Mesut ŞÖHRET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mesut ŞÖHRET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2020 Salı

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 6

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 6




Son olarak bir başka eleştiri noktası ise genelde Eleştirel Okula olsa da Aberystwyth Ekolünü de kapsamaktadır. Buna göre Eleştirel güvenlik düşüncesi, etik, kozmo politikacılık adalet gibi gerek güvenlik literatüründe gerekse jargonunda alışılmamış kavramlar üzerine inşa edildiğinden, eleştirmenlerce soyut ve ütopik bulunmaktadır.

Sonuç

Güvenlik kavramı insanlar tarafından zamana ve mekana göre türetilen bir kavram olduğundan sabit veya durağan bir yapıda değildir. Bu bakımdan zaman ve mekan değiştikçe insanların güvenlik algılamaları da değişime uğramıştır. Bu bakımdan güvenlik gerek soyut bir kavram olarak gerekse pratik bir araç olarak özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar evrim geçirmiş ve dönüşümlere (transformations) uğramıştır. 21. yüzyılın ilk 10–15 yılını yaşadığımız bu döneme gelinceye kadar genel bir değerlendirme yapacak olursak bu alanda yaşanan en büyük değişim güvenliğin devletten bireye doğru bir süreç geçirmiş olmasıdır. Bir başka deyişle dünyada güvenliğin sağlanmasında salt askeri yöntemlerin  uygulandığı bir güç mücadelesinden esnek (yumuşak) güç araçlarının kullanıldığı yeni bir döneme geçildiğini söylememiz mümkündür.

Güvenlik Soğuk Savaş dönemi boyunca devlet merkezli (state centric) teoriler tarafından açıklanmaya çalışılsa da özellikle 1970 yıllarda başlayan insan ihtiyaçlarındaki değişimle birlikte güvenlikte yaşanan değişime endeksli olarak güvenlik alanında genişleme, derinleşme ve yayılma içerikli kapsam genişlemesi yaşanmış ve yaşanmaktadır. Bu açıdan genel bir gözlemle Soğuk Savaş sonrası güvenlik çalışmalarının geleneksel devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarına bir eleştiri üzerine kurulu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu noktada devlet merkezli olmayan yaklaşımların en belirgin özelliği devletin esas itibariyle uluslararası politikada merkezi ve tek aktör olmadığı tezini savunmasıdır. Bunun güvenliğe uyarlaması da devlet güvenliğinin birey güvenliğinin üstünde olduğu yaklaşımının tersine bir yön ve güvenlik yöntemini belirleyen ve onun sağlanmasından sorumlu olan devlete karşı devlet dışı aktörlerin de güvenliğin sağlanması noktasında harekete geçebilecekleri şeklinde bir anlayış olarak meydana çıkmıştır.

Bir bakıma yeni bir dönemde bu yeni dönemi açıklamaya çalışan ve yeni güvenlik anlayışları diyebileceğimiz bu güncel yaklaşımların beslendiği temel durum, aktör düzeyinde yaşanan değişimlerdir. Çünkü Soğuk Savaş Dönemi’nin statikleştirdiği içerisi/dışarısı (inside/outside) ilişkisi çözülmüş, devletten daha alt düzeyde aktörler dış politika yapım sürecinde etkili hale gelmişlerdir. Devletin tek karar verici olduğu dönem geride kalmış, iç politikada ise siyasi tavır alışlar, ideolojiler, dünya görüşleri ulusal çıkarın tanımlanması sürecine dâhil olmuş, önceki dönemin tersine dış politika, bir anlamda iç politikanın uzantısı haline gelmiştir. Dış politikada toplumsal taleplerin belirleyiciliğinin artması ya da karar alma sürecinin demokratikleşmesiyle dış politika analizinde ele alınması gereken değişken sayısı artmıştır.

Bu nedenle güvenlik kavramının yeni güvenlik çalışmaları ile birlikte gerek kapsamı gerekse boyutu genişlemiş ve derinleşmiştir. Genişleme, derinleşme ve yayılma unsurları da bu çerçevede; pratikteki güvenlik sektörleri (politik, askeri, çevresel, toplumsal ve ekonomik güvenlik) ayrımı, güvenlik seviyeleri (birey, ulus, uluslararası) ya da güvenlikte var olan derecelendirmeler ekseninde gerçekleşmiştir. 1990’larla birlikte hız kazanan küreselleşme, bölgesel korunma ve siyasi egemenlik gibi konuların yanı sıra yeni gündem maddeleri ortaya
çıkmaya başlamıştır. İnsan hayatı için Risk faktörleri olarak adlandırılan bu yeni güvenlik konuları, insan hakları ihlallerinden uluslararası kaçak göçe, arıların bozulan yaşam döngüsünden iklim değişikliği ve küresel ısınmaya, domuz gribi, kuş gribi, vs. gibi salgın hastalıklardan ulus-aşırı suç örgütleri ve insan kaçakçılığına kadar değişen geniş bir yelpazede çeşitlilik arz etmektedir. Her ne kadar bu gibi yeni konular ve sorunlar devletler arası savaş sebebi teşkil etmese de etnik çatışma, gerginlik ve istikrarsızlığa sebep olabilecek potansiyele
sahiptir.105Güvenliğin fiziksel zeminden giderek bağımsızlaşması, tehditlerin çeşitlenmesi ve kimlik konularının ağırlık kazanması güvenliğin alanının genişlediğini ve derinleştiğini ortaya koymaktadır.

Yaşanan bu küreselleşme süreci güvenliği bir bakıma fiziksel zemininden koparmıştır.106 Güvenliğin bölgesel koruma ve egemenlik gibi tanımlamaları zayıflamış; bilgi, çevre ve teknoloji ağırlıklı yeni güvenlik tanımlamaları geliştirilmiştir. Silahların teknolojik donanımlarla akıllı silahlar haline dönüştürülmesinin gösterdiği gibi, bilgi ve teknoloji askeri alana nüfuz etmiştir. İşte Bütün bu değişimler ışığında Kopenhag ve Aberystwyth Ekolü gibi yeni güvenlik teorileri gelişmeye başlamıştır. Söz konusu bu iki Ekol günümüz güvenlik çalışmaları içinde öncü bir konuma sahip olup 21. yüzyıl güvenlik konularını açıklamada referans noktaları olarak kabul edilmektedir. Bir başka deyişle yaşadığımızda dönemdeki yeni güvenlik çalışmalarının genel çerçevesini Kopenhag ve Aberystwyth Ekolü’nün çizdiğini söylemek mümkündür. 

Kopenhag Ekolü’nün ortaya koyduğu çok boyutlu ve çok sektörlü güvenlik kavramsallaştırması ve Aberystwyth Ekolü’nün güvenliği özgürleşme kavramıyla
ilişkilendirmesi, klasik güvenlik anlayışından yeni güvenlik anlayışına geçişi simgelemektedir.

Ayrıca söz konusu bu ekollerin güvenlik alanına en büyük katkılarının güvenliğin siyasiliğine yaptıkları vurgu oluşturmaktadır. Her ne kadar yukarıda belirtildiği gibi bu konuda iki ekol birbirinden farklı 2 bakış açısına sahip olsa da (Kopenhag Ekolü bir sorunu siyaset dışına çıkarmayı olumlu olarak görürken Aberystwyth Ekolü konunun siyasallaşmasına olumlu bakmaktadır.) güvenlikleştirme meselesinde kimin güvenliğinin sağlanacağı (hangi devletlerin, bireylerin, grupların veya kesimlerin) sorusunun önemine işaret etmektedir. Devletten ziyade bireyi güvenliğin merkezine koyan bu anlayışa göre güvenlik, özgürleşmeye yani bir bireyin güvenlik kaygısı duymadan istediği ve yapabileceği her şeyi yapması ve gerçekleştirmesine de hizmet etmektedir.

Bu bakımdan içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda artık güvenlik, insanların çeşitli maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamakla görevli bürokratik kurumların ve oluşumların yer aldığı bir yapı olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca günümüz dünyasında güvenliği tanklar, tüfekler, toplar, askerler değil; bireyi özgürleş tiren, barışı sağlamak için çaba harcayan ve sorunları diyalog yoluyla çözmeyi hedefleyen güçlü siyasi inisiyatifler sağlamaktadır. Soğuk Savaş Dönemi için örgütlenmiş ulusal güvenlik devleti yapılarını zorlamaktadırlar.

Çünkü güvenliğin sadece askerî, polisiye ve idari bir olgu olmadığı; ekonomik güvenlik, bilgi ve ekolojik güvenlik gibi alanları da içine alacak şekilde güvenliğin tanımsal kapsamının genişlediği; bu bağlamda birçok kurumu, grubu ve kişiyi ilgilendirdiği bir gerçekliktir. 

   Bu Nedenle Özellikle 11 Eylül sonrası yeniden şekillenen küresel düzen, yeni siyasetin öznelerini çeşitlendirerek, devlet ve devlet-dışı aktörlerin tamamına güvenliği sağlama görevi yüklemektedir.

Kaynakça

Açıkmeşe, Sinem Akgül, “Güvenlik Çalışmalarında Değişim”, Strateji ve Güvenlik, Mustafa Aydın ve Ahmet Haluk Atalay (Eds.), TC. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayını No: 1692, 2012

Açıkmeşe, Sinem Akgül, “Kopenhag Okulu Realist Güvenlik Çalışmalarında Aktör, Tehdit ve Politika: Avrupa Güvenliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008

Aktaş, Altan, Güvenlikleştirme Yaklaşımı Ve Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Anlayışındaki Dönüşüm, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt.1, Sayı.2, 2011, ss.7–47

Alberth, Johan and Henning Carlsson, Critical Security Studies, Human Security and Peace, Linköping University, Spring 2009, s.5, 
http://www.iei.liu.se/stat/utbildning-grundniva/c-_och_d uppsatser/juni%202009/1.120303/D-uppsatsJohanAlberthHenningCarlssonNY.pdf
(Erişim Tarihi:21 Eylül 2013)

Aradau, Claudia, “Security and the Democratic Scene: Desecuritization and Emancipation.” Journal of International Relations and Development,Cilt.7, 2004, ss.388-413

Aras Bülent and Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran.”Security Dialogue, Cilt.39, Sayı.5, 2008, s.512, ss.495–515

Aras, Bülent, Şule Toktaş ve Ümit Kurt, Araştırma Merkezlerinin Yükselişi: Türkiye’de Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Kültürü, SETA Raporu, Kasım 2010, ss.1–188

Ataman, Muhittin, “Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti”, Alternatif Politika, Cilt. 1, Sayı. 1, 2009

Atlant, Kristian and Kristin Ven Bruusgaard, “When Security Speech Acts Misfire: Russia and the Elektron Incident”, Security Dialogue, Cilt. 40, Sayı. 1, 2009, s.336, ss.333–353

Balzacq,Thierry Braspenning, “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context.” Europen Journal of International Relations, Cilt. 11, Sayı.2, 2005, s.182, ss.171–201

Bardakçı, Selma, Bölgesel Güvenlik ve Bölgesel Çatışma Ekseninde ASEAN Örneği, (04.02.2011), http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/diger/529-bolgesel-guvenlik
(Erişim Tarihi:18 Eylül 2013)

Bellamy, Alex J. and M. McDonald, “Securing International Society: Towards an English School Discourse of Security,” Australian Journal of Political Science, Cilt.39, Sayı.2, ss.307–330

Bilgin, Pınar, Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt. 28, Sayı.14, 2010, ss. 69 – 96

Booth, Ken, “Critical Expolorations”, Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005

Booth, Ken, “Security and Emancipation”, Review of International Studies, Cilt.17, Sayı.4, 1991,ss.313–326,   http://didierbigo.com/students/readings/booth1991emancipationsecurity.pdf
(Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)

Booth, Ken, “Security and Self: Reflections of a Fallen Realist”, Keith Krause ve Michael C. Williams (Eds.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997, ss. 83–120

Booth, Ken, “Theory of World Security”, Bilim ve Sanat Vakfı Yuvarlak Masa Toplantıları, 26.11.2011,http://www.bisav.org.tr/merkez.aspx?module=yuvarlakmasaayrinti&dizi=1&alttu
rid=80&menuID=9_6_80&merkezid=6&yuvarlakmasaid=876 (Erişim Tarihi:21 Eylül 2013)

Booth, Ken, “Three Tyranny”; Human Rights in a Global Politics, Tim Dunne and Nicholas J. Wheeler (Eds.), Cambridge, Cambridge University Press, 1999

Brauch, Hans Günter, “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”,Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sayı.18, 2008,ss.1–47

Buzan, Barry, “Askeri Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 5, Sayı. 18 2008, ss. 107–123

Buzan, Barry, People, States and Fear: An Agenda For International Security Studies in the Post Cold War Era, Hemel Hampstead, Harvester Wheatsheaf, Boulder, Co. Lynne Rienner, 1991

Buzan, Barry et all., Security: A New Framework for Analysis, London, Lynne Rienner Publishers, 1998

Cha, Victor D. “Globalization and the Study of International Security,” Journal of Peace Research, Cilt. 37, Sayı.3, 2000, ss.391- 403

Collins, Alan, “Securitization, Frankenstein's Monster and Malaysian Education,” The Pacific Review, Cilt. 18, Sayı. 4, 2005, p.570, pp.565–586

Çapat, Hali, Kopenhag Okulu Çerçevesinde Bölgesel Güvenlik Kompleksi Kavramı ve Karadeniz’de AB-ABD Güvenlik Algılamaları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2008

Finland, http://en.wikipedia.org/wiki/Finland (Erişim Tarihi:12 Eylül 2013)
Fransa’da Türban Yasağı, (11.02.2004)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=105772 (Erişim Tarihi:12 Eylül 2013)

Gromes Thorsten and Thorsten Bonacker, The Concept of Securitisation as a Tool for Analysing the Role of Human-Rights-Related Civil Society in Ethno-Political Conflicts, SHUR Working Paper Series, 2007, 
http://shur.luiss.it/files/2008/10/shurwp05-07.pdf (Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)

Huysmans, Jef, “Revisiting Copenhagen: Or, On the Creative Development of a Security Studies Agenda in Europe”, European Journal of International Relations, Cilt. 4, Sayı.4, 1998, ss. 479–505

Immanent Critique, http://en.wikipedia.org/wiki/Immanent_critique (Erişim Tarihi:21 Eylül 2013)

İnsani Kalkınma İndeksi, http://tr.wikipedia.org/wiki/İnsani_Gelişme_Endeksi (Erişim Tarihi:18 Eylül 2013)

İşyar, Ömer Göksel, “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt.2, Sayı.3, 2008, ss.1–42

Kahler, Miles, Economic Security in an Era of Globalization: Definition and Provision, The Pacific Review, Cilt. 17 Sayı. 4, 2004, ss.485–502

Kaliber, Alper, “Türkiye’de Güvenlikleştirilmiş Bir Alan Olarak Dış Politikayı Yeniden Düşünmek: Kıbrıs Örneği” Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 2, Sayı.7, 2005, ss.31–60

Karabulut, Bilal, “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler: Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23,2009, s.6–7, ss.1–11 Kazakistan, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kazakistan (Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)

Kelstrup, Morten, “Globalisation and Societal Insecurity: the Securitisation of Terrorism and Competing Strategies for Global Governance”, Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace Research, Stefano Guzzini and Dietrich Jung (Eds.), Londra, Routledge, 2004, ss.106–116

Knudsen, Olav F. “Post-Copenhagen Security Studies: Desecuritizing Securitization.” Security Dialogue, Cilt.32, Sayı.3, 2001, ss.355–368

Krakov, Mesjasz, “Ekonomik Güvenlik”,Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sayı.18, 2008

Laustsen, Carsten Bagge and Ole Waever, “In Defence of Religion: Sacred Referent Objects for Securitization”, Millenium. Journal of International Studies, Cilt.29, Sayı.3, ss. 705–739 Letonya, 
http://en.wikipedia.org/wiki/Latvia (Erişim Tarihi:13 Eylül 2013)

Linklater, Andrew, “Political Community and Human Security”, Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005, ss.113–131 Makedonya, http://tr.wikipedia.org/wiki/Makedonya_Cumhuriyeti_demografisi
(Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)

Miş, Nebi, “Güvenlikleştirme Teorisi ve Siyasal Olanın Güvenlikleştirilmesi”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt.6, Sayı.2, 2011, ss.345, 381

Monteleone, Carla, “The New Transatlantic Agenda: Transatlantic Security Relations between Post-Hegemonic Cooperation and Interdependence,” Journal of Transatlantic Studies, Cilt. 1, Sayı.1, 2003, ss. 87–10

Ruane, Joseph and Jennifer Todd, “Communal Conflict and Emancipation: The Case of Northern Ireland” Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005, ss.237–255

Sandıklı, Atilla and Bilgehan Emeklier, 21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve
Yaklaşımları, Uluslararası Balkan Kongresi Bildiri Kitabı, 28–29 Nisan 2011, Kocaeli Üniversitesi

Sandıklı, Atilla ve Bilgehan Emeklier, Güvenlik Yaklaşımlarında Değişim ve Dönüşüm, s.57, ss.1–68, http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/kitaplar/sandikli_emeklier.pdf
(Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)

Sritzel, Holger, “Towards a Theory of Securitization: Copenhagen and Beyond”, European Journal of International Relations, Cilt.13, Sayı.3, 2007, ss.357–383

Stiglitz, Joseph E. Making Globalization Work, New York, W.W. Norton & Company 2006 Tabak, Hüsrev, Uluslararası İlişkilerde Değişen Güvenlik Algılamaları Ekseninde Avrupa Güvenliği, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2008

Tickner, J.Ann, “Introducing Feminist Perspectives into Peace and World Security Courses”, Women's Studies Quarterly, Vol: 23, Sayı. 3-4, 1995, ss.48-57
http://www.jstor.org/stable/40003499 (Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)

Waewer, Ole, “Securitisation: Taking Stock of A Research Programme in Security Studies” Unpublished Manuscript, 2003, s.12, http://www.docstoc.com/docs/906178/securitizationdiagram
(Erişim Tarihi:11 Eylül 2013)

Waewer, Ole, “Securitization and Desecuritization”, On Security, Ronnie D. Lipschutz (Eds.) New York, Columbia University Press, 1995, ss.46–88

Waewer, Ole, “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sayı.18, 2008, s.153, ss.151–178

Waewer, Ole, “Insecurity, “Security, and Asecurity in the West European Non-war Community”, Security Communities, Emanuel Adler and Michael Barnett (Eds.), Cambridge, Cambridge University Press, ss.69–118

Wendt, Alexander, “Constructing International Politics”, International Security, Cilt.20, Sayı.1, 1995

Westing, Arthur H. Comprehensive Security for The Baltic: An Environmental Approach, Prio, Oslo, 1989

Wıllıams, Michael C. “Words, Images, Enemies: Securitisation and International Politics”, International Studies Quarterly, Cilt. 47, Sayı.4, 2003, ss.511–531


DİPNOTLAR;

1 Pınar Bilgin, Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt. 28, Sayı.14, 2010, s.76, ss. 69–96
2 Muhittin Ataman, “Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti”, Alternatif Politika, Cilt. 1, Sayı. 1, 2009, s. 23, ss.
3 J.Ann Tickner, “Introducing Feminist Perspectives into Peace and World Security Courses”, Women's Studies Quarterly, Vol: 23, Sayı. 3–4, 1995, s.48, ss.48–57 http://www.jstor.org/stable/40003499
4 Pınar Bilgin, Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları, s.75
5 Bilal Karabulut,“Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler: Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, 2009, s.6–7, ss.1–11
6 Hüsrev Tabak, Uluslararası İlişkilerde Değişen Güvenlik Algılamaları Ekseninde Avrupa Güvenliği, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2008, s.2
7 Hans Günter Brauch, “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 5, Sayı.18, 2008, s.22–23 ss.1–47
8 Hans Günter Brauch, “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması, a.g.e., s.11
9 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, 21. Yüzyılda Yeni Güvenlik Anlayışları ve Yaklaşımları, Uluslararası Balkan Kongresi Bildiri Kitabı, 28 – 29 Nisan 2011, Kocaeli Üniversitesi, s.28
10 Jef Huysmans, “Revisiting Copenhagen: Or, On the Creative Development of a Security Studies Agenda in Europe”, European Journal of International Relations, Cilt. 4, Sayı.4, 1998, s. 479 – 480, ss. 479–505
11 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, London, Lynne Rienner Publishers, 1998, s.7
12 Alexander Wendt, “Constructing International Politics”, International Security, Cilt.20, Sayı.1, 1995, s.73
13 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysi, s.23–24
14 Ken Booth, “Security and Self: Reflections of a Fallen Realist”, Keith Krause ve Michael C. Williams (Eds.),
     Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997, s.111, ss. 83– 120
15 Ole Waewer, “Securitisation: Taking Stock of A Research Programme in Security Studies” Unpublished Manuscript, 2003, p.12, http://www.docstoc.com/docs/906178/securitization-diagram (Erişim Tarihi:11 Eylül 2013)
16 2004 yılında Fransa'da iktidar ile muhalefet işbirliği yaparak devlet okullarında dini simgelerin kullanılmasını yasakladı. Müslümanların başörtüsü, Yahudilerin kippa, Sihlerin sarık giymeleri ve Hıristiyanların görünür biçimde haç takmalarını yasaklayan yasa tasarısı dün parlamento onayını aldı. Parlamentoda 36'ya 494 oyla kabul edilen 4 maddelik yasa tasarısı o dönemde başta Müslümanlar olmak üzere ülke içindeki ve dışındaki birçok kesimden özgürlükleri kısıtladığı gerekçesiyle büyük tepki gördü. Bkz. Fransa’da Türban Yasağı, (11.02.2004) 
 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=105772  (Erişim Tarihi:12 Eylül 2013)
17 Örneğin Türkiye’de türban tartışmalarının yaşandığı dönemde insanların demokratik alanları daraltılmış ve birçok hakları kısıtlanmıştır. Bunun sonucunda o dönemde birçok türbanlı öğrencinin eğitim hakkı ve birçok kişinin çalışma hakkı engellenmiştir. Bu durum o dönemde Türk devleti’nin yönetiminde bulunan elitleri tarafından siyasal bir seçim yapılarak güvenlikleştirildiğinden konu bu noktaya kadar gelmiştir. Yaşanan sürecin sonucunda o dönemde bu sorunu siyasallaştıran kesimler zaman içinde iktidardan uzaklaşmışlardır.
18 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysi, s.28–29
19 Miles Kahler, Economic Security in an Era of Globalization: Definition and Provision, The Pacific Review, Cilt. 17 Sayı. 4, 2004, s.486, ss.485–502
20 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, a.g.e., s.7
21 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, a.g.e., s.97
22 İnsani Kalkınma İndeksi, 1990 yılında, Pakistanlı ekonomist Mahbub ul Haq tarafından geliştirilmiştir. Daha sonra Nobel sahibi Hint Amartya Sen ve Yale’den Gustav Reins ve London School of Economics’den Lord Meghnad Desai’nin yardımlarıyla güncellenmiştir. İndeks, dünya ülkelerinin ortalama yaşam süresi, okuryazarlık oranı, eğitim ve yaşam standartlarını sunan karşılaştırmalı bir çalışmadır. Bu indeks, refahı, özellikle de çocuk refahını saptamakta standart oluşturur. Bir ülkenin gelişmiş, gelişmekte olan veya gelişmemi olup olmadığını belirlemek ve ekonomi siyasalarının yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini ölçmek amacıyla kullanılır. BM Kalkınma Programı tarafından hazırlanan Bireysel Kalkınma Raporları çerçevesinde yıllık olarak basılmaktadır.
Bkz. İnsani Kalkınma İndeksi, http://tr.wikipedia.org/wiki/İnsani_Gelişme_Endeksi (Erişim Tarihi:18 Eylül 2013)
23 Mesjasz Krakov, “Ekonomik Güvenlik”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 5, Sayı.18, 2008, s.145
24 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysi, s.107
25 Joseph E. Stiglitz, Making Globalization Work, New York, W.W. Norton & Company 2006, s.9
26 Joseph E. Stiglitz, Making Globalization Work, New York, a.g.e., s.9-13
27 Ole Waewer, “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sayı.18, 2008, s.153, ss.151–178
28 Morten Kelstrup, “Globalisation and Societal Insecurity: the Securitisation of Terrorism and Competing Strategies for Global Governance”, Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace Research, Stefano Guzzini and Dietrich Jung (Eds.), Londra, Routledge, 2004, ss.106–116
29 Ole Waewer, “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, a.g.e., s.157–158
30 Ole Waewer, “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, a.g.e., s.159
31 Finland, http://en.wikipedia.org/wiki/Finland (Erişim Tarihi:12 Eylül 2013)
32 Letonya’da nüfusun yaklaşık %62’si Leton orijinlidir. Bkz. Letonya, http://en.wikipedia.org/wiki/Latvia
(Erişim Tarihi:13 Eylül 2013)
33 Kazakistan’da nüfusun yaklaşık %63’ü Kazak orijinlidir. Bkz. Kazakistan,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kazakistan (Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)
34 Makedonya’da nüfusun yaklaşık %64’ü Makedon orijinlidir. Bkz. Makedonya,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Makedonya_Cumhuriyeti_demografisi (Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)
35 Ole Waewer, “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, a.g.e., s.155 – 156
36 Antropojen: İnsanlar tarafından doğal orman örtüsünün tahrip edilmesi sonucu bu orman alanlarının yerinde oluşan bozkır.
37 Halit Çapat, Kopenhag Okulu Çerçevesinde Bölgesel Güvenlik Kompleksi Kavramı ve Karadeniz’de ABABD Güvenlik Algılamaları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2008, s.19
38 Halit Çapat, Kopenhag Okulu Çerçevesinde Bölgesel Güvenlik Kompleksi Kavramı, a.g.e., s.20
39 Halit Çapat, Kopenhag Okulu Çerçevesinde Bölgesel Güvenlik Kompleksi Kavramı, a.g.e., s.20-21
40 Barry Buzan, “Askeri Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 5, Sayı. 18 2008, s.108, ss. 107–123
41 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, a.g.e., s.34

42 Pınar Bilgin, a.g.e., p.81-82
43 Ole Weaver, “Insecurity, “Security, and Asecurity in the West European Non-war Community”, Security Communities, Emanuel Adler and Michael Barnett (Eds.), Cambridge, Cambridge University Press, p.69–70,pp.69–118
44 Ole Weaver, “Securitization and Desecuritization”, On Security, Ronnie D. Lipschutz (Eds.) New York, Columbia University Press, 1995, s.47, ss.46 – 88
45 Pınar Bilgin, a.g.e., s.83
46 Pınar Bilgin, a.g.e., s.83
47 Ole Weaver, “Securitization and Desecuritization”, a.g.e.,s.56
48 Pınar Bilgin, a.g.e., p.81-82
49 Nebi Miş, “Güvenlikleştirme Teorisi ve Siyasal Olanın Güvenlikleştirilmesi”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt.6, Sayı.2, 2011, s.350, ss.345, 381
50 Kristian Atlant, ve Kristin Ven Bruusgaard, “When Security Speech Acts Misfire: Russia and the Elektron Incident”, Security Dialogue, Cilt. 40, Sayı. 1, 2009, s.336, ss.333–353
51 Ole Waever, “Securitisation and Desecuritisation”, a.g.e., s.56
52 Michael C. Wıllıams, “Words, Images, Enemies: Securitisation and International Politics”, International Studies Quarterly, Cilt. 47, Sayı. 4, 2003, s.523, ss.511–531
53 Thorsten Gromes and Thorsten Bonacker, The Concept of Securitisation as a Tool for Analysing the Role of  Human-Rights-Related Civil Society in Ethno-Political Conflicts, SHUR Working Paper Series, 2007,
 http://shur.luiss.it/files/2008/10/shurwp05-07.pdf (Erişim Tarihi:14 Eylül 2013)
54 Alan Collıns, “Securitization, Frankenstein's Monster and Malaysian Education,” The Pacific Review, Cilt. 18, Sayı. 4, 2005, p.570, pp.565–586
55 Alper Kaliber, “Türkiye’de Güvenlikleştirilmiş Bir Alan Olarak Dış Politikayı Yeniden Düşünmek: Kıbrıs Örneği” Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 2, Sayı.7, 2005, s.36, ss.31–60
56 Michael C. Wıllıams, “Words, Images, Enemies: Securitisation and International Politics”, a.g.e., p.513
57 Alper Kaliber, “Türkiye’de Güvenlikleştirilmiş Bir Alan Olarak Dış Politikayı Yeniden Düşünmek” s.36
58 Carsten Bagge Laustsen and Ole Waever, “In Defence of Religion: Sacred Referent Objects for Securitization”, Millenium. Journal of International Studies, Cilt.29, Sayı.3, s.708, ss. 705–739
59 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Kopenhag Okulu Realist Güvenlik Çalışmalarında Aktör, Tehdit ve Politika: Avrupa Güvenliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008, s.175
60 Holger Sritzel, “Towards a Theory of Securitization: Copenhagen and Beyond”, European Journal of International Relations, Cilt.13, Sayı.3, 2007, s.358, ss.357–383
61 Ole Weaver, “Securitization and Desecuritization”, a.g.e.,s.55
62 Ole Weaver, “Securitization and Desecuritization”, a.g.e.,s.57
63 Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, s.25–26
64 Barry Buzan, People, States and Fear: An Agenda For International Security Studies in the Post Cold War Era, Hemel Hampstead, Harvester Wheatsheaf, Boulder, Co. Lynne Rienner, 1991, s.190
65 Ömer Göksel İşyar, “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt.2, Sayı.3, 2008, s.16, ss 1–42
66 Ömer Göksel İşyar, “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama”s.16
67 Ömer Göksel İşyar, “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama” s.17
68 NATO örneğinde olduğu gibi bölgesel güvenlik kavramı ideolojik olarak kurumsallaşan NATO’da şekillenmiştir.
69 Selma Bardakçı, Bölgesel Güvenlik ve Bölgesel Çatışma Ekseninde ASEAN Örneği, (04.02.2011)
     http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/diger/529-bolgesel-guvenlik (Erişim Tarihi:18 Eylül 2013)
70 Selma Bardakçı, a.g.m
71 Olav F. Knudsen, “Post-Copenhagen Security Studies: Desecuritizing Securitization.” Security Dialogue, Cilt.32, Sayı.3, 2001, s.359, ss.355–368
72 Olav F. Knudsen, “Post-Copenhagen Security Studies: Desecuritizing Securitization.”a.g.e, s.360
73 Claudia Aradau, “Security and the Democratic Scene: Desecuritization and Emancipation.” Journal of International Relations and Development,Cilt.7, 2004, s.392, ss.388-413
74 Altan Aktaş, Güvenlikleştirme Yaklaşımı Ve Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Anlayışındaki Dönüşüm, Sosyal  Bilimler Dergisi, Cilt.1, Sayı.2, 2011, s.22, ss.7–47
75 Olav F. Knudsen, “Post-Copenhagen Security Studies: Desecuritizing Securitization.”a.g.e, s.365
76 Bu eleştirilere kısmen katılmak mümkün olsa da aslında Kopenhag Ekolü’nün tam olarak Knudsen’in iddia ettiği yönde bir varsayımı ya da iması olduğu söylenemez. Çünkü zaten Buzan güvenlikleştirme yaklaşımıyla, insanlar için “gerçek güvenliğin ne olabileceği ve elitler tarafından savunulanların ötesinde esas güvenlik sorunlarının neler olduğu gibi konularda konuşma girişiminden imtina ettiklerini belirtmektedir.
77 Bülent Aras and Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran.” Security Dialogue, Cilt.39, Sayı.5, 2008, s.512, ss.495–515
78 Thierry Braspenning Balzacq,. “The Three Faces of Securitization: Political Agency, Audience and Context.” Europen Journal of International Relations, Cilt. 11, Sayı.2, 2005, s.182, ss.171-201
79 Altan Aktaş, Güvenlikleştirme Yaklaşımı Ve Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Anlayışındaki Dönüşüm, p.26
80 Eleştirel teori kavramı ilk kez Frankfurt Okulu (Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsü) temsilcilerinden Max Horkheimer tarafından kullanılmıştır. Eleştirel teorinin amacı sosyal bilimlerdeki pozitivist yaklaşımlara meydan
okuyup alternatifler sunarak, sosyal ve politik teoriyi yeniden kurgulamaktır. Geleneksel teorilerden farklı olarak Eleştirel teori, olguları sosyal temellerinden ayırmaz, onları sosyal ve tarihsel ürünler olarak görür. Bu çerçevede
Eleştirel teoriye göre dünya da insan eyleminin bir ürünüdür. Sosyal olgu ve koşullar insan eyleminin ürünleri olarak görüldükten sonra, bunların değişmez olduğu fikri reddedilerek insanlığın öğretilenlerden daha farklı potansiyellere sahip olduğu görüşüne varılmaktadır. Eleştirel teori bu çerçevede toplumu betimlemeyi değil, anlamayı ve değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Bkz. Sinem Akgül Açıkmeşe, Güvenlik Çalışmalarında Değişim, Strateji ve Güvenlik, Mustafa Aydın ve Ahmet Haluk Atalay (Eds.), TC. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayını No: 1692, 2012, s.109
81 Bu akımı, Keith Krause ve Michael Williams’ın 1997’de yayınlanan Critical Security Studies başlıklı çalışmalarının temsil ettiği kabul edilir. Bu çalışmada, dışarsayıcı olmamak ve alanda yeni bir yerleşik düşünce anlayışı ortaya çıkarmamak için, farklı post-pozitivist yaklaşımlar “eleştirel” çatısı altında toplanmıştır.
82 Aberystwyth Ekolü’ne göre Eleştirel Güvenlik Okulu’nun tek ve belirgin bir kuramı olmalıdır ve kuram da Eleştirel Teori’den (yani Frankfurt Okulu) beslenmelidir. Bu çerçevede, Feminizm, Kopenhag Okulu,
Yapısalcılar ve Post-Yapısalcılar gibi çeşitli ekoller Eleştirel Güvenlik Okulu’na dahil edilemez
83 Bülent Aras, Şule Toktaş ve Ümit Kurt, Araştırma Merkezlerinin Yükselişi: Türkiye’de Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Kültürü, SETA Raporu, Kasım 2010, s.26, ss.1–188
84 Alex J. Bellamy, and M. McDonald. “Securing International Society: Towards an English School Discourse of Security,” Australian Journal of Political Science,Cilt. 39, Sayı. 2, s.31, ss.307-330
85 Ken Booth, “Critical Expolorations”, Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005, s.5
86 Ken Booth, “Critical Expolorations”, Critical Security Studies and World Politics, s.13
87 Ken Booth, “Critical Expolorations”, Critical Security Studies and World Politics, p.17
88 Güvenliğin, askeri olmayan ve insani boyutlarına verilmeye başlanan önem 1980 Brandt, 1982 Palme, 1987 Brundtland (Our Common Future) Raporlarında da görülebilmektedir. Brandt raporu, Kuzey-Güney yarımküre arasındaki gelir eşitsizliğine; Palme raporu, Doğu-Batı arasındaki nükleer silahlar yarışına ve bu durumun Güney’e olan etkisine; Brundtland raporu ise çevre konularına ağırlık vermiştir. Bkz. Hüsrev Tabak, Uluslararası İlişkilerde Değişen Güvenlik Algılamaları Ekseninde Avrupa Güvenliği, s.52–53
89 Arthur H. Westing, Comprehensive Security for The Baltic: An Environmental Approach, Prio, Oslo, 1989, s. 35
90 Pınar Bilgin, Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar, s.84
91 Nebi Miş, Güvenlikleştirme Teorisi ve Siyasal Olanın Güvenlikleştirilmesi, a.g.e.,s.352
92 Pınar Bilgin, Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar, s.85
93 Andrew Linklater, “Political Community and Human Security”, Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005, s.113, ss.113–131
94 Ken Booth, “Three Tyranny”; Human Rights in a Global Politics, Tim Dunne ve Nicholas J. Wheeler (Eds.),  Cambridge, Cambridge University Press, 1999, s.40
95 Immanent Critique: Kültürel formların üretimi için gerekli kuralları ve sistemlerdeki çelişkileri bularak analiz yapan felsefi veya sosyolojik bir yöntemdir. Bu yöntem sadece bir soruşturma nesnesini kavramlaştırmakla
kalmaz aynı zamanda o nesnenin ideoljik temelini de araştırarak ait olduğu nesne kategorisini ve tarihsel sürecin ürününü de gösterir. Bu nedenle bu yöntem toplumsal çelişkileri tespit aracı olarak kullanılarak toplumsal
değişimler için özgürleştirici belirgin imkanlar sunmaktadır. Bu doğrultuda gelecekte toplumların özgürleştirici dönüşümleri için fikirlerin rolü üzerine odaklanmaktadır. Bu noktada bu tarz bir eleştiri değer sürecindeki prensiplere karşı bir değer önermektir. Sonuç olarak immanent critique, yeni bir teori yapmadan bir durum karşısında çelişkileri bulup dolaylı olarak alternatifler sunar. Bu yöntem kökenini Hegel’in dialektiğinden alsa da günümüzde eleştirel teorisyenlerce kullanılmakta ve eleştirel realizmin anahtar metedolojik elementini oluşturmaktadır. Bkz. Immanent Critique, http://en.wikipedia.org/wiki/Immanent_critique  (Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)
96 Ken Booth, “Security and Emancipation”, Review of International Studies, Cilt.17, Sayı.4, 1991,p.318, pp.313–326
http://didierbigo.com/students/readings/booth1991emancipationsecurity.pdf (Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)
97 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, Güvenlik Yaklaşımlarında Değişim ve Dönüşüm, s.57, ss.1–68,
     http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/kitaplar/sandikli_emeklier.pdf (Erişim Tarihi:22 Eylül 2013)
98 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, Güvenlik Yaklaşımlarında Değişim ve Dönüşüm, s.56–57
99 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, Güvenlik Yaklaşımlarında Değişim ve Dönüşüm, s.57
100 Ken Booth, Security and Emancipation, a.g.e., s.322
101 Ken Booth, “Theory of World Security”, Bilim ve Sanat Vakfı Yuvarlak Masa Toplantıları, 26.11.2011,
      http://www.bisav.org.tr/merkez.aspx?module=yuvarlakmasaayrinti&dizi=1&altturid=80&menuID=9_6_80&merkezid=6&yuvarlakmasaid=876 (Erişim Tarihi:21 Eylül 2013)
102 Bu ifadedeki “emancipatory” kavramının çeşitli seviyelerle uyumlu bir siyasal proje önerebileceğini savunan Booth, bu kavramın fazlasıyla Avrupa-merkezci bir algılamaya yol açtığını ifade etmektedir. Kavramdan “…den
      özgür olmak” anlamını çıkaran Booth’a göre ekmek, özgürlük ve bilgi kelimeleri tam anlamıyla bu kavramı tanımlar. Ekmek, maddi tatmini ve özgürlük, siyasal mücadele alanını tanımlarken, bilgi ise doğru söylemeyen
hükümete karşı bir özgürlük alanı oluşturur.
103 Johan Alberth and Henning Carlsson, Critical Security Studies, Human Security and Peace, Linköping University, Spring 2009, s.5
http://www.iei.liu.se/stat/utbildning-grundniva/c-_och_d-uppsatser/juni%202009/1.120303/DuppsatsJohanAlberthHenningCarlssonNY.pdf  (Erişim Tarihi:21 Eylül 2013)
104 Joseph Ruane and Jennifer Todd, “Communal Conflict and Emancipation: The Case of Northern Ireland”
Critical Security Studies and World Politics, Ken Booth (Eds.) London, Lynne Rienner Publications, 2005, ss.237–255
105 Carla Monteleone, “The New Transatlantic Agenda: Transatlantic Security Relations between Post- Hegemonic Cooperation and Interdependence,” Journal of Transatlantic Studies, Cilt. 1, Sayı.1, 2003, s.89, ss. 87–10
106 Victor D. Cha, “Globalization and the Study of International Security,” Journal of Peace Research, Cilt. 37, Sayı.3, 2000, s.395, ss.391- 403


***

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 5

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 5




2. ABERYSTWYTH EKOLÜ: GÜVENLİĞİN DERİNLEŞMESİ VE GENİŞLEMESİ


Bütünsel bir düşünce sistemi olmayan “eleştirel güvenlik çalışmaları”80, temel olarak iki ana akımdan oluşmaktadır. Bu akımlardan birincisi, realizme karşı çıkmaları ve epistemolojik olarak post-pozitivizmi benimsemiş olmaları dışında, söylem ve vizyon yönünden aralarında ortaklık bulunmayan farklı yaklaşımların bir araya gelmesiyle oluşmuştur.81 

Eleştirel Güvenlik Çalışmalarında güvenliğin başlıca öznesi devlet yerine, bireydir; zira devlet bireyin güvensizliklerine çare olamamaktadır. Bireyler, artık esas olarak savaşlarla değil, ekonomik, çevresel ve gıda güvenliği sorunlarıyla karşı karşıyadır.

Bireyleri bu atmosferden uzaklaştırabilecek tek çare özgürleşmedir (emancipation) . Bu kavram, insanların birey ya da grup olarak özgürce yapmayı tercih ettikleri şeyleri yapmalarını engelleyen fiziki ve insani engellerden kurtulmaları anlamına gelir. Savaş ve savaş tehdidi, yoksulluk, eğitimsizlik, siyasi baskı vb. konularla birlikte bu sınırlamalardandır.

Eleştirel güvenlik çalışmalarında entelektüel çoğulculuğa sahip bu akımın dışındaki ikinci ana akım ise Welsh/Aberystwyth Ekolü’dür. Bu akıma göre, eleştirel güvenlik düşüncesi, özgürleştirme (emancipation) temelinde yeni bir güvenlik söylemi ve pratiği şekillendirmeyi amaçlayan inşa halinde bir projedir. Bu ekolü, Galler’deki Aberystwyth Üniversitesi Profesörlerinden Ken Booth ve Richard Wyn Jones’un çalışmalarının temsil ettiği kabul edilir. Ancak Ken Booth kendisini Krause ve Williams çizgisindeki Eleştirel Güvenlik Okulu’ndan ayrıştırmaktadır. Ona göre Eleştirel Güvenlik Okulu’nun eleştirel yaklaşımların harmanlandığı ve ifade edildiği üst başlık veya geniş şemsiye olması fikrine
karşı çıkmaktadır. Eleştirel Güvenlik Okulu’nun tek bir duruşunun, tutarlı ve bütünsel bir yaklaşımının olması gerektiğini iddia etmektedir.

Ken Booth editörlüğünde hazırlanan Critical Security Studies and World Politics, Welsh Ekolü entelektüel gelişiminde önemli bir köşe taşı olarak kabul edilmektedir. Booth, bu kitapta, Krause ve Williams’ın çalışmasından farklı olarak post-pozitivist bir çoğulculuğa karşı çıkmaktadır. Booth’a göre, çoğulculuk, teorik gelişme önünde büyük bir engel teşkil ettiğinden, temel kavramların belirsizliğini aşabilmek, çalışma alanı açıkça tanımlanmış bir araştırma projesi ortaya koymak ve siyasa bağlantılı bilgi üretebilmek için teorik kesinliğe ve açıklığa sahip olunmalıdır. Genel bir değerlendirme yapıldığında Ken Booth’un akademik çalışmalarının büyük oranda Frankfurt Okulu 82 ve Neo-Marxism’e dayanmaktadır. 

Öyle ki
Booth, Eleştirel Güvenlik Okulu’na Post-Marksist kuramdan sekiz öğe eklemlenmesi gerektiğini belirterek bu yöndeki görüşünü iyice belirgin oluşturulmaktadır. Booth’un eleştirel kuram içine alınmasını istediği söz konusu bu unsurlar şunlardır.83

Bilgi toplumsal bir süreçtir ve toplumsal olarak üretilir.

Siyasi olarak bilginin çıkarları söz konusudur yani yararları ve dezavantajları vardır. 
Eleştirel Teori siyasi ve sosyal gelişme için zemin hazırlar.
Kuramın sağlaması özgürleşmedir.
İnsan, toplumu kendisi icat eder.
Uluslararası politikaları gerileştirici kuramlar etkilemiştir.
Devlet ve diğer kurumlar doğalmış gibi gösterilmekten kaçınılmalıdır.
Dünya güvenliğine katkıda bulunacak araç ve amaçları ortaya koyan ilerici dünya düzeni değerleri inşa edilmelidir.

Her ne kadar kendi içinde bütünsel bir yapı olarak görülse de Aberystwyth Ekolü kendi içinde de çoğulcular ve dayanışmacılar olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Bu bölünmeye rağmen ekolün genel itibariyle üç temel özelliğinin olduğunu söylemek mümkündür.84

Bu ekolü savunan düşünürler güvenliğin araç değil kendi başına bir değer olduğunda uzlaşmaktadır.

Ekol güvenliğin değişmez ve sabitlenmiş bir tanımının olmadığını kabul ederek toplumsal olarak kurgulandığından ve yapılandırıldığından bahseder.
Güvenliğe dair söylem, siyasal bir topluluk tarafından geliştirilmektedir; bununla birlikte bu siyasal topluluk sadece devletin kendisi veya devletçi kesimlerden oluşmaz.

Siyasal topluluk, uluslararası kurumları, ulus-aşırı ve ulus-ötesi sivil toplum kuruluşlarını ve yerel/küresel norm, değer ve çıkar paydaşlarını kapsar.

Yukarıdaki bu üç temel özellikten hareketle Aberystwyth Ekolünü savunan akademisyenlerin çalışmalarında çoğunlukla öne çıkardığı ve bu teorinin temeli olarak görülen temel kavramların güvenlik, toplum ve özgürleştirme oldukları görülmektedir. Bu bakımdan bu kavramları incelemek faydalı olacaktır.

Aberystwyth Ekolü’nün Güvenlik Kavramına Getirdiği Yeni Yaklaşımlar Aberystwyth Ekolünün güvenlik çalışmalarına en önemli etkisi, “türetilmiş bir
kavram” olarak güvenliği yeniden teorileştirmiş olmasıdır. Güvenlik perspektifini iki analitik düzlemde meydana getiren Aberystwyth Ekolü’nün ilk kuramsal girişimi, kavramın genişlemesi (broadening security) ve ikinci kuramsal girişimi ise kavramın derinleşmesini (deepening security) sağlamak olmuştur. Güvenliğin genişlemesi ve derinleşmesi çerçevesinde, “çevresel, ekonomik, toplumsal güvenlik” gibi güvenlik türlerinde çeşitlenme ve “birey, ulus, uluslararası güvenlik” gibi seviyeler oluşmuştur.

Öncelikle, güvenliğin derinleşmesi hususunda, dikey hareketlenmeler yaşanmış; yani, güvenliğe yönelik tehditler olarak adlandırılan toplumsal, ekonomik, çevresel faktörler kavrama dâhil olmuştur. Bu şekilde devlet düzeyinin üstünde (mesela çevre güvenliği) ve altında (mesela toplumsal güvensizlikler) kalan diğer güvensizliklerin de değerlendirilebilmesi sağlanmıştır. Bu hareketlenmeler, klasik realist bakışa bir eleştiri niteliğinde oluşmuş, aynı zamanda alternatif bakış açıları oluşturması bakımından da önemli bir rol üstlenmiştir.

Booth’a göre, güvenlik çalışmalarında temel sorun, hâkim güvenlik anlayışı olan realizmin “problem çözücü” niteliği dolayısıyla güven(siz)lik sorununun parçası haline gelmesidir. 
Realizm, her ne kadar uluslararası güvenlikte “gerçek”leri tarafsız bir metodolojiyle analiz ettiği iddiasında olsa da, Booth, “etrafımızdakileri oldukları gibi değil, kendimiz gibi gördüğümüzü” belirtmektedir.85 Bu bakımdan, realizm, uluslararası politikada değişimi dışlayan söylemiyle, bilimsellik görüntüsü altında savunduğu varsayımların gerçekleşmesine ve tarif ettiği gerçekliğin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Booth’a göre, Soğuk Savaş boyunca hakim olan güvenlik anlayışı, güvenliğintemel parametrelerinin devlet merkezci, askeri kaygıları dikkate alacak şekilde, erkeklere özgü bir bakış açısından, metodolojik olarak pozitivist, felsefi olarak realist ve yukarıdan aşağıya tanımlandığı Anglo-Amerikancı dünya görüşünün ürünüdür.86   

Bu tanımlamayla, Booth, eleştirel güvenlik çalışmalarının amacını, bu dünya görüşünden kaynaklanan güvenlik kavramlaştırmalarına karşı çıkmak olarak göstermektedir.

Eleştirel güvenlik çalışmaları, “akademik uluslararası politika disiplini içinde geliştirilen ve dünya politikasında güvenliğe yönelik eleştirel bilgi arayışında olan bir alan çalışmasıdır. Güvenlik, bireyden başlayıp insan topluluklarına uzanarak toplumun farklı aşamalarını kapsayacak şekilde, teorik ve pratik boyutlarıyla bir bütün olarak düşünülür. “Eleştirel” kavramı, güvenlik kavramsallaştırmalarının belirli siyasi ve teorik duruşlardan kaynaklandığının farkındalığı çerçevesinde, hakim yapıların, süreçlerin, ideolojilerin ve yerleşmiş anlayışların dışında durmaya çalışan bir bakış açısını ifade eder. Eleştirel bakış açısı, objektif bilgi iddiasında değildir; insanların yapısal hatalarını aşma umuduna yönelik fikirleri geliştirmek amacıyla, hakim tutum ve davranışların daha derin bir şekilde anlaşılmasını sağlama çabasındadır. Tıpkı Booth’un aşağıda ifade ettiği gibi.

“Ne çalışacağımızı ve bunu nasıl çalışacağımızı seçerek, ya milyonlarca insanın yararına çalışmayan bir dünyanın yeniden üretilmesine katkıda bulunacağız ya da dünya politikasını bu kadar lekeleyen insan yanlışlarının ortadan kaldırılması için uğraşacağız”87 Güvenliğin genişlemesi çerçevesinde ise, aktörlerin karşılaştığı birçok güvenlik tehdidi ele alınabilmiştir.1980’lerle birlikte modern silahların yayılması, devlet-dışı aktörlerin faaliyet alanlarının genişlemesi, çevresel tehditler, uluslararası göç, kaynak kıtlıkları gibi etkenler nedeniyle güvenlik gündeminde yaşanan genişlemeler, geleneksel güvenlik anlayışının ortaya çıkarttığı sorunların giderek gözle görülür hale gelmesiyle açıklanabilir.88

Bir başka deyişle bu dönemde aktörlerin karşılaştığı bir dizi güvensizliği ele almak için güvenlik anlayışının genişletilmesi (broadening security) gerekmiştir. Bu konuda BM’nin 1987 yılı kalkınma konferansında güvenlikle ilgili şu ifadeler yer alması oldukça dikkat çekicidir. “Güvenlik tüm milletler için egemen (overriding) bir önceliktir. Güvenlik ayrıca kalkınma ve silahsızlanma için de esas önem arz eder. Güvenlik yalnızca askeri değil, onun yanı sıra siyasi, ekonomik, sosyal, insanlığa dair ve insan hakları ve çevresel yönleri içerir. 

Az gelişmişlik ve kalkınma hızının düşmesi; yönetememe ve kaynak israfı kadar güvenliğe engel bir durum ortaya koyar.”89

Bu bağlamda düşünülecek olursa, yeni güvenlik çalışmaları sorunları kendisi “güvenlik” sorunu hâline getirmez (yani güvenlikleştirmez). Yapılan bir bakıma “güvenliğin siyasiliğini” ortaya çıkarmaktır. Bunu, güvenlik üzerine düşünmenin siyasi ve kurucu karakterini açığa çıkarıp kadın erkek bütün insanların karşılaştıkları tehditlere işaret etmekle yapar.90 Kuşkusuz bu yaklaşım sorunları güvenlik dışılaştırma (desecuritization) söyleminde bulunan Kopenhag Ekolü ile taban tabana zıtlık teşkil etmektedir.

Aberystwyth Ekolünün, sorunları “güvenlik dışına çıkarma” yerine “güvenliğin siyasiliğini ortaya koymayı tercih etmesi stratejik, etik-politik ve analitik olmak üzere üç temel argümana dayanır.

Stratejik Argüman

Aberystwyth Ekolü, sorunları güvenlik meselesi olmaktan çıkarmanın, güvenliği, insanların güvenlik kaygılarına her zaman duyarlılık göstermeyebilen güvenlik elitinin (devlet adamları ve sivil-askeri bürokrat) tekeline bırakıldığı anlamına geleceğini iddia eder. Bu açıdan bakıldığında güvenliğin siyasiliğini ortaya koymak, güvenlik politikalarının esasının sorgulanmasını sağlar. Siyasiliğini ortaya koymak ise, güvenlik politikalarının sorgulanmasını gerektirir. Bir başka deyişle güvenlik siyasileştiği zaman sorgulanabilir duruma gelmektedir.

Etik – Politik Argüman.,

Geleneksel olarak güvenlik devlet ve devletin kaygıları ile ilgili olmuş olsa da, bu hep böyle kalacak değildir. Siyasi tercihler çerçevesinde güvenliğin insanların endişelerini içerecek şekilde tartışma, müzakere ve diyalog süreci oluşturularak ortak bir zeminde güvenlik kaygıları ele alınarak genişlemesi mümkündür. Tarihsel-siyasi bağlama bağlı olarak devletlerin güvenlik gündemleri gerçekten de bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybı olduğu (zero sum), militarist, devletçi ve zaman zaman insanlıktan çıkaran uygulamalara çevrilebilir.
Başkaları tarafından (çevre ile ilgili sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi) tanımlandığında ise güvenlik küresel olarak kavranabilir ve yerel olarak uygulanabilir. Bazılarının güvensizliklerini dile getirme konusunda diğerlerinden daha başarılı olması son derece normal olsa da diyalog, tartışma, fikir ayrılığı ve ortak zemin aramak için fırsat bulunabilir. 

Bu noktada akademisyenin rolü “sesi duyulmayanların sesinin duyulmasına yardım etmek” olmalıdır.91

Analitik Argüman

Mevcut bir sorunu güvenlik dışına çıkarmak mı, yoksa siyasi boyutunu ortaya koymak mı insanların ve devletlerin güvensizlik sorununu gidermek için çaredir. Bu husus ancak, sorunun “ampirik, tarihsel, söylemsel olarak” ele alınması ile anlaşılabilir. Örneğin Ampirik bulgular, HIV/AIDS’in küresel bir güvenlik konusu olarak ifade edilmesinin, Afrika’daki ölümcül etkilerinin dile getirilmesine çok büyük faydalar sağladığını ortaya koymuştur.

Ancak diğer taraftan Batı Avrupa’ya başka ampirik bulgular göçün güvenlik diliyle söylemleştirilmesinin “tehlikeli yabancı(lar) ile kurucu bir siyasi ve toplumsal ilişki kurulmasını daha da zorlaştırdığına” işaret etmektedir.92

Aberystwyth Ekolünde Toplum Kavramı

Ekolün ikinci temel kavramı olan toplum, Andrew Linklater tarafından incelenmiş ve bir bakıma yeniden tanımlanmıştır. Linklater, kimlik-inşa sürecini, sınır-inşa süreci olarak tanımlayarak, insanlar arasında biz ve onlar ayrımına yol açan kimlik konusunun dünya politikasında çok büyük etkileri olduğunu öne sürmektedir.93 Bu noktada Linklater’in bir bakıma ulus-devleti uluslararası ilişkilerin temel siyasi birimi olarak idealleştiren ve böylece bireyi “ulusal” alana hapsedip sınırların dışında kalan diğer bireylerden yabancılaştıran geleneksel toplum anlayışını eleştirerek, Habermasçı iletişimsel etik (discourse ethics) ve Kantçı felsefe çerçevesinde yeni bir toplum anlayışını yeniden şekillendirmeye çalıştığını söylemek mümkündür. Bunu yaparken Linklater, hakim devletçi toplum anlayışının dışarsayıcı yapısını sorgulayarak, özgürleştirme (emancipation) politikaları ve kozmopolitan etik ışığında içerseyici topluluklar inşa etme vizyonu çizmektedir.

Bununla birlikte, Linklater’in devleti dışarsayıcı bir siyasi birim olarak eleştirmesi, devletin varlığını sorguladığı ve “devlete dayalı bir anarşi” yerine “devletsiz
bir anarşi”yi desteklediği anlamına gelmemektedir. Linklater’in eleştirisi, sınırların insanlar arasında yarattığı yapay bölünmüşlüğe yöneliktir. Dolayısıyla, Linklater’in toplum anlayışında varlığı sadece kendi ulusal sınırları dâhilinde ve vatandaş kimliği altında kabul edilen insanların, kendi başlarına değerli kabul edildikleri ortak bir küresel toplumun üyesi “birey”lere dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Bu anlayıştan yola çıkarak, eleştirel güvenlik düşüncesindeki toplum-güvenlik bağlantısının hedefi, devlet ile birlikte gerçekleştirilecek, sadece devletler için olmayan ve gerektiğinde devlete karşı çıkan bir toplumcu güvenlik anlayışı oluşturmak olarak ifade edilebilir.

Aberystwyth Ekolünün Ana Teması: Özgürleştirme (Emancipation)

Aberystwyth Ekolü’nü diğer post-pozitivist eleştirel güvenlik yaklaşımlarından ayıran belki de en temel özellik, özgürleştirme (emancipation) kavramına yaptığı vurgudur. Ekole göre Özgürleştirme, birey ve grupları normal koşullar altında yapabileceklerinden alıkoyan sosyal, fiziki, ekonomik, siyasi ve diğer kısıtlamalar dan kurtarmak olarak tanımlanır.94

Özgürleştirme politikaları, aşılması gereken kısıtlamaları ve özgürleştirme potansiyeline sahip sosyal güçleri tanımlayan ve geleceğe yönelik bir özgürleştirme senaryosu çizen eleştiri mekanizması (immanent critique)95 ile somutlaşır.

Genel olarak ifade etmek gerekirse, Ken Booth, özgürlük ve güvenlik arasındaki bağıntıyı güvenlik çalışmalarının merkezine yerleştirerek klasik güvenlik
paradigmasında bir kırılma meydana getirmiştir. Ken Booth, Security and Emancipation başlıklı makalesinde dünya politikalarını belirleyen kelimeler ve imgelerden yola çıkarak içinde bulunduğumuz yapısal dönüşümü vurgulamış; realizmin entelektüel hegemonyası altında şekillenen geleneksel güvenlik düşüncesini ve çalışmalarını sorgulamaya açmıştır.96

Bir başka deyişle Ken Booth, güvenliği askeri-politik konuların baskınlığından çıkararak, insan yaşamına karşı gündelik tehditleri de güvensizlik kapsamı içine dâhil etmiştir. Nitekim onun için güvenliğin genişletilmesi ve kavramın güncellen mesi; kıtlık, etnik rekabetler, politik baskı, cinayetler, terörizm, devlet içi çatışmalar, ekonomik krizler gibi bir dizi sorunun güvenlik kapsamına eklemlenmesini ifade etmektedir.

Realizmin devlet merkezli güvenlik perspektifine karşı çıkan Booth, klasik anlayışın devlete yüklediği amaçsal işlevi eleştirmiş ve bu amaçsal rolü araçsallaştırmaya çalışmıştır. Ona göre devlet, güvenliği sağlama aracıdır. 

Bu nedenle de devlet güvenliği yerine birey güvenliğini öncelemiş ve bireylerin güvenliklerini özgürlükle ilişkilendirmiştir. Tehditlerin yokluğu anlamında kullanılan geleneksel güvenlik kavramsallaştırmasını yetersiz bulan Booth, özgürlük eksenli yeni bir güvenlik kodlaması yaparak hem yerel hem de küresel
düzlemde güvenliğin tanımını genişletmiş ve derinleştirmiştir. Dolayısıyla Booth’un yeni güvenlik çalışmalarındaki farklılığı, güvenliği özgürlükle ilişkilendirerek kavramı yeniden formüle etmesindedir.97 Kısaca söylemek gerekirse Booth, birey güvenliğini özgürleşme olgusuyla derinleştirmiş ve kapsamlı bir boyuta taşımıştır.

Booth, güvenliği salt “tehditlerin olmadığı bir durum” ile sınırlandırmamış; gelecekle ilgili beklentilerin garanti altına alınabilmesi veya isteklerin gerçekleştirilmesi önündeki engellerin kaldırılması olarak tanımlamıştır. Güvenlik ile özgürleşme arasında korelasyon kurmaya çalışan Booth’a göre özgürleşme, “bireyler ve gruplar olarak insanların özgürce seçtikleri şeyleri yapmasını engelleyen fiziksel ve insani kısıtlamalardan kurtulmasıdır. Booth, fiziki ve insani kısıtlamaları savaş, savaş tehdidi, yoksulluk, politik kısıtlamalar ve eğitim imkânlarından yoksunluk gibi sorunlarla örneklendirmektedir. Dolayısıyla ona göre özgürleşme ve güvenlik, bir madalyonun iki yüzüdür ve biri diğeriyle anlamlıdır.98

Diğer bir deyişle Booth’un terminolojisinde özgürlük ve güvenlik, birbirinin karşıtı değil, aksine birbirinin tamamlayıcısı ya da birbirinin bütünleştiricisi iki kavramdır. Bu açıdan yorumlandığında Booth’un ortaya koyduğu eleştirel güvenlik anlayışına göre özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik yoktur; ya da tam tersi güvenliğin olmadığı yerde özgürlükten bahsedilemez. Ne özgür ne de güvende olan Irak toplumunun içinde bulunduğu durum, Booth’un bu tespitine örnek teşkil etmektedir. Zira özgürleşmesi hedeflenen bir toplumun güvenliği, adına “sonsuz özgürlük” konulan bir Amerikan müdahalesiyle derinden sarsılmıştır. Güvenlik ve özgürlük arasındaki bağın ne denli güçlü olduğunu yalnızca uluslararası güvenlik kapsamında değil, aynı zamanda ulusal güvenlik politikaları ve uygulamalarında da görmek mümkündür. Nitekim devlet güvenliğinin sağlanması adına sıkı kontrol koşulları ve baskı rejimi altında yaşayan toplumların özgürlükleri kısıtlanmakta ve bu toplumlar “güvende ama özgürlüğünü arayan yabancılaşmış toplumlara dönüşebilmektedir.99

    Booth’a göre güvenlik, klasik anlayışın ileri sürdüğü gibi yalnızca güç ve düzen değil, aynı zamanda özgürleşmedir. Özgürleşme ise hakların karşılıklılığı fikridir. Booth’un bu noktada altını çizdiği “benim özgürlüğüm senin özgürlüğüne bağlı” ve “herkes özgür olana kadar ben de özgür değilim” cümleleri, güvenlik ile özgürlük arasındaki ontolojik ilişkiyi karşılıklılık mantığında yeniden inşa etmektedir. Dolayısıyla “ben” ve “öteki” arasındaki sınırlar, karşılıklı güvene ve özgürlük haklarına saygı ile kaldırılabilir ki böylece ötekileş(tir)melerin önüne geçilerek bütünleşme sağlanabilir.100

   Diğer taraftan Ken Booth, eleştirel teorinin bizatihi “güç” kavramını incelemeden ya da onunla hesaplaşmadan bir teori kurmasının çok zor olduğunu belirterek, kendi teorisini de üç seviyede kurmuştur:101

Transandantal Teori: Booth geleneksel teorilerin aksine transandantal teori ile “insan sosyolojisi” kavramını tartışmaya başlar. Bununla insanın karmaşık kurumları kurma ve yönetebilme kabiliyetinin olduğunu, sınırlı olmadığını ve kendisi için potansiyel özgürlük alanlarının olduğunu kabul eder.

   Pür Teori: Pür teori seviyesine geldiğimizde artık mevcut teorilerin sorunları ile beraber eleştirel teorinin ne yapması gerektiğini tartışır. Booth’a göre eleştirel teori, mevcut kurumlardaki sorunların ne olduğunu ortaya çıkarmalı ve bunları eleştirmeli.

   Pratik Teori: Pratik teori seviyesinde ise Booth yeni bir kavramsallaştırmaya giderek “emancipatory realism”102 kavramını ortaya koyar. Booth’a göre realizm güç ile ilişkili insanlara ihtiyaç duyar. Bu zamana kadar birçok ütopyada var olan insan, güç ile ilişki kurulmadan tanımlandı. Bu anlamda Booth insanlığın dünyayı değiştirmek gibi bir kaygısı varsa, öncelikle gücün nasıl bir kavram olduğunu anlaması gerektiği tezini savunur.

    Özgürleştirme kavramının tartışmalı yapısından dolayı bu kavramı derinlemesi ne analiz etmek için Ekolün diğer önemli isimlerinden Richard Wyn Jones On Emancipation: Necessity, Capacity and Concrete Utopias başlıklı makaleyi kaleme almıştır. Söz konusu makalede Özgürleştirmeyi hedefleyen güvenlik politikalarının büyük ölçüde Frankfurt Ekolünün eleştirel teorisi üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle Jones’un, Aberystwyth Ekolü ve genel olarak eleştirel teori hakkında felsefi ve entelektüel bir farkındalık oluşturmayı hedeflediği görülmektedir.

Jones’a göre Frankfurt Ekolü, gerek insanlığın özgürleştirme potansiyelini gerekse bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik sorunları ortaya koyması sebebiyle, eleştirel güvenlik düşüncesinin gelişiminde önemli bir analitik araç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavrama yönelik eleştiriler, özgürleştirmenin hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek ütopik bir hedef olduğunu iddia etseler de, Frankfurt Ekolünün bıraktığı miras, eleştirel teorisyenin gerçek dünyadan uzakta kumdan kaleler inşa etmek yerine, sağlam bir şekilde
yere basarak analiz yapmasını sağlamaktadır.

Eleştirel güvenlik düşüncesi, her ne kadar farklı yaklaşımların İngiliz Ekolü, Gramşiyan, Barış Çalışmaları, Frankfurt Ekolü birlikteliğiyle ortaya çıkmış olsa da, Wyn Jones’un makalesi, eleştirel güvenlik düşüncesinin entelektüel gelişiminde Frankfurt Ekolünün ayrı bir yeri olduğunu gözler önüne sermektedir.

Aberystwyth Ekolüne Yöneltilen Eleştiriler

Son dönem güvenlik çalışmalarında oldukça önemli bir yere sahip olan Galler Ekolü’ne getirilen eleştiriler çoğunlukla özgürleştirme kavramına olmaktadır. Çünkü özgürleştirme kavramının belirsizliği ve eleştirilerin özünün farklı bağlamlarda değişmesi, özgürleştirme politikalarının ekole yöneltilen eleştirilerin merkezinde yer almasına neden olmaktadır. Bu eleştiriler karşısında, Booth, özgürleştirmeyi “eleştirel güvenlik çalışmalarının tartışmalı özü” olarak tarif etmektedir.103

Diğer taraftan özgürleştirme kavramına yöneltilen eleştiriler temel olarak, etnik farkındalığın arttığı bir dönemde, özgürleştirme politikalarının ayrılık taleplerini
meşrulaştırdığı ve bu sebeple kaos ve çatışma ortamının şiddetlenmesine zemin hazırladığı yönündedir. Bununla birlikte, özgürleştirmenin gerçek hayatın siyasi
gerçekliklerinden uzakta, teorik bir ideal olduğu da iddia edilmektedir. Ancak Bu eleştiriler karşısında, Joseph Ruane ve Jennifer Todd, özgürleştirme politikalarının, şu ana kadar “çözümün çözümsüzlükte arandığı” birçok etnik anlaşmazlığa çözüm sağlayabileceğini Kuzey İrlanda örneğinden yola çıkarak göstermektedirler. Ruane ve Todd, çatışma koşullarını “dönüştürmeyi” hedefleyen 1998 Belfast Anlaşması ile Kuzey İrlanda sorununda önemli bir ilerleme sağlandığını öne sürmektedirler. Kuzey İrlanda sorununun çözülememiş olmasını, sorunun şu ana kadar tarafların çıkarlarını ve kimliklerini değişmez kabul eden realist bir çerçevede ele alınmış olmasına başlayarak, özgürleştirici politikalar ışığında kimliklerin, hedeflerin ve beklentilerin dönüşümü sürecini başlatan Belfast Anlaşması’nın çatışmayı besleyen koşulları ortadan kaldırarak çözüm yolunda büyük bir ilerleme sağladığını iddia etmektedirler. Böylece, özgürleştirmenin gerçekleştirilemeyecek bir ideal olarak sadece teorik çerçevede anlamlı olmadığı, farklı tarihi ve sosyal bağlamlarda sorunların çözümüne yönelik farklı rotalar çizerek güvenliğin tesisinde önemli bir yere sahip olabileceği gösterilmektedir.104


6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 4

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 4






Diagram 1: Sorunların Güvenlikleştirme Sürecinin Diagramı

Genel olarak Kopenhag Ekolü incelendiğinde bir sorunun güvenlikleştirilmesi olumlu bir durum olarak değerlendirilmez. Çünkü Ekol güvenlikleştirmeyi kaçınılması gereken bir süreç olarak görür. Eğer bir sorun güvenlik sorunu olarak tanımlanmışsa, onun doğasından kaynaklanan bir otorite ortaya çıkar, ortaya çıkan bu otorite, özgürlüklerin kısıtlanması, şiddet içeren yöntemlerin meşrulaştırılması gibi araçların uygulanması sonucunu doğurabilir.

Kopanhag Ekolü’nün bu anlamda önerdiği, sorunların güvenlik gündeminden çıkarılarak (desecuritization) “normal” politik süreçlerde tartışmak ve çözüm bulmaktır. Güvenliği genişletmekten daha çok minimize etmeye çalışmak amaç olmalıdır.52

Diğer taraftan güvenlikleştirme yaklaşımında en önemli aşama, tehditle mücadele için kaynakların mobilizasyonu dur. Bu daha çok olağanüstü önlemlerin alındığı aşama olup, bu aşamada, gizlilik, vergi koyma, zorunlu askerlik, toplumun enerji ve kaynaklarını bir amaca yönlendirme haklarının sınırlandırılması gibi politikalar acil ve olağanüstü kararlar alırlar ve devlet çıkarları için devlet dışı aktörlerin çıkarı ikinci plana itilir. Ayrıca normal siyasetin ötesinde sorunlar güvenlikli oluşturulduğu zaman tartışma alanı daralır ya da bu alan yok edilir. Tartışmayı sürdürecek siyasal aktörler, sorunların tartışma bağlamı “özel güvenlik söylemi” ile dramatize edildiği için siyasi pozisyonlar ın meşruluk sahasını da kabul ettirmek gittikçe güçleşir. 

Artık sorunların çözümü için olağanüstü süreçler, uygulandıkça yeni ortaya çıkan durum olağanlaşacaktır.53 Diğer taraftan güvenlikleştirme sadece güvenlik sorunu için varoluşsal tehdidin tanımlamasını yapmaz, aynı zamanda güvenlik oluşturma adımına öncü olan aktörü, sorunun güvenlik sorunu olması için
olayların açıklanmasını kabul edecek alımlayıcı kitle ihtiyacını ve hangi karşılıkların alınacağını da açıklar.54

Güvenlikleştirme yaklaşımı, genel olarak bakıldığında sosyal inşacılık perspektifi ni kullanarak, siyaset teorisinin unsurlarından yararlanarak ve “dil kuramının yardımı ile” “yeni ve kapsayıcı bir çerçeve oluşturmayı” amaçlamıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için, “güvenliğin ve güvenlikleştirme sürecinin tartışmalı doğasının analitik soruşturmasının nesnesi yapılabileceği” ve “geleneksel güvenlik çalışmalarının tek boyutlu ve devlet merkezci yapısının aşılabileceği” varsayımından hareket etmiştir.55 Çünkü Arnold Wolfer’in çerçevesini çizdiği klasik güvenlik yaklaşımlarında objektif-subjektif (nesnel-öznel) güvenlik yaklaşımında, nesnel güvenlik “kazanılmış değerlere yönelik tehdidin olmayışı”; öznel güvenlik ise, “değerlere karşı herhangi bir tehdit korkusunun olmaması” olarak tanımlanmıştı.

Nesnel güvenlikte algılamanın ötesinde gerçekten belirli bir politikanın üretileceği bir tehdit vardır. Sübjektif güvenlikte ise, güvenlik algılamasında devlet yöneticilerin algılamaları ve düşünceleri çerçevesinde bir değerlendirmenin sonucunda tehdit algılaması üretilir. Bir başka deyişle devlet yönetiminde bulunan ve karar almaya yetkili devlet adamlarının bir konu üzerinde sahip oldukları bireysel düşünceler veya hisler sonucunda bir tehdit algısı üretilir. Örneğin çocukluğunda kötü bir savaş tecrübesi yaşamış olan bir devlet adamı karar alma pozisyonuna geldiği bir zamanda savaşın kötü olduğunu düşünerek ülkesinin savaşa girmememsi için tavır alabilir. Burada önemli olan kişilerin sahip oldukları kişisel tehdit algılamalarıdır.

Bu tip güvenlik yaklaşımında “bir konuyu güvenlik sorunu olarak tasnif eden herhangi biri, siyasi bir karar vermiş olur.”56 Sonuçta da herhangi bir konu güvenlikli oluşturulduğu  zaman önemli sonuçlar doğuracağından, güvenlik  ediminde bulunanların eylemlerinden dolayı sorumlu tutulacakları “apaçık bir siyasal seçim ve tasarruf” ortaya çıkar.57 

Bir başka deyişle karar verici durumda olan hükümet ya da hükümetin bakanı yaptığı bu tercih sonucunda ödüllen dirilebileceği gibi cezalandırılabilir de. Demokratik sistemlerde bir konunun siyasallaşması sonucunda karar vericilerin aldıkları kararlar eğer hatalı ise bu alımlayıcı (audience) olan halk tarafından protesto edilir ve seçimlerde ilgili kişi veya kişileri seçmeyerek cezalandırır ya da kamuoyu baskısı oluşturularak istifa etmeye zorlanır. Ancak karar vericilerin aldıkları kararlar eğer halk tarafından olumlu karşılanırsa bu durumda tepkisini söz konusu kişi veya kişileri tekrardan seçerek gösterir.

Kopenhag Ekolünün ortaya koyduğu güvenlikleştirme yaklaşımı güvenlik çalışmalarına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Geleneksel güvenlik anlayışında güvenliğin ana aktörleri ve politikalarının sınırları genelde belirlidir, yani tehdidin var olması ve onun ciddiyeti temelinde alınacak karşı önlemlerin niteliği bellidir. Güvenlikleştirme yaklaşımı ise, güvenlik çalışmaları alanında güvenlik aktörünün temel işlevlerinin yanında ikincil yönlerinin de ortaya çıkarılmasını benimsemiş tir. Bu bağlamda, güvenlik sorunlarının aktörler tarafından nasıl üretildiği, güvenliğine kastedilen obje için (referent object) varoluşsal tehdidin kimler tarafından dile getirildiği ve varoluşsal tehdide karşı olağan üstü önlemleri
kullanma süreçleri güvenlikleştirme çalışmalarının merkezini oluşturur.58 

Konuşma (Söz) Edimi (Speech – Act)

Kopenhag Ekolünün temel kavramlarından olan söz edimi esasında John L.Austin ve Jacques Derrida’nın görüşlerinin bir sentezidir. Bu bağlamda, güvenlikleştirme teorisi, bir yandan, “söz edimleri kuramından yararlanan ve bu kuramı siyaset teorisi unsurları ile harmanlayan özel bir tür söz edimi” iken; aynı zamanda “epistemolojik olarak söylem analizinden yararlanan ve güvenliğin sosyal inşa olduğunu vurgulayan bir edimsellik anlayışı”nın sonucudur.59

Kopenhag Ekolü’nun, güvenlikleştirmeyi, “siyasi bir toplulukta değerli bir öznenin varlığına yönelik bir tehdit olarak kabul edilen ve bu tehdide karşı acil ve olağanüstü önlemler alınması çağrısında bulunmayı sağlayan özneler arası bir anlayışın inşa edildiği başarılı bir söz edimi olarak tanımlamaktadır.60 

Bu tanım dikkate alındığında, teorinin merkezinde söz ediminin önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Çünkü Ekole göre güvenlikleştirmeyi anlamanın
yolu siyasi göstergeleri ve söylemi ele almaktır.

“Güvenlik kendinden daha gerçek olan bir şeye ait bir gösterge (sign) değildir; telaffuz etmek eylemin kendisidir. Eylem söylemek yolu ile gerçekleşir (bahse girmek, söz vermek ya da bir gemiye isim vermek gibi). Devlet yetkilisi güvenlik kelimesini telaffuz ettiği anda belirli bir gelişmeyi özel bir alana kaydırır ve bu gelişmeyi engellemek için her yöntemi kullanma hakkını talep eder.”61

Söz ediminde öncelikle, bir sorun varlığa dair bir tehdit olarak sunulur. Bu, elitlerin sorunu güvenlik sorunu olarak ilan etmesiyle başlar.62 Ardından, tehdit olarak sunulan sorun aciliyet arz ettiği için rutin siyasi süreçlerin ötesinde olağandışı önlemler alınmasını gerektirir.

Bu gereklilik varlığa yönelik tehdidin sunulmasıyla onunla mücadele etmek için meşruiyet sağlayacaktır (Buzan, Son olarak da alımlayıcı kitlenin olağandışı önlemelerin alınmasına ikna olarak bu önlemelere rıza göstermesi gerekir Bu süreç, güvenlikleştirme yaklaşımında başarılı güvenlikleştirme olarak adlandırılır. Ancak güvenlikleştirme her zaman başarıya ulaşmaz. Ancak başarıya ulaşmayan güvenlikleştirme adımları da kamusal alanda bir takım amaçlara hizmet eder ve sonuçlar doğurur.63

Bölgesel Güvenlik Yapıları

Kopenhag Ekolü’nün üzerinde durduğu diğer bir önemli konu bölgesel güvenlik yapılarıdır. Bölgesel güvenlik yapıları anarşik uluslararası sistem içerisinde, uluslararası güvenliğin ilişkiselliğinden ve güvenliğin karşılıklı bağımlılığından hareketle incelenmektedir.64 

Bu tanıma göre Buzan’ın bir bakıma Karl Deutch’un ileri sürdüğü güvenlik toplumundan (security community) yararlandığını söylemek mümkündür.

Bazı durumlarda devletler, güvenlik icabı, doğal olarak kendi çevrelerinde güvenlik bölgeleri (çemberleri) oluşturmak isteyebilirler. Buralar, istikrarsızlığın giremeyeceği ya da girmemesi gereken bölgelerdir. Dolayısıyla, sözü edilen bölgelerdeki problemlerin tabiî ki diğer ülkelerle birlikte hareket ederek çözümlenmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede uluslararası bölgesel güvenlik stratejileri gerek politik, ekonomik; gerekse askerî araçlarla uygulanmaktadırlar. Buzan bunlara, bölgesel güvenlik kompleksleri (security complex)
demektedir.65 

Bu yaklaşımın esası, süper güçler dışındaki devletlere yönelik tehditlerin büyük ölçüde komşularından veya komşuları üzerinden geliyor olmasına dayanmakta dır. Bilindiği üzere, tehdidin kaynaklandığı üç seviyeden bahsedilebilir. 

Bunlar:

Devletin içi İçinde bulunulan bölge Genel uluslararası sistem.

Bu nedenle devletler, zaman zaman maruz kaldıkları tehdidi, içinde bulundukları bölgeyle bağlantılı görebilirler. Aynı bölge içinde bulunan devletler grubunu birbiriyle alâkadar eden unsur, büyük ölçüde ortak güvenlik algılamalarıdır. Dolayısıyla bölge ülkeleri, ulusal güvenliklerini birbirlerinden ayrı sağlaya mayacak durumdadırlar. Buzan’a göre, bölgesel güvenlik komplekslerinin oluşumunda etkili olabilen unsurlar.66

Coğrafî yakınlık (doğal fiziksel faktörler), Politik yapı

Kurumsallaşmış faktörler kategorisini oluşturan ekonomi ve stratejik vizyon, kültürel faktörler (dil, din, etnisite, ideoloji vb.)

Tarihsel faktörlerdir.

Bir güvenlik kompleksi bölgesinin dışındaki çevre ülkeler (özellikle süper güçler) de, bu bölgeler üzerinde etkide bulunabilmektedirler. Bölge ülkeleri, çevrelerinde algıladıkları tehditlere karşı aynı/benzer algılamalar içinde komşularıyla yakınlaşarak daha kolayca entegre olabilirler. Örneğin, Orta Doğu’da, ortak tehdit algılaması, tarihte ve bugün, İsrail’in komşuları arasında (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan) bir bölgesel güvenlik kompleksinin oluşmasına yol açmıştır. 

Öte yandan, yine Orta Doğu coğrafyasında, bilhassa enerji güvenliği  bağlamın da, Basra Körfezi çevresinde bir başka bölgesel güvenlik kompleksinin varlığı (İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Umman arasında) ileri sürülebilir.

Ancak, bu ikinci bölgesel güvenlik kompleksi, hâliyle bölge dışından ilgili büyük aktörleri (ABD, AB, Rusya, Çin, Japonya gibi) de içine çekmektedir.67

Güvenlik kompleksi’nin kurulmasında coğrafi yakınlık esas olmakla birlikte, olmazsa olmaz bir kriter değildir.68 Coğrafi yakınlığın ötesinde Buzan’a göre; bölgenin rastgele bir tanımı yoktur. Bölge tanımının yapılabilmesi için ortak noktaların olması, güvenlik önceliklerinin ve güvenlik dinamiklerinin örtüşmesi gerekmektedir. 

Ancak bu bölgesellik bir coğrafyadan ve bir güvenlik algısından çok ötede bir anlayıştır. Bu unsurlar devletlerin arasında bir bağlayıcılık ve bağımlılık meydana getirmektedir. Örneğin NATO savunma örgütü; aslında bir bölgeyi temsil etmektedir. Coğrafyası ve belli sınırları yoktur fakat bölgesel güvenliğe hizmet etmektedir. NATO ekseninde bir araya gelen ülkeler belli bir dünya görüşünü, serbest piyasa ekonomisi ve uluslararası topluma ait olan devletleri temsil etmektedir. Böylece bir güvenlik toplumu ve bir bölgesel güvenlik tanımı oluşturulmuştur.

Geliştirilmiş ortak güvenlik duygusu ve biz kimliği ülkelerin birbirleriyle çatışmasına izin vermez. Örneğin; Türkiye- Yunanistan ilişkileri birçok gerilimli dönemler geçirse de bu ülkeler arasında şimdiye kadar sıcak çatışmalar yaşanmamıştır.69

Bölgesel güvenliğin önemli olduğu coğrafyalarda; güvenlik kompleksinin oluşturulmasının ana hedefi; devletleri işbirliğine teşvik ederek; çatışmaların
azaltılmasını sağlamaktır. Bununla birlikte Kopenhag Ekolü; bir devletin aynı anda birden fazla kompleks içerisinde yer alabileceğini de savunur. Çünkü ülkelerin paylaştıkları güvenlik ihtiyaçları çeşitlilik göstermektedir. Özellikle küreselleşme ile birlikte artan farklı tehdit kaynakları devletleri bu işbirliklerine yöneltmiştir. Uluslararası güvenlik çalışmaları içerisinde; bölgesel güvenlik tehditleri genel itibariyle şu başlıklar altında toplanabilir. Çok boyutlu tehditler (Toplumsal, ekonomik, askeri)

Ülkeler arası problemler (Sınır problemleri, su problemleri, diplomatik sorunlar) Göç hareketleri (yasadışı göçler, iç savaş veya diğer yaşamsal ihtiyaçlar nedeniyle yapılan göçler)

Çevre sorunları (Hava ve su kirliliği, kuraklık, iklim değişikliği) Etnik milliyetçilik (bir ülkede yaşayan insanlar arasındaki etnik veya dinsel sorunlara dayalı
problemler örneğin Myanmar’da yaşayan Rohingyaların Budistlerce bu ülkeden sürülerek Bangladeş, Tayland ve Malezya’da yaşamaya zorlanması) Düşük yoğunluklu savaşlar (Mısır ve Suriye’de yaşanan çatışmalar)

Güvenlik kompleksi; içerisinde yer alan devletlerin güçlerine göre düzeyi değişmektedir. Yüksek güvenlik kompleksi: bir süper güçle birden fazla devletin bir araya gelmesi ile oluşan bir yapıdır. Soğuk Savaş dönemi şartları ve NATO’nun kurulma sürecinde bu bağlamda değerlendirebiliriz. Alçak güvenlik kompleksi; gelişmekte olan bir kavramdır. Daha küçük devletlerin bir araya gelmesi ile oluşturulan yapılardır. Buzan’a göre; küçük devletlerin ulusal güvenlik stratejileri izlemekten sakınmaları gerektiğini ve daha üst bir düzlemde güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaları gerekmektedir. Reel dünyada takip edilen güvenlik politikaları, ulusal ve uluslararası güvenlik stratejilerinin bir karışımı
görünümündedir. Dolayısı ile bütünlükçü bir güvenlik anlayışından bahsedilebilir. Nitekim pek çok ülke, ulusal güvenlik stratejilerinin uluslararası güvenlik stratejisine bağlı olduğunu kabul etmektedir.70

Devletler; kurulan bölgesel güvenlik kompleksleriyle bir bakıma ulusal güvenliklerini tehdit eden bir düşmana karşı; daha üst düzlemde bir koruma sağlamaktadır. Güvenlik kompleksine üye olan her devlet bu yapıya girdiği andan itibaren ortak güvenliği sağlayan bir yapının parçası haline gelmektedir. Sadece devletin kendi ulusal güvenliğinin maksimizasyonu değil; ortak platformun bütününün çıkarları önemli hale gelmektedir.

Dolayısıyla farklı bölgelerde kurulan farklı güvenlik yapıları genel olarak uluslar arası sistemin güvenliği ve barışın korunması noktasında büyük katkılar sağlamaktadırlar. Bu nedenle Güvenlik kompleksi yaklaşımı; Soğuk Savaş sonrası dönemi güvenlik problemlerini açıklamak için faydalı olmaktadır.

Kopenhag Ekolüne Yöneltilen Eleştiriler

Kopenhag Ekolü’nün güvenliğe yaklaşımında olumlu taraflar olduğu gibi olumsuzluklar da mevcuttur. Nitekim bir yaklaşım ortaya koyup, tüm dünya devletleri üzerinde bunu test etmek, her bir devletle ilgili belirli bir uzmanlığı gerektirecektir. Birkaç araştırmacıdan oluşan bir ekibin dünyanın her köşesinde derin ve gerçekçi analizler yapabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Bir başka deyişle, Ekolün savunduğu düşünceler tek tek tüm devletler veya tüm toplumlar için geçerli görünmemektedir.

Bunun yanında Ekole yapılan eleştirilerin çoğunlukla güvenlikleştirme kavramına olduğunu söylemek mümkündür. Söz konusu bu eleştirileri kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür.

Güvenlikleştirme yaklaşımıyla öne sürülen görüş, Soğuk Savaş sonrası dönemden ziyade Soğuk Savaş yıllarındaki güvenlik politikalarına uygundur. Askeri yapıların ve karar vericilerin altın çağı çoktan bitmiştir.71

Ekol güvenlik gündeminin belirlenmesi veya acil önlemler gerektiren tehditlerin tanımlanması süreci konusunda, demokratik rejimleri baz almaktadır.72 Otoriter rejimler konusunda bir açıklama getirmemektedir.

Kopenhag Ekolü, güvenlikleştirme yaklaşımını, mevcut bir tehdidin dile getirildiği farklı rejim türleri için analitik açıdan kullanışlı olarak görmektedir. Ancak güvenlikleştirme teorisi esas olarak liberal-demokratik toplumun kuralları bağlamında açıklanmaktadır.73

Kopenhag Ekolünun aslında hem güvenlikleştirme hem de güvenliksizleştirme süreçleri açısından demokratik sistemleri/siyaseti veri aldığı görülmektedir. Çünkü başarılı bir güvenlikleştirme için rızası alınması gereken alımlayıcı kitleye atfedilen bu etkin rol, ancak demokratik bir siyasi sistemde anlamlı olabilir. Ancak bu rızanın gösterilme şekli ve niteliği konularının muallâkta kalması, yaklaşımı otoriter rejimlerdeki işleyişler açısından daha açıklayıcı hâle getirmektedir. Zira demokratik ülkelerde yönetici elitler, önce kamuoyu
oluşturup sonra karar almayı tercih ederlerken (ya da buna mecburlarken), tersi durumlarda önce karar alınmakta ve gerek duyulması hâlinde de sonra kamuoyunun buna intibakı sağlanmaya çalışılmaktadır.74

Kopenhag Ekolüna yöneltilen eleştirilerin tamamının temelindeki neden, güvenliğin “gerçekliği”ne gösterilmesi gereken dikkatin yeterince gösterilmemiş olmasıdır. Knudsen, Kopenhag Ekolünun yaklaşımındaki “devletlerin diğer devletlerden ya da gruplardan gerçek tehlikelerle karşılaşıp karşılaşmadıklarının önemsiz olduğu yönündeki gizli imaya” tepki göstererek tehditlerin esasen “aktörlerin kendi korkularından ya da bireylerin korkularının paranoyak siyasi eyleme dönüşmesi sonucu ortaya çıkan şeylerden kaynaklandığı yönündeki
varsayıma” da karşı çıktığını belirtmektedir.75

Güvenlikleştirme yaklaşımının öznellik üzerine yaptığı vurgu, “tehdit olarak algılanan şeyin bağımsız varlığını hesaba katmadığı için tehdidin yanıltıcı bir şekilde oluşturulmasından başka bir şey değildir. Tehditlerin üstesinden gelmek için hem algıların hem de tehdit edici olarak görülen fenomenlerin birlikte değerlendirilmesi gerekirken güvenlikleştirme yaklaşımında nesnel etkenler kasıtlı olarak dikkate alınmamış ve tehdit fenomeni tamamen bir iç politika sorununa indirgenmiştir.76

Güvenlikleştirme yaklaşımının zayıf olarak görülen yönlerinden biri de nesnel ve dışsal gelişmelerin yer aldığı sosyal bağlamı göz ardı ederek güvenliği söz-eylemlere indirgeme eğilimidir. Diğer bir ifadeyle, “güvenlik söz-eylemleri, neden ve hangi koşullar altında ortaya çıkar” sorusunu gözden kaçırmasıdır.77 Buradaki eleştirilerin esas vurgusu, gerçek bir tehdidin varlığı ya da yokluğundan ziyade, tehdit algısının ve buna dönük söylemin güvenlikleştirme eylemi açısından nasıl ve ne zaman işlevsel hâle gelebileceği konusu üzerinedir.

Son bir eleştiri de güvenlikleştirme sürecinin, Kopenhag Ekolü’nün öne sürdüğü kadar mekanik bir süreç olmadığıdır. Yani, güvenlikleştirici aktörün bir güvenlikleştirme söz ediminde bulunması ve alımlayıcı kitlenin buna olumlu ya da olumsuz bir tepki göstermesi ile bütün bu süreci açıklamak mümkün değildir. Çünkü güvenlikleştirmenin başarısı, kabul edici bir çevreye bağ(ım)lıdır. Bu nedenle, güvenlikleştirmenin güçlü ya da zayıf olsun olumlu sonuç vermesi, güvenlikleştirici aktörün söyleminin tanınması/kabul edilmesi için uygun
zamanı belirleme seçimine dayanmaktadır.78

Ancak şunu da belirtmekte fayda vardır. Güvenlik(siz)leştirme yaklaşımı, bütün eksik ve tartışılabilir yönlerine rağmen güvenlik gibi hayatî ve meşrulaştırıcı niteliğe sahip bir kavramın tanımlanması sürecine yapısalcı bir temelde yaklaşması ve analizine iktidar perspektifini dâhil etmesi bakımından oldukça değerlidir. Nesnel ve genel geçer bir güvenlik tanımı yapmaktan kaçınmaları, bu yaklaşımın temsilcilerine, analizin güvenlikle ilişkilendirilen neredeyse bütün sektörlerdeki süreçleri açıklama kapasitesine sahip olduğu yönünde bir iddiada bulunma imkânı sunmaktadır. Buna rağmen yaklaşımın, analizin hangi siyasi sistemler açısından geçerli önermelere ve açıklayıcılığa sahip olduğu konusunu
tartışılabilir bırakması, güvenlikleştirme sürecinde nesnel tehdit öğelerinin öznel tehdit algılarına kıyasla ne gibi farklılaşmalara yol açabileceğini tartışmaktan kaçınması, güvenlikleştirmenin içinde gerçekleştiği sosyal bağlama içkin bazı faktörleri analiz dışında tutarak güvenlikleştirme eylemini mekanik bir sürece indirgemesi gibi kuramcılar tarafından göz ardı edilen ya da fark edilmeyen bazı kısıtları mevcuttur. Her ne kadar söz konusu kısıtlar ve bu bağlamda yöneltilen eleştiriler, güvenlik(siz)leştirme yaklaşımının üzerinde daha çok düşünülmesi ve tartışılması gerektiğine işaret etse de, yaklaşım mevcut hâliyle bile güvenlik gündeminin oluşturulması sürecindeki siyasi unsurları ortaya çıkarması ve güvenliğe ilişkin bazı pratikleri sorgulatması bakımından oldukça işlevseldir.79

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 3

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 3



Göç: 

Bir bölgede yaşayan insanların başka bir bölgede yaşayan diğer insanlar tarafından istila edilmesi veya dışarıdan gelen insanlar yüzünden kendi özellikleri
kaybetmeleri olarak ifade edilebilir. Bu durumda istila edilen bölgedeki insan topluluğu değişime uğrayarak eskisi gibi var olamayacaktır. Çünkü nüfusun çoğunluğunu dışarıdan gelen halk oluşturacaktır. Bu durumda bu bölgede yaşayan insanların demografik yapısındaki değişiklik nedeniyle farklılaşma olacaktır. Örneğin Çinlilerin Tibet’e veya Rusların Letonya’ya göç etmesi bu bölgelerdeki demografik yapının değişmesine neden olmuştur.

Yatay Rekabet: 

Bir bölgede yaşayan belirli bir insan topluluğu yaşamaya devam etse de o bölgeye yakın komşu kültürün dilsel ve kültürel etkileri yüzünden yaşam şekilleri
değişime uğrayacaktır. 
Örneğin İrlandalıların İngilizleşmekten (Protestanlaşmaktan) korkması veya Avrupalıların Müslüman olmaktan korkması gibi

Dikey Rekabet: Belli bir bölgede yaşayan insanlar kendilerini o bölgenin halkı veya ulusu olarak görmekten vazgeçeceklerdir. 

Bu iki şekilde görülebilir.

Bir entegrasyon projesi kapsamında ise Örneğin AB projesi gibi bir bütünleşme projesinde Avrupa Birliğine üye olan devletlerin vatandaşları kendilerini Alman, Fransız, Yunan görmek yerine Avrupa Birliği ya da genel itibariyle Avrupalı olarak görmeye başlayacaklardır.

Ayrılıkçı veya Bölgeselci bir proje kapsamında ise daha önce ait oldukları devletin vatandaşı yerine ayrılmak istedikleri bölgenin vatandaşı olarak görmeye başlayacaklardır.

Örneğin Katalonya veya Bask Bölgeleri İspanya’dan ayrılarak kendi devletlerini kurmak istemektedir. Benzer şekilde Kanada’nın Qeubec eyaleti de bağlı olduğu Kanada federal sisteminden ayrılarak bağımsız olmak istemektedir.

Doğal Afet, Savaş, Açlık, Salgın Hastalık veya yok etme politikaları nedeniyle nüfusun azalması: Soykırım (genocide) veya etnik temizlik (ethnic cleansing) politikalarında olduğu gibi bir kimliği veya grubu yok etme arzusunun ortaya çıkardığı yok etme politikaları dışında nüfusun azalması, toplumsal güvenliğin kimlik mantığının bir parçası değildir. Diğer taraftan toplumsal güvenliğin gündemi olması açısından şimdilerde devletlerin doğum oranları da iki sebepten dolayı dikkate alınması gereken bir husus olarak görülebilir. Buna göre;30

Rakiplerle kıyaslandığında daha düşük olabilir. (geçen yüzyılın sonunda Fransa’nın durumu; bugünkü Japonya, Rusya ve Avrupa) Doğum oranları geçmişte askeri güvenlik sorunu olarak görülüyordu, bugün ise esas olarak ekonomik ve belki de siyasi güvenlik problemi olarak düşünülmektedir.
Doğum oranları, sosyo-ekonomik istikrarı bozma tehdidi taşıyabilir ve de ya sosyal güvenlik planlarını devam ettirmede sıkıntılar yaratır. (ekonomik güvenlik olarak güvenlik oluşturulabilir) ya da daha fazla göç için baskı yaratır (sosyal güvenlik endişelerini arttırır).

Demokratik veya emperyal olsun, devletle eşleşecek ortak bir kültür oluşturmaya çalışan entegrasyon projeleri, kültürel yeniden üretim mekanizmalarının bir kısmını ya da hepsini kontrol etmeye çalışabilir (örneğin okullar, kiliseler, camiler, dil hakları). Baskının daha fazla olduğu durumlarda ise azınlıklar, kendi kültürlerini yeniden üretme yeteneğini kaybedebilirler, çünkü çoğunluk, kendi kültürünü kayırmak için eğitim, medya ve diğer sistemleri yapılandırmak amacıyla devleti kullanmaktadır. Bu nedenle, toplumsal güvenlik konularının bazı çeşitleriyle, bireylerin kalplerinde ve beyinlerinde mücadele edilmekteyken; diğerleri, kimliği etkileyen daha somut konular üzerinde mücadele olarak ifade edilmektedir. İlk durumda, tehdit dönüşmeyle ilgilidir. İnsanlar kendilerini başka bir şey olarak düşünmeye başlarlar. İkincisinde, siyasi kararlar kimliği etkilemektedir, örneğin bir kültürün yeniden üretilmesini engellemek için göç veya siyasi yapılar kullanılmaktadır.

Söz konusu kültür, yeniden üretim için gereken kurumları kontrol etmemektedir. Toplumsal güvenlik konuları her zaman en nihayetinde kimlikle ilgilidir; bazı durumlarda, toplumsal güvenlik mücadelesinin yapıldığı araç da kimliktir (yatay ve dikey rekabet). Diğer durumlarda ise bu araç kimlik değil çoğunlukla göç, yeniden üretim altyapısı gibi unsurlardır.

Kimliklerinin nasıl inşa edildiğiyle bağlantılı olarak, farklı toplumların farklı zayıf noktaları bulunmaktadır. Eğer bir kişinin kimliği farklı olmak, uzak olmak ve yalnız olmak üzerine kurulmuşsa, çok az sayıda yabancının gelmesi bile Finlandiya örneğinde olduğu gibi sorunlu olarak değerlendirilecektir. Zira bugün için yaklaşık 5.4 milyonluk bir nüfusa sahip olan bu ülkede yabancıların oranı yaklaşık %3,4 ile Avrupa ülkeleri içinde en düşük düzeydedir. Finlandiya ayrıca kendi ülke sınırları içinde doğan çocuklara doğrudan vatandaşlık hakkı vermemektedir.31 Diğer taraftan Letonya32 ve Kazakistan’da 33 veya Makedonya’da34 olduğu gibi küçük bir sayısal üstünlüğe sahip oldukları için devleti kontrol eden uluslar olabilir. Nüfus’un geriye kalan yarısından yaklaşık %10–15 gibi fazlalığa sahip olan bu uluslar devleti kendi kontrollerine almışlardır. Söz konusu bu ülkelerde şu an çoğunlukta olan uluslar elbette kendilerinden sonra ikinci çoğunluk olan rakip nüfusun göç yoluyla akın etmesine veya daha fazla doğurganlık oranına sahip olmasına karşı hassas olacaklardır. Örneğin Letonlar kendi ülkelerinde Rusların, Makedonlar kendi ülkelerinde Arnavutların ve Kazaklar da kendi ülkelerinde Rusların sayısının artmasını ve çoğunluk haline gelmelerini istemeyeceklerdir.

Günümüzde sabit tek bir kimliği “savunmak” çelişkili bir şeydir. Çünkü insanların sahip oldukları kimlikleri çoklu dur ve bunlarda sürekli değişmektedir. 
Bunun yanında bu çoklu kimlikler asla istikrarlı ve objektif değildirler. 
Ancak güvenlikli oluşturulduğunda , verili (given), başlangıçtan itibaren var olan ve derin olarak inşa edilmiş bir şeyi savunursunuz.

Ancak güvenlikleştirme durumunda tümü kapsayan kimlik inşası (ulusal kimlik) gerçekleşmektedir. Aktörlerin kimlikleri savunması, özellikle ulusal kimliklerini savunması çoğu durumda tehlikeli bir özelliktir.35 Çünkü ulusal kimlik diğer kimliklerin aksine, sadece içerik değil, aynı zamanda diğer her şeyin anlaşıldığı genel çerçevedir. Bu yüzden, ulusal kimlik çok kolaylıkla güvenlikli olabilmektedir ve çatışma durumlarında diğer tüm kimlikleri içine alabilmektedir.

Çevresel Güvenlik

Çevresel güvenlik yaşamın idamesinde olmazsa olmaz role sahip bir sistem olarak bölgesel ve küresel biyosferin korunmasıdır. Yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında, fakir ve marjinal halkların hassasiyetlerinin karmaşık kaynaklarına odaklanılmasına paralel olarak, aslen fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan iklim bozukluklarının neden olduğu geniş ölçekli biyosfer sorunlarına dönüş yaşanmış tır. Olağanüstü hava olaylarının (örneğin, Bangladeş’deki hortum ya da Afrika’daki kuraklığın etkilediği insanların yaşadıkları sıkıntılardan kısmen sorumlu olan antropojensel36 faaliyetlerin, doğal tehlike ve afetlerin (fırtına, hortum, kasırga, kuraklık) nicelik ve şiddetlerinde yol açığı artışla bağlantılı olan küresel iklim değişikliğinin etkileri de “insan güvenliği” ne yönelik tehditler ortaya koymuştur. Bu olaylar, dahili yer değişimleri ve göçe yol açmış ve böylece Kuzeye yeni “yumuşak” güvenlik sorunları olarak ulaşmıştır.
Küresel çevresel değişimin neden olduğu gelişmeler yeryüzü tarihinde, 

Güneydeki birçok insan için yeni güvenlik tehlikeleri ve kaygıları ortaya koyan yeni bir evrenin, ortaya çıkmasına yol açmıştır.

1990’daki küresel dönüşe ek olarak, bazı bölgesel ve ulusal yapısal değişiklikler, küreselleşmenin etkileri ve küresel çevresel değişiklikler nedeniyle insanlığın güvenlik ve bekasına ilişkin yeni tehlike ve kaygılar gelişmektedir. Bu yeni güvenlik tehlikelerinin uluslararası, bölgesel, ulusal güvenliğe ve insan güvenliğine yönelik tehditler olarak algılanması ya da güvenlikleştirilmesi güvenliğin yeniden kavramsallaştırılmasına katkıda bulunmuştur. Çünkü gelinen noktada Çevre, kalkınma ve birey güvenliği, aynı meselenin farklı boyutları olarak anlaşılmaktadır.

1.6.1 Güvenlik Sektörlerinin Öncelik Durumları

Kopenhag Ekolünün ortaya koyduğu yukarıdaki güvenlik sektörlerinin günümüzde hangisinin diğerlerinden daha öncelikli ya da hangisinin diğerlerinden daha tehlikeli olabileceğini önemli bir konudur. Bu konuda aşağıda yer alan grafik sektörler bazında meydana gelen güvenlik sorunlarının olasılık ve meydana getirebileceği potansiyel yıkıcılık bakımından değerlendirme imkanı sunmaktadır.



Grafik 1: Gerçekleşme İhtimali ve Yıkıcılık Derecesine Göre Güvenlik Sektörleri37 Uluslararası sistemin dengesinin ve BM’nin etkinliğinin önemli olmasına rağmen, askeri ve politik tehditlerle doğrudan ilgili seviye devlet seviyesidir. Ekonomik güvenlik devletin politikalarına ve uluslararası pazarın durumuyla ilgilidir. Çevre güvenliği küresel bir sorundur ve bu tehditle ilgili olarak uluslararası düzeyde çalışmalar yapmak gerekmektedir.

Devlete doğrudan etkisi olmayan tek sektör çevre güvenliğidir. Toplumsal güvenlik devlet içindeki topluluklar ve bireylerle ilgilidir, insan hakları gibi uluslar arası düzenlemelerin bir
takım etkileri olsa da, hem birey hem de devlet seviyesindeki etkiler daha fazladır. Birey, devlet ve uluslararası sistem ayrı ayrı referans nesne olarak alındığında, sektörlerden en fazla
etkilenenin devlet olduğu açıkça görülmektedir.




Tablo 2: Güvenlik Sektörlerinin Farklı Seviyelerdeki Etkileri38

Güvenlik sektörleri ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer husus, hangi sektörün ya da sektörlerin öncelikli olduğudur. Bu sorunun cevabı her bir devlet için farklılık arz etmektedir. Örneğin İç savaşta yaklaşık bir milyon insanın hayatını kaybettiği Ruanda ile Norveç’in öncelikleri aynı olmayacaktır. Askeri ve politik güvenliğin içerisindeki tehditlerin etkileri devletler için yaşamsaldır. Bu tehditlerin varlığı söz konusu olduğunda, ekonomik, çevre ve toplumsal güvenlik geri planda kalmaktadır. Askeri ve politik güvenlik konularında kendini güvenli olarak algılayan devletler ise diğer güvenlik sektörlerine öncelik vermektedir.

Devletlerin farklı sektörlere kendilerince öncelik vermesinin en önemli nedeni devlet içerisindeki ve dışarısındaki tehditlerin varlığıdır. Devletin bulunduğu coğrafya, çevresindeki ülkeler güvenlik algılarını doğrudan etkileyecektir. Ruanda ve Norveç örneğinde olduğu gibi, bir Afrika devleti ile Avrupa devletinin güvenlik algıları farklı yöndedir.  Devletlerin güvenliği, bulundukları coğrafyanın güvenlik dinamikleri ile doğrudan bağlantılıdır. 

Bu durumda devleti referans almak güvenlik analizleri için yeterli olmayacak, devletleri, içerisinde bulundukları bölgeler ile birlikte değerlendirmek gerekecektir.39

Güvenlikleştirme Yaklaşımı ve Unsurları

Kopenhag Ekolünün üzerine kurulduğu ve belki de en çok tartışılan ve eleştirilen konu ise güvenlikleştirme (securitization) yaklaşımıdır. Esasında Kopenhag Ekolünün güvenlik yaklaşımının özünü güvenlikleştirme (securitization) kuramı ve bu kuramın bir bakıma anti tezi olarak görülen güvenlik dışılaştırma (de-securitization) kuramının oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Bu noktadan hareketle; “Güvenlikleştirme bir şeyin ya da bir konunun değerli olduğu kabul edilen bir öznenin varlığına yönelik bir tehdit/tehlike biçiminde kurgulanması ve bu kurgulamanın, normal siyasi sürecin dışına çıkılarak alınan istisnai tedbirleri desteklemek için kullanılmasıdır.”40 Bu doğrultuda
güvenlikleştirme girişimleri; tamamen başarılı olabilir tıpkı 1947 sonrasında Batı’daki komünist/Sovyet tehdidi örneğinde olduğu gibi, sınırlı bir başarı sağlayabilir (tıpkı ABD’nin Irak’ı tehditleştirmeye yönelik son girişiminde olduğu gibi, ya da 1960’ların sonunda ABD’de Vietnam Savaşı’na yönelik halk desteğinin azalması örneğinde olduğu gibi başarısızlığa uğrayabilir.41 

Diğer taraftan güvenlik dışılaştırma (de-securitization) kuramı ise daha önce tehdit olarak kabul edilen bir şeyin artık tehdit olarak inşa edilmemesi şeklinde ifade edilmektedir. Örneğin Soğuk Savaş’ın bitişi ile daha önce bloklar arasında tehdit olarak görülen birçok şey artık tehdit olarak görülmemektedir. Genel olarak bakıldığında söz konusu bu iki kuramın Kopenhag ekolünün tüm diğer argümanlarının açıklanmasında da anahtar görevi gördüğü söylenebilir.

Güvenlikleştirme kuramının önemli bir katkısı Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçirdiği dönüşüme yeni ve daha ikna edici bir açıklama getirmek olmuştur. Avrupa örneğinden hareket eden Kopenhag Ekolü, sorunların ve ilişkilerin güvenlik dışına çıkarılması (desecuritization) stratejisinin yaygınlaşması ve sadece devletin bekasını ilgilendiren acil konuların güvenlik konusu olarak kabul edilmeye devam edilmesini önermektedir. Bu şekilde Kopenhag Ekolü dar bir güvenlik tanımından yana tercih belirtmektedir. Ekolün öneri ve katkıları tarihsel, kuramsal ve etik-politik olmak üzere üç başlıkta toplanabilir.42 

Buna göre; Tarihsel Argüman

Yüzyıllardır ismi savaşlarla anılan bir kıta olan Avrupa’nın artık barışla anılmaya başlamasının ardında yatan dinamikleri, Kopenhag Ekolü AB’li devlet adamlarının İkinci Dünya Savaşı sonrasında yürüttüğü güvenlik dışına çıkarma çabaları ile açıklar.43

Bu açıdan değerlendirildiğinde günümüzdeki AB projesi bir güvenlik projesi olarak ortaya çıkmaktadır. Yani askerî yöntemlere başvurmadan da barışın korunabildiği ve potansiyel saldırganların caydırılabildiği bir güvenlik topluluğunu (security community) ifade etmektedir. Avrupa’nın savaşçı tarihi düşünüldüğün de 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa kıtası genelinde elde edilen yaklaşık 70 yıllık savaşsız refah dönemi bir bakıma devletler arası sorunların güvenlik dışına çıkarılması sonucu elde edilerek kıta genelinde neredeyse tüm devletleri içine alan bir güvenlik topluluğu elde edilmiştir.

Kuramsal Argüman

Kopenhag Ekolü’nün kuramsal argümanı siyaset teorisi ve sosyal inşacılık yaklaşımlarını kullanan ve söz edimi (speech act) kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bu kavram günümüzde çok geniş alanlardaki sorunların açıklanmasında bir model olarak kullanılmaktadır. Buna göre söz edimi kısaca; güvenliğe yönelik tehditlerin öznenin “bilgisi” ve “tespiti” olmasa da var olabileceği kabulünü tartışmaya açan bu yaklaşım, sorunların ancak biz bildiğimiz ve tespit ettiğimiz nispette “güvenlik” tehdidi olarak
ortaya çıktığını, aksi takdirde herhangi “sorun” olarak değerlendirilebildiğini hatta “sorun” olarak bile görülmeyebildiğini ortaya koyar.44 Waever’in finans dünyasından ödünç alarak adına “güvenlikleştirme (securitization)” dediği bu süreç, güvenliğin siyasiliğine işaret eder.45 Başka bir deyişle sorunlar tek başlarına ve durduk yere güvenliğe tehdit teşkil etmezler. Bilakis aktörler sorunları güvenlik sorunu haline kendileri getirirler. Bu noktada aktörler açısından anahtar kelime “seçim (choice)”dir. Yani güvenlik siyasetini belirlemenin ve aktörlerin sorunlar karşısında gösterdikleri tepkinin siyasiliğidir. Bir sorunun güvenlik sorunu olması “objektif” değil, ancak öznel de değil özneler arası (intersubjective) bir değerlendirme süreci ile varılan bir sonuçtur. “Sorunların güvenlikleştirilmesinin siyasi bir tercih olmasının ardında yatan gerekçe, güvenlik kelimesinin telaffuz edilmesinin verdiği otoritedir; bu otorite aksi hâlde mümkün olmayabilecek uygulamaları (mesela kaynak transferi, özgürlüklerin kısıtlanması, şiddet içeren yöntemlerin meşrulaştırılması) mümkün
kılar.”46

Etik-Politik Argüman

Kopenhag Ekolü, mevcut sorunları güvenlik sorunu olmaktan çıkarmak (konuları güvenlik gündeminden çıkarmak ve “normal” politik süreçler aracılığıyla dile getirmek ve çözmek) için kanıtlar ortaya koymayı tercih etmektedir. Bu noktada etik-politik olarak sorumlu olan seçimin güvenliğin sadece devletin bekası ile ilgili konularla sınırlı (narrowed) tutulması gerektiğini ve diğer konuların hayati bir konuma getirilmemesini savunur. Bu nedenle devletin varlığını tehlikeye atacak örneğin başka bir devletten gelen yüksek askeri tehdit, iç savaş, toplumsal şiddet olayları vb. doğrudan devletin varlığını doğrudan etkileyen konular dışındaki diğer konular güvenlikleştirilmemeli, “normal” siyasi
süreçler içinde tartışılarak çözülmesi gerektiğini savunur. Aksi takdirde eğer güvenlik konuları genişletilirse güvenlik sarmalı başka konularda da çözümü zorlaştırır hâle gelir, şiddet içeren yöntemler başka sorunların çözümünde de kullanılmaya başlanır.

Güvenlikleştirmenin Oluşum Süreci

Güvenlik “bir güvenlik sorunu ve bu soruna karşı alınan önlemlerin varlığını ortaya koyan bir durum”, güvensizlik ise, “güvenlik probleminin olduğu ve buna karşı bir cevabın olmadığı bir durum” olarak alındığında her iki durumda da sorun benzerdir.47 Bir sorunun ne zaman güvenlik sorunu oluşturduğuna yönelik olarak Kopenhag Ekolü, güvenliğinde “bizatihi kendisinin yeniden siyasallaştırıldığı” yeni bir “güvenlik ve siyaset” gündemi önerirler. Önerilen bu gündemde güvenliğin yeniden kapsamının inşası süreci güvenlikleştirme olarak adlandırılır.

Güvenlik beka ile ilgili bir durum olduğundan yani “varlığa kastedilen tehditler karşısında acil ve olağanüstü önlemlerle beka sağlanmasına ilişkin olduğu için” tehdidin varlığı olağan üstü yöntemleri kullanmayı gerektirmektedir. 

Bu durumda güç kullanımında bulunmak bir bakıma durumu meşrulaştırmanın bir aracı olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan genel olarak eğer bir devlet yetkilisi örneğin başbakan, bakan, bürokrat güvenlikle ilgili bir konuşma yaptığında acil ve olağanüstü önlem alınması gereken bir durumdan bahsetmiş olur.

Böylece tehdidi önleme gerekliliği güç kullanımı hakkı iddiasını ortaya çıkarır.

Güvenlikleştirme ile sorunların siyasal alanın dışına itilmesi öncelikli amaç olsa da güvenlikleştirici aktörün kimliği bunun tam aksine sorunu siyasi mesele haline getirir. Bu bir anlamda, güvenlikleştirmenin siyasallaşmanın uç bir biçimde tanımlanmasının da gerekçesidir. Bu aynı zamanda iktidarı kullananların güvenlikleştirmeyi “belirli ve kendi çıkarlarına hizmet eden amaçlar doğrultusunda” yürürlüğe koymalarının bir sonucudur.

Ancak Kopenhag Ekolü açısından İdeal olan, sorunların güvenlik dışına çıkarılması stratejisinin yaygınlaşmasını savunmaktadır. Çünkü eğer bir sorun belirli bir süre politikacıların dikkatini çekmez ise daha sonra sorun siyasal alandan siyaset gündeminin dışında kalarak depolitize olur.48

Bir konunun siyasallaşma süreci veya siyasal sürecin dışına çıkarılma süreci aşağıdaki şekilde detaylı olarak gösterilmiştir. Buna göre bir sorunun ortaya çıkmasının ardından, devlet bu sorunu bekası için tehdit olarak algıladığı zaman, artık devlet o soruna müdahil olmuş demektir. Bu aşamadan sonra devlet eğer söz konusu sorunu bir beka sorunu olarak kabul ederse bu sorunu çözmek için kendisinin özel haklara sahip olduğunu iddia ederek devletin devamı için tehdit olan sorunun üstesinden gelebilmek için olağan üstü yöntemlerle ve öncelikli olarak mücadele etmeye başlar. Bu aşamada esasında en can alıcı nokta mücadele noktasında alımlayıcı (audience) kitleyi ikna etmesidir. Eğer devlet alımlayıcı kitleyi ikna ederse söz konusu sorun için güvenlikleştirme işlemi başlamış demektir. Bir başka deyişle Güvenlikleştirici aktör (a securitizing actor), referans nesnesinin (referent object) bekası için herhangi bir olayı varoluşsal tehtit (existential threats) olarak sunarsa, (bu konuşma edimi yoluyla olur-speech act) burada söz konusu olay güvenlik sorunu olarak etiketlenir / tanımlanır.

Güvenlik sorunu olarak tanımlanan gelişme alımlayıcı kitle (audience) tarafından da, benimsenirse, artık bu sorun için olağanüstü önlemlerin (extraordinary measures) alınması yolu açılmıştır. Olağanüstü önlemlerin alınması normal siyasetin kurallarının askıya alınması sürecini doğurur. Normal siyasi süreçlerin işlememesi ise, demokratik gelişmelerin yaşanmasının önüne set çeker, demokrasinin kurallarının işlemesi çeşitli gerekçelerle sürekli ertelenir.49




Grafik 2: Sorunların Güvenlikleştirme Süreci50

Güvenlik dışılaştırma kavramı (a-security-güvenliğin konusu olmama?) güvenlikleştirme yaklaşımının bir çıktısıdır. Çünkü geleneksel güvenlik anlayışında güvenlik ve güvensizlik (insecurity) ters yönlü bir ilişki içindedir. Güvenlik arttığında güvensizlik azalır ya da tam tersidir. Ancak güvenlikleştirme perspektifinden bakıldığında ikisi de güvenlik çerçevelemesi bağlamında inşa edilmiştir ve tehdit-güvenlik kaygısının bir sonucudur. Yani güvenlikleştirme perspektifinden bakıldığında, güvensizlik (insecurity) tehdit olduğu zaman ona karşı bir savunmanın olmaması durumu; güvenlik, tehditle birlikte ona karşı savunmanın da olması, güvenliğin konusu olmama ise (a-security) güvenlik dışı oluşturma ya da hiç güvenlikleştirmenin olmaması yani herhangi bir tehdit durumunun olmamasıdır.51


Bu noktada yukarıdaki şekilde yer alan sorunların güvenlikleştirme sürecini başka bir şekilde diagram üzerinde de ifade etmek mümkündür.


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***