6 Kasım 2019 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 3

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER,  BÖLÜM 3



BAŞBAKAN SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN AÇIŞ KONUŞMASI 

Sayın Cumhurbaşkanım, değerli konuklar, hanımefendiler, beyefendiler; sizleri, bu anlamlı günde en kalbî duygularla selamlıyorum. 

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 125 inci yılı vesilesiyle bir arada bulunuyoruz. 

Sözlerimin başında özellikle bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum, o da şudur: Tarihe malolmuş büyük şahsiyetler sadece kendi dönemlerindeki başarılarıyla değil, geleceği şekillendirmedeki rolleriyle değerlendirilmelidirler. 

Ben de bugün sizlere özellikle Atatürk’ün tarihi şahsiyeti üzerine romantik değerlendirmelerle yetinmekten ziyade, onun günümüze ışık tutan fikirleri ve Cumhuriyetimizin kuruluş ideallerini düşünmeye davet ediyorum. Hafta boyunca sürecek sempozyumlar da bana göre bunun çerçevesini özellikle belirleyecektir. 

Onun “En büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti, 20 nci yüzyılın başlarındaki millî bağımsızlık hareketlerinin sembolü ve ilham kaynağı olmuştur. Büyük çalkantılarla başlayan 20 nci yüzyıl, tarih sahnesinden silinmek istenen Türk Milletinin nasıl ayağa kalktığına, yok olma sürecine girmiş Osmanlı Devleti’nin enkazından nasıl yeni bir devlet çıkarıldığına şahit olmuştur. 

Bu süreçte Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği, “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasında somutlaşmaktadır. Türk Milletinin bağımsızlık aşkı bu yüksek ruhta karşılık bulmuştur. 

Atatürk’ün liderliğinde zaferle nihayetlenen millî mücadelemizden sonra modern bir devletin inşası başlamış, zamanın ruhuna uygun bir model ortaya konulmuş tur. Bu model, Türk Milleti için bir yenilenme, modernleşme, muasırlaşma hamlesi olmuştur. Bildiğimiz gibi, Atatürk bir doktrin ya da ideoloji vazetmemiş, herhangi bir kalıplaşmış ideolojiye dayanma gereği hissetmemiştir. Onun dünya görüşünün temeli akılcılık ve bilimdir. Millete hedef olarak gösterdiği muasır medeniyete ulaşma yönündeki akıl ve bilim, hayati öneme sahip değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Atatürk tekamüle, yani gelişmeye dayalı bir dünya tasavvuruna sahipti. 
Bu tekamülün akıl ile bilimin doğrusunu tespit edip ona uygun bir şekilde davranma, akıl ve bilimin kılavuzluğuna, milletin iradesine sonuna kadar güvenme yatıyordu. Bu gerçekçi ve akılcı üslup, Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken doğru tercihler yapmasında, tarihin akışını iyi ve doğru okuya bilmesinde çok önemli bir yere sahiptir. 

İşte bu sebeple, sözlerimin başında da belirttiğim gibi, Mustafa Kemal Atatürk’ü anarken ve anlamaya çalışırken üzerinde durmamız gereken asıl unsurlar, Cumhuriyetimizin temelini oluşturan kurucu ilkelerdir. 

Çünkü, bu ilkeler dünya görüşünün tarihe ve topluma bakışının temelini teşkil etmektedir. Atatürk’ün fikriyatının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan kavramlar genel bir çerçeve içinde; cumhuriyet, millî egemenlik, millî devlet ve laiklik olarak sıralanabilir. Türkiye Cumhuriyeti bu kavramlar, bu fikirler üzerinde yükselmiştir. Bugün bizlere düşen görev, millî mücadeleden itibaren ortaya konan, Türkiye’nin istikametini belirleyen bu isabetli, doğru tercihlerle sahip çıkmak ve daha da ileriye taşımaktır. 
Şimdi bu kavramlar üzerinde kısaca durmak, geçmişten geleceğe yol alırken bu kavramların önemiyle birbirini bütünleyici özelliklerine işaret etmek isterim. 

Değerli konuklar, cumhuriyet, saltanatın kaldırılmasını ve cumhurun yani milletin yönetimini ifade eder. Esasen demokrasinin dayandığı “demos” ile cumhuriyetin dayandığı “cumhur” birbirleriyle örtüşen kavramlardır. Cumhuriyet ve demokrasi birbirinde anlam bulan birbirini bütünleyen kavramlardır. Bu manada saltanattan cumhuriyete geçiş, Türkiye’yi muasır medeniyetin değer ve kurallarıyla 
buluşturacak bir demokratik, siyasi düzenin inşasına yönelik olarak atılmış en büyük adımdır. 

Millî egemenlik, modern demokrasinin, demokratik ve laik cumhuriyetin olmazsa olmaz şartıdır. Çünkü demokrasi, meşruiyetin kaynağını başka bir yerde aramayan, toplumda, millette gören bir siyasi düzenin adıdır. Atatürk’ün egemenliği kayıtsız millete teslim eden anlayışı, Türkiye’nin bugün sahip olduğu demokratik rejim açısından belirleyici bir önem taşımaktadır. Zira, meşruiyetin temeline milleti koymayan bir rejime demokrasi demek mümkün değildir. 

Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasından itibaren dillendirdiği “millî egemenlik” fikri, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla birlikte gerçek anlamına kavuşmuş, demokratik bir siyasi düzenin tesis edilmesinin temel dayanağı olmuştur. 

Millî, üniter devlet, Türkiye Cumhuriyetini oluşturan bireylerin vatandaşlık temelindeki ortaklığına işaret etmektedir. Millî devlet, idari ve siyasi çağrışımları kuvvetli bir kavram olmakla birlikte sosyolojik bir muhtevaya da sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve vatandaşlık bağıyla Türkiye Cumhuriyetine bağlı olan her bir ferdi, milletimizin ayrılmaz ve eşit bir unsuru kabul edilmektedir. 

Atatürk hiçbir zaman inanç farklılıkları ve etnik köken esasında tanımlanan millet anlayışlarına itibar etmemiştir. Bugün Türkiye, anayasal vatandaşlık zemininde tarih şuuruna ve ortak yaşama iradesine sahip, farlılıklarını zenginlik kabul eden bireylerin oluşturduğu güçlü ve demokratik bir ülkedir. Millî devlet fikrine uygun şekilde bu ülkenin bütün bireyleri, başka hiçbir hususiyetlerine bakılmaksızın, 
sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları hasebiyle eşittirler. 

Değerli konuklar, demokrasinin ve toplumsal barışın teminatlarından biri olan laiklik, aslında iki boyutlu bir kavramdır. Laikliğin birinci boyutu, devletin din kurallarına göre yapılandırılmamasıdır. Bu, standartlaştırılmış, üniter, parçalı olmayan bir hukuk düzenini gerektirir. Laikliğin ikinci bir boyutu ise devletin bütün dini inançlar karşısında tarafsız, eşit mesafede bulunması, bireylerin din ve inanç anlamındaki özgürlüklerini teminat altına almasıdır. Nitekim Anayasamızda “Cumhuriyetin Nitelikleri” maddesinde de bu husus kayıt altına alınmaktadır. 2 nci maddenin gerekçesinde laikliğin içeriği ve tanımı için şöyle denilmektedir: Hiçbir zaman ‘dinsizlik’ anlamına gelmeyen laiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına geliyor. 

Bu Özellikleriyle laiklik ilkesi cumhuriyetimizin temel ve birleştirici bir niteliğidir. 

Atatürk’ün hayata geçirdiği bu kavram ve ilkeler kanaatimce bugün onun akılcı ve tekamülcü bakışına uygun olarak çağdaş demokrasinin evrensel normlarına göre yorumlanmalı ve sürekli olarak daha ileriye taşınmalıdır. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün millî mücadeleden başlayarak yapmış olduğu doğru tercihler ve bu tercihlerin ifadesi olan kavramlar, üzerinde özenle durulması gereken, milletimiz tarafından da içselleştirilmesi gereken birleştirici kavramlar dır. Bu kavramları toplumsal ihtilaf alanları haline getirmekten hep birlikte, özenle kaçınmamız gerektiğine inanıyorum. Bunun için öncelikle bu kavram ve ilkelerin lafızları kadar ruhlarını da benimseyip korumamız gerekmektedir. 

Anayasamızda da ifade edildiği şekliyle, insan haklarına dayalı, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizin temel nitelikleri arasında bir öncelik sıralamasına gitmek, fikri değerlendirmelerimizi yanlış bir mecraya sürükleyecektir. Şunu unutmayalım ki, cumhuriyetimizin artık kurum ve kurallarıyla, milleti ve fertleriyle demokratik bir olgunluğa erişmiş olduğunu kabul etmemiz, bütün neticeleriyle ortadadır. Cumhuriyetimiz adına bugün sahip olduğumuz en büyük kazanım da bana göre budur. 

Bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum yıl dönümünü kutlarken cumhuriyet imizin kuruluş ideallerine her zamankinden daha yakın olmanın da bahtiyarlığını yaşıyoruz. Zira Türkiye Cumhuriyeti, bugün artık Avrupa Birliğine katılım müzakerelerine başlamış bir ülkedir ve Avrupa Birliği süreci aslında cumhuriyetle birlikte başlamış bir süreçtir. 
Değerli konuklar, bu anlamlı günde, ülkemiz adına iftiharla söyleyebilirim ki, Türkiye bugün muasır medeniyet yolculuğunda demokrasisini hızla geliştirerek, vatandaşlık şuurunu güçlendirerek emin adımlarla ilerlemektedir. 
Anayasamızda “Devletin amaç ve görevleri” arasında gösterilen temel hak ve hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırarak, cumhuriyetine de demokratik değerlerine de bağlı ve güçlü bireyler yetiştirilmektedir. 
Bugünün anlamına ve önemine binaen yapmamız gereken şey hem sahip olduğumuz değerlerin muhasebesini yapmak hem de mutlaka ileriye, daha ileriye doğru bakmaktır. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı bugün bütün dünyada yükselmeye devam etmektedir. Türkiye’nin gelecek perspektifi, zaman kaybetmeden gücünü, 
değerlerini geniş imkan ve kaynaklarını harekete geçirerek gelişme potansiyelini, ilerleme azmini en üst düzeye çıkarmaktır. 

Hedefimiz, cumhuriyetimizin 100 üncü yılında Türkiye’yi her açıdan dünyanın en gelişmiş, en saygın, en güçlü ülkeleri arasına katmaktır. Yani, ilk etapta kişi başına millî gelirin 10 bin dolara ulaştığı bir Türkiye ki hedef olarak 2012 yılı sonunda biz bunu yakalayabiliriz. 
Bunu yakaladığımız andan itibaren Türkiye’yi ve Türk Milletini yakalayabilene aşk olsun!.. İşte bunu başarmak, bana göre, hep birlikte omuz omuza vererek aşmamız gereken bir hedeftir. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği medeniyet perspektifi ve ülkeler manzumesi hepimiz için bağlayıcı ve birleştirici oldukça Türkiye Cumhuriyeti ilerleyişini sürdürecek, milletimiz refah ve özgürlük bakımından dünya ülkeleri arasında hak ettiği yere, eğitimde de sağlıkta da adalette de emniyette de ulaşımda da toplu konutta da ve tarım ve hayvancılıkta da uluslararası diyaloglarda da kavuşacaktır. 

Ben bu inançla sözlerime son veriyor, sizleri bir kez daha saygıyla Selamlıyorum. 

.........

PROF.DR. SAYIN SADIK TURAL’IN AÇIŞ KONUŞMASI., 

Sayın Cumhurbaşkanım, Başbakanım, Genel Kurmay Başkanım, Bakanlar Kurulunun değerli üyeleri, Türk Ordusunun değerli kuvvet komutanları, yüksek yargının değerli başkanları ve üyeleri, ülkemizdeki büyükelçiliklerin temsilcileri, bilim ve sanat dünyasının ışıklı insanları, değerli yöneticilerimiz, değerli konuklarımız; bu özel toplantımızda aramızda bulunduğunuz için sizleri saygılarla ve en iyi dileklerle selamlıyoruz. 

125 yıl önce Zübeyde Hanımdan doğan, Ali Rıza Bey oğlu Mustafa, askerî okullardaki öğrenimden sonra orduya subay olarak katılmasından 
itibaren “Gazi” ve “Müşir” unvanlarını kazanması da dahil, mesleğini hakkıyla yapmış bir paşa; 57 yıllık ömrünün 42 yıllık kısmını daima cephelerde bir kahraman gibi yaşayarak, bir kahramanlık örneği olmuş şahsiyet; 
Çeşitli büyüklükteki birlikleri yöneten “İstiklal benim karakterimdir” diyen ve her türlü düşmanının karşısında metaneti ve sabrıyla mücadelesini cesaretiyle taçlandırmış askerî bir deha; Ülkesinin ve milletinin yanlış ve yetersiz yönetildiğini görünce, Harp Okulundan itibaren çözümler düşünmeyi bir hayat biçimine dönüştürmüş, Amasya Genelgesiyle milleti kurtuluşa çağırmış, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunu tasarlayıp gerçekleştirmiş, Cumhuriyet rejimini ilan edip bu anlayışı köklendirmek için 15 yıl çalışmış, yönetim, eğitim, hukuk alanlarında yaptığı büyük değişim ve dönüşümlerle bir siyasi önder, siyasi örnek; 

Devletin bağımsızlığı, milletin bütünleşmesi açısından oluşması ve oluşturulması gereken kurumları da davranışları da eylemleri de hem tüm dünyaya hem milletine ısrarla anlatmış, anlatmaktan yorulmamış ve bu konuda da başarılı olmuş sivil millî lider; 

Mustafa Kemal Paşa, 1895-1935 yılları arasında dünya haritasının keyfince değiştirme ve yetkisi olduğuna inanan emperyalist devletlere ve emperyalist mantığa karşı kazandığı zafer, emperylist devletlere karşı kazanılmış bu apaçık zafer, daha sonra sayıları 100’ü bulan mazlum toplumların bağımsız devletler kurmasının örneği, öncüsü ve bu anlamda da bir siyasi dehanın dünya ufkunda 
yükselmesi anlamına gelir. 

İnsanların hür doğduğuna, hür yaşaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal Atatürk hem bölge barışı ve hem de dünya barışına yaptığı katkılarla kurulmasını tasarladığı ve gerçekleştirdiği uluslararası paktlar ve birlikler arasında çağın lideri, barışçıllığın dehası; 

Geleneksel tarım ekonomisinin kabuklarını yer yer kıran, yer yer de değiştirmek için hem yepyeni mevzuatlar oluşturmanın çilelerini yaşayan hem de kurumlaştıran, Milleti vahşi kapitalizm veya sınırlayıcı sosyalizmin eline bırakmak yerine öncü ve örnek kurum ve kurumlaşmaları oluşturan insani deha; 

Atatürk Orman Çiftliği ve diğer kamu üretim ve tüketim fabrika ve merkezleri oluşturması, milletimizin kendine güvenerek, işçi değil işyeri sahibi olma inancına kavuşması yönünde hep ileri adımlar atmış olması, millî banka ve millî sigorta sistemleriyle ekonomideki para politikalarının geliştirilmesiyle iktisadi hayatımıza yepyeni bir yol göstermiş olmasıyla da apayrı bir deha; 

Askeri deha, siyasi deha, idari, iktisadi deha olmak itibarıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün uluslararası önder, öncü rolü düşünülünce evrensel boyutunun, kimsenin inkar edemeyeceği evrensel boyutunun doğru kavranması gerektiği apaçık bir gerçekliktir. 

Onun ulusal boyutunun doğru anlaşılması için ise sayıca ve yeterli kalitede çalışmaların artırılması gerektiği gözden uzak tutulamaz. 

20 inci Yüzyılın ilk yarısında, dünyanın gözü önünde siyaset, fikir, idare alanlarında çok etkili ve yetkili olmak üzere sayıları 40’ı bulan liderler vardı. Bu liderler içinde çok olumlu bir şahsiyet olarak 21 inci yüzyılda da eskimeyen, birliğini, büyüklüğünü, örnekliğini daima koruyan, hala Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bunu kıskanıyorlar. Bu güç birtakım insanları üzüyor, onu biliyoruz; 

Atatürk ve dönemi konusunda bilgisizlikten, anlayış kıtlığından, yabancıların propagandalarının etkisini taşıyan düşünce kirliliğinden doğmuş ve doğacak her türlü karşı çıkışların, sesini yükseltmeleri, ne olursa olsun bir kenara bırakılmalıdır. Şöhret olmak veya farklı sayılmak amacından doğan karşıt görüşlülüğü de ciddiye almamak gerekir. 

Türk aydını ve Türk milleti Atatürk’ü çok sevmiştir ve sevmektedir. Bundan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Siz, konuklarımız, bunun bir hafta boyunca örneklendirilmesini göreceksiniz. Onu anlamaya çalışan herkes, onun fikirlerini öğrendiğinde Türkiye’nin bölge barışı ve ülkeler arası ilişkiler açısından ufuk açıcı bir çok cümleler, fikirler bulacaktır. 

Atatürk’ün emperyalizme karşı açtığı millî mücadele bayrağı da kazandığı büyük zafer de kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti de ölümüne kadar oluşturulmasını sağladığı büyük değişim, dönüşüm ve devrimler de benzersiz ve örneksizdir. Bu değişim, dönüşüm ve devrimlerin Fransız İhtilalinde de Sovyet İhtilalinde de benzeri yoktur. 
Atatürk bu konuda bakın ne söylüyor: “Türkiye’yi derece derece mi ilerletmeli ani olarak mı?.. İki sistem var, biri malum, Fransız İhtilalindeki tarz; rejimler değişecek ihtilallere karşı mukabil ihtilaller yapılacak, sağ solu tepeleyecek, sol sağı süpürecek, bir de bakılacak ki bir buçuk asır zaman geçmiş. Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı?..” İşte Atatürk’ümüzün tavır ve düşüncesinin temelinde bulunan güç budur. 

Sayın Cumhurbaşkanım, 2005 yılı 10 Kasım Anma Töreninde Atatürk’ümüzün 125 inci doğum yılı için gerekli etkinliklerin yapılması emrini vermiştiniz, bu toplantımızı da yüksek himayelerinize aldınız. Bunlar için şükranlarımı lütfen kabul buyurun. Bu konuda ulusal bir koordinasyon kurulu oluşturan Sayın Başbakanımıza, bu kurula başkanlık eden Devlet Bakanımız Sayın Atalay’a, bildirisini okumak için buraya gelmeyi çok istiyordu, defalarca telefon etti, mektuplar yazdı, metnini de teslim etti. Ankara’ya geldikten bir gün sonra rahatsızlandı. Şimdi Gazi Üniversitesi hastanesinde tedavi görüyor. 
Kendisine acil şifalar dilediğim, Atatürk’ün sohbetlerine katılmış, hitamına muhatap olmuş, Ordinaryüs Profesör Reşat Kaynar’ın şahsında Atatürk’ün ulusal ve uluslararası boyutlarını alıp değerlendiren yerli ve yabancı bildiri sahiplerine, değerli konuklara saygılar ve minnetlerimi sunuyorum. 

PROF. DR. MEHMET SARAY’IN AÇIŞ KONUŞMASI 

Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başbakanım, Sayın Meclis Başkanım, Sayın Genelkurmay Başkanım, Sayın Bakanlarım, Sayın Komutanlarım, Saygıdeğer Hanımlar, Beyler ve Basınımızın Kıymetli Mensupları; 

Bugün burada, yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin yetiştirdiği en büyük kumandanlardan birinin, bir barış ve demokrasi erbabının ve bilge bir şahsiyetin, yani Atatürkümüzün 125. doğum yılını kutlamak için toplanmış bulunuyoruz. Teşriflerinizden dolayı hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum. 

Yurtdışından ve yurtiçinden gelen Atatürk ve dönemi üzerinde kıymetli araştırmalar yapan ve öğleden sonra başlayacak oturumlarda sunumlarını yapacak olan 80’i aşkın bilim adamı dostlarımıza da hoş geldiniz diyorum. Efendim, ilmi ve sosyal içerikli dopdolu bir programımız var. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. 

Sayın Cumhurbaşkanım ve Sayın Başbakanım, 

Zât-ı Devletlerinizin tensip buyurmaları ile Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığına atanmamın üzerinden bir buçuk yıl geçti. İzin verirseniz, bu bir buçuk yıl içinde yaptığım ve yaptırdığım çalışmalar ile ilgili kısaca bilgi arz etmek istiyorum. Yurt dışında ve yurt içinde bulunan Atatürkümüzle ilgili belgelerin büyük çoğunlunu topladık, geri kalan belgeleri de bu yaz toplamış olacağız. Böylece, hem yabancı ve hem de kendi belgelerimizin ışığında bu büyük insanı bütün güzellikleriyle ortaya koyma ve anlatma imkanına kavuşacağız. 

Bu arada, Atatürkümüzün Nutuk’unu daha önce yapılan Fransızca ve Almanca tercümelerinden sonra İngilizce, Rusça, Farsça ve kardeş cumhuriyetlerin dillerine tercümelerini yaptırdık. Şu anda Arapça, Çince ve Yunanca’ya tercümeleri yapılmaktadır. Japonca, İspanyolca ve İbranice’ye tercümeleri ile bu çalışmalarımız tamamlanmış olacak. İnanıyorum, böylece, Atatürkümüzü bütün dünya yakından tanıyacaktır. Bu vesileyle dost-düşman, herkese, özelikle “Türkler Mustafa Kemal Paşanın fikirleriyle hareket etmekten vazgeçsin” diyen Avrupalı dostlarımıza şunu söylemek istiyoruz: Çanakkale’den Millî Mücadele’ye gösterdiği birinci sınıf askerlik dehasıyla onurumuzu kurtaran Atatürkümüzü, O’nun barışsever, demokrat ve bilge kişiliğini, Türk milleti olarak ne kadar derinden sevdiğimizi ve ebediyete kadar da sevip izinden gideceğimizi görüp bilmelerini istedik. Ayrıca biz biliyoruz ki, bugün bu güzel yurdun özgür semalarında Ezan-ı Muhammediye dinleyip ibadetimizi yapabiliyorsak bu Gazi Mustafa Kemal Atatürkümüze borçluyuz. Yine biliyoruz ki, Osmanlının enkazı üzerine kurulan laik demokrat cumhuriyetle çağdaş bir devlet ve millet haline geldiysek bunu da Atatürkümüze borçluyuz. 

“Atatürk ve Türk Aydınlanması” projesini devreye soktuk. Bu proje çerçevesinde, üniversite bulunan 26 vilayetimizde Valilerimiz, Belediye Başkanlarımız ve Rektörlerimiz ile birlikte, hem millî birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirmek, hem Atatürkümüzü anlatmak, hem de o vilayetlerin millî mücadeleden günümüze kadar kat ettiği ilerlemeyi, bugünkü sosyo-kültürel ve ekonomik problemlerini ve çözüm yollarını bilim adamlarımıza tartıştırdık ve halkımızı bilgilendirmeye çalıştık. Bu proje bütün vilayetlerimiz ve üniversitelerimizde uygulanacaktır. 

Bu arada, AB ile görüşmelerde devletimizin ve hükûmetimizin istifadesi için, demokratikleşme, eğitim ve kadın hakları başta olmak üzere ana konularda, cumhuriyetin kuruluşundan bugünlere, kat ettiği mesafeyi, bugünkü durumunu ve çözüm yollarını ortaya koymak için hazırladığımız projelere, ne yazık ki ne DPT’den ve ne de Maliye’den destek alabildik. 

Bu bilgileri arz ettikten sonra izin verirseniz, birkaç cümle ile de olsa Atatürkümüzün ve Onun şehit arkadaşlarının bu devleti ne şartlar altında kurduklarını hatırlatmak istiyorum. Osmanlı Devleti, Türk milletinin kurduğu devletler içinde en uzun ömürlü olanıdır. 
Gurur duyulacak pek çok yönü olmasına rağmen kötü yönetim ve cehaletten dolayı bu cihan devletini kaybettik. Bilen ile bilmeyen bir olmuyor. Bilen düşmanımız bilmeyen bizleri yendi. Ama düşmanlarımız bizi yenmekle kalmadı, yurdumuzu babalarından miras kalan bir toprak parçası gibi aralarında paylaşmaya kalkıştılar. Maşa gibi kullandıkları Rum’u, Ermeni’yi ve Yunanlıyı üzerimize saldırttılar. 

Bu da yetmiyormuş gibi bizzat kendileri de ülkemizi işgale başladılar. 
Bu amansız düşmanlığa ve saldırıya karşı Türk milleti Atatürk’ün önderliğinde yaşam hakkını kullanarak kendini ve yurdunu müdafaa etti. Yokluk içinde verilen bu onur mücadelesine bugün biz “İstiklal Harbi” diyoruz. 

Atatürk, Osmanlı’nın çöküşünü iyi etüt etmiş, cehaletin ve bilgisizliğin bizlere nelere mal olduğunu görmüştü. Daha harp bitmeden kongrelerini yapan öğretmenlere seslenişinin ve yalvarırcasına konuşmasının nedeni bu cehaleti yenmek içindi. Öğretmenlerden çocuklarımızı ve gençlerimizi mutlaka çok iyi yetiştirmelerini ve milletçe bir daha bu acıları çekmememizi istemiştir. Bilahare onun yaptığı inkılapların, reformların temelinde de cehaleti yenme fikri vardır. Onun içindir ki Cumhuriyeti kurduktan sonra ilköğretimi mecburi tutmuş ve herkesin okumasını istemiştir. Ama Onun aramızdan ayrılmasından sonra, Cumhuriyet Hükûmetleri bu ilköğretim yasasını tam olarak uygulamaktan adım adım uzaklaşmışlardır. Anadolu’nun muhtelif yerleri ile Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde veliler, çocuklarını, özellikle kız çocuklarını okula göndermemeye başladılar. Bu hatalı tutumu görmelerine rağmen, yöneticilerimiz son derece lâkayıt davrandılar. Sonunda bugünkü manzara ortaya çıktı. Nüfusumuzun %54’ü ilkokul mezunu ve 7, 5 milyonuda okuma-yazma bilmeyen bir kitle halinde karşımızda duruyor. “Haydi Kızlar Okula’” kampanyası hoş bir jesttir. 
Biz buzdağının görünen kısmıyla mücadele ediyoruz. Muhterem hanımlar ve beyler, biz okumayı emreden bir dinin mensupları, yasaların okumayı mecbur tuttuğu bir ülkenin insanları olarak nasıl olurda cehaleti yenemeyiz? 

Atatürkümüzün kurduğu bu cumhuriyet kurulduğu günden beri cehalete karşı mücadele etmektedir. Bu cehaleti yenmemizin iki vazgeçilmez şartı vardır: biri iyi öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirmek ve ihtiyaçlarını karşılamak, diğeri ise eğitimle ilgili yasaları tam olarak uygulamak. Lütfen bunu gerçekleştiriniz, efendim. 

Sizlere arz edeceğim ikinci konu da hukukla ilgili. Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yasalar bir erkeğin bir kadınla evlenmesine izin verir. Fakat mecburi eğitim yasalarında olduğu gibi, evlenme yasasının uygulanmasın da da büyük aymazlık ve vurdum duymazlık yaşanmakta ve yasalar açıkça çiğnenmektedir. 

Anadolu’nun bazı kesimleri ile Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bulunan erkeklerimiz çok kadınla, yani iki veya üç kadınla yaşamakta, 10 ve 10’un üzerinde çocuk yapmaktadırlar. Okutulmayan genç kızlar babaları yaşında insanlara mal satılır gibi satılmakta zorla evlilik hayatına sokulmaktadır. İntihar edenlerde bunlar, sokaklara sürülenlerde bunlardır. Böyle bir yaşam tarzının ne İslam’da, ne de hukukta yeri vardır. Peygamber Efendimiz Müslümanlara bir kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir. Yasalar da bunu emretmektedir. 
Bu gerçeğe rağmen nasıl oluyor da bazı insanlar çok kadınla yaşanabiliyor? Durum bu iken, bu ülkede yasalar niçin uygulanmıyor? Yasa uygulayıcılarımız bu duruma nasıl seyirci kalabiliyor? Böyle bir nüfus artışı ‘hem manen ve ahlaken, hem de maddeten ülkemize büyük zarar vermektedir. Çok kadınla yaşayıp çok çocuk yapan insanlar, doğal olarak ne çocuklarını doğru dürüst okutabiliyor, ne de onları hayatlarını kazanabilecekleri bir meslek sahibi yapabiliyor. Büyüyen çocukların bir kısmını PKK alıp gidiyor, bir kısmı da büyük şehirlere gönderilip iş bulmaları isteniyor. Ve bizde bu problemlerle uğraşıyoruz. Dünyada kendi yarattığı problemlerle uğraşan bir ülkenin iyi idare edildiğini söylemek elbette mümkün değildir. Bu problemleri halletmediğimiz sürece Atatürk’ün ruhunu asla şad edemeyiz. 

Sayın Başbakanım, 

İnsaf sahibi herkesin bildiği gibi, bazı konularla birlikte bu konularda, geçmiş dönemlerin ihmali veya başarısızlıkları neticesinde, önünüzde bulunuyor. 
İnanıyorum bu problemi çözeceksiniz. Başlattığınız yol projesini lütfen en kısa zamanda tamamlayınız. Üç akademisyen arkadaşımla başlattığımız bir 
çalışmayı bitirmek üzereyiz. Konu, Cumhuriyet Hükûmetlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Yaptıkları Yatırımlar ve Akıbetleri. 
Bu çalışma esnasında en çok dikkatimizi çeken konuların başında yol sorunu gelmiştir. Zat-ı âlinizin başlattığı yol projesi işin püf noktalarından biridir. 
Lütfen bunu en kısa zamanda tamamlattırın. İş adamlarının ve hükûmetlerin en büyük şikayeti “Biz, buraya yaptığımız fabrikalarda ürettiğimiz malları hangi 
yollardan, hangi limanlara taşıyacağız” idi. İşte bu şikayetleri durduracak plan sizlerin başlattığı yol projesi olacaktır. Lütfen bu ülkenin makus talihini yenin. 
Buna paralel olarak bölgede vakit geçirmeden bir eğitim seferberliği başlatın. Okuma yazma bilmeyen kalmasın. 
Bölgenin insanlarına meslek öğretilsin, üretken hale getirilsin. Lütfen, bu yarayı saralım, efendim. 

Sayın Cumhurbaşkanım, 

Zat-ı devletleriniz bir hukuk âbidesi. Hukuk kurumlarımızın kıymetli mensupları da buradalar. Bendeniz, tarih ilminden sonra en çok hukuk ilmi üzerinde okudum, ve hattâ bir de kitap yazdım. 

İnsanlarımıza hak ve özgürlükler konusunda mutlaka açık bilgi vermemiz gerekiyor. Bilhassa sevgili gençlerimize okul çağında hak ve özgürlükleri ve bunun sınırlarını öğretmeliyiz. Zat-ı devletlerinizle bendeniz arasındaki ortak nokta şu çiçek buketidir. Ben neye inanıyor isem, fikrim ve zikrim ne ise bunun sınırı çiçeklere kadardır. Ben o sınırı aşarsam zat-ı devletlerinizin hak ve özgürlüklerine musallat oluyorum demektir ki, böyle bir hakkım yoktur. Aynısı zat-ı aliniz içinde geçerlidir. Demek ki hak ve özgürlüklerin bir sınırı vardır ve bu sınır bizlerin birbirimizin fikrine, inancına, hak ve özgürlüklerine saygı göstermemizi gerektirir. Yani hak ve özgürlükler sınırsız değildir. 
İşte bu hak ve özgürlükler, hiçbir demokrat toplumda devleti bölmeye, yıkmaya ve terörü desteklemeye kullanılamaz. Bu bilinmediği için Türkiye’mizde her gün suç işlenmekte, millî ve manevi değerlerimiz yıpratılmaktadır. 
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başbakanım, 
saygıder hukukçularım Lütfen bu hukuk kargaşasının önüne geçiniz, efendim. 
En derin Saygılarımla. 

4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder