KARŞILAŞTIRMALI HÜKUMET SİSTEMLERİ, BAŞKANLIK SİSTEMİ, ARAŞTIRMA HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI BÖLÜM 15
5.3.4. Yüksek Mahkemenin Yürütmeye Karşı Tutumu
Arjantin yargısında hükümet aleyhine verilen karar sayısının
hükümetlerin görece güçlü olduğu zamanlarda düştüğü, zayıf olduğu
zamanlarda ise yükseldiği, dolayısıyla yargıçların kararlarının siyasi
otoritenin konumundan belirgin biçimde etkilendiği bir çalışmayla
tespit edilmiştir. Söz konusu çalışmanın ortaya çıkardığı sonuçlar şöyle
özetlenebilir: 178
Yüksek Mahkeme askeri yönetimin zayıfladığı son yıllarda daha
özgürlükçü kararlar almış, Alfonsin döneminde bu özgürlük yanlısı
kararları sürdürmüş, Alfonsin’in gücünü yitirdiği yıllarda özgürlükleri
daha kısıtlayıcı yorumlar getirmiş, Menem’in parlak döneminde
Menem’in attığı radikal reformlar lehinde “otomatik çoğunluk” niteliği
kazanmış, Menem’in gideceği belli olunca Menem’in imtiyazlarını
sınırlayıcı yorumlar yapmıştır. Menem’in güçlü döneminde atanan ve
Menem için “otomatik çoğunluk” olarak eleştirilen Yüksek Mahkeme,
Menem’in gücünü yitirdiği son iki yıl daha bağımsız kararlar almaya
başlamıştır.179
Menem’den sonra gelen De la Rua, seçimdeki iddiasının aksine
Yüksek Mahkemenin üyelerine müdahale etmemiştir. Bunun nedeni
olarak Mahkeme’nin yeni yönetimle de uyumlu hale gelebilmesi ve De la
Rua’nın bu uyumlu yapıdan yararlanmak istemesi olarak gösterilmiştir.
Bu dönemde yaşanan ağır ekonomik bunalıma karşı yayılan kitlesel
eylemlerde Yüksek Mahkeme açık ve yaygın biçimde kamuoyunun hedefi
haline gelmiştir. 180
2002’nin başında Eduardo Duhalde geçici olarak başkan olunca
Yüksek Mahkeme üyelerini görevden almaya teşebbüs etmiş; Kongre,
önemli yargıçlarla ilgili suçlandırma sürecini başlatmıştır. Mahkeme
buna karşılık hükümetin bankalarla ilgili kısıtlayıcı bir uygulamasını
(Menem dönemindeki benzeri bir karara aykırı olarak) reddederek
cevap vermiştir. Kongre başta gösterdiği tutumu devam ettiremeyince
Yüksek Mahkeme rahatlamış ve başkana karşı pazarlık gücü artmıştır. Bu
durumda başkan da Mahkemeye karşı tutumunu yumuşatmak zorunda
kalmış ve Adalet Bakanını görevden alarak Mahkemeye jest yapmıştır.
Bunun üzerine Mahkeme başkanı “Bu Mahkeme birçok başkanla birlikte
yaşamıştır. Kimseye düşmanlığı yoktur.” şeklinde açıklama yapmıştır.181
Duhalde’nin başarılı olamayan yönetiminin sonlarında Mahkeme
medyanın “yargı darbesi” olarak nitelendirdiği “Smith kararı”yla hükümeti
yıpratmış, Mahkeme adına konuşan bir sözcü “Öldür ya da öl durumu söz
konusuydu. İlk kurşunu onlar attı.” açıklamasını yapmıştır. Olay hükümet
tarafında ise “Ülkeyi, halk tarafından seçilmeyen tek kuvvet olan yargı
yönetiyor.” şikâyetlerine yol açmıştır.182
Nestor Kirchner iktidara gelir gelmez Yüksek Mahkeme üyelerine
yönelik suçlandırma işleminin başlatılması yönünde açıklamalar yapmış
ve Kongrenin suçlandırma sürecinin ciddiyetini gören hakimler istifa
etmiştir.183 Ancak Kirchner’in bu müdahalesi demokratik çevrelerce
“Demokrasi için Mahkeme” sloganıyla genel olarak olumlu karşılanmıştır.184
Arjantin’in yargısal bağımsızlığını diğer Amerika ülkeleriyle
karşılaştıran bir araştırmaya göre 1975’te Arjantin 18 ülke arasında 4.
sırada iken 2005’te 13’üncü sıraya gerilemiştir. 185
Yürütmenin yargıyı etkileme kapasitesini ortaya koyan aşağıdaki
tabloda ise Arjantin’in; Meksika ve Peru ile birlikte bu etkinin en fazla
yaşandığı ülke olduğu görülmektedir.
Tablo 3. Amerika Ülkelerinde Yürütmenin Yargıyı Etkileme Kapasitesi.186
6. SİYASAL SİSTEM HAKKINDAKİ TARTIŞMALAR
Arjantin, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi anayasal geleneğini ABD’den
esinlenerek başlatmakla birlikte, yürütme organına verdiği yetkilerle bu
geleneği esnetmiştir. Bu esneklik, başkanların yasama fonksiyonundaki
rollerini ve olağanüstü yetkilerini istismar etmesinden dolayı merkeziyetçi
ve otoriter bir yapının oluşması noktasına varmaktadır.187 Daha yalın bir
ifadeyle Arjantin Anayasası, ABD’ye kıyasla, başkana daha fazla yetkiler
tanımakta, başkanlar da siyasi geleneğin etkisiyle bu yetkileri daha çok
genişletmeye çalışmaktadırlar.
Başkanlar anayasal ve yasal sınırları aşma yollarını aramakta ve bunu
sıklıkla kuvvetler ayrılığı ilkesiyle gerekçelendirmeye çalışmaktadırlar.188
Zayıf yasama organından, bağımsız bir karakter kazanamamış yüksek
yargıdan ve mevcut siyasal kültürden yararlanan başkanlar, anayasal
denetimi etkisizleştirme çabası göstermektedirler. Bunu yaparken ya
hukuki boşluklardan faydalanmakta ya da doğrudan pozitif hukuku ihlal
etmektedirler. Bu tutumlarına gerekçe olarak da yasama organlarının
köstekleyici, yolsuz ve ulusal çıkarlar için zararlı olduklarını öne
sürmektedirler.189
Yürütmenin anayasal ve yasal sınırları ihlal etme teşebbüslerini
karşılamak için bir yandan yargıya diğer yandan idari denetime özgülenmiş
Ombudsmanlık, Sayıştay ve Yolsuzlukla Mücadele Kurumlarına iş
düşmektedir. Münferit vakalardaki başarılara rağmen Arjantin, iktidarını
genişletmeye kararlı bir başkan karşısında güçlü yasama organı
dışındaki kurumların ciddi bir direnç göstermesinin zorluğunu ortaya
koymuştur. Çünkü yargı ve denetim kurumları, yasama organının denetim
fonksiyonunu dolduracak bir karaktere sahip değildirler.190
Başkanlık sisteminin Arjantin’de iyi işlememesine ilişkin bu genel
değerlendirmelerden sonra hükümet sisteminin sorunlu işleyişine neden
olan faktörler şu şekilde açıklanabilir:
Siyasi İstikrarsızlık
Arjantin 1930’dan itibaren istikrarsız, sık sık darbelerle bölünen
ve başkanların sürekli değiştiği bir döneme girmiştir. 1926’dan 1983’e
kadarki yaklaşık altmış yıl boyunca seçilmiş hiçbir başkan olağan görev
süresini tamamlayamamıştır.191 Ancak demokrasinin yeniden inşası da
siyasi istikrarın sağlanması için yeterli olmamıştır.1921983’te demokratik
düzene geçildikten sonra bile iktidara gelen başkanların çoğu istifa ile
görevlerinden ayrılmış, olağan sürelerini doldurmamışlardır. 2001’de
yaşanan sosyo-ekonomik krizde Başkan De la Rua’nın istifasını takip eden
iki hafta içinde dört başkan göreve gelmiştir.193 Bunlardan sonuncusu olan
Duhalde de olağan dönemi tamamlayamamış ve erken seçime gidilmiştir.
Ancak 2003’te Nestor Kirchner ile başlayan ve Cristina Kirchner ile devam
eden on bir yıllık sürede belli bir siyasi ve ekonomik istikrarın yakalandığı
görülmektedir.
Çifte Liderlik ve Rol Çatışması
Başkan, devlet başkanı sıfatıyla bütün ulusu temsil etmektedir ki bu
temsil siyasi tarafgirlik yapmaya uygun değildir. Diğer taraftan hükümet
başkanı sıfatıyla bir siyasi partinin temsilcisi rolü üstlenmektedir ki bu
rol diğer siyasi partilere karşı taraf olmayı gerektirmektedir. Bu ikili
rolün yol açtığı bir sorun da şudur: Siyasi partilerin aynı zamanda siyasi
hareketlerle (Peronist, anti-Peronist, Radikal) tanımlandığı Arjantin’de
başkanlar kendilerini ulusun temsilcisi sayarken siyasi rakiplerinin temsil
vasfını yok saymışlardır. İktidara gelen ve aslında bir siyasi parti ve siyasi
hareketin lideri olan başkanın kendini ulusal çıkarların tek temsilcisi
sayması, muhalefetin de başkanın meşruiyetini inkâr etmesine, sadakatsiz
ve yıkıcı bir yol izlemesine neden olmaktadır. 194
Çift Meşruiyet ve Uyum Sorunu
Birbirinden bağımsız olarak seçilerek her biri demokratik meşruiyete
sahip başkan ile parlamento arasındaki ilişkilerin niteliği Arjantin
örneğinde ABD’den farklı olarak çok sorunlu olabilmektedir. Sıkı parti
disiplininden dolayı Kongrede çoğunluğa sahip olmayan başkanın
veya partisinin teklif ettiği kanun önerilerinin kabul edilmesi zordur.
Diğer taraftan Kongre çoğunluğu ya başkanın vetosundan dolayı kanun
çıkaramamakta veya onaylansa da uygulanmaması durumunda etkili bir
denetim yapamamaktadır.195
Sıfır Toplamlı Oyun ve Sert Rekabet
Bouzat, Arjantin siyasi elitinin, sıfır toplamlı oyun ilkesiyle çalıştığı
ve ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları gerçekleştirme kapasitesinden
yoksun olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. Bu yaklaşıma göre
siyasi elit 2001-2002’de yaşanan ağır krizden çıkarılabilecek derslere
rağmen çatışmacı tutumunu değiştirebilmiş değildir. Latin Amerika’nın
sosyal yapısı ve siyasal kültürünün bir neticesi olarak sosyal çatışmalar
sert biçimde yaşanmakta; toplumda bunların çözümlenmesi veya
hafifletilmesi için resmi siyasal kurumları işletme kabiliyetinin düşük
olduğu ileri sürülmektedir. 196
“Ya hep ya hiç oyunu” çerçevesinde cereyan eden ve kazananın her şeyi
aldığı başkanlık seçimleri, başkan adayları arasındaki çekişmenin çok
şiddetli geçmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan başkanlık yarışındaki
taraflar arasındaki husumet seçmenlere de sirayet etmektedir. Bir adaya
oy veren seçmen bunu aynı zamanda rakip adayı engelleme olarak
görmektedir. Bunun neticesinde, seçilen başkanın kaybeden adayın
partisine siyasi ve idari alanda yer açması girişimi olumsuz karşılanmakta
hatta ihanet gibi algılanabilmektedir.197
Bu tip bir sorun 1987’de Başkan Alfonsin’in Peronist Birliğin liderini
çalışma bakanı olarak atamasında yaşanmıştır. Alfonsin’in birçok taraftarı
bu atamayı şiddetle eleştirmişlerdir. Diğer bir örnek olarak, Başkan
Menem’in muhafazakar sağ ile ittifak içine girmesi birçok Peronist
tarafından ihanet olarak değerlendirilmiştir. 198
Siyasi Parti Sistemi
Ülkede demokrasiyi zayıflatan önemli bir sorun Peronist dışı
muhalefetin zayıflığıdır. İkinci en önemli siyasi parti olan UCR-Radikaller
etkili bir rakip olamamıştır. Radikallerin başkanlık seçimlerindeki oy
oranı 1983’teki %50’den 2003’te %2’ye kadar düşmüştür. 2007’deki
parlamento seçimlerinde de tarihinin en düşük rakamı olarak 257’de
30’a düşmüşlerdir.199 Radikallerin gerilemesiyle birlikte onun yerini
tutabilecek ulusal çapta parti ya da partiler kurulamamıştır. 1980’lerde ve
1990’larda kurulan partiler en fazla metropol şehirlerde tutunabilmişler
ve 10 yıldan daha uzun süre yaşayamamışlardır. 2003’te kurulan iki yeni
parti ARI (Afirmación para una República Igualitaria/Eşitlikçi Cumhuriyeti
Onaylama) ve MFR (Recrear para el Crecimiento/İlerleme için Ayaklanma
ve diğer eyalet partileri koalisyonu)200 2007 seçimlerinde ciddi bir varlık
gösterememişlerdir.201 Yine 2005’te merkez sağda kurulan PRO (Propuesta
Republicana/Cumhuriyetçi Teklif) ve bir partiler koalisyonu olarak
2011’de merkez solda oluşan FAP (Frente Amplio Progresista/Büyük
İlerleme Cephesi), kayda değer bir muhalefet cephesi oluşturamamışlardır.
UCR özellikle 2000 sonrasında bir dağınıklık ve parçalanma süreci
yaşamış, bu durum Peronistlerin (PJ) fiilen hakim parti haline gelmesine
yol açmıştır. 2003’te ilk turda birinci ve ikinci gelen adayların ikisi de
Peronist Parti'den olmuş ve 2005’teki parlamento seçimlerinde Peronist
olmayan parti sadece %10 oy almıştır. 2007 seçimleri sonrasında Kirchner
yanlısı blokun Temsilciler Meclisindeki ve Senatodaki oranı muhalif
partilerin iki katından fazla olmuştur.202
Hâkim parti benzeri durum nedeniyle Peronist olmayan muhalefet
başkan çıkarsa bile böyle bir başkanın yönetebilirliği çok zor görünmektedir.
Çünkü Peronist partilerin parlamentoda, eyalet valilerinde, sendikalarda,
iş örgütlerinde ve diğer sosyal örgütlenmelerde sahip olduğu hâkimiyet
rakip partiden bir başkanın ülkeyi yönetmesini çok zorlaştırmaktadır.
Peronist olmayan Alfonsin’in 1989’da, De la Rua’nın 2001’de istifası bu
durumu gözler önüne sermiştir.203
Etkili bir siyasi muhalefetin ve seçim rekabetinin kalmayışı Arjantin’de
iktidarın denetimi ve hesap verebilirliğini olumsuz etkilemektedir.
Yürütmeyi dengeleyecek siyasi araçların olmaması, en azından ciddi yetki
suistimallerine yol açmakta ve yolsuzluk imkânını artırmaktadır.
Kurumsal Zayıflık
“Kronik kurumsal zayıflık” Arjantin’de istikrarlı ve dengeli bir siyasi
yapının oluşmasına engel olarak görülmektedir.204 Kurumsal zayıflık
burada yazılı kuralların uygulanamaması ve resmi kural ve kurumların
istikrarlı olmaması olarak ifade edilmektedir.205
Arjantin demokrasisi seçimler, temel hak ve hürriyetler ve silahlı
kuvvetlerin sivil denetimi gibi demokrasinin çekirdek unsurları
bakımından 1983 sonrasında belli ölçüde güçlenmiştir. Ancak siyasi ve
ekonomik birçok alanda kurumsal zayıflık devam etmektedir. Özellikle
1990’larda yasama-yürütme ilişkilerini belirleyen kurallarda, yargıda,
federalizmde, aday belirlemede, vergide, merkez bankası bağımsızlığında
yoğun ihlaller ve suistimaller yaşanmıştır.206 Bu kurumsal suistimaller
kısmen Kirchner yönetiminde (2000’li yıllar) devam etmiştir. Yargı
Konseyinin oluşumu, 2006’da başkana bütçe üzerinde çok geniş takdir
yetkisi veren kanun, 2002’deki kanunla başkan adaylarının bir ön seçimle
belirlenmesinin iptal edilmesi ve hükümetin Devlet İstatistik Kurumuna
(INDEC) el atarak kurumun teknokratlarını işten çıkarması ve enflasyon
oranını belirlemede güvenilmez bir yöntem oluşturması bu dönemin
kötü uygulamalarına örnek teşkil etmektedir.207 Kirchner yönetiminin
yasaların lafzına uyup amacına aykırı bir politika izlediği, yaygın bir
eleştiri konusudur. Yüksek Mahkemenin 9 üyesinden 6’sının görevine
son verdirilmesi böyle bir politikayı ortaya koymuştur. Yine son başkan
Cristina Kirchner’in ilk adaylığının kocasının iki dönemden fazla başkanlık
yapmasına yönelik olması da bu tutumu örnekler. Bu kurumsal zayıflıklar
Arjantin’in Brezilya, Şili, Meksika, Uruguay gibi orta gelirli diğer Amerika
ülkelerine nispetle daha cılız bir yasama ve yargı organına sahip olması
sonucunu doğurmaktadır.208
Siyasi Uzlaşma Kültürü Eksikliği
Parlamento seçimlerinde, başkanın partisinin Kongredeki
çoğunluğu kaybetmesi durumunda parlamento ile başkan arasındaki
aykırılık Fransa’daki kohabitasyon (birlikte yaşama) benzeri bir sonuç
verememekte, yasama ile yürütmenin uzlaşmasına dönüşememektedir.
Bu durum bir yandan parlamentoda başkanı frenleyecek bir gücün
oluşmasını önlerken bir yandan da başkan-parlamento ilişkilerini
belirsiz bir noktaya taşıyabilmektedir.209 2001 yılında yapılan parlamento
seçimlerinde parlamentodaki çoğunluğu kaybeden De la Rua önce rakip
parti Peronistlerin liderine başbakanlığı teklif etmiş; ne var ki bu teklifi
reddedilmiştir. Anayasa’da başbakana verilmiş olan önemli yetkiler
olmasına rağmen Arjantin’de başkanlığı siyasi gücün merkezi olarak
gören anlayış nedeniyle Peronistler başkanın istifasını talep etmişlerdir. 210
Başkanların Yetki Suistimali
Arjantin'de Başkanlık, bütün devlet güçlerinin kaynağı gibi görülüp
tüm beklentiler kendisine yönelince başkanlar kendi iradelerini
diğer kurum ve organların üzerinde görmeye ve tercihlerini onlara
dayatmaya başlamaktadırlar. Bu suistimal sadece Menem ve Kirchner
gibi güçlü başkanlarda değil aynı zamanda De la Rua ve Duhalde gibi
zayıf başkanlarda da görülmüştür. Bu nedenle Menem yönetiminden beri
başkanlar çeşitli anayasa dışı yöntemlerle Kongreyi etkisizleştirmişlerdir.
Bu yollara özellikle Kongrenin yaptığı kanunlar başkanın seçimlerde
verdiği vaatlere ters ise (Menem dönemindeki gibi) veya başkan Kongrede
çoğunluğa sahip değilse (De la Rua) başvurulmaktadır. 211
Başkanın Kongre ile uyumlu olmadığı zaman başvurduğu en önemli
araç olağanüstü kararnamelerdir ve bu kararnamelerle yasama
fonksiyonu icra edilmektedir. Olağanüstü kararnamelerin anayasal
sınırları vardır; ancak bu sınırların aşıldığına dair hüküm verecek olan
Yüksek Mahkeme uygulamada bu işlemleri daha çok siyasal bir yaklaşımla
değerlendirmiştir. Bu tür kararnamelerden yüzlerce çıkarılmış ve önemli
ekonomik konularda kural konmuştur. Başkanın özellikle ekonomik
alandaki olağanüstü yetkilerini kullanması olağan hale gelirken bu
istismarı önleyecek ve denetleyecek güçlü bir parlamentonun yokluğu
sorunu kalıcı hale getirmiştir.212
Kamu Fonlarının Dağıtımında Başkanın Geniş Takdir Yetkisi
Başkanın gücünü arttırarak onun kuvvetler arası dengeyi bozmasına
imkân yaratan ve böylece başkanlık sisteminin işleyişini “olağan”
seyrinden saptıran önemli bir husus, kamu fonlarının dağıtımının
onun takdirine bırakılmış olmasıdır. Bu geniş takdir yetkisi, başkanın
teşvikleri kendi tercihine göre belirlemesini veya kamu hizmetlerinin
bölgelere ve belediyelere dağılımının belirlenmesinde tek yetkili olmasını
sağlamaktadır. Arjantin’de eyaletler, siyasi özerkliğe sahip olmalarına
rağmen ekonomik bakımdan özerk sayılmazlar ve merkezi hükümetin
belirlediği gelire bağlıdırlar. Kamu kaynaklarının başkan eliyle dağıtılıyor
olması siyasetin bitmek bilmeyen ekonomik pazarlıkların gölgesinde
kalmasına yol açmaktadır. Başkan elindeki teşvik, kamu hizmeti ve finansal
destek karşılığında eyalet valileriyle, milletvekilleriyle ve senatörlerle
pazarlıklar yapabilmekte ve bu pazarlıkları istediği kanunları çıkartmanın
aracı olarak kullanabilmektedir. Böylece siyasi müzakereler, örtülü
pazarlıklar üzerinden yapılmakta ve bu durum siyasi değerlendirmelerin
sağlıksız yapılmasına yol açmaktadır.213
Bu tür pazarlıklar, De la Rua zamanında olduğu gibi kolaylıkla suç
niteliği kazanabilmektedir. Söz konusu dönemde Hükümet, çalışma
ilişkilerini düzenleyen bir reform yapmaya çalışmıştır. Ancak Senatoda
Peronistler çoğunlukta olunca De la Rua’nın istediği kanun geçememiş,
bunun üzerine bazı hükümet görevlileri senatörlerden bazılarına kabul
oyu için rüşvet vermişlerdir. Rüşvet ifşa olunca, önce başkan yardımcısı,
daha sonra da derinleşen siyasi kriz sonucu başkan istifa etmek zorunda
kalmıştır.214
Medyayı Kontrol İmkânı
Başkanın elindeki ekonomik gücün basın üzerinde de etkileri
görülmektedir. Hükümet, bir yandan kendi istediği doğrultuda yayın
yapan kamusal yayın organlarına önemli parasal kaynak aktarırken diğer
taraftan basına çok reklam vermekte ve bunun karşılığında medyanın
hükümete yönelik eleştiri yapmasını önlemeye çalışmaktadır. Bu durum
ifade özgürlüğüne zarar verdiği gibi basın vasıtasıyla gündeme gelebilecek
siyasi tartışmaların da önüne geçmektedir.215 Hükümetin medya üzerindeki
kontrolü, siyasi görüşünü beğenmediği özel kuruluşların medyaya reklam
vermesini engellemek gibi yöntemlerle de gündeme gelmektedir.216
Bakanların ve diğer üst düzey kamu görevlilerinin özel sektör ve
yabancı basın organlarına konuşma yetkileri yoktur, sorulara cevap
veremezler; ancak resmi yayın organları aracılığıyla konuşabilirler.217
2009’da çıkarılan bir kanunla medyada tekelciliği kırmak gerekçesiyle
güçlü ve muhalif bir medya grubunun (Grupo Clarin) sınırlanması
sağlanmış, siyasi olarak atanacak bir medya düzenleme organı kurulmuş
ve kanunun uygulamaya ilişkin yorumu bu kuruma bırakılmıştır. Yine
2009’da Başkan Kirchner reklam bütçesini 40 kat artırmış ve “hükümet
dostu medya” oluşturmuştur. Diğer taraftan bir medya grubuna (Papel
Prensa) 1976’da diktatörlük rejimiyle işbirliği yaptığı gerekçesiyle dava
açılmıştır. 218
Süper Başkanlık - Kriz Sarmalı
Süper başkanlık yetkileri ile ülkenin “güçlü adam” siyasi kültürü yönetim
sorunlarına ve bunların derinleşmesiyle siyasi krizlere yol açmaktadır.
Siyasi krizler ise başkanlara olağanüstü yetkiler kullanma imkânını
yaratmakta ve bu yetkilerle yapılanlar kısa dönemde memnuniyet yaratsa
da uzun dönemde başkanlık sisteminde ve siyasetin işleyişinde yaşanan
krizlerin şiddetini artırmaktadır. 1994’te yapılan anayasal reformların,
başkanlık sisteminde yaşanan aksaklıkları gidermesi beklenirken
2001’de yaşanan kriz ile birlikte Başkan Kirchner zamanında görülen
güç temerküzü ve uygulamalar bu beklentiyi boşa çıkarmıştır. Başkanın
gücünü azaltmaya yönelik siyasi reformlar başkanlığa odaklanmış siyasi
kültürün baskısı altında kalmış ve siyasi gelenek ve tutumları normatif
düzenlemelerle değiştirmenin zorluğu bir kez daha görülmüştür.219
16 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder