İNSANİ MÜDAHALENİN MEŞRULUĞU SORUNU ve Yeni Bir Meşruiyet Arayışı BÖLÜM 2
IV. İNSANİ MÜDAHALE ÖRNEKLERİ VE MEŞRUİYET SORUNU
İnsani müdahalenin kökleri Ortaçağ’daki haklı savaş anlayışına kadar götürülebilmekle beraber; insani müdahale örneklerinin ortaya çıktığı ve tartışıldığı dönem Soğuk Savaş sonrası dönemdir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1991 Irak, 1992 Somali, 1994 Ruanda ve NATO’nun 1999 Kosova müdahalesi son zamanların insani müdahale
örnekleri olarak verilebilir.
Söz konusu olan bu müdahale şekli oldukça yeni olmakla beraber, ilk olarak 1991’de Irak güçleri Kuveyt topraklarından çıkarıldıktan sonra; Irak ordusundan
kaçan 600000 Kürdün, Kuzey Irak’a ve Türkiye sınırına doğru kaçması üzerine ortaya çıkmıştır. Saddam yönetiminin Körfez Savaşı sonrasında, başkaldıran
azınlıklara karşı gerçekleştirmiş olduğu şiddet ve mezalim karşısında, uluslararası toplumun tarihinde ilk kez insancıl gerekçeler öne sürülerek bir devlete karşı müdahale kararı alınmıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Nisan 1991 tarihinde almış olduğu 688 sayılı karara binaen ABD, Fransa ve İngiltere öncülüğünde Irak’a müdahalede bulunulmuş, Huzur Harekâtı isimli müdahale çerçevesinde Irak’ın kuzeyinde “güvenli bölge” tesis edilmiştir. Her ne kadar bu müdahale, bölgede yaşanan insan hakkı ihlallerini frenleme konusunda belli bir başarıya ulaşmış olsa da; 688 sayılı kararın meşruiyeti yoğun tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Zira kararda açık bir biçimde kuvvet kullanımına cevaz verilmemiş olması, sadece üye devletlerin ve insani kuruluşların “insani yardım çabalarına katılmaya davet edilmiş olması” operasyonun hukuki dayanaklarının sorgulanmasına yol açmıştır. Öte yandan, siyasi birtakım gerekçelere de dayanarak müdahalede bulunan Batılı güçlerin, “tutarlılık” ilkesine aykırı şekilde, Kürt azınlığa karşı gösterdikleri korumacı yaklaşımı, güneydeki Şii halkına karşı yeterince göstermemiş olmaları soru işaretlerini güçlendirmektedir (Bozkurt,1996:35-38).
İnsani müdahale konusunda ikinci örnek; 1991-1992 Somali İç Savaşı ve akabinde gerçekleştirilen uluslararası müdahaledir. Somali, 1991’de aşiretler arasında başlayan çatışmalar sonucu derin bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin, 24 Nisan 1992 tarihli ve 751 sayılı kararıyla, acil yardım
dağıtmak amacıyla UNOSOM (United Nations Association Of Somalia) adlı bir grup oluşturularak Somali’ye gönderilmiştir. Ancak, insani yardımların dağıtımı
isyancılar tarafından engellenmiştir. Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi, 794 sayılı kararı almıştır. Kararda Somali’deki durumun “dünya barışına bir tehdit”
oluşturduğuna işaret edilmiş, üye devletler Somali’de insancıl yardım operasyonlarının güvenliğini sağlamak amacıyla “gerekli bütün tedbirleri” almak üzere yetkilendirilmiştir. 794 sayılı karar uyarınca, ABD öncülüğünde ve 30 ayrı ülkenin katkılarıyla oluşturulan, Birleşik Eylem Gücü (UNİTAF-İnified Task Force) Somali’ye sevk edilmiştir. Her ne kadar BM Güvenlik Konseyi tarihinde ilk defa insancıl nedenlerle kuvvet kullanımına izin veren bir karara imza atmış olsa da; başta ABD olmak üzere Batılı güçler, Somali’nin uluslararası politika arenasındaki stratejik önemini paralel olarak, müdahaleye gerek maddi gerekse manevi desteğini sunmakta yetersiz kalmışlardır. Somali’deki savaşa yönelik bu ilgisizlik ilerleyen zamanlarda müdahalenin başarısızlıkla sonuçlanmasına katkı sağlamış; uluslararası toplumun bu travmayı atlatamaması birkaç yıl sonra cereyan eden Ruanda krizinin iyi yönetilememesine neden olmuştur (Jakobsen,2002:160-161).
Ruanda’da, 6 Nisan 1994’ten sonra devlet düzeninin bozularak Hutular ile Tutsiler arasında iç savaşın çıkması yaklaşık olarak 800000 insanın katledilmesine ve yüz binlerce insanın yerinden edilmesine yol açmıştır. Durumun bu şekilde olduğu bilinilmesine rağmen, BM ve bölgeye özel ilgisi bulunan Fransa uzun süre, durumu önleyici bir müdahalede bulunmamıştır. Sonunda BM Güvenlik Konseyi 929 sayılı kararla, Fransa’nın idaresi altında çok uluslu bir savaş gücünün (UNAMİR-United Nations Assistance Mission For Rwanda) bölgedeki koruma alanının güvenliğini sağlamak üzere yetkilendirilmesine karar vermiştir.
Ağustos 1994’te Fransız güçlerinin çekilmesiyle operasyon sona erdirilmiş ve UNAMİR kendi koruma görevini sürdürmeye devam etmiştir
(Rwanda: The Preventable Genocide İnternational Panel Of Eminent Personalities, Chapter:14-15).
Somali krizi ile yüzleşme konusunda başarısızlığa uğrayan Batılı güçlerin zamanında harekete geçmemeleri nedeniyle derinleşen Ruanda katliamı, 20.
yüzyılın en büyük katliamları arasında sayılmaktadır. Büyük güçlerin Irak’a gösterdikleri duyarlılığı Somali ve Ruanda’ya göstermemeleri, uluslararası camiada insani müdahalenin amaçları konusunda derin şüphelerin oluşmasına yol açmıştır.
İnsani müdahale konusunda en çok tartışılan konulardan birisi de; 1995 Srebrenitsa katliamıdır. 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı sırasında, BM Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmesi ve 400 kişilik Hollanda barış gücünü güvenliği sağlamak üzere görevlendirmesine rağmen; 8300’den fazla Boşnak Sırplar tarafından Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde öldürülmüştür. Yaşanan katliam BM’nin silah ambargosu kararı almaması, güvenli bölge ilen ettiği Srebrenitsa’yı koruyamaması ve zamanında insani müdahale gerektiren bir durumun olduğu kararını verememesinin bir sonucudur. Srebrenitsa felaketi, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük katliam olarak nitelendirilmektedir. “Uluslararası Ceza Mahkemesi” 2004 yılında verdiği kararla, 1995 katliamının “soykırım” ve “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kategorisinde olduğu açıklamıştır (Öztürk,2011:26).
Bu dönemin en çarpıcı insani müdahale örneklerinden birini de 1999 Kosova Müdahalesi oluşturmaktadır. Mart 1999’da Sırpların Kosova’da yaşayan
Arnavutlara yaptıkları saldırıları ve etnik temizleme girişimlerini sonlandırmak amacıyla NATO ilk kez, BM güvenlik Konseyi’nin onayını almaksızın ABD
önderliğinde Kosova’ya müdahalede bulunmuştur. Güvenlik Konseyi’nin onayının alınmamasının arkasında, veto tehdidinden arınmış bir müdahale
gerçekleştirme arzusu yatmaktadır2.
NATO’nun Kosova müdahalesinin salt insancıl amaçlarla, Srebrenitsa’da yaşanan trajedinin bir daha yaşanmaması için gerçekleştirildiği iddia edilebilir.
Ancak söz konusu uluslararası hukuk olunca, müdahale yoğun tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Müdahalenin yasal olmadığını iddia edenler,
BM Antlaşması’nın “kuvvet kullanma yasağı”, “devletlerin eşit egemenliği ilkesi” ve “içişlerine karışma yasağı” ilkelerinin ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.
Bu döneme ilişkin bir diğer müdahale, 11 Eylül 2011 terör saldırısı sonrası, ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği tartışmalı Irak işgalidir. ABD yönetimine
göre; BM Antlaşması’nın 51. maddesi, silahlı saldırı karşısında devletlere bizzat kendisi veya diğer devletlerle meşru savunma hakkı tanımaktadır. Irak’ta olası
kitle imha silahlarının varlığı, böyle bir saldırıyı beklemeden önleyici müdahalede bulunmayı haklı kılmaktadır. ABD yönetimi, müdahaleyi terörist bir devletle
mücadele ve kitle imha silahlarını aramak olarak gerekçelendirse de; en baştan itibaren Irak’a demokrasinin getirileceği, ülkede hukukun yeniden tesis
edileceği, ülkeye gıda ve tıbbi yardımların sağlanacağı, refah ve özgürlük içinde yaşayan yeni bir Irak inşa edileceği, çatışma, işkence ve tecavüzlerin son
bulacağı ve Irak halkının hak ve özgürlüklerine kavuşturulacağı gibi insani gerekçeleri de öne sürmüştür. Var olduğu iddia edilen kitle imha silahları bir türlü bulunamayınca, ABD’nin tek dayanağı bu insani gerekçeler olmuştur (Heinze,2006:22-24).
Müdahale sonrası Irak’ta kitle imha silahlarının varlığının kanıtlanamamış olması, ABD’nin bölgedeki çıkarları ile ilgili tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Müdahale insancıl açıdan incelendiğinde ise; öne sürülen insani gerekçelerin gerçekleşmediği görülmektedir. Aksine; ABD askerlerinin bulunduğu yerler bizzat şiddet ve işkence merkezleri haline gelmiştir. Ülke müdahale sonrası derin bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. Her gün insan ölümlerinin yaşandığı ülke, bölgenin en kırılgan ülkesi konumundadır.
V. YENİ BİR MEŞRUİYET ARAYIŞI OLARAK KORUMA SORUMLULUĞU YAKLAŞIMI
Meşruiyeti ve hukukiliği tartışmalı olan insani müdahale kavramının kan kaybı, benzer olaylarda farklı tutumlar izlenmesi ve uygulamada doğan sorunlar
ile hızla derinleşmiştir. İnsani müdahale alanındaki ikilem, 11 Eylül 2001’deki terörist saldırılardan sonra daha da derinleşmiştir. ABD’nin terörle mücadele
amacını gerekçe göstererek; saldırgan politikalar izlemeye başlaması sonrasında kavram iyice yıpranmıştır. Güçlü devletlerin çıkarlarına hizmet etmesi,
müdahale yasağının ihlali ve benzer durumlarda farklı kararlar verilmesi insani müdahale doktrinini tartışmalı hâle getirmiştir (Telli,2012:207).
1990’lı yıllarda, Somali ve Ruanda’daki katliamlar karşısında BM mekanizmasının harekete geçmekte yetersiz kalışı ve büyük devletlerin sorumluluk almakta
isteksiz davranmaları, 1999’da ise, Rusya ve Çin’in veto tehdidi nedeniyle, Güvenlik Konseyi yetkilendirmesi olmaksızın Kosova’ya müdahalede bulunul ması, BM’nin insani müdahale konusunu yeniden ele almasına neden olmuştur. Bu amaçla BM “Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu” nu (International Commission on Intervention and State Sovereignty - ICISS) kurmuştur. Bu Komisyon “koruma sorumluluğu” adlı bir rapor hazırlamış ve rapor 2001’de yayımlanmıştır. Koruma Sorumluluğu yaklaşımının temeli, egemenliğin devletlere vatandaşlarını koruma sorumluluğu yüklediğini öne süren “sorumluluk olarak egemenlik yaklaşımı”dır (Wheeler,2004:37).
İnsani müdahale adı altında başlayan uygulamalar, “koruma sorumluluğu yaklaşımı” ile 21. yüzyılda yeni bir şekil almıştır. Yeni yüzyılla birlikte insani
müdahale uygulamalarının kötü şöhreti sonucu insani müdahale kavramı buhar olurken; yerini alan koruma sorumluluğu anlayışının benimsenmesi için hukuki
ve teorik çerçevenin oluşturulmasına ağırlık verilmiştir. Yıpranan insani müdahale doktrinin yerini, koruma sorumluluğu doktrini ile birlikte egemenliğin sadece hak değil; aynı zamanda sorumluluk olduğu anlayışı almıştır. Koruma sorumluluğu yaklaşımı BM öncülüğünde insani müdahale kavramına yeni bir meşruiyet arayışı olarak ifade edilebilir (Western&Goldstein,2011:48-49).
Koruma Sorumluluğu raporunda “sorumluluk olarak egemenlik” yaklaşımı çerçevesinde üç tür sorumluluktan bahsedilmiştir.
Bunlar:
-Önleyici Sorumluluk (İçsel Sorumluluk)
-Harekete Geçme Sorumluluğu (Dışsal Sorumluluk)
-Barışı Yeniden İnşa Etme Sorumluğu’dur (ICISS,The Responsibility To Protect:XI).
“Önleyici sorumluluk” devletin kendi vatandaşlarının haklarını koruması ile ilgilidir. İlgili devlet bu sorumluluğu yerine getirmiyorsa, uluslararası camianın
ikincil sorumluluğu devreye girmektedir. Bu aşama uluslararası yargılamayı ve aşırı durumlar için askeri müdahaleyi öngörmektedir
(ICISS, The Responsibility To Protect:17).
Koruma Sorumluluğu raporu, insani müdahaleyi sorunların birincil çözümüolarak görmemektedir. Rapor, öncelikle müdahale yasağını dile getirmektedir.
Aslında müdahale yasağı, devlete içişlerini kendi çözmesi ve dünya barışı açısından uyuşmazlıklardan kaçınma konusunda yapılan bir çağrıdır. İnsani müdahale, ilgili devletin bu çağrıyı dikkate almaması veya bu çağrıya cevap vermede başarısız olması durumunda gündeme gelmektedir (Wheeler,2004:45).
Raporda kabul gören yaklaşım, insani müdahale eşiğinin, gerçekleşmekte olan veya gerçekleşmesinden endişe edilen soykırım, etnik temizlik veya benzeri
ağır insan hakkı ihlalleri durumunda aşılmış olacağı ve ancak böyle durumlarda askeri müdahalenin meşru görülebileceği şeklindedir (ICISS, The Responsibility
To Protect:31). Hangi organın askeri önlemlerin alınması için yetkilendirileceği hususunda, Koruma Sorumluluğu raporu BM Antlaşması’nın 25, 39 ve 42.
maddelerine atıf yapmaktadır. BM Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli askeri önlemleri karara bağlama yetkisine sahiptir (Arsava,2011:9).
Koruma Sorumluluğu raporu, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında Güvenlik Konseyi’ni öncelikli sorumlu kabul etmekle beraber, uluslararası barış
ve güvenliğin korunmasında yegâne sorumlu olarak kabul etmemektedir. BM Antlaşması’nın 10, 11 ve 12. maddelerine göre, BM Genel Kurulu da Güvenlik
Konseyi konuyu ele almadığı nispette, aynı sorumluluğa sahiptir. Her ne kadar Koruma Sorumluluğu raporunda tercihen Güvenlik Konseyi’nin askeri
müdahalelerde yetkisini kullanması vurgulanıyor ise de, alternatif olarak BM Genel Kurulu’nun da askeri operasyon kararı verebileceğine işaret edilmiştir.
Koruma Sorumluluğu raporu kolektif müdahalenin bölgesel yahut bölge dışı uluslararası örgütler tarafından da gerçekleştirilebileceğine işaret etmektedir.
Rapora göre, askeri müdahale için Güvenlik Konseyi’nin veya Genel Kurul’un yetkilendirmesi olmaksızın bir uzlaşı sağlanması olanaksızdır (Arsava,2011:9).
Barışı yeniden inşa etme sorumluluğu ise; askeri müdahalenin ardından yerine getirilmesi gereken yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır. Barışı yeniden inşa
etme sorumluluğu raporda, gerek ulusal gerekse uluslararası platformda insan hakları ihlâllerinin bir daha asla (never again) tekrar etmemesi inancının
oluşturulmasına yönelik siyasi iradenin teşkili şeklinde ifade edilmiştir (ICISS, The Responsibility To Protect:39).
2005 Dünya Zirvesi’nde, Koruma Sorumluluğu raporu BM üyeleri tarafından kabul edilmiştir. Zirve Sonuç Belgesi’nin 139. maddesinde uluslararası toplumun
soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlardan toplumları korumaktan BM Antlaşması’nın VI. Ve VIII. Bölümlerine uygun olarak
sorumlu olduğu ifade edilmiştir.
“BM Dünya Zirvesi Sonuç Belgesi” Ağustos 2009’da BM Genel Kurulu kararı ile kabul edilmiştir. BM Genel Kurulu’nun kararları tavsiye niteliğindedir.
Bu nedenle de hukuken bağlayıcı değillerdir. BM Antlaşması’na göre, Genel Kurul’un hukuk ihdas etme yetkisi yoktur. Bu nedenle BM Genel Kurul kararı
ile kabul edilen “BM Dünya Zirvesi Sonuç Belgesi”, BM Antlaşması’na göre, hukuki bağlayıcılığa sahip değildir (Arsava:2011:13).
Koruma Sorumluluğu raporu, hukuki olmaktan ziyade ahlaki ve siyasi bir anlam ifade etmektedir. Rapor, BM’nin konuya ilişkin yaklaşımını ortaya koymakla
beraber, uluslararası hukukun klasik hukuk kaynakları içinde yer almamaktadır. Koruma Sorumluluğu raporu uluslararası hukukun birincil kaynaklarının
yorumu ve anlaşılmasında yardımcı kaynak niteliğindedir; raporun kendinin hukuki bağlayıcılığı bulunmamaktadır (Arsava,2011:12-13).
Koruma Sorumluluğu yaklaşımını oluşmakta olan bir norm olarak nitelendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Dünya devletlerin BM Dünya Zirvesi
Sonuç Belgesi ve BM Genel Kurulu kararı bağlamında Koruma Sorumluluğu yaklaşımına karşı olumsuz davranış göstermekten kaçınmaları, bu yaklaşımı destekler niteliktedir (Western&Goldstein,2011:48-49).
VI. DARFUR KRİZİ, LİBYA MÜDAHALESİ VE SURİYE’NİN DURUMU
Darfur’da 2003 yılında, eskiden beridir var olan kuraklık, açlık, baskı ve çatışmalar nedeniyle Afrikalı kabilelerin hükümete karşı ayaklanması sonucu,
Sudan hükümeti ayaklanmayı bastırmak üzere bölgedeki Arapları (cancavid) silahlandırmıştır. Hükümetin desteğini arkasına alan Cancavid’lerin giriştiği katliam sonucu, yaklaşık olarak 300000 kişi (doğrudan ya da açlık, hastalık sonucu) hayatını kaybetmiş, yüz binlerce kişi de mülteci kamplarında yaşamaya mecbur kalmıştır (Straus,2005:124-128).
Mart 2004’ten itibaren Darfur’daki insani krizin daha fazla derinleşmesinin önlenmesi için uluslararası toplumun dikkati çekilmek istenmiş; uluslararası sivil
toplum kuruluşlarının hazırladığı raporlarla BM’nin ve büyük güçlerin krize müdahale etmesiyle; belki de Ruanda örneğinde yapılan yanlışların tekrarlan masının önüne geçilebileceği belirtilmiştir. Tüm bu çabalar sonuç vermeyince, 21. yüzyılın en büyük insani dramına şahit olunmuştur (Öztürk,2011:27).
Darfur’da ne BM çatısı altında bir uluslararası güç kurulabilmiş, ne de barış ve istikrarı sağlamak adına müdahalede bulunma yönünde bir karar alınabilmiştir.
Darfur Sorunu uluslararası toplumun “koruma sorumluluğu” kavramıyla ilgili tabi tutulduğu bir sınav olarak kabul edilirse, bu sınavda uluslararası toplumun
başarısız olduğunu söylemek mümkündür. Irak, Kosova ve Ruanda için söz konusu olan müdahale denemelerinden biri de Darfur Sorunu için gündeme gelmiştir.
Ne var ki, Darfur’da yaşanan insanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlallerine karşı gereken yapılamamıştır.
“Arap Baharı” olarak adlandırılan Ortadoğu’daki değişim sürecinin her bir örneği farklı özellikler göstererek devam etmiştir. Tunus’ta sakin ve kansız bir
dönüşüm gerçekleşmişken, Mısır’da biraz daha zahmetli ve sıkıntılı bir değişim yaşanmıştır (Yılmaz,2011:38). Tunus ve Mısır’dan sonra Libya’daki büyük çaplı
protestolar, uluslararası kamuoyunda benzer bir değişimin yaşanması beklentisini oluşturmuştur. Ancak Kaddafi’nin değişime direnmekle kalmayıp, kendisine isyan eden bölgelerdeki halkına karşı alenen sert bir şekilde saldırıya geçmesi, binlerce kişinin ölmesine, yaşadıkları yerlerden ayrılarak sığınmacı durumuna düşmesine yol açmıştır. Ülke kısa zamanda bir iç savaşın içine sürüklenmiştir (Göktürk,2011:34-36).
Libya’daki çok sayıda yabancının varlığı ve bu insanların şiddet ve yağmanın hedefi haline gelmesi de başlı başına bir sorun olmuştur. BM Mülteciler
Yüksek Komiserliği (UNHCR) 22 Mart 2011 tarihinde İtalya, Tunus, Mısır, Nijer, Çad, Sudan ve Cezayir’e geçen toplam mülteci sayısının 350000’den fazla
olduğunu açıklamıştır3.
BM Güvenlik Konseyi 26 Şubat 2011 tarihinde oybirliği ile aldığı 1970 sayılı kararında, Libya yönetimine kendi halkını “koruma sorumluluğu”nu hatırlatmış
ve insan hakları ile uluslararası hukuka uygun davranma çağrısında bulun muştur. Önlem olarak ise; silah ambargosu, bazı Libyalı yöneticilerin yurtdışına çıkmalarının yasaklanması ve bu kişilerin mal varlıklarının dondurulması öngörülmüştür.
BM Güvenlik Konseyi, Libya yönetiminin 1970 sayılı karara uygun davranmaması sonucu, BM üyesi ülkelerin bir işgale yol açmayacak biçimde Libya’daki sivillerin korunması için gerekli tüm tedbirleri almasına izin veren 1973 sayılı kararı almıştır (Mohan,2011:5). BM’nin 1973 sayılı kararı sivillere yönelik şiddeti
engellemek için “gerekli görülen bütün önlemler”in alınacağı tabirini kullanarak geniş bir müdahalenin kapısını açmıştır (Dunne&Gifkins,2011:7).
Askeri müdahale, Kaddafi kuvvetlerinin protestocuları ezmek için şiddeti yoğunlaştırdığı bir dönemde gelmiştir. Kaddafi kuvvetlerinin isyancıların başkenti, kişinin yaşadığı, Bingazi’ye doğru hareket etmesi büyük katliamın eli kulağında olduğunu gösteriyordu. 1973 sayılı kararın alınmasının hemen
akabinde gerçekleştirilen NATO müdahalesi büyük bir katliamın önüne geçmiştir (Western&Goldstein,2011:57).
1973 sayılı karar, birtakım eksikliklerine rağmen, operasyonun meşru zeminini oluşturmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nden bir kararın çıkmış olması müdahalenin uluslararası meşruiyetini gösterir. Ancak bu meşruiyet için sadece asgari bir şarttır. Bunun ötesinde meşruiyetin daha sağlam olması için, uluslararası kamuoyu nezdinde kabul edilebilirliğinin artması için gereken bazı önemli faktörler vardır. Dünya kamuoyunun bu müdahaleye bakışı ve müdahaleye katılan ülkelerin tutumları Güvenlik Konseyi kararının meşruiyetini sorgulatmıştır (Dunne&Gifkins,2011:7-8). Bu noktada belirsizlikler, görüş ayrılıkları ve özellikle de Fransa’nın saldırıları başlatma konusunda en baştan beri sergilediği aceleci tutum ve operasyon sonrası kurulan yönetimin Fransa ile yaptığı petrol antlaşması operasyonun hedefi ve meşruiyeti konusunda insanların zihinlerini bulandırmıştır.
Müdahale sonrasında Libya’daki en büyük tehlike ülke içindeki gerilimin ve silahlı çatışmaların şiddetlenmesidir. Libya’da aşiretlere dayanan bir yapı bulunmakta dır. Oturmuş bir devlet sistemine sahip olmayan ülkenin Kaddafi’nin sonrasında nereye gideceği hala belirsizdir (Hanover&Jeffrey,2011:1-3).
2010 yılının son ayında Tunus’ta başlayarak Ortadoğu’ya yayılan muhalif halk hareketleri nispeten kısa süreler içinde Tunus, Mısır ve Libya’da uzun süreli
diktatörlerin iktidarı bırakması ile sonuçlanmıştır. Bu değişim dalgası 15 Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıçramıştır. İlk başta beklenti 1970 yılından bu yana
iktidarda bulunan Esad ailesi liderliğindeki Baas rejiminin de uzun süre yaşama şansı olmadığı yönündeydi. Ancak aradan geçen uzun süreye rağmen Suriye’de
değişim henüz gerçekleşmedi. Ülkede tam bir kördüğüm ortaya çıkmış durumda ve ne rejim muhalefeti bastırabilmekte ne de muhalefet rejimi yıkabilecek
kapasiteye ulaşabilmektedir. Suriye’deki olaylar hâlen en ağır şiddetiyle devam etmekte olup, tam bir insani felakete yol açan çok ağır bir iç savaşa dönüşmüş
durumdadır (Ağca,2013:96).
Suriye’de 2011 yılı Mart ayında başlayan hak talepleri, Esed rejimince kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmış, barışçıl protestolara silahlı ve ölümcül
müdahaleler yapılmıştır. Suriye yönetiminin sadece protestoculara değil; protestolara katılan katılmayan bütün muhalif kesimlere karşı orantısız güç
kullanmaya başlamasıyla ülke önü alınamaz bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. Bu makalenin hazırlandığı tarih itibariyle ülkedeki iç savaş devam etmekte;
ülkesini terk etmek zorunda kalan ve yaşamını yitiren Suriyeli sayısı her geçen gün artmaktadır.
SONUÇ
İnsani müdahalenin kökleri Ortaçağ’daki haklı savaş anlayışına kadar götürülebilmekle beraber; insani müdahale örneklerinin ortaya çıktığı ve tartışıldığı dönem Soğuk Savaş sonrası dönemdir.
İnsani müdahalenin meşruluğu konusunda iki ana görüş vardır. Birinci görüş, insani müdahaleyi uluslararası hukuka aykırı bir uygulama olarak değerlendir mektedir. Bu görüşe göre; insani müdahale uluslararası hukukun BM Antlaşması ile garanti altına alınmış olan “devletlerin eşit egemenliği”, “kuvvet kullanma yasağı” ve “içişlerine karışmama” gibi temel ilkelerine aykırıdır.
İkinci görüş ise, artık dünyada “demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “insan hakları” gibi kavramların “devletin bekası”, “ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü”,” egemenlik prensibi”, “içişlerine karışmama yasağı” gibi ilkelerden daha önemli hale geldiğini; BM Antlaşması’ndaki insan haklarıyla ilgili hükümleri
ve uluslararası teamül (yapılageliş) hukukunu ileri sürerek insani müdahalenin meşruluğunu savunmaktadır.
1991 Irak, 1992 Somali, 1994 Ruanda, 1999 Kosova ve 2011 Libya müdahale leri, Soğuk Savaş sonrası insani müdahale örnekleridir. Meşruiyeti ve hukukiliği tartışmalı olan insani müdahale kavramının kan kaybı, benzer olaylarda farklı tutumlar izlenmesi ve uygulamada doğan sorunlar nedeniyle hızla derinleşmiştir. 1990’lı yıllarda, Somali ve Ruanda’daki katliamlar karşısında BM mekanizmasının harekete geçmekte yetersiz kalışı ve büyük devletlerin sorumluluk almakta isteksiz davranmaları, 1995 Yugoslavya İç Savaşı sırasında BM’nin güvenli bölgesi Srebrenitsa’da Boşnakların Sırplar tarafından katledilme sine seyirci kalınması, 1999’da Rusya ve Çin’in veto tehdidi nedeniyle, Güvenlik Konseyi yetkilendirmesi olmaksızın Kosova’ya müdahalede bulunulması, 2003’de olmayan kitle imha silahları ve insani gerekçeler öne sürülerek Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi, buna karşılık Darfur’da yaşanan insanlık dramının görmezden gelinmesi meşruiyet sorununu derinleştirmiştir.
Soğuk Savaş sonrası insani müdahale örneklerinin kötü şöhreti, BM’nin insani müdahale konusunu yeniden ele almasına neden olmuş ve kabul edilen
“koruma sorumluluğu yaklaşımı” insani müdahale konusunda yeni bir meşruiyet arayışı olarak sunulmuştur.
İnsani müdahale adı altında başlayan uygulamalar, “koruma sorumluluğu yaklaşımı” ile 21. yüzyılda yeni bir şekil almıştır. Yeni yüzyılla birlikte insani
müdahale kavramı buhar olurken; yerini alan koruma sorumluluğu anlayışının benimsenmesi için hukuki ve teorik çerçevenin oluşturulmasına ağırlık verilmiştir.
Yıpranan insani müdahale doktrinin yerini, koruma sorumluluğu doktrini ile birlikte egemenliğin sadece hak değil; aynı zamanda sorumluluk olduğu anlayışı
almıştır. “Sorumluluk olarak egemenlik” yaklaşımı çerçevesinde “önleyici sorumluluk”, “harekete geçme sorumluluğu” ve “barışı yeniden inşa etme sorumluğu” olmak üzere üç tür sorumluluktan bahsedilmiştir.
Koruma Sorumluluğu raporu, insani müdahaleyi sorunların birincil çözümü olarak görmemiştir. Koruma sorumluluğu yaklaşımı uyarınca öncelikle ilgili
devlete insan hakkı ihlallerine son vermesi, içişlerini kendi çözmesi ve dünya barışı açısından uyuşmazlıklardan kaçınma konusunda bir çağrı yapılmaktadır.
İnsani müdahale, ilgili devletin bu çağrıyı dikkate almaması veya bu çağrıya cevap vermede başarısız olması durumunda gündeme gelmektedir.
Koruma Sorumluluğu raporu BM Genel Kurulu kararı ile kabul edilmiştir. BM Genel Kurulu’nun kararları tavsiye niteliğindedir. Bu nedenle de hukuken
bağlayıcı değillerdir. Koruma Sorumluluğu raporu, hukuki olmaktan ziyade ahlaki ve siyasi bir anlam ifade etmektedir. Rapor, BM’nin konuya ilişkin yaklaşımını
ortaya koymaktadır. Koruma Sorumluluğu yaklaşımını oluşmakta olan bir norm olarak nitelendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Koruma sorumluluğu raporundan sonra ilk insani felaket Darfur’da meydana gelmiştir. Uluslararası sivil toplum kuruluşları hazırladığı raporlarla insani felaketin boyutlarını gözler önüne sermelerine ve “koruma sorumluluğu yaklaşımı”nı gündeme getirmelerine rağmen; BM ve büyük devletler devreye giremeyince, 21.
yüzyılın en büyük insanlık felaketine şahit olunmuştur. Uluslararası toplum, “Koruma sorumluluğu” kavramıyla ilgili tabi tutulduğu ilk sınav olarak kabul edilen Darfur Sorunu’nda başarısız olmuştur.
“Arap Baharı” olarak adlandırılan Ortadoğu’daki değişim sürecinin Libya ayağında, yönetimin kendisine isyan eden bölgelerdeki halkına karşı alenen sert
bir şekilde saldırıya geçmesi üzerine; BM Güvenlik Konseyi aldığı kararla Libya yönetimine önce koruma sorumluğunu hatırlatmış, insan haklarına ve uluslar
arası hukuka uygun davranma çağrısında bulunmuş ve Libya yönetimi bu çağrıya cevap vermeyince müdahale kararı alınmıştır.
Libya’ya müdahale konusunda birbiriyle yarışan büyük güçlerin aynı duyarlılığı 3 yıldır iç savaşın içinde olan, yüz binlerce sivilin katledildiği ve yine yüz binlercesinin mülteci durumuna düştüğü Suriye için göstermemesi düşün-dürücüdür. Libya’ya müdahale konusundaki aceleci tavra karşılık, Darfur’da ve
Suriye’de yıllardır devam eden insanlık felaketlerinin görmezden gelinmesi, BM tarafından insani müdahalenin meşruluğuna yönelik yeni bir meşruiyet arayışı
olarak sunulan koruma sorumluluğu yaklaşımının daha yolun başında inandırıcılığını yitirmesine yol açmıştır
DİPNOTLAR;
1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İİBF Kamu Yönetimi Bölümü
2 Çin ve Rusya’nınveto tehdidi nedeniyle, 1999 Kosova Müdahalesi BM Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirmesi olmaksızın gerçekleştirilmiştir. ABD önderliğinde
gerçekleştirilen Kosova müdahalesi, ABD’nin müdahaleye karşı olan Çin ve Rusya ile ilişkilerini germiştir. Hem Çin hem de Rusya ciddi ayrılıkçı tehditlerle karşı karşıyadır ve istenmeyen bir emsal teşkil etmesinden çekinerek, ABD’nin Bosna ve Kosova’ya müdahalesine şiddetle karşı çıkmışlardır. Ayrıntılı bilgi
için bakınız: (Valentino,2011:65-66).
3 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.unhcr.org/4fc88090b.html
KAYNAKÇA
Ağca, F., (2013), Suriye Krizinin Orta Doğu’daki Dönüşüm ve Bütünleşme Dinamiklerine Etkisi, Bilge Strateji, Cilt 5, Sayı 8, Bahar 2013, ss.95-117.
Arsava, A. F., (2011), Kuvvet Kullanma Yasağı-Egemenlik Prensibi ve İnsani Müdahale”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Sayı:34, Ekim, 2011, s.1-17.
Aslan, G., (2000), Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler-Örnek Kararlar, İstanbul: Beta Yayınevi,
Bozkurt, E., (2011), İnsan Hakları Temel Metinler, Ankara: Asil Yayıncılık.
Bozkurt, E., (1996), Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı ve Körfez Krizi Örneği, Konya: Atlas Kitabevi.
Brownlie, I., (1995), Principles of Public İnternational Law, Oxford: Clarendon Press.
Cassesse, A., (2005), International Law, New York: Oxford University Press.
Chaumont, C., (1995), Birleşmiş Milletler, (çev.) Radi Başgut, İstanbul: İletişim Yayınları.
Coıcoud, J. M., (2002), Legitimacy and Politics, New York: Chambridge University Press.
Donnelly, J., (1995), Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, (çev.) Mustafa Erdoğan ve Levent Korkut, Ankara: Yetkin Yayınevi.
Dunne, T., and Gifkins, J., (2011), Libya and State of İntervention, Australian Journal of İnternational Affairs, 65(5), pp.1-15.
Erdoğan, M., (2003), Anayasal Demokrasi, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Hancılar, Ö., Uluslararası Hukukta İnsani Müdahale, Çankaya Üniversitesi Journal of Law, 7/2, Şubat, 2011, s.97-125.
Hanover, J., and White, J., (2011), U.S.-NATO İntervention in Libya: Risks and Benefits, The Washington Institute, Policy Watch: 1763, February, pp.1-3.
Heinze, E.A., (2006), Humanitarian Intervention and the War in Iraq: Norms, Discourse and State Practice, Parameters: US Army War College Quarterly,
Vol.36, No.1 pp.20-35.
Hinsley, F. H., (1966), Sovereignty, New York: Basic Books.
Hoffman, J., (1998), Sovereignty, Buckhingam: Open University Press.
Göktürk, G., (2011), İnsani Müdahale Ne Kadar İnsani ve Lale Tarlasında Su Aygırı, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Sayı:34, Ekim 2011, s.27-35.
Gündüz, A., (2000), Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler-Örnek Kararlar, İstanbul: Beta Yayınevi, 2000.
Jakobsen, P.V., (2002), Un Peace Operation in Africa Today and Tomorrow, İnternatinal Peacekeeping: The Yearbook Of İnternational Peace Operation, (ed.)
Michael Bothe and Boris Kondoch, Vol.7, Kluwer Law İnternational Hague, 2002, pp.153181.
Kapani, M., (1992), Politika Bilimine Giriş, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Keskin, F., (1998), Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları.
Keskin, F., (2006-2007), İnsancıl Müdahale: 1999 Kosova ve 2003 Irak Sonrası Durum, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 3, Sayı:12, Kış 2006-2007, ss.49-70.
Meray, S. L., (1977), Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Örgütler, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Mohan, R. C., (2011), India, Libya and Principle of Non İnterventin, İnstitute of South Asian Studies, Nu:122, April 2011, pp.1-17.
Özman, M. A., (1964), Devletlerin Egemenliği ve Milletlerarası Teşekküller, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:21, Sayı:1-4, s.53-121.
Öztürk, Z. A., (2011), İnsani Müdahale: Ne Kadar insani, Ne Kadar Siyasi?, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Sayı:30, Haziran 2011, ss.23-28.
Pazarcı, H., (1997), Uluslararası Hukuk Dersleri III, Ankara: Turhan Kitabevi.Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, II. Cilt, s. 1545.
Straus, S., (2005), Darfur and the Genocide Debate, Foreign Affairs, Vol: 84, Nu.1, January/February 2005, pp.123-133.
Telli, A., (2012), İnsani Müdahaleden Koruma Sorumluluğuna Geçiş: Eski Sorun, Yeni Kavram, Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
(1), 2012, ss.206220.
Valentino, B. A., (2011), The True Costs of Humanitarian Intervention: The Hard Truth About a Noble Notion, Foreign Affairs, Vol. 90, Nu. 6,
November-December 2011, pp.60-73.
Vesel, D., (2004), The Lonely Pragmatist: Humanitarian Intervention in an Imperfect World, Brigham Young University Journal of Public Law,
January 2004, pp.3-56.
Western, J., and Goldstein, J. S., (2011), Humanitarian Intervention Comes of Age: Lessons From Somalia to Libya, Foreign Affairs, Vol.90, Nu.6,
November-December 2011, pp.48-59.
Weber, M., (1962), Basic Concepts in Sociology, (çev.) H.P. Secher, New York: Cıtadel Press.
Wheeler, N. J., (2000), Saving Strangers: Humanitarian İntervention in International Society, New York: Oxford University Press.
Wheeler, N. J., (2004), The Humanitarian Responsibilities of Sovereignty: Explaining the Development of a New Norm of Military Intervention for Humanitarian
Purposes in International Society, Humanitarian Intervention and International Relations, (ed.) Jennifer M. Welsh, Oxford: Oxford University Press, 2004,
pp.29-52.
Yılmaz, S., (2011), Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet, Libya Örneği, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Sayı:34, Ekim 2011, s.35-40.
Report Of The İnternational Commission On İntervention And State Sovereignty, The Responsibility To Protect, International Development Research Centre,
2001. Rwanda: The Preventable Genocide İnternational Panel Of Eminent Personalities, Chapter:14-15.
www.africa-union.org/official_documents/reports/report_rowanda_genocide.pdf http://www.unhcr.org/4fc88090b.html
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder