ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER VE NATO
MİSAFİR EDİTÖRDEN,
Misafir Editör: Serhat GÜVENÇ
Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya birlikte üye kabul edildiği 1952 yılında ittifak henüz üç yıllık bir geçmişe sahipti. 60 yıl önce gerçekleşen bu ilk genişleme
dalgasıyla, başlangıçta Kuzey Atlantik ve Batı Avrupa’yı kapsayan NATO ittifakının sınırları Güneydoğu Avrupa’ya dek uzanmış oldu. Soğuk Savaş süresince NATO üyeliği Türkiye açısından sadece ülke savunmasına katkısıyla değil, ülkenin Batılı kimliğinin tescili bağlamında da önem taşıyordu. Aynı dönemde ittifaka aidiyetin sorgulandığı,hatta ciddi erozyona uğradığı evreler de yaşandı. Bu sorunlu dönemlere damgasını vuran,Türkiye’nin ittifakın eşitler arasında birinci konumundaki üyesi ABD ile ikili ilişkilerinde Kıbrıs konusunda yaşadığı sorunlardı. Özellikle 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD Kongresi’nin uyguladığı silah ambargosu Türkiye’nin Batılı güvenlik sistemiyle bağlarını bir hayli zayıflatmıştı.
Türkiye, Soğuk Savaş’ın bitişine kazanan ittifakın saflarında tanıklık ettiyse de,ülkeyi güvenlik kaygılarının azaldığı değil, arttığı ve ağırlaştığı bir dönemin beklediği kısa sürede ortaya çıktı. Maruz kaldığı bölgesel tehdit ve risklere karşı Türkiye ile dayanışma konusunda ittifakın bazı üyelerinin tereddütleri, 1991 ve 2003’deki iki Irak savaşıyla iyice su yüzüne çıktı. Bu nedenle Türkiye savunma ve güvenliğini ittifaka bel bağlamadan sağlamanın yollarını aradı ve bunda bir ölçüde başarılı oldu. Aynı dönemde NATO üyeliği Türkiye’nin savunma ve güvenlik gereksinimlerine yanıt olmak yerine, Avrupa bütünleşmesine tam anlamıyla eklenememenin doğurduğu boşluğu kısmen telafi edici bir işlev kazandı.
NATO’da üyelik, görevler ve nihayet sorumluluk alanları bakımından kapsamlı bir değişim geçirdi.“Demir Perde”nin öteki tarafındaki ülkelerin büyük bölümü 1999
ve 2004’deki genişleme dalgalarıyla NATO’ya katıldı. Başlangıçta “ortak savunma” ilkesi etrafında kurgulanan NATO, giderek eskinin alan dışı sayılan coğrafyalarında “ortak güvenlik” görevleri üstlenmeye başladı. Balkanlar’dan Afganistan’a, Somali açıklarından Libya’ya dek uzanan geniş bir coğrafyada yürütülen harekâtlar, ittifakın geçirdiği dönüşümün somut birer göstergesi dir.Yine bu sürece koşut olarak NATO, kamuoyu desteğini kazanma ya da diğer bir değişle “gönülleri fethetme” gereksinimini eskisine göre çok daha vurgulu hisseder oldu. İttifakın geçmişinde bu tür ihtiyaçların dile getirildiği olmuştu. Örneğin 1980’lerin başında yumuşamanın (detente) Batı kamuoylarında rehavete yol açtığından kaygılanan bir Türk diplomat “1983 senesi NATO üyesi memleketlerde kamuoylarının aydınlatılması senesi olarak ilan edilsin”önerisini bile yapmıştı.1 Ancak dönüşen NATO artık sadece üye ülkelerin kamuoylarına değil, ittifakın yeni ilgi ve faaliyet alanlarındaki insan topluluklarına da derdini anlatmak zorundadır.
Türkiye’de de gerek karar vericilerin, gerekse kamuoyunun NATO’ya bakışı ciddi bir değişim geçirdi. Berlin Duvarı’nın yıkılışını izleyen aşağı yukarı yirmi yıl boyunca NATO’nun gündemini meşgul eden, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin üyeliği ya da NATO’nun dönüşümü gibi konular Türkiye’de görece düşük ilgi uyandırdı. Buna karşılık
Muharrem Nuri Birgi,“ Soğuk Harbe Dair İncelemelere Katkı Olmak Üzere Detente=Yumuşama ”, 1980’lerde NATO, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1983, s. 41.
NATO’nun Afganistan misyonu ya da AB-NATO ilişkileri gibi konular ise çok daha hararetle tartışıldı.Belli harekâtlar bağlamında ya da sancılı AB sürecinin bir türev unsuru olarak değil, NATO’nun kendisinin bir tartışma maddesi olarak Türkiye gündemine yeniden girişi, 2010 Lizbon Zirvesi öncesine rastlamaktadır.
NATO’nun gündemine aldığı bir savunma yeteneği projesi bu zirvede Ankara’yı temel bir stratejik tercihin eşiğine getirdi. Kamuoyunda “Füze Kalkanı”olarak bilinen Balistik Füze Savunma Sistemi, Lizbon’da ilan edilecek yeni NATO Stratejik Konsept’inin Türkiye açısından en kritik unsuruydu. Zira bu sistem İran’ın nükleer programına bir yanıt olarak tasarlanmıştı. O aşamaya dek Türk hükümeti İran’ın nükleer programı konusunda müttefiklerinden çok farklı bir çizgi izlemiş; bu çizgisini BM Güvenlik Konseyi’ne dek taşımıştı.Türkiye’nin müttefik olarak güvenilirliğinin sorgulandığı bir arka planda gerçekleşen zirvede Türkiye balistik füze sistemine belli çekincelerle de olsa onay verince, stratejik tercihini NATO’dan yana koymuş oldu.Bir süre sonra bu sisteme ait radarların topraklarında konuşlandırılmasını kabul ederek de tercihini pekiştirmiş oldu.
Lizbon Zirvesi’nin hemen ardından patlak veren Arap Baharı ya da Uyanışı,kısa sürede Füze Kalkanı projesini NATO üyeliği tartışmalarının ana ekseni olmaktan
çıkardı.Tunus’ta başlayan,önce Mısır’ı ve daha sonra Libya’yı etkisine alan büyük değişim dalgası,Türkiye’nin yeni dış politika seçkinlerinin NATO algısını ister istemez etkiledi.
BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararını olabildiğince geniş yorumlayan Fransa ve İngiltere’nin Libya Lideri Kaddafi’ye bağlı kuvvetlere karşı giriştiği hava harekâtı, Türkiye’yi hem hazırlıksız yakaladı hem de etkili olmaya çalıştığı bir coğrafyada neredeyse tamamen dışlanma noktasına getirdi.Bu aşamadan sonra NATO’nun devreye girmesinin en hararetli savunucuları arasına katılan Türkiye, ittifakın bölgesel güç denklemlerinde kendisine sağladığı imkânları yeniden keşfetti. Baharın ya da uyanışın şimdilik en son durağı gibi duran Suriye’den kaynaklanan güvenlik risklerine karşı, Ankara’nın NATO Antlaşması’nın 5.Maddesine giderek daha fazla gönderme yapması,ittifaka ilişkin algının en azından seçkinler düzeyinde (ve olumlu yönde) değişmeye başladığını ortaya koymaktadır.
Ancak dış politika seçkinlerinin NATO algısını bir ölçüde dönüştüren bu gelişmelerin Türk kamuoyunda karşılık bulduğunu söylemek henüz mümkün değildir.2004 yılından beri Türkiye’yi de içeren Transatlantik Eğilimler araştırmalarına göre, üye ülke hakları arasında NATO hakkında en olumsuz görüşe sahip olanlar Türklerdir.Tüm bunlara rağmen,2012’de ittifaka üyeliği 60 yılı deviren Türkiye’de uzun bir sessizliğin ardından NATO, hem günlük hem de akademik tartışmaların odağına yerleşti.
Tartışmaya nitelikli ve farklı perspektiflerden katkı getirebilmek amacıyla,10 özgün makaleyi içeren bu özel sayıyla karşınızdayız.Makaleler konu,yöntem,
kavram ve kuram açısından çeşitlilik arz etmektedir.
Bunların bazıları, 20 Aralık 2011’de Kadir Has Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen “ 60.Yılında Türkiye’nin NATO Üyeliği ” başlıklı bir çalıştay da sunuldu ve tartışıldı.
Bu çalıştay, kavramsal ve kuramsal çıkış noktaları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun,katılımcıların etkileşimine olanak sağlayarak ortak temaların ve tartışma eksenlerinin belirginleşmesine katkıda bulundu.
Özel Sayının Nur Bilge Criss tarafından kaleme alınan ilk makalesi “ Türkiye-NATO İttifakının Tarihsel Boyutu ” başlığını taşıyor. Bilge Criss, liberal uluslararası ilişkiler kuramlarının işbirliğini açıklamada sıkça başvurduğu “ öğrenme ” kavramını, ittifak tercihini şekillendirici etmen olarak,Türkiye’nin NATO’ya üyelik çabalarına uyguluyor.
Öğrenme sürecinin başlangıcını Osmanlı diplomasisinin 19. yüzyıl deneyimlerine bağlayan yazar, Cumhuriyet ve Osmanlı dönemi dış politikaları arasındaki tarihsel sürekliliğe vurgu yapıyor. Lerna Yanık ise eleştirel jeopolitik kuramlardan hareketle ele aldığı “Atlantik Paktı’ndan NATO’ya:Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye’nin Konumu ve Uluslararası Rolü Tartışmalarından Bir Kesit” başlıklı makalesinde,TBMM’de NATO’ya giriş konusunda yapılan konuşmaları ve tartışmaları değerlendiriyor. Özel sayının tarihsel arka plan üçlemesinin son çalışması Selin Bölme’nin “Soğuk Savaş’ta NATO-ABD-Türkiye Üçgeninde Askeri Üsler: Süreklilik ve Değişim” başlıklı makalesi. Bölme, ABD hegemonyasının ayrılmaz unsurları arasında gördüğü ABD askeri üslerini, Cox’un dile getirdiği “rızaya dayalı hegomonya” kavramı üzerinden inceliyor.
Şener Aktürk’ün “ NATO Neden Genişledi ? Uluslararası İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-Rusya İç Siyaseti ” makalesi, özel sayının Türkiye merkezli olmayan çalışmalarından. Aktürk,Türkiye’deki NATO araştırmalarında bir hayli ihmal edilmiş olan bu konuyu açıklamada ana akım uluslararası ilişkiler kuramlarının ve inşacılığın yetersiz kaldığı saptamasını yapıyor. Bu süreçte ABD ve Rusya’nın iç politika dinamiklerinin belirleyici olduğunu iddia ediyor.Tarık Oğuzlu,“NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi” isimli makalesinde,Türkiye’nin son dönem NATO’ya bakışını literatürdeki “terk edilme ve tuzağa düşme” ikilemi çerçevesinde ele
alıyor. Oğuzlu’ya göre,Türkiye, artık NATO’ya kimlik boyutuyla değil, ulusal çıkarlara katkı hesabıyla yaklaşıyor.
İzleyen çalışmada Emel Oktay, yine dönüşüm temasıyla yola çıkarak Türkiye merkezli olmayan,ancak Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren,hatta hedefleyen bir NATO girişimine, kamu diplomasisine yoğunlaşıyor.“NATO’nun Dönüşümü ve Kamu Diplomasisi’nin Artan Rolü” makalesinde, Oktay yakın zamanlara dek devlet diplomasisini destekleyici ve gönülleri kazanmaya dönük bir pratiğin askeri bir ittifak olan NATO’nun gündemine neden ve nasıl girdiğini el alıyor. Ebru Canan ise Türk kamuoyuna odaklanarak,Türklerin NATO algısını inceliyor.Transatlantik Eğilimler araştırmalarının verilerini analiz eden çalışma, özel sayının kantitatif yöntemle hazırlanmış tek makalesi olma özelliğini taşıyor.
Tarihsel arka plan üçlemesi ile başlayan özel sayı, NATO’nun güvenlik gündemin ayrılmaz parçası haline gelen,yeni tehdit ve risklere yoğunlaşan bir başka üçlemeyle bitiyor. İlk olarak Mustafa Kibaroğlu,Türk kamuoyunda NATO tartışmalarını yeniden başlatan Balistik Füze Savunma Sistemi’ni ele alıyor. Kibaroğlu, balistik füzelerin ve kitle imha silahlarının yayılma olasılığına karşı ABD ve NATO’nun savunma çabalarının evrimi konusunda bir ufuk turu sunuyor.Salih Bıçakçı ise 2007’de NATO’nun en küçük üyelerinden Estonya’yı hedef alan siber saldırı sonrası NATO gündemine hızlı bir girişi yapan siber güvenliği, yeni savaş perspektifinden inceliyor.“Yeni Savaş ve Siber Güvenlik Arasında NATO’nun Yeniden Doğuşu” başlıklı makale, özel sayıya damgasını vuran dönüşüm tartışmasına bir başka pencere açıyor. Üçlemenin son makalesi, Mehmet Efe Biressellioğlu’nun kaleme aldığı “NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı:Türkiye’nin Olası Konumu”. Doksanlı yılların ortalarından beri enerji merkezi olmaya uğraşan Türkiye’nin NATO’nun yeni önceliklerinden enerji güvenliği bağlamındaki olası konumunu tartışıyor.
NATO’nun varlık nedeni sorgulana dursun, bu özel sayıdaki makalelerin yoğunlaştığı konular bile ittifakın 1991’den beri büyük bir devinim içinde, bir yandan genişlerken, diğer yandan kendini yeniden tanımlama ve dönüştürme gayreti içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Bunun üye devletlerin ortak kararı ve iradesi dışında gerçekleşemeyeceği göz önüne alındığında,NATO’nun devamı doğrultusunda müttefikler arasında bir oydaşma olduğu açık. Dolayısıyla görünür gelecekte, 63 yıllık ittifakın bir yandan küresel güvenlik gündemini, diğer yandan da 60 yıllık müttefik Türkiye’nin iç ve dış politika gündemini meşgul edeceğine şüphe yok.
Keyifli Okumalar.
Dergiye yazı göndermek isteyenler için
E -posta adresi: makale@uidergisi.com
Tanıtım / Değerlendirilmek üzere dergiye kitap göndermek isteyenler için Posta Adresi:
Mitat Çelikpala, Uluslararası İlişkiler Dergisi,
Kadir Has Üniversitesi Merkez Kampüs
Kadir Has Caddesi, 34083 Cibali-İSTANBUL
Bireysel Abonelik ücreti: 4 sayı için 60 TL
Kurumsal Abonelik ücreti: 4 sayı için 250 TL
Abonelik Hakkında bilgi için: abone@uidergisi.com
Abone Formları Derginin Arkasındadır.
http://www.uidergisi.com.tr/
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER
Cilt 9, Sayı 34, Yaz 2012
Özel Sayı
Türkiye’nin Üyeliğinin 60. Yılında NATO: Değişim, Dönüşüm, Süreklilik
http://www.uidergisi.com.tr/wp-content/uploads/2016/06/45_6.pdf
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder