27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 12
KOLAY KAPIKULU PANİĞİ
Panik: 1957 yılı 9 Subay tevkif edilince, "9 Subay olayının bizim teşkilata vurduğu darbe haylice ağır olmuştur. Daha tahkikat devam ederken tevkif edilmiş bir arkadaşımızın ortada kalak beş çocuklu ailesine gerekli maddi yardımı yapabilmek için çektiğimiz sıkıntıyı burada ayrıntılarıyla belirtmek altından kalkılmaz bir ayıp olur... Yalnız bu olay ortaya koymuştu ki; ihtilale karışmayı tekabbül etmiş bir kısım arkadaşlar sadece kâra ortak olmaya gelmişlerdir. Bunlar için düstur, 1 Devlet başa'dır. O zaman kuzgunun leşlerine konması ihtimali bir kısım vatanseverleri (!) köstebek gibi toprak altında saklanmaya zorlamıştı." (D.S., Keza, 3) Kayırma, küçük burjuva tereddüdünün bir ucu ise, öbür ucu, paniktir. Sosyal sınıfa değil, kişiye (prensibe değil, çıkara) güvenme kural oldu mu, ilk çökenler, prensipsiz çıkarcılar, yani kayrılmışlar olacaktı. 14'lerin temizlenmesi: "İhtilal hareketini dar bir çerçeve içerisine itiyordu. Niteliğine sadece bir iktidar darbesi özelliği veren yeni bir zihniyet ile ele alamazlardı... Komitenin ilk günlerinden itibaren meydana vuran fikir ayrılıklarının gruplaştırdığı taraflar arasındaki mücadele, statükocuların başarısıyla sonuçlanıyordu. Muhafazakâr olanlar, reformcuları tasfiye ediyorlardı." (D. S. Keza, 15) O zaman kayrılmışlardan ne beklenirdi?
Küçük burjuvaca destek, her an için kuvvetli görünmeyi bilene, kararlıya idi. Öyle oldu. Gölgedeki soruyor: "Kritik emir ve kumanda yerlerine kendi elimizle yerleştirdiğimiz eski ihtilalciler, neden Madanoğlu'nu destekleyerek yakın arkadaşlarının toparlanmasına derece derece katılmışlardır?" (Keza, 15)
DÖRT TİP KÜÇÜK BURJUVA
Küçük burjuva olduklarından, Modern Sosyal Sınıf bilincine ermemiş olduklarından diyemiyor. Yalnız her küçük burjuva abasının altında yatan yiğitlerden birkaçını ardarda diziyor:
1- "Olayın tertibinden evvelce haberdar olmayanlar (Jandarma Okul Komutanı, Kur. Alb. Necati Ünsalan gibi) tam bir baskın karşısında kalmışlar, neye uğradıklarını şaşırmışlar ve tamamen pasif hareket etmişlerdir." (Bunlar, sosyal sınıf güreşini ciddiye almayıp, zafer sarhoşluğundan burnunun ucunu göremeyen küçük burjuvalardır. Pozlarıyla bir sınıfı imana getirdiklerini sanırlar.)
2- "Diğer bir kısmı (rahmetli Talat Aydemir gibi) durumdan haberdar edilmişlerdir. Bunlar, ne suretle olursa olsun Komitenin parçalanmasını ve mevcut statünün bozulmasını ilerisi için, şahsi hesapları bakımından uygun görmüşlerdir." (Yani küçük burjuva kurnazlığı yüzünden burnunun uçunu görmeyen küçük burjuvalardır. "Bugün sana ise, yarın banadır" gerçeğine aldırmazlar.) (15)
3- "Bir kısmı da (Faruk Güventürk gibi) iktidar sende de olsa,- bende de olsa, hangimiz vur dersek pestil çıkarmaya kalkar. Yaradılışı öyledir." (Bunlar: "Cehenneme gider misin" diyene, maaşın kaç olduğunu soran "Ekmek Partisi"nden küçük burjuvalardır. Paye ver, babasını assın.) (15)
4- "Bazıları da (Nuri Ha zer gibi) tertipçilerle yakın akrabalık dolayısıyla, kader birliği içindedir." (Bunlar küçük aile çemberini bütün bir memleket ve dünya ile değişen küçük burjuvalardır. Viran olası hanede evlad'ü iyal var.) (15)
KOMİTENİN PRESTİJİ
Bu kararsız, panikkâr ve nereye çekilse akar küçük burjuvalar karşısında kimler var? Onların hepsini bir hizaya getirip başlarına hiyerarşice kendisine en uygun Şefi getiren Finans - Kapital zırhlı Tefeci - Bezirgan sosyal sınıfımız. O, gün görmüştür. Sosyal sınıf açısında tereddütsüzdür. Öyle yüzeyde kalmış zaferlere, bindiği dalı kesen kurnazlıklara, başka sınıfların hesabına pestilciliğe, küçük aile kaygılarına metelik vermez. "Korkunç derecede uysal ve esnek"tir. (Açık Mektup, s. 7) Karşısındakilerin kim olduklarını ve ne istediklerini iyi bilir. Birinci raundu Madanoğlu ile atlatmıştılar. "Pek kısa zaman evvel, Madanoğlu'nun hepsine karşı kurmuş olduğu komployu beraber geçiştirmişlerdi. Bir kader birliği içindeydiler." (D. S. Keza, 22) Sanki bütün komplo bir kişininmişçe, Madanoğlu, İsrailoğulları'nın günah tekesi gibi ortada bırakıldı. Burjuvazi: "Öyle sureti haktan görünmeyi bilir ki, kaleyi içinden fethetmek için, gerekirse inkılâpçıdan fazla inkılâpçı kesilir." (İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz, s. 7). İhtilalci küçük burjuvalar içine soktuğu beşinci kolla çalışır. "Diğer bir kısım ileri gelenler; Komitenin Türk milletine dünya huzurunda vermiş olduğu sözün, Silahlı Kuvvetlerin prestiji bakımından mutlak yerine getirilmesi gerektiğini savunuyor ve iktidarın seçimler sonunda sivil idareye devredilmesinde ısrar ediyordu. Ancak bu kategoriye dahil olanlardan hiçbiri Demokrat Partinin mirasçısı olmak istidadında bulunan partilere asla rıza göstermiyordu. O günlerde kimsenin böyle bir ihtimale bile tehammül ettiğine rastlanmıyordu... O halde, bunlar için, açıkça itimi etmemelerine rağmen, bir tek hal tarzını kabullenmek kalıyordu ki o da, CHP'ne 1961 Anayasası çerçevesinde iktidarı teslim etmek..." (D. S., Keza, 22). Yani "Komitenin prestiji" uğruna Komiteyi yok etmek... Ve Türk milletine hiç bir yararlı "İŞ" yapmamak için, "intihar" anlamında bir "SÖZ" vermek! İkinci raund: "Karma ekonomi"ci "Koalisyon Hükümetlerine oynatılacaktı. "Koca bir iktidarı birkaç saat içerisinde devirebilen bir güce sahip olanlar" oyunu farkedebildiler mi?
"PİYASA"DA "TARAFSIZ UZMAN"
Bütün kurnazlıkları, çıkarcılıkları, kapıkulluklarını Gölgede seyreden, güneşte açıklayan adamın en güçlü günlerde nelerin yapıldığını anlatması yeter. M.B.K. yasama ve yürütme yetkilerini eline almış. Ellerini yakan yetkilerden kurtulmak için iki gerekçe ortaya atıyor: - "Hayatlarını istihkar [hor görme, hiçe sayma] edercesine insan takati üzerinde bir azim ile çalışan MBK... hizmetlerin görülmesinde gecikmelere ve belki de aksaklıklara meydan vereceği... " için;. - "İşlerin teferruatını, hukuki cihetlerini, vesair ihtisasa müteallik hususlarını... Tali Meclis Komisyonlarına" bırakmalı!" Ne haklı gerekçeler değil mi? Teferruata boğulmamak, Yorgunluktan ölmemek... İçin (hep M.B.K.'sinin sayın üyelerini rahat ettirmek için)... kurulacak komisyonlar nasıl şeylerdir? "Her Bakanlıkla alakalı olmak üzere ve beheri beş kişiden mürekkep birer tali komisyon kurulmalı. Komisyonların personeli, Bakanlıkların, Üniversitenin ve sırasında piyasanın tarafsızlık ve yeterlikle tanınmış şahısları teşkil etmelidir." "Bu teklif o geceki toplantıda tam bir tasvip görmüş ve sonra kısmen uygulanmıştır." (D. S., Keza, 8) Bu denli sıcağı sıcağına "tam bir tasvip" görüşünden belli. Teklif bizim ihtilalcilere söyletilmiş "tam bir burjuva" planıdır. Amerikanvari İşadamları Devleti kurulacaktır. Piyasada "tarafsız" adam bulunduğuna inanılmaktadır. Ne işçi, ne köylü içinde "tarafsız" adam aranmamaktadır! Oysa demokrasi, bu en fukaraya bir şey getirmek iddiasıyla icat edilmiştir. "Zinde Kuvvetler"in özledikleri "köklü reformlar" bu fukara için olabilirdi. Yoksa "Piyasa" DP çağından yeterince yararlanıyordu, ihtilale hacet yoktu.
ÇOK HALK DOSTU İDİLER
Acep "zinde"ler fakir halk düşmanı mıydılar? Hayır. Bir yol hepsi: "Subay oluncaya değin yamasız pabuç giymemiş, sofrada lokmaları sayarak yiyen" (Cumhuriyet Röportajı: Orhan Erkanlı) fakir halk çocuklarıydılar. Sonradan, değişebilirler. Değişmemişlerdir. Özlenen reformları Piyasa adamlarına hazırlatan Gölgedeki Adamın kendisi bile, çıkmaza düşülünce halka inmekten başka çıkar yol göremediğini S.K.B.'nin 25 Ağustos kongresinde şöyle savundu: "Silahlı Kuvvetler Birliğinin, iktidarı devam ettirmek bakımından en büyük noksanı, halk içinde kolunun bulunmayışıdır. Mahiyeti ne olursa olsun, ne derece büyük bir kuvvet ifade ederse etsin, gücünü halktan almayan ve halka yaslanmayan bir iktidarın uzun müddet ayakta durmasına ve halkın kalkınmasım hedefleyen büyük reformların uygulanmasında halkın desteğini sağlamasına imkan ve ihtimal yoktur." (D. S., 23) Halk içinde Finans - Kapitalin "Beşinci kolu", Tefeci Bezirgan sermayedir. O kol işledikçe, halka kim parmağını uzatabilir? O "Beşinci kol"a karşı "Gücünü halktan almak" ne kadar güzel bir söz ise, en az o kadar yuvarlaktır. Konkret olarak nasıl "halka yaslanılacak"? Önemli olan böyle "halkçı" değirmi laflar değil, onların gerçekliğimiz içinde uygulanışıdır.
İKİ CAMİ ARASINDA Bİ NAMAZLAR
Kim uygulayacak? "Zinde"ler. Sırf "zinde" olarak bunu yapabilirler miydi? "Zindeler"den Talat Turhan, bir yanda ihtilalin hiyerarşiye aykırılığını affetmez. Ötede skolastik psikoloji üstatları gibi şöyle yazar: "Komite üyeleriyle Silahlı Kuvvetler mensupları arasındaki münasebetlerden doğan ve müteakip olaylara en çok tesir eder mahiyette gördüğüm aşağılık kompleksini birkaç satırla izaha çalıştım." (D. S., 17) Nedir o "aşağılık kompleksi"? Altların üstler önüne geçmesi. Küçük rütbelerde ezilenlerin fırsat düşünce büyüklük taslamaları. Ordu gibi katı hiyerarşi düzeni içinde, Genel Kurmay Başkanına değin, her kişi psikolojisi, o kompleksle yaralı olmaktan kurtulamaz.
27 Mayıs sonrasında görülen acıklı ve "olaylara en çok tesir eden" şey, kişi gerekçeleri bakımından elbet odur. Ordu hiyerarşisinin öbür zıt ama ayrılmaz kutbu aşağılık kompleksidir. Daha geniş anlamı ile, bütün küçük burjuva geniş yığınlarının, bir avuç kurnaz büyük burjuva elinde oyuncak olmalarını sağlayan odur. Muazzam köylü, esnaf, aydın, halk kalabalıklarını birbirini ifna eden zerreler halinde darmadağın eden odur. En sonunda Demokrasinin canına okuyan ruh durumu, bir bakıma hep o "aşağılık kompleksi"dir. Nitekim T. Turhan da onu söylüyor: "Aynı konuyu Komite - Halk olarak da etüt etmek gerek... Bunlardan sonra doğru yolu bulmak mümkün olur. Fakat bu konu benim vüs'atim dışındadır. Bu kadarını yazmadan geçemeyeceğim ki, bir kısım komite üyeleri, 27 Mayıs' tan sonra devekuşu misali başlarını kuma sokarak herşeylerin gizleneceğini tahmin ettiler ve bu tahmine uygun davranmakta bir sakınca görmediler." Başka deyimle Bay T. T. önce kendi "Zinde" çevresine, sonra "Halk" yığınlarına bakıyor. Hepsinde aynı kıranın Kompleksi gizli. Buna çare? "Vüs'atim dışında"! diyor. Kendisine: "Gel kardeşim. Sınıflı Toplumun kişi olarak her in sanı az çok aşağılık kompleksiyle hastadır. Burjuvalar da hastadırlar. Ama sosyal sınıf olarak davrandılar mı, birbirlerini kıracaklarına sınıf bilinciyle birleşirler ve Toplum da kendilerine, halka karşı yardımcı güçler arar bulurlar. "Halk" da, o sizin tasavvur ettiğiniz gibi yuvarlak ve her tanesi aynı bir yumurta yığını değildir. Halk içinde Burjuvaziye karşı modern ve bilinçli olabilen bir sosyal sınıf vardır: İşçi Sınıfı. "Eğer sahiden 'Halka' hizmet ve x Büyük Reform' götürülecekse, o işçi sınıfının manivelasına sarılmaktan başka çıkar yol yoktur" denilse, ne karşılık alınır? T. T. kendisi şöyle diyor: "Hepsi boş. Benim ne ikna olmaya, ne de ikna etmeye ihtiyacım var." (D. S., 17)
SOSYAL DEVRİM VE HALKÇILIK
"Zinde Kuvvetler"in bütün trajedisi, T. T.'nin bu samimi açıklamasında yatmaktadır. Bir yanda "Vüs'atim yok" (kavrayamıyorum) der, ötede kavramak için insanların birbirlerini insanca uyarmaları (ikna etmeleri) gerektiği söylenince, "İkna ne ederim, ne olurum" afokonu ile tartışma dışına kaçar.
Bütün Kadim Medeniyetler gibi İslam dünyası da çökerken, dogmalar (naslar) üzerinde her türlü tartışmayı yasak etmiştir. Ona "İçtihat kapısı kapandı" denmiştir. Küçük burjuvazi o Antika Medeniyetlerin yadigârı bir kalabalık olduğu için: Köylüsü, esnafı, aydını, "zinde"si, köhnesi ile ancak Dogma'lara (nass'ı şeriflere = şerefli yuvarlak hakikatlere) inanır. Hayatsa durmaz, akar; her an yeni gerçeklerin çözülmemiş problemlerini önümüze yığar. Çağımız Antika Medeniyetler çerçevesini çatlatıp aşmıştır. Toplumumuz bir görünmez heyelanla denizin dibine gömülüp gidecek Antika dağlardan değildir. Dışarıdan gelecek bir Tarihcil Devrim'le, başka bir yerde yeni bir Medeniyetle hayatın devam etmesi de beklenemez. Sosyal Devrim Batıda ilkin İngiltere'yi, sonra Fransa'yı, Karaavrupayı... ve dünyayı: batmaksızın, bilakis gittikçe daha yükselerek değiştirmiş ve değiştirmektedir. Bütün mesele Sosyal Devrimciliği durdurtmak değildir. O geçmiştir. En sunturlu tutalak (muhafazakâr) sınıflar bile, değişikliğe dikine karşı çıkılamayacağını kavramışlardır. 1760 İngiltere'sinde, 1789 Fransa'sında Krallıkların, 1917 Rusya'sında Çarlığın, 1923 Türkiye'sinde Padişahlığın, ve ilh., ve ilh. başına gelenler, yalnız karşı koyanın ölümünü çabuklaştınp zorla başını yediğini anlatmış bulunuyor. Menderes (ve gerisindeki sınıf) biraz daha elastikiyet gösterse, küçük burjuva oy kalabalığına aşırıca güvenmese asılır mıydı?
Bütün mesele Sosyal Devrimi, söz yerinde ise amortize etmektedir. Topluma en az yıkıntı getirecek yollarla gerçekleştirmektir. Akıllı Kennedy, Güney Amerika'ya 2.000 milyar lira vererek, isyanların kanlılığını önlemeyi düşünmüştü. Akılsız Johnson (gerisindeki Finans - Kapital gangsterliği), Kennedy'yi kurşunlatıyor.
Bin milyarın üçte biri para vermemek istiyor... Güney Amerika ülkelerine üç misli masrafla Amerikan orduları çıkartıyor. Vietnam'da yüz binlerce insanı kan içinde öldürmeyi "Hürriyet" ve "Demokrasi" icabı sayıyor/*' Bu Sosyal Devrimler çağı açısından halka inme uygulanabilirdi. (,) "Latin Amerika ülkelerinin sosyal ve ekonomik kalkınma "planı" için Kennedy 200 milyar dolar teminini tasarlamıştı... Birçok temsilci, Amerikan yardımının bu bölgeye ekonomik ihtiyaçtan ziyade siyasi maksatlarla yapıldığını iddia etmişlerdir. Bunlara göre; Amerikan yardımı bu süre içinde, kararlaştırılanın ancak üçte biri kadar olmuştur." (Buenos Aires, a.a., 23 Ağustos 1966).
PARTİLERDEN BİR PARTİ Mİ?
Devrimcilerimiz, halka inmeyi nasıl uyguladılar? Zaman içinde 2 basamakta 2 türlü denenmek istendi. Birincisi deneme oldu. 27 Mayıs henüz balayım yaşıyordu: "Memlekete geldiğim günden beri, arkadaşlarımın çoğu zaman öğünlerini bir sandviç ile geçiştirerek tehammül üstü bir çalışma ritmi içerisinde bulundukları için... sonunda işlerin çıkmaza girmesinden kaçınılamazdı. "Temmuz gecesi (1960) yapılan toplantıda, ileri sürdüğüm tekliflerden bir başkası da bir siyasi partinin kurulması lüzumu olmuştu. "Demokrat Parti' nin kapatılmasından sonra, bu Partiyi destekleyen veya Cumhuriyet Halk Partisi'nin karşısında bulunan geniş halk kitlelerinin siyasi eğilimlerine yön verecek ve bu büyük halk kitlelerinde siyasi şuur yaratıp memleket hayrına bir mihrakta toplayabilecek yeni bir siyasi teşkilatlanma, kaçınılmaz zorunluk olarak ortada duruyordu." (D. S., 8) DP'ye oyunu vermiş veya CHP'yi yılan görmüş "geniş halk kütleleri" nin o yandan bu yana aktarılması nasıl olacak? "Yön vermek", "siyasi şuur yaratmak" gibi edebi deyimler yetmez. "Yön" ne? "Siyasi şuur" hangisi? İhtilalcilerin kendileri, Silahlılardan ötürü, şunu kaleme almaktan kendilerini alamıyorlar: "Parti kurmanın kaçınılmaz zorunlusunu, başka sebepler de ortaya koyuyordu. İktidar edenlerin halk içinde kendi gözü, kolu ve kulağı bulunmalıydı. Halka dayanamayan bir idarenin çürük temelli olacağı bilinen gerçeklerdendir. Silahlara dayanarak devam ettirilmeye çalışılan iktidarların ya ömrü az olur veya halkın devamlı reaksiyonu yüzünden hizmeti kısır kalırdı." (D. S. 8) Sözün doğrusu bu idi: Silahsız olmazdı, yalnız silah zoruyla güzellik de olmazdı. Sırf silahla gelen, gene sırf silahla giderdi. "Dört yüz aslandan bu Vatan kaldı bize yadigâr" şarkı - mızın ne dediğini bilmeliydik. İlk Osmanlılar aslandılar. Yalnız Kılınç aslanı değil, Devrim aslanı, Tarihcil Devrim aslanı idiler. Yüzeyde kılınç parlıyordu, derinliklerde Toprak yatıyordu. Kılınç yaldızı ile Toprak temeli arasında bütün bir Antika Zulüm sistemi bir anda temizleniyordu. Osmanlının en içten gelme meydan okuma çığlığı: "Bire Melun, şol Zalim!" idi. "Zulüm" nedir? "İnsanın insanı ezip sömürmesi." Osmanlı, kendi açısından, çağı çapında o zulmü temizlemeseydi, Kılıcın en iyisi göçebe çobanlardan çok zalim medeniyetlerde keskindi. Millet önüne DP Golyatını devirip yalın kılınç çıkan "İhtilalciler" onu yapabilecekler, insanın insanı sömürmesini kendi açılarından olsun çağlarının çapında gerçekleştirebilecekler miydi? Mesele Parti kadar ve Partiden önce buydu.
YAĞMURDAN KAÇIŞ
Çağımızın zulme karsı çapı atla deve değildir. "Mısırdaki sağır sultan" (Binbaşı Abdünnasır) bile duymuştur. O, SOSYALİZM'dir Yeryüzünden Melun-Zalimi kaldırmanın adına 19. yüzyıldan beri Sosyalizm denilmiştir. SOSYALİZM'in bilimi çoktan yapılmıştır. Ancak bizim "Aslanlar" işin bilimini derinleştirecek ne olanaklara, ne vakte sahiptirler. Başkan yaptıkları Gürsel Paşaya: Türkiye'ye bir Sosyalist Parti lüzumludur" dedirtebilmişlerdi. Kim yapacak bunu? Belli değildi. Sosyalizm dışarıdan, gavur icadı bir makineydi. Bir "Avrupa malı" gibi ısmarlanacağa, gümrüklerimizden geçebilirse "ithal" edileceğe benziyordu. Mesele o an için "Konulmamış" demekti. Bunun üzerine partilerden bir parti kurmaya kalkışmak, konulmamış bir problemi çözmeye kalkışmaktı. Şöyle düşünüldü: "Partinin kurulması serbest bırakıldığı takdirde, yine Halk Partisi ve inkılâp düşmanlığı istismar edilecek, çıkar düşkünleri kolaylıkla parti üst kademelerini ele geçirecekler ve memleketteki siyasi ortam kısa zamanda 27 Mayıs evvelisi havaya bürünecekti. "Buna mukabil, Milli Birlik Komitesinin dirijanlığı altında kurulacak partiye, parti kurucusu ve idarecisi olarak dışarıdan ve Komite içinden katılacaklar, memlekette şuurlu bir siyasi anlayış yaratmayı hedef tutacaklar, Halk Partisiyle, inkılapların memlekette derinliğine yerleşmesin de gayret ve fikir birliği halinde bulunacaklar, hissi ve çıkarcı davranışların gelişmesine meydan vermeyeceklerdi." (D.S., 8)
DOLUYA TUTULUŞ
M.B.K.'nin Türkiye güreşinde birinci raunt parti yenilişi bu anlatılan biçimde gerçekleşti. Amaç: "Şuurlu bir siyasi anlayış" ve "hissi ve çıkarcı davranışları" önleyiş gibi alabildiğine parlak, ama yüzeyde kalıyordu. Herkesin kendi kuruntusuna kalmıştı. Prensipler toplu iğne başıyla delinince sönmeye elverişli balon sözcüklerdi. M.B.K. "içinden ve dışından" kurucular, "Halk Partisiyle... gayret ve fikir birliği" yapacaklardı!... Yaptılar. Askerler (içeriden), Profesörler (dışarıdan) ile karışık CHP "Uğri Abbas"larının katıldıkları traji - dramatik "esrarengiz" siyasi toplantılar "alameleinnas - saklı" tutuldu. Netice? CHP kurtları, MBK kuzularını (veya zinde-yavru-aslancıkları) kemiriverdi. Çünkü eski kurt CHP ile "gayret ve fikir birliği", Finans - Kapital "Devletçiliği" ile "Sosyalizm" kurmak demekti. Öyle bir girişkinlik, değil perde ardında ellerini ovuşturan hinoğlu hin. Tefeci -Bezirganları, en toy köylüyü bile kandıramayacak biçimdeydi. Bu, MBK'nin CHP'ye ve gizli ajanlara peşin peşin "kayıtsız şartsız" teslim olması demekti. Eğer gerçekten "Halk" kurtarılacaktıysa, halkın içine "Kol-göz-kulak" salmak yetmezdi. Bunu DP herkesten güzel yapmıştı. Halka, 19. yüzyıl biçimi "göz kulak olmak", 14. yüzyıl biçimi halk sürülerine çoban kesilmek çağları geçmişti. Halkın içine inmek, yalnız halk için, halkla birlikte idare etmek değil, büyük Amerika'nın dediği gibi, "HALKÇA İDARE EDİLMEK" demekti. Aksi yanda her yöneliş; önce yönsüzlük, ardından başarısızlık getirirdi. Öyle oldu. Çok geç ve güç anlaşıldı. "O günlerde, hesapsız kitapsız olarak söylenildiği gibi 3 veya 6 ay içerisinde yapılacak yeni bir Anayasa ile iktidar devredilecekse, Cumhuriyet Halk Partisi, karşısındaki siyasi rakipsizlik yüzünden hükmen galip ilan edilecek demekti." (D.S. 8) CHP "hükmen galip" çıkınca, Silahlı Zinde'ler küplere bindiler. Ne demekti? Onlar yaradana sığınıp kelleyi koltuğa alsınlar; kendilerine boyuna: "Sakın ha! Kıpırdamayın, karışmam!" diyenler, şimdi oynamaksızın parayı toplasınlar? Bu ne işti? Devrimi silahsız "Zinde Kuvvetler" (Üniversite) ile silahlı "Zinde Kuvvetler" (Ordu) yapmıştı. Elsiz, dilsiz, belsiz karşı halk da "Hayırhah tarafsızlık" (iyilikçi karışmazlık) yoluyla tutmuştu. Gökten kara toprağımıza rahmet damlası bekleniyordu. "Piyasadan tarafsız yetkililer"le perçinlenen İhtilal Devleti, uzmanlık aşkına, sanki kendi kendisini baltalama yarışına girdi.
BİNİLEN DALI KESİŞ
Üniversite cezalandırıldı. Yaşın yanında asıl kuruları yakan 147'ler temizliği yapıldı. Üniversite gençliğine doğrudan doğruya vurmak olmazdı. Gençliğin hareket sembolü olan dümdüz ve geniş Beyazıt Meydanı, "Hürriyet Meydanı" adı altında yangın yerine çevrildi. Ortalık sütliman kesilinceye değin, koca meydan, her toplantıyı yasaklayan volkan ağzından beterdi. Toplantı yapmak şöyle dursun, tek adım atılmaz korkunç Kerbela çölüne döndürüldü... Ordu cezalandırıldı: "Mahrut" dediler, dengeye getirmek dediler, Gölgedekilerin yukarıda anlattıkları tipte bir kayırma sistemiyle: "Sen misin 27 Mayıs'a karşı silah çekmeyen? Al!" kabilinden vur abalıya gitti. Daha 27 Mayıs günü, en Zinde Silahlılara: "Siz kısımlarınıza dönün. Lazım olursanız ben sizi çağırırım" denmişti. Daha M.B.K. kurulurken "Tersine arınım" (istifa) yapılmıştı. Gölgedeki adam gibi kafası işleyenlere: "ihtilal günü memleket dışında bulunma gerekçesi gösterilmişti." (D.S.7) Oysa onlar, ihtilalcilerin kendi ikrarları ile yenilgiye uğranılırsa, Washington ve Londra'da şefaatçi bulmak üzere gönderilmişlerdi. "Ancak, o gün, Ankara'da ve İstanbul'da fiilen harekete katılmış ve altı yıl ihtilale hizmet etmiş arkadaşlarımızın (Nejat Kumuşoğlu, Turan Okan, Faruk Ateşdağlı, Nuri Hazer) hangi prensibe uyularak saf dışı bırakıldıklarının, izahını, bugüne kadar ben kimseden duymadım... 27 Mayıs'ta, memleketin çeşitli köşelerinde vazife gören ve bulundukları yerlerde ihtilale ilk andan itibaren destek ve kilit taşı haline gelen eski arkadaşlarımızı da (Necati Ünsalan, Şükrü İlkin, Faruk Güventürk, Naci Asutay, Necmi Berk, Rıza Akaydın) pek hatırlayan olmamıştır..." (D.S. 5) Onların yerine, "Sonradan Komite içinde görülmeleriyle etrafta reaksiyon uyandıran birkaç kişinin Komiteye alınması, pekala sağlanabilmiştir." (D. S., 5)
YANLIŞ DEĞİL, SOSYAL DETERMİNİZM
Bu bir basit "yanlış" mıydı? Kişiler açısından yanlış. Sosyal sınıflar bakımından bal gibi belirli bir yönelişti. Daha ilk adımda, bir taşla iki kuş vurulmuştu:
1 - İlk beklenen, samimi ihtilalciler safında o "REAKSİ- YONA yaratmak, ihtilalcileri birbirine düşürmekti.
2 - İkinci beklenen sonuç, daha uzun vadeli kumpaslar kurmaya elverecekti... Sayın Dündar Seyhan bu keşmekeşi ihtilal için "doğal" bir şey sayıyor: "Aslına bakarsanız," diyor, "bizce, o günkü tutum ihtilalin doğal bir sonucudur.
Kimsenin kimseye darılmaya hakkı yoktur." (D.S., 5.) Hayır, "İhtilalin" değil, Sosyal determinizmin işiydi bu. Devrimciler arasında sosyal sınıf açısından bir mihenk taşı bulunmuyordu. "Ancak ihtilalde ciddi ve fiili rol oynamış ve hatırı sayılır eski arkadaşlarımızdan biri" (D. S., 5), yani iyi kötü en sonunda bir küçük burjuvaca kişi açısından yakıştırma bir kayırı yapılmıştı. Her gün her yerde, en gericisinden en ilerici geçinenimize değin bütün Akım, Yayın, Parti, Dernek v.b. çevrelerimiz, o küçük burjuvaca kendini beğenmiş keskin sirkeliğin tortu batağı içinde bocalamaktadır. Bir Sosyal Sınıf önderliğini beceren Finans - Kapital azınlığı ise, 30 milyon insanı hep o zayıf yerinden vurup çil yavrusuna çevirmekte, bir taşla hep iki kuş vurmakta, en sonunda üstün gelebilmektedir. Bu hepimizin milli felaketinin bile bile ladesidir.
EYYAM EFENDİLİĞİ FELSEFESİ
O zaman ne oluyor? 7 bin yıldır insanlığın geçirdiği bütün denemeleriyle sosyal ve tarihcil bilim bir yana, Küçük burjuva "Akl'ı selim" i (sağduyusu) öbür yana geçiyor. Nasıl her mahallenin eskicisi, dünyanın en iyi ayakkabıcısı geçinirse, tıpkı öyle, her kulaktan kapma fikir ezbercisi, en ufak çıraklık süresi geçirmeksizin, sürüm buldukça, o fikrin seyyar satıcılığını yapıyor. Dahi "üstadı azamı", eşsiz örneksiz kurnazlıkta dehri "Kutbül - aktap"\ kesiliyor. Bir dergi mi çıkarılıyor? O alanda en koftici "uzmanlar"\ çevresinde pinekletip, hepsinden üstün görünmenin reklamı değer ölçüsü yapılıyor. Bir parti mi kuruluyor? O alanda en kapıkulu ruhlu "uslulara" tekkesinde "hu!" çektirip hepsine emredici efendi çalımını satmanın kerameti, tarikat disiplini saylıyor. Bir harekete, hatta devrime mi girişiliyor? O alanda en tabansız sünepe "fırsat düşkünleri"ni, kulaklarından tutup süprüntülükten Devlet kuşluğuna çıkartmanın verdiği yalancı emniyet "Hikmet'i Hükümet" biliniyor..., ve ilh. Bütün bu yakıştırmalar iyidir. "Zamana" uygundur. Kişilere başarı, alkış, ün sağlar. Egemen sosyal sınıf, en geniş ve uzağı gören sezişlidir. Dünyanın ileri ülkelerinde yüzyıl önce yaşanmış olaylar geri ülkede deneniyordur. Kurtların planlıca çizdiği sınırlar içinde kalındıkça, oyunun tadına doyum olmaz. Küçük burjuva kahramanlarının kolay zaferlerinin şerefine en tumturaklı "Tak'ı zaferler", Törenler, Şölenler az gelir... Bir iş yapmaya sıra gelince, "Kritik anda", bakarsınız, en vurdumduymaz gibi duran sosyal sınıf "Safharp nizamına", Savaş düzenine girivermiştir. "Veto!" der. En keskin ihtilalciler bu küstahça meydan okuyuşa kızmaktan önce şaşa kalırlar. Oysa sosyal sınıf; koftici uzmanlarıyla, tarikat disiplinli kapıkulu uslu akıllılarıyla, fırsat düşkünü süprüntü kabadayılarıyla... çoktan, suyun başını kesmiştir. Mesele zaman kazanmak ve fikirleri çorbaya çevirmekti. O da olmuştur. Geriye olgun meyveyi dalından düşürmek kalmıştır.
GENE KÜLAHINI KURTARAN KAPTANDIR
"Diğer taraftan, iktidarı bir an evvel bırakarak, sırtlarının çekemeyeceği ağır bir sorumluluktan kurtulmayı, şahısları için tek emniyet garantisi olarak görüp kabullenenler, art düşüncelerini ne kadar saklamaya çalışırlarsa çalışsınlar, o günlerde bile davranışlarıyla maksatlarını belli ediyorlardı. "Bunlar da ihtilalci sayılıyordu. Hayatlarında hayallerine bile getirmedikleri en büyük mertebeye bir anda erişivermişlerdi. İtibarları binbeşyüzdü. İstikballeri nasıl olsa herhangi bir şekil uydurularak teminat altına alınacaktı. İsimleri tarihe geçmişti. Bütün bu imkânlar hemen elde iken, şimdi reformdu, memleketti, falan filan tutturup, ellerindeki nimeti yitirmeye kalkmakta mana var mıydı? Bu derecesi, biraz değil, fazlaca safdillik olurdu!... Elbette ki, "eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan daha iyi idi." (D.S. 7) Görüyoruz. Pişkin Tefeci - Bezirgan karması Finans -Kapital için, fazla zahmete bile katlanmak yok. İhtilalciler içine biraz küçük burjuva molozunu serpiştir. Dışarıdan, içeriden iki üç blöf hava fişeği pırlat. Molozlar kendiliğinden çözülürler, temelde gedik açılır. Alttan kışkırtmasan bile, kendi atalet hassası, Adalet gussası ile moloz divan yıkacaktır. Niye uğraşacaksın, bırak birbirlerini yesinler, kendileri yıkılsın. Yıkılıncaya dek, gereken bütün manevraları o molozlar sayesinde rahatça yapabilirsin.
Onun için, Orduyu "tasfiye" (temizleme) işi, Devrimi yaptığı için Silahlı Kuvvetlerini "tecziye" (cezalandırma) haline soysuzlaştırılıverdi. Aktif tasfiyeci açıklıyor: "İtiraf etmek yerinde olur ki, bu tasfiye hareketinde emekli olacakları tespit edebilmek için, hemen kolaylıkla ele alınabilecek sağlam ve objektif esaslar ortada mevcut değildi... Uygulama, meseleye bu ana düşünce açısından bakılarak yapıldığı için, orduda kalanların emekliye ayrılanlardan daha değerli olduğunu ve dışarıya çıkarılanların vasıfsız oldukları için emekli edildiğini kimse iddia edemez." (D.S. 10). "Ortaya koyduğumuz ilk prensip, emekli edilecek arkadaşlara içeride kalanlardan daha çok maddi garanti sağlamak olmuştur." (D.S, 10)
DEVRİMLE HALKIN ARASINI AÇIŞ
Böylece Ordu temizliği de, iki yüzü kesen bir kılıç oldu: bir yüzü, ordu değerlerini kesti, öbür yüzü, ordu dışı bırakılanlara bol sus payını andırır ikramiyeler verildi. Aydın işsizliğinin kıran yaptığı bir ülkede, işsiz emeklilere iş bulmak için, işsizler arttırıldı. Hiç yoktan, şirketlerde, şurada burada, "Sivil Savunma" gibi, Finans - Kapitalistleri bıyık altından güldüren ve halkı askerlere karşı olmaya kışkırtan bahaneler yaratıldı. Silahlı Kuvvetler zaafa ve birbirine düşürüldü. Halk, Silahlı Kuvvetlere güveninde ikirciliğe sokuldu. Bir taşla oynanan bu kaç türlü oyundu? Halk cezalandırıldı. Halkın 27 Mayıs vesilesiyle uğradığı suçlamaların ve cezaların hepsini saymak için ayrı bir cilt yazılabilir. Bin tanesi içinden, halâ yara gibi işletilen bir tanesini hatırlamak yeter: Tasarruf Bonosu! "Sen misin ey halk kalabalığı, 27 Mayıs'ın karşısına çıkıp, kapitalistlerin uğruna kanını dökmeyen ve tarafsız iyi dilekle alkış tutan? Al sana, her yıl %20 pahalılıkla kesilen rızkından, Sermaye için bir % 10 Tasarruf kısıntısı daha. "Korkma, kesilen para gene senin. Her yıl para fiyatı alçalması ve 100 kuruşluk bonoyu 25 kuruşa elinden çıkarışın birkaç Bono milyoneri yaratacaktır. Bekle, gelmez ayın son çarşambasında, Devlet Baba bono milyonerlerinin avuçlarına senin "tasarrufunu trınk para ile ödeyecektir...
" DEVRİMCİ "MARUF BEY!"
Üniversiteye (ve meydana) ceza, Silahlı Kuvvetlere ceza, derdimend Halka ceza... 27 Mayıs çıktığı Ringde kafasını gözünü yumruklayarak kendi kendisini diskalifiye eden boksöre dönmüştü. Gazete sütununda "MarufBey"in karikatürüne herkes gülmüştür. Maruf Bey kasasını kurcalayan hırsızı görünce, süpürge sopasını kaldırır, hırsızı suçüstü yakalayıp dövmeye gider. Enseyi ele verdiğini gören hırsız, büyük bir bilgin edasıyla parmağını kaldırıp Maruf Beye şu dersi verir: "- Yoo! Süpürge sopası hırsızı dövmek için kullanılmaz, yerleri süpürmek için kullanılır" der. Bu çok "makul" sözü dikkatle dinleyen Maruf Bey: "- Ya! Öyle ise peki!" kabilinden, hırsızı bırakır ve başlar süpürge sopasıyla yerleri süpürmeye! Maruf Beyin başına gelen, 27 Mayıs'ın başına gelmiştir. Finans - Kapital hırsızını Türk milletinin kasasını soyarken suçüstü yakalamıştır. Silahlı Kuvvetleri kaldırıp tam hırsızı temizleyecekken, yavuz hırsız ev sahibini şaşırtmıştır. Hırsızlık oyununu hırsızın kurallarıyla oynamaya oturtmuştur. Zinde Kuvvetler Finans - Kapital hırsızını değil, Orduyu, Üniversiteyi ve Halkı cezalandırmak yolunu tutmuştur. Benzetili akıllıca, bilgince, uzmanca laflarla yolundan çevrilmiştir. Bindiği bütün dalları kesmeye doğru "Siyaset cambazları" adını verdikleri tarafından itilip gitmiştir. Finans-Kapital hırsızına sermaye tedariklemek üzere halkı Tasarruf Bonosuna kesmiştir. Onu bu çıkmaza sürükleyen "akıl hocaları", Milletin ve kendi kendisinin gözünden düşürdüğü ihtilalcilere karşı, bu yol serinkanlıca dönmüşüdür. "Mağdur" ilan ettiği üniversite hocalarını Eminsuları, hayal kırıklığına uğramış halkı tek savunucu "Sosyal Adalet" kahramanı pozuna girmiştir.
DEVRİMİ GÖMME TÖRENCİLİĞİ
Şarkta 7 bin yıldır yapıldığı gibi, Türkiye'de de her Devrimciyi bekleyen sonuç 27 Mayısı da bulmuştur. Devrimciliği göklere çıkarılan 27 Mayıs, muazzam bir şanlı türbenin şeref kubbesi altına gömülmüştür. Mumyalanmış, kutsallaştırılmış, ritmik törenler, şölenler, patetik söylevler ortasında yerden ayakları kesilip göklere çıkarılmıştır. Devrimci, Tanrılar arasında istenilen hayırı ve şerri kendisine yakıştırabildiğimiz bir insanüstü sade suya tapınç konusu tanrıcık heykeli olarak dondurulmuştur.
Bu sonuca dayanmayan devrimci Silahlı Kuvvetler, atı alan Üsküdar'ı geçtikten sonra, "Madanoğlu'nun hepsine karşı kurmuş olduğu komployu beraber geçiştirince" (D.S. 22), yeniden deprendiler! Şimdi, "Birbirlerine ihtiyaçları vardı, içinde bulundukları teşkilata bu sebeplerle lüzum görüyorlardı. İşte bu maksatlarının tahakkuku için faaliyet halindeydiler. Bu teşkilat, değişik fikir taşıyan mensuplarının gayelerini önleme yönünde ortaya çıkacak her türlü ihtimale karşı elde bulundurulmaktaydı." (D. S. 22) Bu satırlar iki alçakgönüllü itirafı saklıyor:
1 - Zinde Silahlılar "değişik fi ki r" l erle bölünmüştürler. "Hazer ve diğer arkadaşlarla ayrı ayrı ve bir arada yaptığımız görüşmeler sonunda müşterek bir görüşün teşekkül etmediği ve etmesine de imkân olmadığı açıkça anlaşılıyordu." (D.S. 22)
2 - Artık taarruz durmuştur. En tasalı nefs koruma kaygısıyla savunma derdindedirler. Şimdi, ilericilikle gericiliğin rolleri tersine dönmüştür. Devrim yerine Korku egemendir. İlericiler de Gericiler de korkunun paniğe dönmemesine çalışıyorlardı. Çünkü panik, baldın çıplak başıbozukların değil silahlı kuvvetlerin kargaşalığı olurdu. Bu ise, herkesten önce gericilerin işine gelmezdi.
Bir umutsuzluk anında, eli silahlılar, boyunlarını büküp intihar etmektense, statükoyu bir daha düzelmemecesine bozmaya götürebilirdiler. Durum aşırı kritikti. Korkuyu amortize etmenin tek yolu, bir cesaret gösterili çerçeve içine sokulup istenilen yönde alıştıra alıştıra güdülmekti. Onun için, Devlet içinde Devlet (hem de silahsız Devlet içinde silahlı bir Devlet) biçimlendirildi. Herkesin gözü önünde, kör körüne parmağım gözünde ve gizli bir "Silahlı Kuvvetler Birliği" kurulmasına göz yumuldu. Bu, "Körebe" oyununa en elverişli Ebe, İsmet İnönü'den başkası olamazdı. İhtilalcilere deli gömleğini yalnız o giydirebilirdi. İkinci raund (Körebe oyunu) bu şartlar içinde başladı.
DEVRİM Mİ? HİYERARŞİ Mİ?
Nefs kaygısından ve korku savunmasından başka ortak yanları kalmayan ihtilalcilerin kurabildikleri bir teşkilat nasıl olurdu? Her yiğidin bir yoğurt yiyişine göre... Yiğitlerimiz Silahlı Kuvvetlerdi. Onların yoğurt yeyişleri, Silsile'i Meratibe (Hiyerarşiye) uygun olabilirdi.
İhtilalciler, sonradan, bozgunun muhasebesini yaparlarken, bütün felaketlerin hep hiyerarşiye aykırı davranmaktan ileri geldiğine inanıyorlardı. Bunu bize en çıplacık anlatan Talat Turan'ın olaylara objektif tanık diye gösterilen meşhur mektubudur. Orada şöyle dertli dertli yazılır: "Silahlı Kuvvetlerin, mazisini asırlardan alan, bir örf, anane ve anlayışı vardı. Bu anlayış içinde HİYERARŞİ'nin rolü ve önemi münakaşa götürmeyecek kadar büyüktür. Komite üyeleri bu hakikati inkâr eder güründüler, hal ve hareketlerini Ordu ve örf ve ananesine tezat teşkil edecek şekilde ayarladılar... Şahsen ben, 27 Mayıs'ta İskenderun'da idim. 27 Mayıs'tan itibaren 10 gün 250 metre mesafede bulunan eşim ve çocuğumu görmediğim gibi, telefonla konuşacak zaman dahi bulamadım. Böyle bir ruhla ve imanla 27 Mayıs'a hizmete çalışıyordum. Tesadüf, 27 Mayıs'tan sonra ilk gördüğüm Komite üyesi yüzbaşı rütbesindeydi besindeydi. Ve tümen komutanı olan generali arkasında yürütüyordu. Bu davranışlar her yerde böyle idi. Bu hal, Silahlı Kuvvetler mensupları için ağır bir darbe olmuştu Çünkü bu ordu mensupları, yüzbaşı arkasında general görmeye tahammül edemeyecek kadar ASKER'di." (D.S., 17) Acep, İskenderun'da yüzbaşı, generalin ardında yürüseydi, 14'ler daha mı erken, daha mı geç temizlenirlerdi? İlk ihtilal günü General Gürsel ihtilalcilere "Kısımlarınıza dönün" deyince Paşa - sözü dinlenseydi, DP daha mı çabuk, daha mı yavaş AP'ye dönerdi? Mısır'da Abdünnasır bir "Binbaşı" idi. İlkin baş önde giden Generalini, sonra arkasına aldığı için Mısır daha mutlu mu oldu, mutsuz mu? Bizde binbaşı Orhan Erkanlı, tank tümenini ardına takmakla mı, yoksa Generalinin ardına takılmakla mı İstanbul'u 1 saatte ele geçirir ve 27 Mayısı zincirinden boşandırırdı?... Ankara'da bir Yüzbaşı, Generallerin yattıkları tavanı makineli tüfekle taradığı zaman, telaşla aşağıya inip: "Ben de sizdenim" diyen Generali önüne katıp jiple Harb Okuluna göndermekle hiyerarşiye uydu mu, uymadı mı? Bütün bu ve benzeri sorular tarih boyunca uzar giderler ve hiç değilse "münakaşa götürür" şeylerdir. Silahlı Zindelerimizin başlıca metotları, en tartışılabilir konuları "münakaşa götürmeyecek kadar büyük" sayıp "resmi tazim"e, geçmeleridir.
"Çağdaş uygarlık" uğruna kelle uçururuz. Batılıların bütün "çağdaş uygarlık" güçleri, insan düşüncesi kertesinde yüce işleyiş önünde hiçbir konuyu eleştirmesiz bırakmayışlarından ileri gelir. PRENSİP DİSİPLİN Mİ? OTOMATİK BİRLİK Mİ? Bizim, 10 gün eşiyle telefonda konuşmaya vakit bulamayacak kadar ihtilalci Silahlı Zinde T.T.'lerimiz: "mazisini asırlardan alan örf ve anane" uğruna 27 Mayıs'ı gözlerinden çıkarırlar. İnsanlar ancak, hayatın canlı gerçekleri üzerinde tartışarak daha doğruya gidebilirler. Tartışılması yasak "Dogma"lar, doğruda buluşmanın yerine iğriyi büsbütün çatallaştırarak kısır çekişmeleri azdırır. Onun için Silahlı Zindelerimiz, kutsal dogmatizm metotlarına kurban gittiler: fikir ayrılığına düştüler. Fikir ayrılıklarının en belirli belgesi bizde öteden beri: "BİRLİK" etiketi olur. Meşrutiyet çağımızın ikiz can düşmanı kardeş partisi vardı. Birisi: "İttihat", öteki "İtilaf adını almıştı. Anlamca ikisi de aynı idi: "İttihat = Birleşme", "İtilaf = Uzlaşma" demekti. İkisi de "Birlik" demekti. Birbirlerini yediler, memleketi dağıtıp, imparatorluğu çökertmekte yarış ettiler. Çünkü "BİRLİK" madalyasının içyüzü: Prensip ayrılığı idi. Milli Birlik Komitesi de: Türkiye'de 27 Mayıs öncesi Halkçı - Demokrat kısır horoz dövüşlerinin milleti kardeş kavgasına götürmemesi için silaha sarıldığını ilan ederken adını "BİRLİK" sözcüğüne bağlamıştı. Şimdi Finans - Kapital ile Zinde Kuvvetler arasında beliren güreşin ikinci raund'u, aynı "BİRLİK" sözcüğünü takındı: Silahlı Kuvvetler Birliği! KÖRÜKÖRÜNE BİRLİĞİN SOSYAL KÖKÜ Fikir ayrılığını örten bir Birlik nedir? Otomatizmdir. İstediğin kadar ayrı fikir taşı: "Haydi!" dendi mi, hizaya, gelip uygun adım atacaksın... Bu Bilinçli Birlik değil, "Körü körüne itaat" otomatizmidir. Fikirleri birbirini tutmayanlar için de "körükörüne itaat"tan başka "birlik" biçimi olamaz. Silahlı Zinde Kuvvetlerimiz, yaratılışları icabı fikir 'ayrılıklarını öyle bir otomatik birliğe bağladılar...
Kim "Haydi!" diyecek?.. Otomatikman hiyerarşinin başındı bulunan şef. En modern teşkilatların da liderleri bulunur. Lider fikir vs. prensip birliğinde olanların ayrıntılarını bağdaştıran fikir ve prensibin en seçkin mümessilidir. Otomatik itaatte fikir ve prensipçe apayrı kişilerin yalnız davranış birliğini rütbe gelenek - göreneği ile sağlı-yan baştır. S.K.B. ancak öyle "Körükörüne itaat" başı isterdi. "Teşkilatın iktidara bizzat el koyma taraftarı olanları içinde (ki bunlar müfrit ihtilalcilerdi), Ordu hiyerarşik nizamı dışında münferit ve müstakil bir grup olarak olaylara müdahale fikrinde olan tek kişiye ve Silahlı Kuvvetlerin, birlik, beraberlik ve bütünlüğünün Türkiye'nin geleceğine tek teminat olduğuna inanmayan kısır düşünceli tek subaya rastlamak mümkün değildi. Böyle düşünenler mutlak Başkumandanın emrinde bulunmanın, emir ve kumanda müessiriyetinin bozulmamasının şiddetle taraftarı görünüyorlardı." (D.S. 22) Bu neden böyle idi? Tek şeyden: Harekete katılanların sosyal yapılarından. Bir sosyal sınıf olmayıp, bir küçük burjuva zümresi olmalarından. Bu sosyal determinizm sonradan "ikinci raund" sırası değil, daha "Birinci raund" başlarken her davranışa damgasını vurmuştu. Yapılanları biraz düşünmeye vakit bulabilenler, her ne bahasına olursa olsun "Birlik ve beraberlik" parolasına yapışmaktan başka kurtuluş yolu görememişlerdi: "Ortada henüz belli fikirler ve bu fikirlere göre ayrılmış grupmanlar bulunmamasına rağmen, yakın bir gelecekte hizipler kurmaya aday olan arkadaşlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasını üzerimize düşen en belli başlı memleket hizmeti kabul etmiştik." (D.S. 7)
BİRBİRİNE DÜŞMENİN SOSYAL NEDENİ
Hepsi en az birer Kurmay eğitim ve öğretimi geçirmiş, Zinde Silahların sırf "bilgisiz" veya "eğitimsiz" olmalarından mı? Hayır. Burada ne bilgisizlik, ne budalalık rol oynamadı. Sayın Talat Turhan, 27 Mayıs önündeki "kurnaz" politikacıları şöyle değerlendirdi: "Onların görüş zaviyesi ve siyasi kanaati; mensup oldukları siyasi teşekküle göre ayarlanmaktadır çünkü...
Bu düşünceye istisnalar katılabilir ama istisna kaideyi bozar mı?
O halde,
360 dereceyi 6 partiye bölersek, her partiye 60 derecelik görüş açısı kalıyor demektir. Partizanlar, 360-60-300 derecelik bir körlük içinde kalıyorlar demektir. Parti disiplini emrediyor da ondan... " (D.S. 17, Mektup) Silahlı Zinde güçler 360 dereceyi birden görme kabiliyetini kendilerinde buluyorlardı. Bilgi ve görgü gibi korkaklık ve yiğitlik de sosyal olaylarda ikinci, beşinci rolü oynar. Silahlı Zindelerimizin belini kıran şey, ne bilgisizlikleri, ne ürkeklikleri idi. Sosyal Devrimler çağını yaşayan modern toplumda başlıca Sosyal Sınıflar açısından meseleyi koyamayışları onlara binilen dalları kestirdi. Küçük burjuvazi, ister çarıksız köylü olsun, ister en parlak ve en modern Kurmay: bir Sosyal sınıf değildir... 360 dereceyi birden görebilmek için: 0-180 dereceyi tutan Kapitalist sınıfın açısı ile 181-360 dereceyi tutan İşçi sınıfının açısını iyi ayırt etmek ilk şarttır. "Ben bir noktada durup 360 dereceyi birden görürüm" sanmak, şeylerin tabiatına sığmaz. Göz kamaşması, baş dönmesi mukadder olur. Küçük burjuvazi toplumumuzun en büyük kalabalığıdır. Ama hepsi teker teker birbirini "ifna" eden, yok eden bir kalabalıktır. Bu muazzam kuru kalabalığın en bilgili, en yiğit, en az başıbozuk olan en modern bölümü, seçkin Silahlı Kuvvetler kurmay ve subaylarıdır. Onlar da bir modern Sosyal Sınıf açısından meseleyi koymadıkları anda, en yaman otomatik Birliğin en "Körükörüne itaat" prensibi altında bile, birbirine düşen küçük burjuva rekabet duygularından kurtulamazlar. 27 Mayıs üzerinden henüz bir ay geçmemişti ki (9 Temmuz günü): "Bilhassa ordu kademelerinde, Komiteyi kuranların kimliklerine karşı bir kıskançlık duygusu ve eleştirme isteği doğmaya başlamıştı." (D.S. 7) O anda mesele iki zıt açıdan konulabilirdi:
1 - İşçi sınıfı açısından,
2 - İşveren sınıfı açısından.
PROLETARYA AÇISINDAN DEMOKRATİK DEVRİM
İşçi sınıfı açısından mesele, 1954 yılı bütün soyutluklar dışında konulmuştu. Hemen iktidara gelecek bir gücün, en ufak ikirciliğe düşmeksizin, açıkça kavrayıp uygulayabileceği denli basit, kısa bir parti tüzüğü ve programı biçiminde ortada idi. Parolası: İkinci Kuvayimilliyecilik idi.
"Devleti milletten üstün değil, Milleti devletten üstün tutan gerçek hürriyeti fiilen kurmak ve Antidemokratik kanunları ayıklamak" teklifi ile (V.P. Tüzüğü Md. 2) başlıyordu. "Müzmin işsizlik ile azgın hayat pahası kanser"ini Atom enerjili Ağır sanayi ile gidermek için UCUZ DEVLET ve ŞUURLU TİCARET'in ne olduğunu, hangi "Ruh"la kimlere dayanarak nasıl başarılacağını dupduruca ortaya seriyordu... Daha 15 Ağustos 1957 günü: "İkinci Kuvayimilliye Seferberliğimiz istesek de istemesek de, günün meselesidir.. Mübarek iktisadi ve içtimai Kuvayimilliye seferimiz sevgili milletimize uğurlu olsun." (Gerekçe, s.4) öngörüşü yazılı basılı biçimde haber verildi. Bu haber verilirken, 27 Mayıs'ın ilk öncü çarpışmasını yapan "9 Subay Hadisesi"ni kimse bilmiyordu. Hadise kendiliğinden patlak verdiği zaman: İşçi açısını koyanlarla, 27 Mayıs davranışını muştulayanlar aynı "Harbiye" zindanlarında, birbirlerinden habersiz işkencelendiler. Her iki (Vatan Partisi ve 9 Subay) dava da "beraat"le sonuçlandı. Konu böylesine canlı, gerçek ve aktüeldi. 27 Mayıs, Vatan Partililerle 9 Subaya işkence yaptıranları Yassı ada'da rahatça dinlendirdiği gündü. Türkiye İşçi Sınıfı açısından M.B.K.: "Tarihimizde daima kuvvetle çarpan kalbimizin: yiğit ordumuzun... İkinci Kuvayimilliye gazası" diye kutlandı. Bir hafta içinde "Birinci Açık Mektup" ile 27 Mayıs'ın Teorik ve Pratik anlamı ve yapacakları özetlerdi. 3 ay geçmeden "İkinci Açık Mektup"la: "M.B.K.ni ısıramayınca alkışlayanların" telaşının ta Londra'daki Times'ten nasıl geldiği belgelendirildi. Bütün meselelerimiz, elde rakam, bir yol daha en pratik yanlarıyla ekonomik ve sosyal bakımdan bir daha "açık konuşuldu." İhtilalcilere şöyle denildi: "Siz Millet hayatının yüzlerce yılında bir görünen güçlü HAKEM'siniz. Teker kişi olarak -Arab'ın "Halitatül hata ven - nisyan" (Yanlışlar ve unutkanlıklar katışımı) dediği birer insan olabilirsiniz. Ama KOMİTE olarak -Halk dilindeki kutlu "ÜÇLER", "YEDİLER, "KIRKLAR" gibi,- "OTUZ- SEKİZLER" adı ile tarihe geçecek işler yapmaya çağrılı evliyalarsınız. (İkinci Kuvayimilliyeciliği) siz de başaramazsanız yazık olur Türk Milletine."
YÖN-TİP KÜÇÜK BURJUVALIKLARI
Ne çıktı? Yüzeyde kalan bir iki yankı. "Rezonans" yoktu işçi açısına... Bundan ötürü feleğe küsülmez. Hele Silahlı Kuvvetlerimizin zindeleri hiç mi hiç yadırganamaz. Onlara gelinceye dek nicelerini gördük, görüyoruz. "Yön" çıktı. Meğer "İkinci Kurtuluş Savaşı sloganı" atmışmış İşçi sınıfı açısına. Rezonans yok! Neyse ki Yön bari işçiye karşı alerjisini gizlemiyor. Çıktığı gün katma iletilen Vatan Partisi Tüzüğü, Programı, Gerekçesi havada bir dalga gibi başı üstünden geçip gitti. Çünkü Yön'cülük, ne denli "modern", ne denli "bilimdi", ne denli "sosyalist" olursa olsun, sağduyucu bir küçük burjuva "Kadro"su idi. Üstelik Silahlı Zindelerimiz denli yerli malı bile değillerdi. Batıda ayarlanmışlardı. Ve ancak Avrupa taklidi fikir görürseler, onu mal diye satabilirlerdi. Ve o mala "rakip" çıkacak her yöne dayanamazdılar... Bir TİP çıktı. O "rezonansın ta kendisi" olmalı değil miydi? Adı "İşçi"ydi. Sonradan, doğru liderliğe atanan Şefi, iki uzun yıl Vatan Partisi davasının her oturumunda işçi açısının bizde ne olduğunu, nasıl canlar dişlere takılıp savunulduğunu, ve neden DP hâkimleri Önünde bile haklı çıktığını adım adım izlediydi. En son TİP Programı, "ne ararsan bulunur derde devadan gayrı" tipinde, şişkinliği tıklım tıklım avukat çatlatan bir Devletçilik yamalı bohçası oldu. Tüzük, dünyanın en gerici "Siyasi Partiler Kanunu" maddelerinden beceriksizce abartmalarla doludur. İşçi Partisinde Bilfiil üretmenleri karantina altına sokmak için paravanlanmıştır. Düzeltme üstüne düzeltmeyle yazboz tahtasına çevrilmiş, işçi açısını köreltme labirentidir. Yalnız ağızlarda -Fikret'in şiirinde alay ettiği: "Yasasın sevgili Millet!" çığlığı gibi, ikide bir "İkinci Kuvayimilliyeciyiz"!... Çünkü TİP'in tabanı ne denli: "İşçi", "Köylü", "eli nasırlı" olursa olsun; Kurucuları: burjuva partilerinde milletvekili seçilemediğine kızmış aristokrat işçi - küçük burjuvaları idiler; Güdücüleri, yarı işsiz yarı aydın küçük burjuvalar'dılar. "İşçiler! Köylüler! Eli nasırlılar!" sloganını "antipatik bularak, Merkez kararıyla kaldırdıkları son seçimlerde alınan oylar da, bilfiil üretmen olmayan küçük burjuva oyları oldu. En ufak eleştirme onların "Büyüklük" ve "Dokunulmazlıklarına dokunurdu. Kendilerini anadan doğma "Sosyalist" veya "İşçici" sayanlar İşçi Sınıfı açısına böylesine yan çizerlerken, hiçbir anadan doğma "nitelik" taslamayan Silahlı Kuvvetler ihtilalcilerinin Rezonans göstermesi beklenemezdi.
13.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder