2 Ağustos 2018 Perşembe

Mandacı Liboş…



Mandacı Liboş…


 MÜDAFAA-İ HUKUK
Serdar ANT
denizkurdu66@gmail.com





'Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürs-î liyakat pezevenk, puşt olanındır!'
 


Ülkemizde son 30 yılda yaşananlar, yeni bir “insan” türü, bir sözde “aydın” tipi yarattı. Sadece gazete sütunlarında ya da televizyon ekranlarında değil, günlük hayatın içinde, yakın çevremizde de görmemiz mümkün bu tipi… Kendini “özgürlükçü”, “solcu”, “anti-faşist” gibi etiketlerle pazarlayan bu tür için, ulusal olan ve onunla ilgili bulunan her şey neredeyse bir küfürdür. Mandacı ve liboş karakterini, demokrasi ve insan hakları maskesi ardında gözlerden saklamaya çalışan bu tür, medyada ve üniversite camiasında köşe başlarını tuttuğu için yaygara ile gündemi belirlemekte oldukça başarılıdır. Ama biraz yakından incelenip, dilinden düşürmediği insan hakları anlayışı mercek altına alındığında maskesi yırtılır, gerçek yüzü ortaya çıkar.

Bu mandacı-liboş takımı insan haklarını çok sever, dilinden düşürmez, ağzına sakız eder! Yaşam hakkını savunur, işkenceye karşıdır, düşünce ve ifade hürriyetinden yanadır. Kısacası, temel hak ve özgürlükler konusunda sözde çok “duyarlıdır.”

Ne var ki, bu mandacı-liboş “aydınlarımızın” insan hakları “aşkı” burada biter. Ekonomik ve sosyal haklar söz konusu olunca, bu “aydınlarımızı” bir suskunluk alır. Çalışma hakkını, sosyal güvenlik hakkını, eğitim ve sağlık hizmetlerinden insanca yararlanma hakkını, eğlenme ve dinlenme hakkını, toplumun kültürel hayatına katılabilecek bir yaşam standardına sahip olma hakkını savunanını bulabilene aşk olsun!

Bu mandacı-liboş takımı insan haklarının bir bütün olduğunu görmek istemez, bunu gözlerden saklamak için elinden geleni yapar. Temel hak ve özgürlükler kadar, ekonomik ve sosyal hakların da önemli olduğuna aldırmaz. Hatta bu ikinciler olmadan birincilerin hayata geçirilemeyeceğini gözlerden saklamak ister. Somut konuşmak gerekirse, toplumda sosyal ve ekonomik açıdan bir adalet ve eşitlik tesis etmeden, mesela siyasal örgütlenme özgürlüğünün ve hakkının pek bir anlamı olmayacağını, bu özgürlüğün kâğıt üzerinde kalacağını umursamaz.

Örneğin her ağzını açtığında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne gönderme yapar. Ama aynı Bildiri’nin “Ekonomik ve Sosyal Haklar”ı düzenleyen 22 -29. maddelerinden kesinlikle söz etmez. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 21. maddesinden sonrası yoktur, bizim mandacı-liboş “aydınlarımız” için!

Örneğin fanatik derecede AB yanlısıdır, “medeniyet projesi” diye yutturmaya çalıştığı, “çağdaş uygarlık” diyerek övdüğü AB ile yatar, AB ile kalkar, ama her ne hikmetse, Avrupa Sosyal Şartı’nı görmemezlikten gelir! Oysa o Avrupa Sosyal Şartı ki, sadece ekonomik ve sosyal hakları tanımlamakla kalmaz, yaşama nasıl geçirileceğini de ayrıntılı olarak düzenler. Bizim AB’ci, mandacı-liboş “aydın” müsveddelerimiz ise susar, sadece susar!

İki lafın başında ezber bozmaktan bahsetmesine rağmen, mandacı-liboşlarımız sadece ezberlediği, daha doğrusu kendisine ezberlettirilen insan hakları nutuklarını atarak toplumun özgürleşebileceğini, insanların insanca yaşam koşullarına kavuşabileceği yanılsamasını bilinçlere pompalar, böyle düşünülsün ister, bunun için mücadele eder. Çünkü buna göre kurgulanmış, bu şekilde eğitilmiştir! Sınıfsal çıkarları böyle davranmasını gerektirir. İnsan hakları, ulusal bütünlüğe, bağımsızlığa ve egemenliğe karşı saldırısının ideolojik-hukuki kılıfıdır.

Mandacı-liboş takımı, bir de “solcu” olduğu iddiasındadır! Bu sıfatı kimseye bırakmaz. Kemalizm’e ve ulus-devlete küfretmeyi “solculuk” olarak sunar. Bir taşla iki kuş vurmak amacındadır. Bir yandan soyunduğu ve parçası olduğu bütün ihanetleri “solculuk” kavramı ardında gizleyerek meşru kılmaya çalışırken, öte yandan gerçek hedefi olan solu kirleterek asıl efendilerine de hizmet etmiş olur.

Mandacı-liboş sözde “solcudur”, ama özelleştirmeye adı altında ulusal değerlerin talan edilmesine karşı çıkmaz!

Mandacı-liboş sözde “solcudur”, ama emeğin değil sermayenin sözcülüğünü, IMF reçetelerinin Dünya Bankası programlarının borazanlığını yapar!

Mandacı-liboş sözde “solcudur”, ama bağımsızlıktan değil, küreselleşmeden yanadır! Emperyalist projeleri “medeniyet” etiketiyle yutturmaya çalışır!

Mandacı liboş sözde “solcudur”, ama Türk tarihinin gördüğü en gerici ve işbirlikçi siyasal kesimleri destekler, onlarla işbirliği içinde hareket eder.

Mandacı-liboş yatıp kalkıp “sol edebiyatı” yapar, ama var olan toplumsal-siyasal-ekonomik düzenin hakça bir bölüşüm ve siyasal karar alma süreçlerine her düzeyde demokratik bir katılım ekseninde dönüştürülmesini savunmaya gelince, ara ki bulasın mandacı-liboşu!

Bütün boyutlarıyla ulusal bağımsızlığı savunmak ve anti-emperyalist bir tavır almak, modası geçmiş bir davranıştır mandacı-liboşa göre! O çoktan küreselleşmiştir çünkü! Nereye itersen oraya yuvarlanır. Çünkü yuvarlaktır!

Dinin, toplumsal ve siyasal ilişkileri düzenleyen değil, vicdani bir kurum; kişi ile inandığı arasındaki bir ilişki biçimi olarak kalmasını sağlamak anlamında lâikliğin, sol ve yurtsever duruşun vazgeçilmez öğelerinden biri olduğunu kabul etmek işine gelmez mandacı-liboşun! Tarikatlara özgürlüğü, şeyhin mürit üzerindeki tahakkümünü, kadının çuvala sokulmasını savunmayı “solculuk”, “ilericilik” olarak kabul ettirmeyi görev bilir. Karşı çıkanlara da “laikçi” diye saldırır.

Mandacı-liboş hesapta “solcudur” ve siyasal anlamda katılımcılığı savunur! Ama adaletsiz seçim sistemi ve siyasal partiler kanunundan yararlananların dalkavuğu ve şakşakçısıdır aynı zamanda. Bu adaletsizlik karşısında evlere şenlik “solcu” liboşumuz dilini yutmuştur!

Mandacı-liboş “solcudur”, ama bölüşüm ve sosyal-adalet dendi mi, bizimki “dut yemiş bülbüle” döner! İşsizliğin yüzde 20’lerde gezindiği bir ülkede özelleştirme adı altında sürdürülen talanı alkışlar! Yılda 40- 50 milyar dolar borç ödemeye mahkûm kılınmış bir ülkenin, IMF ve Dünya Bankası programlarını harfiyen uygulamasının tek çıkış yolu olduğunu iddia eder!

Mandacı-liboş “solcudur”, ama ulusal olanın değil, emperyalist merkezlerin safındadır. Bölücülükle kol koladır. Mesela İngilizce düşünür! Öyle programlanmıştır çünkü. Düzgün bir Türkçe ile konuşmaya ve yazmaya bile gayret etmez, edemez. Yaşadığı vatana ve topluma, tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkmaz. Evrensel olana ancak bu yoldan ulaşılabileceğini anlamaz. Solcu, evrensel kimliğin ve dayanışmanın, ulusal katkılarla zenginleştiğinin bilincinde olan kişidir. Ama mandacı-liboş bunun idrak edilmesini istemez!

Mandacı-liboş sürekli değişim der, özgürlük der! Ama her ne hikmetse eşitlik demez hiç! Değişimin soyut bir kavram olmadığını, bir yönü ve somut bir içeriği olduğunu gözlerden saklar! Özgürlüğü kullanabilmenizi mümkün kılacak ekonomik güce sahip olmadığınızda o özgürlüğün beş para etmeyeceğini; eşitlikten yoksun bir özgürlüğün, emeğin değil sermayenin özgürlüğü olduğunu demagojik söylemi ile gözlerden saklamaya çalışır!

Kısacası, mandacı-liboş aklınca vezir olmaya çalışır, ama o meşhur öyküdeki gibi, adam olamadığından, rezil olmaya mahkûmdur!

Neyzen Tevfik’in dediği gibi…

Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürs-î liyakat pezevenk, puşt olanındır!


Uzun lafın kısası, Mandacı-liboş, Kürs-i liyakat sahibi bir şarlatandır!

Serdar Ant


*** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder