HANGİ KABOTAJ BAYRAMI ?
4 Temmuz 2017
Üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; Endüstrisi, Ticareti ve Sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu kısa zamanda başarmalıyız. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1937)
Gün; 1 Temmuz 2017 ve biz güya 1 Temmuz 1926’da kabul edilerek, ülkemize denizlerimizdeki bağımsızlığımızı kazandıran 815 Sayılı Kabotaj Kanununun kabulünün 91 inci yıl dönümünü, yani Kabotaj Bayramını kutladık..
Kabotaj Bayramı törenlerine ilk defa 1960’da Beşiktaş iskelesi arkasındaki Barbaros Hayrettin Paşa heykelinin önünde askeri ortaokul öğrencisi olarak katıldım. Tören, donanmamıza ait birliklerin katılımıyla icra edilmişti. Denizci subaylarımız en büyük Türk Amirali Barbaros’un önünde denizlerimizde kazandığımız kabotaj hakkının yılmaz bekçisi olduklarını vurguluyorlardı.
Bilindiği gibi Kabotaj Kanunu ile yabancıların elinde bulunan bütün limanlarımız millileştirildi. Türk limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşıması ile kılavuz ve römorkaj hizmetlerinin Türk vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılması hükmü getirildi. Kanunda belirtilen bütün hizmetlerin sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca yerine getirilmesi kararlaştırıldı.
Kapitülâsyonlar adı altında sömürülen ülke kaynaklarının önemli bir bölümünde yabancı hakimiyetine son veren bu kanunun kabul edildiği 1 Temmuz’a özel anlam yüklendi. Bağımsızlığımızı vurgulamak için 1 Temmuz bayram olarak belirlendi. Ve günümüze kadar bu özel gün resmi törenlerle Kabotaj Bayramı olarak kutlandı.
Yabancılara verilen imtiyazları kaldıran bu yasa ile birlikte, denizcilik alanında Türk vatandaşlarına liman işletmesi, deniz turizmi, gemi inşa ve tersanecilik, balıkçılık, deniz taşımacılığı, eğitim gibi alanlarda birçok imtiyaz sağlanmıştır.
Peki şimdi biz 2017 yılının 1 Temmuzunda denizciliğimizin, kabotaj hakkımızın, limanlarımızın durumu nedir diye baktığımızda iyi şeyler söyleyebilir miyiz?
Tabii ki hayır.
Çünkü Türk Deniz Kuvvetleri, tarihinin hiç bir döneminde rastlamadığı şekilde bir Asimetrik Psikolojik Savaş saldırısı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz, Amirallare suikast, Casusluk v.s gibi pek çok dava dolayısıyla donanmanın komuta kademesi tutuklanmış ve pek çoğunun ordu ile ilişkisi kesilmiştir. Bu durum deniz alâka ve menfaatlerimizin muhafazası için elzem olan çok güçlü bir deniz kuvveti bulundurma zorunluluğu konusunda önemli ölçüde zafiyet doğurmuştur.
Lozan ile elde ettiğimiz limanlarımızı millileştirme hakkımızı Kabotaj Kanunu ile fiiliyata geçirmiş ve yabancıların elinde bulunan limanlarımızı geri almıştık. Peki bugün bu limanlarımız devletimizin kontrolü altında mıdır mıdır.?
Hayır değildir. Bugün limanlarımızın büyük çoğunluğunun kontrol ve denetimi devredilmiş bulunmaktadır. 2017 Türkiyesinde Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar dönemine geri dönüş yapılmıştır. Gururla millileştirdiğimiz ve bu millileştirmeyi bayram olarak kutladığımız limanlarımız “özelleştirme” adı altında yeniden yabancıların kontrol ve denetimine geri verilmiştir.
Samsun, Ordu, Trabzon, Ereğli, Sinop, İzmir, Dikili, Kuşadası, Antalya, Mersin, Alanya, İskenderun v.s. limanları artık Türklerin değildir. Pek çok liman ise satış için sıralarını beklemektedir.
91 yıl önce balık deposu olan denizlerimizdeki zengin deniz ürünlerimize bugün sahip değiliz. Balığı denizdeki doğal ortamında değil, özel balık çiftliklerinde yetiştirme yoluna girdik. Çünkü artık balığımızı kendi denizlerimizden değil, İskandinav ülkelerinden elde etmek daha kolayımıza geliyor.
Üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin yük taşımacılığında denizlerden yararlanma oranı ne yazık ki binde 3 dolayındadır. Bugün ekonomik kriz içinde bulunan 10 milyonluk Yunanistan, deniz taşımacılığından ortalama 50-60 Milyar dolar kazanırken Türkiyenin kazancı ise 2-2.5 milyar dolar kadardır.
Akdenizi Türk gölüne çeviren Barbarosun torunları olarak bugün dünya gemi adamlığı (işçi ve tayfa gibi ) gibi çok önemli bir istihdam ve gelir kaynağı olan sektörde adımız yok denecek kadar azdır.
Bu menfi tabloyu çoğaltmak mümkündür.
Oysa denizler; içinde barındırdığı bol ve çeşitli mahsülleri, denizaltı karasında bulunan çok zengin doğal kaynakları ve ulaştırma sektöründeki tonaj kapasitelerinin büyüklüğü bakımından sağladığı geniş imkanlar dolayısıyla, çağlar boyu insanlığın en önemli kazanç kaynaklarından biri olma vasfını sürdürmüştür. Bugün geçimini sadece denizden sağlayıp refaha ulaşmış pek çok ülke mevcuttur.
Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti denizlerinin yönetiminde başarısızdır. Henüz bir Denizcilik Bakanlığı’mız yoktur. Halbuki Türkiye güçlenen ve dünya siyasetinde önemli roller üstlenmeye aday bir ülkedir. Küresel menfaatlerin çekim merkezinde yer alan ülkemizde denizlerimiz ülkemizin güvenliği ve halkımızın ekonomik refahı için asla vazgeçilmeyecek stratejik değerlerimizdir.
Özetleyecek olursam;
Üç tarafı denizlerle çevrili olup her alanda denizciliğe elverişli şartları bulunan Türkiye’de “Deniz Alâka ve Menfaatleri” henüz yeterince belirlenmemiştir. Veya kağıt üzerinde kalmış, uygulamaya geçirilememiştir.
Denizlerimiz ve göllerimiz ile bu su kaynaklarını besleyen akarsularımızdan nasıl yararlanacağımız hususu da bilimsel olarak saptanmamıştır.
Bu günkü teşkilat yapısı içinde bu işi sahiplenecek müracaat merciini bulmakta mümkün değildir.
Çünkü denizlerimiz ve su yollarımızdan yararlanmamamızı istercesine pek çok kuruluş sorumlu tutulmuştur. Yetkililer ilgi sahaları birbirinin içine girdiğinden, hep ara hatta ve çekimser kaldıklarından sorunlar biteceğine artarak devam etmektedir. Meydana gelen yetki boşluklarından yararlanılarak ortaya kontrolsuz ve denetimsiz bir düzen meydana çıkmış ve bugünkü duruma gelinmiştir.
Türkiye denizcilik konularına ağırlık verdiği takdirde; sadece denizlerimizin her alanda sağlayacağı imkanlarla 80 milyon insanımız rahat beslenip refaha ulaşılabileceği gibi, bugün sosyal hayatımızı felç eden işsizlik sorununa da kesin bir çözüm bulunmuş olacaktır.
O halde ne yapılmalıdır?
Kanaatimce; tek bir yönetim altında gayretler birleştirilmelidir. İlkeler saptanmalı ve kesin kurallar konularak sıkı bir denetim sistemi oluşturulmalıdır. Ama öncelikle Türk kamuoyu ülkemizin deniz alâka ve menfaatleri konusunda aydınlatılmalı ve gerekirse özel olarak eğitilmelidir.
Barbaros’un torunlarına denizlerini kullanmada gösterdiği beceriksizlik yakışmıyor.
Çok önemli olarak değerlendirdiğim fakat Türkiye’nin yoğun gündemi içinde gözden kaçan deniz alâka menfaatlerimizin sahiplenilmesi yönünde acilen yeni kararlar alınmk zorundadır.
https://kumkale.wordpress.com/2017/07/04/hang-kaota-bayrami-2/
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder