Tanrının Adamları, BÖLÜM 3
Tanrı, 15. yüzyıl ile birlikte bilim adamlarını seçmeye başladı..
15. yüzyıldan itibaren silah ve okyanus gemiciliği teknolojileri ile okyanus ötesi
imparatorluklar kurulmaya başlanmıştı. Askeri devrim, Avrupalıların keşif gezileri ve Yeni Dünya’nın bulunması 16. ve 17. yüzyılda Bilimsel Devrimin oluştuğu ortamı değiştirdi. Yeni coğrafi keşifler, tozlu kitaplardan dogmayı öğrenme yerine, gözlemsel raporlar ve pratik deneyimlerle dünyayı öğrenmenin yolunu açtı. Desiderius Erasmus (1469-1536) gibi düşünürler Yeniçağ’ı başlatacak düşünce gelişimlerinin önünü açtılar ve dini düşünceye karşı hümanist (insancıl) düşüncenin temellerini attılar. Yeniçağ öncelikle gökyüzünden yeryüzüne,
kaba metafizikten ince metafiziğe, ‘dinbilim’den ‘bilim’e yönelişle belirginleşir. Dünya tarihinde bilimsel devrimin başlangıcı olarak Kopernik’in (1473-1543) “Göksel Kürelerin Dönüşleri Hakkında” adlı kitabının basıldığı tarih olan 1543 yılı gösterilir.
Birinci Bilimsel Devrim, Protestan Reformu sırasında başladı. 1517 yılından başlayan Protestan Reformu, 1648 yılında sona eren genellikle kanlı bir dinsel çatışma dönemi başlatmıştı. Martin Luther’in (1483-1546) dinde reform ile ilgili düşünceleri kitlelerin inanç düzeninde değişiklikler getirdi. İlk bilim döneminin kurucuları İngiliz filozofu Francis Bacon (1561-1626) ile Fransız filozofu Rene Descartes idi. Bacon, doğruyu bulmakta aklın gerekli ama yetmez olduğunu söyleyerek yeni bilimsel düşüncenin temellerini attı. Francis Bacon’ın
sözlerini hatırlayalım; “Değiştiremeyeceğiniz bir geçmiş geride dururken, biçimlendirip sahip olabileceğiniz bir gelecek sizleri bekliyor.” Yeni düşüncenin kurucusu olarak gösterilen Descartes, matematiğe önemli ölçüde bel bağlayan bir yöntem filozofu idi. “Düşünüyorum, o halde varım” sözüyle kendi varlığının bile yegâne kanıtı olarak şüphe etmekte olduğu gerçeğini ileri süren Descartes, akılcılığın (rasyonalizm) önünü açar. Baruch Spinoza (1632-1677) ise
siyaset konularında özgürlükçü, din konularında akılcı’dır. Spinoza seçimlerimizin temeline aklı değil ‘arzu’yu koyar.
17. ve 18. yüzyıllarda Batı'da matematik yükselişe geçmiş, birçok önemli matematiksel buluş gerçekleşmiştir. İsaac Newton (1642-1727), fizik, evrensel çekim ve hareket yasaları yanında matematikçi kimliği ile diferansiyel ve integral hesabını bulan kişi olarak, Bilimsel Devrimi doruğuna ulaştırmış ve aynı zamanda astronomi, mekanik, optik ve birçok başka alanda bilimsel araştırmalar için gündem oluşturmuştur. David Hume (1711-1776) metafizikten uzaklaşarak deneyciliği ‘aşırı kuşkuculuğa’ götürür; ne mutlak doğru ne mutlak zorunluluk
vardır.
18. yüzyılın ikinci yarısı Fransa’da ‘Aydınlanma’ düşüncesinin öne geçtiği parıltılı
dönemdir. Aydınlanmanın üç önemli düşünürü vardır; Voltaire (1694-1778), Rousseau (1712-1778) ve Diderot (1713-1784). Voltaire, Tanrı’nın varlığını benimsemekle beraber dine karşı çıkıyordu. Tanrıtanımaz olan Denis Diderot, bilgiyle aydınlatılmış özgürlükçülüğün savunucusu idi. Aydınlanma’nın Almanya’daki en önemli kişisi olan Immanuel Kant (1724-1804) dogmacı düşünceye karşı kesin tutum almıştır. “Her şey görelidir, kesin olan tek şey,
hiçbir şeyin kesin olmadığıdır” diyen Auguste Comte (1798-1857) pozitif felsefenin (olguculuğun) ve toplumbilimin kurucusudur. Pozitivizm, bilimin gerçekliğini kesin kabul eder ve herkesin bu gerçeğe göre hareket etmesini ister.
19. ve 20. Yüzyılda Tanrının Adamları..
İlk Bilimsel Devrim’in karakteristik bir özelliği, bilimin öncülüğünde Orta Çağ
üniversitesinden toplumsal ve entelektüel bir uzaklaşma sağlamak olmuştu. Rönesans sanatçıları, mühendisler ve Aydınlanma Akademisyenlerinden sonra bilim insanlarının modern toplumdaki rolü ilk kez 19. yüzyılda İkinci Bilimsel Devrim ile görüldü. Gerçek bilim, 19. yüzyılda İkinci Bilimsel Devrim ile başladı. Sekülerliğin ve laikliğin gelişmesi bilimin de önünü açmıştı. Bu dönüşümün iki temel özelliği daha niteliksel Bacon bilimlerinin matematikselleşmesi ve Klasik bilimlerle Bacon (deneysel) bilimlerinin kuramsal ve kavramsal olarak birleştirilmesi idi. Bilim dünyası Mezopotamya’da doğmuş olmakla birlikte “bilim
insanı” tam gelişmiş toplumsal ve profesyonel bir varlık olarak ancak, 19. yüzyılda düzenlemiş bilimin değişik koşullarında ortaya çıktı.
İkinci Bilimsel Devrim’e damgasını vuran 1859’da yayınlanan Charles Darwin’in
“Türlerin Kökeni (The Origins of Species)” kitabı oldu. Darwin’in türlerin değişmez olmadığı, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığı, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle evrim geçirdiğini açıklıyordu. 1830 yılında Charles Lyell’in Principles of Geology kitabı ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1895’de Wilhelm Röntgen’in X ışınları, 1898’de Marie Curie’nin atomaltı parçacıkları tespiti, 1901’de uranyum deneyleri; atomların değişmezliği ilkesini yıkmıştı.
Newtoncu görüşe göre uzay ve zaman mutlaktı. Ama Einstein’in yorumuna göre, hiçbir temel saat bulunmamaktadır. Tüm gözlemler gözlemcinin yerine ve hızına bağlı olarak değişir (özel görelilik).
19. yüzyılın elektriği üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, en iyi örneği telgraf olan uygulamalı bilim endüstrilerini ortaya çıkarmıştı. 20. yüzyılda yaşanan değişimin ana nedeni, bilimin insanlar için gerçek yararlar sağlaması ve araştırmaların toplumsal yarara dönüştürülmesi oldu.
Bilim ve teknoloji, 20. yüzyılda, bilimin giderek daha fazla anlaşılması ve uygulama amaçları için kullanılması yoluyla birbirlerine daha çok yaklaşmıştır. Önceki farklı gelenekler bugün “fizik” dediğimiz yeni bir bilimsel sentezle birleşti ve sahneyi Albert Einstein’ın başlattığı 20. yüzyıl fizik devrimi için hazırladı. Diğer yandan yaşam bilimleri özellikle biyoloji alanında hücre ve mikro kuramları gibi atılımlar yapıldı. Bilim bir kez daha düzenlenmeye başlandı. 1920’lerde Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın, evrenin genişlemesi kuramını, 1940 ve 50’lerde Georges Lemaitre ve George Gamow’un “Büyük Patlama” kuramı izledi.
Endüstri devriminin temelini oluşturan 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısındaki teknik yeniliklerin tümü, sanatkâr ya da mühendis olarak tanımlanabilecek kişilerce gerçekleştirilmişti ama bunların çok azı üniversite eğitimliydi ve tümü çalışmalarının sonucunu bilimsel kuramdan yararlanmadan almıştı20. Düşünürler ve araç yapıcıları ancak 19. ve 20. yüzyıllarda ortak bir kültür şekillendire bilmiştir. Bilim dalları akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiş
ama Endüstri Devrimi’ndeki teknoloji, bilim dünyasından klasik bağımsızlığını korumuştu. Daha sonra açık ve pratik olasılıklar içeren yeni bilim dalları kendilerini gösterdi; elektrik, termodinamik, kinematik, endüstriyel kimya, moleküler biyoloji ve aerodinamik. Bilimin teknolojiye yaptığı kuramsal katkı nükleer enerji, tıp, farmakoloji, biyokimya, tarım, bilgisayar ve yapay zeka gibi alanlarda yararlı uygulamalar sağlamıştır.21.
Tablo 2: Tanrının Adamları
Tarihe yön veren kişileri önemli devlet adamları olmadan açıklayamıyoruz. Hangi liderler uluslararası politikaya etki ederler? sorusu üzerinde çok tartışılmış bir konudur. Bakıldığı zaman Mustafa Kemal Atatürk, Winston Churchill, Franklin Roosevelt, Mahatma Gandi olmasaydı dünya bu kadar güzel olmazdı diyebileceğimiz liderler yanında; Adolf Hitler, Josef Stalin, Mao Zedong, George W. Bush gibi hiç olmasa daha iyi olurdu dediklerimiz de var.
Yani bunlardan bazıları Tanrının yeryüzündeki eli, bazıları ise Tanrısal bir lanet olarak görülebilir. Ancak, iyi ya da kötü bu liderleri ortaya çıkaran ve izledikleri politikalara iten şey yaşadıkları iç ve dış çevre ile olaylar olduğu gerçeğini ve Tanrının müdahalesini kabul etmeliyiz. Nitekim Abraham Lincoln bunu şu sözleri ile itiraf etmişti; ‘Ben olayları kontrol ettiğimi iddia etmiyorum ama olaylar beni kontrol ediyor22.’
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder