SİVİL GÖZETİM VE DENETİM ALANINDA ATILAN ADIMLAR
Önceki kısımlarda da belirtildiği üzere, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, sivil ve demokratik gözetim ve denetimin yerini dönem dönem askeri, bürokratik ve/veya yargısal gözetim ve denetimin almış olmasıdır. 1961 ve 1982 Anayasaları’ndan güç alan bu anti-demokratik uygulamalar, yakın tarihimizin başlıca tartışma konularını oluşturmuştur. 1950’lerle birlikte demokratik siyasal hayata geçilmesine rağmen devletçi reflekslerin, halk tarafından seçilmeyen, geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden yürümesi; Bakanlar Kurulu’ndan çok daha etkin olduğu düşünülen MGK toplantıları; atanmış-seçilmiş tartışmaları; yerindelik denetimini de içeren tartışmalı yargı müdahaleleri; toplumsal destek ve karşılık bulmayan Anayasa Mahkemesi kararları bu konuların başında gelmektedir.
Bununla birlikte Türkiye, son yıllarda bir taraftan bölgesinde anayasal bir hukuk devleti olarak öne çıkarken, diğer taraftan devlet merkezli gözetim ve denetim anlayışı, mevcut pozisyonunu koruma çabasını sürdürmüştür. Türkiye’nin bir kısım özel şartlarını, evrensel standartlarda bir hukuk devletinin gerçekleştirilmesine engel olarak gören/göstermeye çalışan kökleşmiş vesayetçi zihniyete rağmen, sivil gözetim ve denetim alanında gerçekleştirilen bir dizi önemli reformla demokrasi açığının giderilmesi yolunda oldukça önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
Bu kapsamda; MGK Genel Sekreteri’nin asker olması şartı kaldırılarak sivil olmasının yolu açılmıştır. Askeri yargının yetki alanı daraltılmıştır.
Valilerin daveti olmaksızın, şehirlerde meydana gelen toplumsal olaylara müdahale edilebilmesinin önünü açan EMASYA Protokolü kaldırılmıştır. YÖK, RTÜK, Haberleşme Yüksek Kurulu gibi bazı kamu kurum ve kuruluşlarındaki askeri üye uygulamasına son verilmiştir. Ülkedeki vesayet sistemini zayıflatmak ve milli iradeyi güçlendirmek amacıyla Cumhurbaşkanının halkın oyuyla seçilmesinin önü açılmıştır. Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır.12 Eylül darbecilerine ilişkin yargılama başlatılmıştır.
Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:
Cumhurbaşkanı’nın Halk Tarafından Seçilmesi
2002-2012 döneminde demokratikleşme ve hukuk devleti standardının yükseltilmesi ile ilgili en önemli reformların başında, 2007 yılındaki referandum la kabul edilen “cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması” gelmektedir.
Parlamenter rejimin benimsendiği 1961 ve 1982 Anayasalarında hakim anlayışı yansıtan bürokratik vesayetçi modelin bir sonucu olarak Cumhurbaşkanlığı
makamı özel bir konuma sahip kılınmıştır. Parlamenter sistemde sembolik sayılabilecek yetkilere sahip temsili bir makam olan Cumhurbaşkanlığı makamının aksine geniş yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanlığı makamı oluşturulmuştur. Özellikle yürütmedeki güçlü yetkileri, bürokrasideki atamalarda etkili konumu ve yargının oluşumundaki belirleyici rolü nedeniyle Cumhur başkanı, siyasi sistem içerisinde güçlü ve önemli bir aktör haline gelmiştir. 1961 ve 1982 Anayasaları’nın vesayetçi mekanizmaları doğrultusunda Cumhur başkanlığı makamının yetkileri artırılmış; bu yetkiler, hemen hemen tüm üst düzey bürokratların, yüksek yargı üyelerinin ve üniversite rektörlerinin “üçlü kararname” ile ya da doğrudan doğruya atanması, meclis kararlarının veto edilebilmesi gibi oldukça geniş bir yelpazeye yayılmıştır.
Öte yandan, söz konusu devasa yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanının seçiminde halkın doğrudan söz sahibi olamaması, bu makamın halka hesap verebilirliğini engellemiştir. Bunun yanı sıra halkın seçtiği siyasal iktidarların yetkilerinin Cumhurbaşkanlığı makamı lehinde daraltılmasıyla milletin üstünde bir vesayet kuşatması oluşturulmuştur. Bu derece güçlü yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanının “yetki ve sorumluluğun paralelliği” ilkesinin aksine herhangi bir sorumluluğunun bulunmaması, parlamenter sistemin doğasıyla
bağdaşmayan diğer bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşanan tecrübeler, Cumhurbaşkanlığı makamının vesayet sisteminin koruyucusu ve kollayıcısı ve vesayetçi anlayışın sisteme hakim olabilmesinin
bir teminatı şeklinde görüldüğünü göstermektedir. Nitekim 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecin de yaşananlar ve Anayasa Mahkemesi’nin
vesayetçi bir anlayış doğrultusunda vermiş olduğu karar, Cumhurbaşkanlığı makamının sistem içerisindeki rolünü ve etkisini ortaya koymuştur.
2007 değişikliği ile siyasi sistem içinde önemli ve belirleyici bir yere sahip bu güçlü aktörün artık halk tarafından seçilmesi esası getirilmiştir.
< 2007 değişikliği ile siyasi sistem içinde önemli ve belirleyici bir yere sahip bu güçlü aktörün artık halk tarafından seçilmesi esası getirilmiştir. Cumhurbaşkanının artık halk tarafından seçilecek olmasının, oluşturulan “ Oligarşik Vesayet ” in en güçlü manevra alanının ortadan kaldırılmasıaçısından taşıdığı önem ortadadır. >
Cumhurbaşkanının artık halk tarafından seçilecek olmasının, oluşturulan “oligarşik vesayet”in en güçlü manevra alanının ortadan kaldırılması açısından
taşıdığı önem ortadadır. Bu sayede halka yönelik vesayet kuşatması kırılmış ve egemenliğin asıl sahibi konumundaki millet unsuru dikkate alınmaksızın
oluşturulan hükmedici devlet anlayışına son verilerek Türkiye’nin 1950’lerde başlayan, ancak yarım kalan demokratikleşme sürecine önemli katkı sağlanmıştır.
MGK Genel Sekreterinin Sivil Olmasının Önünün Açılması
Kamuoyunda, sivil yönetim üzerinde bir vesayet kurumu olarak algılanan MGK’nın sivilleşmesi, ülkemizde sivilleşme ve demokratikleşme
açısından çok kritik bir önem taşımaktaydı.
Bu kapsamda 2003 yılı içerisinde çıkarılan Yedinci AB Uyum Paketi’nde, MGK Genel Sekreterliği ile ilgili hususları da kapsayan değişiklikler yapılmıştır. Esasen bu değişiklik çerçevesinde 2001 Anayasa değişikliği ile MGK’da yapılan düzenlemelerin anayasaya uyumlaştırılması sağlanmıştır. Bununla birlikte Anayasada açık bir hüküm bulunmamasına rağmen yapılan değişiklikle artık MGK Genel Sekreteri’nin asker olması şartı kaldırılarak sivil olmasının yolu açılmıştır.
MGK Genel Sekreteri’nin sivil kişiler arasından atanabilmesi imkanının sağlanması sivilleşme açısından önemli bir adımdır. Böylece MGK, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi, hükümetin milli güvenlik politikalarındaki danışma organı halini almıştır. Nitekim yeni duruma göre MGK Genel Sekreteri’nin, Başbakan’ın teklifi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanması esası getirilmiştir. Ayrıca aynı uyum paketinde Kurul’un her ay toplanması yerine iki ayda bir toplanması öngörülmüştür.
Bu değişikliklerin bir yansıması olarak MGK’daki oturma düzeni de değiştirilmiştir. Asker ve sivil üyelerin masanın farklı taraflarında karşılıklı
olarak oturmaları esasına dayanan ve kamuoyunda “asker kanat” ve “sivil kanat” şeklinde karşıtlık algılamasına yol açabilecek eski düzen
terk edilerek yanyana ve karışık oturma düzenine geçilmiştir.
Askeri Yargının Yetki Alanının Daraltılması
Türkiye’de askeri yargı düzeni, anayasaların darbe sonrası dönemlerde hazırlanmış olmasının bir ürünüdür. Bu nedenle askeri yargı düzenlerin de, bir yandan sivil kişilerin yargılanması öngörülmüş, öte yandan asker kişilerin askerlik görevi ile doğrudan ilgili olmayan suçlardan dolayı yargılanmaları da askeri mahkemelerin görev ve yetkisine verilmiştir.
Demokratik hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan ikili yargı düzeninin değiştirilmesine yönelik iki olumlu adım atılmıştır. İlk olarak, 4963 sayılı Kanun ile Askeri Ceza Kanunu’nun sivil şahıslara uygulanma alanı daraltılmıştır. İkinci olarak, asker kişilerin işlemiş oldukları suçlardan özellikle darbe girişimi ya da darbe suçlarının doğrudan sivil mahkemelerde yargılanması esası getirilmiştir. Ancak söz konusu yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’nın 145. maddesi gerekçe gösterilerek iptal edilmesi üzerine
bu konu 2010 Anayasa değişikliği ile anayasal düzeyde ele alınmıştır. Askeri yargı ile ilgili olarak yapılan bu son değişiklikle, asker kişilerin anayasal düzeni değiştirme veya darbe suçlarının açıkça sivil mahkemelerde yargılanması sağlanmıştır.
EMASYA Protokolü’nün Kaldırılması
Bilindiği gibi ülke içinde güvenlik hizmetlerinin sağlanması, İçişleri Bakanlığı’na bağlı kolluk güçlerinin sorumluluğu altındadır. Bu bakımdan, kolluk güçleri illerde vali ve kaymakamların gözetim ve denetimi altında hiyerarşik bir düzen içinde görev yaparlar. Buna karşılık, dünyanın her yerinde askeri kuvvetler, ülke savunmasını ve dış güvenliği sağlamakla yükümlüdürler. Mevzuatımızda iç güvenliğin sağlanması bakımından askeri birliklerin toplumsal olaylara müdahale yetkisi oldukça sınırlı tutulmuş ve valinin talep etmesi şartına bağlanmıştır. Ancak 28 Şubat Sürecinde sistem içinde askeri vesayetin etkisinin artmasıyla birlikte, Anayasa ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa aykırılık taşıyan bir protokol (EMASYA) aracılığıyla valilerin daveti olmaksızın, şehirlerde meydana gelen toplumsal olaylara müdahale edilebilmesinin önü açılmıştı.
“ Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ” ifadelerinin kısaltılmışı olan EMASYA, İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında 7 Temmuz 1997’de imzalanan Protokol’ün adıdır. EMASYA Protokolü bağlamında Valilik, İl İdaresi Kanunu’ndaki talep yetkisini kullanmasa da, askeri yetkililer kendileri gerekli gördükleri durumlarda, toplumsal olaylara müdahale etme yetkisi kullanabilmekteydi. Protokol’ün on üç yıllık uygulamasında askeri yetkililerin toplumsal olaylara müdahalesi yoğun biçimde eleştirilere neden olmuştur. Bunun sonucu olarak EMASYA Protokolü, 4/2/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan ortak protokol ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki Askeri Üye Uygulamasına Son Verilmesi
12 Eylül askeri darbesinin bir sonucu olarak askeri konularla ilgisi olup olmadığına bakılmaksızın birçok kurumda asker temsilciye yer verilmişti. Bu uygulama birçok kamu hizmetinin yürütülmesini güçleştirmekte; bir bütün olarak toplumsal ve siyasal hayatın, askeri vesayetin gözetimi ve denetimi altında olduğu izlenimini uyandırmaktaydı. Bu bağlamda son on yılda yapılan değişikliklerle bu kurumların pek çoğunda asker üyenin yer alması uygulamasına son verilmiştir. Bu kapsamda; Yükseköğretim Kurulu’na Genelkurmay
Başkanlığı’nca üye seçilmesine ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na MGK Genel Sekreterliği’nce aday gösterilmesine ilişkin hükümler yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca MGK Genel Sekreteri’nin Haberleşme Yüksek Kurulu üyeliğine de son verilmiştir.
Yüksek Askeri Şura Kararlarına Karşı Yargı Yolunun Açılması
Hukuk devletinde idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi tutulması, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının önemli araçlarından biri olarak kabul edilir. Buna karşılık 1982 Anayasası, Yüksek Askeri Şura’yı askerlerin terfisinde ve tüm özlük konularında yetkili kılmış ve YAŞ kararlarına karşı yargı denetimi yolunu kapatmıştı.
Özellikle vesayetin etkili olduğu dönemlerde pek çok subay ve astsubay, kendilerini savunmalarına bile izin verilmeden, dosya üzerinden yapılan
işlemlerle, YAŞ kararları ile ordudan çıkarılmış ve bu alanda çok sayıda mağduriyete sebebiyet verilmişti.
< YAŞ kararları geçmişte bir bütün olarak yargı denetimi dışında iken, 2010 Anayasa değişikliği çerçevesinde, Yüksek Askeri Şura’nın terfi işlemleri ilekadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. >
Bu durum ulusal ve uluslararası alanda ciddi eleştiri konusu yapılmaktaydı. YAŞ kararları geçmişte bir bütün olarak yargı denetimi dışında iken, 2010 Anayasa
değişikliği çerçevesinde, Yüksek Askeri Şura’nın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı
yolu açılmıştır. YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç edilenler açısından etkili başvuru hakkı teminat altına alınmış; böylelikle hukuk devleti önündeki
önemli bir engel daha ortadan kaldırılmıştır.
12 Eylül Darbecilerini Yargılama Yolunun Açılması
2010 Anayasa değişikliği ile 1982 Anayasası’nın Geçici 15. maddesi kaldırılmıştır. Kaldırılan hüküm, 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanmasına engel teşkil etmekteydi. Bu maddenin benzeri bir hüküm, 1961 Anayasasının Geçici 4. maddesinde 27 Mayıs 1960 askeri darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi üyeleri için de mevcuttu. Bu adımın bir sonucu olarak Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden hayatta olanlar hakkında soruşturma ve yargılama süreçlerinin başlatılması mümkün olmuştur. 1980 askeri darbesinden otuz yıl sonra Geçici 15. maddenin kaldırılması sembolik açıdan da oldukça önemli bir adımdır. Bu adımla demokratik hukuk
düzenini ortadan kaldıran veya kaldırmayı amaçlayan müdahalelerin karşılıksız kalmayacağı, bu girişimlerin er ya da geç yargı konusu olacağı
mesajı kuvvetli bir biçimde verilmiş olmaktadır.
TBMM Bünyesinde Araştırma Komisyonları’nın Kurulması
Halkın seçilmiş, meşru temsilcilerini işbaşından uzaklaştıran darbeler, aynı zamanda hukuk düzenini de büyük ölçüde tahrip ettikleri için çok sayıda hak ihlaline yol açmışlardır. Bu kapsamda Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri, geçmişte yapılan darbelerle yüzleşilmemesi ve insan hakları ihlallerinin üzerine gidilmemesi olmuştur.
Bu yüzden hem demokrasi kültürünün gelişmesi engellenmiş hem de devlet ile vatandaş arasındaki mesafe giderek açılmıştır. Dünyada askeri yönetimler sonrası demokratikleşme sürecinden geçen ülkelerin tamamı darbe döneminde yaşanan uygulamalarla yüzleşmiş ve bu dönemlerde yapılan hataların onarılması için çaba harcamışlardır.
Buna karşılık Türkiye’de uzunca bir süre geçmişteki bu karanlık sayfalar görmezden gelinmiştir.
2012 yılı içerisinde TBMM bünyesinde “Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Tüm Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” kurulmuştur. İlgili komisyonda, TBMM’deki tüm siyasal partilerin temsil edilmesi sağlanmış ve kamuoyunun yakından tanıdığı birçok isim dinlenmiştir.
Yine 2012 yılı içerisinde TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde “Dersim Alt Komisyonu” kurulmuştur. Söz konusu alt komisyon, devlet arşivlerinde yoğun çalışmalar gerçekleştirmiş ve 1930’lu yıllarda gerçekleşen Dersim Olayları ile ilgili bilgi ve belgeleri derlemiştir. Kamuoyunda önemle takip edilen komisyon çalışmaları kapsamında Dersim’de yaşanan olayların mağdurları da dinlenmiştir.
Ayrıca özellikle sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde terörle mücadelede karşılaşılan sorunları araştırmak amacıyla 13 Ekim 2011 tarihinde TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde “Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesi Alt Komisyonu” kurulmuştur. Söz konusu Komisyon’un çalışmaları, konunun TBMM çatısı altında ve tüm boyutlarıyla incelenmesi ve tüm taraflara görüşlerini ortaya koyabilme fırsatı vermesi bakımından önemli bir ilerleme olarak kayda geçmiştir.
Kurulan bu komisyonlar, devletin, yanlışlıkların üzerini örtmeme ve kendisiyle yüzleşme iradesinin bir yansıması olarak görülebilir.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder