65 YILLIK İTTİFAK NATO VE TÜRKİYE, BÖLÜM 2
Rusya
Rus yönetimi, ABD’nin NATO’yu kullanarak Rusya’yı çevrelemesine sert biçimde direniyor. ve ABD bir yandan silahsızlanma mesajları verirken, bu iki ülkenin Orta Asya’da bir güç mücadelesi içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır. ABD, Taliban ve El Kaide ile daha etkili mücadele edebilmek için Irak’tan asker çekmeyi ve Afganistan’a daha fazla asker sevk etmeyi planlamaktadır. Rusya ise Orta Asya’daki hamleleriyle ABD’nin genişleme ve etkili olma planını bozmaya çalışmaktadır. Kırgızistan, Rusya’dan 1,7 milyar $ Rus yatırımı sözü aldıktan sonra ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatma kararı almıştır. Manas, Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem taşımaktadır.
Kırgızistan bu açıklamayı yaparken Rusya, Afganistan’a lojistik destekte yardımcı olabileceğini belirterek adres olarak Moskova’yı göstermektedir.
Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte bulunabileceği değerlendirilmektedir. Ancak Kırgızistan, Manas üssü konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli olarak görünmektedir. ABD ve Rusya güç dengesinde çeşitli hesaplar yapılırken bu kez Moskova, Müşterek Güvenlik Anlaşması Zirvesi’ne ev sahipliği yapmış ve bu zirvede, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birlikte
NATO benzeri bir askeri ittifak kurma kararı alınmıştır. Anlaşmaya göre, bu ülkelere dışarıdan gelecek bir tehdit, tüm ittifaka üye ülkelere yapılmış sayılacaktır. İttifakın ilk icraatı, acil bir müdahale gücü oluşturma kararı olmuştur.
ABD’nin Rusya ile olan herhangi bir işbirliğinde, tek taraflı kabullenmelerin olmayacağı açıktır. Bir yandan küresel mali krizle mücadele, diğer yandan da Afganistan’daki Amerikan varlığında bir olumsuzluk yaşanmaması için Obama, Rusya’dan destek almayı düşünebilir. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı zayıf olduğu için ABD, Pakistan’ı elde tutmak zorunluluğunun farkındadır.
Afganistan’daki istikrar, Pakistan, İran gibi ülkelerin durum ve tutumlarına da bağlıdır. Bu kapsamda bu ülkelerin barış ve istikrara katkısı önemli olup, ABD, NATO yoluyla da bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.8 Yeni Ortadoğu olarak ifade edilen politika anlayışında ABD’nin yine NATO’dan faydalanmak isteyeceği de aşikârdır.
< ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır. Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD–AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. >
Transatlantik İlişkileri, NATO ve AB
ABD ve Avrupa, her ne kadar “Batılı olma” kavramı içinde ortak değerlere sahipse de, Avrupa artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin güdümü altında yaşamak istememektedir. Bu nedenle AB, ekonomiyi takiben siyaset ve savunma konularında etkili olmaya çalışmaktadır. ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır.
Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD–AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. NATO’nun kurulduğu günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçlarına karşılık, bu ittifakın, Atlantik’in iki yakasının bir araya gelerek güvenlik sorunlarını tartıştığı önemli bir diyalog platformu olduğu, önümüzdeki dönemde de terör ve kitle imha silahlarıyla mücadele konularında NATO’nun bu özelliğine duyulan ihtiyacın daha da artacağı kıymetlendirilmektedir. 2008 Savunma Bakanları Toplantısı’nda, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri döneceği kesinleşmiştir. Böylelikle 1966’dan bu yana AGSP-NATO dengesini sağlamaya çalışan Fransa, politikalarını değiştirerek
NATO’nun askeri kanadına geri dönme girişiminde bulunmuştur. Bu durum, NATO – AB ilişkilerinin daha da düzelebileceğinin ve NATO ile AGSP’nin uyum içinde çalışabileceğinin bir göstergesi olarak da mütalaa edilebilir.
NATO’nun Askeri Güç Olarak Önemi
Önümüzdeki yıllarda enerji güvenliğinin, kaynaklarının ve intikal yollarının önemi artarak devam edecektir. 2030’lu yıllara gelindiğinde hidrokarbon, yine enerjide
hâkim faktör olma durumunu koruyacaktır. Kuzey kutbu, küresel ısınmanın etkisi ile petrol arama ve kaynaklarının ortaya çıkmasına elverişli hale gelecektir.
Bu durum yeni siyasi ilişkileri beraberinde getirecektir. Enerji güvenliğinin yanında gıda, su ve çevre konuları da öncelikli sorunlar haline gelecektir.
Dünya genelinde nüfus artışı da bu sorunların içinde olacaktır. Ancak gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanması, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve eğitimsiz nüfus ve bunun bir sonucu olan göç hareketleri bir çatışma ortamı yaratabilecektir. Diğer tehditleri de göz ardı etmemek gerekmektedir. Yeni tehditlerin nereden geldiği henüz daha tam olarak belirlenememiştir. Bu yıllara gelindiğinde devlet, yine en önemli güvenlik sağlayıcısı, aynı zamanda tehdit kaynağı olacağından bu durumda askeri güç, önemini korumaya devam edecektir.9 Dolayısıyla NATO’nun askeri bir güç olarak önemini koruyacağı anlaşılmaktadır.
NATO’nun Terörle Mücadelesi ve Türkiye
Küresel terörizm, dünyanın olduğu gibi NATO’nun da gündemini değiştirmiştir. Terörizm ile mücadelede BM, NATO, AB ve AGİT’in çalışmalarının artarak devam edeceği beklenmektedir. Gelişen yeni tehditlerin niteliği, NATO üyelerinin bu tehditlere en etkin bir şekilde mukabele etmede fikir birliğine varmalarını zorunlu kılmaktadır. Terörizmle mücadele konusu 1999’daki Washington Zirvesi’nden itibaren şekillenmeye başlamış, 2002 Prag Zirvesi’nde terörizmle mücadele konsepti onaylanmıştır. Bu gelişme ile İttifak üyelerinin halkına, kuvvetlerine,
topraklarına ve uluslararası güvenliği hedef alan tüm terör hareketlerine karşı mücadele kararlılığı ifade edilmiştir. Kabul edilen konseptte, alınacak önlemlerin teröristleri caydırabilecek, durdurabilecek ve karşı savunma yapabilecek nitelikte olması öngörülmekte ve önlemlerin NATO’nun çıkarlarının olduğu bölgelerde uygulanması gerektiği belirtilmektedir. 2004 yılında İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi, ABD ve AB’nin Küresel Terörizmle uluslararası alanda mücadelenin etkin yürütülebilmesi için ortak yaklaşım ve işbirliği için önemli bir imkân yaratmıştır.
Bu zirvede İstanbul İşbirliği Girişimi oluşturulmuştur. Körfez İşbirliği Konseyi kurulmuş ve Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Doğu Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı için önemli bir girişim başlatılmıştır.
NATO kapsamında yapılan tüm toplantılar ve girişimler sonucunda varılan ortak noktalara bakıldığında, NATO’da terörle mücadele konusunda bir görüş birliği oluştuğunu ve üyelerin bu konuda iş birliğine hazır olduklarını ve NATO imkân ve kabiliyetlerinin de bunu başarabilecek durumda olduğunu görmek mümkündür. Ayrıca mücadelede NATO’nun uluslararası iş birliğine açık olduğu da söylenebilir. Bu konu 2009 yılına kadar yapılan bütün toplantılarda güncelliğini korumuştur.
Ancak terörle mücadele konusunda NATO içinde uygulamada tam bir konsensüs sağlandığını da söylemek mümkün değildir. Terörizmin tanımı ve terörizmle mücadele noktasında nasıl bir ortak politika uygulanacağı konusunda belirsizlikler sürmektedir. 2004 İstanbul Zirvesi’nde Afganistan’da NATO’nun görev alanının genişletilmesi, Irak konusunda görüş birliğine varılması ve Irak’tan kaynaklanan terör tehdidinin varlığının kayıt altına alınması, İstanbul İşbirliği Girişimi’nin Akdeniz Platformu ile birlikte işlem görecek biçimde yaşama geçirilmesi daha çok ABD’nin kazanç hanesini ilgilendirmiştir.
NATO aldığı bu kararlar ile ABD’nin dış politika uygulamalarını meşruiyet zeminine çekmiştir.10
Türkiye terörizmden en fazla zarar gören ülke konumundadır ve bu nedenle terörle mücadelede en duyarlı ülkedir. Gerek zarar gören ülke konumundan doğan hassasiyeti, gerek NATO ittifakına verdiği önem ve gerekse insani duygularla, NATO’nun terörle mücadele konsepti ve doktrin geliştirme faaliyetlerine destek sağlamakta ve bu konuda NATO ve diğer ülkelere operatif ve stratejik seviyelerde eğitim vermektedir. Afganistan’daki NATO gücüne olan katkılarını ve eğitim amaçlı açtığı “Terörle Mücadelede Mükemmeliyet Merkezi”ni bu uygulamalarına iyi birer örnek olarak göstermek mümkündür. Herhangi bir nedenle bir ülkede terörist olarak adlandırılan bir kişi veya örgüt, diğer ülkede özgürlük savaşçısı gibi farklı şekilde kabul ediliyorsa, o zaman bu mücadelenin başarılı olma şansı yoktur. Bugün terör tehdidinin büyüklüğü konusunda
genelde devletlerarasında ortak bir anlayış vardır. Ancak asıl anlaşmazlık, hangi şiddet ve tehdit kullanımının terör kapsamında algılanması gerektiği yönündedir.11
Diğer uluslararası kuruluşlarda olduğu gibi NATO’da da terörün ortak bir tanımını yapmak mümkün olmadığı gibi NATO’nun terör örgütleri listesi üzerinde tam bir mutabakat sağlandığını söylemek de mümkün değildir. Türkiye 25 yılı aşkın bir süredir PKK terörü ile mücadele etmektedir. NATO’nun terör konusundaki hassasiyeti de bilinmektedir. Ancak içinde PKK’nın da bulunduğu NATO’nun terörist listeleri yıllara sari olarak güncelleştirilirken, PKK terör örgütünün listeye dahil edilmesinde zaman zaman güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Bu yaklaşım, NATO’nun terörle mücadeledeki ciddiyeti ve tutumu ile bağdaşmamaktadır. PKK terör örgütünün Avrupa’da büroları vardır.
Avrupa’dan televizyon yayını yapmaktadır.
Bu Avrupa ülkeleri NATO üyesidir. PKK, NATO üyesi olan Türkiye’ye zarar vermeye devam etmektedir. Türkiye’nin yapmakta olduğu mücadeleye,
çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olunmaktadır. Türkiye’nin bu beklentisinden, bir tehdit unsuru olan PKK ile mücadelesini NATO’ya yüklemek istediği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Türkiye’nin güvenliğini bir başka ülkeye veya kuruluşa aktarma düşüncesi ve niyeti yoktur. Kendi güvenliğini sağlayacak güçtedir. Ancak güçlü bağlarla bağlı olduğu ve güvenilir bir müttefiki durumunda bulunduğu NATO’dan, hakkı olduğu desteği beklemesi de yadırganmamalıdır. 60 yıldır varlığını başarıyla devam ettiren, küresel gelişmelere ve bunun gerektirdiği ihtiyaca göre kendini yenileyen NATO, yeni tehdit algılamasında birinci sıraya terörizmi koymuştur. Terörle mücadelede
yeni konseptler oluşturmuş ve stratejiler geliştirmiştir. Afganistan’a müdahalede, kuruluşundan beri ilk defa İttifak Anlaşmasının 5. maddesini yürürlüğe koymuştur. Terörizm karşısındaki duyarlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Ancak uygulamada üye ülkelerin tümü, özellikle PKK terör örgütü ile mücadelesinde Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek anlayışta olamamıştır. NATO’nun kendisini bu konuda yeniden sorgulaması gerekmektedir.
NATO-ABD ve Türkiye Arasındaki Son Gelişmeler
Afganistan Konusu: NATO’nun Afganistan da yürüttüğü faaliyetler kapsamında Türkiye, ISAF komutası altında, Kabil ve çevresinde Afgan halkının güvenliğini sağlamaya devam etmektedir. NATO’nun bu bölgedeki başarı veya başarısızlığı ittifakın geleceği konusunda etkili olacaktır.12
Bu nedenle ABD, Afganistan’ın geleceği açısından ittifak ülkelerinden muharip asker sayısının artırmasını talep etmektedir. Türkiye de, asker sayısının arttırılması istenen ülkelerin başında gelmektedir. Diğer taraftan da ISAF’ın görev tanımlamasının değiştirilmesi ve etki alanının Kabil ve çevresinden daha güney-güneydoğuya kaydırılarak Taliban’la savaşması öngörülmektedir. Görüldüğü gibi ISAF’ın asıl amacı barışı korumaktan, savaşmaya doğru değiştirilmek istenmektedir. Tarihi boyutta Türk-Afgan ilişkilerinin seyrine bakıldığında dostluk ve yardımlaşma söz konusudur. Afgan halkı Türkiye’ye sempati duyar ve güvenir. Bu çizginin dışına çıkmak, her iki toplum için de sakınca doğurur. Ayrıca Türkiye, güvenlik sağlama faaliyetine ilave olarak Afganistan’da istikrarın sağlanmasına, ülkenin yeniden inşası ve yapılanmasına parasal destek de dâhil önemli katkılar sağlamakta, ülkeye ve ülke halkına çeşitli yardımlarda bulunmaktadır. ISAF’ın komutasını da iki defa üslenmiştir.
Komutayı yeniden üstlenmesi de gündemdedir. Bunların yanında, Türkiye, Afganistan Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden organizasyonuna yardımcı olmaktadır. Afgan Savunma Üniversitesinin (Harp Akademileri) veya Savunma Kolejinin (Harp Okulu) oluşumunu sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.13 Bunların ötesinde gerekli görüldüğü takdirde Afgan subaylarının askeri eğitimlerini Türkiye’de görmelerine yardımcı olunacağı da Türkiye tarafından belirtilmiştir. NATO müttefikleri Afganistan’da teröre karşı mücadele ederken, Türkiye’nin PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede yanımızda yer almadıkları gibi PKK’yı çeşitli şekillerde uzun bir süredir himaye ettikleri de bilinmektedir. Türkiye’nin bu
gerçeklerin bilincinde olarak strateji oluşturması ve bu paralelde hareket etmesi doğaldır.
Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri: Bir diğer konu ise ABD’nin NATO’yu kullanarak Montrö Boğazlar Sözleşmesini delmeye çalışmasıdır. ABD, Kafkasya ve Orta Asya’da söz sahibi olmak maksadıyla Karadeniz’de güç bulundurmak istemekte ve çeşitli hadiseleri kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Son beş yıl içinde bu konuda üç defa teşebbüste bulunduğu görülmektedir. Fırsat çıktığında NATO’yu bu maksatla kullanma temayülünü de göstermektedir.
ABD’nin Karadeniz’e açılma teşebbüslerinden ilkine, 2003 yılında Irak’a yapacağı müdahale öncesinde, Türkiye ile yaptığı görüşmelerde rastlanmıştır. Müzakere sürecinde, ABD’nin Karadeniz’e gemi gönderme ve Trabzon’da üs bölgesi istemesi oldukça yadırganmış ve müzakerelerde, ABD’nin Irak’a yapacağı müdahale çerçevesinde yapılacak anlaşmayı fırsat olarak değerlendirerek Kafkasya’da etkili olmak maksadıyla Karadeniz’e çıkmak istediği anlaşılmış, ancak konu ile ilgisi olmayan bu istek Türk tarafınca geri çevrilmiştir.14
ABD’nin ikinci teşebbüsü ise 2005 yılında gerçekleşmiştir. NATO gücü, Doğu Akdeniz’de teröre ve suçlara karşı mücadele amacıyla, Türkiye’nin de içinde yer aldığı, Aktif Çaba (Active Endevaour) operasyonunu icra etmektedir. Diğer taraftan da genelde aynı maksatla, Türkiye önderliğinde oluşturulan bir deniz filosu, Karadeniz’de, Karadeniz Uyum Harekâtı ( Black Sea Harmony) adı altında faaliyet göstermektedir. Bu faaliyete Türkiye ve Rusya’nın yanı sıra Ukrayna da kısmen katılmaktadır. Ancak ABD, 2005 yılı içinde, Doğu Akdeniz’de NATO bünyesinde oluşturulan Aktif Çaba Operasyonu görev alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi için resmi olmayan bir plan ortaya koymuş ve
bu planı, Karadeniz’in güvenliğinin önemli olduğu gerekçesiyle Akdeniz’de olduğu gibi terörle ve suçlarla mücadele maksadıyla önerdiğini ifade etmiştir. ABD’nin ihtiyaç olmamasına rağmen böyle bir teşebbüste bulunması, ifade edilen maksadın dışında, tamamen bir bahane ile Karadeniz’i doğrudan kontrol altına almak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.
ABD’nin bu konudaki üçüncü teşebbüsü de, 2008 sonunda Gürcistan’da meydana gelen olaylardan sonra, Gürcistan’a yapılmakta olan insani
yardım çerçevesinde, ABD donanmasına ait iki adet 70 tonluk askeri hastane gemisi adı altında yardım gemisi gönderme isteğinde bulunmasıdır.
Hatta NATO’yu da bu kapsamda kullanmaya isteklidir. Gürcistan’a yardımın hava, kara ve Montrö Sözleşmesi’ne aykırı olmayan bir düzenleme ile denizden de yapılması mümkünken, böyle bir isteğin, Karadeniz’de ağır tonajlı askeri gemilerle bayrak gösterme, dolayısı ile Karadeniz’e çıkarak bölgeyi etkileme ve Rusya’nın etkisini sınırlama maksadını taşıdığı değerlendirilmektedir.
Belirtilen bu üç teşebbüs de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelmektedir. Montrö Sözleşmesi’ne uygun olmayan bir izni, başka bir ülkeye vermesi Türkiye’nin, hem egemenlik konusunu tartışmalı hale getirir, hem de bölgede güvenlik açısından kendi aleyhine bir husumet yaratabilir.15 ABD’nin Karadeniz’de güç bulundurma veya üs teşkil etme gibi teşebbüslerine karşı ihtiyatlı olunması gerekmektedir. Antlaşma hükümlerinin muhafazası ve buna riayet edilmesi, Türkiye’nin egemenliğini korunması ve Karadeniz’deki dengeleri de gözetmek suretiyle Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Türkiye’nin bu konuda ortak çıkarları olan Rusya ile koordinede
bulunması doğru bir yaklaşım olarak nitelendirilmiştir.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder