DR.TAMER TAHİR KUMKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DR.TAMER TAHİR KUMKALE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2017 Cuma

ÖĞRETMENİM

ÖĞRETMENİM,

Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedâkar öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır.-
Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1924
————————————
Ö Ğ R E T M E N İ M
Ben bir gülüm, sen bahçıvan,
Çok açarsam eser senin,
Mis kokarsam hüner senin,
Ama birde solarsam,
Günah senin öğretmenim.
Ben tohumum, çiftçi sensin,
Çok sularsan ürün senin,
Bol olursam verim senin,
Ama bir de çürütürsen,
Hata senin öğretmenim.
———————————-
Öğretmenlerimiz;
– Cumhuriyetin en büyük hazinesidir.
– Onlar; bizi biz yapan, topraklarımızı vatanlaştıran, devletlerimizi devlet yapan, milletimizi çağların gerisinden çağların ötesine taşıyan, değerleri ölçülere sığmayan aziz insanlar ve kutsal varlıklarımızdır.

– Değerli Öğretmenler; iyi ki varsınız.. Sizlerden biri olmakla daima gurur duydum ve hep duyacağım.
https://kumkale.wordpress.com/2017/11/23/ogretmenim-4/
***

31 Ekim 2017 Salı

CUMHURİYETİMİZ

CUMHURİYETİMİZ











CUMHURİYET; FİKREN, İLMEN, FENNEN ,BEDENEN KUVVETLİ VE YÜKSEK SECİYELİ MUHAFIZLAR İSTER. YENİ NESLİ BU KEMİYET VE KEYFİYETTE YETİŞTİRMEK SİZİN ELİNİZDEDİR. 
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1923)
——————————-
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün 94 yaşındadır.
Cumhuriyetimiz; Anadoludaki Türk milli varlığının ortaya geliştirdiği ve yücelttiği milli oluşumdur. Tarihi ömrünü tamamlamış Büyük Cihan İmparatorluğu içinden yeni ve bağımsız bir milli devlet yaratma çabalarının neticesidir.
Cumhuriyetimize; sahip olduğu milli güç potansiyeli ve coğrafi konumunun kazandırdığı özellikler dolayısıyla dünya küresel çıkar çevreleri daima göz dikmiştir. Topraklarımızda çıkarı olan devletler ile bunların içimizdeki ajanlarına karşı her alanda verdiğimiz mücadele 94 yıldır devam etmektedir.
Cumhuriyet idaresi; halkın kendi hakkında karar vermesinin bütün siyasi araçlarını bünyesinde taşımaktadır. Bu idarede Türk toplumunun tüm yaratıcı ve yapıcı katkısı bulunmaktadır.
Cumhuriyetimiz; tarihin çetin tecrübelerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Temelinde on binlerce şehidin kanı, gazilerimizin üstün gayreti ve alın teri vardır. Cumhuriyet ile tarihten silinmek istenen bir milletin yitirilmiş görünen tüm öz yetenekleri, bilinmeyen tüm özellikleri yeniden dünyaya ispat edilmiştir.
Türk Milleti için Cumhuriyet sadece bir idare tarzı değil,bir varlık ilkesidir. Milletçe var olma şuurunun temel taşıdır. Tarihin Türk Milletine kazandırdığı milli kültür kaynakları ile oluşan milli birlik duygusunun doğal bir sonucudur.
Türkiye Cumhuriyeti; Türk Toplumunun bütün kesimlerinin dengeli, anlayışlı ve ayni amaçta birleşen davranışlarının yarattığı bir eserdir. Türk toplumunun çeşitli alanlardaki çıkarları arasında sağlanacak dengeler ve çözümler ancak demokratik Cumhuriyet düzeni içinde olağan hale gelebilmiştir.
Cumhuriyetimizin başlıca özelliği ; tarihte ilk defa ideolojilerin, tahrik ve ayaklandırma isteklerinin; toplumları sınıflara ayırıp, birini diğerine hakim kılarak, ihtilallerle sonuç alma gayretlerinin dışında kurulmuş olmasıdır.
Cumhuriyetimiz; Türk Milletinin dünyada yalnız kaldığı ve tamamen kendisini sömüren güçlerin yönettiği bir ortamda milli bir ruhla harekete geçerek kurduğu tamamen kendine özgü bir sistemdir. İşte bu özelliğiyle kendisinden önceki ihtilaller ve siyasi hareketlerle kıyaslanamaz ve her birinin ulaştığı sonuçlar açısından da değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Bugün Cumhuriyetimiz içeriden ve dışardan pek çok saldırı ile karşılaşmasına rağmen 94 yıl içinde kuşaktan kuşağa devredilen kuruluş ilkelerinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Çünkü Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının koyduğu bu ilkeler daima Türk Milletinin güvenlik, mutluluk ve refah isteklerinin kefili olmuştur.
Anadolu Türk Toplumunun toprağına ve Cumhuriyete bağlılığı dolayısıyla bu devletin dünya üzerindeki yeri, üniter yapısı, önemi ve gücü düşmanlarının fiil ve hareketleri ile asla değiştirilemeyecektir. Cumhuriyete yönelik saldırıları etkisiz kılan Türkün milli gücü; binlerce yıllık tarih içerisinden süzülerek gelen yegane unsur olarak dimdik ayakta durmaktadır.
Cumhuriyet yönetimi; çelişkiler yerine dengeli davranmayı; uzlaşmazlıklar yerine barışı; ayrılıklar yerine birliği; parçalanmak yerine bütünleşmeyi hedef almıştır. Anadolu Türk Toplumu; önderi Atatürk’ün “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” temel ilkesine daima bağlı kalmıştır.
Cumhuriyetin kurulmasında nasıl kan, emek, ter, ve bir millet olma çabası varsa ; O’nun korunması, geliştirilmesi ve ilkelerinin savunulmasında da ayni çabaların olması gerekir. Fakat günümüzde bunlarda yeterli değildir. Çünkü Cumhuriyetimiz bilim üzerine inşa edilmiş bir anıttır. Bu nedenle emeğin, terin ve kanın yetersiz kalabileceği anlar olacaktır. Bu anlarda Cumhuriyetimiz ancak müspet bilimlerdeki ilerleme ile, çağın gelişmelerine uygun teknolojiye yer verilen bilimsel çalışmalarla korunabilecektir.
Kuruluş dönemindeki nesiller için geçerli olan Cumhuriyeti korumanın manevi heyecanı bugün yerini; bu heyecanı daha çok duyan, Atatürkçü Düşünce Sistemini sahiplenen, tartışmaya açık, çağın gelişmesi ve tüm değişmelerine hazırlıklı beyinlere bırakmıştır.
Bilindiği gibi Atatürk kendi zamanında moda olan Komünist ve Faşist dikta rejimlerine iltifat etmemiştir. 600 yıllık tarihi deneyime sahip padişahlık idaresini de reddetmiştir. O; genç Türk Devletini milletiyle birlikte demokratik bir yönetimle idare etmeyi uygun görmüş ve uygulamıştır.
İstiklal Harbini yapan Birinci TBMM’de tam anlamı ile demokrasi hakimdir. Orada bütün fikirler serbestçe tartışılmıştır. Bu mecliste bizzat Atatürk’e en büyük muhalefetin yapıldığı meclis zabıtlarından görülmektedir. Kuruluş ve işleyiş tarzı ile gerçek bir demokrasi örneği veren bu meclisin 29 EKİM 1923’te yeni devletin ismini CUMHURİYET koyması çok doğal bir gelişme olarak kabul edilmelidir.
Atatürk; bütün başarılarına Türk Milleti ile birlikte hareket ederek ulaşmıştır. Cumhuriyet Tarihimizde Atatürk İlkeleri ve Inkilâpları olarak adlandırdığımız gelişmeler; tamamen milletin desteğini alarak, milletin temsilcileri tarafından TBMM’de kanunlaştırılarak bizzat millete mal edilmiştir. Bunun için kalıcıdırlar ve değişmez kurallar olarak toplumumuzda kökleşmişlerdir. Bu kurallar bugünde ülke yönetiminde yönlendirici rol oynamakta ve gündemimizi belirlemektedir.
Günümüzde Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu gibi; dünya egemenliğine oynayan güçlerin milli çıkarlarının odaklandığı ateş çemberinde Türkiye’ye çok önemli görevler düşmektedir. Bugün Türkiye; mevcut milli güç potansiyeli ile, binlerce yıllık Türk Kültürü ile desteklenen engin devlet tecrübesi ile, bu görevleri en iyi şekilde başarabilecek bir düzeydedir.
Bugün aksayan tüm yönlerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti ; 80 milyon genç ve dinamik nüfusuyla, eğitim ve teknolojisiyle, güçlü ordularıyla, serbest seçimlerle yönetime gelen siyasi kadrolarıyla, dünyaya açılmış serbest rekabet ortamındaki artan ticari kapasitesiyle, ülke meselelerine sahip çıkan sivil toplum kuruluşlarıyla, dünyaya yayılmış başarılı bilim adamlarıyla, kollarını dünyanın dört bir yanına kadar uzatmış eğitim ordularıyla milletinin haklarını her alanda koruyabilecek bir güce erişmiştir.
Modern Türkiye Cumhuriyeti; bin yıldır üzerinde yaşadığı Anadolu’yu gerçek ve kalıcı bir anayurt olarak kabul etmiştir. Bu yurdu modern dünyanın ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda mamur hale getirmiş ve halkının müreffeh hayat yaşamasını sağlayacak her türlü tedbiri almaktadır.
Bugün Türkiye; kendisine uzanacak namert elleri hukuk ve demokrasi kuralları içinde alt edecek güce, tecrübeye, bilgiye ve cesarete sahiptir.
Yüce önder Mustafa Kemal Atatürk; Türk milletinin öz benliğinde bulunan hürriyet, bağımsızlık, dürüstlük, çalışkanlık ve bilimsellik gibi özgün vasıflarını modern bir devlet bünyesinde bir araya getirmenin huzuru ile anıtkabirde yatarken, Türk Milleti; O’nun ölümsüz eseri olan Cumhuriyetimiz ile bu Cumhuriyetin temeli olarak kabul ettiğimiz, dünyayı bir uçtan bir uca kaplayan üstün Türk Kültürüne sahip çıkmanın haklı gururunu yaşamaktadır.


***

29 Temmuz 2017 Cumartesi

TÜRK ASKERLERİNİN BAŞINA GEÇİRİLEN AMERİKAN ÇUVALINI ASLA UNUTMAMALIYIZ

TÜRK ASKERLERİNİN BAŞINA GEÇİRİLEN AMERİKAN ÇUVALINI ASLA UNUTMAMALIYIZ

5 Temmuz 2017



Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, Elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar.(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1924)
—————————————-
Geçen olayları kısa sürede unutmak ve adeta hiç olmamış gibi görmek Türk insanının önemli zafiyetlerinden biridir. Bu eksiklik yöneticilerimiz tarafından iyi bilindiğinden insanlarımız kolaylıkla kandırılabilmektedir.

Milletçe asla unutmamamız gereken en önemli olaylardan biri de 4-6 Temmuz 2003 tarihlerinde Kuzey Irak-Süleymaniye’de askerlerimizin başına Amerikan çuvalı geçirilmesi olayıdır.

Olayın üzerinden 14 yıl geçmiştir ve bugün yazılı ve görsel basınımızda bu menfur olayı kınayan haber kırıntısı dahi bulunmamaktadır. Demek ki sonunda bu vahim hadise de unutturulmuştur.

4 Temmuz; dostumuz (!), müttefiğimiz (!) ve de stratejik ortağımız (!) ABD’nin “Bağımsızlık Günü” olarak bilinir oysa bu tarih bizim için Türk askerinin başına Amerikan çuvallarının geçirildiği kara gündür. Asla unutmamamız gereken bu kara gün bilerek ve isteyerek milletimize kolayca unutturulmuştur. Bunu; “ABD’in Türk milletine karşı yaptığı psikolojik savaş saldırısını zaferle sonuçlandırmıştır” şeklinde tanımlamak mümkündür.

Milletimizin gururu, ordumuzun gözbebeği bordo bereli 11 askerimize Irak’ın Süleymaniye şehrindeki karârgahlarında yapılan çirkin saldırı milletimizi derinden etkilemiş ve devletimiz onarılması zor bir yara almıştır.

Bu vahim olayda ellerindeki gücü kullanamayan yöneticilerimizin cesaretsiz tutum ve davranışları, milletimizi ABD’nin yaptığından fazla üzmüştür. Cumhuriyet tarihimizde “Çuval olayı daima kara bir leke olarak hatırlanacaktır.

Çuval hadisesi ibret alınacak derslerle doludur. 11 rütbeli askerimiz hiç bir direniş göstermeden, hiç bir resmi girişimde bulunulmadan dost ve müttefikimiz ülke tarafından düşman askeri gibi esir alınmışlardır. Aşağılanmışlar ve elleri bağlanarak kafalarına çuval geçirilmiştir. Türk bayrağının dalgalandığı resmi çalışma büroları talan edilmiştir. Türk yönetimince ABD yetkililerine ulaşılmaya çalışılmış ama üç gün boyunca muhatap bulunamamıştır. Sonunda istedikleri tahribatı elde ettiğini düşünen ABD’li yöneticiler tarafından lütfedilip askerlerimiz bırakılmışlardır.

Bu zor günlerde ordumuz gücünü gösteremiyecekse başka ne zaman gösterecektir. Hadisenin neresinden bakarsanız bakın yaşananlar bir faciadır. Anlaşmalarla o bölgede bulunan Türk askerine karşı plânlı, programlı bir şekilde gerçekleştirilen bu saldırı aslında bizzat Türkiye Cumhuriyetine karşı yapılmıştır.

Bilindiği gibi ABD’nin 1991 Birinci Körfez Harekat’ını müteakip 36 paralelin Kuzeyinde kalan Irak topraklarında oluşturulan Çekiç Güç faaliyetleri çerçevesinde bölgeye yerleşen Türk askerleri Kuzey Irak’ı tamamen kontrol eden bir teşkilat meydana getirmişlerdi. Bu sıkı kontrol sonunda PKK terörü sıfıra yakın bir hale dönüştürülmüştü. Oysa bu bölgede PKK terör örgütüne ABD’nin şiddetle ihtiyacı vardı. Nitekim 2003’de Irak’ı ikinci kez işgal eden ABD yönetimi Kuzey Irak’ta kuracakları müstakil bir Kürt devleti oluşumuna karşı bölgede Türk askeri varlığını istememiştir. Bu husus, ABD tarafı için Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilerek aşağılanması için makul bir neden teşkil ediyordu.

Üzüntümüz ABD askerlerinin yaptıklarına değildir. Bizim yapmamız gerekipte yapamadıklarımız içindir. Gücümüz olduğu halde, güçsüz ve çaresiz bir teslimiyet anlamına gelen davranışımız içindir. Üzüntümüz milletimizin gözleri önünde tamamen teslimiyetçi tutum izleyen siyasi yönetim ile birlikte hareket eden ordu üst yönetiminin sergilediği davranışadır.

Bana göre “Çuval olayı” tamamen bir yönetim hatasıdır. 36 yıl askerlik yapan biri olarak bu üç gün içinde yaşananlardan dolayı halkımızdan utandım ve çok üzüldüm. Başımızı eğik tutanları ise asla affetmiyorum. Çünkü ne Türk halkı ve ne de halkının gözbebeği Türk askeri böyle bir davranışı hak etmemiştir.

Geçen süre içinde halâ cevap bekleyen ve aydınlanamayan pek çok husus vardır. Hepsi rütbeli olan özel tim mensupları neden silâhlarını kullanmamışlardır ? Neden savaşmadan teslim olmuşlardır? Bunun hesabı neden kendilerinden sorulmamıştır.? Eğer bu şekilde emir aldılar ise, bu emri verenden bunun hesabı neden sorulmamıştır?

ABD, o günlerde Irak’ta esir düşen bir kadın asker için Bağdat içinde kurtarma operasyonu yapmış ve kurtardığı bu kadın askeri milli kahraman ilan etmiştir. Biliyoruz ki Türk Ordusu esir askerlerini en geç bir saat içinde ABD’nin elinden alabilecek güce sahiptir. Peki bu güç neden harekete geçirilmemiştir.? Bu yetişmiş askerlerimizin kurtarılması için daha başka ne gibi aşağılayıcı durum gerekiyordu? İşte bunu anlamak mümkün değildir.

Ben bir özel tim mensubunun nasıl yetiştiğini ve savaşçılıkta dünyada benzerinin bulunmadığını yakından bilen biri olarak, 11 kişiyi teslim alacak gücün asgari 200 ölü vermesi gerektiğini biliyorum. Askerlikte hiç değişmeyen ve daima başarı vadeden bir kural vardır. Silaha karşı kullanılacak en etkili silah ayni silahtır. Tanka tankla, topa topla, gerillaya gerilla ile karşı koyacaksın. Peki bizim askerlerimiz bunu bilmiyorlar mi? Çok iyi biliyorlar ama bu güçlerini kullanmaları bir şekilde istenmemiştir.

Olayın siyasi sorumluğunu taşıyan AKP yönetimi, durumun vahametini anlayamamış ve olay süresince çok lakayt davranmıştır. Oysa binlerce yılın tecrübesine sahip silâhlı kuvvetlerimizin esir edilen mensuplarını kurtarmak için toplantıdan başka yapacakları şeyler olmalı idi.

Örneğin;

– Olay duyulur duyulmaz; Batıda konuşlanan savaş uçaklarımız derhal Güneydoğu ve Doğu Anadoludaki taktik hava alanlarına kaydırılabilir, 24 saat süre ile Irak sınırı boyunca uçaklarımız havada hazır tutulabilirdi.

– Terhisler ve izinler durdurulur, kışlalar boşaltılır, diğer ordulardan takviye edilen 2 nci Ordu birlikleri tatbikat adı altında sınırı boyunca konuşlanabilirdi.

– Kuzey Irak’taki birliklerimizi takviye olarak ilk altı saat içinde uçar birliklerle en az 20 Komando Taburu bölgeye indirilebilirdi.

– Devletler hukukuna uygun olarak derhal Türkiyede görev yapan ABD askerlerinden yüz tanesi enterne edilebilir ve takas için girişimde bulunulabilirdi.

Askeri kesim olarak bunları yapmak en doğal hakkımızdı. Peki neden yapılmadı? Bunların cevabı da bugüne kadar verilmemiştir. Bunların dışında;

– TRT başta olmak üzere tüm radyo ve televizyonlarımızın olay duyulur duyulmaz derhal eğlence yayınları kesmeleri, milli ruh ve milli şuuru güçlendirip dayanışmamızı arttıracak özel proğram yayınlarına geçmeleri gerekiyordu.

– Siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri meydanlara dökülerek ABD şiddetle kınanabilirdi. Küçük partilerin meydanlardaki sesi de ne yazık ki olayın vahameti yanında oldukça cılız kaldı.

– Cumhurbaşkanı acilen Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırabilir ve bizzat kendisi tarafından halkın hissiyatını yansıtacak ve onların kırılan gururlarını okşayacak bir konuşma yapabilirdi.

– TBMM derhal olağanüstü toplanıp hadise lehimize çözülene kadar görevi başında kalarak milletçe askerlerimizin arkasında durduklarını sergileyebilirdi.

Bunlar halkımızın yönetimden haklı beklentileri idi. Ama yapılmadı. Sonuç olarak ABD; “Süleymaniye çuval hadisesi” ile Ortadoğu ve Türkiye bölge için kurguladığı senaryoyu başarı ile uygulamaya geçirmiştir.

Bu bölgedeki Amerikan menfaatleri için üniter yapısını koruyan bir Türkiye ve bu yapının yılmaz savunucusu olan güçlü bir Türk ordusu istenmemektedir.

Süleymaniye çuval hadisesi ile başlayan Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırılar o günden başlayarak giderek artmıştır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un vurguladığı Türk ordusunu hedef alan asimetrik psikolojik savaş harekatı bütün şiddeti ile devam etmektedir.

Süleymaniye Çuval Olayı ” Cumhuriyet orduları için acı bir milattır.

Her yeni 4 Temmuz’da “Çuval Olayını” hatırlayarak milli gücümüzü tekrar gözden geçirmeli ve ABD ile bütün ikili ilişkilerimizi yeniden masaya yatırmalıyız.


https://kumkale.wordpress.com/2017/07/05/786/


**

15 TEMMUZ 2016 KALKIŞMASININ YIL DÖNÜMÜNDE TÜRK ORDUSU

15 TEMMUZ 2016 KALKIŞMASININ YIL DÖNÜMÜNDE TÜRK ORDUSU

15 Temmuz 2017


——————-
Bugün Türk milleti, muvaffak olduğu her hayatî şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna kumanda eden öz evlâtlarından kurulu subaylar topluluğunu, yüksek kumanda kurulunu görmektedir. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk – 1931)
——————-
Bugün cumhuriyet tarihimize kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz darbe kalkışmasının birinci yıldönümü. Tüm çabalara rağmen yaşanılan korkunç olaylar tam olarak aydınlanabilmiş değil. Olayın sebep ve sonuçları üzerindeki ciddi mahiyetteki soru işaretleri çözüm bekliyor..

Bu kalkışmayı yapan Türk ordusu içinde yerleştirilmiş cemaat mensuplarının ordu ve diğer devlet kurumları içindeki varlığını koruduğu sorumlu yöneticilerimiz tarafından ısrarla dile getiriliyor. Görünüşte terör örgütü ile mücadele her alanda devam ediyor. Ama sonuçta bu süreçte en fazla darbe alan kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu da bir gerçek.

Bu coğrafyada ayakta kalabilmek ve Cumhuriyetin bekasını sağlayabilmek için güçlü bir orduya sahip olunması gerçeği iyi bilinmesine rağmen bu konu üzerinde yeterli tedbirler alınmamaktadır.
Bu yazı 15 Temmuz şehit ve gazilerinin anısına, Türk ordusu hakkında yöneticilerimiz ile orduyu bağrından çıkaran asil milletimizin bilgilerini tazelemek ve ordunun önemini bir kere daha vurgulamak için kaleme alınmıştır.

Son yıllarda gelişmiş iletişim kaynaklarını kullanarak Türk ordusu ve özellikle Türk subayı üzerinde sürdürülen tamamen yalan, yanlış ve özellikle iftirayla dayatılan saldırılar milletimizde büyük üzüntü yaratmıştır.

26’ncı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un “Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde Asimetrik Psikolojik Harp uygulanıyor” uyarısı tedbir alması gereken yetkili makamlarca yeterince anlaşılamamış ve önleyici tedbirler alınmamıştır. Bir seri kumpas davaları ile ordunun üst komuta kademesi ve geleceğin komutanları, iyi yetiştirilmiş kurmay kadroları tutuklanmıştır. Ordumuz 12.000 yıllık milli tarihi geçmişi içinde görmediği kadar büyük bir general ve yetişmiş subay kıyımına tabi tutularak zayıflatılmıştır.

Bu şekilde ordunun her seviyedeki komuta kademesinin görev şevkleri, vazife aşkları kırılmış, savaşma azim ve iradelerine darbe vurulmuş. Boşalan kadrolar cemaat yapılanması içinde yer alan askeri yetenekleri sorgulanan rütbelilerce doldurulmuştur.

Bunun doğal sonucu olarak burnumuzun dibinde Ege Denizindeki 152 Türk adasına Yunanistan’ın açıkça el koyması seyredilmiş, Güneydoğu Anadolu’nun güvenliği ise adeta PKK teröristlerinin inisiyatifine terk edilmiştir.

Irak’ta Süleymaniye kentinde Türk askerlerinin başına geçirilen Amerikan çuvalı halâ kafalarda durmaktadır. Düşürülen uçak, şehit edilen pilotlar ve bombalanan topraklarımızın hesabı ise henüz sorulamamıştır. Ve Güney sınırlarımız yol geçen hanına çevrilmiştir. Bu sınırlarımızda terör örgütü ile komşu olunmasına dolaylı olarak yardımcı olunmuştur.

Durum ciddidir. Küresel güçlerin menfaatlerinin odaklandığı bir coğrafyada yaşamak zorunda bulunan devletimizin bek’ası güçlü ordu ile mümkündür. Devleti kuran Türk ordusunun gücü küresel mihraklarca iyi bilinmektedir. Aslında burada asıl hedef Türk Ordusu değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Orduyu ayakta tutan subaylarımıza acımasızca saldıran güçler bu faaliyetleri ile devlet binasının kiriş ve kolonlarını söktüklerini, en küçük bir sallayışla bu kutsal binayı kolaylıkla yıkabileceklerini sanmışlardır. Ama bu iş onların sandığı kadar kolay değildir. Türk ordusu diğer ordularda olmayan çok önemli milli hasletlere sahiptir ve bunlar 12.000 yıllık köklü bir tarihi geçmişin kazanımlarıdır. Küresel güçler bu sağlam yapıdan tuğla sökebilirler, onu eğebilirler ama asla yıkamazlar.

Türk toplumu tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren günlük yaşamlarının her safhasında askeri vasıflara sahip millet olmayı sürdürmüşlerdir..Türklere göre askerlik; devletin ve milletin bekasını sağlayan, kendine has özelliği ve kuralları olan meşakkatli ve şahsi fedakârlık isteyen, bilgi ve beceri gerektiren meslektir.

Türk Ordusu; dünyadaki bilinen en eski askeri gücü temsil etmektedir. Türk milletinin binlerce yıl geriden günümüze kadar taşıdığı ve israrla yaşattığı Ordu-Millet olma vasfı onun milli askeri kültürünün zenginliğinin ve gücünün veciz ifadesidir.

Türk Ordusu; 35 yıldır Alçak Yoğunluklu Savaş (Asimetrik Savaş) olarak adlandırılan uluslararası terörizm ve bunun ülkemizdeki bölücü uzantısı PPK Terör Örgütüne karşı amansız bir savaş vermektedir. Ayrıca, 20.7.1974 Kıbrıs Barış Harekatını müteakip henüz bir barış antlaşması imzalanmamış olduğundan Kıbrıs bölgesinde de savaş hali devam etmektedir.

Subaylar, komuta ettikleri birliklerin barış ve savaşta hem eğiticisi, hem öğreticisi, hem gözeticisi ve hem de yöneticisidir. Her seviyedeki komutanlar; askeri bilgisi ile, kuvvetli iradesi ile, adaleti ile, tutum ve davranışları ile, cesareti ile kıt’asına sahip olabilen ve onları peşinden ölüme sürükleyebilen kimselerdir. Ve netice olarak muharebeyi tank, top, tüfek, uçak, gemi, ve araçlar değil, muharip er ve erbaşlar değil, onları yöneten kadrolar yani Türk subayları kazanır.

Şehit kanı ile sulanarak elde edilen kutsal vatan topraklarını savunmak, Asil Türk milletinin hürriyet ve istiklâli ile şeref ve haysiyetini korumak görevini üstlenen Türk Silahlı Kuvvetleri; Türk milletinin tarih sahnesinde göründüğü andan itibaren hizmet veren bir ocaktır. Bu ocağa katılanlar namus ve şerefleri üzerine vatanı koruyacaklarına ve canlarını bu uğurda seve seve vereceklerini belirterek and içerler. Bu yemin Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi gücünü temsil eder..

Askerlik; tam anlamıyla bir inanç mesleğidir. Türk askeri için rütbesi ne olursa olsun gelenek ve göreneklerinden, milli hislerinden, Türk töresinden gelen inanç ve kültür değerleri binlerce yıldır özde değişikliğe uğramamış ve köklü bir miras olarak günümüz nesillerine intikal etmiştir. Tarih boyunca devlet ve milletin varlığını, dirlik ve düzenini, birlik ve beraberliğini, güçlü ve disiplinli bir ordunun ayakta durması ile kaim gören kutsal bir inanış her zaman toplumda geçerli olmuştur. İşte bu yüzden Türk milletini kendi evlatlarının oluşturduğu ordusundan, ordusunu milletinden ayrı düşünmek imkansızdır.

Askerlerimiz şan, şöhret, makam veya kişisel hesaplar için çalışmazlar. Türk askerinin fikri yapısı; nasıl daha iyi hizmet yapabileceği, savaşa en iyi nasıl hazırlanacağı, asker ocağındaki manevi değerler, sevgi, saygı ve disiplinini nasıl koruyup birlik ruhunu ve vazife bilincini nasıl geliştirip en üst düzeylere erişileceği üzerinde toplanır.

Türk milleti kendi has evlatları olarak gördüğü subaylarına yapılan saldırıyı utanarak ve ibretle izlemekte, gelinen durumdan üzüntü duymaktadır.
Silahlı Kuvvetlerimizin asli gücünü ve moral kaynağını oluşturan disiplinli bir ordu olma vasfı bütün dünya milletlerinin malûmlarıdır. Türk askeri denince akla hemen disiplinli bir ordu gelir. Tabiidir ki disiplin ancak iyi bir eğitimle sağlanır. Türk askeri bu disiplini asla korku ile değil, vicdanı sesine uyarak geliştirir. Bu disiplin, ondaki inanç ve ruh halinin, vatan sevgisinin ve kendisine emanet edilen kutsal vatan topraklarının korunması idealine daha iyi hizmet yapabilme aşkının bir belirtisidir.

Avrupa devletlerinin merasim orduları örnek gösterilip Türk ordusunun gelenek halini almış milli değerleri ile oynamak ordumuza bir şey katmaz aksine zayıflatır…

Türkiye Cumhuriyetinin ilgi sahasına giren Balkanlar, Kafkasya, özellikle Ortadoğu bölgesinde cereyan eden olayların meydana getirdiği büyük risk ortamında her an muharebeye hazır güçlü orduya sahip olmamız coğrafyamızın kaçınılmaz gereğidir. 80 milyon Anadolu Türkü’nün tamamını tek bir yumruk gibi, tek bir silah haline getirmemiz ve bu silahı milli çıkarlarımızı sağlayacak milli hedefler yönünde kullanmamız kaçınılmazdır.

İşte bu yüzden 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının hemen ardından yürürlüğe sokulan Türk ordusunun temel değerlerini sarsan gelişmeler derhal durdurulmalı ve fabrika ayarlarına geri dönülmelidir. Ordunun tüm milletin bağrından çıkan ve birliğimizi sağlayan en önemli unsur olduğu asla unutulmamalıdır.

Sonuç olarak;

Türk Ordusu; Türkiye Cumhuriyetinin omurgasıdır. Bu coğrafyada onsuz yaşamamız asla mümkün değildir. Bugün ülkemize yönlendirilen tüm küresel saldırılara karşı her zamankinden güçlü ve her an harbe hazır bir orduya ihtiyacımız vardır.(1)(2)(3)

15 Temmuz’un yıl dönümünde tekrar vurguluyorum ki; Türk askerleri cumhuriyetin bek’asının gerçek teminatıdır. 12.000 yıllık şanlı bir geçmişe sahip kutsal askerlik ocağını özenle korumalı ve kollamalıyız. Aksi takdirde cumhuriyeti koruyup kollamamız mümkün olmayacaktır.

(1) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-I Cilt (Ordu-Millet Türkler)
(2) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-II Cilt (Orduya Küresel Saldırı)
(3) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-III Cilt (Türk Ordusuna Kumpas)


https://kumkale.wordpress.com/2017/07/15/15-temmuz-2016-kalkismasinin-yildonumunde-turk-ordusu/

24 TEMMUZ 1923 LOZAN ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN



24 TEMMUZ 1923 LOZAN ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN



23 Temmuz 2017



Lozan Antlaşması, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir vesikadır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927-NUTUK)
————————



24 Temmuz 1923’de kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tapusu ve yapı harcı olan LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’nın 94. şeref yıl dönümünü kutlamak 15 Temmuz darbe teşebbüsünün sıcak gündeminin gölgesinde tamamen unutuldu.

LOZAN Antlaşması, fiilen 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Cumhuriyetinin dünya devletleri tarafından resmen kabul edildiği tarihi belgedir.

LOZAN Antlaşması; Türk milletinin emperyalizme karşı canı ve kanı pahasına kazandığı muhteşem kurtuluş mücadelesi sonunda elde ettiği evrensel bir sonuç belgesidir ve istiklal mücadelesi veren uluslar için muhteşem örnektir.

Antlaşmanın ön sözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesi yer almaktadır. Bu ilke, Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında Lozan’da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren temel hükümdür ve Türkiye’nin istiklal ve hakimiyetinin tanındığını ifade eder.

LOZAN Antlaşması’nın en önemli işlevlerinden birisi de SEVR Antlaşması ile getirilmek istenen parçalanmış topraklardaki sömürge düzenini tamamen ortadan kaldırmasıdır. SEVR Antlaşması’nın 231-268 inci maddeleri Osmanlı’nın nasıl esir edilip her alanda nasıl sömürüleceği hususundaki “Mâli ve İktisâdi” çok ağır yaptırım hükümlerini içermektedir. Bu maddelerin aynen kabul ettirilmesi amacıyla Lozan’da çok şiddetli tartışmalar olmuş ve Türk heyetine ağır baskı yapılmıştır.

İsmet Paşa direnmiş ve bunları asla kabul etmemiştir. Günümüzde Lozan’da kabul edilen maddeleri eksik bulan gafil beyinler; bu iki antlaşmanın mali hükümlerini karşılaştırdıkları zaman Lozan’ın kendisini sömürge gibi gören o zamanın süper güçlerine karşı kazanılan gerçek anlamda bir zafer olduğunu göreceklerdir.

O zamanın sömürgeci güçlerinin bu şartları kabul ederken akıllarından geçenler ve kendi aralarına anlaştıkları hususlar aynen şöyle idi;

” Evet Türkler askeri ve siyasi büyük bir zafer kazanmışlardır. Fakat şimdi iktisâden sıfır durumundadırlar. İstiklal Savaşı sürecinde tüm fiziki güçlerini harcamışlardır. Ekonomi alanında her şeye sıfırdan başlayacaklardır. EMEK, SERMAYE, BİLGİ, KREDİ, İNSAN GÜCÜ, YOL, OKUL ve ÖĞRETMENİ yoktur. TECRÜBESİ de yoktur. Bu yokları, kendiliğinden var etmesi ise fiziki olarak mümkün değildir. Şimdi onları bırakalım ve Türkler hür ve bağımsız olsunlar. Ama biz onları daima ekonomik açıdan sömürmeye devam edeceğiz. Çünkü günlük yaşamında ihtiyaç duyacağı her şey bizde. Her alanda bize muhtaçlar ”

Ama o devletler Mustafa Kemal gerçeğini asla görememişlerdir.

LOZAN Antlaşması; Ortadoğu’da sürekli barış sağlayarak dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye, Lozan ile uluslararası alanda hukuki ve siyasi yönden değerini kabul ettirerek uluslararası toplumun itibarlı ve barışçı üyesi olmuştur.
LOZAN’daki kazanımların temelinde istiklal mücadelesinin, dökülen kanların ve emsalsiz bir azmin bulunduğu gerçeği unutulmamalı, Lozan’dan vereceğimiz tavizlerin ülkemiz için karanlık günlerin başlaması anlamına geldiği bilinmelidir. Ayrıca Lozan’ı korumak için daima güçlü bir orduya ihtiyacımız olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.

“Lozan’ın zafer değil, aslında bir hezimet olduğu” hususunu medyada sıkça dile getirilmesinin ardındaki asıl düşünce, Sevr Antlaşmasının bölünmemizi öngören maddelerini geri getirmektir.

Küresel mihrakların içimizdeki paralı uşakları tarafından Lozan’ın temelini teşkil eden “Tam bağımsız üniter bir Türk devleti” yapısı bozulmaya çalışılmakta ve bağımsız bir Kürt devleti ile federal bir sisteme geçiş aşamasına gelindiği dile getirilmektedir. Oysa tarihi gerçekler gösteriyor ki, Anadolu Türk beylikleri arasındaki mücadelenin bitirilerek Osmanlı egemenliği altında Anadolu’da Türk birliğinin tesisi tam 300 yıl sürmüştür.

Gerçek Türk tarihi hakkında yeterince bilgilendirilmemiş Türk milleti; kontrol altına alınmış yandaş medyanın kendisine sunduğu yalan-yanlış bilgiler yüzünden adeta bir akıl tutulması ile karşı karşıyadır.

TC’nin bölünmeye asla tahammülü yoktur. Anadolu topraklarında üniter yapı içinde merkezi hükumet tarafından yönetilmek coğrafyanın zorunlu kıldığı bir gerçektir. Bölge üzerindeki emperyalist küresel güçlerin çıkarlarına karşı ancak böyle güçlü bir devlet yapısı içinde karşı konulabilir. İşte bu yüzden Anayasa ile devletimizin yapısı üniter olarak tesis edilmiştir. Bugün dış güçler el birliği ile Anadolu’nun üniter yapısını dağıtmaya çalışırken, bizim millet olarak temel hedefimiz bu büyük üniter gücü her ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek olmalıdır.

Küresel güçler, 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilen Uluslararası İkiz Yasaları da kullanarak Türkiye’nin bölünme ve parçalanmasının önündeki en büyük hukuki engel olan Lozan Antlaşmasını geçersiz kılmak var güçleri ile saldırmaktadır. Küresel hegemonya bölgemizde hızla genişlemektedir.

Atatürk’ten sonra teslimiyetçi ve küresel güçlerin çizdiği esasları olduğu gibi uygulamaktan başka bir varlık gösteremeyen ülkemizin dış politika anlayışında köklü düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Dünyanın merkezindeki coğrafi konumu ile Türkiye çok yönlü dış politikalar izleyebilecek bir özelliğe sahiptir. Türkiye’nin konumu ve sahip olduğu milli güç potansiyeli bu coğrafyada kendisine dış politika açısından önemli seçenekler sunmaktadır. Çünkü Türkiye; Asya, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Balkan, Kafkasya, Ortadoğu, NATO ve bir İslam ülkesidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında yer alan bir Türk Ülkesidir.

Türkiye; son yıllarda terör örgütlerinin kapsamlı saldırıları karşısında çok zor anlar geçirmesine rağmen yukarıda sayılan çok yönlü, çok taraflı siyasi seçenekleri dolayısıyla bölgesinde güç dengelerini sağlayabilecek stratejik bölge hakimiyeti için aktif rol üstlenebilecek kadar güçlü bir ülke olmaya devam etmektedir. Türkiyeyi yöneten siyasiler sahip oldukları bu büyük gücün farkında olmak ve dünyanın yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin ağırlığını her platformda hissettirmek zorundadırlar.

Kurtuluş Savaşı ile kazandığımız uluslararası siyasi haklarımızı belgeleyen LOZAN ANTLAŞMASI; ülkemiz üzerindeki gizli emelleri bulunan küresel güçlerin önündeki en önemli engeldir. Milletçe bu tarihi belgeye sımsıkı sarıldığımız takdirde tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatılacaktır.


https://kumkale.wordpress.com/2017/07/23/24-temmuz-1923-lozan-zaferimiz-kutlu-olsun/



***

HANGİ KABOTAJ BAYRAMI ?

HANGİ KABOTAJ BAYRAMI ?



4 Temmuz 2017



Üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; Endüstrisi, Ticareti ve Sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu kısa zamanda başarmalıyız. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1937)

Gün; 1 Temmuz 2017 ve biz güya 1 Temmuz 1926’da kabul edilerek, ülkemize denizlerimizdeki bağımsızlığımızı kazandıran 815 Sayılı Kabotaj Kanununun kabulünün 91 inci yıl dönümünü, yani Kabotaj Bayramını kutladık..

Kabotaj Bayramı törenlerine ilk defa 1960’da Beşiktaş iskelesi arkasındaki Barbaros Hayrettin Paşa heykelinin önünde askeri ortaokul öğrencisi olarak katıldım. Tören, donanmamıza ait birliklerin katılımıyla icra edilmişti. Denizci subaylarımız en büyük Türk Amirali Barbaros’un önünde denizlerimizde kazandığımız kabotaj hakkının yılmaz bekçisi olduklarını vurguluyorlardı.

Bilindiği gibi Kabotaj Kanunu ile yabancıların elinde bulunan bütün limanlarımız millileştirildi. Türk limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşıması ile kılavuz ve römorkaj hizmetlerinin Türk vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılması hükmü getirildi. Kanunda belirtilen bütün hizmetlerin sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca yerine getirilmesi kararlaştırıldı.

Kapitülâsyonlar adı altında sömürülen ülke kaynaklarının önemli bir bölümünde yabancı hakimiyetine son veren bu kanunun kabul edildiği 1 Temmuz’a özel anlam yüklendi. Bağımsızlığımızı vurgulamak için 1 Temmuz bayram olarak belirlendi. Ve günümüze kadar bu özel gün resmi törenlerle Kabotaj Bayramı olarak kutlandı.

Yabancılara verilen imtiyazları kaldıran bu yasa ile birlikte, denizcilik alanında Türk vatandaşlarına liman işletmesi, deniz turizmi, gemi inşa ve tersanecilik, balıkçılık, deniz taşımacılığı, eğitim gibi alanlarda birçok imtiyaz sağlanmıştır.

Peki şimdi biz 2017 yılının 1 Temmuzunda denizciliğimizin, kabotaj hakkımızın, limanlarımızın durumu nedir diye baktığımızda iyi şeyler söyleyebilir miyiz?

Tabii ki hayır.

Çünkü Türk Deniz Kuvvetleri, tarihinin hiç bir döneminde rastlamadığı şekilde bir Asimetrik Psikolojik Savaş saldırısı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz, Amirallare suikast, Casusluk v.s gibi pek çok dava dolayısıyla donanmanın komuta kademesi tutuklanmış ve pek çoğunun ordu ile ilişkisi kesilmiştir. Bu durum deniz alâka ve menfaatlerimizin muhafazası için elzem olan çok güçlü bir deniz kuvveti bulundurma zorunluluğu konusunda önemli ölçüde zafiyet doğurmuştur.

Lozan ile elde ettiğimiz limanlarımızı millileştirme hakkımızı Kabotaj Kanunu ile fiiliyata geçirmiş ve yabancıların elinde bulunan limanlarımızı geri almıştık. Peki bugün bu limanlarımız devletimizin kontrolü altında mıdır mıdır.?

Hayır değildir. Bugün limanlarımızın büyük çoğunluğunun kontrol ve denetimi devredilmiş bulunmaktadır. 2017 Türkiyesinde Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar dönemine geri dönüş yapılmıştır. Gururla millileştirdiğimiz ve bu millileştirmeyi bayram olarak kutladığımız limanlarımız “özelleştirme” adı altında yeniden yabancıların kontrol ve denetimine geri verilmiştir.

Samsun, Ordu, Trabzon, Ereğli, Sinop, İzmir, Dikili, Kuşadası, Antalya, Mersin, Alanya, İskenderun v.s. limanları artık Türklerin değildir. Pek çok liman ise satış için sıralarını beklemektedir.

91 yıl önce balık deposu olan denizlerimizdeki zengin deniz ürünlerimize bugün sahip değiliz. Balığı denizdeki doğal ortamında değil, özel balık çiftliklerinde yetiştirme yoluna girdik. Çünkü artık balığımızı kendi denizlerimizden değil, İskandinav ülkelerinden elde etmek daha kolayımıza geliyor.

Üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin yük taşımacılığında denizlerden yararlanma oranı ne yazık ki binde 3 dolayındadır. Bugün ekonomik kriz içinde bulunan 10 milyonluk Yunanistan, deniz taşımacılığından ortalama 50-60 Milyar dolar kazanırken Türkiyenin kazancı ise 2-2.5 milyar dolar kadardır.

Akdenizi Türk gölüne çeviren Barbarosun torunları olarak bugün dünya gemi adamlığı (işçi ve tayfa gibi ) gibi çok önemli bir istihdam ve gelir kaynağı olan sektörde adımız yok denecek kadar azdır.

Bu menfi tabloyu çoğaltmak mümkündür.

Oysa denizler; içinde barındırdığı bol ve çeşitli mahsülleri, denizaltı karasında bulunan çok zengin doğal kaynakları ve ulaştırma sektöründeki tonaj kapasitelerinin büyüklüğü bakımından sağladığı geniş imkanlar dolayısıyla, çağlar boyu insanlığın en önemli kazanç kaynaklarından biri olma vasfını sürdürmüştür. Bugün geçimini sadece denizden sağlayıp refaha ulaşmış pek çok ülke mevcuttur.

Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti denizlerinin yönetiminde başarısızdır. Henüz bir Denizcilik Bakanlığı’mız yoktur. Halbuki Türkiye güçlenen ve dünya siyasetinde önemli roller üstlenmeye aday bir ülkedir. Küresel menfaatlerin çekim merkezinde yer alan ülkemizde denizlerimiz ülkemizin güvenliği ve halkımızın ekonomik refahı için asla vazgeçilmeyecek stratejik değerlerimizdir.

Özetleyecek olursam;

Üç tarafı denizlerle çevrili olup her alanda denizciliğe elverişli şartları bulunan Türkiye’de “Deniz Alâka ve Menfaatleri” henüz yeterince belirlenmemiştir. Veya kağıt üzerinde kalmış, uygulamaya geçirilememiştir.

Denizlerimiz ve göllerimiz ile bu su kaynaklarını besleyen akarsularımızdan nasıl yararlanacağımız hususu da bilimsel olarak saptanmamıştır.

Bu günkü teşkilat yapısı içinde bu işi sahiplenecek müracaat merciini bulmakta mümkün değildir.

Çünkü denizlerimiz ve su yollarımızdan yararlanmamamızı istercesine pek çok kuruluş sorumlu tutulmuştur. Yetkililer ilgi sahaları birbirinin içine girdiğinden, hep ara hatta ve çekimser kaldıklarından sorunlar biteceğine artarak devam etmektedir. Meydana gelen yetki boşluklarından yararlanılarak ortaya kontrolsuz ve denetimsiz bir düzen meydana çıkmış ve bugünkü duruma gelinmiştir.

Türkiye denizcilik konularına ağırlık verdiği takdirde; sadece denizlerimizin her alanda sağlayacağı imkanlarla 80 milyon insanımız rahat beslenip refaha ulaşılabileceği gibi, bugün sosyal hayatımızı felç eden işsizlik sorununa da kesin bir çözüm bulunmuş olacaktır.

O halde ne yapılmalıdır?

Kanaatimce; tek bir yönetim altında gayretler birleştirilmelidir. İlkeler saptanmalı ve kesin kurallar konularak sıkı bir denetim sistemi oluşturulmalıdır. Ama öncelikle Türk kamuoyu ülkemizin deniz alâka ve menfaatleri konusunda aydınlatılmalı ve gerekirse özel olarak eğitilmelidir.

Barbaros’un torunlarına denizlerini kullanmada gösterdiği beceriksizlik yakışmıyor.
Çok önemli olarak değerlendirdiğim fakat Türkiye’nin yoğun gündemi içinde gözden kaçan deniz alâka menfaatlerimizin sahiplenilmesi yönünde acilen yeni kararlar alınmk zorundadır.


https://kumkale.wordpress.com/2017/07/04/hang-kaota-bayrami-2/

***

22 Aralık 2016 Perşembe

SUBAYIN ÜZERİNDE NE ARIYORSUNUZ VE NE BULMAYI ÜMİT EDİYORSUNUZ?

SUBAYIN ÜZERİNDE NE ARIYORSUNUZ VE NE BULMAYI ÜMİT EDİYORSUNUZ?





DR.TAMER TAHİR KUMKALE,
30 EKİM 2016


images













Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. 
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)


29 Ekim’de Anıtkabirde yapılan törenlere katılan subaylar, görevli astsubaylar tarafından dedektörle ve elle aranarak Anıtkabir sahasına alınmışlar. Gazeteler boy boy bunun görüntülerini yayınladılar. Ve bu görüntüler utanç verici idi..

30 yıl subaylık yaptım. 30 yıl şerefle taşıdığım üniformanın bir parçası olarak belimde silah taşıdım. Silah subayın kolu -bacağı gibi vücudunun ayrılmaz bir parçasıdır. Anlamı da ben her zaman ülkemi korumaya hazırım demektir.

Bu durumda inzibat astsubayları subayların üzerinde ne aradılar?

Bir astsubaya üst ve amiri konumundaki subayların üstlerini arama emrini kim verebilir?
Ve bir subay üstünü astlarına aratma rezaletine nasıl alet olabilir.?
Bu görüntüler benim görev yaptığım ordunun kültürüne hiç yakışmıyor..Ve aklımıza hemen gelen soru şu oluyor. Ben hangi orduda görev yaptım ?
Bizim 70 yaşında gördüğümüzü inşallah ordunun komuta kademesi de görmüştür. İnşallah bir daha böyle yüz kızartıcı bir durumla askerlerin rencide edilmesine izin vermezler..

Üstünde silah aranan subayların gururla taşıdıkları o silahlarla vatan topraklarını koruyacakları gerçeği asla unutulmamalıdır..