Âdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Âdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2019 Pazartesi

Tanrının Adamları, BÖLÜM 4

Tanrının Adamları,  BÖLÜM 4



 21. Yüzyılda Tanrının adamları.. 

Yaşadığımız dünyaya yön verenler genellikle teknoloji ağırlıklıdır çünkü günlük 
hayatımızdan, askerlik ve devlet adamlığına yeni teknolojiler önemli ölçüde yön vermeye devam ediyor. Son 30 yılın buluşları önemlerine göre şöyle sıralanabilir; internet, cep telefonu, kişisel bilgisayar, fiber optik, e-posta, ticari GPS, taşınabilir bilgisayarlar, hafıza depolama disketleri, tüketicilere yönelik dijital fotoğraf makinesi, radyo frekanslı kimlik etiketleri, DNA testleri, hava yastıkları, ATM, gelişmiş piller, melez (hibrid) otomobiller, organik ışık-yayıcı 
diyotlar, görüntü panelleri, HDTV (yüksek çözünürlüklü televizyon), uzay mekiği, nanoteknoloji, yapay hafıza ve sesli posta, navigasyon sistemleri. Avrupa’nın ‘sınıf’, Hindistan’ın ‘kast’, Çin-Japonya-Kore’nin ‘ırk homojenliği’, Afrika’nın ‘kabilecilik’, Ortadoğu’nun ‘din muhafazakârlığı’ devam ederken, Amerika; yeni fikirler ve icatlar peşinde ırk, yaş, din ayırımı yapmadan üstün zekâlılar toplumu yaratma peşindedir23. Ülkeler, tüm dünyada Jeff Bezos, Bill Gates, Steve Jobs gibi beyinler yakalama peşindedir. Bu tür beyinlerin 
geliştirdiği iPhone, Amazon, Facebook, Google gibi sosyal medya veya Microsoft yazılım teknolojileri insan hayatını değiştirmeye devam etmektedir. 

2014 yılında küresel olarak seçilmiş 100 en önemli düşünür Tablo 3’de görülmektedir. Bu anketi yapan Foreign Policy dergisinin yöneticilerinin Musevi ağırlıklı olmasının, özellikle siyasi ve aktivist kapsamda tercihleri etkilediği öngörülebilir. Ekonomistlerin çokluğu ise yaşanan küresel ekonomik kriz nedeni ile ortaya pek çok yeni fikrin çıkması ile bağlantılıdır. 

Tablo 3: Küresel 100 Düşünür (2014) 



Kaynak: Foreign Policy, The FP 100 Global Thinkers, (December 2012). 
http://www.foreignpolicy.com/articles/2012/11/26/the_fp_100_global_thinkers?wpisrc=obinsite 

2015 yılında dünyanın en önemli 100 düşünürü şu şekilde sınıflandırıl maktadır.24; 

a. Terörizm (4), 
b. Aktivist (21), 
c. Sanat (19), 
d. İş Dünyası (12), 
e. Devlet Adamı (18), 
f. Din İnsanı (1), 
g. Bilim İnsanı (18), 
h. Akademisyen (8), 
i. Medya (4). 

 21. Yüzyıla Damgasını vurmaya aday isimler şunlar olabilir; 

Ekonomistler; Thomas Piketty, Paul Krugman, Tyler Cowen, Linda Scott, Esther 
Duflo, Robert Shiller, Anat Admati, Diane Coyle, Jean Tirole, Mao Yushi, Greg Mankiw, Amartya Sen (ekonomist) Hernando de Soto, Jeffrey Sachs, Gary Becker, Jagdish Bhagwati). 

 Siyasi düşünürler25; Jürgen Habermas (AB’nin krizde olduğunu ve reform yapması gerektiğini savunuyor), John Gray (dini ideolojiler ile iç içe geçmiş liberal yanılgı içinde yaşadığımızı düşünüyor), Henry Kissinger (yeni bir dünya düzenine ihtiyaç olduğunu düşünüyor), Samuel Huntington, Bruce Katz (siyasi danışman), Noam Chomsky. 

 Bilim insanları; Daniel Kahneman (psikolog), Robert Lanza (biyolog), David 
Chalmers (filozof), Lee Smolin (fizikçi), Reza Aslan (din tarihçisi), Edward Witten (fizikçi), Jeremy Rifkin (sosyal teorisyen), Evgeny Morozov (teknik teorisyen), John Goldthorpe (sosyolog), Christopher Clarck (tarihçi), Linda Colley (tarihçi), Robert Plomin (psikolog), 

Gilles Kepel (siyaset bilimci), Richard Dawkins (biolog), Jared Diamond (biyolog-psikolog), Eric Hobshawn (tarihçi), Jean Baudrillard (sosyolog), Slavoj Zizek (sosyolog), Daniel Dennett (filozof), Freeman Dyson (fizikçi), Steven Pinker (deneysel psikolog), E.O.Wilson (biolog), Richard Posner (hukuk), Peter Singer (filozof), Bernard Lewis (tarihçi), Michael Ignatiess (insan hakları teorisyeni), Anthony Giddens (sosyolog), Lawrence Lessig (hukuk), Richard 
Rorty (filozof), 

 Yazarlar; Naomi Klein (gazeteci-yazar), Hillary Mantel (roman-makale), Anne 
Applebaum (gazeteci), Revbecca Solnit (yazar/feminist), Mario Vargas Llosa 
(yazar/politikacı), Michel Houllebecq (roman), Marilynne Robinson (roman-makale), Pankaj Mishra (yazar-gazeteci), Andrew Sullivan (yazar-gazeteci), Umberto Eco (roman), Thomas Friedman (gazeteci-yazar), Camille Paglia (sosyal eleştirmen), Chinua Achebe (roman). 

 Aktivist; Mona Eltahawy (feminist), Winnie Byanyima (insan hakları), Joshua Wong, Pia Mancini (dijital), Cody Wilson (liberal), Binyayanga Wainaina, Danielle Ketas Citron (kişisel mahremiyet avukatı), Bjørn Lomborg (çevreci). 

 İş dünyası (2017)26; Roger Martin (CEO strateji danışmanı), Don Tapscott (inovasyon), Clayton Christensen (inovasyon), W. Chan Kim & Renee Mauberge (iş stratejisti), Michael Porter (iş stratejisti), Marshall Goldsmith (liderlik eğitimi), Alexander Osterwalder & Yves Pigneur (tasarımcı), Adam Grant (danışman), Richard D’Aveni (hiper rekabet teorisyeni), Rita McGrath (inovasyon ve gelişme stratejileri). 

 En parlak fikirler (2017)27; Ratchel Botsman (müşterek tüketim), Ellen MacArthur Vakfı (dairevi ekonomi), Vijay Govindarajan (300 dolarlık ev), Susan David (duygusal çeviklik), Dan Tapscot (dijital ekonomi-bitcoin), Scott Anthony (iş dünyasında çifte dönüşüm), Hal Gregerson (daha iyi soru sorma merkezli liderlik), Richard D’Aveni (hiper rekabet), Amy Edmondson (iş dünyasında takım kurmak), Antonio Nieto-Rodriguez (amaç hiyerarşisi konsepti), Amy Webb (nicel gelecekçi). 

Din adamları; Papa Benedict, Ali El Sistani (Irak). 

Bilim ve teknoloji sayesinde, özellikle yapay zekâ ve robotlar alanındaki çalışmalar ile insanoğlu gittikçe daha fazla Tanrının iş sahasına girmektedir. Son yapılan çalışmalardan örnekler verelim.28; 

 -İnsan beyninin haritasını çıkararak, akıl hastalıklarının önlenmesinden, beyni 
güçlendirmeye, anılar ve bilgiler yüklenmesi, kaybedilen doğal duyuları geri getirmek, duyuların geliştirilmesi (kızıl ötesi ışınları fark etme vb.), hızlı öğrenmeye (geliştirilmiş insanlar) kadar pek çok alanda kullanacak yazılımlar geliştirmek veya istenen amaca uygun dijital parçalar (çips) ilave edebilmek. 

- Doğal seleksiyonu değiştirecek harici aletler geliştirmek. 

 -Robot teknolojisi ile beyin vasıtası ile yönetilebilen organlar (kol, bacak vb.) yapmak. 
Gerçeğinden nerede ise farksız ve zihin ile yönetilebilen, bedenin doğal parçası gibi hareket eden parçalar, protezler üretmek. 

- Yapay zeka ile insan benzeri robotlar geliştirerek (beyin nöronları kopyalanarak, insan beynini taklit den bir çip yapmak) beynin limitlerini zorlamak; beynin kopyalanması yani çoğaltılması. 

 - Robotlara duyguların da kopyalanması ile sosyal unsurları olan (gülümseyen, acıyı hisseden, dokunan) fiziksel temas kurabileceğimiz insan benzeri robotlar yapılması. 

 Bazıları tüm bu gelişmelerden şu sonucu çıkarmaktadır; insanın var olma nedeni zekâyı devam ettirmektir, insan bu gezegeni kendi kendine yok edeceğinden belki de yapay zekâ başka gezegenlerde yaşamaya yarayacaktır. Öte yandan, kök hücre ve Tanrı parçacıkları gibi çalışmalar dinin endişe konusu olmaya devam ediyor. 

Sonuç; Kimler Tanrının Adamları? 

 Her çağın bir ana teması, evreni açıklayan ve etkilendiği çok sayıda olaya anlam verecek bireyleri esinlendiren ya da teselli eden bir inançlar silsilesi vardır. Bu Ortaçağ’da dindi; Aydınlanma’da Akıl’dı; on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda ise, tarihi harekete geçirici bir güç olarak gören bakış açısıyla bir araya gelmiş milliyetçilikti. Bizim çağımızın egemen kavramlarıysa bilim ve teknolojidir29. Bilimin ve teknolojinin yolu doğanın gizli gerçeklerinin ortaya çıkarılması yani sonuçta Tanrısal görüşün yakalanmasıdır. Bilim insanları evrenin önce 
saçma ve akıl almaz görünen gizli gerçeklerini sezgileri ile keşfederler. Sihirbaz gibi, doğanın gizli boyutlarına bakabilen, kendine özel olağanüstü gücü ve dili olan bir dünyaları vardır. Bu dil, doğanın gizli gerçeklerini keşfetmek ve insanlığın yararına kullanmak için bir anahtar rolü sağlar. Radar ya da mikroplar böyle bulunmuştur. Hayatta her özel çağrı, eğer başarı ile takip 
edilmek isteniyorsa, garip anlayış meziyetleri ve ruh gerektirir30. Tanrının adamı böyle biridir ama pek sık rastlanmaz. Onu ortaya çıkarmak için sosyal sınıfından çıkarmalı, mükemmelleşme olanağı sağlanmalıdır. Çünkü o, sosyal sınıflara, siyasi düzene ve alışkanlıklara saldırarak yenilik yapmak istemiştir. Bir yandan büyük düşünürler, filozoflar, ekonomistler, stratejistler yetiştirmeli diğer tarafta teknolojiyi yaratacak, bilim adamlarının önünü açmalıyız. J. William 
Fulbright’ın sözlerini hatırlayalım; “Geleceğimiz yıldızlarda değil ama akıllarımızda ve kalplerimizdedir. İyi bir gelecek için öncelikle yaratıcı liderlere ve özgür eğitime ihtiyacımız var.” Tanrının adamı olmak için ihtiyacımız olan her şeyden önce akıl ve sevgi’dir. 

 Hermes; “İnsanlar, ölümlü tanrılar; Tanrılar, ölümsüz insanlardır” demişti31. Herkes Tanrının adamı olabilir çünkü o içimizde ve her yerde, bizi görüyor ve ne düşündüğümüzü biliyor. Daha önemlisi, Tanrının herkes için bir planı var, önemli olan bunun farkında olmak ve rolünü iyi oynamak. Hayatımız yoksulluğunuzu yenmek için gerekli olan parayı kazanmakla geçiyor, satın almak için ödediğiniz her parada aslında onu kazanmak için hayatınızdan çaldığınız zamanı ödüyorsunuz. Bu arada size verilen büyük mesajı unutuyorsunuz. 

Sizi mutlu  edecek şeyi; hayatın anlamını bulmayı ve rolünüzü oynamayı. Yaşamının gerçekleri her bireyde farklı ve eşsiz olan kaderi oluşturur. Hiçbir insan ve hiçbir kader, bir başka insan ya da kaderle kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrarlamaz ve her bir durum farklı bir tepki gerektirir. 

İnsanın varoluşunun özü, sorumluluktur. Yaşam görevinin topluma karşı mı yoksa kendine karşı mı olduğuna karar vermek sizin görevinizdir. Herkesin yaşamında özel bir mesleği veya uğruna hayatını adayacağı bir misyonu, yerine getirilmeyi beklenen somut bir görevi vardır. Herkesin hayat misyonu, bunu yürütmeye yönelik özel fırsatları kadar eşsizdir. Kendisini sevecenlikle bekleyen bir insana ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, yaşamının anlamını yakalayabilir. Eski bir inanışa göre Tanrı insanlığı 
suçlarına rağmen sürdürür, çünkü herhangi bir dönemde, rollerinin farkında olmadan, insanlığın günahlarını affettiren, dünyaya olumlu bir yön veren on önemli kişi vardır. Belki de bunlardan biri sizsiniz ya da olmaya ne dersiniz? Başlamak için Türkiye iyi bir coğrafya.. Makaleyi Albert Einstein’in sözleri ile bitirelim; 

“Cenneti Kocaman bir Kütüphane olarak hayal ediyorum.” 


DİPNOTLAR;

1 Hermes’in hikâyesi için bakınız; Sait Yılmaz, Üç Kere Büyük Hermes (İdris Peygamber), academia.edu.tr, 8 Ekim 2018. 
2 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English 
Translation, Cambridge University, (1995). Corpus Hermeticum’un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol 
Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap, (İstanbul, 2018), 70-98. Corpus Hermeticum (CH) XI; 13b, 14a. 
3 Corpus Hermeticum X; 22b-25. 
4 Corpus Hermeticum I; 24-26a. 
5 Corpus Hermeticum X; 16-19a. 
6 Araf Suresi, 6. 
7 Bakara Suresi, 36. 
8 Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, Pegasus Yayınevi, (İstanbul, 2017), 17. 
9 Bu emirler; çalışmayı ve haftada bir dinlenmeyi emreder, kutsal eşya yapmayı yasaklar, sözleşmeleri ve özel mülkiyeti korur, hırsızlığı insan kaçırmakla, insan kaçırmayı ise cinayetle eş tutar. 
10 Jacques Attali, Yahudiler, Dünya ve Para, Çev.: B.Günen, Kırmızı Kedi Yayınları, (İstanbul, 2014), 49. 
11 Mesih inancı; Yahudilerin vaat edilmiş topraklara (Nil-Fırat arası, İsrail bayrağındaki mavi çizgiler) ulaşmaları durumunda İsa Mesih'in dünyaya geri döneceği ve kutsal Armagedon Savaşı’nın o zaman kazanılacağı inancı üzerine kuruludur. 
12 Sergei A.Tokarev, Dünya Halklarının Dinler Tarihi, Ozan Yayıncılık, Çev.R.Aksungur, (İstanbul, 2006), 532. 
13 Carlos Madrigal, İncil'in Vahiy Bölümü'nün Yorumu - Kıyamet Günü, Yeni Yaşam Yayınları, (İstanbul 2000), 204. 
14 Sema Sandalcı, İlyada ve Odysseia Destanları, Aktaran: Hayati Asılyazıcı, Odatv., (13 Eylül 2017). 
15 Bertrand Russell, Batı Felsefesi, Orta Çağ, 7.Baskı, Say Yayınları, (İstanbul, 2000), 15. 
16 Erdoğan Aydın, İslamiyet Gerçeği, Literatür Yayınları, 3. Cilt, 1. Bölüm, (İstanbul, 2008), 18. 
17 Russell, a.g.e., (2000), 46. 
18 Armstrong, a.g.e., (2017), 21. 
19 Armstrong, a.g.e., (2017), 492. 
20 James E. McClellan III ve Harold Dorn, Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Akılçelen Kitaplar, 3. Baskı, 
Çeviren: Haydar Yalçın, (Ankara, 2013), 335. 
21 McClellan III ve Dorn, a.g.e., (2013) .415. 
22 Robert Harris, “As Macmillan Never Said: That’s Enough Quotations,” Telegraph, 4 June 2002. 
23 Victor Davis, Hanson: America’s Big Fat Advantage, National Interest, (March 21, 2013). 
24 List Of The Top 100 Global Thinkers Making A Difference In The World: 2014 FP Edition. 
25 The Prospect/FP Top 100 Public Intellectuals. Prospect Magazine, 2015 Thinkers, UK. 
26 Thinkers50 Global Awards 2018: Who is the world’s most influential business thinker? (November 13, 2017), 
https://www.thegeniusworks.com/2017/11/thinkers50-global-awards-2018-worlds-influential-business-thinker/ 
27 The Full List: Thinkers50 Ranking 2017. 
28 Discovery Channel, Futurescape, (07 Aralık 2014, saat: 21.30-22.25). 
29 Kissinger, a.g.e., (2014), 360. 
30 Karl Von Clausewitz, On War, Penguin Classics, (London, 1968), 270. 
31 Orhan Hançerlioğlu, Hermesçilik, Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, C.II, (2013), 310-312. 


***

Tanrının Adamları, BÖLÜM 3

Tanrının Adamları,  BÖLÜM 3



Tanrı, 15. yüzyıl ile birlikte bilim adamlarını seçmeye başladı.. 

 15. yüzyıldan itibaren silah ve okyanus gemiciliği teknolojileri ile okyanus ötesi 
imparatorluklar kurulmaya başlanmıştı. Askeri devrim, Avrupalıların keşif gezileri ve Yeni Dünya’nın bulunması 16. ve 17. yüzyılda Bilimsel Devrimin oluştuğu ortamı değiştirdi. Yeni coğrafi keşifler, tozlu kitaplardan dogmayı öğrenme yerine, gözlemsel raporlar ve pratik deneyimlerle dünyayı öğrenmenin yolunu açtı. Desiderius Erasmus (1469-1536) gibi düşünürler Yeniçağ’ı başlatacak düşünce gelişimlerinin önünü açtılar ve dini düşünceye karşı hümanist (insancıl) düşüncenin temellerini attılar. Yeniçağ öncelikle gökyüzünden yeryüzüne, 
kaba metafizikten ince metafiziğe, ‘dinbilim’den ‘bilim’e yönelişle belirginleşir. Dünya tarihinde bilimsel devrimin başlangıcı olarak Kopernik’in (1473-1543) “Göksel Kürelerin Dönüşleri Hakkında” adlı kitabının basıldığı tarih olan 1543 yılı gösterilir. 

 Birinci Bilimsel Devrim, Protestan Reformu sırasında başladı. 1517 yılından başlayan Protestan Reformu, 1648 yılında sona eren genellikle kanlı bir dinsel çatışma dönemi başlatmıştı. Martin Luther’in (1483-1546) dinde reform ile ilgili düşünceleri kitlelerin inanç düzeninde değişiklikler getirdi. İlk bilim döneminin kurucuları İngiliz filozofu Francis Bacon (1561-1626) ile Fransız filozofu Rene Descartes idi. Bacon, doğruyu bulmakta aklın gerekli ama yetmez olduğunu söyleyerek yeni bilimsel düşüncenin temellerini attı. Francis Bacon’ın 
sözlerini hatırlayalım; “Değiştiremeyeceğiniz bir geçmiş geride dururken, biçimlendirip sahip olabileceğiniz bir gelecek sizleri bekliyor.” Yeni düşüncenin kurucusu olarak gösterilen Descartes, matematiğe önemli ölçüde bel bağlayan bir yöntem filozofu idi. “Düşünüyorum, o halde varım” sözüyle kendi varlığının bile yegâne kanıtı olarak şüphe etmekte olduğu gerçeğini ileri süren Descartes, akılcılığın (rasyonalizm) önünü açar. Baruch Spinoza (1632-1677) ise 
siyaset konularında özgürlükçü, din konularında akılcı’dır. Spinoza seçimlerimizin temeline aklı değil ‘arzu’yu koyar. 

17. ve 18. yüzyıllarda Batı'da matematik yükselişe geçmiş, birçok önemli matematiksel buluş gerçekleşmiştir. İsaac Newton (1642-1727), fizik, evrensel çekim ve hareket yasaları yanında matematikçi kimliği ile diferansiyel ve integral hesabını bulan kişi olarak, Bilimsel Devrimi doruğuna ulaştırmış ve aynı zamanda astronomi, mekanik, optik ve birçok başka alanda bilimsel araştırmalar için gündem oluşturmuştur. David Hume (1711-1776) metafizikten uzaklaşarak deneyciliği ‘aşırı kuşkuculuğa’ götürür; ne mutlak doğru ne mutlak zorunluluk 
vardır. 

18. yüzyılın ikinci yarısı Fransa’da ‘Aydınlanma’ düşüncesinin öne geçtiği parıltılı 
dönemdir. Aydınlanmanın üç önemli düşünürü vardır; Voltaire (1694-1778), Rousseau (1712-1778) ve Diderot (1713-1784). Voltaire, Tanrı’nın varlığını benimsemekle beraber dine karşı çıkıyordu. Tanrıtanımaz olan Denis Diderot, bilgiyle aydınlatılmış özgürlükçülüğün savunucusu idi. Aydınlanma’nın Almanya’daki en önemli kişisi olan Immanuel Kant (1724-1804) dogmacı düşünceye karşı kesin tutum almıştır. “Her şey görelidir, kesin olan tek şey, 
hiçbir şeyin kesin olmadığıdır” diyen Auguste Comte (1798-1857) pozitif felsefenin (olguculuğun) ve toplumbilimin kurucusudur. Pozitivizm, bilimin gerçekliğini kesin kabul eder ve herkesin bu gerçeğe göre hareket etmesini ister. 

 19. ve 20. Yüzyılda Tanrının Adamları.. 

İlk Bilimsel Devrim’in karakteristik bir özelliği, bilimin öncülüğünde Orta Çağ 
üniversitesinden toplumsal ve entelektüel bir uzaklaşma sağlamak olmuştu. Rönesans sanatçıları, mühendisler ve Aydınlanma Akademisyenlerinden sonra bilim insanlarının modern toplumdaki rolü ilk kez 19. yüzyılda İkinci Bilimsel Devrim ile görüldü. Gerçek bilim, 19. yüzyılda İkinci Bilimsel Devrim ile başladı. Sekülerliğin ve laikliğin gelişmesi bilimin de önünü açmıştı. Bu dönüşümün iki temel özelliği daha niteliksel Bacon bilimlerinin matematikselleşmesi ve Klasik bilimlerle Bacon (deneysel) bilimlerinin kuramsal ve kavramsal olarak birleştirilmesi idi. Bilim dünyası Mezopotamya’da doğmuş olmakla birlikte “bilim 
insanı” tam gelişmiş toplumsal ve profesyonel bir varlık olarak ancak, 19. yüzyılda düzenlemiş bilimin değişik koşullarında ortaya çıktı. 

İkinci Bilimsel Devrim’e damgasını vuran 1859’da yayınlanan Charles Darwin’in 
“Türlerin Kökeni (The Origins of Species)” kitabı oldu. Darwin’in türlerin değişmez olmadığı, ayrı ayrı yaratılışlar olmadığı, çevremizde gözlemlediğimiz yaşam biçimlerinin doğal ayıklanma süreciyle evrim geçirdiğini açıklıyordu. 1830 yılında Charles Lyell’in Principles of Geology kitabı ile birkaç bin yıllık dünya tarihi inancı kırıldı ve dünya tarihi 4.5 milyar yıl geriye gitti. 1895’de Wilhelm Röntgen’in X ışınları, 1898’de Marie Curie’nin atomaltı parçacıkları tespiti, 1901’de uranyum deneyleri; atomların değişmezliği ilkesini yıkmıştı. 

Newtoncu görüşe göre uzay ve zaman mutlaktı. Ama Einstein’in yorumuna göre, hiçbir temel saat bulunmamaktadır. Tüm gözlemler gözlemcinin yerine ve hızına bağlı olarak değişir (özel görelilik). 

 19. yüzyılın elektriği üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, en iyi örneği telgraf olan uygulamalı bilim endüstrilerini ortaya çıkarmıştı. 20. yüzyılda yaşanan değişimin ana nedeni, bilimin insanlar için gerçek yararlar sağlaması ve araştırmaların toplumsal yarara dönüştürülmesi oldu. 

Bilim ve teknoloji, 20. yüzyılda, bilimin giderek daha fazla anlaşılması ve uygulama amaçları için kullanılması yoluyla birbirlerine daha çok yaklaşmıştır. Önceki farklı gelenekler bugün “fizik” dediğimiz yeni bir bilimsel sentezle birleşti ve sahneyi Albert Einstein’ın başlattığı 20. yüzyıl fizik devrimi için hazırladı. Diğer yandan yaşam bilimleri özellikle biyoloji alanında hücre ve mikro kuramları gibi atılımlar yapıldı. Bilim bir kez daha düzenlenmeye başlandı. 1920’lerde Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın, evrenin genişlemesi kuramını, 1940 ve 50’lerde Georges Lemaitre ve George Gamow’un “Büyük Patlama” kuramı izledi. 

 Endüstri devriminin temelini oluşturan 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısındaki teknik yeniliklerin tümü, sanatkâr ya da mühendis olarak tanımlanabilecek kişilerce gerçekleştirilmişti ama bunların çok azı üniversite eğitimliydi ve tümü çalışmalarının sonucunu bilimsel kuramdan yararlanmadan almıştı20. Düşünürler ve araç yapıcıları ancak 19. ve 20. yüzyıllarda ortak bir kültür şekillendire bilmiştir. Bilim dalları akıl ve deneyle neler elde edilebileceğini göstermiş 
ama Endüstri Devrimi’ndeki teknoloji, bilim dünyasından klasik bağımsızlığını korumuştu. Daha sonra açık ve pratik olasılıklar içeren yeni bilim dalları kendilerini gösterdi; elektrik, termodinamik, kinematik, endüstriyel kimya, moleküler biyoloji ve aerodinamik. Bilimin teknolojiye yaptığı kuramsal katkı nükleer enerji, tıp, farmakoloji, biyokimya, tarım, bilgisayar ve yapay zeka gibi alanlarda yararlı uygulamalar sağlamıştır.21. 


Tablo 2: Tanrının Adamları 


 Tarihe yön veren kişileri önemli devlet adamları olmadan açıklayamıyoruz. Hangi liderler uluslararası politikaya etki ederler? sorusu üzerinde çok tartışılmış bir konudur. Bakıldığı zaman Mustafa Kemal Atatürk, Winston Churchill, Franklin Roosevelt, Mahatma Gandi olmasaydı dünya bu kadar güzel olmazdı diyebileceğimiz liderler yanında; Adolf Hitler, Josef Stalin, Mao Zedong, George W. Bush gibi hiç olmasa daha iyi olurdu dediklerimiz de var. 

Yani bunlardan bazıları Tanrının yeryüzündeki eli, bazıları ise Tanrısal bir lanet olarak görülebilir. Ancak, iyi ya da kötü bu liderleri ortaya çıkaran ve izledikleri politikalara iten şey yaşadıkları iç ve dış çevre ile olaylar olduğu gerçeğini ve Tanrının müdahalesini kabul etmeliyiz. Nitekim Abraham Lincoln bunu şu sözleri ile itiraf etmişti; ‘Ben olayları kontrol ettiğimi iddia etmiyorum ama olaylar beni kontrol ediyor22.’ 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Tanrının Adamları, BÖLÜM 2

Tanrının Adamları,  BÖLÜM 2 




 Din ve Toplum.. 

 Eski insanlar, önce tabiat unsurlarından, maddi nesnelerden korkmuşlar ve onlara tapınmışlardır. Sonra güya bu nesneleri yöneten görünmez varlıklara tapınmış nihayet en sonraki düşünmeler üzerinden tek neden, yüksek akıl, Tanrı fikrine gelmişlerdir. Yaklaşık on üç bin yıl önce tarımla yerleşik hayata geçen insanoğlu, doğanın bir düzeni olduğunu anlamış, bu düzene uygun olarak adım adım kendi sosyal yaşamını, dinini ve hiyerarşisini oluşturmaya başlamıştır14. Bu anlayışın bir sonucu olarak Sümer, Pers, Suriye, Anadolu, Yunan ve son 
olarak Roma ve kısmen Trakya’da yaşam için önem ve süreklilik arz eden ve insan tarafından kontrol edilmesi mümkün olmayan doğanın tükenmez kaynaklarını ulu ve kutsal saymış; işlevlerine göre bunları Tanrı ve Tanrıça olarak nitelendirmişler, simgeleştirmişlerdir. Birçok şeyin yanında yönetim, din ve savaş işlerinde tanrısal destek çok önem kazandığından, adlarına 
tapınaklar yaptıkları Tanrılarını savaşta yanlarında tutarak, yaşanan olayları onların gözüyle de yorumluyorlardı. 

 Eski Yunan’da Homeros’a atfedilen İlyada ve Odysseia destanlarının temel sorusu “bir insanın diğerlerine ve Tanrılara karşı nasıl davranması gerektiği” idi. Tanrıların (Zeus, Poseidon vb.) insanlara kızgınlığı doğal felaketlere (fırtınalar, depremler) neden oluyordu ve bu destanlar doğal dünyanın nasıl iyi işleyeceğini anlatmaya çalışıyordu. 

 Öte yandan, dünyanın genel gidişinde düşünen insan genellikle açlık, sefalet, esaret gibi zor şartlar altında mutsuz bir ortamda idi. Dünya ancak iyi bir ahret yaşamı umudu ile çekilebilir hale gelebilirdi. İşte din, bugün de olduğu gibi binlerce yıl hep bu boşluğu doldurdu15. Örneğin Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dört yüzyıl refah seviyesinin çok düştüğü tam bir felaket çağı idi. 
5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu çökünce bu topraklara Doğu’dan göç edenler yerleşmişti. İnsanlar kendilerinin kötü ruhlarla çevrilmiş olduğunu ve gizemli işlerin arkasında büyücülerin olduğunu sanmışlardı. 

 Geleneksel meşruiyet anlayışında temel unsur “kutsallık” oldu. Roma İmparatorluğu tüm uygar dünyayı tek bir yasa sistemi altında birleştirmeye çalışmış, Hıristiyanlık ve İslam da dünyaya Tanrı’nın evrensel egemenliğini yerleştirmeyi amaçlamıştı. 7. yüzyıldan itibaren üç kıtaya yayılmaya başlayan İslam’ın evrensel düzen modeli, tüm dünya üniter bir sistemde birleşene dek, inançsızların yaşadığı tüm bölgelere verilen ad ile “Darülharb”a yayılmayı 
hedefliyordu. Osmanlılar, İslam halifeliklerinin ardılı olarak, siyasi misyonlarını evrensel kabul ediyordu. Sultanlar kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ve “dünyayı koruyan evrensel hükümdar” olarak görüyorlardı. Müslüman ordular için gelir kaybettirici niteliğinden dolayı, Halife Ömer’den başlanarak diğer dinlerin yurtlarına yapılan saldırılarda cihat’tan gaza’ya geçilmiştir. Arapça köken olarak ‘gazve’ yani ‘talan akını’ anlamındaki ‘gaza’, cihat’ın yükümlülüklerini içermez, doğrudan talana ve egemenliğe yönelir. Ancak, zaman içinde gaza, cihat ile özdeşleştirilmiş, gazalarda yaralananlara ‘gazi’ denmiştir. 

Nitekim Osmanlı gazayı kesin ayrım olarak kullanmış ama dini yaymayı zorlamamıştır. 16. 

 Avrupa’da ise Kilise, bin yıl boyunca güçlü ve kişisel çıkarları için her şeyi yapmaya hazır kişilerce yönetildi. Roma egemenliğinin bölünmesinden sonra tek bir yönetim ya da birleşik ve sabit bir kimlik olmadı. 1648’deki Vestfalya Antlaşması, Avrupa düzeninin temel taşının imparatorluk, hanedan ya da dini inanç değil, ‘devlet’ olduğunu onayladı. Devlet egemenliği kavramını yerleştirdi. Evrensel bir yönetim yerine, her bir devlete kendi toprakları üzerinde egemenlik tanındı. Her devlet diğerinin içyapısı ve dini inancını gerçek olarak kabul 
edecek ve birbirlerine meydan okumaktan sakınacaktı. Kilise yani din, nihai bir meşruiyet kaynağı olmaktan çıkmıştı. Kilise ancak bu tarihten sonra bilgiye ve bilime dost olmaya başladı. Hıristiyanlığın bilgi ve kültürde (bilimsel anlamda) doktor düzeyinde insanlar yetiştirmesi için 1000 yıl geçmesi gerekti17. Hıristiyanlığın yaşadığı Reformasyon, Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin getirdiği düşünceler devlet yönetiminde laiklik ve akılcılık düşüncesini pekiştirdi. 
Artık, insanlar arasındaki ilişkiler, toplum düzeni ve hukuk kuralları inanç sistemlerine göre değil ‘akıl’ esasına göre, ‘akıl’ temel alınarak düzenlenecekti. 

 Tanrı Anlayışının Evrimi.. 

 Her kuşak kendisi için geçerli olan Tanrı imgesini yaratmak zorunda kalmıştır18. Öteki dünya ile ilişkisine karşın din fazlasıyla pragmatiktir. Mitolojik tanrılar yanında Gök Tanrı, Savaş Tanrısı, Bereket Tanrısı gibi kavramlar ya da kabilesel tanrılar bu pragmatimizden doğmuştur ve Tanrı’dan ne anladığımız hala sorgulanması gereken bir konudur. Mısır’da Firavun ordusunu yok eden Tanrı; son derece acımasız, kindar ve tarafgirdir. Musa’nın Tanrısı muzaffer olmak isteyen bir Tanrı iken, İşaya’nın Tanrısı hüzün dolu idi. Her coğrafya kendi 
sorunları ve kaygıları ile baş etmek için kendi farklı (din) ideolojini geliştirdi. Çin’de Taoculuk ve Konfüçyüsçülük, Hindistan’da Hinduizm ve Budizm, Ortadoğu’da Zerdüşt ve İbrani ‘tektanrıcı’ versiyonlar ortaya çıktı. Zamanla Tanrı ile ilişkiler değişti. Avrupa’da felsefi akılcılık ve Kapitalizm insan hayatına yön verirken, Hindistan’da Tanrı önemini kaybetti. Hindu ve Budistler, Tanrıları aşmanın, onların ötesine geçmenin yollarını aradılar. Brahma’ya göre gerçek, farklı görüngelerin arkasındaki varlığın gizli kaynağı (vahdet/birlik) anlayışında 
yatmaktaydı. 

 Yunanlılar mantık ve akla tutku derecesinde ilgi duymaktaydılar. Platon (M.Ö.476-346), algı dünyasının ötesinde tanrısal, değişmeyen bir gerçekliğin olduğuna inanmaktaydı; ruh aslından uzaklaşmış, bedene hapsolmuş, çökmüş bir tanrısallıktı. İçimizdeki ebedi gerçeğin sezgisel algısına akıl yolu ile temas edilebilirdi. 

Peygamberlerin ortaya çıktığı dönemlerde Firavun ya da Roma İmparatorluğu gibi genel bir düzensizlik ve kurtarıcı (Mesih) beklentisi vardır. Ortadoğu coğrafyasında, İsa’nın yaşadığı dönemde yaklaşık 200 bin, Hz. Muhammed’e ilk vahyin indiği yıllarda ise 124 bin kişi peygamber olduğu iddiası ile etrafta dolaşmaktadır. Peygamberler dönemine kıtlık, zorbalık, çaresizlik ve itaat kültürü hâkimdir. Bununla beraber, insanlar somut olana yani gördüğüne inanma eğilimindedir. Peygamberlerin ortak özellikleri şu şekilde sıralanabilir; 

 - İlahi bir misyon ve Tanrıya elçi olmak (vahiy, messenger), 

 - Mucizeler ve üstün yeteneklere sahip olmak (örneğin Hz.Musa’nın asasının yılana dönüşmesi, Hz.İsa’nın engelli birini ayağa kaldırması, Hz.Muhammed’in taşla konuşması), 

 - Tanrısal esin sahibi olmak, karizma ve liderlik (Hitabet yeteneği kuvvetli olduğu için Tanrı Krallığı’nın kurma işi Hz.Musa’ya verilmişti.) 




Tablo 1: Tanrının Evrimi 

 On dokuzuncu yüzyılda bilim ve teknolojideki ilerlemeler, bazı bilim adamları arasında Tanrı’dan bağımsız olduklarını düşündüren yeni bir özerklik ruhu yaratmıştı. Ludwig Feuerbach, Karl Marx, Charles Darwin, Friedrich Nietzche ve Sigmund Freud, içinde Tanrı’nın olmadığı gerçekliğe ait felsefi ve bilimsel yorumlar geliştirdiler. Hıristiyan Tanrı düşüncesi şimdi önemli ölçüde yetersiz görünüyordu ve akıl çağı, boş inan ve bağnazlıklara galip gelmiş gibiydi.19. 

19. yüzyılda II. Mahmut’a yazılan bir mektupta şöyle denilmektedir; “Ekselansları sizi dünyanın yeni dinine, bilime davet ediyorum.” Tektanrıcı dinlerin Tanrısının karnı yumuşaktı; korkunç suçlar onun adına işleniyor, cennet kavramı ve binlerce yıl öncesinin dogmalarının modern dünyada açıklanması gittikçe zor hale geliyordu. Sıkıcı ve yavan bir din yerine, gerçeği araştırmak için yeni ve derin bir teoloji ihtiyacı hissedilmeye başlandı. Ancak, insanlar yalnızlığa ve boşluğa dayanamazlar; bu yüzden yeri doldurulmadıkça din hala büyük 
bir ihtiyaç olmaya devam ediyor. 

Tanrının ilk görev verdikleri; din adamları, düşünürler ve askerlerdi.. 

Tarihsel olarak ilk uygarlıklarda din adamları ve adsız yazıcılar, Yunan doğa filozofları, Arap doktorlar ve astronomlar, sihirbazlar, Çinli mandarinler ve memurlar, Orta Çağ Avrupa’sının üniversite profesörleri öne çıkmıştı. İlk insan topluluklarında lider olmak için fiziki güç önemli idi. İnsanların gök olayları, açlık ve yangınlar gibi nedenini tam anlayamadıkları daha büyük korkuları bir süre din adamlarını lider yaptı. 

Ama din adamlarının savaşlarda işe yaramadığı anlaşılınca, onların yerini aslında birer asker olan Kral/İmparator ve yardımcıları aldı. Ancak, 18. yüzyılın sonlarından başlayarak, günümüz devlet anlayışının gerektirdiği sivil devlet adamı ve bürokrasi anlayışı asker yöneticilerin yerine geçti. 

 Bilimsel kuramın (teori) kökeninin araştırılması ve doğa bilgisinin peşinden yalnızca bilgi amacı ile gidilmesi Helenistik (Eski Yunan) çağda başladı. İyonyalılar (Thales) ile birlikte Sokrat öncesi Yunan felsefi ve bilimsel düşüncesi şekillendi. M.Ö. 4. yüzyılda Plato, doğa durumundaki insanın gittikçe daha ve daha yüksek kültür, ekonomik örgütlenme ve siyasi yapılanma ile sürekli bir ilerleme süreci içinde “ideal duruma” gitmekte olduğunu söylemişti. 
Aristoteles’in 2400 yıl önce mantık, fizik, kozmoloji, psikoloji, doğa tarihi, anatomi, metafizik, etik ve estetik alanlarını kapsayan çalışmaları bilim tarihinde bir dönüm noktası oldu. Aristo’nun yapıtları, Eski Çağın sonları ile İslam ve Avrupa Orta Çağlarındaki yüksek öğrenimin temelini oluşturdu. Orta Çağ İslam’ı, eski Yunan biliminin mirasçısı olmuş ve İslam uygarlığı en azından M.S. 800-1300 arasında bilimin hemen her alanında dünya lideri olarak kalmıştır. Bu uygarlığın gelişmesinde, Yunan uygarlığı kadar Pers ve Hint uygarlıkları ile 
karşılaşması da etkili oldu. 

 12. yüzyılda, Avrupa tipi üniversitenin ortaya çıkışı önemli dönüm noktasıdır. 1500 yılına kadar seksen civarında üniversite kuruldu. Rönesans akademileri yeni bilim kuruluşları olarak sarayları tamamlamış ama kilise ya da kralların desteği olmadan yaşayamamışlardır. Öte yandan, Katolik kilisesi, 13. yüzyılda feodal düzeni kutsallaştırarak onunla bütünleşmiş ve böylece gücünün zirvesine çıkmıştı. Batıda Birinci Din Dönemi 13. yüzyılda biterken, yerini ‘Bilim’ çağı aldı. Ancak, Rönesans döneminde bilimin dışlanması devam etti, özgür düşünceliler kanaatlerini değiştirmeye zorlandı, hapse atıldı ya da idam edildi. Kilise, yanı 
başında özgür düşüncenin imasına dahi tahammül edemiyordu. Büyük bilim adamlarının çoğu aynı zamanda din adamı idi ama Galileo gibiler açıkça söyleyemeseler de Kilisenin iddia ettiği gibi dünyanın yukarısında cennet aşağısında cehennem olduğu bir cenderede dönmediğini ortaya koydular. Az sayıca oldukça cesur düşünür (Bacon, Hobbes, Spinoza ve diğerleri), insan 
aklının hukukunu üstü örtülü biçimde savunabiliyorlardı. Rönesans ve Aydınlanma ile insanlık tarihinde laik bakış şekillendi. 

Artık bilim, Ortaçağ düzeninin iflası üzerine din’in yerine, kesinliği ve gerçekliği ifade eden bir sözleşme olarak, toplumu yeniden inşada kullanılacaktır. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Tanrının Adamları, BÖLÜM 1

Tanrının Adamları,  BÖLÜM 1 




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
15 Aralık 2018 


 Tarih boyunca dünyaya yön veren kral, bilim adamı, peygamber ya da sıradan insan görünümündeki bazı kişiler tanrının adamlarıydı. Onlar, insanlık için sıra dışı değişimlere neden oldular. Bu makalemizde tarih polisliği yapacağız. Tanrının planı neydi, kimleri seçti ve neleri değiştirdiler? Daha önemlisi Tanrının şimdiki gözdeleri kimler? Bilim adamları uzayda zaman ve mekânın kırıldığını yani çok eski zamanlara gidebileceğimizi keşfettiğinden beri, zaman tünelinde milyarlarca yıl geri gitmeye çalışırken; en önemli amaçlarından birisi büyük 
patlamaya dönerek Tanrı’nın planını öğrenmektir. Dünya tarihini altı bin yıl ve dünyayı düz zanneden semavi dinlerin öngördüğü kıyamet saati ise çoktan geldi geçti. Uzun zamandır Mesih/Mehdi bekleniyor ve Kıyamet Savaşı öngörüleri rağbet görüyor. İnsana bir ruh ve beden veren Tanrı, ruhun içine akıl koydu ve Tanrı akılda gizli. Tanrı, insanlık tarihine özel görev verdiği kişilerle yön vermeye devam ediyor. Bu makalede, Tanrının adamlarını bulacağız. 

 Yaratılış.. 

 Tanrının planı, insanı neden yarattığı (yaratılış) ile ilgili bir analiz için öncelikle Tanrı düşüncesinin kaynağı olan kutsal kitapların açıklamalarına bakmamız lazım. Üç semavi dinin kutsal metinlerinin anlatıları birbirine büyük ölçüde yakın olduğu için işimiz zor olmayacak. Yaratılışın öyküsü, Eski Ahit’in Tekvin (Yaratılış) bölümünde iki değişik biçimde anlatılır. Tek bir erkek (Âdem) toprak ya da çamurdan yaratılmış, içinde yaşadığı bahçe Cennet olarak betimlenmiştir. Müteakiben hayvanlar, ardından erkeğe eşlik etmek üzere onun gövdesinden 
bir kadın (Havva) yaratılmıştır. Kadının bir yılan, erkeğinse kadın tarafından kışkırtılması sonucu ikisinin birden iyiliğin ve kötülüğün bilgisini taşıyan ağacın yasak meyvelerinden yemeleri Cennet'ten kovulmalarına neden olur. Semavi din kitaplarına göre, insanoğlunun tarihsel deneyimi Âdem ile Havva'nın Cennet'ten kovulmasıyla başlar. Cennet'ten kovulduktan sonra Âdem ile Havva'nın, içlerinde Habil, Kabil ve Şit’in de bulunduğu birçok çocukları olur. İlk peygamberler; 930 yıl yaşayan Âdem ile yedinci nesil torunu ve öğrencisi Hanuh (Eski Yunan’da Hermes, İslamiyet’te İdris Peygamber) olur, sonraki ise Nuh’tur. 

Tanrının insanı nasıl yarattığı ile ilgili detaylı bilgilere Hermes’e indirildiği iddia edilen 30 sayfalık kitapta ulaşıyoruz. Âdem’e verilen 10 sayfa kayıp olduğu halde, Hermes’e indirilen metin, çok zaman tahrife uğramış ve yok edilmiş olmasına rağmen günümüze bir şekilde ulaştı. 
Hermetizm, daha sonra Bâtıniliğin (Tanrının gizli dili) temelini oluşturdu1. Hermetik düşünceye göre, Yüce Akıl (Tanrı), kendisine benzeyen bir yaratık olan (gayr-i cismani) insanı yaratır. Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır2. Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki bu akıl hem Tanrılarda hem de insanlar da vardır ve onları bir araya getiren şey odur3. Ölümle birlikte hayati ruh, maddi evreni bırakır, onun üzerinde olan ve Tanrı’nın kudretlerinin bulunduğu gayr-i cismani âleme girer. Kendisi de 
bizzat bu kudretlerden biri olur, Tanrı’da olur4. İnsan ruhu, cisimlendiği vakit hazların kötü etkileriyle bozulur. Akıl, ruhun bu hastalığını tabii acılarla (hastalık) tedavi eder. Ölüm meydana geldiğinde, aklın terk ettiği ruh, eğer irfanı (bilgelik) elde etmişse akıl olur, yoksa safi bir ruh olarak kalır, girebileceği başka bir beden arar. Böylece kendi kendini cezalandırır5. 

Yahudi inancına göre; Âdem, ‘arzu’nun var olmadığı, masumiyet ve dürüstlüğün 
mekânı Eden Bahçesi’nde yaşıyordu. İlk ihtiyaç cinsellik, reddedilen ilk duygu yalnızlıktır. İlk insana sadece iki şey yasaktır, bu iki yasak da yemekle ilgilidir. Bilgi Ağacı’nın meyvelerini (yoksa bilgiyi, kendini, dolayısıyla şüpheyi keşfedebilirdi) ve Yaşam Ağacı’nın meyvelerini (yoksa sonsuz yaşama kavuşabilirdi) yemesi yasaktır. 
Her iki durumda da Tanrı’ya ait ayrıcalıklar söz konusudur. İnsan; arzu etmemek için, ne cehaletinin kapsamını ne de  durumunun sınırlarını bilmelidir. 

Bu iki yasak ağaçtan birinin meyvelerini yediği zaman arzularının farkına varır ve çalışmadan hiçbir şeyin elde edilemediği kıtlık dünyasına itilir. 

Hıristiyan inancına göre; ilk insanlar olan Âdem ile Havva’nın Tanrı’nın yasakladığı meyveden yemesi kendilerini günaha sokmakla kalmamış, henüz varlığa gelmemiş tüm insanların da günahkâr olmasına yol açmıştır. Bu nedenle, her doğan bebek günahkâr olarak doğar ve günahlardan arınması için İsa’nın cisimlendiği sayılan Kilise’de vaftiz edilmesi gerekir. 

 İslam inancında da Âdem insanlığın atası ve ilk peygamber, Havva da insanlığın anası olarak kabul edilir. Ancak, Kuran'da ‘Havva’ diye bir isim geçmez. Havva'nın yaratılmasıyla ilgili olarak Kur’an'da ayrıntılı bilgi verilmez; '' Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık...'' açıklamasıyla yetinilir. Kur’an'da Âdem ile Havva'nın önce yerleştirildikleri, sonra da günahları yüzünden kovuldukları bir Cennetten söz edilmekle birlikte, yaklaşmama ları buyrulan ağaca ilişkin Ku’ran'da ve güvenilir hadislerde hiçbir bilgi yoktur. Âdem ile Havva'nın Cennetten kovulmaları Ku’ran'da, şeytan tarafından baştan çıkarılmalarıyla açıklanır6. Kur’an'a göre; Allah, Âdem’e bütün adları öğretir, meleklere Âdem’e secde etmelerini buyurur, emri alan melekler secde eder. İblis (Şeytan) ise kendisinin Âdem’den üstün olduğunu söyleyerek secde etmekten kaçınınca, lanetlenip Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılır7. 

 Söylendiğine göre, Âdem Cennetten sonra Hint toprağına ya da Serendib (Seylan) Adasına, Havva ise Cidde'ye indirilir. Uzun süren bir ayrılıktan sonra Cebrail, Âdem’i Arafat Dağı’na götürür, Havva'yı arayıp bulur. Âdem ile Havva'nın kavuştukları yere ‘Müzdelife’ denir. Yılan Isfahan’a, İblis ise Meysan adında bir yere atılır. Allah, Âdem’e Kâbe’yi yapmasını emreder. Cebrail'den hac törenini öğrenen Âdem, ölünce Ebu Kubeys Dağı eteğine gömülür. 

 Tanrının Planı.. 

Cennet Bahçesi’nden atılma, insanlığın sürgününe yol açar, insanı maddi bir varlık haline getirir, artık kanlı-canlı bir varlıktır. Tevrat’ta verilen kronolojiye göre Âdem ve ailesi M. Ö. 4.000’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde geniş ve verimli bir arazi olan Harran Ovası’nda yaşıyorlardı. Habil koyun çobanı, Kabil ise çiftçi olmuştu. Kendi kurbanı Tanrı tarafından kabul edilmediği için kıskançlık nedeni ile koyun postuna saklanan Kabil, Habil’i öldürür. Bu insanlık tarihindeki ilk cinayet ve terör olayıdır. Böylece günümüze kadar sürecek insanın insanı pervasızca öldürdüğü bir dönem başlar. 

Tanrı Adem ve Havva’ya kötülüklerden tamamen arındıkları takdirde cennete 
tekrar dönmeyi vaat etmiştir. Böylece alelade bir insan olarak Âdem, insanlığın yazgısını değiştirmek için bir anlaşma yapar; ahlaki masumiyeti geri kazanmak ve kıtlığı ortadan kaldırmak üzere yeryüzünde Tanrı’nın krallığını kurmak. Bu başlangıçtaki noktaya geri dönmek değildir. Bu anlaşma ile insanlığın zamanı çalışmaya başlar ve Tanrı insana kendi kaderini belirleme (hür irade) imkânı tanır. Artık insanlığın tek hedefi, hatasını telafi etmek için zamanı değerlendirmektir. İnsanlığın görevi, “kayıp cenneti” tekrar yaratmaktır8. Ancak, nesilden nesile olaylar çığırından çıkar. İnsanlar yeni bir cennet bahçesi yaratmak için çalışmak yerine, kavga ve hırsları yüzünden gittikçe bu amaçtan uzaklaşır. Artık, insanoğlu cennete dönemeyecek kadar yoldan çıkmış, kötülüğe bulamıştır. 

 (1) Yahudilik: Tanrı iş başında, vaat edilmiş topraklar; 

Büyük Tufan’dan hemen sonra, Tanrı yeni bir strateji uygulamaya karar verir. İnsanlar O’nun bilgeliğine sahip olmadığına göre, bir halkı kendine aracı yapacaktır. Bu halka özel görevler verecek, ancak herhangi bir imtiyaz tanımayacaktır. Bu halktan örnek olmalarını ve dünyayı günahtan arındırmalarını isteyecektir. Musevi inancına göre, İbrani halkı böyle doğar. 

Bundan onbeş yüzyıl sonra bu halk “Yahudiler” olarak anılacaktır. 

 Yaratılış kitabına göre, Abraham (İbrahim), M.Ö. 1812’de, yani Âdem’den yirmi, Nuh’tan on nesil sonra dünyaya gelir. Tanrı, İbrahim’e iki emir verir. İlk emir, topraklarını genişletmek ve değerlendirmektir. İkinci emir, insanoğlunun kurban edilmesini yasaklamaktır. Tanrı’nın insan kurbana ihtiyacı yoktur ama hayvan kurbandan vazgeçmez. Ardından Musa gelir ve Tanrı’nın verdiği görevi Sina Dağı’nda yaptığı anlaşma ile kabul eder. Musa’nın halkını yenilemesi, Mısır’ı tanımamış bir nesille değiştirmesi gereklidir. Mısır’dan Tanrı’nın yardımı ile çıkış ve Kenan ülkesine geliş M.Ö. 1212’de gerçekleşir. Musa, Tanrı’nın yazdırdığı On Emir ile yeni bir ahlak sistemi kurar9. Musa’dan sonraki önemli isim Davut ise kabileleri birleştirir. Ancak, Davut ve Süleyman’ın İsrail Krallığı yıkıldıktan 136 yıl sonra ortaya çıkan Yehuda Krallığı da M.Ö. 586’da son buldu10. 

 (2) Hıristiyanlık: Tanrı’dan ayrışma, müjde (Cennet); 

Yeni Mısır, Roma İmparatorluğu’dur. Tanrının stratejisi tekrar değişmek zorundadır. Yahudilerin sözünde duramayacağı ortaya çıkmıştır. Sorun vaat edilmiş topraklarla çözülemeyecek kadar büyümüştür. Yeni mesaj ‘İsa (Chris-Hristo)’ ile gelecektir; teması ‘müjde’, vaadi ise ‘cennet’tir. Antik Yunan döneminde halk gündelik hayattan zevk almış ve bu hayatı güzel bulmuştu. 

Ama şimdi Roma’nın umutsuz insanları için dünya hayatı, yeryüzünde iyi insanın cennetteki kente doğru kutsal yolculuğu idi. Görünür dünyada mutluluğa eremeyenler dikkatlerini öbür dünyaya verdiler. Tanrısal adaleti kurtarmak için, 
ölümden sonrasında bir ödül ve cezaya inanmak gerekli oldu. Bu da; ‘kurtarıcı (Mesih11)’, ‘cennet’ ve ‘cehennem’ gibi kuramları doğurdu. İsa’nın Tanrı Krallığı kurmak fikri, Roma’ya savaş açmak demekti ve bu yüzden çarmıha gerildi. Müritlerine gelecekteki krallıkta hepsinin birer hükümdar olacağını vaat etmişti. Çarmıha gerildiğinde başındaki yazıda “İsa, Yahudilerin kralı yazıyordu”; suçu, başının üstüne yazılmıştı. Öldükten 40 saat sonra birkaç müridinin 
İsa’nın gölgesini gördüğünü iddia etmesi ile Hıristiyanlık başladı. Yeniden dirildiğine inanılan İsa, Mesih kabul edildi. 

Musevi (Eski Ahit) inancına göre Mesih gelecek, Roma ile savaşacak ve Yahudileri kurtaracaktı. Çarmıha gerilen İsa, onların Mesih’i olamazdı. Ancak, İsa’nın takipçileri acı çeken ve ölen bir Mesih tanımı buldular. İbranice’de cennet kavramı veya bunlarla ilgili ifadeler yoktu. Kehanetçi Daniel’in kitabında yer alan rüyalar kullanılarak, ‘cennet’ kavramı ortaya çıkarıldı. Böylece dünyada acı çeken insanları dinde tutabilmek için ‘cennet’ vaat edilecekti. 

İnciller en erken M.S. 2. yüzyıl ortalarından itibaren yazıldılar. Hıristiyanlık başlangıçta bir 

Yahudi mezhebi olarak ortaya çıkmış, 1. yüzyılın sonunda ise Yahudi olmayan putperest unsurlar Hıristiyanlığa doluşmuştur. Ölen ve dirilen tanrıları temsil eden Paskalya ile Tanrı Mitra’nın doğumu olan Noel bayramı bu tür eklemelerin sonucu olmuştur12. Keza Yahudilikte bulunmayan ve ancak 4. yüzyılda ortaya çıkan düzmece Meryem hikâyesi de bir kadın ilah arayışının sonucu Mısırlı İsiada’dan transfer edilmiştir. 

Hıristiyanlık, yavaş yavaş evrensel bir din haline dönüşürken, Hıristiyan dogmacılığı olağanüstü karmaşık, sorunlu ve çelişkili hale geldi. Erken Hıristiyanlıkta ibadet oldukça sade idi ve ayinler hemen hemen yoktu. M.S.325’de İznik’te Konsülü toplayan Roma Kralı Constantin, hiçbir zaman Hıristiyan olmadı ama krallığın istikrarı ve halkın birleşmesi için Hıristiyanlığı ülkenin dini olarak seçti. Konsül’de birçok İncil taslağı reddedildi ve sadece 
bugünkü dört İncil’e son hali verildi. Konsül’de Paskalya, dini ayinler, İsa’nın ölümsüzlüğü karara bağlandı. O tarihe kadar ölümlü bir insan kabul edilen İsa’ya ‘Tanrı’nın oğlu’ denmeye başlandı. 

 (3) Müslümanlık: İslam (boyun eğ), birlik (cihat): 

Hıristiyanlık da yoldan çıkınca sıra son peygambere ve nihai plana gelmiştir. Bu sefer Tanrı’nın mesajı daha serttir; İslam yani boyun eğ, itaat et yoksa cehenneme gidersin. Cennet hala geçerlidir ve İslam ile önerilen ‘birlik’ olmak, dünyayı Müslümanlaştırmaktır. Bunun için önerilen metot; ‘cihat’ yani din için savaştır. M.S. 6. yüzyılın sonuna gelindiğinde Ortadoğu’nun büyük bölümüne iki imparatorluk hâkimdi; Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) ve Zerdüşt Sasani Pers İmparatorluğu. Aralarındaki savaş ve veba salgını ikisini de tüketmişti 
ve bu İslam’ın zaferi için yolu açtı. Hz. Muhammed ve ona inananlar Arap Yarımadası’nda birlik sağladılar. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştlük yerine vahiy gelen vizyonu yaymaya koyuldular. Cihat anlayışına göre dünya; Darü’l İslam (İslam’ın Evi) ve Darü’l Harp diye iki bölüme ayrılmıştı. Arap orduları, yeni dini Afrika’nın Atlantik kıyılarına, İspanya’nın büyük bölümüne, orta Fransa’ya ve doğuda kuzey Hindistan’a kadar taşıdılar. Tüm insanlığı birleştirip barış getireceği inancıyla İslam aynı anda hem bir din, hem çok-uluslu bir devlet, hem de yeni bir dünya düzeniydi. 

 İslam adı altında barışın ve adaletin yayılması tek yönlü ve geri dönüşsüz bir süreçti. Erken İslam İmparatorluğu yayıldıkça, zamanla çok sayıda güç merkezine bölündü. Halefiyet sorununun yol açtığı hizipler İslam’ın iki ana kolunu oluşturdu. Ebubekir’in taraftarlarına göre; Hz. Muhammed’in Tanrı ile ilişkisi eşsiz ve nihaiydi; halifenin başlıca görevi, Hz. Muhammed’in vahiylerini ve inşa ettiklerini muhafaza etmekti. Bunlar “gelenek ve konsensüs halkı” anlamında Sünni oldular. Ali’nin taraftarlarına (Şii veya Alevi) göre; İslam toplumunun 
yönetimi, aynı zamanda ezoterik (Batıni) bir unsur içeren ruhani bir görevdi. Müslümanlar Hz. Muhammed’in vahiyleriyle doğru ilişkiye ancak, dinin gizli “içsel” anlamlarının mutemetleri olan Peygamber’in ve Ali’nin soyundan gelen ruhani eğilimli bireylerin kılavuzluğunda girebilirlerdi. Sonunda dördüncü halife olan Ali katledildiğinde; Sünniler, temel görevlerini İslam’da düzenin yeniden kurulması olarak gördüler ve istikrarı yeniden kuran hizbi desteklediler. 

Bu genel tutum yüzyıllardır etkisini sürdürmektedir. 

 Ortadoğu’nun haşin coğrafyasından evrensel emelleri olan üç büyük din, peygamberler ve fatihler çıkmıştır. Yahudiler, beş büyük sürgün ve yaşadıkları soykırımlardan sonra devlet oldukları bugünkü İsrail ve diyasporası içinde vaat edilmiş topraklara kavuşma hayali ile kutsal bir millet oldukları inancını hala muhafaza ediyorlar. Hıristiyanlık, bir uluslararası düzen ilkesi olmaktan çıktı, felsefi ve tarihsel bir kavrama dönüştü. Uluslararası sisteme bakış çoğulcu ve 
laik bir siyasete evrildi. Hz. Muhammed ile başlayan siyasi hilafet dönemi, Osmanlı İmparatorluğu ile 1920’lere kadar devam etti. İslam dünyası, hala dış dünya ile kaçınılmaz bir çatışma içindedir. 

 Üç büyük din de, kıyametin yakın olduğu ve öncesinde büyük bir savaşın yaşanacağı müşterek kehanetine sahiptir. Armageddon, dini kaynaklarda Dünya’nın sonu geldiğinde yapılacağı rivayet edilen büyük Kıyamet Savaşı’nın adıdır. İslam’da Melhame-i Kübra olarak bilinen savaş, Hıristiyanlık ve Musevilik’te Armageddon olarak bilinmektedir. İncil’e göre; Armageddon eski düzenin sonu ve yeni düzenin başlangıcını oluşturan bir dönüm noktası 
olacak, Atanmış Kral (Mesih) savaştan sonra yeryüzünde 1000 yıl hüküm sürecektir13. Mesih inancı; Yahudilerin vaat edilmiş topraklara (Nil-Fırat arası, İsrail bayrağındaki mavi çizgiler) ulaşmaları durumunda İsa/Mesih'in dünyaya geri döneceği ve kutsal Armagedon Savaşı’nın o zaman kazanılacağı inancı üzerine kuruludur. Evanjelikler ise Eski Ahit'in; Yahudilerin ‘Tanrı'nın seçilmiş halkı’ olduğu, Kutsal Topraklar'ın Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi kehanetlerini tamamen 
kabul ederler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***