YARGI REFORMU
1961 ve 1982 Anayasaları’nda elitist bir anlayışın hakim olduğu, egemenliğin asıl kaynağı konumundaki milletin tercihlerinin ikinci planda tutulduğu, milletin tercihlerinde yanlışlar yapabileceği ve bu tür durumlarda bu “yanlışların” düzeltilmesi gerektiği inancının çok belirgin olduğu söylenebilir. Bu yaklaşımın en somut görünümü yüksek yargıda tezahür etmekteydi. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve HSYK gibi yüksek yargı kurumlarının üyeleri, adeta kapalı devre sistemi ile bir tür kısır döngü içerisinde kendi içlerinden seçilmekte
ya da Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktaydı. Cumhurbaşkanı ise TBMM tarafından seçiliyordu. TBMM’nin, anti demokratik merkezlerce değişik
dönemler de baskı altına alındığının/alınmak istendiğinin örneklerine ise Türkiye’nin yakın tarihi şahittir.
Çoğulculuktan uzak, sadece atanmış yargı bürokrasisine açık bu kısır döngünün yakın dönemde yol açtığı uygulamalar ve sıkıntılar bilinmektedir.
Parti kapatmalar, Anayasa Mahkemesi’nin “367 Kararı” 4,
DİPNOT;
4- Anayasa Mahkemesi’nin 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanının seçimi oylamasına ilişkin 102. maddesinde öngörülen ilk iki turdaki ‘üçte iki çoğunluk’ koşulunu oluşturan 367 sayısını aynı zamanda toplantı yeter sayısı olarak kabul etmesi.Toplum tarafından siyasal ve ideolojik olarak nitelendirilen pek çok yüksek yargı kararı, karşılaşılan bu sıkıntılardan bazılarıdır. Kapalı devre sistemiyle çalışan bu oligarşik yapı, yargıyı toplumsal gelişme ve değişimin gerisinde ve evrensel standartların uzağında bırakmıştır.
2010 referandumunda kabul edilen düzenlemeler bu açıdan oldukça önemlidir. Bu değişiklikler sayesinde yüksek yargı alanında daha demokratik ve çoğulcu bir yapının oluşması sağlanmış ve özellikle HSYK’da yüksek yargının vesayetçi hakimiyeti son bulmuştur.
Bu kapsamda; HSYK’nın yapısı demokratikleştirilmiş ve kararları yargı denetimine açılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya kavuşturulmuştur. Yargıdaki iş yükünün hafifletilmesi ve adil yargılama standartlarının geliştirilmesi amacıyla İstinaf Mahkemeleri’nin kuruluş kanunu çıkarılmıştır. Denetimli serbestlik uygulamasının kapsamı genişletilmiştir. Aile Mahkemeleri kurulmuştur. Adil ve hızlı yargılama amacına yönelik iyileştirmeler yapılmıştır. İfade hürriyeti ve basın-yayın özgürlüğü güçlendirilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının güçlendirilmesi için “özgürlükler hakimi” düzenlemesi getirilmiştir.
Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Yapısının Demokratikleştirilmesi
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), adli ve idari yargı ilk derece mahkemelerinde çalışan tüm hakim ve savcıların mesleğe kabulden
emekliliğe kadar tüm özlük hakları konularında tek yetkili organdır. Kurul ayrıca tüm Yargıtay üyelerini ve Danıştay üyelerinin dörtte üçünü seçerek yüksek yargının oluşumunda da neredeyse tek söz sahibidir. Sahip olduğu bu güçlü yetkileriyle HSYK, yargılama sürecinde kimi zamanlar adından oldukça fazla bahsedilen bir kurum olmuştur. Özellikle son yıllarda HSYK, bazı kritik davalar ve bunlara yönelik müdahale girişimleriyle yoğun biçimde eleştirilere maruz kalmıştır. Bunun sonucu olarak 2010 Anayasa değişikliği ile HSYK’nın yapısı önemli ölçüde değiştirilmiştir.
2010 Anayasa değişikliği öncesi şekliyle HSYK; Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Yargıtay’dan gelen üç üye ve Danıştay’dan gelen iki üye olmak
üzere toplam yedi kişiden oluşmakta ve oyçokluğu ile karar almaktaydı. Onbinin üzerinde ilk derece yargı mensubunun özlük hakları konusunda karar alma
yetkisine sahip Kurul’da bu kesimin hiç temsil edilmemesi önemli bir eksiklik olarak görülmekteydi. Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı dışında tamamı yüksek yargıdan gelen beş üyenin blok halde hareket ederek Kurul’dan istediği kararı çıkarması mümkündü.
2010 değişikliği ile Kurul’un yirmi iki asil, on iki yedek üyeden oluşması öngörülmüştür. Kurulun mevcut yedi üyesi yanında üç üyenin idari yargı
ilk derece mahkemelerinde çalışan hakim ve savcılar arasından, yedi üyenin adli yargı ilk derece mahkemelerinde çalışan hakim ve savcılar arasından, bir üyenin Türkiye Adalet Akademisi üyeleri arasından ve dört üyenin de Cumhur başkanı’nca hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçilmesi esası getirilmiştir. Yeni oluşumuyla Kurul’da, ilk derece mahkemelerinde çalışan hakim ve savcıların da adil biçimde temsil edilmesi imkanı sağlanmıştır.
< Bu olumlu değişikliklere rağmen HSYK’nın oluşumundaki önemli bir eksiklik, halen Kurul’a üye seçiminde TBMM’ye herhangi bir yetki tanınmamış olmasıdır.
Oysa Avrupa ülke örnekleri içerisinde benzer yüksek kurullara parlamentonun üye seçmediği hiçbir ülke örneği bulunmamaktadır. >
Böylece Kurul, yeni haliyle daha demokratik, karma ve çoğulcu bir yapıya kavuşarak Avrupa ülke örneklerindeki yüksek yargı kurullarının yapısına
yaklaşmıştır. Öte yandan Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın katılımı olmadan da Kurulun çalışmalarına devam edebilmesi önemli bir yeniliktir.
Adalet Bakanı’nın Kurul’un başkanı olmaya devam etmesine rağmen daire çalışmalarına katılamaması ve Kurul’un ayrı tüzel kişiliğe, ayrı
personel, sekretarya, teftiş kurulu ve bütçeye kavuşturulmuş olması, Kurul’un bağımsızlığı konusundaki tartışmalara da son vermiştir
Bu olumlu değişikliklere rağmen HSYK’nın oluşumundaki önemli bir eksiklik, halen Kurul’a üye seçiminde TBMM’ye herhangi bir yetki tanınmamış olmasıdır. Oysa Avrupa ülke örnekleri içerisinde benzer yüksek kurullara parlamentonun üye seçmediği hiçbir ülke örneği bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin Daha Demokratik ve Çoğulcu Bir Yapıya Kavuşturulması
1982 Anayasası’ndaki şekliyle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda önemli sorunlar mevcuttu. 2010 Anayasa değişikliği ile bu oluşum tarzı belli ölçüde düzeltilebilmiştir. On bir asıl ve dört yedek üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi’nin bu yapısı, on yedi asıl üyeden oluşacak şekilde değiştirilmiş ve yedek üyelik statüsüne son verilmiştir. Yedek üyeliğin kaldırılması isabetli olmuştur; zira yedek üyeler kıdemli olmaları durumunda bile Anayasa Mahkemesi’nde asıl üyelerin varlığı durumunda heyete katılma imkanına sahip olamamaktaydı. Öte yandan, yapılan değişiklikle üyelerin 65 yaşına kadar görevde kalması uygulaması terk edilip bunun yerine görev süreleri on iki
yılla sınırlandırılmıştır.
İlk şekliyle Anayasa Mahkemesi’nin ikişer üyesi Yargıtay ve Danıştay tarafından, birer üyesi Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay ve YÖK Genel Kurulu tarafından gösterilen üç kat aday arasından Cumhurbaşkanı’nca; üç üye ise doğrudan Cumhurbaşkanı’nca yüksek yönetici memurlar ve avukatlar arasından seçilmekteydi. 2010 değişikliğine göre ise artık TBMM, iki üyeyi
Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından gösterdiği üç aday arasından, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterdiği üç aday arasından seçecektir. Cumhurbaşkanı ise dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl görev yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından doğrudan seçecek; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yargıtay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin göstereceği üçer aday içinden; üç üyeyi ise YÖK’ün kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasi bilimler alanlarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçecektir.
Bu yenilikte göze çarpan en önemli hususlar şunlardır: Mahkemenin oluşumunda yüksek yargının ağırlığına son verilmiştir. Ayrıca artık Cumhurbaşkanı, Mahkemenin tüm üyelerinin belirlenmesinde söz sahibi olmayacaktır. Bununla birlikte on yedi üyeden on dördünün doğrudan veya dolaylı olarak Cumhur başkanı tarafından seçilmesi Mahkeme’nin oluşumunda Cumhurbaşkanının etkisinin önemli ölçüde devam ettiğini göstermektedir. Öğretim üyelerinin sayısının üçe yükseltilmesi Anayasa Mahkemesi’nin gerçekleştirdiği denetimin
niteliği açısından olumlu bir yeniliktir. Bununla birlikte TBMM’nin doğrudan hiçbir üyeyi seçememesi Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu ile ilgili en önemli eksiklik olarak görülebilir. Nitekim Avrupa uygulamasında hiçbir ülkede parlamentonun üye seçmediği bir örnek görmek mümkün değildir. Aksine Almanya, Polonya ve Macaristan gibi kimi ülkelerde Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyeleri parlamento tarafından seçilmektedir.
İfade Hürriyeti ve Basın-Yayın Özgürlüğünün Güçlendirilmesi
Kamuoyunda “ Üçüncü Yargı Paketi ” olarak bilinen Temmuz 2012 tarihli Kanun ile insan haklarını derinleştiren ve geliştiren önemli düzenlemeler getirilmiştir.
Geçmişte TMK madde 6 kapsamında ileriye yönelik yayın durdurma cezaları verilebilmekteydi. Bu durum şikayet ve eleştirilere yol açarak, masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirilmekte ve AİHM nezdinde ihlal kararlarına konu olmaktaydı.
Bu kapsamda getirilen düzenlemeyle, ifade hürriyeti ve basın-yayın özgürlüğü kapsamında, ileriye yönelik yayın durdurma cezaları kaldırılmıştır. Buna bağlı olarak 31 Aralık 2011 tarihine kadar basılı yayınlar hakkında verilen toplatma kararları hükümsüz kılınmış ve yine bu tarihe kadar basın ve yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin dava ve cezalar da ertelenmiştir.
Adil ve Hızlı Yargılama Amacına Yönelik İyileştirmeler
Kamuoyunda yaygın olarak yargılamaların uzun sürdüğü yönünde şikayetler bulunmakta ve bu sorunun çözümüne yönelik tedbirlerin alınması yönünde haklı talepler dile getirilmekteydi.
Yargılama süreçlerinin uzunluğuna ilişkin şikayetlere son vermeyi amaçlayan üçüncü yargı paketi kapsamında, “yargı görevi yapanı etkileme suçu”nun unsurları yeniden düzenlenmiştir. Basit terör suçlarının ertelenmesi ve adli para cezasına çevrilebilmesi imkanı getirilmiştir.
Ayrıca tutuklama konusunda yaşanan sıkıntıların azaltılması amacıyla, tutukluluk yasağı sınırı iki yıla çıkarılmış ve adli kontrol uygulamasının kapsamı genişletilmiştir. Bu sayede ceza üst sınırı iki yıla kadar olan suçlarda “tutuksuz yargılama kuralı” getirilmiş ve adli kontrole karar verme imkanı genişletilerek kişi özgürlüğü bakımından ilerleme sağlanmıştır.
Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının Güçlendirilmesi İçin Özgürlükler Hakimi Düzenlemesi
Önceki mevzuatta; tutuklama, arama, telefon dinlenmesi gibi tedbirlere, daha sonra davanın esasını görmeye yetkili özel yetkili mahkeme hakimlerince karar verilmekteydi.
Üçüncü yargı paketi kapsamında; sanık hakları ve savunma hakkını güçlendir meye yönelik olarak tutuklama, arama, telefon dinlenmesi gibi tedbirlere karar vermek üzere “özgürlükler hakimi” uygulaması başlatılmıştır. Özgürlükler hakimlerinin bu tür kararlarına karşı itirazların da yine bu amaçla görevlendirilen diğer hakimler tarafından kararlaştırılması hükme bağlanmıştır. Ayrıca tutuklama kararlarının somut olgularla gerekçelendirilmesi zorunluluğu getirilmiş ve gözaltı süresi kısaltılmıştır.
Aile Mahkemelerinin Kurulması
Aile içinde yaşanan sorunların çözümünde yargı alanına giren konular açısından yapılması gereken düzenlemelerin gerçekleştirilebilmesine yönelik olarak 2003 yılında Aile Mahkemeleri kurulmuştur. Bünyesinde birer psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanı bulunan aile mahkemelerine, yargılama yetkisinin yanı sıra ailenin korunmasına yönelik koruyucu, eğitici ve sosyal tedbirler alma yetkisi tanınmıştır. Kurulan bu mahkemelerle, eşlerin ve çocukların taraf olduğu aile hukukundan doğan hukuki sorunların taraflar arasındaki karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörünün korunması ilkesi gözetilerek gerektiğinde uzmanlardan da yararlanmak suretiyle sulh yoluyla çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır.
Denetimli Serbestlik Uygulamasının Kapsamının Genişletilmesi
Denetimli serbestlik şüpheli, sanık ve hükümlüler hakkında mahkemelerce hapis cezası yerine verilen seçenek ceza ve tedbirlerin uygulanması; şüpheli, sanık ve hükümlülerin toplum içinde denetimlerini, takip ve iyileştirilmelerini kapsayan alternatif bir ceza ve infaz sistemidir. Denetimli serbestlik kapsamında, kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırma, konuttan ya da belirlenen bir çevreden
ayrılmama gibi tedbirler uygulanmaktadır. Denetimli serbestlik uygulamasının kapsamının genişletilmesi amacıyla 2012 yılında ilgili kanunda değişiklikler yapılmıştır.
Kanunun amacı, Avrupa Konseyi Tavsiye kararlarına uygun alternatif bir infaz rejimi getirilerek, hükümlüyü sosyal hayata hazırlamaktır. Bu sayede mahkum olunan hükümlülük süresinin daha az kısmı cezaevinde geçirilecek, hükümlü belirli bir kontrol dahilinde sosyal hayata hazırlanacaktır.
Belirtilen çerçevede, açık cezaevinde geçirilen sürenin son bir yılının, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle dışarıda infaz edileceği yeni bir infaz rejimi öngörülmüştür. Ayrıca, şüpheli, sanık ve hükümlülerin toplum içinde izlenmesi, gözetimi ve denetiminin elektronik cihazların kullanılması suretiyle de yerine getirilebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Böylece söz konusu kişilerin dış dünya ile uyumlu olmaları ve aileleriyle bağlarını sürdürebilmeleri amaçlanmıştır.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder