TÜRKİYENİN IRAK POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 1
TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI 2009
Mesut Özcan*
* Yrd.Doç.Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.
ÖNSÖZ
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır.
Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009
Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.
Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.
Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.
Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman
GİRİŞ.,
Türkiye’nin Irak politikası, Ortadoğu politikasının en temel konularından birini oluşturur. Soğuk Savaş döneminde nispeten sakin olan ilişkiler, Körfez Savaşı sırasında ve sonrasında ısındı ve bu sıcaklık günümüze kadar devam etti. Körfez Savaşı’nın ardından ülkenin kuzeyinde oluşan otorite boşluğu, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde ciddi zorluklara neden olurken, Ankara’nın Irak’a yönelik
politikasının da büyük ölçüde güvenlik endişeleri etrafında şekillenmesine neden oldu. Son birkaç yıldır ise, bu ülkeye karşı izlenen siyasette çok farklı araçların kullanılmaya başlandığı dikkati çekmektedir.
Artık sadece güvenlik endişeleri bağlamında askeri boyutun değil, ekonominin ve diplomasinin çeşitli araçlarının da etkili bir şekilde kullanıldığı bir tutumun, Türkiye’nin Irak politikasının şekillenmesinde önemli rol oynadığını görmekteyiz.
Türkiye’nin genelde Ortadoğu’ya yönelik dış politikasında özelde ise, Irak politikasında dönüm noktası oluşturan tarihlerden birisi, 1999 yılında PKK lideri Öcalan’ın yakalanmasının ardından terör kaynaklı güvenlik endişelerinin azalmasıdır. Bu tarih sonrasında Türkiye’ye karşı Irak kaynaklı saldırılar azalmış, 1990’larda sıcak ortam etkisini kaybetmeye başlamıştı. Bu dönem 2003 yılında ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimine son vermek için işgal girişimini başlatana kadar devam etmiştir.
Türkiye’nin Körfez Savaşı sonrasındaki tecrübeleri ışığında ve işgal için gerekli meşru zeminin olmadığı bir ortamda, işgal sonrasına yönelik planlardaki belirsizlikleri de dikkate alarak ABD’den farklı bir tutum izlemesi, 2003 sonrasında bu ülkeye yönelik olarak yeni bir siyasetin üretilmesinin zeminini oluşturdu. 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesinin ardından PKK, Türkiye topraklarına olan saldırılarını yeniden artırdı.
Bu teröristlerin bazıları kuzey Irak’ta konuşlanmakta ve bu bölgeyi Türkiye’ye karşı bir üs olarak kullanmaktaydı. İşgal sonrasında Irak’ta ortaya çıkan kaotik durum, PKK mensuplarının bu şartlardan yararlanmasına imkân verdi. Türkiye kamuoyu da, PKK ile olan mücadelede ABD’nin ve kuzey Irak’taki Kürt yetkililerin yeterince destek vermediğini düşünüyordu.
İşgali takip eden aylarda ülkede düzen ve istikrarın sağlanamamış olması, Türkiye açısından çeşitli endişelere neden olmaktaydı. PKK’nın saldırılarını artırmasının yanında, Irak’ta iş yapan Türk vatandaşlarının karşılaştıkları tehlikeler de Türkiye’nin tutumunu etkiliyordu. Bütün bunlardan daha önemli olan ise, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimaline karşı geliştireceği siyasetti. İşgal sonrası ilk yıllarda ilişkilerde yaşanan gergin hava zaman içerisinde dönüştü. Bu bağlamda, Türkiye’nin Irak’taki
tüm aktörlerle temas kurma amacını taşıyan bir politika izlemesinin de etkisi oldu.
Önceki yıllarda, kuzey Irak’taki Kürt yetkililerle temas kurmaktan kaçınan Türkiye, zaman içerisinde kendi dış politika amaçlarına ulaşmak için Irak’ın yeni gerçekliklerine uygun şekilde hareket etmeye başladı. Önceden daha çok askeri yöntemlere başvurarak, kuzey Irak kaynaklı terör sorununu aşmaya çalışan Türkiye, son yıllarda Irak’taki Arap ve Kürt yetkililer ile olan temaslarını artırarak ve onları daha fazla işbirliğine ikna ederek sorunu çözmeye çalıştı.
Bu bağlamda 2007 sonrasında bu tutum kendini daha fazla hissettirdi. PKK’nın yeniden 1990’lardaki bir ortamın oluşması için Irak sınırındaki karakollara gerçekleştirdiği saldırıların ardından, Türkiye sadece askeri önlemler alarak değil, aynı zamanda hem ABD hem de Irak yetkilileri ile temas kurarak, işbirliği taleplerini iletti. Bu konuda Türkiye’nin askeri müdahalelerinin Irak’ın kırılgan yapısına zarar vereceğinin farkında olan diğer aktörler de, Türkiye’nin talep ettiği önlemleri alma konusunda daha istekli davrandıklarından son yıllarda
Türkiye’nin Irak politikasında çeşitli olumlu faktörlerin devreye girdiği bir dönem yaşanmaya başladı. ABD’nin 2011’de askerlerini çekecek olması, bundan sonrasına yönelik olarak gerek Irak’taki farklı aktörlerin Türkiye’nin düşmanlığını kazanmama düşüncesi, gerekse Washington’un Irak’taki istikrara zarar verecek gelişmeleri engelleme çabası Türkiye’nin sadece askeri araçları kullanmama siyasetine katkı yaptı.
2009 yılı Türkiye’nin Irak siyasetinde, iki ülke arasında yakınlaşma yönünde önemli adımların atıldığı bir yıl oldu. Güvenlik konularının iki ülke ilişkilerindeki etkisinin, hala önemli bir faktör olmakla beraber, nispeten azaldığı; ekonominin, ticaretin ve diğer boyutların önem kazanmaya başladığı bir yıl yaşandı. Siyasi anlamda iki ülkenin birbirlerine daha da yakınlaştıkları bir yıl oldu 2009. Karşılıklı olarak gerçekleşen siyasi üst düzey ziyaretlerle beraber, kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi çerçevesinde iki ülkenin imzaladığı
çeşitli anlaşmalar ile komşular arasındaki ilişkilerin kalıcı bir zemine oturması ve farklı boyutlarıyla gelişmesi için adımlar atıldı. Siyasi ve ekonomik alanda elde edilen ilerlemelerin yanında güvenlik konularında da işbirliği çabaları önceki yıllara oranla çok daha olumlu sonuçlar verdi.
Irak içerisindeki güvenlik durumunun giderek daha iyileşmesinin bir yansıması olarak, Bağdat yönetimi de ülkenin geleceğini ilgilendiren çeşitli konularda daha uzun vadeli planlar yapabilmeye başladı. Yerel seçimlerin gerçekleştirildiği bu yıl Irak siyasetinde önemli gelişmeleri beraberinde getirirken, Türkiye de bu siyasi gelişmeleri yakından takip ederek kendi dış politika hedefleri doğrultusunda
etkilemeye çalıştı. Türkiye son dönemde geliştirmeye çalıştığı bütün taraflar ile diyalog politikasını bu yıl da devam ettirdi ve Irak’taki farklı etnik ve dini grupların yöneticilerini ağırladı. Bu bağlamda Şii din adamları Mukteda es-Sadr ile Ammar el-Hekim’in Türkiye ziyaretleri dikkat çekiyordu.
Aynı zamanda Ankara, bölgede artan etkinliğinin bir yansıması olarak, Irak ile Suriye arasında Bağdat’taki bombalamalar dolayısıyla ortaya çıkan uzlaşmazlığın çözümü için de yapıcı bir rol oynayarak taraflar arasında arabuluculuk görevi üstlendi. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin Irak’ın istikrarlı bir yapıya kavuşması için harcadığı çabaların bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Siyasi ve Ekonomik İlişkiler
2009 yılında Türkiye’den Irak’a üst düzeyde pek çok ziyaret gerçekleştirildi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun çeşitli vesilelerle yaptığı ziyaretlerin yanında, hem Cumhurbaşkanı Gül, hem de Başbakan Erdoğan Bağdat’ı ziyaret ettiler. Bu ziyaretlerde siyaset, güvenlik ve ekonomi konuları ön plana çıkmaktaydı. ABD’nin çekilmesini takvime bağlayan anlaşmanın imzalanmasının ardından ülkenin alacağı yeni biçimde etkili olmak isteyen Türkiye, siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumak için Irak’taki farklı kişi ve gruplarla ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Türkiye’den gerçekleşen ziyaretlerin yanında, Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Başbakan Maliki ve Dışişleri Bakanı Zebari’nin ziyaretlerinin yanı sıra, Irak içerisinde etkili olan farklı grupların liderleri de Türkiye ile temaslarını sürdürdüler. Iraklı Şii liderler Mukteda es-Sadr ve Ammar el-Hekim de 2009’da Türkiye’yi ziyaret eden Iraklı önemli figürler arasında yer alıyordu.
Mart ayında İstanbul’da gerçekleştirilen Dünya Su Zirvesi’ne katılmak için Türkiye’ye gelen Celal Talabani, İstanbul’da Başbakan Erdoğan ile görüştü. Görüşmede güvenlik konularının yanı sıra, iki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesi için atılması planlanan adımlar ve Cumhurbaşkanı Gül’ün bu ülkeye yapacağı ziyaret ele alındı.1 Karşılıklı ziyaretler arasında en önemli olanı Cumhurbaşkanı Gül’ün Mart ayında gerçekleştirdiği ziyaret oldu. Bir önceki yıl, Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Gül’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelmişti ve
bu iki ülke arasında önemli adımların atılmasına zemin hazırlamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer döneminde Talabani Irak Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’ye davet edilmemişti. Türkiye’nin 2007 sonbaharından itibaren Irak’a yönelik politikasındaki değişikliklerin bir sonucu olarak yakınlaşma ortaya çıkmış ve bunun ardından Talabani Türkiye’yi ziyaret etmişti. 23 Mart’ta Bağdat’a bir ziyaret gerçekleştiren Gül, Fahri Korutürk’ün 1976’da gerçekleştirdiği ziyaretin ardından bu ülkeye 33 yıl sonra giden ilk Türk Cumhurbaşkanı oldu. Ziyaretin ana gündemi olarak güvenlik ilişkileri, Kerkük’ün geleceği ve ekonomik ilişkiler dikkati çekiyordu. Irak’ta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile görüşen Gül, Türkmen milletvekillerini de kabul etti. Aynı zamanda Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Başbakanı Neçirvan Barzani’yi de kabul eden Gül, hem Kürt yetkililer ile temasları devam ettirmiş hem de güvenlik konusundaki beklentileri muhataplarına aktarmış oldu.2
Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti sırasında yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin güvenlik endişelerine hak veren Talabani, PKK’nın iki seçeneği olduğunu; ya silahlarını bırakacaklarını ya da Irak’ı terk edeceklerini açıkladı. Irak Anayasası’nın ülkede silahlı grupların bulunmasını yasakladığını söyleyen Talabani; ABD, Türkiye ve Irak arasındaki üçlü komitenin PKK varlığına son vermek için çalıştığını dile getirdi.3 Bu açıklamaları destekleyen açıklamalar Kürt bölgesinin Başbakanı Neçirvan Barzani’den de geldi.
Barzani, bir grubun başka bir devlete karşı saldırıda bulunması ve sonra yeniden bizim topraklarımıza gelmesi mantıklı değil diyordu. Talabani’nin bu açıklamaları
kısa sürede cevap buldu. PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan, ‘Talabani’nin Türk generalleri memnun etmeye çalıştığını iddia ederek onun Kürt sorununun çözümünde olumlu bir rol oynaması umutlarını kaybettiklerini, kimsenin kendilerini o dağlardan çıkaramayacağını’ söylüyordu.4
Yıl içerisinde Irak’a yönelik ziyaretler devam etti ve siyasi anlamda bir yumuşama sağlandı. Bu anlamda 2009, Türk hükümetin Iraklı Kürt grupları eskisine göre daha fazla muhatap kabul eden bir siyaset izlediği bir yıl oldu.
Bu bağlamda Türkiye içinde Kürt sorununda izlenen açılım politikasının bir yansıması olarak, Iraklı Kürt unsurlarla da temaslar sıklaştı ve böylece terörün dışarıdan destek almasının zemini ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu çerçevede, Dışişleri Bakanı Davutoğlu 11 Ağustos’ta Irak’a giderek Başbakan Maliki, Dışişleri Bakanı Zebari ve diğer Kürt yetkililer ile görüştü.5 Bu ziyaretin öncelikli amacı iki ülke arasında oluşturulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin hazırlık çalışmalarını yapmaktı. Güvenlik konuları da ele alınmakla beraber, Davutoğlu bu ziyaretinin sadece güvenlik alanıyla sınırlandırılmaması gerektiği belirterek, genel dış politika çizgisine uygun şekilde Irak politikasını da çok boyutlu bir karakter içerisine oturtmaya çalıştığını gösteriyordu.6
Türk dış politikasında yaşanan değişim ve Ortadoğu ile artan ilişkiler Arap medyasında da sürekli olarak yer bulmaya başladığından, Davutoğlu’nun ziyaretinin Arap basınına yansımaları da ilişkinin ekonomik ve güvenlik boyutuna dikkat çekiyordu.
Davutoğlu’nun açıklamalarında daha çok ikili ticaretin artırılması noktası ön plana çıkarken, Iraklı meslektaşı Zebari’nin açıklamalarında iki ülkenin güvenlik alanında yapacakları işbirliği vurgulanıyordu. Bu bağlamda, iki ülke arasında terörle mücadelede istihbarat paylaşımı konusunda çeşitli adımlar atılması ve kuzey Irak’ta bir ortak operasyon merkezi kurulması da karara bağlandı.7
2009 içerisinde Irak ile Türkiye’nin ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör de Türkiye’nin başlattığı açılımdı. Ülke içerisinde çeşitli tartışmalara neden olan açılım siyaseti, Irak ile ilişkileri, özellikle de Iraklı Kürtlerle ilişkileri olumlu şekilde etkiledi. Türkiye’nin Kürt sorununda geliştirmeye çalıştığı açılım siyasetinin Iraklı Kürt yetkililer nezdindeki yansımaları çoğu zaman olumluydu. Kendisi ile Türk gazetecilerin yaptıkları mülakatlarda, Kürt Bölgesinin Başkanı Mesud Barzani, bu süreci desteklediklerini belirtirken, çözümün barışçıl ve
yasal yollar çerçevesinde bulunması gerektiğini dile getiriyordu.8 Bu gelişmeler, iç siyaset ile dış siyasetin konularının birbirinden tamamen ayrılmasının mümkün olmadığının, dışarıda başarılı bir siyaset izlemek için içerdeki sorunların ortadan kaldırılmasının gerekli olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
2009 içerisinde Irak ile Türkiye’nin ilişkilerini en fazla etkileyen gelişme şüphesiz ki, Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması ve bu bağlamda bir dizi anlaşmanın Başbakan Erdoğan’ın 9 bakanla birlikte gerçekleştirdiği Bağdat ziyareti sırasında imzalanması idi. Başbakan’ın bu ziyareti için gerekli altyapı ve oluşturulan stratejik işbirliği konseyi’nin hazırlık toplantıları, Dışişleri Bakanları ve diğer bakanların katılımı ile Eylül ayında İstanbul’da gerçekleştirildi.9 Dışişleri’nin yanı sıra İçişleri, Sağlık, Dış Ticaret, Bayındırlık, Tarım, Enerji, Çevre ve Ulaştırma bakanlarının karşılıklı katılımı ile düzenlenen toplantı ile iki ülke arasındaki muhtemel ortak projeler ele alındı. Ticaret, içişleri, bayındırlık ve iskân, sağlık, ulaştırma, su kaynakları ve çevre, enerji, tarım alanlarını kapsayan çeşitli anlaşmalar ve protokoller ile taraflar arasında daha sağlıklı ve çok boyutlu bir ilişkinin zemini hazırlanmaya
çalışıldı. İki ülke arasındaki sınır kapısı sayısının üçe çıkarılması, İstanbul ile Basra arasında demiryolu bağlantısının sağlanması, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının taşıma anlaşmasının süresinin uzatılması, iki ülke arasında yeni elektrik hatlarının tamamlanması gibi başlıkların daha fazla ön plana çıktığı bu anlaşmalar ile ilişkiler sadece güvenlik konularının kıskacından çıkartılarak çeşitli boyutları kapsayan bir hale dönüştürülme yolunda önemli adımlar atılmış oldu.10
Ziyarete katılan bazı Türk gazeteciler ve yazarlar da iki ülke arasındaki ilişkilerin dönüşümünü yakinen takip ediyorlardı. Yeni dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde üç aşamalı bir şekilde, önce Irak’ta istikrar sağlanacak, ardından iki ülkenin güvenlik işbirliği ve sonrasında da karşılıklı ekonomik bağımlılık sağlanacaktı.11
Türkiye, uzun yıllardır güvenlik endişeleri ile anılan bir komşusu olan Irak’la olan ilişkilerinin artık sadece terör ve güvenlik parametreleri çerçevesinde şekillenmesini istemiyordu. Anlaşmaların Arap basınına yansımalarında da, ekonomik işbirliği ve ticaretin artırılması hedefi ön plana çıkartılıyordu.12 İki ülke arasında ulaştırma alanında imzalanan anlaşmaların çok fazla zaman geçmeden hayata geçirilmesinin bir örneği olarak Musul-Gaziantep arasında yaklaşık 100 yıllık bir aranın ardından karşılıklı tren seferleri başlatıldı.13
Ekonomik ilişkileri etkileyen önemli bir gelişme, Irak Petrol Bakanlığının, kuzeydeki petrolün bir boru hattıyla Ceyhan’a sevkiyatını onaylaması oldu.
Kürt yönetiminin yabancı şirketlerle tek başına yaptığı anlaşmaları tanımayan Bağdat yönetimi, kuzeydeki çeşitli sahalardan günde 60 bin varil petrolün ihraç edileceğini ve bu petrolün Irak Devlet Petrol Pazarlama Şirketi tarafından pazarlanacağını açıkladı.14 Bakanlık sözcüsü tarafından yapılan aynı açıklamada, gelirin Irak halkına gideceği ve bu gelişmenin Irak’ın ihracat kapasitesini
artıracağı vurgusu da dikkat çekmekteydi.
Türkiye’nin Irak’la ilişkilerde ekonomik unsurlara vurgu yapması ve ticareti desteklemesi Kürt yetkililerden olumlu tepkiler almaktaydı. Kürt bölgesi yetkililerinin Türkiye’nin son dönemde uyguladığı politikadan memnuniyetlerini dile getirdikleri açıklamalardan birinde dönemin Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani, Türkiye sınırındaki Zaho’da bir serbest ticaret bölgesi açmayı düşündüklerini dile getiriyordu.15 2009 Türkiye’nin kuzey Irak’taki yatırımlarının sayısının ve miktarının arttığı bir yıl oldu. Aynı zamanda devletin de var olan ticari ilişkileri daha da geliştirmek üzere çeşitli adımlar attığı, işadamlarının çalışmalarını kolaylaştırdığı bir dönem oldu. Yılın sonuna doğru Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile beraber Irak’a giden Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Çağlayan, Erbil’deki Türkiye-Irak Bölgesel Kürt Yönetimi 1. İş Forumu’na katılarak bölge ile temasların süreceğini dile getirdi. Küresel kriz dolayısıyla Türkiye’nin ihracatının %30 daraldığı bir yılda, Türkiye’nin Irak’a ihracatının %50 arttığına dikkat çekildi.16 2008 sonu itibariyle Türkiye’nin kuzey Irak ile yaptığı ticaretin yaklaşık 7.5 milyar dolar seviyesine ulaştığı ve her iki ekonominin birbirini tamamlar özellikleri nedeniyle bu ilişkinin daha da gelişmesinin beklendiği Kürt ekonomi yetkilileri tarafından dile getiriliyordu.17 Bu rakamlar son dönemde izlenen siyasetin ne kadar olumlu yansımalarının olacağının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
2009 yılında da Irak bir pazar olarak Türk ürünleri açısından önemli fırsatlar sunmaya devam etti ve iki ülkenin ticaret rakamları incelendiğinde Irak’ın ithalatının %20’sinin Türkiye’den gerçekleştiği, Türkiye’nin 2009 sonu rakamlarına göre bu ülkeye ihracatının 5 milyar doların üzerinde olduğu ve ikili ticaret hacminin 6 milyar doları aştığı görülmektedir.18 Türkiye ekonomisi için önemli bir girdi sağlayan müteahhitlik hizmetleri bakımından da Irak yükselen bir pazar hüviyeti taşımaktadır. Irak’ta 2003 yılında 242 milyon dolar
seviyesinde olan Türk müteahhitlik hizmetleri faaliyetleri, 2009 sonuna gelindiğinde ise 44 projeyle 1.231 milyon dolar seviyesine ulaşmıştı.19
Siyasi ve ekonomik ilişkilerin gelişmesinde büyük rol oynayan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 2009 yılı içerisinde Irak’a yaptığı diğer bir ziyaret ise yılın son aylarında gerçekleşti ve aynı geziye Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan da katıldı. Bu ziyaret sırasındaki en önemli gelişmeler ise Türkiye’nin Basra’da bir konsolosluk açması ve aynı zamanda Davutoğlu’nun Erbil’e giderek Kürt Yönetimi Lideri Mesud Barzani ile görüşmesi oldu.
Özellikle Erbil’de gerçekleştirilen temaslar Türk dış politikasında önemli bir değişimi göstermekteydi. Birkaç yıl öncesine kadar teröre destek veren bir lider olarak görülen, açıklamaları ile Türk yetkilileri ve kamuoyunu ciddi şekilde rahatsız eden Barzani, Türk Dışişleri Bakanı tarafından Erbil’de ziyaret ediliyordu. Bu gelişme Türkiye’nin Kürt siyasetindeki dönüşümü yansıttığı kadar, Türkiye’nin Irak politikasında meydan gelen değişikliğin de en önemli göstergelerinden biriydi.20 Bu ziyaret sırasında Musul’a da uğrayan Davutoğlu burada Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu gibi şehirlerden gelen Türkmen yetkililer ile de görüştü.
Türkiye’nin genel olarak bölge politikasında ve özel olarak da Irak politikasında meydana gelen bu değişiklikler bölgedeki kamuoyları tarafından yakından takip ediliyordu. Türkiye’nin Kerkük’e verdiği önemin bilincinde olan ve 2006’daki İsrail saldırılarının ardından Lübnan’ın yeniden ayağa kalkması için destek veren ülkelerden biri olan Türkiye’ye ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na çağrıda bulunan
Lübnanlı bir gazeteci, ülkesinin kötü durumunun düzelmesi için Davutoğlu’nu Lübnan’a davet ediyordu.21 Yine Türkiye’nin Erbil’i muhatap alarak Irak politikasını yeniden şekillendirmesi de dikkatlerden kaçmıyordu. Türk Dışişleri Bakanı’nın Erbil ziyareti Arap medyası tarafından da ‘tarihi’ olarak değerlendiriliyor ve Türkiye’nin bölgede artan etkinliğine dikkat çekiliyordu.22 Türkiye’nin bu yeni tutumu bazı kişiler tarafından gayet olumlu karşılanırken bazı kişiler tarafından eleştiriliyordu. Bu eleştiriler Irak’ta yaşayan bazı Türkmenler tarafından da dile getiriliyordu. Bu eleştirilerin odaklandığı nokta, Kerkük konusunda uzlaşmaz tutumuna karşın Türk Dışişleri Bakanı’nın görüşmek üzere Barzani’nin yanına gitmesi noktasında yoğunlaşıyordu.23
Türkiye’nin Barzani’yle temasını artırması, Dışişleri Bakanı’nın Barzani’yi Erbil’de ziyaret etmesinin yanı sıra, Türkiye’nin Irak siyasetinde son yıllarda geliştirmeye çalıştığı tüm taraflarla temas içinde olmak yönündeki yeni tutumunun bir örneği de Irak’taki etkili Şii figürlerden olan Mukteda es-Sadr’ın 2 Mayıs’ta Türkiye’yi ziyaret etmesi idi. 2008 yılında Irak Başbakanı Maliki’nin Sadr yanlılarına
karşı giriştiği geniş çaplı güvenlik operasyonlarının ardından uzun bir süre kamuoyunun önüne çıkmayan, 29 Mart 2008’de El-Cezire’ye verdiği mülakattan itibaren medyaya bile çıkmayan es-Sadr, İran’dan gelerek Türkiye’de sadece Başbakan Erdoğan ile değil, kendisine yakın diğer bazı Iraklı kişilerle de görüştü.24 Bu ziyaret, hakkındaki yakalama kararı nedeniyle Irak’tan ayrılan, İran’da yaşadığı bilinen ve İran ile yakın ilişkisi olan ve her zaman ismi etrafında bazı tartışmalar olan es-Sadr gibi isimlerle dahi temas kurmaktan çekinmeyen
bir tutum izleyen Türkiye’nin işbirliği eksenli tavrına yeni bir örnekti.
Bu temaslarda Türkiye’nin hedefi 2009 başında gerçekleştirilmesi
planlanan seçimler öncesinde Irak’ın nabzını tutmak, seçimlerde etkili olması beklenen tüm taraflarla temasını sürdürmek, kendi düşünce ve beklentilerini Irak’taki önemli aktörlerin hepsine aktarmaktı. Ankara’da Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüşen es-Sadr ise verdiği mesajlarında, ‘Türkiye’nin bölgede oynadığı rolden memnun olduklarını ve sorunların çözümüne daha fazla el uzatmasını beklediklerini’ dile getiriyordu.25 Es-Sadr bakımından bu ziyaret, yerel seçimler öncesinde yeniden siyasi anlamda etkili olabilmek için,
bölgedeki önemli bir ülke tarafından dikkate alınması bakımından önemliydi.
Önceki yıllarda sadece Türkmenlerle, daha sonra da sadece Türkmenler ve Sünni Araplarla temas kurmak ve onları kollamakla eleştirilen, son yıllarda artan bir şekilde Irak içerisindeki diğer gruplarla temas kuran Türkiye’nin bu tutumunun 2009 yılı içerisindeki diğer bir örneği de Irak İslam Yüksek Konseyi Lideri Ammar el-Hekim’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile görüldü. Irak’taki Şii gruplar
arasında önemli bir yeri olan Irak Yüksek İslam Konseyi’nin lideri olan babası Abdülaziz el-Hekim’in 26 Ağustos 2009’da Tahran’da kanser tedavisi gördüğü hastanede ölmesinden sonra hareketin başına geçen Ammar el-Hekim, görevi devralmasından sadece birkaç ay sonra Kasım ayında Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında el-Hekim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile bir araya geldi.26 Gül ve Davutoğlu’nun açıklamalarında Türkiye’nin Irak’taki bütün kesimlere eşit mesafede olduğu vurgusu dikkat çekerken, el-Hekim’in açıklamasında Ankara’nın Musul ve Basra’da konsolosluk açarak Irak’taki tüm gruplara açılım yaptığını belirterek, Türkiye’nin Arap ve İslam âlemini ilgilendiren konulardaki tutumunu saygıyla karşıladıklarını dile getiriyordu.27 Türkiye ziyaretinde İstanbul’daki Caferileri de ziyaret eden el-Hekim’in bu ziyareti, yaklaşan seçimler öncesinde hem Türkiye’nin hem de
el-Hekim’in konumlarının güçlenmesi bakımından önem taşıyordu.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder