7 Ekim 2017 Cumartesi

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 3


1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 3


Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk-Amerikan İlişkilerini İlgilendiren Konular 

Küreselleşmenin temel akım olduğu, ABD ve AB önderliğinde Batı’nın dünya hâkimiyetinin daha belirginlik kazandığı ve dünya devletlerinin başat güçlerin müdahalesine daha açık hâle geldiği Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde Türk liderler II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi yine yeni düzene dâhil olmayı ve düzenin yürütücüsü ABD’yle birlikte hareket etmeyi seçmişlerdir. Şimdi SSCB gibi tek ve belirgin bir tehdit kaynağı bulunmamaktadır ama Türk liderler belki eskisinden daha fazla tehditlerle kuşatıldıklarını söylemektedirler. Türk 
ekonomisi eskisine göre oldukça güçlüdür, ancak küreselleşme sürecinde rekabet edebilmek için ABD ve AB’yle dengeli ekonomik birlikteliğe gitmesi büyük önem taşımaktadır. Yüksek teknoloji ürünü askerî malzemenin sağlanabileceği en önemli kaynak yine Batı’dır, fakat onları elde etmenin koşullarının eskisi kadar uygun olmayacağı beklenmektedir. Türkiye yine Batı’dan kopmamak için iç sisteminde küresel değerler paralelinde önemli değişiklikler yapmakla karşı karşıya bulunmaktadır. Siyasal İslam’ın yeni düzende temel tehditlerden kabul edilmesi gerçeği doğrultusunda Türk yöneticilerin iç İslamî muhalefete karşı bastırma kampanyasına girişmelerinin bu bakımdan yeterli kabul edilip edilemeyeceği ise belli değildir. Kısacası Türkiye, yeni dünya düzeninin oluştuğu önemli bir dönemeçte bu düzene eskisinden daha aktif bir dünya gücü olarak intibak etme ve katılma süreci yaşamakta ve bu süreçte yine ABD’yle ilişkiler temel öneme sahip bulunmaktadır. 

Soğuk Savaş sonrasında Türk liderlerin en fazla üzerinde durduğu şey, Türkiye’nin dünyanın yeni kriz merkezlerinin tam ortasında bulunduğu 
savıdır. Onlara göre Soğuk Savaş döneminde Türkiye, SSCB’nin genişleme yolları üzerinde bulunması açısından stratejik öneme sahip olmasına rağmen, Batılılar tarafından NATO’nun asıl koruması gereken merkez bölgesinden uzakta, SSCB’yi durdurmak için gözden çıkarılabilecek bir kanat ülkesi olarak görülebiliyordu. Şimdi ise merkez bölge nispeten güvenliğe kavuşurken dünya sistemini etkileyebilecek olayların merkezi Balkanlar, Orta Doğu, Orta Asya ve Uzak Doğu’ya doğru kaymış, Türkiye de tam bu bölgenin merkezinde yer alarak 
NATO’nun en önemli ülkesi ve en stratejik merkez cephesi hâline gelmişti.44 Türkiye tam bir istikrarsızlık denizinin ortasında güvenli bir ada konumundaydı. Çevresindeki bölgesel savaşlar, etnik çatışmalar, terörist faaliyetler, dinî fundamentalizm başta olmak üzere radikal akımların eylemleri, komşu devletlerin kitlesel imha silahlarına ve nükleer silahlara sahip olma çabaları ve bazı devletlerin bölgede hâkimiyet kurma girişimleri hem bölge istikrarının sağlanmasında Türkiye’nin Batı için önemini ortaya koymakta, hem de kendi güvenliği için Türkiye’nin Batı’nın garantisini sağlamasının gerekliliğini vurgulamaktaydı.45 Türkiye için SSCB gibi büyük bir tehdit ortadan kalkmıştı ama hem onun devamı Rusya bölgede etki kurmaya çalışarak zaman zaman Türkiye’nin karşısına çıkabiliyor, hem de İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve Ermenistan gibi devletlerin oluşturdukları tehditler ve onların kendi aralarında yaptıkları anlaşmalar Türkiye’yi güvenlik açısından eskisinden daha rahat bırakmıyordu.46 

Türkiye’nin kriz merkezleriyle çevrili olarak dünyanın en stratejik bölgelerinden birinde bulunması göz önüne alındığında, güvenlik boyutunu vurgulayarak Batı’yla bağların sıkılaştırılmasını savunan yukarıdaki görüşler haklı görünmekte dir. Ancak diğer taraftan Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik açısından Türkiye’nin konumunun güçlendiği de açıktır. Türkiye artık SSCB gibi süper bir gücün tehdidi altında değildir. Düşmanca emeller besleyebilecek komşuları vardır, ancak onlar da fizikî güçlerinin yetersiz olması yanında gerek uluslararası 
toplumdan soyutlandıkları ve maddî manevî baskı altında tutularak güçleri zayıflatıldığı, gerekse SSCB’nin desteğini kaybederek etkilerini yitirdikleri için Türkiye için tehdit oluşturmaktan uzak gözükmektedirler.47 Belki devletlerin Türkiye’ye karşı ortak harekete geçmeleri bir tehdit oluşturabilecektir, ancak o da uluslararası sisteme büyük darbe vurarak kapsamlı çatışmalara neden olacağı için hem ABD gibi büyük güçlerin tepkisini çekebilecek, hem de Türkiye böyle durumda kendi bağlantılarını devreye sokabilecektir. Sonuçta güvenlik boyutuna aşırı önem verilerek tamamen Batı’ya yönelinmesi gerektiği görüşünün, II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi bir abartı taşıdığı izlenimi edinilmektedir. 

Güvenlik endişelerinin ciddiyeti ne olursa olsun yeni ortamda Türkiye’nin birçok sorunla karşı karşıya olduğu açıktır. Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla Türkiye’nin, stratejik açıdan öneminin azalıp azalmadığı, Batı’nın gözünde değerini yitirip yitirmediği sorusu bunlardan biridir. Gerçekte Soğuk Savaş sonrasında Türk yöneticilerin birçok girişimlerinin arkasında Türkiye’nin önemini ispatlamak olduğu birçok gözlemci tarafından teslim edilmektedir. Körfez Savaşı ve sonrasındaki bölgesel krizlerde Türkiye’nin hep ön planda yer almasıyla stratejik öneminin kendiliğinden ispatlandığı belirtilmektedir ama Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin sürekli bir önem taşımaması, marjinalleşme 
eğilimi içine girmesi ve zaman zaman Batı tarafından önemli kararlarda ve olaylarda dikkate alınmaması bir olasılık olarak ortada durmaktadır. Eskiden Türkiye’nin ikinci plana atıldığı durumlarda sistem belirgin olduğu için geri dönüş her zaman mümkün olmuştu. 
Ancak yeni sistemin kurulması aşamasında AB’ye üyelik konusunda olduğu gibi Türkiye’nin çok geri planda kalması ve sistemin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmemesi Türk yöneticiler açısından ciddî bir endişe kaynağıdır. 

Güvenlik konusunda tamamen Batı’ya güvenilip güvenilemeyeceği Türk liderlerin kafasını meşgul eden diğer bir konudur. Eskiden saldırıya uğrama durumunda NATO’nun yardıma gelip gelmeyeceği tartışma konusu yapılmıştı. Karşı blokun ortadan kalktığı, NATO’nun yapılanma, tehdit belirleme, genişleme, yeni görevler üslenme gibi alanlarda bir değişim süreci geçirdiği yeni ortamda ise NATO’nun 
Türkiye’ye yönelik bir saldırıya nasıl karşılık vereceği daha belirsiz hâle gelmiştir. Ayrı ayrı ABD ve Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik gelişmelerde tepkisiz kalabileceği endişesi yanında, NATO’nun hangi saldırılara otomatik karşılık vereceği konusunda bir gri alanın söz konusu olduğu, bunun da en çok Türkiye’yi ilgilendirdiği söylenmektedir. Kanıt olarak öne sürülen de, Körfez Krizi sırasında Türkiye’nin yardım beklentisi karşısında başta Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin oldukça isteksiz davranmasıdır. Zaman zaman Türkiye’ye karşı güvenlik garantisini teyit edici açıklamaların yapılması, ABD’nin bunu göstermek için Türk toprakları üzerinde hava kuvveti bulundurması ve NATO’nun 
Türkiye’nin bulunduğu kanatta varlığını artırmak için AMF gibi projeler sunması da endişeleri tamamen giderememektedir.48 Bu arada Türkiye’nin NATO’ya kapasitesinin üstünde katkıda bulunduğu, karşılığında yeterli yardım, askerî malzeme ve teknoloji alamadığı, ABD’nin belirlediği NATO stratejilerinin Türkiye’nin gerçeklerine uymadığı, onu komşularından uzaklaştırdığı, NATO kararlarında Türkiye’nin etkisiz kaldığı dile getirilen diğer eleştirilerdir.49 Yine de Türk yöneticiler ABD ve NATO bağlantısına Türkiye’nin güvenliği için en iyi 
çözüm olarak bakmaktadırlar.50 Yeni ortamda bekledikleri ise NATO’nun eskiden beri sürdürdüğü kollektif savunma ve saldırılara otomatik karşılık verme ilkelerine bağlı kalması ve Rusya gibi tehdit oluşturacak unsurları gerçek anlamda caydırmasıdır. NATO’nun, Türkiye’nin Batı’ya üyeliğinin sembolü olması, Türkiye’ye Batı forumlarında daha fazla söz hakkı tanıması ve Türkiye üzerindeki Amerikan kontrolü ve baskısını dengelemesi, Türk liderlerin vazgeçemeyeceği diğer hususlardır. 

NATO’nun genişlemesi ve Avrupalı devletlerin NATO’yla ilişkilerini yeniden düzenleyerek kendi savunmalarında daha fazla söz sahibi olmak için AB ve NATO çerçevesinde girişimlerde bulunmaları, hangi noktalara varacaklarının belli olmaması açısından Türk liderleri tedirgin eden konular arasında bulunmaktadır. Türk yöneticiler, kaçınılmaz bir gelişme olarak görünen NATO’nun genişlemesine destek verdiklerini ifade etmektedirler, ancak genişlemeyle birlikte Türkiye’nin öneminin azalacağından da endişe etmekteler ve kademeli bir şekilde yapılması nı, NATO’yu zayıflatmamasını, üçüncü bir tarafa karşı yönetilmemesini ve Rusya’yı üye ülkelerin karşısına dikmemek için Barış İçin Ortaklık projesiyle birlikte yürütülmesini genişlemenin şartları olarak ortaya koymaktadırlar.51 Güvenlik alanında Türk liderlerin başını ağrıtan önemli bir konu da AB üyesi devletlerin Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği çerçevesinde NATO’dan ayrı olarak Avrupa savunma konsepti ve mekanizmalarını oluşturma yoluna gitmeleri ve Türkiye’yi bu savunma oluşumunun dışında tutma 
eğilimi içine girmeleridir.52 Bu gelişmenin, Türk yöneticiler açısından, içteki Batılılaşma çabalarının darbe alması, Batı karşıtı muhalefetin güçlenmesi, ABD karşısında daha zayıf duruma düşülmesi, güvenlik seçeneklerinin önemli oranda azalması, belli konularda Avrupa’nın dayatmasıyla karşılaşılması, Yunanistan’la sorunlar ve Kıbrıs gibi hayatî konularda zor durumda kalınması gibi ciddî mahzurları olduğu açıktır.53 

ABD’nin istemeyerek de olsa Avrupalıların savunma alanındaki girişimlerine destek vermesi ve genel olarak Batı’nın Rusya’ya, Türkiye’ye göre daha hoşgörülü gözle bakmasıyla da Türkiye’nin marjinalleşmesi gibi ciddî bir olasılık da ortaya çıkabilir gözükmektedir. Türk yöneticilerin bu aşamada yaptıkları, ABD’nin de gelişmelerden hoşnut olmayarak Avrupa’nın çabalarını kontrol etmesini beklemek, NATO’nun Transatlantik bağlantısını özellikle vurgulamak, Avrupa’nın güvenlik sorunlarının tartışılması ve çözülmesi için en uygun ve tek 
forumun NATO olduğunu söylemek ve bu arada ABD’nin de desteğini alarak BAB’a tam üye olmak için çaba göstermektir.54 Ortaya çıkan krizlerde 
Türk liderlerin ön planda rol almaya çalışması ve Türkiye’nin Avrupa’nın çıkarları ve güvenliği için vazgeçilmez olduğunu göstermeye gayret etmeleri de büyük ölçüde Avrupa savunma düzenlemelerinin dışında kalmamaya yöneliktir. Avrupalı devletlerle Türkiye’nin güvenlik kaygılarının son zamanlarda farklılaşıp yolların ayrılmaya başlamasının yanında AB’nin, genişleme sürecine Türkiye’yi dahil etmemesi de Türk liderler açısından ciddî bir gelişmedir. Avrupa dışında kalmak Türk dış politikasının temel, vazgeçilmez amaçlarına ulaşılamaması demek anlamına gelecektir, ancak Avrupa’nın isteklerine boyun eğmenin de Türk devletinin doğrudan varlığını tehdit edeceği düşünülmektedir.55 

Rusya’yla ilgili gelişmeler, Türk yöneticileri en fazla ilgilendiren ve kaygılandıran ve ABD’yle ilişkilerine etkide bulunan konuların başında gelmektedir. Türk liderler Rusya’nın BİO’yla ve NATO’yla ilişkilendirilmesine ve AGİT süreci ve AKKA’yla Batı güvenlik sistemi içinde denetim altında tutulmasına büyük önem vermekte ve bu projelere samimi olarak katkıda bulunmaktadırlar.56 Bu çerçevede üzerinde durdukları diğer konular da Ukrayna gibi Rusya’nın önemli komşularıyla ilişkileri geliştirmek, Rusya’nın NATO’da kararlara etkide 
bulunabilecek bir konuma gelmemesi ve Türkiye aleyhine olabilecek davranışlar da bulunmamasıdır. Nükleer silahlara sahip bulunan, Orta Asya ve Kafkasya’da etkisini yeniden kurmaya yönelen, Türkiye’nin düşman kabul ettiği ülkelerle yakın ilişkilere giren, Boğazların kullanımı ve Orta Asya petrolünün Batı’ya taşınmasında Türkiye’yle anlaşmazlıklara düşen Rusya konusunda Türk liderlerin dikkatli olması beklenen bir durumdur.57 Düşmanlığını çekmemek, iç politikasına etkisini sınırlamak ve ekonomik ilişkileri devam ettirebilmek için Türkiye, Rusya’yla ilişkilerini normal düzeyde tutmak durumunda kalmaktadır ama Rusya’nın, NATO’nun genişlemesine muhalefet etmemesi ve Baltık 
devletlerini serbest bırakması karşılığında Batı’nın anlayışını kazanarak AKKA tavanlarını ihlâl etmesi Türk yöneticiler için sorun oluşturmaktadır.
58 Bu şekilde Rusya Türkiye aleyhine bölgedeki önemini artırmakta, ayrıca Batı’nın bazı durumlarda Rusya’yı Türkiye’ye tercih edebileceği 
de ortaya çıkmaktadır. 

Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini etkileyecek sorunları yukarıdakilerle sınırlı değildir. Azeri-Ermeni çatışmasında Türkiye’nin haklı taraf olan ve kendisiyle kültürel ırksal bağları bulunan Azerbaycan’a yardım edememesi, ABD’yle bağlarının getirdiği kısıtlamaya iyi bir örnektir. Kamuoyunun Azerilere yardım edilmesi yönündeki yoğun baskılarına rağmen Türk yöneticiler, başta ABD olmak üzere Batılı devletleri kızdırmamak için Azerbaycan’ın yüzde 20’sinin işgal edilmesini ve Elçi Bey’in iktidardan uzaklaştırılışını seyretmek ve Azerilerin savunma ittifakı 
teklifini geri çevirmek zorunda kalmışlardır.59 Ermenilere yardım gönderilmesine aracı olması konusunda Amerikan baskısı altında kalan Türkiye, Irak sorununda ABD’nin isteklerine uymaktan dolayı büyük ekonomik kayıplara uğramış, Irak ve bölge devletleriyle ilişkilerini bozmuş, Irak’ın parçalanmışlığından ve güçsüzlüğünden dolayı ayrılıkçı PKK hareketinin güçlenmesiyle güvenliği tehlikeye girmiş, Çevik Güç’e destek vermek ve sınır ötesi operasyonlar yapmak zorunda kalarak bölgenin karmaşık politikalarının ve çatışmalarının içine çekilmiş, Batı’yla ilişkilerinin kötüleşmesinin zeminini hazırlamış ve Irak’ın bölünmüşlüğünün önüne geçemeyerek bölgenin dengelerini sarsacak 
bir faktörün varlığını devam ettirmesini kabullenmek durumunda kalmıştır.60 ABD’nin, politikalarıyla Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının yolunu açması, Kürtlerle fazla ilgilenerek Kürt kozunu bölge ülkelerine karşı kullanabileceği izlenimini vermesi, zaman zaman Türkiye’nin Kürt sorununa karışarak insan hakları suçlamalarında bulunması ve siyasî çözüm önermesi de Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde katlanmak zorunda kaldığı diğer olumsuzluklar dır.61 Ancak diğer taraftan Türkiye’nin, ABD’ye, PKK’yı terörist örgüt olarak kabul etmesi, PKK’ya karşı sınır ötesi operasyonlarına göz yumması ve Avrupalıların aksine terörizmle mücadelesini desteklemesi açısından 
muhtaç olduğu da bir gerçektir. Türkiye’nin hayatî gördüğü Yunanistan’la ilgili sorunları ve Kıbrıs meselesini ABD’nin rahatsızlık unsurları olarak görerek çözüm yolunda baskı yapması da Türk yöneticileri ABD’yle ilişkilerinde sıkıntıya sokmaktadır. Türk liderler, bir taraftan bu konularda tâviz vermemek için diretmekte, bir taraftan da Batı’dan uzaklaşmasına neden olabilecek bu sorunların bütün meselelerde karşısına çıkarılmasından rahatsızlık duymaktadırlar.62 

Yukarıdaki sorunlarda ve başka uluslararası olaylarda Batı’nın Türkiye’nin beklediği tepkiyi vermemesi ve Türkiye’ye artık fazla önem vermediğini gösterir şekilde Türk yöneticilerin hassasiyetlerini dikkate almaması, bir taraftan geleneksel Türk yönetici kesimini, Türkiye’nin büyüklüğünü ve Batı’ya muhtaç olmadan yaşabileceğini vurgulayan açıklamalar yapmaya iterken,63 diğer taraftan da Batı’ya güvenilemeyeceği savını öne süren İslamcı ve Milliyetçi kesimleri haklı çıkararak onların Türk iç politikasında olduğu kadar dış politikasında da etkilerini artırmalarında rol oynamıştır.64 Bu noktada geleneksel yöneticiler ve askerî çevreler, Batı’nın, tavrını devam ettirmesi hâlinde 
Türkiye’de ve bölgede fundamentalizmin hâkimiyet elde ederek Batı’nın güvenliği için büyük bir tehdit haline geleceği uyarısında bulunsalar da, aynı zamanda kendileri de başka seçenekler aramaktadırlar böylece Batı’nın kendilerine gereken önemini vermesini sağlamayı da ummaktadırlar.65 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder