9 Ekim 2017 Pazartesi

3 MART 1924 TE NELER OLDU


3 MART 1924 TE NELER OLDU





3 MART 1924 TE NELER OLDU,

Yılmadan Yorulmadan  
Dr. Sıtkı Aydınel 
3 MART 1924 

Bundan 91 Yıl önce 3 Mart 1924 günü TBMM’de üç yasa kabul edildi

1- Şer’iyye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye Vekaletinin kaldırılması
2-Tevhid’i Tedrisat
3- Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkarılması

Gazi Mustafa Kemal uzun süredir bu yasaların çıkarılmasını düşünüyordu. TBMM açılmış, Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmişti. Ancak, yapılacak daha birçok devrime gereksinim vardı. Bunların başında da bu yasalar geliyordu. Çünkü, çıkarılan yasaların şeriata uygun olup olmadığını kontrol eden Şer’iyye Bakanlığı (Bunun yerine Diyanet işleri Başkanlığı) ve dini vakıflara bağlı olanları idare eden Vakıflar Genel Müdürlüğü (Bunun yerine de Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulacaktı) görevde oldukça; Eğitimi ve Öğretimi dini etkilerden kurtarmak, laik bir duruma getirebilmek, halkı cehaletten kurtarmak ve bir eğitim seferberliği yapabilmek için (bu konu ilerde iyice incelenilecektir) kesinlikle Tevhidi Tedrisat yasasına gereksinim vardı. Hele, kurulacak laik Türk devletinde Halifelik denilen ikinci bir devlet gibi, Osmanlı Sarayının yetkilerini kendinde gören, dünya müslümanları arasında hiçbir etkinliği kalmayan, üstelik Kurtuluş Savaşımızı engelleyen bir kurumun var olması düşünülemezdi. Osmanlı Hanedanının Türkiye toprakları içinde kalması hedeflenen yeni Cumhuriyet’i devam ettirmekte engeller çıkarabilirdi.

İşte bütün bu nedenlerle 3 Mart 1924 günü bu yasalar çıkarıldı ve o gün Devrim Tarihimizin en önemli günlerinden biri oldu. Atatürk, bu yasaların çıkarılması zamanının geldiğini, çok iyi tespit etti ve Meclise öneriler verdirerek bu yasaları Meclisin kararı olarak çıkarttı.

O, bir “zamanlama üstadı” olduğunu da burada da kanıtladı. Bütün devrimleri bir anda yapmadı zira, pek çok direniş olabilirdi. Nitekim, Devrimleri halka anlatarak ve inandırarak yapmasına karşın iç ve dış kışkırtmalarla, yine de bir çok engeller çıkarıldı. Atatürk, bunları öngörüyordu. Gerekli önlemleri de aldı. Hükümeti bu önlemleri alma yönünde örgütledi. Hükümet otoritesinden hiç ödün vermedi.

Bu genel bilgiyi verdikten sonra, şimdi Tevhidi Tedrisat yasası hakkında detaylı bilgi vermeye geçebiliriz. Ayni makaleye bu üç yasayı ayrı ayrı detaylı bir şekilde, sığdırma olanağı yoktur. Bu yasanın detayını açıklamadan önce Osmanlı dönemi Maarifini ve neden bu yasaya ihtiyaç duyulduğunu -neden, sonuç- ilişkisini belirtmek gerekir.

Osmanlı döneminin en büyük özelliklerinden biri de medrese-mektep ilişkisi idi. İlk Osmanlı Medresesi 1330 yılında, o sırada Beyliğin merkezi olan İznik’te kuruldu. 
Daha sonraki yıllarda da temel öğretim kurumu olarak diğer yörelere yayıldı. Bunların görevi İslam hukuku (Fıkıh) öğretmek idi.

 < Medreseler gittikçe bozuldu. Türkçe dersler yanında Arapça ve Farsça öğretiliyordu. Bu diller de yeterince bilinmiyordu. >

Kâtip Çelebi Kanuni döneminden sonra, önce de olduğu gibi, doğa bilimlerine yer verilmediğinden yakınır. Medreseler gittikçe bozuldu. Türkçe dersler yanında Arapça 
ve Farsça öğretiliyordu. Bu diller de yeterince bilinmiyordu. Nitekim, Hürriyet Gazetesindeki (27 Temmuz 1868) Medrese mezunlarını ele alan bir makalesinde 
Namık Kemal şunları yazıyordu: “Ulemadan bu gibilere ‘Elcevâb’ gibi Arapça bir gazete verilirse lûgate başvurup iki saat uğraşmayınca bir mana çıkaramazlar. 
Fıkıf’tan herhangi bir mesele sorulsa, biz fıkıfla fazla meşgul olmadık derler, İngiltere, Amerika vb. bir devlet ismi sorulduğunda hayretle dinlerler. 
Bu devlete, bu millete, bu mülke acınmaz mı?”

Resimİkinci Meşrutiyet devrinde Medreselerin düzeltilmesine uğraşıldı. Fakat bu girişim de yarım bir önlemden öteye geçemedi. Ziya Gökalp de Türk maarifinin içine düştüğü durumdan kurtarmak için “milli” bir karekter almasını, yani öğretim kurumlarında milli maarif politikasının hâkim kılınmasını ve bir milli eğitim sisteminin uygulanmasını zorunlu görüyordu. Bu ünlü düşünürümüzün Türkçülüğün Esasları’nda bu düşüncesini daha etraflıca belirttiğini, Türkiye’de “halk, medreseliler ve mektepliler” diye üç zümre bulunduğunu, bu üç sınıftan birincisi, hâlâ Uzak Doğu medeniyetinden tamamıyla ayrılmamış olduğu gibi; ikincisinin henüz Doğu medeniyetinde yaşadığını, yalnızca üçüncü sınıfın Batı medeniyetindeki bazı feyizlere mazhar olabildiğini; bir milletin böyle üçe ayrılmış bir hayat yaşamasının normal olmadığını, bu üç terbiye usulünü birleştirmedikçe hakiki bir millet olmamızın mümkün olmadığını savunuyordu.

1918 yılında İnas Darülfünu’nun yani kızların yüksek öğretim yaptığı bölünün kaldırıldığına dair emrinin Rektör tarafından dinlenmemesi karşısında 
Maarif Vekili’nin “Zaten bu çocukları dinsiz ve şımarık yapan sizsiniz... Ben, Kız ve erkek öğrencilerin zânu be zânu (diz dize) okumalarını kabul edemem. 
Benim dinim buna engeldir. Eğer ısrar edilirse ben yapacağımı bilirim” şeklindeki sözlerindeki zihniyeti açıklamaya gerek yoktur sanırım.

Mustafa Kemal Paşa bütün bunları takip ediyordu ve çok iyi gözlemliyordu. İşte bu yüzden ülke daha düşman çizmeleri altında iken Sakarya Muharebesinden 37 gün önce Ankara’da maarif kongresini toplamıştır. Ülke henüz savaş içindedir. Bu büyük insanın iradesine ve eğitime, öğretime verdiği değere, dikkatinizi çekmek isterim. Kongre Salonuna girer girmez toplantıda kadın ve erkeklerin ayrı ayrı oturduklarını görünce erkeklere dönerek şu ünlü sözünü söyler:

Yoksa kadınlarımızın iffetinden mi şüphe ediyorsunuz?

Bu sözle M. Kemal Türk kadınının asaletini belirtmek vurgulamak istemiştir. Sonra konuşmasına başlayarak: “Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en büyük etken olduğu kanısındayım. Onun için milli terbiye programından bahsederken eski devrin hurafelerinden yaradılışımızdan gelen niteliklerimizle hiç de ilgisi olmayan Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak milli karakterimize ve tarihimize uygun bir kültür kastediyorum....” demiştir.

31.1.1923 günü İzmir eski gümrük binasında yaptığı halk ile konuşmasında da şunları söylemiştir:

“Milletimizin, memleketimizin öğretim kurumları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek ayni surette oradan çıkmalıdır. Fakat nasıl ki her hususta 
yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini tetkik ve öğretmede telkin kudretine sahip güzide ve gerçek bilim adamları yetiştirecek yüksek kuruluşlara da malik olmalıyız.”

ResimBu konuşması ile Mustafa Kemal adeta çıkarılacak olan yasanın esaslarını vermiş oldu. İkinci TBMM seçimlerinden önce yayımladığı “dokuz ilke” nin 
sekizincisinde millete eğitimin birleştirilmesi, gerektiğini bildiriyordu. Bütün bunlar Tevhidi Tedrisat yasasının çıkarılmasına hazırlık idi. Cumhuriyet de ilan 
edilmişti. Artık, bu yasaların çıkarılma zamanı gelmişti.

Nihayet 2 Mart 1924’e gelindi. O günkü Meclis toplantısında Saruhan (Manisa) milletvekili Vasıf (Çınar) ve 57 arkadaşının önerdiği Tevhidi Tedrisat yasasının 
gerekçesinde:

“Bir de ve bu da öğretim birliği ile olur. Tanzimat’ın ilan edildiği sıralarda öğretim birliğine geçilmek istenmişse de başarılı olunamamış, tam tersine bir ikilik 
ortaya çıkmıştı. Parti grubunda kısa bir tartışmadan sonra uygun bulunan “Devletin genel eğitim siyasetinde, milletin düşünce ve duygu bakımından birliğini sağlamak gereklidir” önerisi, TBMM’nin 3 Mart 1924 tarihli toplantısında hiçbir değişikliğe uğramadan kabul edildi.

ResimYasanın maddeleri arasında şunlar yer alıyordu:

• Türkiye dahilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır.

• Şer’iye ve Evkaf Bakanlıkları veya özel vakıflar tarafından idare olunan bütün Medrese ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.

• Bu bakanlıklara ve medreselere ait ödenekler Milli Eğitim Bakanlığı’na verilecektir.

• Milli Eğitim Bakanlığı yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere Darülfünun’da bir İlahiyat Fakültesi, imamlık ve hitabet gibi din hizmetleri yapacak memurların 
yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır.

• Diğer Bakanlıklara bağlı öğreti görevlilerinin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmaları için sonradan gerekli işlem yapılacaktır. (kısaltıldı)

Yasanın bir maddesi gereği, İstanbul’da Darülfünun’a bağlı bir İlahiyat Fakültesi ve çeşitli yerlerde 29 adet imam-hatip okulu açılmıştı. 
Ancak, öğrenci bulunamadığı için bunlar 1930-31 yıllarında kapandı. Bu yasanın getirdiği faydaları tekrar hatırlatmak gerekir:

Öğretim çok başlılıktan kurtarılmıştır. “Teb’a, reaya” zihniyeti kaldırılıp, Türk halkına vatandaş olma bilinci aşılanmıştır.

Bireylerin ve devletin laik olması sağlanmıştır.

Öğretim laik bir tabana oturmuştur.

Öğretimdeki dinsel düşünce, laik dünya görüşüne dönüşmüştür.

Çağdaşlaşma sağlanmıştır.

Rasyonel düşünceye, bilime giden yollar açılmıştır, rejimin geleceği güvence altına alınmıştır.

Cumhuriyete inanan, Atatürk devrimlerini benimsemiş ve özümsemiş kuşaklar yetişmesini sağlayacak yollar açılmıştır.

Ulusal Egemenliğe aykırı davranışlara devam eden ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki genelgelerine uymayan yabancı okullar kapatılmıştır.

Bu yasanın kabulünden sonra devrimlere devam edildi. Medreseler kapatıldı, tekke ve zaviyelerle, türbeler kapatıldı, türbedarlar ile bir takım unvanlar yasak edildi, 
“ Türk Devletinin Dini İslamdır ” fıkrası ile 26. maddedeki şer’i hükümlerin TBMM tarafından yürütüleceği fıkraları Anayasa’dan kaldırıldı, yeni Türk harfleri kabul edildi, Ezan Türkçeleştirildi, Halk Evleri açıldı, Darülfünun üniversiteye dönüştürüldü.

Böylece Eğitim ve Öğretim Çağdaş ve Uygar bir düzeye geldi.

Dr. Sıtkı AYDINEL, 
“ Bütün Dünya”, Mart 2015
sitkiaydinel@butundunya.com.trr

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder