13 Temmuz 2017 Perşembe

İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 2


   İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 2


<  Ülkemizde geçmişteki antidemokratik ve içe kapanmacı uygulamalardan toplumun diğer kesimleri gibi cemaat vakıfları da olumsuz etkilenmiştir. 
Bu uygulamalarla azınlıklara ait cemaatlerin dini özgürlükleri ve mülkiyet hakları daraltılmıştır.   >

Farklı inanç gruplarına mensup vatandaşların korunması ve kendilerine saygı gösterilmesinin teşvik edilmesi konusunda 2010 yılında çıkarılan bir Başbakanlık Genelgesi ile; farklı inanç gruplarına mensup vatandaşların Türkiye’nin ayrılmaz parçası oldukları vurgulanarak, kanunlar gereği bu vatandaşların kamu kurumları önündeki iş ve işlemlerinde kendilerine güçlük çıkarılmaması ve haklarına halel getirilmemesi gerektiği tüm devlet kurumlarına hatırlatılmıştır. 

Cemaat vakıflarına taşınmaz iadesi yapılmasının yanı sıra yine ibadet özgürlüğü kapsamında, farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımız tarafından kullanılan ibadethanelerin restorasyonu işlemlerine hız verilmiştir. Bu bağlamda, Diyarbakır’da restorasyon çalışmaları tamamlanan Surp Giragos Kilisesi, Ekim 2011’de ibadete açılmıştır. Kumkapı Meryemana Kilisesi ve Mektebi Vakfı’na ait olan Vortvoks Vorodman Kilisesi de restorasyon çalışmalarının ardından Aralık 2011’de gerçekleştirilen törenle ibadete açılmıştır. 

Farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımızın eğitim hakkının geliştirilmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ermenice ders kitapları hazırlanarak, 2010-2011 öğretim yılından itibaren Ermeni okullarında ücretsiz dağıtılmaya başlanmıştır. 

Ayrıca 2012 yılı içerisinde kabul edilen Basın İlan Kurumu Genel Kurulu Kararı ile azınlıklara ait gazetelerin resmi reklam yayımlayabilmeleri mümkün hale getirilmiştir. Söz konusu gelişme, azınlık gazetelerinin ekonomik durumunu güçlendirmeye yönelik önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. Nitekim yaklaşık elli yıllık bir aradan sonra 4 Haziran 2012 tarihinde bir Rum yayınevi faaliyete başlamıştır. 

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkı Getirilmesi 

2010 Anayasa değişikliği ile kabul edilen Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, iç hukukta yeni bir hak arama yolu oluşturmasının yanı sıra Türkiye’den AİHM’ye yapılacak başvuruları azaltacak önleyici bir tedbir olarak da düşünülmüştür. Nitekim bireysel başvuru hakkı kapsamında yer alan haklara ilişkin kataloga bakıldığında bunu daha rahat biçimde söylemek mümkündür. 

< Bireysel başvuru hakkının kabulü, insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. Nitekim bu yol sayesinde, mağdur olduğunu düşünenler hakkınıelde edebilmek ve karşılaştığı mağduriyetleri kaldırmak için kanun yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecektir.   > 

2010 Anayasa değişikliğinde yer alan hükme göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir ” (m.148/3).

Ardından çıkartılan yasal ve diğer alt düzenlemelerle 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren bu yol fiilen işlemeye başlamıştır.Bireysel başvuru hakkının kabulü, insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. Nitekim bu yol sayesinde, mağdur olduğunu düşünenler hakkını elde edebilmek ve karşılaştığı mağduriyet leri kaldırmak için kanun yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecektir.

Yargısal Denetim Kısıtlamalarının Kaldırılması 

Hukuk devletinin tesisi açısından anayasal düzeyde Türkiye’de var olan önemli sorunlardan biri, kişilerin temel haklarının kullanımını ve kişisel çıkarlarının hukuk mercileri önünde korunmasını engelleyen  bazı yargısal denetim kısıtlamalarının öngörülmüş olmasıdır. Bu nedenle uygulamada çok ciddi mağduriyetler yaşanabilmektedir. 

Bunların anayasadan kaynaklanması ise önemli bir sorundur. Bu kapsamdaki mağduriyetler özellikle adli ve askeri teşkilat mensuplarının mesleki şartları ve özlük haklarına yönelik düzenlemelere karşı yargı yoluna gidebilme imkanının tanınmamasından doğmaktadır. 

2010 Anayasa değişikliği ile bu konuda olumlu adımlar atılmıştır. Bu bağlamda YAŞ kararlarından terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararları ve HSYK’nın meslekten çıkarma kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Bunun yanında memurların uyarma ve kınama cezalarına karşı da yargı yoluna başvurma imkanı sağlanmıştır. 

Siyasi Partilerin ve Milletvekilliğinin Daha Güvenceli Hale Getirilmesi 

Türkiye sadece 1990’lı yıllarda 20 kadar siyasi partinin olur olmaz sebeplerle Anayasa Mahkemesi kararları ile kapatıldığı ve adeta bir siyasi parti mezarlığı görünümü veren bir ülkeydi. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan siyasi partilerin bu kadar kolaylıkla kapatılabilmesi, demokrasimizin kurumsallaşmasının önündeki en önemli engellerden biriydi. 

2002 yılı içerisinde çıkarılan İkinci AB Uyum Paketi çerçevesinde, Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklikler yapılmış; siyasi partilerin kapatılması seçeneğine
alternatif olarak “Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılma ” seçeneğine yer verilmiştir. Ayrıca siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmak
amacıyla “ Odak olma kıstası ” getirilmiştir. 2010 Anayasa değişikliği ile siyasi parti özgürlüğü noktasında iki önemli yenilik gerçekleştirilmiştir.

<  2010 Anayasa değişikliği ile siyasi parti özgürlüğü noktasında iki önemli yenilik gerçekleştirilmiştir. İlk olarak, kapatma kararı verilmesi üzerine partisinin kapatılmasına sebebiyet veren milletvekilinin vekilliğinin düşmesi artık söz konusu olmayacaktır. İkinci olarak, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin 
kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şartı aranacaktır. >


İlk olarak, kapatma kararı verilmesi üzerine partisinin kapatılmasına sebebiyet veren milletvekilinin vekilliğinin düşmesi artık söz konusu olmayacaktır. 
İkinci olarak, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şartı aranacaktır. Önceki durumda söz konusu çoğunluk beşte üç iken bunun üçte ikiye yükseltilmesi siyasi parti özgürlüğü açısından daha güvenceli bir durum oluşturmuştur. Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin sıklıkla siyasi partilere yönelik yaptırım uygulanmasına karar verdiği düşünüldüğünde, bu yeniliğin partiler açısından önemi daha rahat 
anlaşılabilecektir. 

Kamu Denetçiliği Kurumu’nun Kurulması 

Günümüz demokrasilerinde hukuk devletinin, bireyi devletin karşısında koruması ve kişinin sahip olduğu hak ve özgürlükleri güvence altına almasına yönelik önemli uygulamalardan biri de “ Kamu Denetçiliği” uygulamasıdır. Bu amaçla ilk olarak 2006 yılında çıkarılan bir kanunla TBMM’ye bağlı olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştu. Ancak söz konusu kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından, TBMM’nin yetkilerininsayıldığı Anayasanın 87. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmişti. Bunun üzerine 2010 Anayasa değişikliği ile bu konu, Anayasanın 74. Maddesine “ Kamu Denetçisine Başvurma Hakkı ” başlığı eklenerek düzenlenmiş tir. 
Bu çerçevede, hukuk devleti ve iyi yönetişim ilkelerinin yerleşmesi ve birey haklarının korunması doğrultusunda önemli bir adım olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur. Kurum, 29 Mart 2013 tarihinden itibaren başvuruları almaya başlamıştır. 

<  Gelişmiş Batı demokrasilerinde var olan Kamu Denetçiliği Kurumu, kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikâyet mekanizması oluşturmak suretiyle idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek,araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere TBMM Başkanlığına bağlı olarak faaliyet yürütmektedir.   >  

Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun Kurulması 

Ülkemizin ileri demokrasi yolculuğunda insan hakları alanındaki kazanımlarının pekiştirilmesi ve kurumsallaştırılması için gerekli yetkilerle donatılmış, bağımsız bir insan hakları mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktaydı. 

Bu ihtiyacın bir sonucu olarak, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapmak üzere 2012 yılında Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuştur. Bu kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek, şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek, sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak, bu amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek, insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla yetkilendirilmiştir. 

Türkiye İnsan Hakları Kurumu’ndan önce Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı ile il ve ilçelerde İnsan Hakları Kurulları yer almaktaydı. 
Bu kurullar, insan hakları konusunda duyarlılığın sağlanmasında ve insan hakları ihlalleri ile ilgili şikayetlerin incelenmesinde belli ölçüde etkili olmakla birlikte yetersiz kalıyordu. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun, bundan sonraki süreçte Türkiye’nin insan hakları ile ilgili sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlaması beklenmektedir. 

Çocuk Haklarının Güçlendirilmesi 

Geçmişte yürürlükte olan mevzuata göre; çocukluk yaşı 18 değil, 15 yaş olarak kabul edilmekteydi. Hatta çocuklar Çocuk Mahkemelerinde değil, ilgili kapsama giren suçlarda DGM’lerde yargılanıyorlardı. 

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda “18 yaşını bitirmemiş herkesin çocuk sayılması” düzenlemesi getirilmiş ve Çocuk Mahkemelerinin görev alanı ile ilgili istisna kaldırılarak, çocukların bu mahkemeler dışında yargılanmasının önüne geçilmiştir. 

Çocuk Mahkemeleri Kanununda yapılan değişiklikle nüfusu 100.000’i aşan tüm illerde çocuk mahkemeleri kurulması hükme bağlanmıştır. Ayrıca yapılan yasal değişikliklerle kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen ve şiddet olaylarına karışan çoğunlukla 18 yaşın altındaki suça itilmiş çocukların Terörle Mücadele Kanunu kapsamında özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde değil, çocuk mahkemelerinde yargılanmaları imkanı getirilmiştir. 

Kadın Haklarının Güçlendirilmesi 

Kadın hakları, kadın-erkek eşitliği, kadına karşı şiddet gibi konularda mevzuat ımızdaki düzenlemelerin yetersiz olduğu, yakın dönemde sıklıkla dile getirilen hususlardandı. 

Son on yıllık dönemde, kadın hakları alanında mevzuat gözden geçirilerek; çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yolunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu çerçevede ilk olarak, 2003 yılında Altıncı AB Uyum Paketi kapsamında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, “namus için çocuk öldürme” suçunun failine verilen cezalar ağırlaştırılmış ve “töre cinayetleri” olarak bilinen durumlarda failin cezasında indirim yapılmasını içeren madde yürürlükten kaldırılmıştır. Yine 2003 yılında, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Protokoller arasında yer alan “İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol” onaylanmıştır. 

2004 yılında yürürlüğe giren anayasa değişiklikleri kapsamında, Anayasa’nın “kanun önünde eşitlik” konulu 10. maddesinde yapılan düzenlemeyle, “kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu ve devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü olduğu” hüküm altına alınmıştır. Ardından, 2010 yılında aynı maddeye eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” hükmü ile kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık daha açık biçimde ifade edilmiştir. 

Kadına karşı şiddetin önlenmesi konusundaki duyarlılık ve hassasiyet yaklaşımıyla bağlantılı olarak 2005 yılında, TBMM bünyesinde “Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi” amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmuştur. Komisyon’un çalışmaları sonucunda ortaya çıkan raporu takiben “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” konulu Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe   girmiştir. 2009 yılında “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu” çıkarılmıştır. Kanunla; kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak ülkemizde ve uluslararası alandaki gelişmelerin izlenmesi, gelişmeler konusunda TBMM’nin bilgilendirilmesi ve gerektiğinde görüş sunmak üzere TBMM’de “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur. 

2012 yılında “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkarılmıştır. Kanun’un amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Ayrıca Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle, şiddete uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere belediyeler de yetkili kılınmıştır. 

Bu Kanun’la büyükşehir Belediyelerine ve nüfusu 50.000’i geçen belediyelere kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açma görevi verilmiştir.

Türkiye, “ Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin hazırlıklarına öncülük etmiş ve Sözleşme’yi 8 Mart 2012 tarihi itibariyla onaylayan ilk ülke olmuştur. 

Söz konusu Sözleşme; Fiziksel, Cinsel, Psikolojik şiddetin yanı sıra zorla evlendirme ve farklı şiddet türlerini tanımlayarak bunlara yaptırımlar getirmektedir.

Orantısız Güç Kullanımının Cezasının Artırılması 

Kolluk güçlerinin müdahale ettikleri olaylarda orantısız güç kullanmalarından doğan hak ihlalleri, mağduriyetler ve buna ilişkin yeterince caydırıcı bir yaptırımın bulunmaması, karşı karşıya olduğumuz sıkıntılardan biriydi. 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile; zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği 
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin uygulanması öngörülmüştür. Böylelikle alt sınırı üç ay olan cezada artırıma gidilmiştir. 

Gözaltı Koşullarının (Şüpheli Haklarının) İyileştirilmesi 

Geçmişte nezarethane ve ifade alma odalarının gerek fiziksel koşullarının kötülüğü gerekse buralarda vatandaşlarımızın maruz kaldıkları hak ihlali 
iddiaları haklı şikayetlere yol açmakta ve bu konu uluslararası alanda da ülkemizin aleyhine sonuçlar doğurmaktaydı. Ayrıca bu şikayetler AİHM 
tarafından da ülkemizin mahkum edilmesine yol açmaktaydı. 

2005 yılında yeni bir “Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği” çıkarılarak gözaltına alma yetkisi, yakınlarına haber verme, nezarethane 
işlemleri gibi temel hak ve özgürlükler bağlamında öngörülen güvencelerin uygulama şekil ve şartları ayrıntılı bir şekilde yeniden düzenlenmiştir. 
Böylelikle kişi hak ve hürriyetlerini doğrudan ilgilendiren bu konuda koruma düzeyi yükseltilmiş ve kişi hakları güvenceleri etkinleştirilmiştir. Ayrıca nezarethanelerin fiziksel şartları iyileştirilmiş ve ifade alma odaları, insan hakları normlarına uygun hale getirilmiştir. 

BM ve Avrupa Konseyi Standartlarını Karşılamayan Cezaevlerinin Kapatılması 

Geçmişte ülke sathına yayılmış çok sayıdaki irili ufaklı cezaevlerinin bir çoğu personel ve fiziksel yeterlilik standartlarını karşılamaktan uzaktı. 
Bu durum hükümlü ve tutukluların şikayetlerine, kaynak ve personel israfına yol açmaktaydı. Bu bağlamda, son on yılda BM ve Avrupa Konseyi standartlarını karşılamayan 208 ceza infaz kurumu kapatılmıştır. Yine aynı dönemde standartlara uygun 14509 kişi kapasiteli, 68 ceza infaz kurumu açılmıştır. 2012 yılı içerisinde ise toplam 13 yeni ceza infaz kurumu açılmış, 7 ek binanın yapımı tamamlanmıştır. 

Tutuklu ve Hükümlülere Yakınlarının Cenazesine Katılma ve Ağır Hastalık Durumlarında Ziyaret İmkanı Getirilmesi 

Tutuklu ve hükümlülerin, ağır hastalık durumunda yakınlarını ziyaret edememeleri ve ölüm durumunda yakınlarının cenazelerine katılamamaları 
nedeniyle insani açıdan ciddi mağduriyetler yaşanmaktaydı. 

2012 yılında yapılan değişikliklerle, tutuklu ve hükümlülerin ikinci derece dahil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü nedeniyle cenazesine katılması için yol süresi hariç iki gün, birinci derecede yakınların ağır hastalık durumlarında ise ziyaret için yol süresi hariç bir gün izin verilmesi imkanı sağlanmıştır. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder