu’yu kontrol edebilmek için muhafızı-jandarması olarak rol yüklemek istemiştir. Ayrıca ABD bu ittifak ve Kudüs kararı ile Kudüs’ün sadece İslam dünyası için değil aynı zamanda da Hristiyan âlemi açısından da önemli olduğunu mesajını vererek, Müslüman ve Hristiyan medeniyetini karşı karşıya getirmek istemiştir. Ayrıca Trumplı ABD almış olduğu kararla ötekileştirdiği Türkiye, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya’ya “Panama Kanalı’nı kazanan, iki dünya savaşını kazanan ve uzaya-aya adam gönderen birileri olarak, gerekirse sizi yakarım, yerle bir ederim” (Erol, 2018) mesajını vermek istemiştir. Fakat hem İslam dünyası, hem de Hristiyan dünyası 
ABD’nin nasıl bir oyun peşinde olduğunun farkına varmışlar ve başta AB ve Rusya olmak üzere ABD haricindeki bütün Hıristiyan dünyası Trumplı ABD’nin kararına tepki göstermiş ve kararın arkasında durmamışlardır. Başka bir ifadeyle Hıristiyan ve İslam Dünyası mensubu devletler Trumplı ABD’nin kararına karşı bir duruş sergileyerek, ABD karşısında aynı safta yer almışlar ve ABD’nin uluslararası arenada imajını ve prestijini zedelemişlerdir. 

ABD’nin Yenidünya Düzenine Projesine Karşı Ankara-Tahran Moskova İttifakı 

İlişkilerin başladığı zamandan Obama dönemine kadar Türkiye ABD ilişkileri, taraflar arasında çalkantılı dönemler yaşanmasına rağmen stratejik önemini korumuştur. Taraflar İlişkileri iki ülke meselesi ötesine geçirerek Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Balkanlar, enerji güvenliği nükleer yayılma ve küresel ekonomi alanlarına yaymışlardır. Fakat Yenidünya Sisteminin şekillenmeye 
başladığı dönemden itibaren, özellikle Obama döneminde taraflar arsındaki ilişkiler bozulmaya başlamış, günümüzde Trump yönetimi ile birlikte ilişkiler her geçen gün gerilerek kopma noktasına gelmiştir. Peki neden? Ne değişti de iki müttefik arasında model ortaklık olarak belirtilen ilişkiler gerilme ve kopma noktasına gelmiştir? Türkiye 2000’li yıllara kadar Batı/ özellikle de ABD ve NATO 
merkezli bir dış politika izlemişti ve 2000’li yıllardan sonra Türkiye’nin kendi kendine yetmeye başlaması ve bu gelişime istinaden Türkiye’nin İslam coğrafyasıyla yakından ilgilenme iradesi göstermesi ABD’yi şaşırtmıştır. Başka bir ifade ile Türkiye yüzünü gelişmişlik ve kalkınmışlığın etkisiyle birlikte Ortadoğu çevirmiştir. Türkiye’nin yönünü Ortadoğu’ya çevirmesi genelde Batı, 
özelde ise ABD tarafından Türkiye’nin bölgede aktör olma arzusu içinde olduğu olarak okunmuştur. 

Türkiye’nin bu durumu Batı dünyası, özellikle ABD’yi harekete geçirmiş, Türkiye karşıtı eksen kayması tartışmaları altında karalama propagandasını başlatmışlardır. Dolayısıyla Irak işgali ile bozulmaya başlayan Türk- Amerikan ilişkileri Obama döneminde ise ciddi bir kriz haline dönüştürülmüştür. Obama dönemi ve sonrası Türk- Amerikan ilişkilerinin kriz haline dönüşmesine, 
Mavi Marmara baskını hadisesinde ABD’nin İsrail’e karşı Türkiye’nin beklediği tepkiyi göstermemesi, buna karşı olarak BMGK’ deki ABD’nin İran’a yaptırım veya ambargo kararına Türkiye’nin ret oyu kullanması, Türkiye’nin 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da Mursi’yi deviren askeri darbeye karşı sert tavır takınıp darbe yönetimini tanımayarak ilişkileri askıya almasına rağmen ABD’nin darbecileri politik ve maddi olarak desteklemesi, ABD’nin Suriye sorununda Türkiye’yi önce desteklermiş gibi görünüp daha sonra tutum değiştirip Esad rejimini savunarak Türkiye’yi ters köşe etmesi, ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Ayrıca 2013 Gezi Parkı olaylarında ve 15 Temmuz darbe kalkışmasında ABD’nin Türkiye’nin yanında yer almaması ve her iki olayında 
arkasında olduğu belgelenen FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in ABD tarafından Türkiye’ye iade edilmemesi, ABD’nin PKK, PYD gibi terör örgütlerine finansal ve binlerce tır askeri malzeme yardımında bulunması aynı zamanda Reza Zarrab dosyasıyla Türkiye’yi asılsız belgelerle suçlamak istemesi gibi nedenler etki etmiştir. Bu sorunların genelinde ABD’nin Türkiye vermek istediği mesaj 
açık; ABD Türkiye’ye “Üzerinde yaşadığınız coğrafyayı bırakın, hiçbir şeye karışmayan, sadece bizim Lejyoner Gücümüz olun, bizden başka hiçbir devlet ile yakın ilişki kurmayın, yoksa sizi böler, parçalarım” (Erol,2018) mesajını vermektedir. Peki, neden ABD Türkiye’yi tehdit etmektedir? ABD, Türkiye’nin bölgesinde aktör olmasından neden çekinmektedir? 

ABD’nin Türkiye’den çekinmediği ifade edilse yanlış olur. Çünkü Türkiye, ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesi, diğer bir ismi ile Büyük Ortadoğu Projeni uygulama koyduğu 11 Eylül itibariyle gelişmeye ve kendi kedine yetmeye başlamıştı. Aynı zamanda da gelişen Türkiye ABD’nin projesinin hayata geçirilmesi hususunda sorun teşkil etmekteydi. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Davos’ta İsrail’e karşı yaptığı çıkış sonrası Sultan ilan edilerek bölge ülkelerinin desteğini alması ABD’yi endişelendirmeye başlamıştı. ABD’nin bu endişesi Washington’u Türkiye ile yol ayrımına itmiştir. Recep Tayip Erdoğan’ın Davos çıkışıyla birlikte Türkiye-ABD ilişkileri her geçen gün hızlı bir gerileme sürecine girmiş ve bu süreç Obama ‘in son döneminde daha da hızlanmış ve Trump yönetimin ile de doruğa ulaşmıştır. Bölgede etkin olan 
Türkiye’nin varlığının ABD’nin büyük projesi önündeki en önemli tehdit unsuru olduğunu ifade edebiliriz. ABD, Türkiye’yi büyük tehdit olarak görüyor ki özellikle son 3–4 senedir Türkiye’nin bölgedeki etkisini kırabilmek için farklı terör örgütleri ve Siyonizm ile ittifak oluşturduğu ve diğer tehdit araçlarını kullandığı görülmektedir. Dolayısıyla ABD’yi Türkiye’nin tarihsel kodlarına dönmesi 
korkusu sarmıştır. Zira ABD Türkiye’den- değişik tehdit unsurlarını bir araç olarak kullanarak korkutup, eski kabuğuna geri dönmesini ve sadece kendileri için hizmet etmesini, başka bir deyişle ABD’nin bekçiliğini yapmasını istemekte dir. 
Ayrıca ABD Türkiye’den Rusya ve İran’dan uzaklaşmasını ve kendisine teslim olmasını talep etmektedir. ABD Türkiye’nin bölgede Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirerek önünde engel oluşturmasını istememekte dir. Dolayısıyla ABD Türkiye’yi bölgesinde etkisizleştirmek istemekte dir. 

Fakat 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’nin aktif dış politika izlemesi ve bölgesinde bölgenin statüsünü belirleyen aktör olma yolunda ilerlemesi, ABD’nin 
Yenidünya Düzeni Projesi’ne ve gelecek yüzyıl planlarına engel teşkil ediyordu. Son 10 yıldaki ABD’nin Türkiye politikasına bakıldığında, ABD Türkiye’ye uyguladığı baskı politikaları ile bir sonuca ulaşamamış Obama’nın son dönemi ve Trump yönetimi ile birlikte ağırlıklı olarak PKK ve PYD gibi terör örgütleri ile kaygı ittifakı oluşturarak böl- parçala yönet politikası izlemeye başlamıştır. 
Ayrıca ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi Türkiye’nin diğer devletler ile ilişkilerini bozarak uluslararası alanda yalnızlaştırma politikasını uygulamaya çalıştığı görülmektedir. 

ABD’nin ne yapmak istediğinin farkında olan Türkiye’nin tutumu ABD ile ilişkilerine mesafe koyarak, ABD’ye karşı güç dengesi politikası uygulamaya başlamıştır şeklinde ifade edilse yanlış olmaz herhalde. Bu doğrultuda Türkiye, ABD’nin istenmeyen ülke ilan ettiği Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. ABD Türkiye’nin bölgede en çok etkisini arttıran ülke ve Recep 
Tayip Erdoğan’ın bölge için en önemli lider olduğunu bilmektedir. Bu PEW’inen son raporunda belgelenmiştir. Dolayısıyla Batı’da, özellikle de ABD’de Türkiye’nin tarihsel kodlarına dönme korkusu sarmış ve bu korku ABD’yi Türkiye’ye karşı terör örgütleri ile kaygı ittifakına sevk etmiştir. Peki, Moskova ve Tahran ABD’nin dış politikasının neresindedir? Neden İran ve Rusya ABD’ye karşı Türkiye ile birlikte karşı ittifakta yer alıyorlar? Bu soru iki çerçevede değerlendirilebilir; 

  Birinci olarak ABD’ye göre bölgede Türkiye’den sonra en çok etki artıran diğer ülkeler Rusya ve İran’dır. Başka bir ifadeyle Batı’ya, özelliklede ABD’ye göre eski imparatorluklar yükselişe girmiştir. Dolayısıyla ABD’ye göre bu eski imparatorlukların bölgedeki nüfusu kırılması gerekmektedir. 

İkincisi ise 2000’li yıllardan itibaren ABD Yenidünya Düzeni Projesini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu projenin bugüne kadar hayata geçirilememesinin önündeki en büyük engel ve bu çerçevede ABD’ye meydan okuyan ülkeler yine bu ülkelerdir. Ayrıca ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesinin hayata geçmesi 
durumunda bu ülkelerin etkisizleştirileceği gibi projenin kapsadığı coğrafyalar bakımından Ankara, Moskova ve Tahran’ın toprak kaybetmesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla aynı kaderi paylaşan bu üç ülke ABD’yi bölgeden uzaklaştırmak ve ABD’nin bölgedeki nüfusunu kırabilmek için zorunlu olarak 
ittifak oluşturmuşlar ve Suriye ve Kudüs gibi bölgeyi ilgilendiren konularda iş birliğine gitmişlerdir. 

Bölgedeki Washington – Tahran çekişmesine bakıldığında; ABD bölgede İran etkisinden kurtulmuş, ABD nüfusunda Batı yanlısı Arap Şii ve Irak –Suriye arasında Kürt Federal devleti kurmayı hedeflemektedir. Ayrıca ABD bu yeni oluşum ile İran’ı nükleer silah elde etmesine engel olmak ve demokratik Batı sömürgesinde bir İran rejimi inşa etmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda ABD 
Haydar el-İbadi ve devrim muhafızlarını destekleyen açıklamalarda bulunmaktadır. Ayrıca ABD Barzani ve Suriye’deki PKK, PYD gibi terör oluşumlarını desteklemektedir. ABD projesini hayata geçirmek ve bölgede İran’ın nüfusunu kırabilmek adına doğrudan İran’ı hedefe almakta ve hatta ABD 
gerektiğinde İran’a karşı sert güç kullanabileceğini ifade etmektedir. Yöntem olarak ise ABD kendisi direk sıcak çatışmaya girmeden bölgede vekalet ve mezhepsel çatışmalar çıkartarak istikrarsızlaştırarak coğrafyada istikrarsız alanlar oluşturmayı planlamaktadır. Hatta ABD’nin bölgede kurmayı planladığı Kürt devleti projesi bu kapsamda bir araç olarak değerlendirilebilir. Ayrıca ABD 
İran’ın bölgedeki nüfusunu kırabilme adına, İran’a karşı Sünni koalisyonu ile ittifak ilişkilerini geliştirerek Sünnilerin desteğini alma çabası içerisinde olduğunu ifade edebiliriz. Örneğin ABD’nin Sudi Arabistan’a yakınlaşması ve bu yakınlaşama neticesinde Sudi Arabistan ve diğer ABD yanlısı bölge ülkelerinin bir gecede Katar’a uyguladığı ambargo kararları gösterilebilir. Dolayısıyla ABD’nin 
ulaşmak istediği hedef ve bu hedef için kullandığı araç ve yöntem bugün her ne kadar da İran’ı bölgede etkisizleştirmek için de olsa Washington’un asıl hedefi Yenidünya düzeni projesini hayata geçirmektir. 

ABD’nin bu hamlesine karşı İran sessiz kalmamış, öncelikle Şii kartını masaya yatırarak bölgedeki Şii yanlısı iktidarları desteklemiştir. Şii kartının yanında İran nükleer santraller ve bu santrallerde üretilen nükleer başlıklı füzelerle ABD’ye ve İsrail’e karşı meydan okumaktadır. Bölgede ABD’nin politikasını iyi okuyan İran, ABD’nin Suudi Arabistan ittifakına karşı Rusya ve Türkiye ile ittifak oluşturarak Washington’un hem Yenidünya Projesini, hem de projesinin gerçekleşmesi durumunda ABD’nin tekrar dünyanın patronu olma planlarını sekteye uğratmıştır. Ankara, Tahran ve Moskova ittifakı hem ABD’nin uluslararası arenada zayıflatarak gücünü kırmış, hem de Yenidünya’nın, özellikle üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın ABD ekseninde değil de Türkiye-İran ve Rusya ittifakı etrafından şekillenmesine zemin hazırlamıştır. 

Yaşananlara bakarak, bugün gelinen nokta analiz edildiğinde, ABD’nin bölgedeki gücü kırılmış ve Washington’un özellikle Suriye, Filistin-Kudüs hesapları ATM’den (Ankara-Tahran-Moskova’dan) döndüğünü ifade edebiliriz. Bunu ne Ankara-Tahran, ne de Moskova yönetimi söylemektedir. Bunu bizzat Washington, Tel Aviv ve son zamanlarda ne yaptığını bilmeyen Berlin yönetimi ve bu ülkelerdeki uzmanlar ve basın yayın organları söylemektedir. 

Bu hususta Alman dış işleri bakanı Gabriel’in Yenidünya düzeninde Rusya-İran ve Türkiye’nin bölgede nüfuslarını arttırdığını ve her geçen günde bu oranın genişlediğini açıklaması örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca NATO, ABD ve 
AB yetkilerinin benzer açıklamaları yapmaları, özellikle Ankara’nın Batı bloğundan uzaklaşarak, Tahran ve Moskova’ya yakınlaşması Batıda-ABD, NATO ve AB’de Türkiye’yi nasıl ikna eder tekrar kazanabilir tartışmalarını gündeme getirmiştir. Türkiye’nin Tahran ve Moskova ile sıkı ilişki içerisinde olması hususunda Alman Dışişleri Bakanın, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası yüksek temsilcisi Mogherini’nin ve eski NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in açıklamaları ve açıklamalarındaki verdikleri mesaj gösteriyor ki Batı’nın Türkiye’yi kaybetme riski ile karşı karşıya olduklarından dolayı etekleri tutuşmuştur. ABD, NATO, AB ve Belin bürokratlarının duyduğu en önemli kaygı Türkiyesiz NATO ve AB’nin sıkıntıya girecek olmasıdır. Batı’yı asıl kaygılandıran bir tarafta eski bölgesinde 
güçlenen Türkiye’nin imparatorluk dönemine dönüş korkusu, diğer taraftan da bu yükselen gücün yine bir dönemin eski imparatorlukları Tahran ve Moskova ile ittifak oluşturmalarıdır. Dolayısıyla bu üç gücün etki alanlarını genişletmeleri ABD, NATO ve AB’yi tedirgin ettiğini ifade edebiliriz. 

Çünkü ABD’nin son dönemlerde aldığı Suriye, Filistin ve Kudüs kararlarının hüsran ile sonuçlanmasında bu üç gücün etkisinin olduğu çok iyi bilinmektedir. Başka bir ifadeyle son dönemlerde ABD’nin Ortadoğu İnisiyatifi(BOP) projesi çerçevesinde aldığı karların sekteye uğraması- veya ABD’nin planlarının bozulması bu üç devletin rolünün olduğunu ifade edebiliriz. 

Özellikle Türkiye’nin 24 Ağustos 2016 yılında Cerablus ve el-Baba’da, akabinde Irak’ın Kuzeyinde gerçekleşen referandum krizinde ve ABD’nin Kudüs’ü Israil’in başkenti olarak ilan eden karara bölge ülkeleriyle birlikte ortaya koyduğu tepki, ABD’nin hem BOP’na engel oldu, hem de ABD’nin BOP üzerinden yeniden şekillendirmeye çalıştığı Yeni Türkiye Cumhuriyeti” inşa projesini hayallerde 
bırakmıştır. Son zamanlarda ABD, BOP’un sert kayaya çarptığının ve bu projenin hayata geçirilmediği takdirde ABD’nin varlık sorunu ile karşı karşıya kalacağının fakındadır. Olayların farkında olan ABD hem bölgeyi, hem de Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden inşa edebilmek için önce Gezi Parkı olayı ve 15 Temmuz Hibrid Darbe girişimi ile kontrolsüz bir Türkiye üzerinden iç savaş çıkartmayı planlamış, akabinde bu planda başarılı olamayınca da Suriye üzerinden PYD-
YPG/PKK/SDG terör örgütlerine verdiği açık destek ile Suriye üzerinden devam ettirmeye çalışmaktadır (Çelik, 2017; Ekinci 2016). Zira ABD bu projenin önündeki en büyük engel olarak Türkiye’yi görmektedir. Bunun içinde ABD’nin ABD kontrolünden uzaklaşmış Türkiye’yi “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” projesi ile yeniden kontrol altına almayı (Erol,2017: s.) hedeflediğini ifade edebiliriz. Fakat Türkiye ABD’nin bu açık oyununu, daha önce Gezi Parkı olayını, 15 Temmuz Hibrid Darbe girişimini bertaraf ederek ABD’nin oyununu bozduğu gibi Fırat Kalkanı operasyonu, akabinde başlattığı “Zeytin Dalı Barış Harekâtı” ile darbe vurmuştur. Ayrıca Türkiye’nin bu kararlı girişimleri ABD’yi çaresizliğe itmiştir. ABD’yi çaresizliğe iten Türkiye’nin bu kararlı politikasını devam ettirerek, ABD’ye karşı taviz vermemesi gerekmektedir. Tabi ki burada önemli olan Tahran, Moskova ve diğer bölge ülkelerinin Türkiye’nin vermiş olduğu mücadelesinde Ankara’nın yanında olduğunu göstermeleri gerekmektedir. Tersini yapıp, Türkiye’nin kararlı mücadelesini eleştirir ve engel olmaya çalışırlarsa, sadece Türkiye değil bölgenin haritasının tamamen değişmesi kaçınılmazdır. 
   Hatta ABD’nin bölgede çıkartmaya çalıştığı kontrollü savaş stratejisinin gerçekleşmesinin ve bu stratejinin yeni bir kitlesel savaşa yol açması zamanın konjonktürel yapısı iyi analiz edildiğinde kaçınılmaz görünmektedir. ABD’nin bugüne kadar uygulamaya kalktığı planlar Ankara, Tahran ve Moskova’nın, 
özellikle Türkiye’nin kararlı politikasıyla bozulmuş görünmektedir. Bu kararlı ittifak ve politika devam ettirilmesi gerekmektedir. 

ABD’nin Zayıfladığının Göstergesi: Kumdan Devlet Planları Tek Tek Yıkılıyor 

Aslında bu başlık biraz abartılı gelebilir fakat başta Türkiye olmak üzere Türkiye’nin yakın çevrelerine ve ABD’nin dünya genelinde yaşadığı hezimetlere, giriştiği ittifaklara bakıldığında bu cümlenin göründüğü gibi abartılı olmadığı anlaşılacaktır. Nasıl mı? 11 Eylül terör saldırısı bahanesi Irak’ı işgal eden ABD, işgal sonrası hem İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye gibi yakın dostlarını 
tek tek kaybetmiş, hem de Ortadoğu’da etkinliğini artırabilmek için Kuzey Irak’ta inşa etmeye çalıştığı Lejyoner devlet hayalleri suya düşmüştür. Oysaki ABD Soğuk Savaş hemen sonrasında hayalini kurmuştu ve bu hayalin gerçekleşmesi için milyarlarca dolar harcamıştı. ABD’nin Lojyoner Devlet hayali, Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin referandum yolu üzerinden ilan etmek istediği 
“Kumdan Devlet” Türkiye-Irak ve İran üçlüsünün kararlı iradesi ile çökertilmiştir (Erol,2018). Ayrıca bu üçlü devletin kararlı iradesini ve referandum karşıtı tezini başta AB üyesi devletler olmak üzere Rusya, Çin ve Kore gibi devletler desteklemiştir. Dolayısıyla ABD’nin” böl-daralt ve yönet” politikasıyla kurmak 
istediği “Kumdan Devlet” anlayışı bir esintiyle bir anda dağılmıştır. Hatta ABD inşa etmek istediği Kumdan Devlet ile Ortadoğu bölgesini bölerek yönetmek isterken aynı zamanda farkında olmadan bölge devlerinin birleşmesinin önünü açmıştır. 

Bu birleşmelerden Soğuk Savaş sonrasından bu yana ABD’nin ilk defa hem Batılı, hem de bölge ülkelerinin birlikte hareket ederek meydan okumaları ile karşı karşıya kaldığını ve hatta ABD’nin uluslararası sistemdeki tekel konumunu kaybettiğini ifade edebiliriz. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar gibi bölge ülkelerinin ABD’ye sırtını dönmesi, Türkiye’nin S–400 
füzelerini Rusya’dan alarak ABD’ye karşı yeni denge ve işbirliğine arayışlarına girişmesi, Suudi Arabistan ile Katar arasındaki krizden ABD’nin istediğini alamaması, Rusya’nın Kırımı işgali karşısında ABD’nin çaresizce izlemesi, ABD’nin Kudüs kararını, ABD’nin tehditler savurmasına rağmen BM Genel Kurulu’nun çoğunlukla tanımaması ABD’nin itibarını ve prestijini zedelemiştir. 
Hatta Türkiye’nin Fırat kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonu karşısında seyirci kalan ABD, operasyonlara karşı Türkiye’yi sadece tehdit etme ile yetinebilmiştir. Oysaki ABD YPG/PKK gibi terör öğürlerine binlerce tır silah ve mühimmat(Star Gazetesi,2017) vererek terör öğütlerine büyük umutlar bağlamıştı. Hatta ABD Afrin’ni BOP’ un Kürdistan’ı olarak görüyordu(Sözcü,2017) ve PKK 
ve YPG’nin burada sağlayacağı başarılı sonuç ile birlikte Türkiye’de iç savaş çıkartıp “Yeni Türkiye” adı altında Türkiye’yi yeniden inşa etmeyi planlamıştır. Fakat ABD’nin terör müttefiklerinin operasyonlarda büyük darbeler alması ABD’yi derin kaygılara ve yeni saldırgan politikalara yönelmesine neden olmuştur. 

Bu kaygılar ABD’nin 6. Filo’ya yöneltmiştir. ABD’nin 6. Filo’ya yönelmesi ABD’nin uluslararası alanda kaybettiği imajını düzeltebilmek için Akdeniz ve Ortadoğu’da 
tekrar kaba güce başvuracağı anlamına gelmektedir. Aynı zamanda ABD’nin 6. Filo’ya yönelmesini, ABD’nin bir yandan Akdeniz’de Kıbrıs Rum Kesimi’ne ve İsrail’e korkmayın yanınızdayım mesajı verdiğini (Erol,2018), diğer taraftan da ABD’nin kendine yeni yandaş veya yeni maşa müttefikler arayışları içerisinde olduğu şekilde okuyabiliriz. Dolayısıyla 2000’li yıllarda ABD nereye el attıysa eli 
boş dönmüştür. Bu ise ABD’nin uluslararası sistemdeki etken politikasının sonun geldiği ve artık ABD’nin uluslararası kamuoyunun gözünde itibarının tükenmek üzere olduğu anlamına gelmektedir. Çünkü bugün artık gerek bölge ülkeleri, gerekse pek çok dünya ülkesi ABD’nin anlayacağı dilden konuşmaya başlamıştır. Ve ABD’nin Kumdan Devlet modeli planları da tek tek yıkılmaktadır. 

Bu gelişmelerin farkında olan ABD son zamanlarda kendini uluslararası arenada hissettirebilmek için rotasını “ Çelik -Çomak ” oyunlarına yöneltmiştir. Bu oyun ise liderliği kaptırma kaygısı içerisindeki ABD’nin son oyunu olduğunu ifade edebiliriz. 

Sonuç Yerine: 

Yeni Dünya Düzeninde ABD’nin Gelecek Kaygısı; Bir Devrin Sonu mu? 

İngiltere ile Almanya çekişmesi sonrası 20. yüzyılın küresel dünyasında başat konumuna yükselen ABD, 20.yüzyıl boyunca uluslararası sisteme yön vermiştir. Özellikle Soğuk Savaş Sonrası dönemde küresel dünyanın tek gücü olmuştur. Bu süre zarfında Batılı devletler, özellikle İngiltere ve Türkiye ABD’nin Truva atı görevini üstlenmişti. Hatta bu hususta İngiltere’nin ABD’nin mutfağın arka 
tarafında kas gücünü oluşturduğunu ve ABD’nin dış politikasında her zaman yer edindiği ifade edilebilir. Fakat Soğuk Savaş’ın son bulması ile ABD dünyanın jandarmalık rolünü tek başına üstlenmiş ve 1990’lı yılların son dönemlerinde Ortadoğu İnisiyatifi (daha sonra BOP) projesi çerçevesinde dünyayı yeniden şekillendirmek istemiştir. Bu Proje ABD’nin yeni yüzyılda da başat güç 
olarak varlığını devam ettirebilmesi için hayatı önem taşımaktadır. ABD, bu projenin sınırları oldukça geniş tutmuş ve bu proje ile pek çok devletin sınırlarının değişmesini, özellikle Ortadoğu’da yeni devletlerin oluşmasını öngörmüştür. Dolayısıyla ABD, proje ile kendi geleceğini ve mevcut başat güç 
pozisyonunu, dünyanın haritasını yeniden çizerek veya şekillendirerek sağlamayı amaçlamıştır. Fakat Baba Bush döneminde gündeme getirilen ABD’nin Yenidünya Düzeni Projesi dönem uluslararası yapısı ve küresel sorunlarından dolayı bir türlü hayata geçirilememişti. Bu ise ABD’yi tedirgin etmiştir. 21. yüzyılın hemen başında vuku bulan 11 Eylül terör saldırısı ABD’ye Yenidünya Düzeni 
(BOP) Projesi’nin hayata geçirebilmesi için bir fırsat doğurmuş ve ABD 11 Eylül saldırısı sonrası projeyi hayata geçirmek için start vermiştir. Zira ABD terör saldırısını gerekçe göstererek, terörle mücadele çerçevesinde önce Afganistan’a müdahale etmiş ve sonrasında ise Irak’ı işgal etmiştir. 

ABD’nin bu ülkelere savaş ilan etmesi BOP’un bir parçasını oluşturduğunu ifade edebiliriz. Bu ifadenin en önemli ispatı olarak, operasyon sonrasında uluslararası kuruluşların gözlemcilerinin yayınladığı raporlarında, ABD’nin ileri sürdüğü terör gerekçelerinin asılsız olduğu ve gerçeği yansıtmadığına yer vermesi    gösterilebilir. 

ABD’nin içerisinde bulunduğumuz yüzyılda BOP’ta ısrar etmesindeki en önemli neden, uluslararası düzeni tehdit eden unsurların artması ve ABD’nin bu küresel tehditler karşısında kendini yeterince savunamaması olduğunu ifade edebiliriz. Başka bir ifade ile Yenidünya stratejisinin altındaki en önemli neden artan küresel tehditler karşısında Amerikan halkının yaşam kaygılarının giderilmesi ve 
azalan refah düzeyinin artırılmasıdır. Bu yaklaşım ile ABD, kendilerinin yaşam sahası olarak Orta Asya, Ortadoğu ve Hazar Bölgesi’ni görmekte ve bu bölgelerde kurulacak bir egemenliğin kendi varlığının sürdürülmesi ile eş değer olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla ABD Yenidünya Düzeni projesi önünde engel olabilecek devletleri belirlemiş ve bu devletleri haydut devlet olarak ilan etmiştir. 

ABD’nin Haydut olarak ifade ettiği Devletlere bakıldığında; 
İlk sırada;
İran, Kuveyt, Umman Irak, Libya, Ürdün, Suriye, Lübnan, Filistin ve K. Kore yer alırken.., 
İkinci sırada ise Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen Bahreyn, Endonezya, Suudi Arabistan, G. Kore, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Türkiye yer almaktadır. 

Üçüncü sırada Çin, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Rusya ve Rusya’nın arka bahçesi olan Kuzey Kafkasya ülkeleridir
ABD’nin sıraladığı ülkelere bakıldığında; listede bulunan ülkeler ağırlıklı olarak Ortadoğu ülkeleridir. Genel olarak ABD’nin nüfuz kurmak istediği topraklarda yaklaşık dünya nüfusunun yarısı kadar insan yaşamakta ve bu ülkelerin sahip olduğu topraklar 50 milyon metre kareden fazla alanı kaplamaktadır. Şayet ABD bu topraklar üzerinde etkisini kurup kontrolü altına alabilirse hem ABD vatandaşlarının hayat kaygıları ortadan kalkar, hem de ABD bölgede imparatorluğunu kurarak geleceğini güvenlik altına alınmış olur. 

ABD Yenidünya Düzeni stratejini hayata geçirmeye çalışırken, “böl -zayıflat yönet ya da küçült-birleştir-yönet” tarzı bir politika izlemektedir. Üstelik ABD bu stratejiyi hayata geçirmeye çalışırken tek başına ve Türkiye, Rusya, Çin, İran, İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri dikkate almadan ve bu ülkelerin bazılarının da topraklarını yukarıda ifade edilen politika tarzıyla bölüp parçalayarak yönetme 
arzusu içerisine girmiştir. Özellikle Irak işgali sonrası, ABD’nin asıl niyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte başta İngiltere olmak üzere Türkiye, Fransa gibi pek çok ülke ABD’ye olan desteğini azaltmış ve ABD’ye meydan okumaya başlamışlardır. Hatta ABD’ye meydan okuyan ülkeler ABD’ye karşı 
tavrını yeni bloklar veya kutuplaşmalara kalkışarak göstermeye çalışmışlardır. 

Örneğin bir zamanların başat güçleri İngiltere ve Fransa ABD’nin projesi (BOP’a) karşı yeni SykesPicot’u gündeme getirerek, “eğer Ortadoğu bölgesi yeniden şekillenecek ise bu süreç içerisine bölgenin eski hâkim güçlerinin de dâhil edilmesi gerektiği” tezini savunmaya başlamıştır. Özellikle Batının diğer devletleri ile ABD arasındaki ayrışmalar Obama yönetiminin ikinci döneminde başlamış ve sonraki dönelerde meydan okumaya dönüşmüştür. Örneğin 2013 yılında İngiltere ABD’nin gelecek yüzyıl projesine karşın Çin, Türkiye, Fransa gibi ülkeler ile ilişkileri geliştirerek Yeni İpek Yolu projesini tekrar hayata geçirmek 
istediği gözden kaçmamaktadır. Hatta bu doğrultuda Asya Alt Yapı Yatırım Bankası kurulmuş ve bugün bu Bankanın 100 milyar dolar bütçesi ve 10’larca kurucu üyesi bulunmaktadır. İngiltere ve Çin’in bu hamlesi ABD’nin BOP’una karşı meydan okuma niteliğindedir. 

ABD’nin geleceğine yönelik hayata geçirmeye çalıştığı Büyük Ortadoğu projesi karşısında yer alan bir diğer ülke grubu Türkiye, Rusya ve İran’dan oluşmaktadır. Ankara, Tahran ve Moskova ittifakı, ABD’nin hesabında olmayan birliktelikle günbegün kendini gerek diplomasi masasında, gerekse sahada birer oyun bozucu faktör olarak göstermektedir. Bu ittifakın amacı bir yandan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesine engel olarak ABD’yi bölgeden-coğrafyadan çıkartmak, diğer yandan da bölgede huzur ve istikrar sağlamaktır. Dolayısıyla bu ittifak ABD’yi tedirgin etmiş ve ABD’nin coğrafyadaki mevcut kazanımlarını da tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu mevcut durum 
karşısında ABD ise PYD, YPG, SDG ve PKK gibi terör örgütleri ile iş birliğine giderek Yenidünya düzeni politikasını hayata geçirmek için çaba sarf etmektedir. Terör örgütlerini bir dış politika aracı olarak kullanan ABD, başta Avrupalı ülkeleri kendi içinde veya yakın komşuları ile çatıştırmak olmak üzere, Hristiyan-Müslüman veya Doğu- Batı arasında savaş çıkarmak gibi her türlü olası senaryoyu hayata geçirmek için radikal karar almaktan çekinmemektedir (Erol,2017). 

Örneğin ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi bu senaryonun bir parçası niteliğindedir. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesindeki asıl amaç; 
Birinci olarak eğer bu kararı diğer dünya ülkeleri tanısalardı AB’nin geleceğini garantiye alacak olan proje hayata geçmiş olacaktı. 
İkincisi amaç ise diğer dünya ülkelerinin kararı tanımamasıyla birlikte ABD kontrolünde Hıristiyan-Müslüman veya Doğu-Batı arasında bir dünya savaşı başlatmayı hedeflemiştir. Fakat ABD, İsrail ve ABD’den korkan birkaç ülke hariç hiçbir dünya ülkesi ne ABD’nin kararını desteklemiş, ne de birbirine karşı 
savaş çıkartacak girişimlerde bulunmuşlardır. 
Bilakis ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden kararı uluslararası gündeme taşımışlar ve BM yapılan oylamada ABD’nin tehdidine rağmen ezici bir  çoğunlukla kabul etmemişlerdir. Bu karar aynı zamanda diğer uluslararası devletlerin ABD’ye göstermiş olduğu kırmızı kart niteliğinde olmuştur. BM kararı ile devletler “tek kutuplu sistemin sonuna gelindiği, ABD’nin artık eskisi kadar güçlü olmadığı ve uluslararası sorunları ABD’nin istediği gibi tek başına çözemeyeceği” mesajını vermişlerdir. Güç kaybının farkında olan ABD başat 
güç pozisyonundan olmamak için son oyununu çelik ve alüminyum üzerinden oynamaya başlamıştır. 

Başka bir ifade ile ABD uluslararası arenadaki güç kaybını ticaret savaşları ile gidermek istemektedir. 

Hatta bu doğrultuda ABD’nin -Trump’ın mevcut bakanlıklarda değişikliğe giderek yeni bir savaş konseyi oluşturmaya çalıştığı AB, Çin, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve Türkiye gibi pek çok dünya ülkesinin dikkatinden kaçmamıştır. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki, ABD’nin 2000’li yıllardan, yani 11 Eylülden bugüne kadar aldığı kararlar ve uygulamaları ciddi anlamda başta ABD olmak üzere pek çok bölgede ve ülkede tıkanmaya veya krizlere neden olmuştur. Özellikle ABD’nin tek başına dünyanın jandarmalığına soyunması ve uluslararası sistemi etkileyecek karları tek başına almaya çalışması, dünyayı ilgilendiren konularda 
terör örgütleri ile müttefik ilişkileri geliştirmesi, başta Batı’nın diğer devletleri olmak üzere pek çok dünya ülkesinin tepkisine neden olmuştur. Bu tepkiler neticesinde günbegün ABD yalnız kalmış ve bu durum ABD’nin saldırgan politikalar üretmesine neden olmuştur. ABD durumun farkında olup, 
mevcut şartlarda gücünü koruyamayacağını bilmektedir. ABD’nin derin politikasına göre gücünü geri kazanmanın yolu büyük bir savaştan geçmektedir. Dolayısıyla ABD’nin Suriye politikasında veya Ortadoğu politikasında değişikliğe gitmesinin altında bu düşünce olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin derin politikalarının altındaki büyük çaplı savaş düşüncelerinin temelleri Obama döneminde atılmış, Trump döneminde ise bu politika tamamlanmak istenmiştir. Fakat ABD’nin büyük çaplı savaş çıkartma hevesi içerisinde olduğu diğer devletler tarafından fark edilmiş ve ABD’nin bu politikasına karşı diğer devletlerde önlem ve tedbirler almaya başlamışlardır. Her ne kadar ABD saldırgan politikalar çerçevesinde başat güç pozisyonunu korumak için önlem ve tedbir almaya çalışsa da, bu önlem ve tedbirlerin ABD’yi korumadığı bilakis bu politikaların ABD’nin uluslararası arenadaki etken gücünün her geçen gün gerilemesine neden olduğu görülmektedir. ABD’nin dünya siyasetindeki etken 
gücünü kaybetmesi başta ABD olmak üzere uluslararası sistemde önemli sonuçlar doğurmuştur. 

Bunlardan ilki, ABD’nin hegemonya krizinden ABD’ye alternatif farklı güç odakları ortaya çıkmıştır. Özellikle Rusya, Çin, İngiltere, Almanya ve Türkiye bu motivasyona sahip ülkeler olarak dikkati çekmektedirler. 

İkinci olarak uluslararası sistemde güç boşluğu oluşmuş ve bu güç boşluğu özellikle Ortadoğu’da sorunları da beraberinde getirmiş ve bölgenin istikrarsızlaşmasını neden olmuştur. 

Üçüncü olarak ise ABD müttefiklerini kaybetmiştir. Artık gücün merkezini temsil etmeyen ABD, gücünü geri kazanabilmek için değişik terör örgütleri ile müttefik ilişkileri geliştirmeye başlamıştır. Bu ise ABD’nin geleceğinin risk altına girmesine neden olmuştur. Son olarak ise ABD’nin gücün merkezini temsil edememesi ile birlikte uluslararası sistem yeni başat gücünü veya patronunu aramaya 
başlamıştır. 

Kaynakça 

. AÇIKGÖZ, Ö.(2006). “Ortadoğu’nun Etnik, Sosyo Yapısı ve Büyük Ortadoğu Projesi”,Büyük 
Ortadoğu Projesi: Yeni Oluşumlar ve Değişen Dengeler. Ed. Atilla Sandıklı, Kenan Dağcı, 
Tasam Yayınları, İstanbul, ss 81–86. 
. ARMAOĞLU, F.(2010). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2010. 
. BERNATH, M.(2018).” Am Syrien-GipfelsinddieTürkei, Russland und Iran gegen die USA 
geeint” in NeuenZürcher Zeitung, 4 Nisan 2018. 
. ÇAKMAK, C.(2006). “Irak Savaşı ve Büyük Ortadoğu Projesi”. Büyük Ortadoğu Projesi: 
Yeni Oluşumlar ve Değişen Dengeler. Ed. Atilla Sandıklı, Kenan Dağcı.Tasam 
Yayınları,İstanbul, ss. 152–167. 
. ÇELİK, K. E. (2017). ”Alınan Tedbirler Bağlamında Türkiye’nin Son Dönem Güvenlik 
Perspektifi” ANKASAM, 
https://ankasam.org/alinan-tedbirler-baglaminda-turkiyenin-son-donem-guvenlik-perspektifi/, (12.05.2018). 
. DİLLER, E. (2017). “İpek Yolu Savaşı 
https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/ipek-yolu-savasi 12Nisan 2017. 
. DUGİN, A.(2004).Rus Jeopolitiği Avrasyacı yaklaşım, Tercüme, İmanovVügar, Küre Yayınları İstanbul. 
. EKİNCİ, E. (2016).“Vekâlet savaşları ve 15 Temmuz darbe girişimi” Yeni Şafak, 
https://www.yenisafak.com/hayat/vekalet-savaslari-ve-15-temmuz-darbe-girisimi -2495499,  (12.05.2018). 
. ERLER, G.(2017). “ImMachtdreieckvon Putin, XiJinpingundTrump. DieNeueWeltordnung 
100 Jahrenach der Oktoberrevolution”, MaulbetschGmbH, Heidelberg. 
. EROL, M. S.(2017). “ABD’den Türkiye’ye “Lejyoner Gücümüz Ol” Çağrısı”, 
https://ankasam. org/abdden-turkiyeye-lejyoner-gucumuz-ol-cagrisi/, (11.05.2018). 
. EROL, M. S.(2017). “Yeni Türkiye”yiGraham Fuller ile Vurmak” ANKASAM, 
https://ankasam.org/yeni-turkiyeyi-graham-fuller-ile-vurmak/, (15.04.2018). 
. EROL, M. S.(2017). “ABD Kendi Pimini Çekti”,
https://ankasam. org/abd-kendi-pimini-cekti/, (01.01.2018). 
. EROL, M. S.(2018). “ABD’nin “Kumdan Kaleleri” Bir Bir Yıkılırken…”, 
https://ankasam.org/ abdnin-kumdan-kaleleri-bir-bir-yikilirken/, (15.03.2018) 
. GÖKÇE, D.(2015). ”ABD ve İngiltere Küser ve Boşanırlar mı? Akşam Gazetesi, 
https://www.aksam.com.tr/deniz-gokce/yazarlar/abd-ve-ingiltere-kuser-ve-bosa -nirlar-mi-c2/haber-389900, (12.03.2018). 
. KODAMAN, T. ve GONCA İ. B.(2016).“Jeoekonomik Hayaller: Çin’in Yeni İpek Yolu Girişimi’nin Orta Asya’da Algısı” 
Journal of the Human andSocialSciencesResearches, Cilt: 5, Sayı: 5, ss. 1251 -1261. 
. NAGLER,J. “WegzurWeltmacht 1898 bis 1945 “ 
http://www.bpb.de/izpb/ 1810 33/ weg-zur-weltmacht–1898-bis–1945, (20.03.2018). 
. SANDER, O.(2008).Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, İmge Yay., Ankara. 
. PEW Research Center, Globally, People Point to ISIS andClimateChange as Leading Security ThreatsConcernaboutcyberattacks, 
World economyalsowidespread, s. 5, 
https:// assetspewresearch . org/wp-content/uploads/sites /2/ 2017/07/311Politikası–1search-
Center_2017.07.13_ Global-Threats_ Full-Report. pdf, (01.02.2018). 
. Sözcü Gazetesi, “ABD, Kürdistan’ı kurmak için Kürt gruplarla anlaştı”, 27 Mart 2017, 
https://www.sozcu.com.tr/2017 /gundem/abd-kurdistani-kurmak-icin-kurt-gruplarla-anlasti-1757539/, (19.07.2018). 
. Star Gazetesi, “ABD'nin terör örgütü PKK'ya verdiği silahların hedefinin Türkiye olduğu ortaya çıktı” 11 Mayıs 2017, 
http://www.star.com.tr/guncel/o-silahlarin-hedefi-turkiye-haber-1216288/, (13.07.2018). 
. Süper Haber, “Asıl büyük savaş ABD ile İngiltere arasında…”.
https://www.superhaber.tv/asil-buyuk-savas-abd-ile-ingiltere-arasinda-haber-63089, (13.03.2018). 
. ŞEBNEM,O. M.(2017). “ABD ve İngiltere’nin arasına neden soğukluk girdi?” Yeni Şafak gazetesi, 
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mervesebnem oruc/abd-ve-ingilterenin-arasina-neden-sogukluk-girdi-2041319, (13.08.2018). 
. TAMER, C. (2017). ”EmmanuelMacron’un Ortadoğu Politikası–1“ ANKASAM, 
https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-1/,(16.06.2018). 
. TRENİN, D.(2001). “Üçüncü Kuşak; 21. Yüzyıla Girerken Rus-Amerikan İlişkileri”, Avrasya Doyası, Cilt.6, Sayı. 4, ss.283–296. 
. Vatan Gazetesi, “ABD yeni bir terör örgütü kurdu”
http://www.gazetevatan.com/abd-yeni-bir-teror-orgutu-kurdu--1129610-dunya/, (26.07.2018). 
. Yeni Akit Gazetesi, “ABD-DEAŞ- PKK/PYD işbirliği, Akşam Gazetesi yazarı Bilgin, Amerika ile DEAŞ, PKK/PYD oyununu yazdı”.
https://www.yeniakit.com.tr/haber/abd-deas-pkkpyd-isbirligi-395753.html, (16.07.2017). 
. Yeni Akit Gazetesi, “Donald Trump'ın Rusya siyaseti neyi bekliyor?”
https://www. yeniakit. com.tr/haber/donald-trumpin-rusya-siyaseti-neyi-bekliyor-240150.html, (29.08.2018). 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder