Atlantik Paktı’ndan NATO’ya NATO Neden Genişledi, BÖLÜM 3
Boris Yeltsin, Polonya ziyaretinin üzerinden iki ay bile geçmeden, bu ziyarette
söylediklerinin taban tabana zıddı bir açıklama yaparak, NATO’nun genişlemesine karşı olduğunu açık bir şekilde ilan etti.70 Yeltsin, Rusya’nın bu görüşünü ABD Başkanı Clinton, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, Alman Şanşölyesi Kohl ve İngiltere
Başbakanı Major’a gönderdiği bir mektupla dile getirdi.71 Mektupta ayrıca, Rusya’nın, kendisi de eşzamanlı olarak NATO üyeliğine kabul edilmediği müddetçe, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin NATO üyeliğini asla tasvip etmeyeceği belirtiliyordu.72 Burada dikkat çekici olan, Yeltsin’in mektubunda dolaylı yoldan NATO üyeliği arzusunu dile getirerek, Rusya’da Atlantikçi/Batıcı/liberal olarak bilinen siyasi grubun hedeflediği uluslararası
düzeni ifşa etmesidir. “Vancouver’dan Vladivostok’a” söyleminin izdüşümü böylesi liberal vizyonların üstü kapalı olarak bile ifadesine 2000’li yıllarda rastlanmayacaktır. Yeltsin’in mektubunun gerekli etkiyi yaratmadığı düşünülmüş olacak ki bir ay sonra Rus istihbarat servisi NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe kabul etmesinin Rusya’yı “köklü askeri karşı önemler almaya zorlayacağını ve Batı-karşıtlığını arttıracağını” beyan etti.73 Beyanatın kaynağı, daha sonra dışişleri bakanı ve başbakan da olan, dönemin
istihbarat şefi Yevgeni Primakov’du. Acaba Rusya’nın bir ay gibi kısa bir sürede pozisyon değiştirerek NATO’nun genişlemesine sert bir şekilde karşı çıkmasının ardındaki sebep nedir? Yeni Gerçekçi, Yeni Liberal ve inşacı yaklaşımların bu bir aylık değişimi açıklaması neredeyse imkânsızken, Rus iç siyasetine odaklanılması tatminkâr cevaplar sunuyor. Polonya ziyaretinin hemen ardından, 1 Eylül 1993’te, Yeltsin komünist-eğilimli başkan yardımcısı Rutskoy’u görevden aldığını ilan etti. Parlamento’nun desteğini arkasına alan Rutskoy, Yeltsin’in kararını tanımadığını açıkladı. 21 Eylül’de Yeltsin, anayasa kendisine bu yetkiyi tanımadığı halde, parlamentoyu feshetti. Parlamento bu kararı
tanımayarak direnişe geçti ve Yeltsin’i başkanlıktan azlederek Rutskoy’u başkan seçti. Yeltsin’in NATO mektubunun Batı basınına yansıdığı günlerde, 2–4 Ekim tarihlerinde, Yeltsin’e bağlı askeri birlikler parlamentoyu kuşattı. Tanklar tarafından bombalanan parlamento ateş altında işgal edildi. Böylelikle zaferini tescil eden Yeltsin, Aralık ayında yeni parlamento seçimlerinin ve başkanın güçlerini arttıran yeni anayasanın oylanmasının eşzamanlı olarak gerçekleştirileceğini ilan etti. Öyle görülüyor ki çoğunluğu liberal karşıtı
ve komünist olan muhaliflerinin egemen olduğu parlamentoyu mağlup edebilmek için ordunun ve güvenlik güçlerinin desteğine ihtiyacı olan Yeltsin, bu grupların dış politik hassasiyetlerini tatmin etmek için NATO konusundaki görüşlerinde ani ve radikal bir değişikliğe gitmiştir. Rus kamuoyunun da büyük ölçüde NATO karşıtı olması ve Aralık 1993’te anayasa referandumu ve seçimlerin yapılacak olması, NATO’ya karşı çıkışın, Yeltsin’in iç siyasette ihtiyaç duyduğu askeri ve popüler destek için verdiği bir taviz olduğu iddiasını destekler mahiyettedir.74
Rusya’nın sert karşı çıkışının Amerikan stratejisi ve NATO planlarındaki etkisi
hemen görüldü. Clinton, Rusya’yı daha fazla kışkırtmamak için, NATO üyeliği yerine Doğu Avrupa ülkelerine yönelik olarak şekillendirilmiş bir Barış İçin Ortaklık (BİO- Partnership for Peace) programı önerdi.75 Bu açıdan BİO, ABD başta olmak üzere NATO nezdinde Rus iç siyasetine verilen bir taviz olarak görülebilir. Oysa bu, Polonya’nın Rus tehdidi algısını arttırarak, bu ülkenin üyelik talebini şiddetlendirdi.76 Aralık 1993 seçimleri Yeltsin’in yetkilerini arttıran anayasanın onaylanmasını sağladıysa da, Duma (parlamento) seçimlerinin galibi Jirinovski liderliğindeki aşırı milliyetçi Rusya Liberal Demokrat Partisi (LDPR), ikincisi ise Zyuganov liderliğindeki komünist Rusya Federasyonu Komünist Partisi (KPRF) oldu ki her ikisi de Yeltsin’in liberal iç ve dış politikalarının şiddetli muhalifleriydiler. Bu sonuçlara istinaden Strobe Talbott ve Warren Christopher’ın istişarelerini müteakip, ABD dış politikası NATO genişlemesi konusunda tam anlamıyla “yavaş gitme” (go slow) siyasetine döndü.77 NATO genişlemesi tamamen gündemden çıkmasa da belirsiz bir geleceğe ertelendi ve her halükarda BİO’nun yanında gölgede kaldı. Süreci hızlandırma çabaları başarısızlığa uğrayan Polonya’nın bu dönemde AB’yle ilişkilerini geliştirmeye yoğunlaştığı, hatta Polonya’nın son komünist lideri Jaruzelski’nin bile Mart 1994’te Rusya’nın Polonya’yı ilelebet bir tarafsız bölge olarak tutma çabalarına
karşın ülkesinin Batı’dan güvenlik garantileri almaya ihtiyacı olduğunu vurguladığı bir beyanatı verdiği görülmektedir.78 Clinton’ın Rus hassasiyetlerine karşı gayet tavizkar olduğu bu dönemde, Rusya, NATO içinde resmi bir pozisyon elde etme arzusunu tekrar dile getirmiştir.79
Temmuz 1994’te Polonya’yı ziyaret eden Clinton, NATO konusunda Rusya’ya
karşı tavizkar tavrı nedeniyle şüphe ve hayal kırıklığı ile karşılanırken,80 tüm ısrarlara rağmen Polonya’ya üyelik konusunda bağlayıcı bir söz vermekten çekinmiş ve muğlâk sözlerle Amerikan-Polonya dostluğunu vurgulamıştır.81 Bu ziyaretten kısa süre önce Rusya’nın Brüksel’de törenle BİO’nun 21. üyesi olarak kabul edilmesi manidardır.82 Yüzde 81’i NATO üyeliği isteyen ve yalnızca yüzde 24’ü Rusya’yı dostane bir ülke olarak gören Polonya halkında83 derin hayal kırıklığı yaratan bu duraksama, Batıcı olarak bilinen fakat NATO üyeliği konusunda ilerleme sağlayamayan Dışişleri Bakanı Olechowksi’nin istifa
etmesiyle derinleşen bir bunalıma sebep olmuştur.84 Fakat Mart-Nisan 1995’e gelindiğinde, her ne kadar Rusya NATO’nun genişlemesinde acele edilmemesi konusundaki uyarılarına devam ediyorduysa da,85 Clinton’ın Yeltsin’i NATO’nun Rusya karşıtı olmadığına iknaya çalıştığını86 ve Polonya
Başbakanı Olesky’in NATO’dan gelecek yıl içinde üyelik sözü almayı beklediğini
söyleyecek kadar kendinden emin konuşabildiğini görüyoruz.87 Bir yılı aşan bir durgunluk ve hayal kırıklıkları silsilesinin ardından gelen bu ani değişikliği, sadece Yeni Gerçekçi, Yeni Liberal ya da inşacı varsayımlara dayanarak açıklamak çok güçtür. Oysa ABD iç siyasetinin dinamikleri, tatminkâr bir cevabın kaynağı olabilir. Kasım 1994’te yapılan Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti 40 yıl aradan sonra Kongre’de çoğunluğu ele geçirdi. Seçim vaadleri arasında NATO’nun hızla genişlemesi de olan Cumhuriyetçiler, 1995’te Kongre’ye geldiklerinde Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve belki de Slovakya’nın ivedilikle NATO’ya kabulü için baskıya başladılar.88 Rusya’da aynı yıl Duma seçimleri olacağı ve NATO konusunun Batı-karşıtı Komünistlere oy kazandıracağı bilindiği halde, Amerikalı yetkililer, Rusya’yı ikna turlarına başladılar.89
Gerçekten 1995 seçimlerini Zyuganov’un liderliğindeki KPRF kazandı ve Yeltsin bir kez daha kendisine son derece muhalif bir Duma’yla karşı karşıya kaldı. Buna rağmen Polonya ve Batı ülkelerinin Rusya’ya taviz vermediği görülmektedir.90
ABD Kongresinde Cumhuriyetçilerin çoğunluğa geçmesi genişlemenin ivme
kazanması konusunda ilk kırılmayı oluştururken, 1996’da hem Rusya’da hem de ABD’de yapılması planlanan başkanlık seçimleri NATO’nun genişleme sürecini büsbütün hızlandırmıştır. Rusya’da popüler desteği yüzde 10’un altına inen Yeltsin, komünist lider Zyuganov’a karşı seçimi kazanabilmek için ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinden milyarlarca dolar borç ve siyasi destek almış, bu süreçte ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Destek umulan sonucu doğurmuş, birinci turda Yeltsin % 35, Zyuganov % 32 oy alırken, ikinci turda Zyuganov’un % 40 oyuna karşın Yeltsin % 54 oyla tekrar başkan seçilmiştir.
Stanford Üniversitesi’nden Condoleeza Rice adlı Rusya uzmanı ve Cumhuriyetçi
bir yardımcı doçent, Amerikan başkanlık seçimine dört ay kala New York Times’a yazdığı “NATO şimdi büyümeli” adlı makalesinde, Rus başkanlık seçimini Yeltsin’in kazanmasıyla, “Batı artık NATO’nun genişlemesini gerçekleştirebilecek özgürlüğe kavuştu ve bunu etkin bir şekilde yapmalıdır,” derken Cumhuriyetçilerin Demokratlar üzerinde bu konuda kurduğu baskının bir örneğini vermiş oluyordu.91 Bu manada 1996’daki Rus başkanlık
seçimi, hem süreç içinde Yeltsin rejimini ABD’ye bağımlı ve borçlu hale getirerek, hem Yeltsin’in zaferi sonucu Rusya’nın bundan böyle komünist veya aşırı milliyetçilerin eline geçmeyeceği düşüncesini pekiştirerek, hem de ABD seçim sürecinde Cumhuriyetçilerin Demokratlar üzerinde baskı kurmasını sağlayarak, NATO genişlemesinin gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur.92
NATO’nun genişlemesinin sebepleri arasında, Kasım 1996’da yapılan Amerikan
başkanlık seçimleri aynı yılın yaz aylarında tamamlanan Rus başkanlık seçimlerinden daha kritik ve belirleyici olmuştur. Seçime birkaç hafta kala Başkan Clinton, seçimin sonucunu belirleyecek kritik eyaletlerdeki kampanyasının bir parçası olarak, Ekim 1996’da Detroit’te seçmenlere yaptığı konuşmada, NATO’nun 50. yılında, ilk Doğu Avrupa ülkeleri grubunun
üyeliğe kabul edilmesi gerektiğini açık ve net bir biçimde ifade etti.93 Seçim kampanyası süresince Clinton’ın Cumhuriyetçi rakibi Bob Dole, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın 1998 itibariyle NATO’ya dâhil edilmesi gerektiğini iddia ederek, “Clinton bu konuda 1993’ten beri ayak sürüyor”, diyerek rakibini sert sözlerle eleştiriyordu.94
Clinton’ın bu konuşmasını Doğu Avrupa kökenli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ve seçimin kaderini tayin edecek önemde görülen Michigan, Ohio ve Indiana eyaletlerinin kesişiminde yer alan Detroit’te yapmış olması, bu dış politika hamlesiyle Doğu Avrupa kökenlilerin oylarını almak istemesinin bir tezahürü olarak yorumlanmıştır.95 Nitekim Clinton Doğu Avrupalı seçmenlerle bağını vurgulamak istercesine, NATO’nun 50. yılında yeni üyeleri kabul etmesi gerektiğini ilan ettiği bu meşhur konuşmasından sonra, öğle yemeği için yöredeki “Polonya Köy Kahvesi”ne gitmiştir.96
Clinton Kasım 1996 seçimlerini kazandı ve bir ay içinde NATO Doğu Avrupa
ülkelerini üyeliğe kabul için ilk resmi adımları attı.97 Ocak 1997’de Helmut Kohl, Rusya’yı NATO genişlemesine ikna amacıyla ziyaret edereken,98 ay sonunda Rus Başbakanı Çernomirdin, Rusya’nın, sınırlarında NATO “altyapısı”nı (infrastructure) kabul etmeyeceğini belirterek Rusya’nın örtülü tavizinin ve yaklaşan uzlaşmanın işaretini verdi.99
Gerçekten de ilerleyen aylarda çetin görüşmeler sonucu Mayıs 1997’de, NATO’nun yeni üye ülkelere nükleer silahlar ve depolar yerleştirmeme sözü karşılığında, Rusya, eski Varşova Paktı üyelerinin NATO’ya katılmasını kabul etti.100 Temmuz ayında Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti resmen üyeliğe davet edilirken, Fransa’nın isteğine rağmen üyeliğe davet edilmeyen Romanya ve Slovenya’nın gelecekte üyeliğe kabul edilebilecek ülkeler
arasında zikredildiği bir metin yayınlandı.101 Clinton’ın seçim kampanyasında sözünü verdiği gibi NATO’nun 50. yılında bu üç ülke ittifaka katıldı.102
Cumhuriyetçiler 1990’lar boyunca Clinton’ı NATO’yu genişletmek konusunda
isteksiz olmakla suçladılar ve her zaman Demokratlardan daha fazla genişleme yanlısı göründüler. 1994’de 40 yıl aradan sonra Kongre’de çoğunluğu ele geçirmeleri hükümet üzerinde daha etkin bir baskı kurmalarını sağlayarak bilhassa 1996 başkanlık seçim süreci vesilesiyle genişlemeye ivme kazandırırken, 2000 yılında Cumhuriyetçi George W. Bush’un başkanlığı kazanmasıyla NATO muazzam bir hızla genişlemeye başladı.
Doğu Avrupa’da komünizmin çökmesini müteakip ilk on yılda sadece üç ülkeyi zorlu müzakereler sonucu ittifaka kabul edebilen NATO’nun, Bush’un başkanlığının ilk dört yılında yedi yeni üyeyi saflarına katması ancak yukarıda detaylı bir şekilde örneklenmeye çalışılan Amerikan iç politikasının dinamikleri hesaba katılarak açıklanabilir. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan saldırılar ve ABD’nin ardarda Afganistan’da ve Irak’ta savaşa girmesi de dolaylı yoldan NATO’nun genişlemesine katkıda bulundu. NATO’nun kurucu üyelerinden Almanya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkeleri Irak Savaşı’nda ABD’yi desteklemezken, yeni NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin pekçoğunun Irak Savaşı’nda ABD’yi açıkça desteklemesi ve hatta Irak’a asker
göndermesi, Cumhuriyetçi Parti’yi izlediği NATO politikasında daha da cesaretlendirdi.
Bu genişleme atağı, Bush yönetiminin Arnavutluk, Hırvatistan, Makedonya, Ukrayna ve Gürcistan’a NATO üyeliği kapısını açma hevesiyle doruğa çıkarken,103 bu beş ülkeden son üçünün mevcut bazı NATO üyelerinin ısrarlı vetosuyla104 ittifak dışında tutulduğu 2008 yılının ilk yarısında duraklamaya başladı ve aynı yılın Ağustos ayında gerçekleşen Rusya- Gürcistan savaşıyla beraber neredeyse tamamen durdu.105 Bu süreçte, NATO’nun mevcut
üyelerinin, ittifaka alındığı takdirde Gürcistan ve Ukrayna’yı Rusya’ya karşı savaşmak pahasına korumaya kapasitesi veya niyeti olup olmadığını sorgulandı. Yine iç politikanın belirleyiciliğine delil olarak, Demokrat Barack Obama’nın başkanlık seçimini kazanmasını müteakip dönemdeyse ABD, Rusya’yla ilişkilerinde beyaz sayfa açarak yumuşama arayışına girdi ve bunu da Şubat 2009’da deklare ettiği “reset” metaforuyla ifade etti.106
Böylelikle, NATO’nun yakın veya orta vadede herhangi bir eski Sovyet cumhuriyetini ittifaka alması ihtimali rafa kaldırıldı. Fakat örneğin, Kasım 2012’de yapılacak olan ABD Başkanlık seçimlerini bir Cumhuriyetçi adayın kazanması ve bilhassa 1994’teki Kongre zaferinin mimarı olarak bilinen ve radikal bir genişleme yanlısı olan Newt Gingrich gibi radikal genişlemeci bir siyasetçinin aday gösterilmesi halinde, NATO genişlemesinin birkez daha ABD iç siyasetinin tetiklemesiyle ivme kazanacağını tahmin etmek mümkündür.107
4 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder