27 MAYIS 1960 Darbeye Zemin Hazırlayan Olaylar; BÖLÜM 1
DP’nin halk katmanlarını politikaya sokması, CHP’nin malvarlığının kaynağını araştırmak için Tahkikat Komisyonu kurması ordu içinde de rahatsızlıklara yol açmıştır. DP giderek kendini daha güvensiz hissetmiş, gittikçe de muhalefet üzerindeki baskılarını artırmıştır. Ayrıca 1950’lerin ortasında başlayan ekonomik yavaşlama, durgunluk ve giderek ortaya çıkan kriz belirtileri, DP iktidarını sarsmaya başlamıştır. Özellikle kentlerin sabit gelirli çalışanları için enflasyon ciddi bir sorun oluşturmuştur. Gerçek ücretlerin düşmesiyle işçi, memur,
subay, üniversite öğretim üyesi gibi sabit gelirli meslek grupları bu gelişmeden olumsuz etkilenmiştir. Sanayiciler de tarıma çok fazla kaynak aktarıldığını ileri sürmüş, plansız ve programsız ekonomiden şikâyet etmişlerdir. Örnek olarak İstanbul’da 333 temel maddenin fiyatı 1955’de 174,6 lira iken 1956’da 228,7 lira olmuştur.454
DP’nin uyguladığı ekonomik politikanın ücretli kesime yönelik kötü etkileri bürokratik direnci arttırmıştır. Yargı bürokrasisinin etkinliğini kırma yönünde aldığı emekliye sevk yetkisi, bakanlık emrine alma uygulamaları aradaki köprülerin iyiden iyiye atılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Hele askerlerin yaşadıkları mesleki sorunların yanı sıra geçim sıkıntısı içten içe kaynayan bürokratik muhalefeti açık bir isyana sürüklemiştir.455
1960 yılına girerken toplumsal gerginlik belirgin olarak dışa vurulmaya başlamıştır. Adana’da meydana gelen CHP ve DP üyelerinin kavgasında 10 kişinin yaralanması, 1959 sonlarında Uşak’ta İnönü’nün başına taş atılarak yaralanmasıyla başlayan sürecin yoğunlaşması anlamına gelmektedir. Gazetecilerin seri halde hapsedilmesi hızlanmıştır. Ahmet Emin Yalman gibi
Menderes’in yıllarca yanında yer alıp danışmanlığını yapan bir gazeteci dahi tutuklanmıştır. Üniversitelerde öğrencilerin iktidara karşı başlattıkları eylemlere, iktidarın tepkisi çok sert olmuştur. Şubat ayında İnönü’nün Konya mitinginde olaylar çıkmış ve arbede sırasında çok sayıda kişi yaralanmıştır. Kayseri’de yaşanan DP-CHP çatışmasının nedenlerini yerinde görmek isteyen İnönü Kayseri’ye sokulmamış bu nedenle Kayseri’de sıkıyönetim ilan edilerek engellenmeye çalışılmıştır. Tüm çabalara rağmen İnönü Kayseri’ye girmiştir. Önünü kesen birlik komutanları İnönü’nün Kayseri’ye girebilmesi için izin verdikten sonra istifa ederlerken aslında DP iktidarının orduya yönelik güvensizliklerini de ispatlamışlardır. Menderes yönetimi İnönü’nün Kayseri’ye girmesinden Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’i sorumlu tutarak emekliliğine altı ay kala izinli olarak Gürsel’i İzmir’e göndermiştir. Tüm
bunların yaşandığı sırada İnönü Meclis’te ünlü sözlerini söylemiştir. “Şartlar mecbur ettiğinde ihtilal milletlerin meşru hakkıdır.” 27 Nisan’da ki öğrenci gösterileri ve polisin öğrencilerin üzerine şiddetle gitmesi sonucunda İnönü Meclis’te DP iktidarını uyaran son noktayı koymuştur: “Böyle giderse sizi ben bile kurtaramam.”
Mazıcı’ya göre 27 Mayıs’a giden yolu DP’nin ordu dahil diğer kurumlarla ilişkisine bağlamak tek başına yetersiz, bir bakıma yanlıştır. Çünkü bu dönemde antidemokratik tavır, DP dışındaki sivil kurum kuruluşlarda da görülmektedir.
Tek parti döneminin İktidar-Ordu ilişkilerini gerginleştiren nedenlerden biri, 27 yıl iktidarda kalan CHP’nin muhalefet partisi olmaya alışamamasıdır. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri yeterince profesyonelleşememiştir, basın dördüncü erk olmanın bilincinde değildir, üniversiteler siyasallaşmıştır.456
Zile Olayları
18 Ekim 1958 tarihli gazetelerin çoğunda 17 Ekim’de Zile’ye gelen İsmet İnönü’yü karşılayanlara,457 27.6.1956 tarih ve 6761 No’lu Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettikleri gerekçesiyle müdahalede bulunulduğu, cop ve gaz bombası kullanıldığı, havaya ateş edildiği, İnönü ve bazı milletvekillerinin itfaiyenin hortumla sıktığı sularla ıslandığı, kendilerine saldırıldığı yazılıdır. Ancak yazılan haberlerin tamamen yalan olduğu, bir gazeteci hariç Zile’ye kimsenin gitmediği, o gazetecinin düzmece haberinin de herkes
tarafından kullanıldığı, Yerdeş’in hatıratında şöyle anlatılmaktadır:
Tokat’tan vakitlice çıkılacak, Zile’ye gidilecek ve akşam da yine dönülecekti.
İtibarlı ağabeyimiz dedi ki: -Siz oturun oturduğunuz yerde, ben takip eder, gelir yazar ve sizlere veririm… Bir o gidip geldi Zile’ye. Daktilosunun taktığı sayfaların
arasına kopya kâğıtlarını yerleştirip, galiba iki A4’ü dolduracak tespitleri önümüze koyarak, buyurun, geçin gazetelerinize demişti… Eh, vasıta yok veya son derece kısıtlı, bir de aklı eren ve kendini o şekilde inandırmış kıdemli ve üstelik en önde bir meslektaşımız, sizler zahmet buyurmayın, ben dönünce yazarım dediyse, ne vardı ki bunda… Ne mi vardı ki onda… Çok şey olduğunu sonradan duyup anladık… Gazetelerimize geçtiğimiz haberlerde Tokat ahalisinin tamamının bizlerden duyup önceden öğrendikleri Zile’de neler olmamıştı, neler. Paşanın üstüne arazözlerle sular mı sıkılmamıştı, arabaların lastikleri mi kesilmemişti, kafa ve gözler mi yarılmamıştı… Zile için kendisine güvenip bel bağladığımız yakın çevre gazeteci ağabeyimiz kolumuzu kanadımızı kırmıştı. Sonradan öğrendiğimize göre öyle hortum-mortum da pek kesilmemişti. Demokrat Parti’yi böylesine karalayıp gözden düşürmek, yazık günah ve ayıp değil miydi? Etraf böyle diyordu. Yani İsmet Paşa, pek paşa paşa da gidip gelmemişti Zile’ye ama, elimize tutuşturulan çoğaltılmış sözde haber neyin nesiydi...458
Afyon’un Emirdağ ve Hatay’ın Kırıkhan İlçelerinde Yeşil Bayrak Açıldığı İddiası:
19 Ekim 1958’te Adnan Menderes’in Afyon/Emirdağ’ı ziyareti esnasında Nurcular tarafından yeşil bayrak açıldığı iddiası yazılmış, bu haber de gündemi meşgul etmiştir.
Güngör Yerdeş bu haberlerle ilgili de şunları yazmaktadır: “İçimizden yine bir ağabeyimiz ‘Ben hepinizin adına takip eder, sizlere de yazarım’ deyince
sanki dünyalar genç meslektaşların oldu. Ankara-Afyon arasını bir toz yumağı halinde tamamlayan gazetecileri, tali köy ve kasaba yollarında kim bilir neler bekliyordu!
Cumhuriyet’in kıdemli Ankara muhabirinin bu teklifi hepimizi memnun ve mes’ut kılmıştı… Evet, Emirdağ ve diğer yerlerdeki karşılamalarda neler olmuştu…
Neler mi olmuştu?
Kıdemli ağabeyimize göre neler olmamıştı ki… Laik bir memleketin gazetecilerine başbakanın tekbirli, tespihli, Arapça yazılı bayraklar açılarak, develer, mandalar kurban edilip sureler okunarak karşılama yapıldığını söylerseniz, üstelik o gazeteciler muhalefetin borazancılığını da yapıyorlarsa, o habere dört elle nasıl sarılmazlar… Bu kitap yazdırılmayanlarla, tahrif edilmişleri bir araya toplayacağını daha başından vaat etti.
Cumhuriyet muhabiri ağabeyimizin elindeki çoğaltılmışları âdeta kapıştık ve sırası gelen geçti İstanbul’a… Ankara dönüşü masamda bir not buldum. Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün beni aramıştı ve hemen makamına gelmemi istiyordu… Beni makama aldıklarında rahmetli Kemal Aygün’ün arkası dönüktü. ‘Gel Güngör evladım, otur şöyle’ dedi… Heyecan ve korkudan titrediğimi itiraf edeyim… ‘Ne imiş bu yeşil bayraklar, nerede kimler tekbir getirmiş?’ diye pek sakin, pek babacan bir şekilde sordu… Ben susmaya devam ettim, o hep
konuştu:-Böyle bir şeyin katresi olmamıştır. Biliyorum, sizler Afyon’da kaldınız, sizin adınıza malûm arkadaşınız takip etti ve hepinizi kandırıp maalesef âlet etti… Senden bundan sonraki için bir isteğim var. Görmediğine, duymadığına inanma… Özeti böyle idi rahmetli Kemal Aygün’ün sözlerinin. Sonra zile basıp ne içmek istediğimi sordu, teşekkür ettim, peki dedi ve sözlerimi lütfen unutma tembihiyle elimi sıkarak beni yolladı… İlk intibaım şuydu: Kurtulmuştum… Ben sanıyordum ki bağırıp çağıracak, atın şunu içeriye diye polisleri odasına dolduracak filan… Hep kandırılacak mıydık? Bu soruyu şimdi bile soruyorum. İyi niyet ve güven hissi, insanları bundan sonra da sıkıntıya sokacak mıydı?”.459
Kırıkhan’da böyle bir olay olmadığı da İlhami Soysal tarafından ifade edilmiştir: “Bir Güneydoğu seyahati oldu Menderes'le. Ben de o zaman çok belirgin muhalif gazeteciyim.
Öyle bir kombinezon kurulmuştu ki, o geziye katılacak gazeteciler içinde Demokrat Parti iktidarının bütün yağcıları vardı... Bir de bizim gibi Milliyet, Akis, Kim, Vatan, Akşam gazetelerinin gazetecileri var, biz de muhalefetleriyiz seyahatin. Bu seyahatte Kırıkhan civarında bir yerde yeşil bayrak açıldı diye bir hikâye çıktı. Daha önce de Afyon'un bir kazasında da yeşil bayrak çekmişlerdi camiye, yani irtica alarmı. Ben Kırıkhan'da Menderes'in yeşil bayraklarla karşılandığını görmedim, çünkü biraz daha geride kalmıştım. Gazeteci
arkadaşlarımızdan genç birisi "Ben yeşil bayrak gördüm" dedi. Akşam kendi aramızda konuşuyoruz, haber olarak gazetelerimize yazdıracağız. Ben dedim ki "Dikkat edin, duygusal hareket etmeyin, başımıza iş çıkartırsınız sonra, Menderes'le aramız bozulur, seyahatte kök söktürür". Buna rağmen bu haber yazıldı. Ben vermedim böyle bir haberi, görmedim çünkü. Ertesi sabah Menderes uyandığında ateş püskürüyor etrafındakilere. Ben çok uzak mesafelerde takip ediyorum Menderes'i. En yağcıların dışında pek kimse yanıma yanaşmıyor.
Ateş püskürüyor, çıktı bir konuşma yaptı, basına verdi veriştirdi ve biz takip edenlere, isimlerimiz vermese bile ne alçaklığımızı, ne ikiyüzlülüğümüzü, ne yalancılığımızı, ne Halk Partisinin uşakları olduğumuzu bıraktı. Halkı galeyana getirecek şekilde konuşmasını yaptı ve "yeşil bayrak yoktu" diye de iddia etti. Olmayabilir de, ben de emin değilim". 460
27 Mayıs darbesine doğru DP Hükümetinin ve Menderes’in hataları birçok kez tekrarlanmasına rağmen İnönü’nün muhalefet anlayışı basın tarafından eleştiri konusu yapılmamıştır. Basın, DP iktidarına yönelik, tutuklamalara karşı CHP’yi destekçisi olarak görmektedir. DP iktidarına karşı yaptığı yayından dolayı cezaevine giren ve İnönü’nün kendisini ziyaret ettiği gazetecilerden Cüneyt Arcayürek yıllar sonra şunları yazmıştır: “Evet, Menderes, rejimi çığırından çıkaran çeşitli yöntemler uygulamıştı. Ama Menderes’in bu çılgınlıklarına karşı, genelde İsmet Paşa muhalefetinin de kışkırtıcı bir rolü zaman zaman üstlendiği de gerçekti. Muhalefetin içinde -küçük de olsa- görev yapmış olanlar, biz,
çılgınlıklara karşı kışkırtmaların da tezgâhlandığını görmüştük”.461
Özellikle Tahkikat Komisyonu aşamasında gazetecilerin karşılaştığı muamele darbe ertesi yazılan haber ve yorumlara da sirayet etmiştir. Görüldüğü kadarıyla sadece darbe ertesi değil, darbenin yapıldığı günlerde de basının hemen hemen tamamı DP muhalifi bir tavır içindedir. Komisyonun bilgisine müracaat ettiği Bedii Faik Akın ve Kurtul Altuğ’un yaptığı açıklamalar
çok nettir:
BEDİİ FAİK AKIN - Şimdi, efendim, önce bir şeyi belirtmek istiyorum: 27 Mayısta başlamıştır iş bildiğiniz gibi ama öyle bir hava estiriliyor ki, sanki 27 Mayıs üç beş tane subayın oturdukları yerde şu seçilmişleri bir devirelim diye karar vermişler ve birdenbire devirmişler havası yayılmak isteniyor çok, öyle bir
şey yok. Bir defa o günkü havayı bilmekte fayda vardır. Şimdi, bakınız, siz bir Komisyonsunuz, Millet Meclisi Komisyonusunuz. Demokrat Partinin kurduğu
bir tahkikat komisyonu var, o da Millet Meclisi Komisyonuydu. Siz bütün bu havanın içerisinde büyük nezaketle, bana hatta siz diyorsunuz, ben o komisyona da gittim, o komisyon da beni çağırdı, o komisyon beni nasıl götürdü biliyor musunuz? Matbaamı mühürlediler, arkadaşlarımı dışarı attılar, sokakta bir kamyonetin üzerinde ben maaş verdirmek zorunda kaldım çünkü aybaşıydı ve beni tevkif edip Ankara’ya götürdüler ve eski Meclis binasının bir yerine
koydular, ondan sonra boyuna ifademi aldılar. Siz de komisyonsunuz, onlar da komisyon. Birdenbire bazı yazılar okuyorum. Efendim, Millet Meclisi komisyonu
kurulmuş da, bu komisyona niye isyan edilmiş miş… Sizin Komisyonunuz gibi komisyon olursa kimse isyan etmez ama insanları toparlayıp da, böyle… Bunu
şunun için anlatıyorum: İyi bilmek lazım o devri, o devri iyi yaşamak lazım.
Genç insanlarsınız, o devri yaşamanıza imkân yoktu, ancak okuduklarınızla iktifa etmek mecburiyetindesiniz veya size anlatılanlarla iktifa etmek mecburiyetindesiniz.
Lütfedin, size anlatılanların –benimki de dâhil- ne kadar samimi ne kadarı gayrisamimi ne kadarı uydurma bunları iyi ayıklayın, lütfen… Çünkü çok yalan
söylenmektedir, eskiden çok söylendi, hâlâ da yalan söylemektedir.
BEDİİ FAİK AKIN – Benim söylemek istediğim şudur: Evvela sizlere teşekkür ederim. Çünkü, ben üç defa tahkikat komisyonlarının karşısına çıktım, o büyük
tahkikat komisyonuna bir hafta çıktım, ilk defa güler yüzle ayrılıyorum. Ankara’daki tahkikat komisyonuna, onu da hiç saklamadan söyleyeyim size, gittiğim zaman aynı sualleri o kadar fazla soruyorlardı ki, bu bir sual taktiği
herhâlde, insanı bunaltıyordu, isyan hâline getiriyordu. Karşılarında bir oda vardı, odada arkalıksız bir iskemle vardı “Git orada istirahat et.” diyorlardı, ben orada oturuyordum. En sonunda artık yere oturmaya başlamıştım, çünkü arkamı dayamak istiyordum. Bu bir haftalık işkenceyi -ben işkence sayıyorum- bu sorgu işkencesini atlatırken bir akşamüzeri ezan sesi duydum Beyefendi, uzaktan, derinden bir ezan sesi duydum. Hiç saklamıyorum “Allah’ım, asıldıklarını göster bana.” dedim, o hâle geldim, hiç saklamıyorum. O kadar canıma tak etmiştir.
Asılmalarını istedim manasında söylemiyorum ama o hâle geliyor ki insan, bunu insan haletiruhiyesini size göstermek için söylüyorum. İnsan ölümlerini hiçbir
zaman tırnağımın ucuna dahi değdirecek şekilde benimsememişimdir. Ben ne hâle girmişim Beyefendi? Ben sonra bunu nasıl yaptım, bunu nasıl söyledim diye şey yaptım. Rahmetli annem sağ idi, çok mütedeyyin bir insandı, Allah rahmet eylesin. Anneme kavuştuğum zaman dedim ki “Böyle böyle yaptım anneciğim.”
“Ziyan yok, infial ile söylenen şeyleri Allah hesaba katmaz.” dedi. Böylelikle beni teselli etti. Yani o hâle gelebiliyorsunuz. Bunu, inanınız, hep tüylerim ürpererek
hatırlarım. Yani insanı… Şunun için söylüyorum: Bir tahkikat komisyonusunuz, bir darbeleri inceleme komisyonusunuz, meseleleri ele alırken lütfen, bir yaşlı
ağabey deyin, adam deyin, ne diyorsanız benimi için söyleyin, bir yaşlı insan olarak size söyleyeceğim şey, o günü yaşamaya çalışarak mutlaka çözün işleri,
çözmeye çalışın, o günü anlamaya çalışarak yapın. Bugünden bilemezsiniz. Bugün siz, bakın, bana evvela Ankara’dan çok nazik bir zat telefon etti, hanginizsiniz bilmiyorum. Böyle böyle… Ben icabet edemeyeceğimi, İstanbul’a bağlı kalmak zorunda hastam olduğunu, yaşımı vesairesiyle… Ne dedi biliyor musunuz Beyefendi? “O zaman biz İstanbul’da sizi dinleyelim.” dedi.
BAŞKAN – Benden bahsediyor arkadaşlar.
BEDİİ FAİK AKIN – “Peki” dedim. Siz miydiniz, teşekkür ederim, çok teşekkür ederim. Sonra İstanbul’da, gene telefondaki bir ses bana “Salı günü şu
olacak, bu olacak…” Ben “On birde gelebilirim.” dedim vesaire, geldim. Sizden ikramlar gördüm, güler yüzler gördüm. Bilir misiniz ki… Çok kolay yazıyorlar
şimdi “Efendim, Parlamentodaki bir tahkikat komisyonu… Bahane edilerek ihtilal yapılır mı?” Siz böyle düşünebilirsiniz, çünkü siz tahkikat komisyonusunuz
ama siz insansınız. Ben öyle bir tahkikat komisyonundan geliyorum ki sizinle mukayese edemem ben onu. Onu anlamanız lazım, onları görmeniz lazım.462
Kurtul Altuğ ile Komisyon toplantısında yapılan görüşme kaydı da şöyledir:
BAŞKAN - Şöyle açalım mı biraz? Akis dergisinin yazılarını sizden önce dinlediğimiz Millî Birlik Komitesi üyelerinden bir tanesi de söyledi.
Akis dergisinin yayınlanmasını beklerdik. Akis dergisi, askerlerin duygularına, hislerine tercüman olurdu. Kısmen darbenin gerekçelerinin altyapısını hazırlayan, gerekli imiş gibi bir imaj oluşmuştu.
KURTUL ALTUĞ - Şimdi, orada imajı size anlatayım mı? O imaj neden oluştu? Askerlerle o zaman şeyin hiçbir alakası yok. Ben hapse girdiğim zaman benim
ağabeyim, zaman zaman İsmet Paşa’ya giderdi, İsmet Paşa’nın zaman zaman yanında Ecevit olurdu veya Orhan Birgit olurdu. Orhan Birgit’i de dinleyecek seniz, o da anlatır bunları size. İsmet Paşa’ya “555 K” olayı cereyan ettiği zaman yani 5 Mayıs…
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – 5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da…
KURTUL ALTUĞ – Tartakladılar Adnan Bey’i. Adnan Bey zorlukla, bu kitapta var, Bir Numaralı Tanık’ı tavsiye ederim- Emin Karataş’ın bir volkswagen arabası
vardı, ona zor attı kendisini. Hatta şunu söyledi: “ Ne yapmak istiyorsunuz, beni öldürmek mi istiyorsunuz? Öldürün o zaman.” Şimdi, bütün bunlar olurken…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Siz orada mıydınız efendim?
KURTUL ALTUĞ - Hayır ben hapisteydim. Ben onları tabii sonradan öğreniyorum.
Ben o zaman cezaevindeydim, Tahkikat Komisyonu tarafından tevkif edilmişim. Tabii, konudan konuya girdiğimiz için pey şey yapamıyorum,
insicamım bozuluyor. Şimdi, isterseniz, evvela Tahkikat Komisyonunu anlatayım size. Neden Türkiye girdi 1 Mayısa? Asıl oraya gelmek istiyorum. Bu Tahkikat
Komisyonu demin isimlerini zikrettiğim 2 kişi tarafından verildi ve o komisyon hemen Meclise getirdi, Mecliste geçerken İsmet Paşa kürsüye çıktı ve bir
konuşma yaptı, “Tarihin önünde konuşuyorum. Yanlış yapıyorsunuz. Bu kanun yargıya müdahale anlamına gelir. Eğer bunu yaparsanız çok kötü sonuçları olur.” deyince, önde oturan aşırı partililer “Paşa, Paşa, Battal Gazi’nle ihtilal mi yapacaksın?” aynen laflar bunlar. İsmet Paşa onun üzerine şu tarihî sözleri
söyledi, dedi ki: “Biz ihtilal yapmayız. Biz ihtilalin ne olduğunu biliriz çünkü içinden geldik. İhtilal iyi bir şey değildir. Ben size demokrasi adına bunları
söylüyorum. Eğer siz bunları yapmaya devam ederseniz, o zaman ben dahi sizi kurtaramam.” Bunu söyledikten sonra Türkiye’de çok şey değişti. Şimdi, bunu,
isterseniz, askerlerin bir mesaj aldıklarını zannedebilirsiniz. Nitekim şimdi, milletvekili olan Nur Serter’in babası Emin Aytekin bana geldiğinde “Sen niye
yoksun?” bunu söyledi. “Yahu, İsmet Paşa’yla irtibatınız oldu mu?” Gazeteci olarak, benim işim bu. “Katiyen. Aslında arkadaşlarımızın düşündükleri onu alıp
oraya oturtmak ama yapmaz.” dedi. Aradan zaman geçti, İsmet Paşa’ya gittiler, onu biliyorum, ben hapisten çıkmıştım o zaman, ihtilal olmuştu. Kimi “ihtilal”
diyor, kimi “devrim” diyor, kimi “darbe” diyor. Aslında bunun bir askerî hareket olduğunu ve genç subay hareketi olduğunu kabul ediyorum. Çünkü kimseye
haber vermeden yapılan bir hareket. O zaman Genelkurmay Millî Savunma Bakanlığına bağlıydı. Kara Kuvvetleri Komutanı mesela, Cemal Gürsel,
Genelkurmay Başkanını atlıyor doğrudan Ethem Menderes’e mektup yazıyor. O mektup da var o şeyin içerisinde. O mektupta birtakım şartlar ileri sürüyor ve
Cumhurbaşkanının istifa etmesini, işte Hükûmetin istifa etmesini, şunun olmasını, bunun olmasını falan filan anlatıyor. Tabii bu mektup bizde
yayınlanmadı, nerede yayınlandı? Kim’de yayınlandı. Benden sonra zannediyorum Orhan Birgit gelecek. Ona sorarsanız bunu, o size teferruatıyla anlatır.
Başarılı bir gazetecidir. Tabii biz orada atlamışız. Ama bu hareketi bizim durdurmamıza yahut tekrar imkân vermiyor çünkü zaten kurulmuş olan Tahkikat Komisyonu o gün, 28 Nisan günü, hiç unutmuyorum aradılar. Ama sizden arayan arkadaşlar gayet nazik, kibar ve bir soruşturmayı yürütmek üzere aradıklarını belirttiler ve gelip gelemeyeceğimi sordular. Ben de onlara mazeretim olduğunu, ama eğer İstanbul’da buluşmak mümkün olursa, herhâlde oraya gelirim dedim. Böyle oldu. Şimdi, onlar, telefon eden komisyonun en önemli adamlarından biri, Kemal Özer. Şimdi nere milletvekili olduğunu hatırlamıyorum. Kemal Biber ortalarda, o Çorum Milletvekilidir ama. O telefon etti, dedi ki: “Sizi buraya istiyoruz.” dedi. “Nereye efendim?” dedim. O zaman da Örsan Öğmen var rahmetli, hepsi var. Bu tarzda şakalaşıyoruz, yahu, seni de çağıracaklar Tahkikat Komisyonuna, beni de çağıracaklar. Ben şaka yapıyor zannettim birisi. Yani hep birbirimize şaka yapıyoruz, her gün telefon ediyoruz birbirimize haydi Tahkikat Komisyonuna diye. Meğerse iş ciddiymiş, dedi ki: “Ne biçim konuşuyorsunuz Beyefendi? Ben Tahkikat Komisyonunun üyesiyim. Benim sizi alıp götürmeye bile hakkım var.” “O zaman polis gönderin, alın yahut yazılı bir şey gönderin.” D6edim. Sizin yazınız burada, gayet kibarca yazılmış, insanın gelesini getirten, yani mutlaka buraya bu davete icabet edip bildiklerini söylemesini gerektiren bir yazı. Şimdi, böyle bir yazıyı değil, hakaretamiz yani küçük gören, gazeteciyi rezil edici, rezil etmeye kararlı birisi. Kalktık, gittik biz. Hiç unutmuyorum yanımda Yusuf Ziya Ademhan var. O da sonra bir garip cinayetle, ormanlarda kayboldu, öldü gitti. O da çok acı çekmiştir. Akis’e girenler hep üçer ay, beşer ay yatar yatar çıkarlardı. Ben kalktım gittim Tahkikat Komisyonuna. 5 kişilik bir Tahkikat Komisyonu. Bir tanesi il başkanı Cemal Yıldırım’ı sorguya çekiyor, bir tanesi beni sorguya çekiyor. Sayın Başkanın sorduğu soruya yanıt anlamında söylüyorum. Biz bunlardan hiç haberdar değiliz olup bitenlerden. Yalnız bizim İstanbul temsilcimiz…
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder