20 Ekim 2017 Cuma

ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 1


ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU POLİTİKASI* BÖLÜM 1

Mesut ŞÖHRET** 
* Bu çalısma Prof. Dr. Hasret Çomak ve Doç. Dr. Caner Sancaktar’ın editörlüğünde Haziran 2014’te yayımlanan Ortadoğu Analizi: İki Kutuplu Sistem Sonrası Ortadoğu ve Arap Baharı isimli kitaptan yazarın “NATO’nun Ortadoğu Politikası” baslıklı bölümünden türetilerek ve yeni eklemeler yapılarak Kongre Bilim Kurulunun izniyle bildiri formatında hazırlanmıştır. 

** Gaziosmanpasa Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Dliskiler Bölümü Doktora Adayı 
   E-mail: sohretmesut@yahoo.com 

*Bu Metin 23 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. 

Özet 

Enerji güvenliği; enerjinin sürekli olarak çesitli kaynaklardan uygun miktar ve 
fiyatlarla sağlanması, tehdit altında olmayan ulasım imkanlarıyla dağıtım çevrelerine ulastırılması demektir. Dünyanın büyük devletleri aynı zamanda önemli enerji ithalatçıları olduğundan enerji kaynaklarına ulasım ve ulasılan kaynakların büyük devletlerin pazarlarına ulastırılması için güvenli hatlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ortadoğu coğrafyası sahip olduğu enerji potansiyeli ile günümüz dünyasının fosil yakıt deposu olarak anılmaktadır. Kullanım alanının çokluğunun yanında yakın gelecekte petrol ve gazın ikamesinin bulunmaması ve enerji tükenme eğiliminin artması enerjinin önemini iki katına çıkarmaktadır. Bu bakımdan askerî bir savunma teskilâtı olan NATO üyelerinin enerji kaynaklarına erisimi noktasında sorun yasamaması adına askeri kimliğiyle ekonomik ve siyasi alan yelpazesine enerji güvenliği baslığı altında daha yoğun bir sekilde müdahil olmaya baslamıs; bu alanda kendini yeniden tanımlamıs; kendi alan güvenliğini sağlayabilmek adına stratejiler, önlemler, tedbirler gelistirmeye baslamıstır. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında petrol arzındaki küçük düsüsler bile Kuzey Atlantik bölgesi (Kuzey Amerika, Avrupa) üzerinde önemli derecede etkili olmaktadır. 

Bunların yanında; terörist saldırıları, doğal afetler, bölgesel çatısma ve gerginlikler istikrar bozucu olup arz kesintisine neden olmaktadır. Bu etkenlerin hepsi olası bir uluslararası krizi doğurabilir. Bu nedenle NATO üyesi ülkeler son yirmi yıldır dıs politikalarında enerji güvenliğine öncelik vermektedirler. Bu çalısmada öncelikli olarak Ortadoğu ile NATO arasındaki iliskiler ele alınarak NATO’nun Ortadoğu’ya yaklasımı incelenmektedir. Bunun yanında günümüzdeki Enerji jeopolitiği ortaya konularak bu enerji jeopolitiği konseptinden 
NATO’nun Ortadoğu coğrafyasına yönelik yaklasımları analiz edilmektedir. 

Anahtar Kelimeler: Enerji Güvenliği, Ortadoğu, NATO’nun Enerji Konsepti, Ortadoğu – NATO iliskileri 

Giris 

Soğuk Savas yıllarında hüküm süren geleneksel güvenlik düsüncesi, hegemonyaya dayalı olarak olusan askerî tehditlere, güç dengesi çerçevesinde statükonun devamına yönelik bir eğilime ve devlet merkezli yaklasımlara dayanmaktaydı. Soğuk Savasın ardından güvenlik paradigmasında büyük bir dönüsüm yasanarak güvenlik gerek boyut gerekse kapsam olarak büyük değisime uğramıstır. Bu nedenle Uluslararası güvenlik ve savunma kurulusları Soğuk Savas sonrasında Güvenlik anlayısının bu sekilde farklılasmasına paralel olarak ister istemez değisim göstermislerdir. Bu kapsamda Kuzey Atlantik Paktı’da (NATO), faaliyetlerinde yeniliği ifade eden bir dönüsüm süreci içerisine girmistir. Zira Varsova Paktı’nın resmi olarak 1991’de ortadan kalkmasıyla varlığı sorgulanmaya ve tartısılmaya baslanan Kuzey Atlantik Paktı için 2 seçenek bulunuyordu. Buna göre; 

1) Varsova paktı ortadan kalktığı için örgütün dağılması 
2) Sovyet tehdidinin yerini alan yeni tehditlere karsı, yapısının düzenlemesi ve 
varlığını bu tehditleri ortadan kaldırmak veya önlemek amacıyla sürdürmesi 
Bu karar asamasında gerek üye devletler arasında gerekse üye devletlerin kendi içinde yapılan tartısmalar sonucunda NATO için 2. seçenek tercih edilerek yeni tehditlerle mücadele etmek adına bu askeri teskilatla yola devam edilmeye karar verilmistir. Bir baska deyisle basta ABD ve AB olmak üzere üye devletler NATO’nun varlık sebebi ortadan kalkmıs olsa bile teskilata küresellesme sürecinde yeni varlık sebebi belirleyerek varlığını sürdürmesini istemislerdir. Ancak bu yeni süreçte NATO’nun mevcut yapısı ve stratejileri ile devam 
etmesi mümkün olmadığı için teskilatın gerek konsept gerekse stratejiler bakımından yenilenmesi ve dönüsmesi kaçınılmaz olmustur. Bu nedenle, NATO’nun 1990’lı yıllarda hazırladığı stratejik planlarda, güvenliğin tanımı dünyadaki yeni kosullara göre tekrar yorumlanmıstır. Hazırlanan stratejik konseptlerde güvenlik konusunun sadece askerî değil, politik, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları olduğu da kabul edilmistir. Etnik çatısmalar, kitle imha silahlarının yayılması, dünya enerji akısında ortaya çıkabilecek aksaklıklar, terörist eylemler NATO tarafından kendi güvenliğini tehdit eden olgular 
olarak değerlendirilmistir. 

Yaklasık 25 yıldan beri sürmekte olan bu değisim ve dönüsüm sürecinde “NATO’nun farklı coğrafi bölgelerde ortaklık programları kurarak bölgesel bir örgütten küresel bir örgüte dönüsmesi, yeni üyeler kabul etmek suretiyle genislemesi, askerî modernizasyon ve kuvvet yapısının yeniden düzenlenmesi gibi çok yönlü bir faaliyet ve teskilat değisimini içerisinde barındırmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse NATO’nun dönüsümünün amacı, belirsizlesen ve giderek karmasıklasan küresel güvenlik ortamına süratle uyum sağlamak ve 
bu güvenlik ortamının sekillendirilmesinde aktif rol oynamak olarak ifade edilebilir.”1 

Bu yaklasımın bir yansıması olarak NATO’nun 1990–2010 yılı arasında yasanan 
değisim ve dönüsüm sürecinin esasında eski Sovyet Bloku ülkeleriyle yapılan Barıs İçin Ortaklık (Partnership for Peace–PfP) isbirliği programları çerçevesinde gelistirildiğini söylemek mümkündür.2 Barıs İçin Ortaklık Programı ile kendi etki alanını genisleten NATO özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında kendi yakın çevresinde olusan yeni komsu bölgeleri ile olan diyalog ve isbirliğini arttırması gerektiği algısının güçlenmesine neden olmustur. 

Çünkü kendi etki alanında sorunları çözmesinin yanında komsu bölgelerde olusan istikrarsız durum ister istemez NATO’nun etki alanında bulunan üye devletleri tehdit etmektedir. Bir bakıma NATO’nun komsusu olduğu bir bölgede meydana gelen çatısma veya istikrarsızlık NATO üyelerinin istikrarını da bozmaktadır. Bu nedenle “NATO, 1990’dan sonraki yıllar içinde, temelde toplu savunma sorumluluğuyla sıkı sıkıya bağlı bir ittifak olmaktan çıkarak daha genis bir güvenlik alanında isbirliğine giden ulusların ortaklıklarının odak noktası haline gelmistir.”3 Bu güvenlik alanları içerisine Afrika ve Ortadoğu’nun yanı sıra Akdeniz Havzası da dahil edilmis bulunmaktadır. Bu nedenle NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral James Jones'un belirttiği gibi “özellikle 2001 sonrası dönemde NATO’nun ağırlık merkezi, Doğu Avrupa’dan Ortadoğu'ya ve Afrika’ya kaymaya basladı. Bunun sonucu olarak NATO, bu kaymanın getireceği tehditleri karsılayacak sekilde kendisini organize etmeye yöneldi.”4 


Bu nedenle NATO’nun Barıs İçin Ortaklık Programına benzer sekilde tasarlanan 
Akdeniz Diyaloğu (Mediterranean Dialogue –MD) ve İstanbul İsbirliği İnisiyatif’inin (Istanbul Cooperation Initiative – ICI) önümüzdeki dönemde daha çok ön plana çıkacağını söylemek yanlıs olmayacaktır. Zira NATO’nun son dönemde gerçeklestirdiği alan dısı Afganistan, Somali ve Libya’daki operasyonları da NATO’nun komsu bölgesi ile olan diyalog ve isbirliğini arttırması gerektiği algısını güçlendirmektedir. Bu bakımdan Akdeniz Diyalogu ile İstanbul İsbirliği İnisiyatif’i NATO’nun Ortadoğu ile olan isbirliği çabalarını kurumsal bir çerçeveye yerlestirdiğini söylemek yanlıs olmayacaktır. 

1.1 NATO’nun Ortadoğu ile İliskileri 

Bir kollektif güvenlik ve savunma teskilatı olması sebebiyle tarihsel süreçte NATO’nun elbette dünyanın birçok bölgesi ile iliskileri olmustur. Bu çerçeveden 
değerlendirildiğinde NATO, kurulusundan itibaren günümüze kadar Ortadoğu devletleriyle de direkt veya dolaylı bir takım iliskiler içinde bulunmustur. 
Zira Sovyetler Birliği’nin yayılmasını önlemek amacıyla uygulamaya konulan çevreleme politikasının (containment policy) bir gereği olarak Türkiye ve 
Yunanistan’ın 1952’de NATO’ya alınması ile olusturulan Güneydoğu cephesinin bir diğer amacı da kuskusuz Ortadoğu’nun petrol kaynakları ve 
bunların Sovyet tehdidine karsı korunmasıdır. 

Ortadoğu’ya yönelik olası Sovyet tehdidi karsısında, Dngiltere, Irak, Dran, Türkiye ve Pakistan’ın üye olduğu ve ABD’ninde gözlemci üye olduğu Bağdat Paktı 1955’te kurulmustur. Ortadoğu’da SSCB’ye karsı NATO’nun bir 
uzantısı olarak kurulan bu pakt 1959 Irak’ın çekilmesiyle bu tarihten sonra Merkezi Antlasma Teskilatı (Central Treaty Organization -CENTO ismini almıs bu tarihten itibaren ekonomik, kültürel ve teknik isbirliği alanlarına yönelerek varlığını 1979 yılına kadar sürdürmüstür. 

Türkiye’nin uzun yıllar hem NATO hem de CENTO üyesi olmasından kaynaklanan bu tandem görevi bir bakıma, o döneme dayanmaktadır. Ortadoğu’ya yönelik dolaylı NATO stratejisi, 19. yüzyıl’da İngiliz İmparatorluğu’nun Çarlık Rusya’sının sıcak denizlere erisimini 
engelleme stratejisine benzer bir sekilde, Sovyetler Birliği’ne karsı düsünülmüstür. Bunun gerçeklestirilebilmesi için, tek basına İkinci Dünya Savası sonrası İngiltere yeterli olamayacağından, Amerika ile ittifak iliskisi içerisinde bulunan Türkiye NATO’ya dahil edilmis ve bu sayede cephe iyice doğuya çekilmistir. 

Soğuk Savas sonrası dönemde bölgenin sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervlerinin korunması ve gelismis ülkelerin ekonomilerinin çarklarının dönmesini sağlamak adına bölgenin istikrar içinde olması büyük önem arz etmektedir. Dünya enerji kaynaklarının yarısından fazlasına sahip olan bu coğrafyada meydana gelen her türlü çatısma ve krizler direkt olarak dünyanın geri kalanını da ilgilendiren bir hal almaktadır. Ancak NATO, Ortadoğu’daki çatısmalar sebebiyle bölgedeki tüm devletleri kapsayan Barıs Dçin Ortaklık Programı gibi bir ortaklık olusturamamıstır. Bunun yerine Akdeniz’e kıyısı olan Kuzey Afrika ülkeleri ve Orta Doğu ülkelerinin bir kısmı ile “Akdeniz Diyaloğu” ve Körfez ülkelerinin bir kısmı ile de “Dstanbul Ds Birliği Girisimi” adlı ortaklıkları kurmus ve gelistirmeye çalısmıstır. 

Bu sayede NATO, katılan ülkelere üyelik perspektifi sunmadan bu ülkelerle arasında bir bağ kurmustur. “Her iki programın kurucu belgelerinde üye olan ülkelere herhangi bir teminatta bulunulmamıs; programların temel kurulus amaçları olarak ise bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanması gösterilmistir.”5 

NATO’nun Ortadoğu’ya yönelik olarak gelistirdiği ortaklık programları jeopolitik ve askeri olarak önemli amaçları olsa da bu programlara katılan devletlerinde bu ortaklık programlarına katılmak suretiyle bazı amaçları olduğu açıktır. Öyle ki bazı ülkeler NATO’yu kendi güvenliklerine katkıda bulunacak bir örgüt olarak değerlendirirken bazıları ülkeler ise 


NATO’yu ordularını modernlestirmek için bir araç olarak görmektedir. Bir grup ülke ise bölgede yalnız birer politik aktör olmamak adına bu olusumlar içerisinde yer almayı tercih etmektedirler. Amaç ne olursa olsun söz konusu bu ortaklık programlarından hem NATO’nun hem de programa katılan üye devletlerin bir katkı sağladıkları ortadadır. 

1.1.1 Akdeniz Diyalogu (Mediterranean Dialogue –MD) 

Dlk olarak Kuzey Atlantik Konseyi’nin Aralık 1994’te Savunma Bakanları 
Toplantısı’nda alınan karar doğrultusunda baslatılan Akdeniz Diyalogu kapsamında İsrail, Mısır, Moritanya, Tunus, ve Fas ortaklık programına Subat 1995’te çağrılarak süreç baslatılmıstır. Söz konusu bu programa Aralık 1995’te Ürdün ve son olarak ta Subat 2000’de Cezayir’in katılımıyla üye sayısı 7 olmustur. Genel olarak bakıldığında Akdeniz havzasında bir güvenlik kusağı olusturmayı amaçlayan bu ortaklık programının asağıda belirtildiği gibi 
belli baslı amaçları bulunmaktadır. Bunlar;6 

• Bölgesel güvenlik ve istikrara katkıda bulunmak 
• NATO ve Akdenizli ortakları arasında karsılıklı bir anlayıs ortamı olusturmak 
• Katılımcı ülkeler arasında ittifak ile ilgili yanlıs algılamaları ortadan kaldırmak 
• Bölge çapında iyi ve dostane iliskiler olusturmak 

Akdeniz Diyalog aynı zamanda Barselona Süreci (Avrupa Birliği) ve Akdeniz 
Girisimi (Avrupa Güvenlik ve İsbirliği Teskilatı-AGDT) gibi bu bölgede baslatılmıs olan diğer girisimleri de tamamlar nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Fakat daha öncede belirtildiği gibi bölgenin yapısı gereği çatısmaların odağında olmasından dolayı Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkeler Suriye, Lübnan, Filistin, Libya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bu ortaklık programına katılmamıslardır. 

Kuzey Atlantik Konseyi’nin Mayıs 1997’de Sinatra’da yapılan oturumunda, Akdeniz Diyalogu’nun askerî isbirliği programlarıyla takviye edilmesi kararı alınmıs ve 8–9 Temmuz 1997 tarihleri arasında gerçeklestirilen Madrid Zirvesi’nde Diyalog kurumsal hale getirilmistir. Görüs alısverisi için ilk sürekli forum görevini üstlenen Akdeniz İs Birliği Grubu olusturulmus, kurum üyesi devletlerin siyaset danısmanları gruba dâhil edilmis ve ayrıca 
Akdeniz ülkelerinde NATO irtibat merkezlerinin açılması kararı alınmıstır.7 

11 Eylül’deki saldırılardan sonra NATO ve Diyalog ülkeleri Kuzey Atlantik Konseyi çerçevesinde daha sık danısmalarda bulunmuslardır. Bu gelismeler sonucu 2002’de gerçeklestirilen Prag Zirvesi’nde programın güçlendirilmesi İttifak’ın önceliklerinden biri haline gelmistir. Bu kapsamda “NATO’nun dönüsümüne paralel olarak mevcut isbirliği alanları daha derinlestirilmis ve yeni isbirliği alanları önerilmistir. Programa katılan ülkelerin Kuzey Atlantik Antlasması’nın 5. maddesi kapsamı dısındaki NATO operasyonlarına, savunma reformu ve ekonomisine, terörizm ve sınır güvenliği, afet yönetimi gibi konulara yapacakları katkıların arttırılması hedeflenmistir.”8 Bunun yanında 2003 
yılında yayımlanan “çalısma programında (work programme) belirtildiği gibi asağıdaki çok çesitli konuları kapsayan pratik isbirliğine yönelik çalısmalar yapılması kararlastırılmıstır. Bu konular;”9 

• Basın ve enformasyon 
• Sivil olağanüstü hal planlaması 
• Bilim ve çevre 
• Kriz yönetimi 
• Savunma politikası ve stratejisi 
• Küçük hafif atesli silahlar 
• Dünya çapında mayınlara karsı eylem 
• Nükleer silahların yayılmasını önleme 
• Askeri isbirliği programı 

2004 yılında Dstanbul’da yapılan 17. NATO Zirvesinde, NATO üyesi ülkelerin 
liderleri, Akdeniz’de 10 yıl önce ortaya konulan politik diyaloğu güçlendirmek; birlikte çalısabilirliği sağlamak; savunma reformunu gelistirmek ve terörizme karsı yürütülen savasa katkıda bulunmak amacıyla Akdeniz Diyaloğu’nu gerçek bir ortaklık düzeyine çıkarmayı teklif ettiler. Bu kapsamda söz konusu amaçları gerçeklestirmek için “Akdeniz Diyaloğu için Daha Dddialı ve Genisletilmis Çerçeve (A More Ambitious and Expanded Framework for the Mediterranean Dialogue) isimli belgeyi yayımladılar. Bu çerçeve belgesinde Akdeniz 
diyalogu kapsamında gelecek yıllarda yapılabilecek potansiyel çalısma alanları ve stratejiler belirlenerek diyalogun daha islevsel hale gelmesinin amaçlandığı söylenebilir. Zira söz konusu Akdeniz Diyaloğu için Daha Dddialı ve Genisletilmis Çerçeve belgesinde temel olarak su konular öne çıkarılmaktadır.”10 

• Müsterek kamu diplomasisi girisimleri vasıtasıyla NATO’nun dönüsümü ve isbirliğine yönelik çabalarının tanıtılması 
• Silahlı kuvvetlerin demokratik yollarla kontrolünün gelistirilmesi ve ulusal savunma planlaması ve bütçelerinde seffaflığın kolaylastırılması 
• İstihbarat paylasımı ve deniz yollarında isbirliği vasıtasıyla terörizme karsı savasılması 
• İttifak’ın nükleer silahların ve bunları atma vasıtalarının yayılmasına karsı yürüttüğü çabalara katkıda bulunulması 
• Sınır güvenliği konusunda NATO’nun katkısının çalısmalara güç katacağı durumlarda isbirliğinin gelistirilmesi 
• Sivil olağanüstü hal planlamasında isbirliğinin güçlendirilmesi 
• Belirli askeri tatbikatlara ve bununla ilgili eğitim ve öğrenim faaliyetlerine katılarak silahlı kuvvetler arasında isbirliğinin gelistirilmesi ve dolayısıyla 
Akdenizli ortakların NATO baskanlığındaki operasyonlara katkıda bulunabilmelerinin sağlanması11 

Akdeniz Diyaloğu ülkeleri ile yapılan bir tek Fas, Bosna ve Hersekteki SFOR ve Akdeniz 

Bunun dısında Akdeniz Diyaloğu ülkeleri Dttifak’ın Akdeniz’de terörist faaliyetleri 
tespit etmek, durdurmak ve bozguna uğratmak amacıyla yürütmekte olduğu Etkin Çaba Harekatı (Operation Active Endeavour)12 tatbikatına da katılabilirler. 

NATO’nun Akdeniz Diyaloğu öncelikle politik nitelikteydi. “Bir taraftan Diyalog 
ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını incelerken, bir yandan da bu ülkelerde NATO’nun politikaları ve faaliyetleri konusundaki anlayısı gelistirmeyi amaçlıyordu. Böylece Diyalog’un temelini Dttifak’ın 1997 Madrid Zirvesi’nde olusturulan Akdeniz Dsbirliği Grubu vasıtasıyla yürütülen enformasyon alısverisi olusturuyordu. Bu Grup aracılığıyla müttefikler Diyalog ülkeleriyle gerek bireysel olarak, gerek 19 (simdi 28) + 1 formatında , veya yedi Diyalog ülkesinin hepsiyle bir arada—Cezayir, Mısır, Dsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus—19 
(simdi 28) + 7 formatında düzenli politik tartısmalar düzenlemektedirler.”13 

Akdeniz Diyaloğu’nun pratik boyutu ise Çalısma Programı gibi mevcut araçların yanı sıra esasen Barıs Dçin Ortaklık çerçevesinde gelistirilmis olan bir dizi mekanizmadan da yararlanılarak güçlendirilebilir. Buna NATO Vakıf Fonlarından destek alma olasılığı da dahildir. Bu girisimler pratik ve konuya özel isbirliğine temel olabilecek eylem planları; ihtiyaca yönelik seçilecek bireysel isbirliği programları; Dttifak ve Akdeniz Diyaloğu kuvvetlerinin gelecekte NATO baskanlığındaki operasyonlarda birlikte çalısabilmeleri için mevcut BDO faaliyetleri ve araçlarından yararlanılması; uygun BDO faaliyetlerine katılımın 
artması; ve bilim ve çevre konularında isbirliğinin güçlendirilmesi gibi konuları da kapsayabilir.”14 

Genel bir değerlendirme yapıldığında “Akdeniz Diyalogu BDO programına özgü bir takım mekanizmalara sahip olmadığı ve NATO ile katılımcı ülkeler arasındaki beklenti ve öncelik farklıkları nedenleriyle istenilen basarıyı sağladığını söylemek oldukça güçtür. NATO ülkeleri, İsrail-Filistin çatısması dahil olmak üzere bölgesel sorunlara Akdeniz Diyalogu vasıtasıyla yaklasmak istemis fakat katılımcı ülkelerin bu ortaklıktan beklentileri farklı olmustur.”15 Zira Akdeniz Diyalogu’na katılan devletlerin halkları arasındaki baskın yaklasım NATO’nun söz konusu ülkelerden talep ettikleri ile bu ülkelere sunduğu olanaklar arasında bir orantısızlığın var olduğu noktasında düğümlenmektedir. Hatta Dsrail hariç bu ülkelerin tamamında ABD ve NATO’ya olan bakıs açısı oldukça negatiftir. Bu durum elbette NATO ve bu ülkeler arasında etkili bir ortaklığın varlığını olumsuz olarak etkilemektedirler 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder