Atlantik Paktı’ndan NATO’ya NATO Neden Genişledi, BÖLÜM 1
NATO Neden Genişledi?
Uluslararası İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-Rusya İç Siyaseti
Şener AKTÜRK
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği Uluslararası İlişkiler Dergisi
Web: www.uidergisi.com
E- Posta: bilgi@uidergisi.com
E-mail: bilgi@uidergisi.com
Web: www.uidergisi.com
NATO Neden Genişledi? Uluslararası İlişkiler Kuramları
Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-Rusya İç Siyaseti
Şener AKTÜRK*
* Yrd. Doç. Dr., Uluslararası İlişkiler Bölümü, İİBF, Koç Üniversitesi, İstanbul.
Yrd. Doç. Dr., Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
E-posta: sakturk@ku.edu.tr.
ÖZET
Bu makale Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun genişlemesine odaklanıyor. Yeni Gerçekçi, Yeni Liberal ve inşacı yaklaşımların, NATO’nun genişlemesinin sebeplerini açıklamadaki başarısızlıkları vurgulanıyor. NATO’nun genişlemesinin zamanlamasını ve mahiyetini, ABD ve Rusya’nın iç siyasal dinamiklerinin çakışması çok daha iyi açıklıyor. ABD’de, 1994’te Kongre’yi ve 2000 yılında başkanlığı ele geçiren Cumhuriyetçilerin yükselişi ve yazarın Amerikan siyasetindeki “Doğu Avrupa Lobisi” olarak adlandırdığı zümrenin etkisi, NATO’nun genişlemesinin iç siyasal sebebini oluşturdu. Rusya’da, Komünistlerin ve aşırı milliyetçilerin Duma’daki gücü ve siloviki olarak adlandırılan asker ve güvenlik kökenli kadroların yürütme erkinde yükselişi, Rus-Amerikan ilişkilerinin kutuplaşmasında belirleyici rol oynayarak NATO’nun daha fazla genişlemesini tetikledi.
Anahtar Kelimeler: NATO’nun Genişlemesi, Gökçe Silman, Ayhan Özşeker, Melek Arı ,Yeni Gerçekçilik, İnşacılık, İç Siyaset, Cumhuriyetçi Parti, Koç Üniversitesi, Şener AKTÜRK,
Büyük Muamma veya “Ölümcül Aymazlık”: NATO Neden Genişledi?
Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun genişlemesi uluslararası ilişkiler kuramları açısından bir muamma (puzzle) ve bilhassa Yeni Gerçekçi bakış açısından büyük bir hata olarak değerlendirilmiş, gerek akademisyen gerek pekçok dış politika uzmanı tarafından NATO’nun genişlemesi şiddetle eleştirilmiştir.1 Büyük strateji üzerine çalışmalarıyla tanınan John Lewis Gaddis’in2 kısa, öz ve vurucu cümlelerle ortaya koyduğu iddiasına göre:
Stratejinin bazı prensipleri o kadar temeldir ki sıralandığı zaman kulağa klişe gelirler: Eski düşmanlarına muamelede yüce gönüllü ol; gereksiz yere yeni düşmanlar edinme; hep büyük resmi göz önüne al; amaçlarınla sahip olduğun araçları dengele;3 karar alırken duygulardan ve izolasyondan kaçın; hata yaptığını kabul etmekten çekinme… NATO’nun genişlemesi, öyle inanıyorum ki, yukarıda sayılan bu prensiplerin her birini ihlal etmeyi başarıyor.4
Soğuk Savaş döneminin belki de en önemli Amerikan dış politika düşünürü
olan George Kennan New York Times’ta yayınladığı uyarı mahiyetindeki köşeyazısında açıkça, “NATO’yu genişletmek Amerikan siyasetinin Soğuk Savaş sonrasında yaptığı en önemli hata olur”, iddiasında bulunmuştu.5 2003’ten bu yana Council on Foreign Relations başkanlığını da yürüten Richard Haass, başkan Bill Clinton’ın dış politikasını ve bilhassa NATO’nun genişlemesini “ölümcül aymazlık” (fatal distraction) olarak nitelendirerek eleştirmişti.6 Bir başka strateji gurusu ve meşhur akademisyen Paul Kennedy, Los Angeles
Times’daki yazısına daha alaycı bir tavırla, “Haydi, Pentagon’un Polonya’yı Savunma Planını Görelim”, başlığını atmaktan çekinmemiş, böylelikle NATO’nun üyeliğe kabul etmeyi planladığı ülkeleri savunmaktan aciz ve hazırlıksız olduğunu dile getirmişti.7 Kennedy askeri stratejinin aczine dikkat çekerken, Phillip Gordon NATO’nun genişlemesini kimsenin finanse etmeye yanaşmayacağını iddia ediyordu.8
Anılan bu isimlerle ortak olarak, Soğuk Savaş sonrasında önemli olan asıl
meselenin Rusya’nın dostluğunun temini ve nükleer silahsızlanmanın gerçekleşmesi olduğunu vurgulayan Thomas Friedman da NATO’nun genişlemesine karşı çıkıyor,
Clinton ve Albright’ın savunduğu genişleme politikalarını Rusya’yı tekrar Amerikan karşıtlığına ittiği için “çok aptalca” olarak nitelendiriyordu.9 27 Haziran 1997’de elliye yakın senatör ve dış politika uzmanı Clinton’a yazdıkları bir mektupla NATO’nun genişlemesinin hata olacağı ve durdurulması gerektiğini savundular. Mektubun imzacıları arasında başkan Eisenhower’ın kızı Susan Eisenhower, eski savunma bakanı Robert McNamara, eski senatörler Bill Bradley (aynı zamanda eski başkan adayı), Sam Nunn, Gary Hart, eski büyükelçilerden Paul Nitze ve Jack Matlock’un yanısıra profesörler Richard Pipes ve Michael Mandelbaum da yer alıyordu.10 1998 başında dahi 20 senatör Başkan’a yazdıkları bir mektupla, NATO’nun genişlemesi projesini eleştirel bir açıdan
sorgulayarak “zor sorulara yanıtlar” aradılar.11 Tüm bu çabalara rağmen 30 Nisan 1998’de ABD Senatosu 19’a karşı 80 senatörün oyuyla NATO’nun Soğuk Savaş sonrası ilk ve belki de en belirleyici genişleme hamlesini onayladı ve 12 Mart 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya resmen NATO üyesi oldu.12 Bunu 29 Mart 2004’te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın NATO üyeliğine kabülü ve nihayet 1 Nisan 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ın üyeliği izledi.13 Soğuk Savaşı 16 üyeyle bitiren NATO, 60. yılını kutladığı 2009’da 28 üyeye ulaştı. Bu süreçte pekçok gözlemciye göre sadece coğrafi olarak değil, gerek ideolojik ve gerekse işlevsel
olarak da kendini yeniden tanımlamış oldu. Fakat yukarıda örnekleri aktarılan geniş ve sert muhalefete rağmen NATO genişlemesi neden ve nasıl gerçekleşti? Bağımlı değişkeni NATO’nun genişlemesi olan bu makale, uluslararası ilişkiler yazınının bu büyük sorusuna sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde cevap arayacaktır.
Makalenin Yapısı ve Ana İddia: İç Siyasal Faktörlerin Çakışması ve ABD-Rusya Kutuplaşması
Uluslararası ilişkiler ve dış politika analizi alanlarında lider konumdaki çoğu kişinin aldığı ortak karşı tavra rağmen NATO’nun genişlemesi, akademisyenler için açıklanmaya muhtaç bir muamma olarak 1990’lardan günümüze konu hakkında yazılan onlarca makale ve kitabın esin kaynağını oluşturdu: NATO neden genişledi?14 Yeni Gerçekçi, liberal ve inşacı yaklaşımların bu soruya verdikleri cevapları eleştirel bir gözle değerlendirdikten sonra, bu yaklaşımların yeterince ağırlık vermedikleri iç politik faktörlerin çakışmasını, ilk genişleme tartışmasının yoğun ve çetin olduğu 1993–1999 dönemine yoğunlaşarak
fakat 2009’a kadar gerçekleşen genişlemelere de göndermede bulunarak açıklamaya çalışacağım.
Bu makalede, NATO’nun genişleme sürecini açıklayan belirleyici bağımsız
değişkenleren biri olduğunu iddia ettiğim iç siyasal faktörlerin önemini ortaya koymaya çalışırken, diğer bazı çalışmalarda olduğu gibi sadece ABD iç siyasetine odaklanmak yerine ABD ve Rusya’daki iç siyasal gelişmelerin eşzamanlı evrimini inceleyerek, Clinton-Yeltsin döneminden Bush-Putin dönemine geçişle beraber gözlenen niteliksel farklılıkları da vurgulayacağım. Literatürde göz ardı edilen belirleyici unsurun iç siyasal faktörler olduğu iddiamın arkaplanında, organizasyon kuramının ağırlığı hissedilen yeni kurumsalcılık kuramının, bilhassa tarihsel ve sosyolojik kurumsalcılık ekollerinin etkisi vardır.15
Takip eden bölümlerde, sırasıyla, Gerçekçi, liberal ve inşacı yaklaşımların
NATO’nun genişlemesini incelerken kullandıkları varsayım ve hipotezlerin görece başarı ve başarısızlığı karşılaştırmalı olarak ortaya konacaktır. Makalenin ikinci kısmında, ABD ve Rusya’nın iç siyasetinde, bilhassa seçim dönemlerinin etkisiyle ve sağcı muhalefet partilerinin yükselişine paralel olarak, Amerikan-Rus ulusal çıkarlarını birbiriyle zıt ve uzlaş(a)maz gören bir anlayışa sahip siyasi parti ve grupların yükselişinin belirleyici etkisi olduğunu örnekleriyle beraber açıklayacağım. Bu iç siyasal faktörlerin çakışmasından dolayıdır ki beklentilerin aksine Soğuk Savaş sonrası dönemde de ABD-Rusya ilişkileri, istisnalar olmakla birlikte, kademeli olarak kutuplaşmaya şahit olmuş ve bu da NATO’nun
hızla genişlemesine neden olmuştur. ABD’deki iç siyasal faktörler arasında, “Doğu Avrupa Lobisi” diyebileceğimiz seçmenler ve onların temsilcilerinin yanısıra,16 Newt Gingrich liderliğinde Kongre’yi ele geçirdiği 1994’den George W. Bush liderliğinde başkanlık seçimin kazandığı 2000 yılına kadar gerek iç gerekse dış politika konusundaki fikirlerinde radikal bir dönüşümden geçen Cumhuriyetçi Parti en önemlileri olarak sayılabilir. Bu süreçte Yeni Muhafazakârlar olarak nitelenen ekol yükselerek Cumhuriyetçi Parti’nin
dış politika tezlerine hâkim olan Yeni Gerçekçi ekolü tasfiye etmiştir.17 Buna karşılık, Rusya’da Yeltsin’in son yıllarında öne çıkan ve Yevgeni Primakov’la özdeşleşen Avrasyacı bir jeopolitik bakış18 ve bilhassa Putin’in liderliğiyle eşzamanlı olarak Rus siyasetinde yükselen ve “siloviki” (güç odakları) olarak bilinen eski KGB-asker kökenli kadrolar da ABD-Rusya kutuplaşmasında ve gerginlik siyasetinin uzlaşmaya galip gelmesinde etkili olmuştur. 19
Fakat bu makalenin sınırları çerçevesinde böylesi parti içi dönüşümlere
odaklanmak mümkün olmayacak, bunun yerine, makalenin ikinci kısmında, partiler arası siyasi mücadele ve liderlik değişimlerinin NATO genişlemesindeki etkisi izlenecektir. NATO’nun Genişlemesine (Yeni-) Gerçekçi ve (Yeni-) Liberal
Yaklaşımlar: Açıklanmaya Muhtaç “Akılcı Olmayan (İrrasyonel)” Bir Hata
NATO’nun genişlemesi, her ikisi de akılcı (rasyonalist) ve pozitivist geleneğin parçası olan (Yeni-) Gerçekçi ve (Yeni-) Liberal yaklaşımların zaviyesinden bakıldığında açıklanmaya muhtaç akılcı olmayan (irrasyonel) bir hata olarak yorumlanabilir. Makalenin girişinde NATO’nun genişlemesine muhalefetin örnekleri olarak alıntılanan yazarların Yeni Gerçekçi ve Yeni Liberal ekolün temsilcileri arasında olmaları raslantı değildir. Gerçekçi yazarlara göre NATO’nun genişlemesinin en olumsuz sonucu Rusya’nın uluslararası sistemin dışında bırakılması ve bu dışlanmadan hareketle Amerikan karşıtı bir konuma itilmesidir.20 Gaddis, Rusya’nın yalnızlaştırılarak sistem-karşıtı bir duruma
sokulmasını Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan Versay Barışı (1919) ile Almanya’nın itildiği konuma benzetmektedir.21
Bilindiği üzere, E. H. Carr’dan bu yana geleneksel ve yeni gerçekçiler Versay Barışı’nı İkinci Dünya Savaşı’nın sebebi ve dolayısıyla kötü bir barış modeli olarak yorumlamaktadırlar.22 Oysa tercih edilen barış modeli, mağlup rakipleri sistemin içinde tutarak ve muzaffer güçlerle bütünleştirerek gerçekleştirilen ve yeni bir dünya savaşını önleyen 1815 ve 1945 örnekleridir.23 İlkinde Napolyon sonrası Fransa, ikincisinde Hitler sonrası Almanya (Marshall yardımlarıyla), savaşın galibi tarafından kurulan yeni uluslararası düzene eklemlenmiştir. “Eğer ABD fiilen düşmanları olan Almanya ve Japonya’ya karşı 1945 sonrasında—tıpkı Napolyon’u mağlup edenlerin 1815’den sonra Fransa’ya karşı izledikleri gibi—kapsayıcı (inclusive) birsiyaset izleyebildiyse, neden şimdi Soğuk Savaş süresince yalnızca potansiyel düşman olan bir ülkeyi (Rusya) dışlıyor?”24 1815 ve 1945’in başarı, 1919’un ise başarısızlık olarak görülmesi, Gerçekçilere özgü bir yaklaşım değildir. Liberal kurumsalcı yazarlar da aynı tasnifi, hatta daha vurgulu bir şekilde, desteklemektedirler.25 Bu analizlerde ortak öneri, 1989 sonrası barışın, 1919 gibi zayıf temellere değil, 1815 ve 1945’te olduğu gibi sağlam temellere dayanmasıdır. Somut olarak gerek Gerçekçi gerekse liberal kurumsalcı yaklaşımlarda amaç, bir yandan Rusya’nın silahsızlanmasını bir yandan da yoğun siyasi ve ekonomik destekle Rusya’nın Batı-merkezli uluslararası sistemin gönüllü ve sürekli bir parçası haline gelmesini sağlamaktır.
Yeni Gerçekçi yaklaşıma göre, NATO’nun genişlemesinin mevcut üye ülkelerin
güvenliğini arttırmak ya da askeri harcamalarını azaltmak doğrultusunda bir yararı olmayacağı gibi, Rusya’nın düşmanlığını kazanmanın yanı sıra yeni üye ülkelerin görece zayıf orduları, yakın tehditler ve istikrarsız bölgelere sınırdaşlığı nedeniyle NATO için bir güvenlik riski yaratma ve askeri harcamalarda artışa sebep olma ihtimali yüksektir. Yaşayan en önemli Yeni Gerçekçi olarak bilinen John Mearsheimer, 1990 yılında yayınladığı “Geleceğe Dönüş” makalesinde, başlıca işlevi Batı’yı Sovyet tehdidinden korumak olan NATO’nun, SSCB’nin çöküşüyle beraber dağılması gerektiği beklentisini ifade etmiştir.26
NATO’nun genişlemesinin Gerçekçi perspektiften mantıksızlığını özetleyen Andrew Kydd, sebepleri üç ana eksene indirger: Birincisi, Rus tehlikesi 1920’lerden bu yana en düşük seviyesine inmiştir. İkincisi, NATO’nun genişlemesi mevcut üyelere hem mali olarak hem de yeni üyeleri savunma riski dolayısıyla gereksiz bir yük oluşturacaktır. Üçüncüsü, bu yeni üyelerin ortak savunma ve caydırıcılık alanlarında NATO’ya nasıl bir katkıları olacağı belirsizdir.27 Bu doğrultuda 1999’daki ilk genişlemede üyeliğe kabul
edilen Macaristan’ın durumuna dikkat çeken Kydd, başka hiçbir NATO ülkesine komşu olmadığı gibi denize çıkışı da olmayan bu ülkenin tam bir stratejik yük olacağına, ittifakın üyesi olmayan Avusturya, Sırbistan ve Slovakya gibi ülkelerin topraklarını ihlal etmeden savunulmasının mümkün olmadığına dikkat çekmiştir.28
Burada bir parantez açarak belirtmek gerekir ki NATO’ya katılmak isteyen, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Romanya gibi ülkelerin katılma istekleri hem Yeni Gerçekçi hem de Yeni Liberal perspektiflerden akılcı bir şekilde açıklanabilmektedir.29 Her ne kadar Kenneth Waltz’ın “güçler dengesi” kuramına göre, Doğu Avrupa ülkelerinin daha güçlü olan Batı ittifakına değil de Rusya’yla ittifaka meyletmesi gerekiyorsa da,30 Stephen Walt’ın ortaya koyduğu şekliyle “tehditler dengesi” kuramına göre Doğu Avrupa ülkelerinin tehdit
olarak gördükleri Rusya’ya karşı tehdit olarak görmedikleri Batı ittifakını tercih etmeleri beklenen bir davranıştır.31 Fakat açıklanmaya muhtaç ve son tahlilde belirleyici olan, nispeten küçük bu ülkelerin ittifaka katılma iştiyakı değil ittifakın tartışmasız lideri ve finansörü olan ABD’nin, Rusya’yı karşısına almak pahasına bu yeni üyeleri ittifaka davet ve kabul etmesidir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder