25 Kasım 2019 Pazartesi

EKONOMİK KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA DİPLOMASİ: TÜRKİYE’NİN YENİ DIŞ POLİTİKASI VE REKABET DEVLETİ, BÖLÜM 1

EKONOMİK KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA DİPLOMASİ: TÜRKİYE’NİN YENİ DIŞ POLİTİKASI VE REKABET DEVLETİ, BÖLÜM 1




Sadık Ünay*
* Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü.


ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok 
analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


EKONOMİK KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA DİPLOMASİ.,

Giriş

20. Yüzyılın ikinci yarısında kristalize olan karakteri ile karşılaştırıldığında, 21. yüzyılın ilk on yılına damgasını vuran Türk dış politikasının gerek temel öncelikleri ve uygulama alanları, gerekse düşünsel altyapısı ve söylemi itibarıyla radikal değişim ve dönüşümler geçirerek çok boyutlu, proaktif ve düzen kurucu bir nitelik kazandığı noktasında geniş bir uzlaşma oluşmuş durumdadır. Sözü edilen değişim ve dönüşümlerin toplam etkileri değerlendirildiğinde Türkiye’nin Soğuk-Savaş döneminde askeri güce dayalı “savaşçı” karakterinin yerine “yumuşak”, “ince” ve “akıllı” güç unsurlarını önceleyen stratejik bir aktör olarak bölgesel ve küresel platformlarda ağırlığını arttırması son dönem Türk dış politikasının farklı yönleri üzerine kaleme alınan analizlerde öne çıkan bir saptamadır. Buna paralel olarak, gerek Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakereleri çerçevesinde yaşadığı iç transformasyon, gerekse yükselen bir bölgesel güç olarak takındığı özgüvenli yaklaşımın altyapısını anlamlandırmaya yönelik olarak uluslararası ilişkiler yazınında farklı perspektiflerden pek çok ciddi çalışmanın ortaya konduğu ve bu anlamda bilimsel-entelektüel bir derinliğin oluşmakta olduğu da bir gerçektir.

Türk dış politikasındaki değişim dinamiklerini incelemek üzere geliştirilen ana akım yaklaşımlar arasında genel bir kategorizasyon yapıldığında dış politika parametrelerindeki değişimi kabaca Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin tetiklediği “Avrupalılaşma” bağlamında inceleyen yaklaşımlar;1 kimlik siyaseti ve güvenlik algılarının yeniden tanımlanmasına vurgu yapan analizler;2 iç politikadaki gelişmeler ve başat aktörlerin oynadıkları dönüştürücü rolleri inceleyen çalışmalar;3 güvenlik ve jeopolitik parametrelere yoğunlaşan 
eserler4 ve Türkiye’nin yumuşak gücündeki artışa işaret eden yaklaşımlardan
5 söz etmek mümkündür. Genel bir fikir vermesi amacıyla sunulan bu kategorizasyonda sözü edilen yaklaşımlara ek olarak birçok farklı yaklaşımı sentezleyen ya da sıra dışı analitik perspektiflerden yararlanan orijinal çalışmaların varlığı da elbette ki yadsınamaz.

Ancak burada ilginç olan nokta bu geniş analizler demeti içerisinde dış politika süreçlerinin oluşum ve uygulama aşamaları ile somut sonuçlarına uluslararası ekonomi politik perspektifinden bakarak devletlerarası siyasi ve ekonomik ilişkiler arasındaki geçişkenlikler, uluslararası ekonomik kuruluşlar ve yönetişim platformlarında oynanan roller, çokuluslu şirketlerin siyasi etkileri ve ekonomik 
yönetişim-siyasi meşruiyet ilişkileri gibi konularda yeterli sayıda ve derinlikte çalışmanın yapılmamış olmasıdır. Ekonomik küreselleşme süreçlerinin özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından hız kazanarak uluslararası entegrasyon ve rekabetin temelini oluşturmaya başladığı düşünüldüğünde, dünyanın en büyük 17 ekonomisinden biri olduğu sıkça vurgulanan Türkiye’nin yumuşak gücünün en önemli boyutlarından birini oluşturan ekonomik faktörler ve 
özellikle de uluslararası rekabet stratejilerinin halen güvenlik odaklı gelişme eğilimindeki uluslararası ilişkiler literatürü içerisinde hatırı sayılır bir yer edinememiş olmaları ciddi bir metodolojik eksiklik olarak göze çarpmaktadır. 

Dış politikanın ikili ilişkiler boyutundaki ekonomik etkileşimler ile birlikte uluslararası ticaret, uluslararası finans akışları, doğrudan yabancı yatırımlar, çokuluslu şirketler ve uluslararası ekonomik örgütlerle ilişkiler, sanayi/teknoloji politikaları gibi hassas konuların dış politika yansımaları ile birlikte ele 
alınmaları konusu ise, Ekonomi ve Dışişleri Bakanlıklarının birçok ülkede yakından koordine edildiği, hatta birleştirildiği, günümüzde elzem olarak görünmektedir. 

Sözü edilen arka plan ışığında bu çalışma Türk dış politikasının son dönemdeki dönüşüm çizgisine uluslararası ekonomi politik ve özellikle de Türkiye’de bir “rekabet devleti”nin konsolidasyonu perspektifinden bakarak akademik yazındaki metodolojik boşluğun doldurulmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Yine aynı meyanda son dönemde yaşanan kimi önemli dış politika açılımlarının ekonomi politik derinlikleri içerisinde analiz edilmeleri de hedeflenmektedir. 

Açıklayıcı bir kuramsal çerçeve oluşturabilmek amacıyla yaşanan dönüşümün Türk devlet yapısını ne derecede “rekabet devleti” modeline yakınlaştırabildiği sorusu, makroekonomik yönetişim yaklaşımları ile dış politika yapımı alanındaki dönüşümlerin eşzamanlı olarak değerlendirilmesi yoluyla cevaplandırılmaya çalışılacaktır. 

Bu bağlamda, Türkiye’nin içe kapalı ithal ikameci bir ekonomi politik yapıdan ihracata dayalı liberal ekonomiye geçiş tecrübesi ile 1980 ve 2000’li yıllara damgasını vuran iki neoliberal dönüşüm dalgasının “rekabet devleti” kavramsallaştırması ışığında ve özellikle dış politikadaki izdüşümleri açısından değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Daha spesifik olarak, 2002’den bu yana iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin, ‘Stratejik Derinlik’ yazarı Ahmet Davutoğlu‘nun Başbakanlık Başdanışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı 
döneminde deruhte ettiği çok boyutlu dış politika yaklaşımının Türkiye’nin bir “rekabet devleti”ne dönüşmesi yönündeki doğrudan ve dolaylı etkileri masaya yatırılacaktır. Bu tarz inter-disipliner bir yaklaşım, makroekonomik yönetişim ve ulusal sosyoekonomik dönüşüm stratejileri ile uluslararası rekabet ve dış politika stratejileri arasındaki sinerji potansiyelinin ve ekonomik diplomasi kapasitesinin 
araştırılmasını gerekli kılmaktadır.

Organizasyonel yapı açısından çalışmanın başında “rekabet devleti” kavramı ve ekonomik küreselleşme-dış politika ilişkisi üzerinde kuramsal bir giriş yapılarak, uluslararası ekonomi politik yazınında küreselleşme süreçlerinin modern ulus devletin sosyoekonomik öncelikleri açısından doğurduğu paradigmatik kaymalara dikkat çekilecektir. Ardından Türkiye ekonomi politiğinin Cumhuriyet 
sonrası tarihsel değişim çizgisi gerek ekonomik büyüme gerekse insani-sosyal kalkınma eksenlerinde özlü biçimde değerlendirilecek ve tarihsel arka planın günümüzde bir “rekabet devleti”nin oluşumu için sunduğu fırsatlar ve tehditler vurgulanacaktır. Ardından siyasi ve ekonomik küreselleşme süreçlerinin girift biçimde içiçe geçmesi sonucunda makro ve mikroekonomik politika yapımı ile dış politika süreçleri arasındaki etkileşimin artmasına dikkat çekilerek, her iki 
alanda son yıllarda AK Parti iktidarları tarafından izlenen politikaların genel bir değerlendirmesi yapılacaktır. Son bölümde ise “rekabet devleti” yazınında vurgulanan dört değişim ekseni (enflasyonist müdahalecilikten sürdürülebilir büyümeye; makroekonomik yönetişimden mikroekonomik yönetişime; kapsamlı müdahalecilikten stratejik hedeflemeye; refah devletinden verimliliğe geçiş) ve bunlara ek olarak yazar tarafından kuramsal çerçeveye eklenen dış politika 
(jeostrateji ve güvenlikten ekonomik rekabetçiliğe geçiş) ekseninde 
Türkiye’nin ne ölçüde küresel vizyonlu bir “rekabet devleti” olabildiği detaylı biçimde ele alınacaktır.

“Rekabet Devleti” ve Dış Politika: Kuramsal Bir Giriş

Siyaset bilimi ve kalkınma çalışmaları alanlarının en karmaşık ve tartışmalı sorunsalı olan “devletin dönüşümü” konusunun son yıllarda hızla genişleyen disiplinlerarası ve çoğu zaman yüzeysel küreselleşme yazınının temel meselelerinden birini oluşturduğunu belirtmek yanlış olmaz. Girift ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları bulunan küreselleşme süreçlerinin baskın siyasi otorite ve organizasyon formları üzerindeki etkilerinin kavramsal olabilmesi amacıyla uluslararası ilişkiler, uluslararası ekonomi politik 
ve kalkınma çalışmaları alanlarında çok farklı kuramsal perspektif ve disipliner altyapılar temelinde çalışan uzmanlar tarafından çeşitli kavramsal kalıplar ortaya atılmıştır. Bunlar arasında ekonomik entegrasyon-dış politika etkileşimine özellikle vurgu yapan nosyonlar arasında ‘ticaret devleti’ (trading state),6 reaktif devlet (reactive state),7 görünmez devlet (virtual state)8 verilebilir.

Bu bağlamda, “rekabet devleti” kavramı etrafında yoğunlaşan ekonomi politik analizlerin 1990’lardan itibaren oturmuş devlet yapılarını ve politika önceliklerini derinden dönüştüren ekonomik küreselleşme dinamiklerine koşut olarak ortaya çıktıkları görülmektedir. İlk olarak Amerikalı siyaset bilimci Philip G. Cerny ve arkadaşları tarafından formüle edilen kavramsallaştırma, geleneksel devletçi 
ve neoliberal pozisyonlara kaymadan ekonomik küreselleşmenin siyasal yansımaları üzerinden gerçekçi çıkarımlar yapılması prensibine dayanmaktaydı. Her ne kadar, sınıf çatışması perspektifinden analizler üreten eleştirel yazarlar uluslararası rekabet kavramına ve “ Rekabet Devleti ” kavramsallaştırmasına siyasi/bölüşümsel çatışmaları nispeten göz ardı ettikleri gerekçesiyle haklı eleştiriler yöneltmiş olsalar da,9 bu durum adı geçen modelin ekonomik küreselleşme süreçlerinin siyasi boyutlarını kapsamlı biçimde ortaya koyduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. 

Ağırlıklı olarak Japonya ve Doğu Asya kaplanlarının kalkınma tecrübelerini açıklamak üzere geliştirilen “kalkınmacı devlet”10 yazını çerçevesinde oluşan bilgi birikimini küresel entegrasyonun ürettiği yeni ekonomik realitelerle harmanlayan “rekabet devleti” teorisyenleri yeni bir siyasi prototip tanımlama gayreti içine girmişlerdir. 

Bu prototip ise ulusal sınırlar içerisinde kurulu sanayi ve girişimcilerin  uluslararası rekabet güçlerinin maksimum düzeyde arttırılması ve toplumsal dengelerin korunması açısından kabul edilebilir insani/sosyal standartların korunması amacına kilitlenmiş bir devlet algılamasını yansıtmaktadır. Diğer bir deyişle, küresel ekonomi içerisindeki ulusal rekabet potansiyelinin arttırılması ile ulusal sosyoekonomik kalkınma hedeflerinin dengeli biçimde birlikte yürütülmesini hedefleyen bir siyasi organizasyon modeli çizilmektedir. Sözü edilen yaklaşımın doktriner bir piyasa ideolojisine dayanarak özelleştirme 
ve deregülasyon gibi devleti küçültücü tedbirler aracılığıyla ekonomik 
büyüme ve kalkınmanın tetiklenebileceğini savunan 1980’lerin “Washington Mutabakatı”na nazaran daha güçlü devlet denetimi, reregülasyon ve fakirliğin azaltılması gibi tedbirleri kabullenen revize neoliberal yaklaşıma, ya da “post-Washington Mutabakatı”na, daha yakın durduğunu belirtmek yanlış olmaz. Kuramsal açıdan “rekabet devleti” modeli Batı dünyası ve özellikle Avrupa’da siyasi otoritelerin başlıca sosyoekonomik meşruiyet kaynakları ve politika öncelikleri bakımından refah ve sanayi devletlerinden sanayi-sonrası 
rekabet devletlerine evirilmeleri sürecini betimlemek amacıyla geliştirilmiş 
olsa da, son dönemlerde modelin çeşitli uygulamalarının Latin 
Amerika gibi yarı-çevresel alanlara da yapıldığını belirtmek gereklidir.11 

Daha önce de belirtildiği gibi, Philip Cerny12 ve arkadaşları13 tarafından 
gerçekleştirilen bir dizi akademik yayın ile uluslararası ekonomi politik literatüründeki yerini alan “rekabet devleti” kavramsallaştırması temel olarak modern ulus devlet yapılarının idari mekanizmaları ve temel sosyoekonomik politika önceliklerinde küreselleşme ve bilgi ekonomisine geçiş süreçlerinin tetiklediği radikal dönüşümlerden hareketle tanımlanmıştır. Rekabet devleti teorisyenleri ulusal plandaki “siyasi girişimciler” ile ekonomik aktörlerin işbirliği 
yaparak, gelişmiş ve gelişmekte olan dünyada hâkim ulus devlet yapılarını ekonomik küreselleşmenin avantajlarından maksimum ölçüde yararlanabilecek biçimde dönüştürmekte olduklarını belirtmektedirler. 

Bu bağlamda en kapsamlı ve paradigmatik sayılabilecek dönüşümün ise devlet elitlerinin varlıklarını meşrulaştırmada kullandıkları siyaset, güvenlik ve ulusal egemenlik ağırlıklı rasyonaliteden (raison d’Ètat) ekonomik rekabet, entegrasyon ve çok katmanlı yönetişime dayalı küreselleştirici bir rasyonaliteye (raison du Monde) geçiş olduğu iddia edilmektedir. Devletlerarası ilişkiler açısından 
ise, yaşanan köklü dönüşümün Soğuk Savaş sonrası dönemde sosyoekonomik 
kalkınma konuları ile uluslararası rekabet avantajı ve ekonomik diplomasi gibi kavramların geleneksel olarak siyasi, askeri ve jeostratejik çekişmelerin şekillendirdiği yüksek siyaset alanına girmeleri ile tam bir uyum içerisinde olduğu dile getirilmiştir.

Özellikle Batı Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonrasınde kurulan konvansiyonel refah devletlerinin ekonomik küreselleşme baskıları altında geçirdikleri derin transformasyonu inceleyen rekabet devleti yazınında devlet mekanizmalarının sosyal ve ekonomik süreçlerin ticarileştirilmelerini soyut bir “kamu yararı” algısına dayanarak önleyen yapılardan piyasa disiplini altında ticarileşme ve rekabetçiliği körükleyen aktörlere dönüştüklerine vurgu yapılmaktadır. 

Bu bağlamda, siyaset ve güvenlik kaygılarının ağırlıklı olarak belirlediği 
bir devlet rasyonalitesinden ekonomik ve menajeryal kaygıların beslediği bir devlet rasyonalitesine geçişin temel sonucu olarak siyasi küreselleşme ile finansal ve ekonomik karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin içiçe geçtiği bir “iliştirilmiş finansal ortodoksi”nin14 oluştuğu gözlenmiştir. Diğer bir deyişle, “Washington Mutabakatı”nda ifadesini bulan orijinal neoliberal yaklaşımın resmettiği devletin hareket alanını daraltıcı ekonomik ve siyasi küreselleşme tasavvuru yerine, 
“post-Washington Mutabakatı”nı yansıtan “rekabet devleti” yazarları, gerek neoliberal yapısal dönüşümün gerekse küreselleşme süreçlerinin koordineli biçimde ilerlemesinin başat devlet yapılarının organize edici rolüne bağlı olduğunu ısrarla vurgulamışlardır. Bu da hem küreselleşme-ulus devlet ikileminin yerel gerçeklikler ışığında yeniden yorumlanmasında, hem de dış politika gibi devlet elitleri tarafından dizayn edilen politika alanlarının ekonomik küreselleşmeyi tetikleyen makro süreçlerin sürdürülmesi ve hızlandırılmasında ne derece önemli olduğunun ortaya konmasında etkili olmuştur. 

“Rekabet devleti” perspektifi gibi konvansiyonel neo liberalizmin piyasa-ideolojik niteliğini reddeden yaklaşımların özellikle ekonomik küreselleşmenin siyasi yansımaları ile ilgili temel paradoksları net bir biçimde ortaya koyabilme potansiyelleri hiç şüphesiz daha yüksektir. Nitekim “rekabet devleti” yazarları siyasi ve ekonomik aktörlerin devlet mekanizmalarını kültürel, kurumsal ve piyasa yapılarında ortaya çıkan karmaşık dönüşümlere uyum sağlayabilecek verimlilik ve rekabet odaklı bir tür “yarı-şirket” olarak yeniden tanımlamalarının 
üç temel paradoksa yol açtığını vurgulamışlardır: Bunlardan birincisi, yakın dönem küreselleşme yazınındaki iddiaların aksine, neoliberal küreselleşme süreçlerinin empoze ettiği “devlet dönüşümü”nün siyasi otoritelerin yetki ve manevra alanlarını daraltmak yerine, uluslararası rekabet odaklı yeni regülâsyon ve müdahale fırsatları oluşturmasıdır. Yine bu bağlamda makroekonomik yönetişim, sosyoekonomik kalkınma ve dış politikalarını küresel rekabet 
gereksinimleri doğrultusunda yeniden tanımlayan devlet aktörleri ve kamu çevreleri ekonomik küreselleşme süreçlerine pasif olarak maruz kalmamakta, aksine kendi kapasiteleri ile uyumlu yeni ve karmaşık küresel entegrasyon biçimleri geliştirerek yeni realitelerle daha etkin biçimde yüzleşmektedirler. Son olarak, ulusal sınırların önemini giderek azaltan küresel ekonomik entegrasyon ile ulusal temelli egemenlik tanımlamaları ve devlet-toplum ilişkileri arasındaki 
uyumsuzluk dünyanın farklı bölgelerindeki ulus devlet yapılarının kurumsal meşruiyetlerini, sosyal doku ile bağlarını ve toplumsal güç kaynaklarını değişen hızlarla erozyona uğratmaktadır.15

“Rekabet devleti” kavramsallaştırması standart neoliberal önermelerin 
ötesine geçerek piyasa-dostu denetim ve düzenlemelerin yanında siyasi küreselleşmeyi ve küresel entegrasyona dayalı rekabetçiliği proaktif olarak destekleyen bir siyasi formu temsil etmesi açısından orijinal bir formülasyonu ifade etmektedir. Küresel ekonomi politik içerisinde kurulu dengelerin uzun vadeli değişiminin ise devletler ve ekonomik aktörler arasında pragmatik deneme-yanılma (bricolage) girişimleri sonucu değiştiği varsayıldığından makro ekonomik yönetim ve dış politika alanındaki farklı tercihlere göre küresel 
sistemin farklı lokasyonların da görece farklı nitelikler taşıyan rekabet  devletleri nin ortaya çıkacakları peşinen kabul edilmiştir.16 

Spesifik politika tercihleri açısından bakıldığında ise rekabet devleti yazarları ekonomik küreselleşme süreçleri ile bunların doğurduğu çok katmanlı yönetişim yapılarının temelde dört alanda paradigmatik değişimler doğurduğunu dile getirmektedirler: 

1. Küreselleşme dalgalarının siyasi otoritelerin karar alma eğilimleri ve sosyoekonomik öncelikleri açısından doğurdukları ilk değişim, makroekonomik müdahalecilik geleneğinin yerini giderek denetim, gözetim, rekabet politikası, sanayi ve teknoloji politikaları gibi mikroekonomik ağırlıklı müdahalecilik biçimlerine bırakmasıdır. 

2. İkinci olarak, içine kapalı ekonomik sistemlerde kendi kendine yeterlilik (otarşi) üzerinden kurulan sosyoekonomik yönetişim mimarilerinin küresel mal, hizmet ve işgücü piyasalarında ortaya çıkacak gelişmeleri dinamik biçimde izleyip bunlara karşı esnek sektörel cevaplar üretilmesi hedefine yönelik olarak yeniden yapılandırıldıkları görülmektedir. Bu bağlamda küresel yatırımcılar, 
uluslararası ekonomik kuruluşlar ve güçlü devletler nezdinde yürütülen ekonomik diplomasi faaliyetleri artan bir önem kazanmaktadır.

3. Ekonomi yönetiminde ‘ne pahasına olursa olsun büyüme’ prensibinin 
yerini yeni nesil monetarist yaklaşımın beslediği ‘düşük enflasyonlu ve sürdürülebilir büyüme’ nosyonu almaktadır.

4. Ulusal düzeyde hayata geçirilen siyasi programlar ve aktüel parti siyasetinde istihdam ve refah artışı gibi sosyal unsurların yerini girişimcilik kültürünün geliştirilmesi, yenilikçiliğin özendirilmesi, kamu ve özel sektör alanlarında üretkenlik ve etkinliğin geliştirilmesi gibi hedefler almaktadır.17 

Kabaca “post-Washington Mutabakatı” olarak tabir edilen ikinci nesil neoliberalizm ile büyük ölçüde uyum halinde olan yukarıdaki önermelere bu çalışmada vurgulanan ekonomi-dış politika ilişkisi bağlamında aşağıdaki önermenin de eklenmesi gereklidir: Soğuk Savaş döneminde kristalize olan “sert güç” temelli ve ulusal egemenlik ile siyasi ve askeri çıkarlar eksenli dış politika yaklaşımları, Soğuk Savaş sonrası dünyada “yumuşak güç” ve ekonomik/kültürel diplomasiyi öne alan, demokratik değerler çerçevesinde uluslararası rekabet 
kapasitesini ve küresel pazar paylarını arttırmaya odaklanan çok boyutlu yeni bir dış politikaya evrilmektedir. 

Aşağıdaki bölümde Türkiye’nin yukarıda sıralanan beş eksen bağlamında 
modern bir “rekabet devleti” olma yolunda ne kadar yol kat ettiği değerlendirilecektir. Bu bağlamda ülkenin 1980 sonrasında yaşadığı 
sosyoekonomik dönüşüm, bu dönüşümün 2000-2001 krizleri sonrasında kurumsal reformlar eşliğinde olgunlaşması, 2002 sonrası AK Parti iktidarlarının izlediği proaktif ve çok boyutlu dış politika yaklaşımı ile bu yaklaşımın uluslararası rekabet gücü açısından yansımaları masaya yatırılacaktır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder