NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi BÖLÜM 2
İttifakın hayatta kalmak adına yaşadığı dönüşüm süreci ve edindiği yeni görevler Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde müttefiklerin farklı tehdit algılamaları ve stratejik vizyona sahip olmasını engelleyememiştir. Örneğin ABD, Avrupa kıtası dışındaki alanları, özellikle Orta Doğu ve Uzak Doğu Asya’yı, kendi güvenliği açısından daha öncelikle görmeye başlarken, Batı Avrupalı müttefikler stratejik vizyonlarını Avrupa kıtasıyla sınırlandırmışlar ve önceliklerini Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin başarısına vermişlerdir. Avrupalı müttefiklerin temel arzusu NATO’nun Avrupalı kimliğinin korunmasıyken, ABD’nin daha küresel bir NATO peşinde koşmuştur. Türkiye ise kendisini daha çok Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinden kaynaklanan gelişmeler karşısında tehdit altında hissetmeye başlamıştır. Rusya, potansiyel tehdit konumundan giderek uzaklaşmış ve Türkiye için daha çok ekonomik bir ortak olmaya başlamıştır.16
İttifakın Avrupalı üyeleri Türkiye’yi giderek daha az Avrupa’nın güvenliği
bağlamında değerli bulmaya başlarken, ABD ise Türkiye’nin stratejik işbirliğini daha fazla ister hale gelmiştir. Soğuk Savaş’la kıyaslandığında yeni olan durum ABD’nin Türkiye ile işbirliğini NATO’nun çok taraflı kurumsal mekanizmaları yerine, ikili mekanizmalar vasıtasıyla yürütmeyi tercih etmeye başlamasıdır.17 İttifakın Avrupalı üyelerinin aksine Türkiye kendisini konvansiyonel anlamda tehdit altında hissetmeye devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının Avrupa kıtasında yarattığı post-modern barış ortamı Türkiye tarafından pek hissedilememiştir.18 Avrupalı müttefikleri endişelendiren bir durum Türkiye’nin Orta Doğu’daki gelişmelerden etkilenme riski karşısında NATO’nun
bu bölgeye müdahil olmak zorunda kalmasıdır.
Avrupalı müttefiklerin Türkiye’nin güvenlik algılamalarını paylaşmadıklarını
gösteren iki örnek olay vardır. Bunların ilki 1991, ikincisi ise 2003’de yaşanmıştır. Her iki durumda da Türkiye kendisini Irak’tan kaynaklanabilecek tehditlere karşı savunmasını takviye için NATO’dan kendi topraklarında erken uyarı sistemleri ve Patriot füze sistemleri konuşlandırmasını talep etmiştir. NATO’nun Batı Avrupalı müttefikleri, özellikle Almanya ve Belçika, Türkiye’nin bu talebine mesafeli yaklaşmışlardır. Türkiye NATO içindeki Avrupalı müttefiklerinin kendisinin PKK’ya karşı yürütmekte olduğu mücadeleyi yeterince destekleme diklerini de düşünmektedir. PKK’nın uzun süre Avrupalı devletler tarafından terör örgütü olarak tanımlanmaması ve Avrupa’daki faaliyetleri ne göz yumulması Türkiye’nin sorgulayıcı tutumunun şekillenmesinde etkili olmuştur.19
Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortamda müttefikler arasında ortak tehdit
duygusunun zayıflamaya başladığını gösteren bir diğer olay NATO’nun nükleer caydırıcılık politikasının devamına dair yapılan tartışmalarda farklı görüşlerin ortaya çıkmasıdır. Türkiye kendisini iki ayrı pozisyon arasında bulmuştur. NATO içinde bir tarafta nükleer silahların caydırıcılık ve güven verme adına hala önemli olduğunu düşünen üyeler, diğer tarafta ise nükleer silahların anlamını yitirdiğine inanan ve bu silahların varlığının başka ülkeleri de bunları edinme yönünde cesaretlendirdiğini düşünen üyeler vardır.20 Türkiye ise bir yandan NATO’nun dünyanın nükleer silahlardan arındırılması yönündeki çabalara uzak kalmamasını isterken, diğer yandan da kendi bölgesinde nükleer silahlar olduğu müddetçe NATO’nun nükleer güvenlik şemsiyesinin devamını arzulamıştır. Türkiye’nin
arada kalmışlığını gösteren bir olay şudur: Türkiye hem kısa menzilli taktik nükleer silahların topraklarında konuşlandırılmaya devam edilmesini istemekte hem de Orta Doğu’nun nükleer silahlardan arındırılması yönündeki çabaları desteklemektedir.21
Türkiye’nin ittifaka karşı bakış açısını etkileyen bir diğer sistemsel etki, iki kutuplu dünya düzeninin yerini bazılarına göre çok kutuplu, bazılarına göre de kutupsuz bir düzene bırakmaya başlamasıdır.22 Bu durum Türkiye gibi orta büyüklükteki devletlerin bölgelerindeki hareket kabiliyetlerini arttırmıştır. Soğuk Savaş’ın kuşatıcı ve disiplin altına alıcı etkilerinin ortadan kalkmaya başlamasıyla Türkiye’nin çok taraflı ve çok boyutlu bir dış politika takip edebilmesi daha kolay olmaya başlamıştır. Dünyadaki jeopolitik güç merkezlerinin Batıdan Doğuya kaymayası, risklerin gittikçe küresel ölçekte tanımlanması ve toplumlar arası geçişkenliğin hızlanmasıyla Türkiye tamamen NATO’ya endeksli bir
dış politika ve güvenlik politikası izleyemez hale gelmiştir. İkili zıtlıklar, farklılıklar ve kutuplaşmalar üzerine oturan dış ve güvenlik politikaları küreselleşme sürecinin mantığına ters düşmektedir.
Kurumsal / NATO İçi Faktörler
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO’nun bir kurum olarak yaşamaya başladığı ontolojik kimlik krizleri23 dolaylı yoldan da olsa Türkiye’nin NATO’ya bakışını etkilemiştir. NATO üyesi ülkeler arasında yaşanmaya başlanan vizyon farklılıkları Türkiye’nin açısından NATO’nun inandırıcılığını erozyona uğratmıştır.
“Eski Avrupa” ülkeleri olarak adlandırılan ittifakın Batı Avrupalı üyelerine göre
NATO Avrupa merkezli, ortak savunma örgütü olarak hareket eden ve temel görevi anavatan savunması (territorial defense) olan bir örgüt olmalıdır. NATO’nun AB’nin oluşturmaya çalıştığı savunma ve güvenlik kurumlarına destek vermesi de, bu ülkelerin önemsedikleri bir konudur. Batı Avrupalı NATO üyelerine göre, başta Rusya olmak üzere hiç bir ülke peşinden NATO’nun olası düşmanı ilan edilmemelidir.
Diğer taraftan ittifaka 1990’lı yılların sonunda katılmaya başlayan merkezi ve
doğu Avrupalı eski komünist bloğu ülkeleri NATO’nun kendilerini olası Rus tehdidine karşı korumasını ve NATO’nun bu bağlamda kendilerine güvenlik garantisi vermesini beklemektedir. Bu üyelere göre, NATO nükleer bir ittifak olarak kalmalı, ABD’nin NATO içersindeki liderlik pozisyonu sorgulanmamalı ve NATO potansiyel Rus tehdidine karşı tatbikatlar gerçekleştirmeye ve askeri planlar hazırlamaya devam etmelidir. ”Yeni Avrupa” olarak adlandırılan bu üyeler ABD ile ikili ilişkilerini her zaman çok önemsemekte ve AB’nin kendilerine inandırıcı bir güvenlik garantisi veremeyeceğini düşünmektedirler.
ABD’den güvenlik garantisi edinebilmek adına bu ülkeler kendi çıkarlarını doğrudan ilgilendirmediği halde ABD’nin önderliğini yaptığı çokuluslu askeri operasyonlara asker katkısında bulunmuştur.
ABD ise NATO’nun alan dışı görevler icra edebilen küresel bir güvenlik aktörüne
dönüşmesini ve Avrupalı müttefiklerin askeri harcamalarını artırmalarını istemeye başlamıştır. NATO’nun ABD liderliğinde devam etmesi ve AB’nin hiç bir şekilde NATO’nun Avrupa’daki konumunu zedelememesi ayrıca vurgulanmaktadır.24
İttifak üyeleri arasındaki bu çatlaklar iki olayda açık bir şekilde su yüzüne çıkmıştır. Bunlardan birincisi NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a doğru genişlemesi; diğeri ittifakın balistik füze tehdidine karşı füze savunma sistemi inşa etmek istemesidir. Her iki örnekte de ABD ve ”yeni Avrupa” olarak adlandırılan üyeler destekleyici bir tavır takınmışlar, Batı Avrupalı müttefikler ise daha ihtiyatlı bir tutum benimseyerek Rusya’nın hassasiyetlerinin dikkate alınması gerektiğini sürekli vurgulamışlardır.
İttifakın Batı Avrupalı üyeleri kendilerini konvansiyonel anlamda daha az tehdit
altında hissettiklerinden askeri harcamalarını kısmaya başlamışlar, ABD ise güvenlik çıkarlarını küresel ölçekte tanımladığından askeri harcamalarını artırmaya devam etmiştir. “Avrupa Kalesi” (Fortress Europe) fikri geçerli olduğu müddetçe ABD’nin NATO’yu ciddiye alması imkânsız görülmektedir.25
ABD her ne kadar Rusya ile olan ilişkilerinde pragmatik işbirliği imkanları
kovalasa da (örneğin İran’ın yalnızlaştırılması, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve radikal terör ve Afganistan’dan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması) Rusya ABD açısından her zaman potansiyel bir rakip olarak algılanmaktadır. Rusya’nın Avrasya, Karadeniz, Orta Asya ve Kafkaslar bölgelerindeki etkisinin sınırlandırılması ve Rus-Çin işbirliğinin Amerika karşıtı bir karakter kazanmaması Amerikan yönetimlerinin üzerinde önemle durdukları konular arasındadır.26
Batı Avrupalı müttefikler ise Rusya’nın kazanılması gerektiği varsayımından
hareket etmektedirler. Rusya ile Batı Avrupalı ülkeler arasındaki coğrafi yakınlık ve tarafların birbirlerine olan ekonomik ve enerji bağımlılıkları Avrupalı müttefikleri Rusya’ya karşı daha fazla işbirliği odaklı politikalar izlemeye yöneltmektedir.27 ABD ve Batı Avrupalı müttefikler arasındaki bir diğer önemli görüş ayrılığı ise Afganistan’daki mücadelenin nasıl kazanılması gerektiğine dairdir. ABD uzun bir zaman bu mücadeleyi zorunlu bir savaş olarak görmüş ve bu savaşın ancak muharip asker sayısının artırılması sayesinde kazanılabileceğini düşünmüştür. ABD’ye göre NATO’nun Afganistan’daki başarısı ya da başarısızlığı NATO için varoluşsal bir konudur.28 Batı Avrupalı müttefikler ise bu yaklaşıma karşı gelmekte ve bu mücadelenin salt askeri araçlarla kazanılamayacağını düşünmektedirler. Birçok Avrupalı müttefik ülke Afganistan’a muharip
asker yollamaktan kaçınmıştır. Batı Avrupalı müttefikler Afganistan’daki El Kaide varlığını ABD kadar yaşamsal bir güvenlik tehdidi olarak görmemektedirler. Obama’yla beraber Amerika’nın Batı Avrupalı müttefiklerinin görüşlerine yaklaştığı görülmektedir. Neticede Obama, Amerikan askerlerinin Afganistan’dan 2014 yılının sonuna kadar çekilmesini bir takvime bağlamış ve bu süreç içersinde Afgan unsurların ülkenin güvenliğini sağlayacak şekilde eğitilmelerini ve ülkenin kendi kendisini yönetebilecek kurumlara sahip olmasını siyasi hedefleri arasında tanımlamıştır.
Türkiye açısından NATO’nun inandırıcılığını ve faydasını azaltan bir gelişme
ABD’nin NATO’ya eskiye oranla daha az önem vermeye başlamasıdır. Bu durum özellikle Başkan Bush’un iktidarı sırasında gözle görünür bir hal almıştır. 1999 senesindeki Kosova tecrübesinden sonra Amerikalılar “heyet onaylı” savaşlara (war by committee) soğuk bakmışlardır. Müttefiklerin planlama ve uygulama aşamalarında devrede olduğu bu tür savaşlar hem uzun sürmüş, hem de daha maliyetli olmuştur. Ayrıca Amerikalılar Avrupalı askerlerin Amerikan askerleriyle ortak operasyon yapabilecek becerilere ve teknolojik donanıma sahip olmadıklarını görmüşlerdir. ABD Eski Savunma Bakanı Rumsfeld’in
dediği gibi ABD açısından önemli olan görevin niteliğinin oluşturulacak koalisyonların türünü belirlemesidir.29 Bu tür “gönüllüler koalisyonları” oluşturarak ABD’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki krizlere müdahale etmek istemesi, NATO’nun çok taraflı kurumsal karakterini zayıflatmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak ABD ile diğer ittifak üyeleri arasındaki çatlağı büyütmekte ve ABD’yi diğer müttefiklerle daha çok ikili stratejik ilişkiler kurmaya yöneltmektedir. Bu ise Türkiye gibi müttefiklerin ABD karşısındaki
hareket alanlarını ve pazarlık güçlerini daraltabilir ve onların ABD’nin politikalarına direnebilmelerini zorlaştırabilir.
Bu bağlamda Türkiye açısından olumsuz değerlendirilebilecek bir diğer gelişme,
ABD’nin NATO’yu gittikçe önemsiz görerek dış politikasında tek taraflılığı benimsemeye başlamasının30 Avrupalı müttefikleri AB içerisinde kendilerine ait güvenlik yapılanmaları oluşturmaya itmesidir. NATO’nun zayıfladığı ve AB’nin ise Türkiye’yi içine almaktan çekindiği bir ortamda Türkiye’nin bir yanda ABD ile daha çok ikili temelde güvenlik ilişkileri kuracağı, diğer yanda da NATO’nun politikalarına ilişkin daha sorgulayıcı bir tutum takınacağı öngörülebilir.
İçsel Faktörler ve AKP Etkisi
Türkiye’nin ittifaka yönelik bakışını son on yılda en fazla etkileyen faktör AKP’nin benimsediği dış politika anlayışıdır. Buna göre ittifakın diğer üyeleri Türkiye’nin işbirliğini hiç bir şekilde çantada keklik varsaymamalı ve Türkiye’yi ittifakın politikalarının oluşturulmasında önemli bir üye olarak kabul etmelidirler. Türkiye NATO’nun dönüşüm sürecinin bir unsuru ya da objesi değil, aksine bu sürecin bir sahibi ve aktörü olarak kabul edilmelidir.31 Bu duruşun doğal bir sonucu olarak Türkiye kendi çıkarlarını ve önceliklerini artık daha fazla NATO’nun gündemine getirmeye başlamıştır.
Türkiye’nin NATO’yu sorgulayarak sahiplenmesi aynı zamanda Türk dış politikasında bir “eksen kayması” değil bir “eksen genişlemesi” olduğunu da göstermektedir.
Türkiye NATO’nun politikalarının kendi dış politikasıyla çelişmemesi için azami
özen göstermektedir. Çok taraflı ve çok boyutlu dış politika söyleminin bir gereği olarak Türkiye komşularıyla daha sıkı ilişkiler geliştirmeye ve bu ilişkilerin hiç bir şekilde NATO’nun dönüşüm sürecinden olumsuz etkilenmemesine gayret etmektedir. NATO tarafından “yalnız bırakılma” korkusu zamanla yerini “NATO politikaları tarafından tuzağa düşürülme” riskine bırakmaya başlamıştır.32
“Stratejik derinlik” ve “merkez ülke” kavramlarına paralel olarak, AKP yönetimi
Türk dış politikasının Batı odaklı geleneksel vizyonunu genişletmeye başlamıştır.33 Bu minvalde bir yandan Orta Doğu’daki ülkelerle güvenlik ve ekonomi odaklı ilişkiler geliştirilmeye çalışırken diğer taraftan da Türkiye küresel sistemin önemli aktörleriyle, başta Çin ve Rusya olmak üzere, ilişkilerini daha ileri boyutlara taşıma gayretleri içerisine girmiştir.
Türkiye’nin özellikle Orta Doğu coğrafyasında Osmanlı mirasından güç alarak
“düzen kurucu” bir rol oynayabilmesi onun tek taraflı NATO merkezli politikalar takip etmesiyle mümkün olmayacaktır.34 Türkiye’nin yeni dış politika misyonu ve vizyonu, onun yakın coğrafyasında sorumlu bir rol oynamasını gerektirmek tedir. Bunun mümkün olabilmesi ise Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşmak bir yana, NATO’nun dönüşüm sürecine daha fazla odaklanması ve bu süreci kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilmesine bağlıdır. Bu durum Türkiye’nin NATO içersindeki müttefiklerine karşı daha fazla talepkar bir tutum takınmasını beraberinde getirmiştir.
Burada söz konusu olan Türkiye’nin Batı dışı coğrafyalarda daha etkin bir rol
oynaması için onun yüzünü Batıdan çevirmesi değil, tam tersine Batı’nın bu bölgelere ilişkin politikalarının şekillenmesinde daha aktif bir tutum takınmaya başlamasıdır. Türkiye hem AB hem de NATO’nun politikalarının oluşturulmasında aktif rol oynamaya çalışmaktadır.35
Türkiye’nin çok kimlikli bir ülke olduğu ve kendine biçtiği temel misyonlarından
birisinin Batı ile Doğu’yu birbirlerine yakınlaştırmak olduğu düşünülürse, Türkiye’nin neden AB’nin ve NATO’nun dönüşüm sürecini yakından etkilemeye çalıştığı daha kolay anlaşılabilir. AKP’yle birlikte Türkiye’nin ulusal kimliğindeki İslam vurgusu daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Eskiden Türkiye’nin temel misyonunun Batı’nın Doğu’ya ulaşmasında köprü rolü oynamak olduğuna inanılırdı.36 Türkiye Batı’nın Doğu’daki çıkarlarını elde etmesinde faydalı olabildiği oranda Batı nezdinde değerli bulunurdu. Türkiye son kertede Batılı bir ülke olarak tasavvur edilir ve ondan Batı değerlerini Doğu’ya taşıması ve Batı’yı Doğu’da temsil etmesi beklenirdi. AKP ile birlikte bu anlayış ciddi bir erozyona uğramaya başlamıştır. Özetle Türkiye’nin Batılı kimliği hiç bir şekilde onun diğer kimliklerinin önüne geçmemeli ve Türkiye’nin Batı dışı coğrafyalardaki hareket alanını sınırlandırmamalıdır. Türkiye aynı zamanda Batı içersinde İslami coğrafyaların bir sesi olarak da hareket edebilmelidir.37
Ekonomik kalkınmayı ve liberal demokratik dönüşümü merkeze alan bir dış
politika anlayışı kaçınılmaz olarak Türkiye’nin kendi yakın coğrafyasında daha etkin bir rol oynamasını da beraberinde getirmiştir. Buna göre çevre ülkelerdeki gelişmeler Türkiye’nin iç istikrarını ve küresel pazarlara açılımını olumsuz şekilde etkilememelidir.38 Türkiye kendisini Batılı müttefikleriyle komşuları arasında tercih yapmak zorunda hissetmemelidir. Ekonomik ve dış politika çıkarlarını Batı merkezli olmaktan çıkarıp daha bölgesel ve küresel ölçekte tanımlamaya başlayan Türkiye mümkünse herkesle iyi ilişkiler kurabilmelidir. Bu anlayış kaçınılmaz olarak Türkiye’yi NATO’nun dönüşüm sürecinde daha aktif ve sorgulayıcı olmaya yöneltmiştir. Ulusal çıkarlar bu süreçte daha fazla ön
plana gelmeye başlamıştır. NATO üyeliği ve AB ile olan yakın ilişkiler Türkiye’nin Batılı kimliğinin tanınmasından ziyade bu örgütlerin Batı dışı coğrafyalara karşı politikalarının şekillendirilmesi bağlamında önemli görülmeye başlanmıştır.39
Bu bağlamda dikkat çeken bir diğer gözlem ülke içersinde devam etmekte olan
demokratikleşme ve sivilleşme süreçlerine paralel olarak Batı’ya karşı daha çok kimliksel perspektiften bakmaya alışmış olan geleneksel elitin güç kaybetmekte olduğudur.40 Dış politika askeri ve sivil bürokrasinin hâkimiyetinden çıktıkça, Türkiye’nin NATO’ya olan bakış açısı da daha talepkar ve sorgulayıcı olmaya başlamıştır. Gücünü küresel ekonomik sistemle daha fazla bütünleşmek isteyen muhafazakâr Anadolu burjuvazisinden alan AKP iktidarının bu bağlamda NATO’ya karşı geleneksel kimlik odaklı bakışı aynen devam ettirmesi düşünülemezdi.
Türkiye, NATO’nun Genişlemesi ve Rusya
Değişimin Göstergeleri
Türkiye ittifak dayanışması adına NATO’nun 1999, 2004 ve 2008’deki genişlemelerini desteklemiş ama bu süreçte oldukça ihtiyatlı bir tutum takınmıştır. Genişlemelerin Türkiye-Rusya ilişkilerini olumsuz etkilememesine özen gösterilmiştir.41 Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Rusya’nın yönünü Batı’ya çevirdiğine inananlar Rusya’nın NATO’nun kendi sınırlarına doğru genişlemesini normal varsayacağını düşünmüşler ve uzun vadede Rusya’nın kendisinin de NATO’ya katılmak isteyeceğini ileri sürmüşlerdir.
Hâlbuki 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra, özellikle de Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte, Rusya ile Batı arasındaki romantik ilişki sona ermiş ve Rusya NATO’nun genişlemesini kendi stratejik çıkarları açısından tehdit edici bulmaya başlamıştır.42
Türkiye’nin NATO’nun genişlemesine ilişkin üç temel kaygısı olmuştur. Birincisi,
genişleyen NATO’nun askeri savunma örgütü kimliğinden uzaklaşıp siyasi bir “konuşma kulübüne” dönüşebilme riskidir. Askeri karakterini kaybedecek bir NATO ise Türkiye’nin gözündeki inandırıcılığını kaybedecektir. İkinci olarak, Türkiye’nin üyelikten elde etmekte olduğu marjinal fayda NATO’nun genişlemesinden sonra azalabilir. Türkiye eskiden sahip olduğu stratejik konumunu ve önemini NATO’nun genişlemesinden sonra yeni üyelerle
paylaşmak zorunda kalabilir. Türkiye’yi endişelendiren üçüncü ve en önemli sebep ise NATO’nun genişlemesini kendi çıkarlarına aykırı bulacak Rusya’nın dış politikasında daha milliyetçi ve yayılmacı politikalar izlemesi ve bunun Türkiye-Rusya ilişkilerini olumsuz etkilemesidir.
Türkiye NATO’nun Karadeniz’deki askeri varlığını artırmak istemesine de
tepkiyle yaklaşmıştır. Etkin Çaba Harekâtı’nın (Operaton Active Endeavour) Karadeniz’e genişletilmesini Türkiye desteklememiştir.43 Özellikle 11 Eylül sonrası ortamda küresel teröre karşı verilen mücadelede NATO’nun Karadeniz’deki deniz trafiğini daha yakından kontrol etmek istemesi Rusya’nın tepkisine neden olmuştur. Rusya’nın tepkisinin daha ileri noktalara götürebileceğinden çekinen Türkiye de NATO’nun Karadeniz’e açılmasına
soğuk bakmıştır. Bu durum sadece Türkiye-Rusya ilişkilerini germekle kalmayacak aynı zamanda Montrö Boğazlar sözleşmesinin temel prensipleriyle de çelişecekti. Ankara ve
Moskova bölge dışı ülkelerin Karadeniz’deki askeri varlıklarının Montrö hükümlerine tabi tutulması gerektiği konusunda görüş birliği içerisindedir. Ayrıca her iki ülke de bölgede var olan Karadeniz Uyumu Harekâtı’nın Karadeniz’in istikrarına yeterince katkıda bulunduğuna inanmaktadırlar.44 Bunun dışında Rusya’nın ABD’nin Bulgaristan ve Romanya’da askeri üsler kurmasına karşı geldiğini de belirtmek gerekir. Benzer bir mantıkla Rusya uzun bir süre Başkan Bush’un önerdiği füze savunma sistemi projesine de muhalefet etmiştir. Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurulması düşünülen bu projenin nihai hedefinin Rusya’nın nükleer silahları olduğuna inanılmıştır. Obama’yla birlikte
ABD’nin tutumunu yumuşatması ve Rusya’yı da bu projenin bir parçası olmaya davet etmesi Ankara tarafından rahatlatıcı bulunmuştur.
3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder