6 Kasım 2019 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 5

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER,  BÖLÜM 5



TÜRKİYE CUMHURİYET TARİHİNİN BAŞLICA KAYNAKLARINDA ATATÜRK 


Tarihimizin güzel olaylarını anmak kuşkusuz hoş bir alışkanlık. Bu güzel alışkanlıkla Atatürk’ü doğumunun 125. yılında anmak için yıl boyunca sürecek türlü etkinlikler düzenlendi. Ne var ki, bu etkinlikleri gitgide yoğunlaşan Atatürk’ü karalama kampanyalarıyla Atatürkçü olan ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılmış bir Türkiye olmanın burukluğuyla sürdürmekteyiz. Atatürk’ün yaşadığı günlerden uzaklaştıkça onun getirdiği aydınlanmadan uzaklaşmayı, cumhuriyetin laik, ulusal çağdaş değerlerinden sapmalar çoğaldıkça, yakın geçmişimizin kıvanç dolu sayfalarını gözardı etmeyi, o sayfaları yazanların anılarını sarsmayı üst üste yaşayarak kabullendik. Bunun kaygısı Türkiye’nin düşünen ve duyarlı kimselerin bağrına bir karabasan gibi oturdu. Bu ara anma toplantıların sanıldığı kadar işlevsel olmadığı kavrandı. Bu toplantılar gitgide aydınlar için dertleşmek ve çözüm aramak toplantılarına dönüştü. Artık herkes bu toplantılarda 
onun açtığı aydınlık yolda yürüyerek ilerlerken içine düşüverdiğimiz yanılgılara çözüm üretilmesini bekliyor. Bu yanılgıların sürmesine olanak vermeyecek çözümü bulabilmek için, iyi bir gözlemci ve iyi bir eleştirmen olan tarihe sarılarak yakın geçmişimizi öğrenmemiz, Atatürk’ü ve Türk devrimini anlamamız gerekiyor. Her neyi olursa olsun tanımak, öğrenmek anlamaksa Atatürk’ün de yönlendirdiği gibi ilimin yol göstericiliğini benimsemek, akılla, bilimsel düşünebilmekle ilgili bir sorunudur. 

Düşünce, ilkel insanı çağdaş, uygar insana dönüştüren değerdir. İnsan oğlu aydınlığa akılın yol göstermesiyle ulaştığı özgür, bilimsel düşünceyle erişmiştir. Düşünsel özgürlükle insan onuru ile bağdaşan yaşama ve yönetime kavuşmuştur. Aydınlığa erişebilmiş toplumlar ileri, özgür toplumlar olmuş, düşünsel tutsaklıktan kurtulamayanlarsa geri kalmışlardır. Bu tarihsel akışın bilinciyle Atatürk, kurtuluş savaşı ile bağımsızlığını kazanan Türk ulusunun onurlu bir yönetimle ileri ülkeler yanında yer almasını hedeflemiştir. Bu hedefe 
varmak için gerçekleştirdiği Türk Devrimiyle eski ile yeni, doğu ile batı arasında bir köprü kurmuştur. Bu köprüyü kurarken akıldan ve bilimden yararlanmış, doğu toplumlarına özgü inanmayı önde tutma felsefesini bilimi öne alarak değiştirmiştir. İlk kez bir doğu toplumuna yönetsel, düşünsel ve kurumsal çağdaşlaşma getirmiştir. Bu çağdaşlaşmanın önemini ve derinliğini kavrayıp sahip çıkmak için onun tasarımcısı ve uygulayıcısı olan Atatürk’ü iyi tanımak, doğru anlatmak gerekir. Bu nedenle O’nu özellikle yeni kuşaklara öğretebileceğimiz temel kaynakların birkaçına inceleyici bakışla değinmek istiyorum. 

Atatürk’ü tanıyabileceğimiz bellibaşlı birkaç kaynağı ele alırken öncelikle altı çizilmesi gereken, onun kişiliğinin çok yönlülüğüdür. 
Atatürk’ün kişiliğindeki asker nitelik, Türk ulusuna kurtuluş ve bağımsızlık savaşını kazandırmıştır. Demokrasi niteliği, hanedana dayalı teokratik monarşinin yerine eşitliğe dayalı ulusal egemenliği getirmiştir. Özgür düşünen yönü, yönetim, eğitim ve hukuk sistemlerini dinsel kalıplardan düşünce ve vicdan özgürlüğüne dayalı laik sisteme dönüştürmüştür. Hümanist niteliği bugün bile tüm ülkelerin bir gün ulaşabilmeyi hedeflediği yurtta barış dünyada barış ilkesini, devlet adamı yönü de demokratik, laik temellere dayalı Türkiye 
Cumhuriyetini kazandırmıştır. 

Akıl ve bilim çevresinde geliştirdiği saydığım yönleriyle Atatürk’ü en iyi ve doğru olarak yakın tarihimizi yansıtan tarih kitaplarından öğrenebiliriz. Ne var ki derine inmeyen bir araştırma bile karşımıza Atatürk üzerine yazılmış sayısı abartmasız on binlerle söylenen Türk ve yabancı yapıt çıkarıvermekte dir. Bu sayı yeni araştırmacıların yeni katkılarıyla durmaksızın çoğalmaktadır. Bu bile onun 
sadece Türkiye’de değil, dünyada sahip olduğu yerin ufak bir göstergesidir. 
Bu çokluğu gözeterek bu çalışmada, sadece tarih kitapları niteliğinde olan Nutuk’a ve onun Söylev ve Demeçlerini içeren beş ciltlik derleme yayına değineceğim. 
Bunları seçmemin nedeni, bu yapıtlarda okura yansıtılan tarihi yapan ve yazanın aynı kimse, yani Atatürk’ün kendisi olmasıdır. Dolayısıyla, tamamen kendi sözlerinden oluşan bu yapıtların her birinde türlü yönleriyle onun kişiliğinin ve bugün dünyada doğu toplumları için çağdaşlaşma modeli olarak görülen Türk aydınlanmasını ve Türk devrimini gerçekleştiren düşün dünyasının yansımasıdır. Gerek Nutuk’un, gerek derlenen Söylev ve Demeçlerin incelenmesinde görülen kanımca en çarpıcı yön, hiç birinin şahsa odaklı olmayıp her birinde Türk toplumunun yaşatılmış olmasıdır. Eylemlerinde ve söylevlerinde kendini öne çıkarmak gibi bir tutkusu olmayan Atatürk, bu yapıtlarda yansıtılan konuşmalarının hepsinde her adımın toplumla birlikte toplum için atıldığını anlatmış, yaşanan çağdaşlaşmayı Türk toplumuna mal etmiştir. 
Böylece yapıtlar subjektiviteyi aşan toplumsal değer taşımaktadırlar. 

Ele aldığım kitaplar arasında NUTUK, üzerinde en çok konuşulmuş tartışılmış ve yazılmış olanıdır. Atatürk’ün 1927 yılında CHP Kurultayında 6 gün boyunca okuduğu bu başyapıt, Atatürk’ün kendi sözleriyle ulusal yaşamı son bulmuş sayılan büyük bir milletin bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan ulusal ve çağdaş bir devletin nasıl kurulduğunu anlatır. 
303 belge ile desteklenmiş olması, bu yapıtı bilimsel bir kaynak yapmaktadır. Bununla birlikte, sadece Atatürk tarafından anlatıldığı için, yansızlığı da tartışma götürür. 

Gerek belgeli bir tarih kaynağı gerekse kişisel değerlendirme olarak bakıldığında görülen, Nutuk’un onda çok gelişmiş olan sorumluluk duygusunun ürünü olduğudur. Atatürk, Nutuk’ta değindiğim dönem içinde tarihsel gelişmeleri sadece genel gidiş içinde, yani yorum yapmadan iletmekte olduğunu belirtmekte ve amacını “inkılabımızın tetkikatında tarihe medarı suhulet olmak”1 yani tarihe 
yardımcı olmak şeklinde açıklamaktadır. İşte bu saptama, yapıtın büyük bir sorumluluk ürünü olduğunun göstergesidir. Çünkü Nutuk, Kurtuluş Savaşı başarıyla tamamlandıktan, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan, Cumhuriyet duyurulup Halifelik kaldırıldıktan, devrimlerin büyük adımları atıldıktan sonra Atatürk’ün ulusa hesap vermesidir. Bu da Atatürk’ün kişiliğiyle ilgidir. 

Nutuk’la, Demokrasiye inanan bir kimse olan Atatürk, yakın tarihte yaşananları ulusla paylaşmak istemiştir. Bu paylaşmaya ortam olarak resmi bir kimliği 
olan Meclis’i değil de Halk Partisi Kurultayı’nı seçmiş olması da bunun bir göstergesidir. Nutuk’ta olayları tarihsel bir akış içinde anlatan, kumandan, ihtilal lideri, meclis başkanı, devlet başkanı, ve insan Atatürk’tür. Bu anlatımı tarihte yaşananları katı bir nakil olarak bırakmayıp canlandıran, sık sık duygularının etkisi altında kalması, duygularını yansıtması, dolayısıyla, okurun insan Atatürk’le karşılaşmasıdır. 
Bunun önemi şudur ki böylece Nutuk’u okuyan herkes, bu önemli yapıtın bir mucize adam tarafından yansıtıldığı düşüncesinden uzaklaşabilmekte, kendi içinde bir Atatürk bulabilmektedir. Kendi içindeki Atatürk’ün ülküsünü, özgüvenini ve ilkelerini ortaya çıkarma ve sergileme isteğini doğurmaktadır. 
Bu nedenle Nutuk’ta insan Atatürk’ü görmek, önemlidir. 

Atatürk’ün bu yönünü örneklemek istersek, Samsun’a gitmek üzere yola çıktığında Türk ulusunun geleceği için mandalara veya bölgesel kurtuluş yollarına dayanan kurtuluş çözümleri içinde kendi kararının ulusal egemenliğe dayalı kayıtsız koşulsuz bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak olduğunu, ancak, bunu bir “Millî Sır olarak” 2  kendine sakladığını söylemekle karşımıza sırrını dinleyenlerle, okurlarla paylaşan Atatürk çıkmaktadır. Yine aynı cümle içinde her aşamayı kendi sözleriyle adım adım vakti geldiğince uygulamaktan söz ederek, tek adım adamı olduğunu anlatmaktadır. Gerçekten de Atatürk, Türk devriminin hiç bir aşamasında ortam oluşmadan hareket etmemiştir. Bu hem Nutuk’ta hem de Söylev ve Demeçler dizisinde izlenebilmektedir. 

Öte yandan, bu uzun bilanço içinde kimi yerde Atatürk’ün duygusallığının daha da ağır bastığını görmekteyiz. Örneğin, bir bakıma Kurtuluş Savaşı’nın manifestosu sayılabilen Amasya Genelgesi hazırlanırken, bu belgeyi kişiselleştirmek istemeyerek yanında bulunan ve genelgeyi birlikte hazırladığı yakın çevresinin de metni imzalamalarını istemiştir. İmza anının Nutuk’taki yansıması, çevresindekilerin kendinin sahip olduğu “ya istiklal ya ölüm” duygusunu paylaşmadıklarını görerek belki de ilk kırıklığını yaşadığını anlatmaktadır. 

Rauf Bey’in misafir olduğunu öne sürerek genelgeyi ilk sunuşta imzalamaktan kaçındığını hafif sitemle anlattıktan sonra Refet Bey’in bu ihtilal belgesini imzalamamayı yeğlemesinden duyduğu üzüntüyü sözlere dökmüştür. Ancak genelgeyi hiç düşünmeden imzalayan Ali Fuat Paşa’nın açıklamalarından sonra zoraki imzalamasını da “Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine mahsus bir 
işaret vaz’etti. Öyle bir işaret ki, bunu, bu müsveddede bulmak biraz müşküldür” diyerek kırıklıkla karışık kızgınlık duygularını yansıtmaktadır.3 

Benzeri duyguları İstanbul’da 1920 Ocak ayında toplanan Meclis-i Mebusan’a Misak-ı Millî’yi duyurmak üzere Anadolu’dan katılanlardan söz ederken yansıtır. Bu kimseler, İstanbul’da Sivas’ta kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu yerine Felah-ı Vatan Grubu adını kullanmışlardır. Atatürk, Nutuk’ta bundan söz ederken o denli kızgındır ki, hala bu adı sorgulamakta, “Niçin? Evet niçin?! 
Buna bugün cevap isterim” Fellah-ı Vatan Grubu imiş derken sadece fellah-ı sözünü vurgulu olarak söylemekle yetinmeyip, “..bu grubu teşkil etmeyi vicdan borcu, millet borcu bilmek vaziyet ve kabiliyetinde bulunan efendiler imansız idiler… cebin idiler… cahil idiler” diyerek aldatılmışlık duygularını bütün öfkesiyle açığa vurmaktadır.4 

Atatürk’ün bir zamanlama ustası olduğu da Nutuk’ta belirmektedir. Saltanatın kaldırılmasından aylar önce Refet Paşa’nın evinde bu konuyu görüşmek üzere Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey ile bir araya geldiklerinde Rauf Bey’in “Benim babam padişahın nanü nimetiyle yetişmiş. Osmanlı devletinin ricali sırasına geçmiştir. 

Benim kanımda o nimetin zerratı vardır” 5 demesi üzerine ortamın bu işleme hazır olmadığını anlayan Atatürk’ün saltanatın kaldırılmasının gündeme getirilmesini ertelemesi, bu özelliğine önemli bir örnektir. 

Aynı önemi taşıyan zamanlamayı, Teşkilat-ı Esasiya Kanunu’nda yapılan değişiklikte de uygulamıştır: 1921 Anayasası hazırlanırken içeriğine devletin dinine ilişkin bir madde konulmamıştır. Ne var ki, Halifeliğin kaldırılması için nabız yoklamak ve basının desteğini sağlamak üzere 1923 yılı başında çıktığı Batı Anadolu gezisi sırasında İzmit’te gazetecilerle görüştüğünde kendisine yeni hükûmetin dini olacak mı sorusu yöneltilmiştir. Nutuk’ta bu olayı anlatırken “İtiraf edeyim ki bu suale muhatap olmayı hiç de arzu etmiyordum. Sebebi, pek kısa olması lazım gelen cevabın o günkü şeraite göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum” dedikten sonra halifeliğin kaldırılması gibi önemli bir adımın, halk arasında dinsiz bir sisteme gidildiği kanısı uyandırarak engellenmesini önlemek için, zorunlu olarak “Vardır Efendim. İslam dinidir” 6 dediğini açıklamaktadır. 

Nitekim, cumhuriyet duyurulduktan ve halifelik kaldırıldıktan sonra 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na yapılan ekler arasında bu madde vardır. Atatürk, Nutuk okunduğu zaman henüz kaldırılmamış (1928’de kaldırılır) bu maddeyi hiç de içine sindiremediğini “Millet Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzdan bu zevahidi (fazlalıkları) ilk münasip zamanda kaldırmalıdır!” sözleriyle yine duygularını dile getirerek açık etmektedir. 

Demokratik anlayış yerleştirmek isteğine ve gayretine karşın, gerektiğinde bir ihtilal lideri olduğunu, yani iplerin elinde olduğunu hatırlatıvermesi de Atatürk’ün Nutuk’ta karşılaştığımız bir özelliğidir. 1922 Mayısı başında (6 Mayıs) Atatürk’e yasama yürütme yetkileri de veren Başkumandanlık yasasının uzatılması, Meclis’te bu unvanın sadece Padişaha ait olabileceğini öne süren tutucular tarafından ulusal egemenliği sarstığı gerekçesi ile engellenmek istenmişti. 
O da, yetkilerinin sürdürülmesi gerektiği açıklamasını yaptıktan sonra “Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. 

Binaenaleyh, bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım” 7 diyerek bu yetkileri bırakmamanın da elinde olduğunu hatırlatıvermiştir. 
Bu yönde bir başka çarpıcı örnek de saltanatın kaldırılması önerisi Meclise sunulmak üzere üçlü komisyonda görüşülürken hocalar grubunun olumsuz tavrına karşılık “Mevzubahis olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. 

Mesele, zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulsü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” 8 demesi, böylece, bir ihtilal lideri olduğunu, yani gerçek gücünü hatırlatmasıdır. 

Nutuk’un Gençliğe Hitabe ile bitmesi, Atatürk’ün gençliğe, bir başka deyimle geleceğe verdiği önem ve beslediği güveni yansıtması, ayrıca, günümüzde iyice anlaşıldığı gibi, uzak görüşlülüğünü ifade etmesi bakımından çok anlamlıdır. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder