NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu BÖLÜM 1
Mehmet Efe BİRESSELİOĞLU*
Yrd. Doç. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sürdürülebilir Enerji Ana Bilim Dalı
* Yrd. Doç. Dr. Sürdürülebilir Enerji Ana Bilim Dalı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir Ekonomi
Üniversitesi, İzmir.
E-posta: efe.biresselioglu@ieu.edu.tr
Bu makaleye atıf için: Biresselioğlu, Mehmet Efe, “NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, Sayı 34 (Yaz 2012), s. 227-252.
Bu makalenin tüm hakları Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği’ne aittir. Önceden yazılı izin alınmadan hiç bir iletişim, kopyalama ya da yayın sistemi kullanılarak yeniden yayımlanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, satılamaz veya herhangi bir şekilde kamunun ücretli/ücretsiz kullanımına sunulamaz. Akademik ve haber amaçlı kısa alıntılar bu kuralın dışındadır.
Aksi belirtilmediği sürece Uluslararası İlişkiler’de yayınlanan yazılarda belirtilen fikirler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği
Uluslararası İlişkiler Dergisi
Web: www.uidergisi.com
E- Posta: bilgi@uidergisi.com
ÖZET
Dünya, enerji kıtlığı olasılığının farkına, 1970’lerde gerçekleşen enerji krizinin neticesinde varmıştır.
Bunun sonucu olarak, “enerji güvenliği” tabiri NATO üyesi devletler başta olmak üzere dünya devletlerinin gündeminde yer almaya başlamıştır. O zamandan beri, ekonomik komite, endüstriyel planlama, terörizmle mücadele planları, petrol arzının güvenliğini sağlama planı ve sivil olağanüstü hal planlaması da göz
önünde bulundurularak, enerji güvenliği NATO için önemli bir mesele haline gelmiştir. Buna rağmen, enerji güvenliği hususu, tutarlı bir politika ya da kapsamlı bir yaklaşımın bir parçası olmak yerine, yukarıda belirtilen faaliyetlerin bir parçası olmuştur. Fakat Soğuk Savaştan sonra üye ülkelerin sayısındaki artış ve ittifakın dönüşüm süreciyle birlikte güvenlik endişesi geniş bir alana yayılmıştır. Bu değişim enerjiyi de içeren kapsamlı bir güvenlikten daha fazlası olarak algılanmıştır. Artan fiyatlar, artan talep, arz güvenliği, terörizm ve doğal afetlerden meydana gelen teknik aksamaların da etkisi ile enerji güvenliği müttefikler için önemli bir endişe konusu haline gelmiştir. Riga zirvesiyle başlayıp Bükreş, Strasbourg/Kehl ile devam eden ve 2010 yılında Lizbon’daki Stratejik Konsept’le enerji güvenliğinin ittifak için çok önemli bir mesele
olduğu kabul edilmiştir. Bu makale, NATO’nun yeni enerji güvenliği bakış açısını çağdaş enerji güvenliği anlayışla geliştirerek incelemektedir. Bunun yanında, NATO üyesi olan Türkiye’nin katkısını ve muhtemel etkisini tanımlamakta ve Doğu-Batı enerji koridorunda enerji köprüsü olma amacını da sorgulamaktadır.
Anahtar Kelimeler: NATO, Enerji Güvenliği, Türkiye
NATO, 4 Nisan 1949 tarihinde kurulduğunda, Soğuk Savaş dönemi yeni başlamıştı ve planlanan vizyonu İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan problemlerle tehlike altındaydı. Bölünmüş Almanya’nın Batı kısmı Nazi dönemi savaş suçlarının mirası ile karşı karşıya kalmış, Büyük Britanya ve Fransa savaş sonrası yorulmuş ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ise Avrupa’daki yeni savunucu rolü için mücadele vermişti. Avrupa dış tehditlere karşı oldukça savunmasızdı ve en yakın tehdit ise Sovyetler Birliğiydi. Bu nedenlerle, NATO, bütün üyelerinin üzerinde anlaştığı ana prensip olan Kuzey Amerika veya Avrupa’ya yönelik herhangi bir silahlı saldırıya karşı ortak savunma yapılması ana ilkesi etrafında bir kolektif savunma sistemi olarak ortaya çıktı.1
Soğuk Savaş döneminin güvenlik ortamında, NATO’nun iki ana savunma hedefi,
(1) Varşova Paktı’ndan NATO üyelerine karşı gelişebilecek herhangi bir düşmanca tavrı engellenmek ve
(2) Engellenememesi halinde de bu tavra karşılık vermek ve kontrol altına
almaktı.2
NATO’nun güvenlik algısı Varşova Paktı’nın genişlemesine karşı şekillenmiştir.
Diğer yandan, NATO’nun en başından itibaren değişen ve gelişen küresel güvenlik ortamına başarılı politikalarla ve oluşturulan yeni stratejik konseptlerle adapte olduğunun vurgulanması önemlidir. NATO kuruluş aşamasından Soğuk Savaş döneminin sonuna kadar dört adet Stratejik Konsept yayınlamıştır. Bunların ilk ikisi (1949 ve 1952)
NATO’nun kuruluşu ve Kore Savaşı döneminde, üçüncüsü Almanya’nın NATO’ya
girmesinden sonra (1957) ve dördüncüsü de Fransa’nın askeri komutadan çekilmesi (1968) ile ortaya çıkmıştır. Belirtildiği üzere, NATO Stratejik Konseptlerini Avrupa veya küresel alandaki önemli değişimlere bağlı olarak değiştirmiş ve geliştirmiştir. Bu konseptlere göre, NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki güvenlik algısı sadece konvansiyonel veya nükleer askeri saldırı, sızma, NATO ve üye ülkelere karşı yapılacak casusluk ve kimyasal silah
kullanımı gibi geleneksel güvenlik tehditlerini içermektedir.3 Buna karşın, enerji güvenliği gibi geleneksel olmayan bir güvenlik tehdidi, NATO üyesi ülkelerin gündeminde ancak 1970’lerde yaşanan petrol krizleri sonrasında yer almaya başlamıştır. Fakat enerji güvenliği ittifak için hiç bir zaman öncelik olmamış ve sözü geçen ilk dört stratejik konseptte yer almamıştır. Bununla birlikte, ekonomik komite, endüstriyel planlama, terörizmle mücadele planı, petrol arzının güvenliğinin sağlanması ile ilgili savunma planlaması ve sivil savunma
planlamasının ayrılmaz bir unsuru olmuştur. Bu durum Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile değişmeye başlamıştır.
NATO, krize paralel olarak, ittifak üyelerine yakıt sağlayan bir boru hattı sistemi
oluşturmuştur. Günümüzde, bu sistem 5.5 milyon m3 kapasite ve on iki bin kilometre yaklaşan uzunluğu ile 13 üye ülkenin topraklarından geçmektedir.4
Soğuk Savaş Döneminin Sonlanması ve NATO’nun Değişen Güvenlik Algısı
Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve ana tehdit unsuru olan Sovyetler Birliği’nin dağılmasının NATO’nun güvenlik algısına doğrudan etkisi vardır.5 Dolayısıyla, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan sorunlara karşı yeniden organize olması gerekiyordu. NATO, Soğuk Savaş döneminde barışı ve Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini sağlama rolünü başarıyla oynamıştı.6 Ancak, düşmanın ve bununla birlikte ittifakın asıl amacının ortadan kalkması NATO’nun meşruluğunun temellerinin sahneden çekilmesini de sağlamıştır.7 NATO, bunun etkisiyle 1991 yılında beşinci Stratejik Konseptini geliştirmiştir.
Bu belge Sovyet tehdidinin ortadan kalkması, Orta ve Doğu Avrupa’da yer alan
önceki Sovyet uydularının bağımsızlığı, Almanya’nın birleşmesi ve silah kontrolü açılımları gibi ittifakın güvenlik ortamında gerçekleşen radikal değişiklikleri teyit etmiştir. Ancak, bu yeni dönem beraberinde, tahmin edilemeyen doğası gereği yeni güvenlik risklerini ve sorunlarını da getirmiştir. Bu yeni konsept, Orta ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlıktan doğabilecek olumsuz etkileri de teşhis etmiştir. Bu belge, ekonomik, sosyal ve politik problemlerden oluşabilecek olası etnik çatışma, sınır problemleri ve silahlı çatışmalardan bahsetmektedir.8 Bu nedenle, NATO güvenlik algısını değiştirirken,
(1) Avrupa güvenlik ortamını dengeleme,
(2) Transatlantik diyaloğuna alan açma,
(3) Herhangi bir tehdide karşı savunma ve caydırma ile
(4) Avrupa’daki barışı ve stratejik dengeyi koruma gibi amaçlarını değiştirmemiş tir.9
Bu Stratejik Konsept öncekilerden farklı olarak geleneksel olmayan güvenlik
tehditlerden bahsedilen ve enerji güvenliği ile diğer geleneksel olmayan güvenlik tehditlerini teşhis eden ilk konsepttir. Bu belgede, “İttifakın güvenlik çıkarlarının, kitle imha silahlarının çoğalması, hayati önem taşıyan kaynakların tedarikinde oluşabilecek dalgalanmalar, terörizm ve sabotaj maksatlı faaliyetleri de içeren geniş nitelikli riskler”10 tarafından etkilenebileceğinden bahsedilmiştir. Ayrıca “enerji” terimi belgede yer almamakla birlikte, güvenlik perspektifinden bakıldığında, hayati önem taşıyan kaynaklar ile doğrudan enerjiye ve dolayısıyla enerji güvenliğine atıfta bulunulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, enerji güvenliğinin ittifak için artan önemini, NATO’nun değişen enerji güvenliği algısı ve modern enerji güvenliği yaklaşımını çerçevesinde ortaya koymak ve analiz etmektir. Çalışmada NATO’nun yeni algısına, Doğu-Batı enerji koridorunda enerji köprüsü olarak adlandırılan Türkiye’nin olası katkı ve etkileri de tartışılmaktadır. Türkiye’nin Büyük Hazar bölgesi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yer alan enerji üreticisi alanlara olan yakınlığının yarattığı coğrafi konum Türkiye’nin bir enerji köprüsü olmasına imkân vermektedir.
Gelişen Enerji Güvenliği Algısı
Her ne kadar Churchill’in Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz filosunun güç kaynağını kömür yerine petrolle değiştirmesi enerjiyi, güvenlik stratejilerinin merkezine konumlandırmış olsa da11, bu konudaki tartışmalar ekonomik veya siyasi kavramlardan ziyade askeri alanda yapılmıştır. Buna ilave olarak, 1970’lerdeki petrol krizleriyle beraber, enerji güvenliği kavramı uluslararası ilişkiler açısından da önemli bir konu haline gelmiştir. Ancak bu defa, sadece askeri kavramlarla değil, ekonomik ve siyasi kavramlarla da ilişkilendirilmiştir.
Bu dönemde, uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmalarındaki ulusalcı, gerçekçi
ve yeni liberal fikirler dikkate alınarak, enerji ile hem ulusal hem de uluslararası güvenlik arasındaki ilişki üzerine akademik tartışmalar yapılmaktadır.12 Enerji güvenliği, bir ülkenin uygun fiyatlarla yeterli enerji arzını yüksek oranlarda sağlaması şeklinde ifade edilmiştir.13
1980’lerin erken dönemlerinde, bu konudaki uluslararası ihtilafların enerji ithalatçısı ülkelerin kendi toprakları dışında bulunan enerji kaynaklarına ulaşma sorunlarından kaynaklandığı düşünülmüştür.14 Carter Doktrini, ulusal ve küresel ekonomide petrolün ekonomik refah için taşıdığı öneme atıfla erişebilirliği temin etmek amacıyla güç kullanımını haklı çıkarmaktadır.15 Bu iddianın, enerji ithalatçısı ülkelerin petrol fiyatının kriz döneminde dört katına çıkması ve petrol arzında güvenilirlik ve yeterli miktar kaygıları ile birlikte doğru olduğu kabul edilebilir. Bununla beraber, enerji güvenliği ulusal güvenliği doğrudan ilgilendiren önemli bir unsuru haline gelmiştir.16
Petrol fiyatlarının tabana vurmasına kadar geçen sürede yayınlanan temel eserler enerji, siyasal değişim ve çatışma davranışı ekseninde artan enerji fiyatlarının ulusal ve uluslararası etkileri üzerinedir. Bir diğer kaygı ise askeridir. Bu kaygı, sadece ulusal güvenlik tanımının içerdiği ulusal savunma ile ilgili değil, askeri gücün temelini oluşturan ekonomik güç ile de ilgilidir.17 Soğuk Savaş dönemindeki ana kaygı, nükleer silahların çoğalmasının neden olacağı enerji tedarikinde ki dalğalanmalardı ve bazı akademisyenler kalıcı bir enerji
güvenliğinin sağlanması için kendi kendine yeterliliği önermişlerdi.18 Modern enerji güvenliği perspektifinden bakıldığında, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık nedeniyle bu önerinin bu önerinin uygulanabilmesi mümkün değildi.19
Bir bütün olarak ele alındığında, 1970’lerdeki petrol krizleri küresel ekonomiye
zarar vermişti. Sonuç olarak, 1974’de Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyeleri Uluslararası Enerji Ajansı’nı (International Energy Agency-IEA) kurdular. Üye ülkeler IEA aracılığıyla artan ithal enerji bağımlılığı sorununu gündemlerine almış oldular. Amaçları yerel petrol üretimini arttırmak, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve enerji verimliliğini arttırmak olarak tanımlanmıştı. Alınan önemler doğrudan OECD’nin net enerji ithalatını etkileyerek talebin yüzde 50 oranında azalmasını sağladı. Azalan talep ve üretici ülkelerin artan petrol üretimi arz fazlasına yol açtı ve petrol fiyatları 1986’da
dibe vurdu.
Düşük fiyat dönemi, 1980’lerin başından 1990’ların ilk yıllarına kadar
akademisyenlerin ve hükümetlerin enerji güvenliğine karşı ilgisini azaltmıştır. Düşük petrol fiyatlarına ek olarak, Soğuk Savaş döneminin bitişi ve bunun piyasaların bütünleşmesine olumlu katkısı, küreselleşme, yeni pazarların açılması, mevcut piyasaların yapılanması ve enerji sektöründe oluşan düşük yatırım oranları da bu eğilime katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak, enerji güvenliğinin ulusal güvenlik planlaması, güvenlik çalışmaları ve uluslararası
ilişkilerdeki önceliği 1970’ler ve 1980’lerle karşılaştırıldığında azalmıştır. Buna karşın, Körfez Savaşı, Asya ekonomik krizi ve azalan petrol arzı ile yükselen fiyatlar ilgilinin 1990’ların sonu itibariyle tekrar artmasını sağlamıştır.
Modern Enerji Güvenliği Düşüncesi
Enerji güvenliği kavramı 1990’ların sonunda hükümetlerin gündeminde yer bulmaya başladı. 11 Eylül saldırıları, ABD’nin Afganistan’a girmesi ve Irak Savaşı enerji güvenliğine olan ilgiyi körükledi. Ancak, enerji güvenliği artık sadece uluslar arasındaki geleneksel tehditler ve fiyatlarla ilişkili değil. Yergin’in de belirttiği üzere, terörizm tehdidi, ihracatçı ülkelerde oluşan istikrarsızlık, üretici ülkelerde oluşan ulusalcı tepkiler, arzda oluşabilecek dalgalanmalara karşı korku, jeopolitik fikir ayrılıkları ve ülkelerin ekonomik büyümesi için gereken enerji ihtiyacı kavramın kapsamını genişletmiştir.20 Bunların arasında terörizm, 11
Eylül saldırıları sonrasında enerji güvenliği kapsamında en önemli tehdit haline gelmiştir.
Artan devlet ilgisi ve küresel karşı karşıya gelmeler akademik ilginin tekrar
artmasına katkıda bulunmuştur.1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarındaki dönemde, enerji güvenliğine karşı olan tutum önemli ölçüde değişmemiştir. Akademik tartışmalarda enerji konularının siyasallaşması ile rekabet ve arz güvenliği konuları odak noktasında yer almışlardır.21 Enerji güvenliğinin tanımı belirsizdir ve ortak bir tutum ortaya konamamıştır. Diğer taraftan, bazıları uygun fiyatla güvenilir ve yeterli miktarda enerji arzı gibi ekonomik konulara odaklanırken,22 diğerleri ulusların dış politik tepkileri gibi siyasal ve askeri konulara odaklanmıştır.23 Çoğu tanım, “y ülkesinden x oranında ithal
ediyoruz” veya “enerji kullanımımızda z oranda dışarıya bağlıyız” gibi ifadeler içermiştir.24
Ancak belirtmek gerekir ki, bu tanımlar zamanında kabul edilebilir olsalar da, günümüzün modern tehditleri olan iklim değişikliği, küresel ısınma, korsanlık, terörizm ve teknolojik gelişimi içermemektedir.
Bu çalışma tam olarak bu sebepten enerji güvenliğinin modern tanımlamasında
ekonomik, jeopolitik, askeri ve çevresel konuları içermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çevresel konuların öneminin enerji güvenliği matrisinde artmasıyla birlikte, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın potansiyel etkileri ve karbon salınımlarını kontrol altına almak gibi yeni konular ve yeni stratejiler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda, Kyoto Protokolü dünyada iklim değişikliği ve karbon salınımlarının etkileri üzerine olan farkındalığı arttırsa da tek başına yeterli değildir. Kaldı ki, Kyoto Protokolü dönemi sonrası için yapılması gereken düzenlemeler hala yapılmamıştır. Bunlara göre, yeterli bir tanım, bu kaygılarla beraber daha önce sözü geçen geleneksel olmayan güvenlik tehditlerini de içermelidir. Kavramın geniş tanımı, “nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek enerjiyi sağlamak ve gelişme hedeflerine mutlak katkıda bulunacak şekilde, ulusal ve bölgesel şartlara bağlı olarak, ithalat azaltmayı ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gibi arz güvenliği kaygılarını”25 içermelidir. Bu çalışmanın perspektifinden bakıldığında, bu geniş tanım modern enerji güvenliğini açıklamak için yeterlidir. Yukarıda yer verilen tanımlarla beraber bir bütün olarak ele alındığında, bu çalışma enerji güvenliği konseptinin bütün enerji tedarik zincirini ve altyapısını koruyacak şekilde geliştirilmesi gerektiğini kanıtlamaktadır.26 Halen, çeşitlendirme kavramı enerji güvenliği konseptinin en çok tartışılan temel taşlarından biri olmakla birlikte, bu çalışma,
çeşitlendirme kavramını NATO’nun enerji güvenliği durumunu değerlendirirken çıkış noktası olarak alacaktır. Buna ek olarak, bu çalışma NATO’nun değişen enerji güvenliği algısını ve Türkiye’nin olası konumunu ve katkısını değerlendirirken
(1) Arz güvenliği,
(2) Arz güvenilirliği ve
(3) Altyapı ve personelin fiziksel güvenliğine odaklanacaktır.27
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder