Yeni Dünya Göç Sistemi: Avrupa Odaklı Modern Analiz BÖLÜM 2
İlk iki açıklamanın ardından göç olgusunun bir diğer tamamlayıcı ve ayırtedici kavramı olan Azınlık kavramı gelmektedir. Bu terim her ne kadar hukuksal
bir kavram gibi görünse de varlığının temelini belirli bir toplumsal-kültürel gerçeklikten almaktadır. Bu kavrama temel oluşturan toplumsal-kültürel gerçeklik “farklı görülmek” ya da “ötekileştirilmek” fenomenine dayanır. Bu fenomenin toplumsal gerçeklik içindeki karşılığı bazen dinsel farklılıklar olabildiği gibi, bazen de dilsel-kültürel farklılıklar olabilmektedir. Kavrama konu olan olgunun iki yönlü paradigmal boyutu vardır. Bunlar, içerden ve dışarıdan yapılan tanımlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Zira, her ne kadar kavram “tek taraflı”, yukarıdan bir belirlenimin konusu olsa da, karşı tarafın böyle tanımlanmak bakımından rızası ve hazırlıklı oluşu da tanımlama bakımından önemli bir etkendir. Bu sebeple böyle tanımlanmaya aday toplumsal grup ve cemaatlerin kendilerini nasıl gördüklerine ilişkin antropolojik bir bakış açısının, yine bu aday grup ya da cemaatin dışarıdan yapılan yaygın tarifi hukuki açıdan önemlidir (Aydın 2005, 122).
Azınlıklar ile ilişkili sorunlar uluslararası haklar bakımından ülkelerin içişleri boyutundan çıkarak evrensel boyuta taşınabilecektir. Bunu gerçekleştirebilmek
için, 1947’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından bir tanım yapılmıştır. “Başat olmayan bir durumda olup, bir devletin geri kalan nüfusundan sayısal olarak daha az olan, bu devletin uyruğu olan üyeleri etnik ve dilsel nitelikler bakımından nüfusun geri kalan bölümünden farklılık gösteren ve açık olarak olmasa da kendi kültürünü, geleneklerini ve dilini korumaya yönelik bir dayanışma duygusu taşıyan gruptur (Çakmak 2012, 11). İçeriden ve dışarıdan bakış açılarının oluşturduğu diyalektik içinde biçimlenen ve belirli ölçülerde istikrar kazanan aitlik algısı, toplumsal-kültürel alanda meydana çıkar. Bu noktada, yukarıda sıralanan üç kavrama ek olarak “kimlik” kavramı ortaya çıkar. Bireyin kendini ait hissettiği azınlık grubuna ya da cemaatiyle olan ilişkisini tanımlamak açısından önemli olan kavram göç politikaları üreten kaynak-hedef ülkelerin uluslararası alanlarda hukuken dayanaklı açıklamalarına konu olmaktadır.
Avrupa’da Göç Politikalarının Tarihsel Analizi
Dünya genelinde son dönemlerde göç kontrolünde açık sınır uygulamaları,
20. yy’ın bir fenomeni olarak savunulmaktadır (Pluto 2004; Harris 2001). Ancak bunun gerçekleştirilebilir kolaylıkta olmadığı konusunda feodalizmin mutlak
tecrübeleri vardır. Örneğin; 1662’de I. Elizabeth devrinde Papa yönetimindeki topraklarda kölelik hareketleri sınırlandırılmıştı. 1795’te kısmen kaldırılmış ve
1800’de Birleşik Krallık’taki İrlandalılar’ın vatandaşlığı tamamen kabul edilmişti. Sonuçta büyük sayılarda İrlandalı fakir insan İngiltere’ye göç etmişti (Torpey
2000, 66-67). Benzer şekilde 1548’den 1807’ye kadar Alman topraklarında ve Prusya köylüleri arasında kalıtsal kölelik (hereditary servitude) ve diğer ağır devlet kontrolleri gevşetilmesi sonucunda serbest kalan işgücünün serbest pazarlara yöneldiği görülmüştür (Torpey 2000, 59). Feodal dönemde gerçekleşen bu iki lokal örnek nitelikli işgücünün kontrolü açısından mobilitenin sakınılması gereken bir toplumsal olgu olduğu kanaati oluşturmuştur. 1820’lerden itibaren özellikle Büyük Britanya’da serbest ticaret koşullarıyla birlikte büyük bir göç süreci başlamıştır (Timmer ve Williamson 1998, 739-771). Almanya 1856’da göçmen hakları konusunu ilk kez gündeme getirmiş, ısrarlar üzerine göçmenlerin hakları ve yerleşim izinleri kendilerine verilmiştir. Takip eden birkaç yıl içerisinde Alman topraklarında (Hollanda dâhil) ve aynı zamanda karşılıklı anlaşmaları kabul eden İngiltere, Fransa, Belçika ve İskandinav ülkeleri gibi Avrupalı devletlerde göçmen kontrollerinin gevşetilmesi gerçekleşmiştir (Torpey 2000, 77). Ancak, küreselleşme trendleri evrensel anlamda dünyada ve 1870’lerdeki Amerika, Kanada, Arjantin ve Brezilya’da yavaş yavaş göçü kısıtlamaya başlamıştır (Timmer ve Williamson 1998, 739). Amerika’da 1918 kongre döneminde hem dış göç hem de iç göç kısıtlanırken aynı yasa 1919’da sadece dış göçü kapsayacak şekilde değiştirilmiştir (Torpey 2001, 264). 1920ler’deki göç sınırlamalarının evrensel sonuçları Amerika’nın büyük bir hedef ülke haline dönüşmesine kadar devam etmiştir (Andreas ve Snyder 2000, 31-54).
İngiltere, 1905’te Doğu Avrupa kaynaklı Yahudi göçü korkusuyla kısıtlama politikaları başlattı. 1930’a kadar İngiltere’de İrlandalı göçmenler dahil sedece
%1’lik bir yabancı popülasyon mevcuttu. Eşzamanlı olarak otoriter rejimlerin hâkim olduğu Sovyetler Birliği, Almanya, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler
içinde de göç kontrolleri ve sınırlamalar yeniden dirilmişti. Böylece, II. Dünya Savaşı öncesinde, birçok ülke mutlak feodal dönem kısıtlamacılığı şartları
benzeri bir göç yönetimi uygulamasını başlattı. 19. yy’ın sonlarından başlayarak küreselleşme sürecinden uzaklaşıldı. Ağır ve kısıtlı ticari faaliyetlerle birlikte
işgücü de görece serbest kaldı. Bununla birlikte, 20. yy’da, geri döndürülemez bir göç yönetimi değişimi görüldü. Değişim, ulus devletle birlikte lokal seviyede
yetkinin yer değiştirmesi anlamına geliyordu. Otoritenin yer değiştirmesi büyük bir kapasite zorlamasına ve modern teknoloji-dökümantasyonun faydasında
artış meydana getirdi. Modern Refah Devleti’nin özelliklerinden biri olan bireysel özgürlükler ve liberal yaklaşım, merkezi otoritenin müdaheleci devlet algısıyla
uyuşmuyordu. Böylece merkezi otorite II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen Modern Dünya Sistemi içerisinde yerini kaybetti (Torpey 2000, 38).
Modern refah devleti vatandaşlığı ve milliyetçiliğin yükselmesiyle birlikte çağdaş göç yönetiminin köşetaşlarından biri daha yerini almış oldu. Savaş sonrası
insan hakları koruma sistemleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde yeni akım kapsamında gerçekleşmiştir. Vatansız insanlar ve mültecilerin korunması
için 1949 Cenova Konvensiyonları rehberlik etmiştir (Skran 1995, 78). İşgöçüne gelince ILO, 1949’da şu anda 45 ülke tarafından onaylanan vasıfsız işgücü
politikasını içeren bir anlaşma ortaya koydu. Bu anlaşma Kuzey Avrupa’da ekonomik genişleme sürecinde takip edilecek temel yönelimler ve gerekli misafir işçi kaynağını sağladı (Cenova 1949). Özellikle, Yeni Dünya’nın yerleşimci toplumları (Avusturalya, Kanada ve ABD) geçici işgücü göçünden ziyade kalıcı
göçü tercih ettiler. Bu yaklaşımı 1980’lerin sonuna kadar sürdürdüler (Freeman ve Birrell 2001, 525-551). Ekonomik refahta artışın görüldüğü 1950’lerin ve
1960’ların sonlarında gelişmiş dünyanın çoğunda işgücü kıtlığı hâkimdi ve göçe olan ekonomik ihtiyaç açıkça ortadaydı. Göç türü ise tarihi, kültürel ve coğrafik
parametrelere göre çeşitlilik gösterdi. Örneğin; Fransa, Hollanda ve Birleşik Krallık gibi kolonileşme sonrası ülkelerde koloniyel vatandaşlık yükseldi. Almanya, Avusturya, İsviçre ve Belçika kendilerinin geçici işgücü olarak tanımladığı (Gastarbeiter) işgücüne güveniyorlardı. Yeni Dünya ise kalıcı göçü teşvik ediyordu. Güney Avrupa ise öncelikle Kuzey Avrupa’ya işgücü ihracatçısı konumundaydı. 1973’teki petrol krizleri göç politikası tarihinde açık bir dönüm noktasıdır. Kuzey Avrupa ülkeleri, vasıfsız misafir işçi alımını durdurdu ve başarısız da olsa mevcut olanları da geri göndermeye çalıştı. Güney Avrupa ülkeleri politika değişikliği ile ilgili geçişlerine işgücü ihracatından uzaklaşarak başladı. Öncelikle kendi işçilerinin dönüşüyle ve daha sonra 1980ler’de başka yerlerden işgücü alımıyla devam ettiler (Pellegrino ve Taylor 1998, 5).
Avrupa’da Göç, Kapasite ve Çözümler
Kısmen Kanada, ABD ve Birleşik Krallık hariç olmakla beraber 1974’ten bu yana göç politikası seçeneklerinin çoğu açık şekilde donmuş durumdadır. Buna
rağmen, ABD ve Birleşik Krallık’ta dahi yasadışı göçmenlerin ve sığınmacıların girişi temel ucuz yasadışı işgücü olanağı sağlamıştır. Bu yüzden resmi göç
politikaları konunun sadece bir bölümüdür (Freeman ve Birrell 2001, 525-551). Fakat vasıflı işçiler ve aile göçünü destekleyen bir puan sistemi ile de olsa
onyıllardır göreceli olarak açık bir göç politikasına büyük çapta yasadışı göç eşlik etmektedir. Avrupa’da, Güney Avrupa ülkeleri diğerlerine kıyasla az yasal
göçmen kabul etmiştir. Çoğu göç vize süresini aşma, yasadışı çalışma ve yasadışı girişten etkilenmiştir. Dolayısıyla, yasallaştırma programları yoluyla kısa süreli yasal statüler verilmiştir.
Toplam göç ve istihdam genel olarak, Kuzey Avrupa ülkeleri veya geniş Anglosakson dünyasında sınırlandırılmış görünse de, yasadışı göç ve yasadışı
çalışma, Güney Avrupa’da da sınırlandırılmamıştır. Massey, devletin kısıtlayıcı göç politikalarının uygulama kapasitesinin yasadışı göçün dünya çapında tutarlı
olarak neden yükselme eğiliminde olduğunu teorize eden bir denemeyi ele almıştır. Otoriter körfez ülkelerinden göçü destekleyen yapılarıyla geleneksel yerleşik ülkelere kadar değişen devlet kapasiteleri ile ilgili bir düşünce dizisi ortaya atmaktadır. Bu yaklaşımla ilgili sorun körfez devletlerinin dahi yüksek rakamlarda yasadışı göçmenlerinin olduğudur. Aslında bu ülkelerin kaç tane göçmen işçisi olduğu hakkında çok az bilgileri var gibi görünmektedir (Massey 1999, 303-322).
Alternatif bir yaklaşım, işgücü pazarının ihtiyaçlarına göre devletin göçü yönetme kapasitelerinin neden bu kadar yetersiz göründüğünü sorgulamaktadır.
Bu sorgulamaya iki açıklama sunulabilir. Birincisi; hemen hemen tüm ülkeler için yakın gelecekteki ekonomik ihtiyaçları tahmin etmek zor, ki bu tahminler
sıklıkla geçici işgücü ihtiyacını ya gözardı ederler ya da olduğundan fazla gösterirler. Ayrıca değişen piyasa şartlarına çabuk tepki veremezler. Yanlış tahminin sonuçları kötüdür. Özellikle, işverenler, yasadışı göçmen işgücünü kullanmada daha fazla güven ve esneklik bulurlar. İkincisi ise, göç politikasının
liberalleştirilmesi politik bir yere konmak zorundadır. Eğer, seçmen göçmen işgücü ihtiyacına ikna olmamışsa veya iş mücadelesi ya da maaş seviyeleri
konusunda kendini tehdit altında hissediyorsa, bu politikanın takip edilmesi olası değildir (Baldwin ve Edwards 2005, 8).
Yukarıda belirtildiği gibi 1974’teki “durağan” göç politikası gelişmiş kapitalizmdeki üretim faktörlerinin artan liberalleştirilmesi ışığında ilk bakışta kafa karıştırıcı görünür. AB’de artan ticaret ve sermaye aktarımı ve devlet firmalarının düzensizleştirilmesi ile buna eşlik eden işgücü hareketinin serbestleştirilmesi gerçekleşmiştir. 19. yy’ın sonlarındaki küreselleşmenin dönemsel benzer yönleri de aynı şeyi ortaya koymaktadır. Buna rağmen gerçekleştiği görülen şey ise, hükümetlerin sermaye aktarımı ve para birimlerinin kontrolünü kaybettiklerini ve pazarlarını küresel ticarete açarken göç politikalarını kontrol altına almaları aslında ülkenin sınırlarının korunması ile eş anlamlıdır. Yani egemenliğin son kalesidir (Schain 2004, 150-170). Aslında ekonomik krize mantıklı bir tepki olarak görülen kısıtlayıcı göç politikaları, ekonomik zorunluluklardan bağımsız hale gelmiştir. Pragmatikten çok ideolojik ve milliyetçi politik bağlamlarla sıkı sıkıya bağlıdır (Pastore 2007, 56-62). Özellikle ulusal güvenliği veya terörizme karşı alınan önlemleri ilgilendiren her gelecek kriz daha sıkı sınır kontrolü ve kısıtlayıcı göç politikasıyla bağdaştırılabilir (Adamson 2006, 165-199). Göç yönetiminin bu şekilde politikleştirilmesinin sonucunda yasadışı göç ve yasadışı istihdam modern kapitalizmin temel yapısal bileşenleri haline gelmiştir (Palidda 2005, 63).
Bunlara paralel olarak kısmen tepki niteliğindeki ilginin bir sonucu da Kıta Avrupası’nda ve diğer gelişmiş bölgelerde dış politika ve kalkınma süreçlerinin
etkilenmesidir. Bu konuyla ilgili olarak Pastore, politik alandaki göç ve gelişimi aşağıdaki gibi açıklamaya çalışmıştır. Şekilde, Avrupa merkezli göç politikaları nın iki boyutundan bahsedilmektedir. İçerdeki göç politikasının geliştirici misyonuyla sürece etki ettiği görülmektedir. Diğer boyut ise dış etkenlerin sürece (kültürel kimlik ve farklılıklar gibi) birleştirici misyonuyla etki ettiğini vurgulamaktadır.
Şekil 2: Politika Alanında Göç ve Gelişim
Kaynak: Pastore Ferruccio. “Migration and Development (M&D) Policy Field” Critical Remarks on an Emerging Policy Field. Routledge Press. London,2009 s:56-62
Yasadışı göçün daha iyi bir yaşam ve dünyanın en zengin ülkelerinde iş bulmak için bilinen en etkili yol olduğunu, önceki göçmenler ve potansiyel göçmenler
gayet iyi bilmektedirler. Aynı zamanda, kulaktan dolma bilgiler yoluyla şunu da biliyorlar ki, vasıfsız veya vasıflı işçiler için yasal olarak göç etmek hiç kolay bir yol değildir. Bu yüzden 21. yüzyılın başında yasadışı göç olgusu yapısal anlamda içselleşmiş olarak tanımlanabilir. Akdeniz’deki küçük adalara botlarla Afrika lılar’ın durmaksızın gelişi insani bir krizdir. Bu kriz dünya göçünün yaklaşık otuz yıldır yanlış yönetilmesinin bir sonucudur. Ancak, yapısal sorunlar
kolay çözümlere sahip değildir. Yasadışı göç bir istisna değildir. Küresel ısınma veya diğer temel sorunlar gibi hükümet politikaları da neredeyse evrensel olarak yenilenebilir niteliktedir.
Yasadışı göçün, önemli sonuçlarından birisi de güvenlik boyutudur. Hedef ülkelerdeki toplum yaşamına etki eden yabancı akını, çoğu zaman ekonomik
veya siyasi yönleriyle ele alınmaktadır. Oysa 11 Eylül sonrası dönemde batıda, güvenlik alanında yüksek hassasiyetler oluşmuştur.
Bu durum, AB ve ABD içerisinde göç politikalarının güvenlik penceresinden değerlendirilmesi sonucunu meydana getirmiştir.
Etnopolitik Çatışma Alanları
Avrupa’nın, birikim ve tecrübeleri ile en başından beri göz önünde tuttuğu bir konu da etnopolitik çatışmalar ve anlaşmazlıklardır.
Bu husus farklı perspektiflerden analiz ediliyor gibi görünmektedir. Bir taraftan, genel eğilimin yanı sıra Batı Avrupa içerisinde çoktan içselleşmiş duruma
gelmiş iken diğer üyeler arasında demokrasi, insan hakları ve vatandaşların hukuk kuralları kazanımları anlamına gelmeye devam etmektedir.
Üstelik farklılıklara saygı, anadil veya inanç konuları da arka planda durmaktadır. Ancak son dönemde AB’nin resmi ideolojik perspektifi şekil
yönünden tanımsız direktifler ve politikalar içermektedir. Ayrıca, üye ülkeler içerisindeki azınlık-çoğunluk inançlarının yönetimindeki tek enstrüman
da birliğin bu normatif ve kurumsal uzak duruşundan ibarettir. Şimdilik hem birlik içerisinde hem de sınırlara komşu ülkelerde bu çalışmalar başarı ile
yönetilmiştir.
Sorunlu bölgeler olan Kuzey İrlanda, Bask Bölgesi ve Korsika farklı şiddet seviyelerinde zamam zaman insan yaşamlarının sona ermesiyle sonuçlanan
hadiselere zemin olmuştur. AB sınırları içindeki diğer devletler, etnopolitik sorunlu ilişkilerin içerdiği ikincil alanlardaki bu tip hadiselerden mevcut gerilim
itibariyle paylarına düşeni almışlardır. Bu ilişkiler fiziksel güvenliği olduğu kadar bireysel vatandaşlık ve devletin yanında diğer güvenlik boyutlarını da içerir.
Örneğin; etnopolitik çatışma, acil çözüm üretilmez ise, uzun vadede sosyo-ekonomik güvenlik sorunlarına da sebebiyet verecektir.
AB içindeki bu çatışmalar, bir bütün olarak 2004’teki genişlemeden önce düzenli ve iyi planlanmış bir haldeyken üye devletler kısa sürede bu çatışmalarla
yüzleşmek zorunda kalmıştır. Sonuçta üye devletlerin geneli tarafından aktif engellemeyle bu sorunların birlik içi antlaşmalar seviyesinde çözülmeyeceği sonucuna varılmıştır. Diğer taraftan, merkez Avrupa’ya uzakta bulunan post-komünist Doğu Avrupa’nın büyük kısmında 1990’ların başından itibaren AB’ye adaptasyon için daha fazla politika yürütülmekteydi. Çatışmalar birliğin dışında fazla tehlikeli görünmüyordu. Ancak, hem kısa vadede hem de mümkün olan uzun vadede genişleme yoluyla bu sorunlar birlik içerisine taşınacaktı. Diğer bir deyişle, AB’nin “yeni komşuluk” anlaşmaları bu potansiyeli artırıyordu.
AB büyümesinin bir başka pratik sonucu da komünizmin çöküşü olmuştur. Soğuk savaş sonunda Avrupa’daki politik ve ekonomik büyüme hacmi AB dışındaki
bu ülkelere de yaramıştır. Tüm bu gelişmeler AB içinde kurumsal ve etkili bir etnopolitik sorunla mücadele yönteminin doğmasına sebep olmuştur. Öncelik
olarak amaçlanan üye olmayan ülkelerde ve daha dışa kapalı ilişkilerde birliğin yaygın dış güvenlik politikasını etkin kılmaktır (Wolff ve Rodt 2008).
Göç olgusunda önemli bir diğer nokta ise, etkileyen aktif göçmenlerin ve etkilenen pasif yapının varlığıdır. Zaten birliğin tüm çabaları göçler neticesinde
mevcut ideal dokusunun bozulmasını engellemeye yöneliktir. Her ne kadar Balkanlar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya ve dünyanın diğer endüstri
merkezlerine işçi göçü için özellikle ikinci dünya savaşından sonraki dönem bir milat olarak değerlendirilse de, son yıllarda küreselleşmenin kazandırdığı ivme,
bu göçü tetikleyen bir faktör olmuştur. Bu göç dalgası kapsamında yine küreselleşmenin etkisiyle yukarıda sıralanan tüm bölgelerde yaşayanlar için Avrupa ve Kuzey Amerika önemli bir hedef alan olmuştur. Avrupa’ya yapılan göçler incelendiğinde, birliğin münferit göçmenler dışında, kitlesel akımlara da maruz kaldığı rahatlıkla görülebilmektedir (Göç Strateji Belgesi 2003). Kitlesel göç hareketlerinin ilkine kaynaklık eden durum, II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda yıkılan ekonomilerini yeniden inşa etmek üzere Batı Avrupa devletlerinin işgücü ihtiyacını karşılamak üzere başlamıştır. Bu bağlamda Batı Avrupa, savaşın ertesinde, eski sömürge ülkelerinden ve diğer üçüncü dünya ülkelerinden gelen işçi göçüne sahne olmuştur.
1990’lara gelindiğinde komünizmin çöküşüyle birlikte AB içerisindeki sınırların korunmasız hale gelmesi, küreselleşmeyle birleştiğinde kitlesel göçün kısmen
açıklayıcısı olmuştur. Avrupa’da bugün yer yer yaşanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, buna paralel gelişen nefret suçları, göçmen karşıtlığı ekseninden bağımsız değerlendirilemez. Özellikle yabancı düşmanlığının beslendiği lokomotif güçlerden bir tanesi de göçmen karşıtlığıdır. Göç dalgasının Avrupa’da yarattığı
etnik ve kültürel heterojen yapı bu sorunların kaynağı olarak gösterilebilir. Çünkü siyasi, sosyal ve iktisadi her türlü açmaz, bu heterojen yapının bir sonucu olarak görülebilmektedir. Aradığı refahı, hak ve özgürlükler ortamını kendi ülkesinde bulamayan göçmenlerin AB sınırları içerisindeki müreffeh ülkelere kimi zaman yasal yollardan kimi zaman da yasadışı olarak yönelmesi, birliğin göç politikalarını gözden geçirmesine, sınır kontrollerini yaygınlaştırma sına, vize uygulamalarını koymasına neden olsa da, bu önlemler her zaman istenilen sonucu vermemektedir. Çünkü yasal yollarla birliğe giremeyen insanları organize bir şekilde toparlayan ve AB sınırlarına sokan suç örgütleri teşekkül etmiştir. Bu durum insan ticareti (trafficking in persons) denilen sorunu gündeme getirmiştir. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticaretiyle mücadeleyi zorlu kılan temel psikolojik dinamik, suça iştirak eden organize örgüt ya da grupların mensuplarının bu işi zorda kalmışlara yardım olarak yorumlamalarıdır.
SONUÇ
Göç ilişkilerinin incelenmesinde uluslararası aktörlerin müşterek organizasyonlar oluşturduğu görülmektedir. Bu durum göçü meydana getiren faktörleri
kısmen ortadan kaldırırken Avrupa ekonomi-politiğinde daha derinlikli analizler yapmaya olanak tanımaktadır. Gelişen konjönktürde güvenlik sorunlarını minimize etmek amacıyla oluşturulan önleyici güçler (preventive forces) AB-NATO işbirliğine örnek olarak gösterilebilir. Entegrasyon tanımlamaları ve son dönem ortak operasyonlar Avrupa anakarasına doğru büyüyen göçün formatını da değiştirmektedir. AB büyüme trendleri altıncı paket olarak tanımlanan süreçte doğu Avrupa odaklı bir yönelim göstermektedir. Bahsi geçen büyümenin gerçekleşebilmesi açısından bölgenin etnik yapısı önemli bir role sahiptir.
NATO kaynaklı askeri çözümler doğu Avrupa’da olası çatışmaların neticesinde zorunlu toplumsal mobilitenin de şekillenmesinde etkilidir.
Böylesi bir değişim Avrupa’daki göçün yalnızca ekonomi sebepli olmadığını düşündürmektedir. Üstelik hedef ülkelerin sadece batı Avrupa ile sınırlı olmadığını da tarihsel bazı gerekçelerle açıklamak mümkün görünmektedir. Örneğin kuzey Amerika ve Avusturalya II. Dünya Savaşı ve daha öncesinden bölge kaynaklı göçmenlerin hedefinde bulunmuştur.
2000’li yıllardan –özellikle 11 Eylül olayından- sonra AB ve ABD’nin her ne koşul altında olursa olsun göçmenlere duyduğu hoşgörü perspektifinin inandırıcılığı
azalmıştır. Batı medeniyetinin tek eksenli ve tek istikametli siyasi kültürü göç politikalarının yapımında 11 Eylül tecrübesinin ışığında yeni arayışlara yönelmiştir.
Böylesi bir tarihi tecrübe içerik açısından rasyonel politikalardan uzaklaşmakla birlikte birey güvenliğinden teritoryal güvenliğe doğru kaymıştır. Haliyle,
farklı senaryolara uyum geliştirebilecek diplomatik bir duruş batı için şimdilik yeterince uzak görünmektedir.
Yeni dünya sisteminin zorlayıcı paradoksal ilişkisi, kaynakta bulunan az gelişmiş ülkeler ile hedef ülkeler arasındaki dolaylı ya da defacto müdahaleler
neticesinde meydana gelmektedir. Ortadoğu, Güney Asya, MENA ve Sahra altı ülkelerin göç tanımları yapılırken hemen her resmi ya da gayri resmi açıklamada bu bölgelerin jeopolitik konumlarına atıf yapılmaktadır. Küresel dengelerle çıkar merkezli bağımlılık etkileşimleri süper-hegemonik güçlerin amaçlarını pekiştirmektedir.
Bu konudaki en önemli göstergelerden birini de ekonomik-siyasal stratejinin yanı sıra kültürel statükonun güçlü bir biçimde yerleştiği gerçeği oluşturmaktadır.
Hem de soğuk savaş parametrelerinin ortadan kalktığı yeni düzen içerisinde merkez-çevre dinamiğinin tarihsel yoğun temposu daha da hızlanırken
bunu söylemek hayli kolaylaşmıştır.
Teritoryal devletin kabusu olan fiziki sınır kaygısı kademeli bir biçimde –zaman zaman da entegrasyon kılıfına uydurularak- bölgesel etkinliklerle giderilmeye
çalışılmaktadır. AB’nin politik ve psikolojik sınırlarında bulunan görece düşük ekonomik devirli ve kısmen umut vaadeden ülkeler olası göç hareketlerinin
ara istasyonları rolünü üstlenmiş durumdadırlar. Avrupa’nın yakın kara havzası ile deniz irtibatının bulunduğu bölgelerde (Balkanlar, MENA ve Kafkaslar) yukarıda açıklanmaya çalışılan yeni stratejinin örneklerini oluşturmaktadır. 2010 yılının son aylarındandan itibaren Arap coğrafyasında başlayan ve gittikçe büyüyen toplumsal hareketlerin batı açısından ilk ve kurumsal değerlendirmeleri 2011’in Mart ayında Paris’te toplanan zirve ile başlamıştır. Devamında BM kararları çerçevesinde AB’nin silahlı güçlerinin de kullanılması kararlaştırılmıştır. Ancak kısa bir zaman sonra NATO mevcut operasyonların yönetimini ele aldığını
açıklamıştır.
Bu örnek AB’nin önleme kapasitesi ve göç yönetimi hususlarında kısıtlı bir varlık gösterdiğinin açık bir kanıtıdır.
KAYNAKÇA
A Adepojou, ‘Trends in international migration in and from Africa’, in D Massey & JE Taylor (eds), International Migration:
Prospects and Policies in a Global Market, Oxford: Oxford University Press, 2004, p. 65.
A Pellegrino & JE Taylor, Worlds in Motion, Oxford: Oxford University Press, 1998, p. 5.
A Portes, ‘Toward a structural analysis of illegal (undocumented) immigration’, International Migration Review, 12 (4), 1978, p. 470
A Timmer & J Williamson, ‘Immigration policy prior to the 1930s’, Population and Development Review, 24 (4), 1998, p. 739–771
AA, Afolayan. ‘Issues and challenges of emigration dynamics in developing countries’, International Migration, 39 (4), 2001, p. 10.
Andreas & Snyder, The Wall around the West, Rowman & Littlefield Publishers, 2000 p. 31-54
Aydın, Suavi. “Azınlık Kavramına İçeriden Bakmak”, Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecinde Yurttaşlık ve Azınlık
Tartışmaları. Derleyen: Ayhan Kaya, Turgut Tarhanlı. TESEV İstanbul-2005
Bahar, Halil İbrahim. “Sosyoloji” USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu), Ankara, 2008
Borjas, George J. “Economic Theory and International Migration”, International Migration Review, 23, s. 457-485
Böhning, Wolf R. The Migration of Workers in the UK and the European Community, Oxford: Oxford University Press, 1972. “Continuities in Transnational
Migration: An Analysis of Nineteen Mexican Communities”, American Journal of Sociology, 99, 1994, p. 1492-1533
Çakmak, Haydar. “Avrupa Birliği’nin Etnik Yapısı”, Avrupa Birliği’ndeki Halkların Kökenleri ve Gerçekler. Kripto Yayınları. Ankara-2012
de Haas, Hein (2005) Migration, Remittances and Regional Development: The Case of the Todgha Oasis, Southern Morocco. Paper presented at Ceres
summer school 2005 “Governance for social transformation” Institute of Social Studies, The Hague, 28 June 2005.
Everett S. LEE. A Theory of Migration, University of Pennsylvania, Nisan 23,1965 (“Population Studies Center Series in Studies of Human Resources,’ No.1)
F, Adamson. ‘Crossing borders: international migration and national security’, International Security, Summer 2006, Vol. 31, No. 1, p. 165-19 Posted Online
F, Pastore. ‘Europe, migration and development: critical remarks on an emerging policy field’, Development, CESPI, Uluslararası Politika Merkezi, Göç
Çalışmaları, Raporu. 50 (4), 2007, p. 56–62.
G, Freeman & B, Birrell. Population and Development Review, ‘Divergent paths of immigration politics in the United States and Australia’ Article first
published online: 27 JAN 2004, Volume 27, Issue 3, p. 525–551, September 2001
Glazer, Nathan ve Moynihan, Daniel P. “Etnhnicity: Theory and Experience” Harvard University Press. Temmuz-1975
Göç Strateji Belgesi. AB Bakanlığı Resmi Web Sitesi, http://www.abgs.gov.tr/
H Olesen, ‘Migration, return and development’, International Migration, 40 (5), 2002, p. 125–150.
J Torpey,-a- The Invention of the Passport, Cambridge: Cambridge University Press, 2000, p. 66–67.
J, Salt & J, Stein, ‘Migration as a business: the case of trafficking’, International Migration, 35 (4), 1997, p. 467–494.
Lee, Everett S. “A Theory of Migration”, Cambridge Press, 1969
M Baldwin-Edwards & M Schain, ‘The politics of immigration’, West European Politics, 17 (2), 1994, p. 1–16.-a
M, Baldwin-Edwards, ‘Semi-reluctant hosts: Southern Europe’s ambivalent response to immigration’, Studi Emigrazione, 39 (145), 2002, p. 33.
M, Schain. ‘The politics of immigration’, The symbolic role of border controls in the Schengen area is also noted in K Groenendijk, ‘Reinstatement of
controls at the internal borders of Europe: why and against whom?’, European Law Journal, 10 (2), 2004, p. 150–170.
Massey, D. ‘International migration at the dawn of the twenty-first century: the role of the state’, Population and Development Review, 25 (2), 1999,
p. 303–322
Massey, Douglas S. “Social Structure, Household Strategies and the Cumulative Causation of Migration”, Population Index 56, 1990, p.3-26. Harvard
University Press, Cambridge, 1993
N Harris, Thinking the Unthinkable: The Immigration Myth Exposed, London: IB Tauris, 2001; and T Hayter, Open Borders: The Case against Immigration
Controls, London: Pluto, 2004.
Notably EG Ravenstein, ‘The laws of migration’, Journal of the Royal Statistical Society, 48, 1885, p. 167–227.
ORSAM, “Küresel Göç ve Avrupa Birliği ile Türkiye’nin Göç Politikalarının Gelişimi”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Rapor No:123, Black Sea
International Rapor No:22, Haziran-2012
P. Martin, Bordering on Control: Combating Irregular Migration in North America and Europe, Migration Research Series No 13, Geneva: International
Organisation for Migration, 2003, p. 6. Pagliani, Paola. “The Human Development Approach and People with Disabilities” IDP,
2010 Report
Palidda, S. “The New Management of Migrations”. History and Antropolgy. Racial Criminalization of Migratnts in the 21st Century, Ed: Prof. Salvatore Palidda,
Farnham-2005
Pastore Ferruccio. “Migration and Development (M&D) Policy Field” Critical Remarks on an Emerging Policy Field. Routledge Press. London,2009 s:56-62
Skran, C. Refugees in Inter-war Europe: The Emergence of a Regime, Oxford: Clarendon Press, 1995.
Smaghi, L.B. (Aktaran, Dinç 2012) “Why Enlarge the EU? A look at the Macroeconomic Implications” The International Spectator, 2:51-63.
Sönmezoğlu, Faruk. Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 555,487 Haz. Ülke Arıboğan, Gülden Ayman, Beril Dedeoğlu. Der Yayınları, İstanbul-2005
Stefan Wolff, Annemarie Peen Rodt. “the EU and the Management of Ethnic Conflict”,
The Protection of Minorities in the Wider Europe. p.128-150, Palgrave, Macmillan, London-2008
Taştan, Yahya K. Siyaset ve Kültür Dergisi, “Etnisite Kuramları”, Düşünce Dünyasında Türkiz. Sayı: 6-2010
Yılmaz-Başçeri, Esin. “Uluslararası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar”, “Uluslararası Göç”. Derleyen. Faruk SÖNMEZOĞLU. Der Yayınları-248. İstanbul-1998
PDF İNDİRME KAYNAK,
http://dergipark.gov.tr/download/issue-file/750
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder