Bulgaristan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bulgaristan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2020 Perşembe

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 2

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 2




Kosova’nın Bağımsızlığını ilk tanıyan devletler, 18 Şubat’ta yani bağımsızlık ilanının ertesi gününde ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Arnavutluk ile ABD-NATO güdümlü Afganistan ve Kosta Rika oldu. Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını ve Sırbistan’a askeri müdahale yapılmasını açıkça desteklemiş olan bir başka önemli Batılı güç Almanya ise Kosova’nın bağımsızlığını üç gün sonra 20 Şubat’ta resmen tanıdı.22 Ama BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olan Rusya ile Çin ve AB üyeleri olan İspanya, Yunanistan, Romanya, Slovakya ile
Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) Kosova’yı tanımadılar. Kosova, kendisini tanımayan Rusya ve Çin’in vetosuyla karşılaşacağını bildiği için ve ayrıca kendisini tanıyan devlet sayısı henüz yeterli olmadığı için şimdiye kadar BM’ye üyelik başvurusunda bulunmadı.23 

   Ayrıca Kosova, kendisini tanımayan Avrupalı devletlerin karşı çıkmasından dolayı AGİT’e ve Avrupa Konseyi’ne katılamadı. Fakat Kosova, Örgüt içinde en fazla oy hakkına sahip olan ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle IMF ile Dünya Bankası’na üye olmayı başardı.

    Kosova, uluslararası alanda “tanınmama” problemini ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsünden aldığı büyük destek ile aşmaya çalıştı ve çalışıyor. Bu çalışmanın, şimdiye kadar önemli bir başarı elde etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Şubat 2014 itibariyle BM üyesi olan 193 devletten 108’i Kosova’yı tanımış bulunuyor.24 Bu sayının önümüzdeki yıllarda artması bekleniyor. Çok sayıda Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı çevre kapitalist devlet;

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın girişimleri ve talepleri sonucunda Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Yani Kosova’yı tanıyan devlet sayısında meydana gelen artış, Priştine’nin çabaları sonucunda değil, Sırbistan’a karşı Kosova’yı destekleyen dört emperyalist devletin inisiyatifi sonucunda gerçekleşti.

Sonuç

NATO, SSCB’nin yıkılışına kadar her hangi bir askeri operasyon gerçekleştiremedi.

SSCB'nin yıkılmasıyla birlikte ABD liderliğinde NATO operasyonları başladı ve giderek hız kazandı. İlk olarak 1991 Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı NATO uçakları ve askerleri kullanıldı. İkinci olarak Bosna-Hersek’teki Sırp kuvvetlerine karşı havadan operasyon gerçekleştirildi. Kosova müdahalesi NATO’nun üçüncü askeri operasyonu oldu. Bu operasyon, ABD - Batı Avrupa ittifakı tarafından gerçekleştirildi. Ayrıca bu ittifak, Kosova’daki ayrılıkçı milliyetçi UÇK örgütünü doğrudan destekledi ve güçlendirdi. NATO’nun müdahalesi sonucunda Sırbistan ordusu ve polisi Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Bununla eş zamanlı olarak NATO ve Batılı devletler bölgeye yerleştiler.

  Akabinde Ahtisaari Planı çerçevesinde görüşmeler başlatıldı. Görüşmelerin sonucunda taraflar ortak bir çözüme ulaşamayınca Kosova Parlamentosu tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık ilanını ABD-Batı Avrupa ittifakı derhal tanıdı ve destekledi. Kosova Savaşı’nda Türkiye de Batı ittifakı içinde yer aldı.

1999 NATO müdahalesi Kosova’nın Sırbistan'dan ayrılmasını sağladı. Başka bir ifadeyle Kosova, NATO müdahalesi yoluyla Sırbistan’dan koparıldı. Bu süreçte Sırbistan ordusu ve polisinin Kosovalı Arnavutlara yönelik gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri ve etnik temizlik, sürekli Batılı devletler ve basın-yayın organları tarafından gündeme getirildi ve eleştirildi. Böylece insan hakları ihlalleri ve etnik temizlik, NATO müdahalesinin resmi gerekçesi haline getirildi. NATO ve Batılı hükümetlerden gelen resmi açıklamalar göre, bölgedeki insan hakları ihlallerini önlemek ve Arnavut sivilleri Sırp saldırısına karşı korumak için askeri müdahale yapıldı.

UÇK’nın, Kosovalı Sırplara, Romanlara ve UÇK karşıtı Arnavut sivillere yönelik
gerçekleştirdiği saldırılar, katliamlar, çeşitli insan hakları ihlalleri ve organize suç faaliyetleri Batılı devletler tarafından görmezden gelindi. Çünkü merkez kapitalist devletlerin (özellikle ABD-Almanya-İngiltere-Fransa ittifakının) amacı, bölgedeki silahlı çatışmaları sona erdirmek, etnik temizliği ve insan hakları ihlallerini engellemek ve nihayet bölgeye barış getirmek değildi. Eğer amaç bu olsaydı, sadece Sırp hükümete ve Miloseviç’e değil, aynı zamanda UÇK’ya ve bu örgütün liderlerine de baskı uygulanırdı. Ama Sırp tarafına her türlü baskı uygulanırken UÇK’lılar “özgürlük savaşçıları” ilan edildiler. Hatta savaş sırasında çeşitli savaş suçları işlemiş olan UÇK komutanları, savaş sonrasında da Batı tarafından
(özellikle de ABD ve Almanya tarafından) desteklendiler. Bu destek sayesinde UÇK komutanları, savaş sonrasında Kosova’da üst mevkiler (başbakanlık, bakanlık, milletvekilliği gibi) elde etmeyi başardılar.

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa; Kosova konusunda Sırbistan’a karşı işbirliği yaptılar ve UÇK’yı desteklediler. Çünkü bu devletlerin Kosova ve Sırbistan’a ilişkin dört amacı vardı.

Aşağıda özetlediğim bu amaçlar, adı geçen dört merkez kapitalist (emperyalist) devletin Kosova politikasını belirledi:

(1) ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın amacı, özelde Kosova’ya ve genelde Balkan coğrafyasına askeri ve siyasal olarak yerleşmek idi. Bu amaçla Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak ve bölgeye asker sokmak istediler.

(2) Miloseviç liderliğindeki Sırp devleti, 1990’ların başından itibaren Balkanlar’da “Büyük Sırbistan”ı kurmayı amaçlıyordu. Oysa adı geçen dört emperyalist devlet, kesinlikle bölgede büyük ve güçlü bir Sırbistan’ı istemiyordu. Daha doğrusu; hiçbir Balkan devletinin (Türkiye dahil) bölgede güçlenmesini ve etkili olmasını istemiyorlardı. Bu nedenle “Büyük” Sırbistan’ın (daha doğrusu bölgede herhangi bir “Büyük” devletin) kurulmasını engellemeye çalıştılar.

(3) Batılı Emperyalist devletler, tüm dünyada “söz dinleyen devletleri / hükümetleri / rejimleri” istiyor. Bu nedenle, “söz dinlemeyen devletler / hükümetler / rejimler”, ABD başta olmak üzere Batılı hükümetler ve liberal basın tarafından “haydut devlet” olarak tanımlanıyor ve aşağılanıyor. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa; Balkanlar’da Kosova, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek gibi “söz dinleyen” çevre (bağımlı zayıf) kapitalist devletlerin var olmasını istiyorlar ve bu durumdan büyük memnuniyet duyuyorlar. 

   Oysa Miloseviç liderliğindeki Sırp devleti / hükümeti, 1990’lı yıllarda büyük kapitalist Sırbistan’ı kurmak istiyordu ve bu amaçla saldırgan bir dış politika izliyordu. Yani Sırp devleti/hükümeti, “söz dinlemiyordu.” Dolayısıyla Sırbistan’ın, “söz dinleyen devlet” haline getirilmesi gerekiyordu.25


(4) Son iki asırdır en güçlü Dört Emperyalist devlet olan ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, 1917’den itibaren SSCB’yi ve 1990 sonrasında Rusya’yı kendilerine rakip ve tehdit olarak gördüler. Rusya, SSCB dağıldıktan ve kapitalizme geçildikten sonra yeni bir emperyalist (merkez kapitalist) devlet haline gelmeye çalışıyor. Bu nedenle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Rusya’nın güçlenmesini ve dünya siyasetinde ve ekonomisinde etkili olmasını engellemeye büyük özen gösteriyorlar. Ama bunu yaparken, nükleer süper güç olan Rusya ile her hangi bir silahlı çatışmaya girmemeye de aynı özeni gösteriyorlar. Dolayısıyla, adı geçen dört Batılı devletin Rusya politikası, 1990 sonrasında genel hatlarıyla şöyle şekillenmiş bulunuyor: 

(a) Rusya ile doğrudan silahlı çatışmaya girmeyecek şekilde rekabet etmek ve onu zayıflatmak. 

(b) Rusya’nın müttefiklerini zayıflatmak. Çünkü Rusya’nın müttefiklerinin zayıflatılması, dolaylı olarak Rusya’nın da zayıflatılması anlamına geliyor. 

(c) Rusya’nın, “eski SSCB nüfuz alanında” (yani Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde) etkinliğini sınırlandırmak. 

    1990 sonrasında (yani SSCB ve YSFCparçalandıktan sonra) Rusya’nın Balkanlar’daki en sıkı ve güçlü müttefiki hiç kuşkusuz Sırbistan idi. Dolayısıyla Sırbistan’ın güçlenmesi, aynı zamanda Balkanlar’da Rusya’nın da (müttefiki Sırbistan üzerinden) güçlenmesi anlamına gelecektir. Veya tam tersi: Sırbistan’ın zayıflaması, aynı zamanda bölgedeki Rus etkisinin de zayıflaması anlamına gelecektir. Bu nedenle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Rusya’nın müttefiki olan Sırbistan’ı zayıflatmak yoluyla Rusya’nın da Balkanlar’daki nüfuzunu sınırlandırmak / azaltmak istediler.

    İşte bu amaçlarından dolayı Batlı emperyalist devletler, 1990’lı yıllarda “Arnavut dostu” ve “insan hakları koruyucusu” haline geldiler. ABD-Almanya-İngiltere-Fransa ittifakı, Sırbistan ve Kosova konusunda kendi amaçlarını, NATO’yu ve UÇK’yı kullanarak gerçekleştirdi.

    NATO müdahalesi sonrasında bu dört devlet, askeri ve siyasi olarak Kosova’ya yerleşti. Haziran 1999’dan bu yana Kosova’yı bu dört devlet kontrol ediyor ve yönetiyor. Dolayısıyla Kosova’nın seçilmiş meclisi, hükümeti ve yöneticileri, ne yazık ki “resmi formalite”den öteye geçemiyor Kosova siyasetinde.

Sırp devleti ve kamuoyu ise, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını bir türlü kabullenmedi.

Kosova Cumhuriyeti’ni halen tanımayan Sırbistan, bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka ve BM Kurucu Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu ileri sürdü. Belgrat yönetimi, BM Genel Kurulu’na, “Kosova Yönetimi Geçici Kurumları’nın tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmesi uluslararası hukuka uygun mudur?” sorusunu yöneltti. Genel Kurul, 8 Ekim 2008’de, Uluslararası Adalet Divanı’ndan bu konuda istişari görüş talep etti. Adalet Divanı, merakla beklenen görüşünü 22 Temmuz 2010’da “14 oyçokluğu” ile açıkladı: “17 Şubat 2008’de kabul edilen bağımsızlık deklarasyonu, genel uluslararası hukuka, 1244 (1999) sayılı
Güvenlik Konseyi kararına veya Anayasal Çerçeveye aykırı değildir.” 26
Böylece Sırbistan’ın, uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde Kosova’nın “meşruiyetini yıkma” girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen Sırpların “Kosova inadı” devam ediyor. Belgrat yönetimi, halen bölgenin Sırbistan’ın bir parçası olduğunu söylüyor. Ayrıca Kosova’da yaşayan %5’lik Sırp azınlık, Kosova Meclisi’nin bağımsızlık ilanına tepki olarak 28 Haziran 2008’de Mitrovica’da “Kosova-Metoya Meclisi”ni açtı. Meclise, 26 belediyeden seçilen Sırp, Roman, Gorani ve Boşnak temsilciler katıldı. Bu meclis, resmi düzeyde Kosova devleti, BM, AB ve Batılı devletler tarafından tanınmıyor olsa
da, Kosova Sırpları arasında etkili oldu ve Belgrat yönetimi ile sıkı bağlar geliştirdi. 27

Bu meclisin amacı, bölgedeki küçük Sırp nüfusunu korumak ve bölgenin Belgrat ile bağını – son derece zayıflamış olsa – devam ettirmektir. Ama Kosova’nın geleceğini, bölgenin otokton milletleri olan Sırplar ile Arnavutlar’dan çok, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa belirleyecektir. Çünkü 1999’dan bu yana bölgeyi fiilen yönetmekte olan temel aktörler, bu dört devlettir. Önce Kosova’yı Sırbistan’dan koparan ve ardından yeni bir Arnavut Kosova devleti inşa eden esas güç, Kosovalı Arnavutlar değil, dört Batılı emperyalist devlettir: 

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa. Dolayısıyla uzun bir süre daha Kosova’nın geleceğini bu devletler belirleyecektir.

Kaynakça

Accordance with international law of the unilateral declaration of independence in respect ofKosovo. Summary of the Advisory Opinion, International Court of Justice, The Hague, 22 July 2010, 
http://www.icj-cij.org/docket/files/141/16010.pdf, (04.08.2013).  Aydınlık, 04.07.2013.

Bujosevic, Dragana; Radovanovic, Ivan: The Fall of Milosevic: The October 5th Revolution,Palgrave Macmillan, New York, Hampshire 2003.

Dedeoğlu, Beril: Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Yeniyüzyıl Yayınları, İstanbul 2008.

Jovanovic, Igor; Foniqi-Kabashi, Blerta: “Kosovo Serbs convene parliament; Pristina, international authorities objects”, 
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/en_GB/features/setimes/ features/ 2008/06/30/feature-01,    (04.08.2012).

Judah, Tim: Kosovo: War and Revenge, Yale University Press, New Haven, London 2002.

Oğuz, Özgür; Yıldırım, Korhan: “Balkanların gizlisi saklısı”, Detay, Sayı 31, İstanbul 2001.

Savran, Sungur: Avrasya Savaşları: Körfez’den Afganistan’a Yeni Dünya Düzeninin Kuruluşu, Belge Yayınları, İstanbul 2001.

Sönmezoğlu, Faruk: Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.

Travers, David: “The UN: Squaring the Circle”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, 
London 2001.

Williams, Christopher: “Kosovo: A Fuse for the Lighting”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, 
London 2001.

Woodward, Susan L.: “The West and International Organizations”, Yugoslavia and After: A
Study in Fragmentation, Despair and Rebirth, Ed. David A. Dyker, Ivan Vejvoda, Longman, London 1996.

http://en.wikipedia.org/wiki/International_recognition_of_Kosovo , (17.03.2014).
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army, (31.07.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Rambouillet_Agreement, (02.08.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Slobodan_Milo%C5%A1evi%C4%87, (05.09.2013).
http://www.balkanpeace.org/index.php?index=/content/balkans/kosovo_metohija/articles/kam01.incl, (31.07.2012).
http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=6209, (30.07.2012).
http://www.mfa-ks.net/?page=2,33 , (17.03.2014).
http://www.milligazete.com.tr/makale/kosovada-cosku-ve-sevinc-sirbistanda-ofke-ve-kin-101071.htm, (30.07.2012).

DİPNOTLAR;

1 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Yeniyüzyıl Yayınları, İstanbul 2008, s. 101-103 ; Faruk Sönmezoğlu, UluslararasıPolitika veDış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995, s. 339-340. 
2 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti (YSFC), altı federe cumhuriyetten ibaretti. Bunlardan Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek cumhuriyetleri bağımsızlık ilan ettikten sonra geriye sadece Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetleri kaldı. Bu iki cumhuriyet, yeni bir anayasa hazırlayarak YSFC’nin adını 27 Nisan 1992’de “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti” (YFC) olarak değiştirdiler. Yani YFC; Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetlerinden oluşuyordu. Kosova ise bu tarihte halen resmi olarak Sırbistan Cumhuriyeti’nin bir paçasıydı. Mart 2003’te kabul edilen yeni anayasa YFC’nin ismini “Sırbistan ve Karadağ Federal Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. 3 Haziran 2006 günü Karadağ Meclisi bağımsızlık ilan etti ve böylece Sırbistan-Karadağ Federasyonu da sona ermiş oldu.
3 Bkz.: David Travers, “The UN: Squaring the Circle”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, London 2001, s. 250-254.
4 Susan L. Woodward, “The West and International Organizations”, Yugoslavia and After: A Study in Fragmentation, Despair and Rebirth, Ed. David A. Dyker, Ivan Vejvoda, Longman, London 1996, s. 163.
5 Makaleden aktaran http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army,    (31.07.2013).
6 Rapordan aktaran http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army,     (31.07.2013).
7 Özgür Oğuz, Korhan Yıldırım, “Balkanların gizlisi saklısı”, Detay, Sayı 31, İstanbul 2001, s. 6. 
8 Tim Judah, Kosovo:War and Revenge, Yale University Press, New Haven, London 2002, s. 120. 
9 Gazeteden aktaran 
   http://www.balkanpeace.org/index.php?index=/content/balkans/ kosovo_metohija/articles/kam01.incl, (31.07.2012). 
10 http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army, (31.07.2013). 
11 Aydınlık, 04.07.2013, s. 9. Fethullah Gülen hallen ABD’de ikamet ediyor. Yasin El-Kadı ise, ABD’ye yönelik 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında BM kararıyla “teröre destek veren kişiler” listesine dahil edildi. 
12 Sırbistan’ın güney doğusunda yer alan Presevo, Bujanovac ve Medveda belediyelerini kapsayan bölge. 
13 Christopher Williams, “Kosovo: A Fuse for the Lighting”, The Kosovo Crisis: The last American war in  Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, London 2001, s. 27. 
14 http://en.wikipedia.org/wiki/Rambouillet_Agreement, (02.08.2013). 
15 A. y. 
16 Saldırıya katılan devletler Belçika, Kanada, Çek, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, Türkiye, İngiltere ve ABD idi. NATO üyesi olan Yunanistan ise bu saldırıya karşı çıktı. Yapılan kamuoyu yoklamasına göre Yunan halkının %97’si saldırıya karşı idi. 
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013). 
17 Aktaran Sungur Savran, Avrasya Savaşları:Körfez’den Afganistan’aYeniDünya Düzeninin Kuruluşu, Belge Yayınları, İstanbul 2001, s. 128. 
18 http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013). 
19 Bu olaydan sonra Sırbistan’da Miloseviç’e karşı muhalefetin eli güçlendi. ABD ve Batı Avrupa (özellikle İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda) muhalefete parasal ve siyasal destek verdi. (Bkz.: Oğuz, vd., a.g.e., s. 6).  Batı destekli muhalif gruplar 2000’nin başından itibaren kitlesel gösteriler düzenlemeye başladılar. Giderek güçlenen gösteriler Ekim başında bir ayaklanmaya dönüştü. Daha fazla direnemeyen Miloseviç, 5 Ekim günü  devlet başkanlığı görevinden istifa etti. Miloseviç devrildikten sonra Vojislav Kostunica başkanlığında “ılımlı 
 Milliyetçi” hükümet kuruldu. (Bkz.: Dragana Bujosevic, Ivan Radovanovic, The Fall of Milosevic: The October 5th Revolution, Palgrave Macmillan, New York, Hampshire 2003). Lahey’deki Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, 27 Mayıs 1999’da (yani Sırbistan’a yönelik NATO saldırısı başladıktan yaklaşık iki ay sonra) Miloseviç’i “savaş suçlusu sanığı” ilan etmişti. Miloseviç devrildikten sonra kurulan yeni Kostunica hükümeti, ABD ile AB’nin isteği üzerine 2001’de Miloseviç’i Lahey’deki mahkemeye teslim etti. Hırvatistan, Kosova ve Bosna-Hersek’te yaşanılan savaşlar sırasında “insanlığa karşı suç”, “savaş suçu” ve “soykırım suçu” işlemekten dolayı yargılanan devrik Sırp lider
    Miloseviç, dava süreci sonuçlanmadan cezaevindeki hücresinde kalp krizi nedeniyle 11 Mart 2006 günü hayatını kaybetti. (http://en.wikipedia.org/wiki/Slobodan_Milo%C5%A1evi%C4%87, (05.09.2013)).
20 http://www.milligazete.com.tr/makale/kosovada-cosku-ve-sevinc-sirbistanda-ofke-ve-kin-101071.htm, (30.07.2012).
21 http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=6209, (30.07.2012).
22 Bkz.: http://www.mfa-ks.net/?page=2,33 , (17.03.2014).
23 Bir devletin BM’ye tam üye olabilmesi için, BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurul’un en az üçte iki çoğunlukla kabul etmesi gerekir. Yani Güvenlik Konseyi’nde yer alan daimi devletlerden birisi  (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) “veto” ederse veya Genel Kurul’da 2/3 çoğunluk sağlanmazsa tam üyelik gerçekleşemez.
24 Ayrıca BM üyesi olmayan Tayvan da Kosova’yı tanıyor. Bkz.:
     http://en.wikipedia.org/wiki/International_recognition_of_Kosovo , (17.03.2014).
25 Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye, “söz dinlediği” sürece ABD ve Batı Avrupa’nın “stratejik müttefikidir”. Ama “söz dinlemediği” zamanlarda Türkiye, cezalandırılması gereken bir “yaramaz küçük kardeştir”. Örneğin Türkiye, Batı’ya rağmen 1974 Kıbrıs Harekatı’nı gerçekleştirdikten sonra ABD’nin silah ambargosuna maruz kaldı. Bundaki amaç, “sözden çıkan” Türkiye’yi cezalandırmak ve “söz dinler” hale getirmekti. Bunun farkında olan Türk siyasetçileri, hükümetleri ve kapitalist sınıfı, özellikle 1947 Truman Doktrini’nden bu yana ABD ile “iyi ilişkiler” kurmaya özen gösteriyorlar. Çünkü ABD ile “iyi ilişkiler” kurulmadığı zamanlarda ABD’nin “cezalandırıcı gücüyle” karşılaşılacağının farkındalar.
26 Accordance with international law of the unilateral declaration of independence in respect of Kosovo. Summary of the Advisory Opinion, International Court of Justice, The Hague, 22 July 2010, 
 http://www.icjcij.org/docket/files/141/16010.pdf, (04.08.2013), s. 1, 14-15.
27 Bkz.: Igor Jovanovic, Blerta Foniqi-Kabashi, “Kosovo Serbs convene parliament; Pristina, international authorities objects”, 
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/en_GB/features/setimes/features/2008/06/30/feature-01,   (04.08.2012).




***

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 1

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ. BÖLÜM 1 



Caner Sancaktar
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
E-mail: caner.sancaktar@kocaeli.edu.tr 



Giriş 


NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen komünizm hareketini ve SSCB’yi çevrelemek amacıyla kuruldu. Ayrıca ABD, özelde Avrupa kıtasında genelde ise kapitalist dünya sisteminde kendi hakimiyetini tesis etmek için askeri alanda NATO’yu kullandı. 1991’de SSCB’nin resmen yıkılması ve komünist hareketin bu yıllarda dünya ölçeğinde gerilemesi sonrasında NATO’nun yeni işlevi ortaya çıktı: Batılı merkez kapitalist devletlerin (özellikle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın) kapitalist dünya sisteminde hakimiyetini koruma ve güçlendirme.

ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletler, kapitalist dünya sisteminde kendi hakim pozisyonlarını muhafaza etmek ve güçlendirmek amacıyla gerektiğinde (yani diğer ekonomik ve siyasal araçlar etkisiz kaldığında) bir askeri araç olarak NATO’yu kullanıyorlar. Bu amaçla NATO’nun askeri kapasitesi, ilk defa SSCB yıkıldıktan sonra yani başka bir ifadeyle iki kutuplu sistem sona erdikten sonra 1991 Irak Savaşı’nda kullanıldı. NATO’nun Balkanlar’daki ilk askeri operasyonu Bosna-Hersek’te ve ikinci olarak Kosova’da başarıyla gerçekleştirdi. Bu operasyonları Asya’da Afganistan ve Kuzey Afrika’da Libya müdahaleleri takip etti. NATO müdahala lerini sadece “askeri operasyon” veya “savaş” olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü her savaş, Prusyalı General Karl von Clausewitz’in belirttiği gibi, bir “siyasal eylemdir” ve “askeri araçlarla sürdürülen siyasettir”.1 Her savaşın siyasal veya ekonomik nedeni ve amacı vardır. Pek çok savaşta ise siyasal ve ekonomik nedenler ve amaçlar iç içe geçer. Dolayısıyla NATO müdahalesi de, siyasal-ekonomik nedenden kaynaklanır ve siyasal-ekonomik amaca yönelir. Yani NATO’nun gerçekleştirdiği askeri müdahaleler, başlı başına amaç değil, amaca ulaşmak için kullanılan askeri araçtır. Amaç, hedef ülkede / bölgede siyasal-ekonomik yeniden yapılanma gerçekleştirmek ve böylece Batılı merkez kapitalist devletlerin hakimiyetini kurmak, devam ettirmek veya güçlendirmektir.

Şimdiye kadar gerçekleştirlmiş olan her NATO müdahalesini, bir sonraki aşamada geniş kapsamlı siyasal-ekonomik yeniden yapılanma takip etmiştir / ediyor. Dolayısıyla NATO müdahalesi, amaçlanan siyasal-ekonomik yeniden yapılanmanın ön aşamasıdır. Her NATO müdahelesi ve akabinde gerçekleştirilen siyasa-ekonomik yeniden yapılanma, hem hedef ülkede/bölgede hem de kapitalist dünya sistemi ölçeğinde ABD başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletlerin hakimiyetini güçlendiriyor. Dolayısıyla
NATO’nun Kosova müdahalesi de, bu bağlamda ele alınması ve açıklanması gerekiyor.

Batı’nın UÇK’ya Desteği

Kosova’da Sırp-Arnavut çatışması 1990’lı yıllarda giderek tırmandı ve sivil kayıplar arttı. Bu durum dünya kamuoyunun dikkatini bölgeye çekti. 1998 yılına gelindiğinde Batılı merkez kapitalist devletler (ABD ve Batı Avrupa devletleri), Kosova sorununu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdılar. Güvenlik Konseyi 31 Mart’ta “Kosova krizinin çözülmesi” için Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne (yani Sırbistan, Karadağ ve Kosova’ya) 2 silah ambargosu uygulama kararı aldı (1160 sayılı karar). Kosova’da yaşanılan olayların bir “iç mesele” olduğunu söyleyen Çin oylamada çekimser kaldı. Ayrıca 23 Eylül’de BM Güvenlik Konseyi, Sırp ve Arnavut güçlerini silahlı çatışmaları durdurmaya çağırdı (1199 sayılı karar).
Bu oylamada da Çin, aynı gerekçeyle çekimser davrandı.3

Liberal Batı Avrupa ve Amerikan basını sürekli olarak Sırp milliyetçiliğini suçladı. Özellikle de Miloseviç’in tehlikeli ve saldırgan bir cani olduğu yönünde yayınlar yapıldı. Miloseviç’e “Balkan Kasabı” lakabı Amerikan liberal medyası tarafından yapıştırıldı. Ardından bu kasaplık lakabı tüm Sırp ulusuna genelleştirildi. Alman basınında bu işin liderliğini Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin yayıncısı Jorg Reismuller ile yazar Viktor Maire üstlendi. ABD, 1989’dan itibaren Kosova’daki ayrılıkçı Arnavut milliyetçiliğini destekledi ve Miloseviç yönetimini, Arnavutların haklarına tecavüz etmekle suçladı. Ayrıca ABD, Sırbistan’ı, uluslararası hukuku çiğneyen, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden “haydut
devlet” ilan etti.4

ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist devletler, sadece Sırp polis ve ordusunun Arnavut sivillere yönelik saldırılarını görüp kınadılar. Ama Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)’nun Sırp sivillere yönelik saldırılarını görmezden geldiler.

Başlangıçta UÇK’yı terörist sayan ABD, 1998’de bu örgütü kendi terörist listesinden sildi ve örgüt liderleriyle resmi diplomatik görüşmeleri başlattı. Aynı davranışı Batı Avrupa hükümetleri de sergilediler. Batılı önemli basın-yayın organları, UÇK’nın bizzat Batılı devletler tarafından silahlandırıldığı ve eğitildiği yönünde önemli haberler ve makaleler yayınladı. Örneğin; Fransız uzman Roger Falggot, İngiltere’de yayınlanan haftalık The European dergisi için kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:

“Alman sivil ve askeri istihbarat servisleri, Balkan bölgesinde Alman etkisini
güçlendirmek amacıyla isyancıların eğitilmesi ve donatılması çalışmalarına
karıştılar… UÇK’nın 1996’da doğuşu, Hansjoerg Geiger’in BND (Alman gizli
servisi)’nin yeni başkanı olarak göreve atanmasıyla aynı döneme denk geldi... BND adamları, UÇK’nın komuta yapısı için elemanların, Arnavutluk’taki 500.000 Kosovalı arasından seçilmesi sorumluluğunu üstlendiler.”5

Alman parlamentosu danışmanı Matthias Küntzel ise, UÇK’nın kuruluşundan itibaren Alman gizli diplomasisinin bu örgüte yardımcı olduğunu ispatlamaya çalıştı. Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta görev yapmış olan Kanadalı Büyükelçi James Bissett, hazırladığı medya raporuna şu notu düştü:

“1998 başında İngiliz Özel Hava Servisi, Kosova Kurtuluş Ordusu üyelerinin
silahlandırılması ve eğitilmesi için CIA’ya yardım etti… Umut edilen, alevler içinde yanan Kosova’ya NATO’nun müdahale edebilmesi idi.”6

CIA ajanları UÇK militanlarına “sabotaj eğitimi verdi. Telefon hatlarının nasıl devre dışı bırakılacağı, akaryakıt depolarının nasıl kundaklanacağı öğretildi… Amerikan gizli servisinin bu çabaları Kosova’da KFOR gücünde yer alan Avrupalı subaylar tarafından da doğrulandı.”7 Yugoslavya üzerine önemli çalışmalarıyla tanınan Tim Judah, UÇK’lı yöneticilerin Amerikan, İngiliz ve İsviçre istihbarat servisleriyle görüştüklerini yazdı.8 

  The Sunday Times’ın 12 Mart 2000 tarihli baskısında şu çarpıcı haber yer aldı: “Amerikan istihbarat ajanları, NATO’nun Yugoslavya’yı bombalamasından önce UÇK’nın eğitilmesine yardımcı oldukların itiraf ettiler.”9 

    Haberin devamında şu önemli bilgiler yer aldı: NATO bombalaması başlamadan önce AGİT gözlemcileri Kosova’dan ayrıldılar. Gözlemciler,
Kosova’dan ayrılırken ellerindeki uydu telefonlarını ve iletişim sistemlerini gizlice UÇK yöneticilerine teslim ettiler. Bundaki amaç, UÇK’nın, NATO ve Washington ile temas halinde olmasını sağlamak idi. Nitekim UÇK liderlerinin elinde NATO Komutanı General Wesley Clark’nın cep telefonu numarası mevcuttu. CIA ekibi UÇK’ya istihbarat ve silah desteği sağladı. AGİT için çalışmış olan bazı Avrupalı diplomatlar, “Amerikan politikasının Sırbistan’a askeri müdahaleyi kaçınılmaz hale getirdiğini” açıkladılar.

1990’larda UÇK liderlerinden birisi olan ve daha sonradan Başbakanlık (2006-2008) yapacak olan Agim Çeku, Hırvat ordusu vasıtasıyla Amerikalılarla temas kurdu. UÇK komutanlarından Shaban Shala, 1996 yılında Kuzey Arnavutluk’ta Amerikan, İngiliz ve İsviçre ajanlarıyla görüşmeler yaptığını açıkladı. Amerikan “Military Professional Resources” şirketi UÇK’ya eğitim desteği sundu. UÇK’nın en büyük finansçısı, New York’ta yaşayan Arnavut müteahhit Florin Krasniqi idi. Krasniqi, 1990’larda Amerika’daki Arnavut diasporasının UÇK’ya yüklü meblağda para ve silah yardımı yaptığını açıkladı. Krasniqi, sniper ve zırh-delici Barratt marka tüfeklerin Amerika’dan Kosova’ya ihraç edildiğini ve bunu yaparken, “federal yasalardaki boşluklardan” faydalandıklarını itiraf etti.

   Cumhuriyetçi Parti’den ABD Kongre üyesi Dana Rohrabacher, ABD’nin UÇK’ya silah yardımı yapılmasını savundu ve bunun için yoğun çalışmalarda bulundu. Bu “özverili çalışma”, 23 Temmuz 2001’de New Jersey’de düzenlenen törende “Arnavut-Amerikan Sivil Birliği” tarafından ödüllendirildi. Birlik Başkanı Joseph J. DioGuardi, Rohrabacher’ı kastederek, “O, Kongre’nin, Birleşik Devletler’in Kosova Kurtuluş Ordusu’nu silahlandırması konusunda ısrarcı olan ilk üyesidir ve günümüzde Kosova’nın bağımsızlığını açıkça destekleyen birkaç üyeden birisidir” dedi. Ardından mikrofonu eline alan Rohrabacher, çok ilginç bir biçimde, UÇK’nın ABD tarafından silahlandırılmasını, Fransa’nın 1776 Amerikan Devrimi’ni desteklenmesine benzetti.10

UÇK’nın silahlandırılması operasyonuna bir destek de Türkiye’den geldi: ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency - NSA)’nda çalışan Wayne Madsen, 10 Ocak 2007’de bir rapor yayınladı. Madsen’in raporuna göre CIA, 1990’lar boyunca UÇK’ya silah verdi. Fethullah Gülen Cemaati ve Yasin El-Kadı, silahların bölgeye ulaştırılmasında aracılık yaptı. Ayrıca aynı rapora göre, Fethullah Gülen’in kitapları Arnavutça’ya çevrildi ve UÇK eliyle bölgedeki Müslüman Arnavutlara dağıtıldı.11

Rambouillet Sözleşmesi ve Askeri Müdahale,

UÇK’nın nihai amacı, Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak ve “Büyük Arnavutluk” devletini kurmak idi. Büyük Arnavutluk’un sınırları Arnavutluk, Kosova, Batı Makedonya ve Presova Vadisi’ni kapsayacaktı.12 Bu nedenle UÇK, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağırısına (1199 sayılı karara) kulak verilmedi ve sistematik olarak Kosovalı Sırplara yönelik saldırılar  gerçekleştirdi. 

   Çok sayıda Sırp, UÇK güçleri tarafından katledildi, göçe zorlandı ve çeşitli
baskılara / şiddete (tecavüz, adam kaçırma, işkence, tartaklama gibi) maruz bırakıldı. Hatta UÇK güçleri, bölgedeki Romanlara ve UÇK’ya karşı olan barışçıl Arnavutlara karşı da şiddet uyguladı. Ama buna rağmen Batılı merkez kapitalist devletler, BM Güvenlik Konseyi’nin 1199 sayılı kararını çiğneyen ve sivillere saldıran UÇK’yı hiçbir zaman suçlamadılar ve kınamadılar. Ama Belgrat yönetimi, sürekli olarak Batılı devletler ve liberal basın tarafından, etnik temizlik uygulamakla, Arnavut halkı göçe zorlamakla ve çeşitli insan hakları ihlalleri
yapmakla suçlandı. Yani Sırp hükümetin gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini ve katliamları kınayan / eleştiren Batı, UÇK’nın gerçekleştirdiği ihlalleri ve katliamları görmezden geldi. Batılı liberal basın-yayın kanallarının çoğu, UÇK’nın gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini, organize suç faaliyetlerini ve katliamları haber yapmaktan kaçındı.

Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız hükümetleri, insan hakları ihlallerini, katliamı ve savaşı durdurmak “bahanesiyle”, Sırbistan’a, bölgeden askerlerini ve polisini çekmesi için baskı yaptılar. Sırp lider Miloseviç, bu baskıya direnince Sırbistan’a askeri müdahale yapılması gündeme getirildi. Bunu da, BM Güvenlik Konseyi kararıyla yapmak istediler. Böylece Sırbistan’a yönelik askeri saldırı uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde “meşrulaştırılacaktı”. Ama konseyde veto yetkisi bulunan Rusya ve Çin, “Sırbistan’a askeri müdahale” teklifine kesin olarak karşı çıktılar. Bu nedenle ABD-İngiltere-Fransa ittifakı, BM
Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahale kararını çıkaramadı.

Güvenlik Konseyi’nden istedikleri kararı çıkaramayan ABD ve Batılı müttefikleri, Kosova meselesini NATO’ya taşıdılar. 28 Eylül 1998’de “Kosova’da şiddet durdurulmadığı takdirde NATO’nun hava saldırısı düzenleyeceği” şeklinde bir ültimatom verildi.13 Ayrıca 30 Ocak 1999’da NATO Konseyi, “sorunun siyasal çözümünü gerçekleştirebilmek için, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (YFC) topraklarındaki hedeflere hava saldırısı düzenlenebilir” açıklaması yaparak Belgrat’a gözdağı verdi. 

   Bu gözdağından sonra ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsü, Kosova meselesi hakkında  Güvenlik Konseyi dışında görüşmelerin yapılmasını önerdi. 
Bu öneriye Sırbistan ve Rusya olumlu  karşılık verince Parisyakınlarındaki tarihi Rambouillet Kalesi’nde (Chateau de Rambouillet)  6 Şubat 1999’dagörüşmeler başlatıldı. Arabuluculuk görevini, dönemin NATO Genel Sekreteri Javier Solana
yürüttü.

Yapılan görüşmelerin sonunda Amerikan, İngiliz ve Arnavut delegasyonları 18 Mart’ta “Rambouillet Sözleşmesi”ni imzaladılar. Sözleşme, siyasi ve askeri olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Siyasi bölüme göre; Kosova, YFC içinde özerk eyalet olacak, eyalette özgür ve adil seçimler düzenlenecek, demokratik kurumlar oluşturulacak, adil yargı sistemi kurulacak, azınlık ve insan hakları korunacaktı. Sözleşmenin askeri bölümünde ise, bağımsız bir devletin kabul etmesi mümkün olmayan hükümler yer alıyordu: Kosova’ya 30 bin kişilik NATO gücü yerleşecek, bölgenin güvenliğini NATO sağlayacak, NATO birliklerine YFC topraklarından tam (engelsiz) geçiş hakkı verilecek, NATO ve NATO mensupları YFC yasalarından muaf tutulacak. 23 Mart’ta YFC Meclisi, Rambouillet Sözleşmesi’nin siyasal bölümünü kabul ederek, sorunu “barışçıl ve demokratik” biçimde çözme niyetini açıkça ortaya koydu. 

  Ama tabii ki YFC Meclisi, sözleşmenin askeri hükümlerini, “Sırbistan’ın egemenliğini zedelediği” gerekçesiyle reddetti.14

Amerikan-İngiliz delegasyonu, bu askeri taleplerin YFC tarafından kabul edilmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Asıl amaç; YFC’nin önüne “kabul edilmesi imkansız” istekler koymak, bu isteklerin reddedilmesini sağlamak ve böylece NATO saldırısının bahanesini üretmek idi. Nitekim ABD eski Devlet Sekreteri ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, 28 Haziran 1999’da Daily Telegraph’a verdiği demecinde şunu söyledi:

    “Rambouillet metni… bombalamayı başlatmak için bir provokasyon, bir bahane idi.

Rambouillet, bir melek Sırp’ın dahi kabul edebileceği bir belge değildi. O şekilde hiç bir zaman sunulmaması gereken korkunç bir diplomatik belgeydi.”15

     Yani Rambouillet Sözleşmesi, YFC’ye sunulan bir “savaş ültimatomu” idi. YFC Meclisi bu ültimatomu reddedince NATO kuvvetleri 24 Mart 1999 günü saat 19.00’da Sırbistan’a yönelik hava saldırısını başlattı. Saldırıya 15 NATO ülkesi16 ve Arnavutluk katıldı. UÇK birlikleri saldırı sırasında NATO ile birlikte hareket ettiler. NATO, bu işbirliğine karşılık olarak UÇK’yı “özgürlük savaşçısı” ilan etti.

     Mart 1999’da NATO kuvvetleri Sırbistan’ı bombalamaya başlamadan hemen önce, dönemin ABD Başkanı Clinton hiç çekinmeden şunu söylemişti: “Eğer bütün dünyaya satış yapmamızı da içerecek güçlü ekonomik ilişki kurabilecekse, Avrupa bunun anahtarı olmak zorundadır.

    Bu Kosova davası, baştan aşağı bununla ilgilidir.”17 Clinton, bu konuşmasını yaptığı günlerde Amerikan iş dünyasını, Sırbistan’a askeri operasyon düzenlen mesi konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Nitekim aradığı desteği buldu ve saldırı “başarılı” biçimde gerçekleştirildi.

NATO uçakları, sadece askeri değil aynı zamanda sivil hedefleri de bombaladı: Okullar, hastaneler, evler, köprüler, enerji istasyonları, devlet televizyonu binası, bazı siyasi parti binaları… Zastava Otomobil Fabrikası gibi Sırbistan sanayisinin önemli fabrikaları özellikle NATO savaş uçaklarının hedefi oldu. Hava bombardımanı süresince Belgrat halkı, meydanlara çıkıp şehirlerini koruyabilmek için “canlı kalkan” haline dönüştürdü kendisini.

Ama ağır bombardımana fazla direnemeyen YFC yönetimi, NATO’nun taleplerini 3  Haziran’da kabul etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine NATO bombardımanı 10 Haziran’da  sona erdirildi. 

İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin raporuna göre NATO bombardımanı nedeniyle 488-527 kadar sivil hayatını kaybetti. Ama YFC’nin resmi açıklamasına göre en az 1.200 sivil ve 462 asker NATO bombaları altında can verdi. 1 Ocak 1998 – Aralık 2000 arasında Kosova’da  yaşanılan çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı ise 13.421 olarak kayıtlara geçti. Bunun etnik gruplara göre dağılımı şöyleydi: 10.533 Arnavut, 2.238 Sırp, 126 Roman, 100 Boşnak ve diğerleri. ABD’nin resmi açıklamasına göre YFC güçleri 1990’lar boyunca Kosova’da 10.000 kadar sivili öldürdü. Savaş sona erdikten sonra 850.000 kadar sığınmacı Kosova’ya geri döndü. Savaş sırasında 90.000 Sırp, yaşanılan çatışmalardan ve baskılardan dolayı Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Savaş sona erdikten sonra bu sayı 164.000’i buldu.18
Yani 1990’lar boyunca yaşanılan Sırp-Arnavut çatışmaları ve akabinde gelen NATO saldırısı sonucunda bölgede büyük insani ve maddi yıkım gerçekleşti. Bu yıkımın yaraları halen tam olarak sarılmış değildir. On yıllar boyunca da yıkımın izleri yaşamaya devam edeceğe benziyor…

Ahtisaari Planı ve Bağımsızlık İlanı

YFC Başkanı Miloseviç, NATO’nun isteğine uyarak Kosova’daki askerlerini ve polis gücünü 10 Haziran’da geri çekti.19 İki gün sonra NATO komutasındaki uluslararası Kosova Gücü (KFOR: Kosovo Force) bölgeye girmeye başladı. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu (UNMIK: United Nations Mission in Kosovo) bölgeye yerleşti. Ardından Kosova’nın nihai statüsünün ne olacağı tartışmaya açıldı.

Arnavutlar “tam bağımsızlık” isterken, Sırbistan Kosova için “geniş ve demokratik özerklik” önerdi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’yi 2006 başında “BM Kosova Elçisi” olarak görevlendirdi. Kosova’nın nihai statüsünü belirlemek amacıyla Ahtisaari tarafından “Kosova (Ahtisaari) Planı” hazırlandı.

Şubat 2007’de Sırbistan ve Kosova hükümetlerine sunulan Plan, Kosova’ya anayasa, bayrak, milli marş ve uluslararası örgütlere üye olma hakkı tanıdı. Ayrıca planda AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi’ne “denetim” yetkisi veriliyordu. Başta Kosovalı Sırplar olmak üzere eyalette yaşayan tüm azınlık grupların haklarının korunması yönünde çağrıda bulunuldu.

   Planın uygulanmasını denetlemek üzere bölgeye bir “Uluslararası Sivil Temsilci” atanacaktı.

    Bu temsilci, plana göre, BM Güvenlik Konseyi ve AB tarafından görevlendirilecekti.
Temsilcinin, yasaları veto etme ve Kosova’lı yöneticileri görevden alma gibi son derece geniş yetkilere sahip olması planlandı. 1999 yazından itibaren bölgede bulunan KFOR ve UNMIK ise Kosova’da kalmaya devam edecekti. Ayrıca plan, Kosova’ya bir AB Polis Misyonu yerleştirilmesini önerdi. AB Polis Misyonu, Ahtisaari Planı çerçevesinde oluşturulacak kurumların “etkili, adil ve temsili şekilde çalışmasını” sağlayacaktı. Belli bir süre sonunda  (bu sürenin ne olduğu Ahtisaari Planı’nda belirtilmiyordu), tüm yönetsel yetkiler Kosova Cumhuriyeti kurumlarına devredilecekti.

Yani Ahtisaari Planı; AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi denetiminde Kosova’da adeta bir “uluslararası protektoral yönetim” oluşturulmasını öneriyordu. Bu “uluslararası protektoral yönetim”, plana göre, ABD ve Batı Avrupalı merkez kapitalist devletler tarafından kontrol edilecek ve yönetilecekti. Ne kadar süreceği belirsiz olan “geçiş dönemi”nin sonunda yönetsel yetkiler, Kosova kurumlarına devredilecekti. Yani “uluslararası protektoral yönetim”, belli bir
süre sonra “bağımsız Kosova Cumhuriyeti”ne dönüştürülecekti.

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Kosova (Arnavut) hükümeti Ahtisaari Planı’nı büyük bir memnuniyetle kabul etti. Dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadic ile Başbakan Vojislav Kostunica; planı kesinlikle kabul etmeyeceklerini ve Kosova topraklarının Sırbistan ülkesinin bir parçası olduğunu açıkladılar. Ayrıca Belgrat yönetimi; Sırbistan’ın “ülkesel bütünlüğünü ve egemenliğini” parçalayan planın, BM Kurucu Antlaşması’na aykırı olduğunu ve bu nedenle uygulanmasının “uluslararası hukuk açısından imkansız” olduğunu ileri sürdü.

Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasına karşı çıkan Sırp yönetimi, bölgeye “geniş demokratik özerklik statüsü” verilmesini önerdi. Arnavut Kosova hükümeti ise, “bağımsızlık dışında her hangi bir çözüm önerisinin kendileri açısından kabul edilemez” olduğunu açıkladı. Plan, Sırbistan ile Kosova’lı Arnavut temsilciler arasında Ahtisaari’nin arabuluculuğu altında görüşüldü. Görüşmelerden sonuç çıkmayınca Ahtisaari, planı, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdi. Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan Rusya, “Sırbistan’ın kabul etmediği planlara kendisinin de karşı çıkacağını” açıkladı ve Nisan ayında yapılan BM
Güvenlik Konseyi toplantısında Ahtisaari Planı’nı sert dille eleştirdi.

   ABD - AB ittifakı, Rusya’yı ikna etmeye çalıştı. Ama Moskova ikna edilemeyince ABD Başkanı Bush, Haziran ayında, “Kosova’nın daha fazla gecikmeden bağımsız olması gerektiğini” söyledi. Uzlaşma sağlanamadığı için 20 Temmuz’da Ahtisaari Planı BM Güvenlik Konseyi’nin gündeminde çıkarıldı. ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsünden destek alan Kosova Meclisi ise, Temmuz ayında, BM’nin yürüttüğü Kosova sürecinin başarısız olduğunu belirtti ve “yılsonuna kadar bağımsızlık ilan edileceğini” duyurdu. Ve nihayet Kosova Meclisi 17 Şubat 2008’de bağımsızlık ilan etti: “Bugünden itibaren Kosova, bağımsız ve hür olmakla gurur duyduğunu ilan eder… Kosova kurumlarının liderleri olarak bizler, Kosova'yı özgür ve bağımsız bir ülke ilan ediyoruz.”20

   UÇK komutanı ve Başbakan Hashim Thaçi tarafından okunan Kosova Bağımsızlık Bildirisi’nde ayrıca “Ahtisaari Planı’na uyma” sözü verildi. Bağımsız Kosova’nın yeni bayrağı mecliste tanıtıldı. Kosova Cumhuriyeti’nin bayrağı, altı yıldızla birlikte mavi fon üzerine sarı renklerde Kosova’nın sınırlarını gösteren bir bayrak olarak belirlendi. Bu zamana kadar Kosova Arnavutları, kırmızı fon üzerine siyah renkli iki kafalı kartal tasviri bulunan Arnavutluk bayrağını kullanıyordu.

Sırbistan Başbakanı Kostunica bağımsızlık ilanı sonrasında radyo ve televizyonlardan naklen yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:

“Avrupalı yandaşlarıyla birlikte bu şiddetin sorumlusu ABD Başkanı, Sırp tarihine kara harflerle yazılacaktır. Bugün 17 Şubat’ta, NATO kontrolündeki Kosova kukla devleti Sırbistan toprakları üzerinde yasa dışı biçimde ilan edildi. Bu bir şiddet eylemidir.

   Siyasi tahribatçı, acımasız ve ahlaksız ABD, bu benzersiz yasa dışılığı yarattı ve görüşlerini kabul ettirerek AB’yi aşağıladı. ABD, gücü, hukukun üzerinde tuttuğunu ve kendi çıkarları için uluslararası hukuku ihlal etmeye hazır olduğunu gösterdi. ABD ve AB, uzun vadede olup biteceklerin ve sonuçlarının sorumlusu olacaktır. 

Sırbistan aşağılanmayı ve güce boyun eğmeyi reddediyor.”21

ABD hükümeti, bağımsızlık ilanını “not” ettiklerini, konuyu değerlendirdiklerini ve Avrupalı ortaklarıyla görüşme içinde olduklarını açıkladı. Avrupalı hükümetler ise, Kosova ve Sırbistan hükümetlerini sakin olmaya ve sorumlu davranmaya çağırdı. Buna karşılık Moskova, Kosova konusunda Sırbistan’ı desteklediğini bildirdi. Kosova’nın bağımsızlığını tanımayacağını açıklayan Moskova yönetimi, bağımsızlık ilanının “uluslararası hukuka ve BM Kurucu Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu”, ABD ile Batı Avrupalı devletlerin Sırbistan’a haksızlık yaptıklarını ve Kosova konusunda çifte standart uyguladıklarını söyledi. Ayrıca Rusya’ya göre, Kosova’nın bu şekilde bağımsızlık ilan etmesi ve tanınması, dünyanın diğer
bölgelerindeki ayrılıkçı hareketleri cesaretlendirecek ve böylece yeni problemleri,
karışıklıkları, çatışmaları doğuracaktır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

31 Mart 2020 Salı

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ.  BÖLÜM 2 





ORTAK TEHDİT ALGILARI, FIRSATLAR VE İŞ BİRLİĞİ ALANLARI 

Yukarıdaki paragraflarda bu çalışmanın amacı ve kapsamı dikkate alınarak fazla detaya girmeden Türkiye ile NATO arasında 65 yılı aşkın ilişki sürecinde öne çıkan, yapısal ve konjonktürel sorunların özünü yansıtan bazı konulara değinilmiştir. Türkiye’nin uluslararası camiada mensubu olduğu örgütler arasında ağırlığı ve etki gücü göreceli olarak en fazla olan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü ile sürekli sorunlar yaşadığını ve İttifak’a yapmış olduğu katkılara karşın aynı değerde olmasa dahi hiçbir faydasını görmediğini iddia etmek de hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz.21 

Geçmişte yaşanan gelişmeleri sadece eleştirel bir yaklaşımla ele almanın ötesinde yapılan hatalardan dersler çıkartarak gelecekteki ilişkilerde her iki tarafın da birbirlerinin askeri imkan ve kabiliyetlerinden ve siyasi etki alanlarından daha iyi nasıl istifade edebileceğini, ne gibi fırsatlar, iş birliği alanları bulunduğunu ve ortak tehdit algılarının neler olduğunu değerlendirerek somut politika önerileri ortaya koymak gerekir. 

NATO üyesi ülkelerin algıladıkları tehditler zaman içinde hem nicelik hem de nitelik bakımından ciddi boyutlara varmış ve caydırılmaları ya da baş edilmeleri daha da zor ve karmaşık hale gelmiştir. Kitle imha silahlarının (KİS) yayılmasından terörizme, bölgesel çatışmalardan barış operasyonlarına kadar İttifak’ın Soğuk Savaş yılları boyunca da gündeminde olan konuların yanı sıra yakın geçmişten itibaren siber güvenlik, hibrid savaş, enerji yollarının güvenliği, korsanlık, kitlesel göç, iklim değişikliği ve doğal felaketler gibi bir kısmı ilk bakışta askeri nitelikte olmayan ve özel uzmanlık gerektiren konular, ulusal ve uluslararası güvenliği, barışı ve istikrarı tehdit edebilecekleri endişesiyle özellikle son 10 yılda yapılan İttifak’ın zirve toplantılarının ana gündem maddeleri haline gelmiştir. Tehdidin yapısı ve doğasının önemli ölçüde değişmesi sebebiyle söz konusu tehditlere karşı etkili önlemler alabilmek ve caydırıcı özelliğini koruyabilmek için NATO ittifakı bir transformasyon dönemine girmiştir. NATO’nun en önemli komutanlıklarından bir tanesi olan Müttefik Dönüşüm Komutanlığı (Allied Command Transformation.ACT), ABD’nin doğu kıyısındaki Virginia eyaletinin Norfolk şehrinde bulunmaktadır. 

Uluslararası Terörizmle Mücadelede Iş Birliği 

Müttefiklerin ortak tehdit algısında en önemli konu başlıklarından bir tanesi, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin de ağırlığını o yönde koyması ile İttifak’ın ana gündem maddesi haline gelen uluslararası terör şebekeleri ile mücadeledir. 

Bu kapsamda bir yandan terör gruplarının yoğun olduğu Afganistan gibi ülkelerde yürütülen askeri operasyonlar diğer yandan terör gruplarının 
varlıklarını idame ettirmelerine olanak veren mali kaynakları, taraftar edinmeleri ve her türlü lojistik destek bulmalarının önünü kesmeye yönelik çok yönlü siyasi, mali, ekonomik ve diplomatik girişimlerin yapılması İttifak’a üye ülkelerin ortak davranışı haline gelmiştir. 

Bu bağlamda müttefik ülkelerin üzerinde hemfikir oldukları en önemli tehdit, terör gruplarının KİS kapasitesi edinmeleri ve saldırılarında kullanmaları olasılığıdır.22 Böyle bir girişimin önlenmesi her ne kadar gelişmiş olsa da tek bir ülkenin sahip olduğu imkan ve kabiliyetlerin ötesindedir. Özellikle istihbarat alanında iş birliği ile güçlü ve sürekli koordinasyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaca yönelik olarak gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse NATO bünyesinde alınan kararların etkin bir şekilde tüm müttefiklerce uygulanması büyük önem arz etmektedir.23 

Türkiye İttifak’ın Kasım 2002’deki Prag zirvesi sırasında süregelen ve ortaya çıkan yeni tehditlerle mücadele edilmesinde çalışmaları ile karar alıcılara yol gösterecek nitelikte mükemmeliyet merkezleri kurulması yönünde alınan karar doğrultusunda Haziran 2005’te, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Ankara’da Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ni (TMMM) kurmuştur. 24 

Türkiye’nin yanı sıra yedi NATO üyesi ülke25 subayının aktif görev yaptığı uluslararası askeri örgüt statüsündeki TMMM, İttifak üyesi ve çeşitli platform larda NATO ile ortaklık içinde bulunan ülkelerin orta ve üst kademe subayları ve sivil personeline yönelik hizmet vermektedir. TMMM terörizmin mali kaynakları nın kurutulmasından intihar bombacıları ile mücadeleye, terörizm ve medya ilişkisinden terörizmin ideolojik temellerinin irdelenmesine kadar çok çeşitli konularda kurs, çalıştay, seminer, sempozyum ve benzeri faaliyetler düzenlemekte ve NATO Karargahı’nda yürütülen terörizmle mücadele çalışmalarına akademik katkı yapmaktadır. 

Devlet Otoritesinin Çökmesi ve Iklim Değişikliğinin Sonuçları: 

Korsanlık ve Göç NATO’nun kuruluş amaçlarından biri, birçoğu ileri refah toplumu konumunda olan üyelerinin “Batılı yaşam tarzı”nı dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı korumak olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve onun güdümündeki Varşova Paktı’nın askeri kapasitesi, Soğuk Savaş 
sonrası dönemde etnik ve dini temelli bölgesel çatışmaların yarattığı istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı, 2000’li yıllarda ise uluslararası terörizm Batılı 
yaşam tarzını tehdit eden unsurlar olarak görülmüş ve yukarıda bahsedilen önlemler alınmıştır. 

Son on yıllık dönemde ise Asya-Pasifik bölgesinde ve Afrika’nın önemli bir kısmında, kağıt üzerindeki siyasi varlıklarına karşın fiiliyatta devlet olmanın gereklerini yeterince yerine getiremeyen yönetimlerin yarattığı otorite boşluğunda terör örgütleri ve şiddet kullanmaktan çekinmeyen çeşitli amaca yönelik oluşturulmuş çeteler ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu bölgelerde daha etkili olarak hissedilen iklim değişikliğinin yarattığı su ve nitelikli gıda gibi temel ihtiyaçlara erişim artık çok kısıtlı hale gelmiştir. Terör ve iklimsel olumsuzlukların yarattığı göç dalgası, ilerleyen aşamalarda Batılı ülkeler tarafından kamu düzenlerine yönelik bir tehdit olarak görülmeye başlamıştır.26 

Ortadoğu’da yaşanan iç savaşlar ve kaotik ortamın da etkisiyle hız kazanan uluslararası göç hareketi NATO’nun halihazırda ekonomik zorluk içindeki bazı ülkelerini ciddi oranda sarsacak düzeye varmıştır. Göç dalgasının önlenmesi ve bu yolda hayatını kaybetme riski bulunan milyonlarca mültecinin içinde bulundukları şartların kontrol altına alınması gereğince, özellikle Ege ve Akdeniz’de NATO’ya bağlı deniz unsurlarına Türkiye de kapsamlı destek sağlamaktadır.27 

Benzer şekilde Afrika’nın doğu kıyıları boyunca ve Hint Okyanusu’nda etkili olan korsanlık faaliyetlerine karşı da İttifak’ın aldığı kararlar doğrultusunda 
Türkiye bir firkateyn ile uzun süre destek vermiştir. 28 

Rusya’nın Güç Politikasına Karşı Ittifak’ın Ortak Tavır Belirlemesi 

2000’li yılların ortalarından itibaren eski Sovyet cumhuriyetleri olan Gürcistan ve Ukrayna’nın İttifak’a dahil edilmesinin konuşulmasıyla birlikte gerginleşmeye başlayan NATO-Rusya ilişkileri bu ülkenin Gürcistan’a yönelik askeri harekatı Bir yandan Füze Kalkanı projesinin tümüyle operasyonel hale gelmeye başlaması diğer yandan ise AB ile Ukrayna arasında yoğunlaşan siyasi ve ekonomik ilişkilerin yarattığı atmosfer sebebiyle, bu ülkenin hem Avrupa entegrasyonu hem de NATO genişlemesinin bir parçası olmak yönünde ilerlediği algısı, Rusya’nın sahada sahip olduğu imkan ve kabiliyetlerle üstü kapalı olarak yürüttüğü operasyonlar sonucu Mart 2014’te Kırım Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan ederek Rusya’ya bağlandığını duyurmuştur. Eş zamanlı olarak Ukrayna, Dinyeper Nehri’nin batısındaki AB yanlısı güçler ile doğusundaki Rusya yanlısı 
güçler arasında yoğun çatışmalara sahne olmuştur. 

Uluslararası diplomatik girişimler sonucu çatışmaların dozu büyük oranda azalmış olmakla beraber gerilim ve çatışma potansiyelinin tümüyle ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir ve Ukrayna fiilen ortadan ikiye bölünmüş bir siyasi görünüm arz etmektedir. 

Açık bir çatışmaya sahne olmasa da eski Sovyet cumhuriyetleri olan Baltık ülkelerinin Rusya’nın bölgede gerçekleştirdiği askeri yığınak ve tatbikatların yarattığı tehdit sebebiyle NATO üyesi birçok ülke çok sayda askerini ve hava, kara ve deniz unsurlarını bölgedeki müttefik topraklarına yığmakta ve art arda tatbikatlar düzenlemektedir. 

Askeri alanda karşılıklı olarak atılan bu adımlar ve sert siyasi söylemler gerilimi tırmandırmaktadır. Avrasya bölgesinde Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerin de ki etkinliğini yeniden tesis etme girişimlerinin benzerini, eski Sovyet müttefik lerindede yapmaya çalıştığı görülmektedir. 
Mart 2011’den bu yana Suriye’de yaşanan iç savaş ve kaos ortamına Ekim 2015 itibarıyla Rusya’nın güçlü askeri imkan ve kabiliyetleri ile rejimin yanında yer alarak müdahil olmasıyla birlikte Ortadoğu’da da barış ve istikrarın sağlanmasında ciddi zorluklar baş göstermektedir. 

Kuzey ve güneyindeki coğrafyalarda Rusya’nın kapsamlı askeri güç yığınağı ve sahada aktif olarak kullanmasına şahit olan Türkiye’nin bu ülke ile siyasi ilişkileri iyi düzeyde olsa da Rus askeri uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi sonrasında yaşanan derin kriz ortamının bir daha yaşanmayacağının garantisini vermek mümkün değildir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında hassas bir süreçten geçen TSK’nın bir yandan ülke içinde bölücü terör örgütüne karşı diğer yandan ülke dışında özellikle Suriye’de bazı bölgesel unsurların “oldubitti” girişimlerine imkan vermemek için kapsamlı operasyonlar içinde olduğu bir dönemde, Türkiye ile Rusya’nın yeniden gerginlik yaşaması ve müttefiklerle bu ülke arasında gelişmelere bağlı olarak çatışma ortamının doğması olasılığının her zaman dikkatle takip edilmesi gerekir. 

NATO’ya katıldığı 1952 yılından bu yana İttifak’ın sağladığı “pozitif güvenlik güvenceleri” nin Türkiye’nin ulusal güvenliğine önemli katkılar yapmış olduğu bir gerçektir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu on binlerce nükleer silahın varlığından kaynaklanan tehdide karşı en güçlü caydırıcı unsurun, bir kısmı Türkiye’de konuşlandırılmış olan ABD’ye ait nükleer silahlar ve buna bağlı olarak oluşturulan “Nükleer şemsiye” olduğunu söylemek yanlış olmayacak tır. 29 NATO’nun caydırıcı gücünün Türkiye’nin son dönemde “agresif” güç politikası izleyen Rusya’dan algıladığı potansiyel tehdide karşı etkili olduğunu söylemek de mümkündür. 24 Kasım 2015 günü Rus jetinin düşürülmesi sonrasında aniden gerginleşen ilişkilerde, İttifak’ın en üst karar organı Kuzey Atlantik Konseyi’nin Türkiye ile dayanışmasını açıkça ifade etmesi, tarafların soğukkanlı davranmasını sağlayarak krizin tırmanmasını ve küçük ölçekli de olsa açık bir çatışmaya dönüşmesini önlediği askeri ve siyasi gözlemciler tarafından ifade edilmiştir. 30 

Suriye’deki Iç Savaşın Yansımalarına Karşı Ittifak Dayanışması 

Aralık 2010 itibarıyla Ortadoğu ülkelerinin önemli bir kısmını içine alan “Arap Baharı” süreci Mart 2011’de Suriye’de etkilerini göstermeye başladı. Tarihsel olarak sorunlarla dolu bir seyir izleyen Türkiye-Suriye ilişkilerinde 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren bir yakınlaşma süreci yaşanmakta iken Şam’daki rejimin kendi halkına karşı askeri güç kullanması ve katliamlara girişmesi sebebiyle Ankara ile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Ankara’nın Şam’daki rejime karşı direnç gösteren muhalefet ile birlikte hareket etmesinin yansımalarından biri de 22 Haziran 2012 tarihinde Türk askeri istihbarat uçağının Doğu Akdeniz’de uluslararası hava sahasında bulunduğu sırada Suriye hava savunma unsurları tarafından düşürülmesi ve bunun iki ülkeyi sıcak bir çatışmanın eşiğine getirmesidir. 

Türkiye’nin NATO’nun önde gelen bazı ülkeleriyle karşılaştırıldığında kısıtlı olan ekonomik, mali ve askeri imkanlarına karşın yapmış olduğu katkılar İttifak tarafından daha fazla karşılık görmelidir. 

Önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere NATO üyesi olan Türkiye’nin Ortadoğulu komşularıyla olan ilişkilerinde sorunlar yaşaması İttifak’ın 
özelikle Avrupalı üyeleri tarafından arzu edilen bir durum olmamasına karşın, geçmiş dönemlerde yaşananın aksine Ankara’nın çağrıları doğrultusunda müttefik ülkeler tarafından Türkiye ile dayanışma içinde oldukları ve Suriye’den gelebilecek bir saldırıya karşı Türkiye toprakları ve halkının güvenliğinin sağlanmasının İttifak’ın ortak sorumluluğu olduğu açık ve net bir şekilde vakit geçirilmeden ortaya konuldu. Bu kapsamda Türkiye’nin Suriye sınırına yakın Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine Almanya, Hollanda ve ABD tarafından geliştirilmiş Patriot hava savunma sistemlerinin konuşlandırılması kararı alındı ve bu sistemler Kasım 2012 itibarıyla operasyon el hale getirildi. 

Müttefiklerin, uzun yıllar boyunca Türkiye’nin algıladığı tehditler karşısında direnç gösteren, işi ağırdan alan ve zaman zaman karşı duruş gösteren tavırları akla getirildiğinde Suriye ile yaşanan kriz ortamında Türkiye’nin yanında güçlü ve etkili bir duruş sergilemeleri, ilişkilerin gelecekte daha arzu edilen istikamette olabileceği mesajını vermektedir. Özellikle Avrupalı müttefiklerin tavırlarındaki olumlu değişikliğin, Ortadoğu’da baş gösteren sorunların bölge içinde halledilmediği takdirde hangi boyutlara varabileceğini Suriye menşeli mülteci krizi ile net olarak görmelerinden de kaynaklandığı söylenebilir. 

POLİTİKA ÖNERİLERİ



Müttefiklik ilişkisi gerektiğinde karşılıklı fedakarlığı da içerir. Türkiye’nin NATO’nun önde gelen bazı ülkeleriyle karşılaştırıldığında kısıtlı olan ekonomik, mali ve askeri imkanlarına karşın Balkanlardaki IFOR,31 SFOR,32 KFOR’dan33 Afganistan’daki ISAF’a,34 Güneydoğu Avrupa Tugayı’ndan Irak’taki Eğitim Misyonu’na, Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Afrika Boynuzu’ndaki deniz ortak görev gücünden Baltık bölgesindeki havadan keşif operasyonlarına kadar birçok güvenlik sorunu karşısında “yükün paylaşımı” prensibine uygun olarak yapmış olduğu katkıları İttifak tarafından daha fazla karşılık görmelidir. Bunun için yapılması gerekenler aşağıdaki maddelerde dile getirilmektedir: 

1. Müttefikler tarafından 1949 yılında Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Anlaşması’nın hem lafzı hem de ruhuna uygun olarak 5. ve 6. maddelerinde açıkça ifade edildiği gibi Türkiye topraklarının tümünün silahlı saldırıya uğraması durumunda İttifak’ın her bir üyesinin savunma yükümlüğünde olduğunun açık ve net bir şekilde vurgulanması gerekmektedir. Bu yapıldığı takdirde Türk halkında 
NATO’ya yönelik şüpheli yaklaşımın giderilmesi çabalarına olumlu katkı yapılmış olur. 

2. NATO Kamu Diplomasisi birimi .ki başında NATO Genel Sekreter Yardımcısı statüsünde Büyükelçi Tacan İldem bulunmaktadır. Türk halkı nezdinde NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine yapmış olduğu ve gelecekte yapabileceği katkıların medya unsurları vasıtasıyla açık ve net bir şekilde anlatılması için kapsamlı tanıtım çalışmaları yapılması lazımdır. 

3. NATO ile bağlantılı çalışmalar içinde olan medya kuruluşları, araştırma kurum ve kuruluşları, akademik kurumlar, uzmanlar ve ortaya koydukları eserlerin sayısının çoğalmasını teşvik edecek şekilde İttifak fonlarından araştırmalara sağlanan imkanların kayda değer oranlarda artırılması gerekmektedir. Bu şekilde Türkiye-NATO ilişkilerinin geçmişi ve önemli olayların perde arkası hakkında ortaya çıkacak doğru bilgi ve belgelere dayalı yayınlar (makale, kitap, akademik tez gibi) sayesinde ilişkilerin seyri hakkında daha sağlıklı bir toplumsal algı yaratılması mümkün olabilir. 

4. Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulmuş olan Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde (TMMM) halihazırda İttifak’a üye Türkiye dışındaki 27 müttefik ülkeden sadece yedisi tarafından görevlendirilen asker ve sivil personele ek olarak, diğer müttefiklerin de sembolik sayıda da olsa hem terörle mücadele konusunda iş birliği hem de Türkiye ile dayanışmanın göstergesi olarak asker ve sivil personel görevlendirmesi olumlu etki yaratabilir. 

5. NATO ittifakının üst düzey temsilcilerinin daha sıklıkla Türkiye’yi ziyaret etmeleri, sivil toplum kuruluşları, akademi ve basın sektörünün temsilcileri ile yakın temas halinde olmaları karşılıklı olarak tarafların birbirlerini, amaçlarını, niyetlerini ve beklentilerini doğru tanımlayarak ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulmasına katkı yapabilir. 

6. Gerek müttefik ülkelerin Türkiye’deki gerekse Türkiye’nin müttefik ülkelerdeki diplomatik temsilcilerinin görev yaptıkları ortamlarda tarafların birbirlerini doğru anlamaları ve tanımaları için daha yoğun ve içtenlikli çabalar sarf etmeleri gerekmektedir. 

7. Henüz açık çatışma ortamı olmayan ancak Rusya’nın son yıllardaki tutum ve davranışlarından algılanan tehdit değerlendirmesi sebebiyle çok sayıda müttefik ülkenin binlerce asker, yüzlerce hava, kara ve deniz birliklerine bağlı unsurların katılımıyla art arda gerçekleştirdikleri tatbikatlar ile verdikleri güçlü İttifak dayanışması görüntüsünün benzerini, farklı araç ve yöntemlerle de olsa çatışmaların yoğun olarak devam ettiği, Türkiye’nin zaman zaman açık hedef olduğu saldırıların gerçekleştiği güney komşuları ve sahada askeri unsurları bulunan ülkelere karşı da sergilenmesi gerekmektedir. 

8. Müttefik ülkelerin siyasetine yön veren kesimlerin Türkiye ve dünyada meydana gelen gelişmelerden etkilenerek doğru ve yeterli bilgiye dayanmayan ve askeri alanda iş birliğini etkileyebilecek nitelikte, ittifak ilişkisi prensiplerine de aykırı bir şekilde, ambargo ve benzeri tutum ve davranışlardan sakınmaları, siyasi görüş farklılığı içeren konuları siyaset platformunda demokratik araç ve yöntemlerle görüşmek suretiyle çözmeye çalışmaları gerekmektedir. 

9. Müttefik ülkelerin ileri seviyede bilim ve teknoloji geliştirmiş olan savunma sanayii bünyesindeki kurum ve kuruluşları ile Türkiye’de bu sektörde faaliyet gösteren şirketlerin uzun vadeli ölçekte ve yakın iş birliğini gerektirecek ortak projeler geliştirmeleri tarafların ortak savunma kapasitesini artırmalarına katkı yapabilir. Bu sürecin İttifak üyesi ülkelerce teşvik edilmesi gerekmektedir. 

Türkiye 1949 yılında Soğuk Savaş tehditlerine karşı kurulan NATO’ya 1952’de üye olmuştur. Türkiye tarafından İttifak uzun yıllar boyunca hem bir güven 
lik teminatı hem de Batılı kimliğe entegre olmanın araçları arasında görülmüştür. Ancak NATO’ya yönelik kamuoyundaki soru işaretleri özellikle 15 Temmuz 
darbe girişiminin ardından netleşmiş ve darbe girişiminin arkasında İttifak’ın olabileceği yönünde bir kanı ortaya çıkmıştır. 

NATO’nun Türkiye’ye sağladığı güvenlik teminatı uzun yıllarca yüzeysel değerlendirmelere tabi olmuş ancak oluşturduğu güvenlik riskleri üzerine kapsamlı incele meler yapılmamıştır. Bu bağlamda analiz iki aktörün çatışan önceliklerine de değinerek önümüzdeki süreçte olası iş birliği alanlarını da ele alacaktır. 

Bu çalışmada Türkiye-NATO ilişkilerinin geride kalan 65 yılı aşkın tarihinde hangi süreçlerden geçtiği, ilişkilerde yaşanan temel zorlukların neler olduğu, tarafların 
birbirlerinin beklentilerine ne derecede karşılık verebildikleri, önümüzdeki 
dönemde ilişkilerin hangi yöne doğru gelişebileceği, hangi hususlarda sıkıntılar 
yaşanmaya devam edebileceği ve yaşanmaması için ne gibi önlemler alınması gerektiği konularında görüşler ortaya konulacaktır. 


• ANKARA 
• ISTANBUL 
• WASHINGTON D.C. 
• KAHIRE 
www.setav.org 


DİPNOTLAR;

1. “3. Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk Gözaltına Alındı”, Sabah, 16 Temmuz 2016. 
2. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Nükleer Stratejisi ve Türkiye’deki Amerikan Nükleer Silahları”, der. Seyfi Taşhan, Türkiye’nin NATO’da 60 Yılı: Güven Veren Bir Ortaklık, (Dış Politika Enstitüsü, Ankara: 2012), s. 55-72. 
3. Mustafa Kibaroğlu, “La Turquie, les États-Unis et l’OTAN: Une Alliance Dans l’Alliance”, Questions Internationales, Direction de la Documentation 
Française Paris, Sayı: 12, (Mart-Nisan 2005), s. 30-32. 
4. Mustafa Kibaroğlu, “Ege-Doğu Akdeniz Ekseninde Kıbrıs’ın Stratejik Konumu ve Annan Planı”, Mülkiye Dergisi, Cilt: 28, Sayı: 242, (Kış 2004), s. 85-94. 
5. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Kuruluşu, Misyonu, Geleceği ve Türkiye’nin Rolü”, 2023 Dergisi, (Mayıs 2004), s. 6-15. 
6. Tarik Oguzlu and Mustafa Kibaroglu “Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership”, Middle Eastern Studies, Cilt: 44, Sayı: 6, (Kasım 2008), s. 945-962. 
7. Mustafa Kibaroğlu, “Turkey’s Triple-Trouble: ESDP, Cyprus, Northern Iraq”, Insight Turkey, Cilt: 4, Sayı: 1, (Ocak–Mart 2002), s. 49-58. 
8. Bu konuda detaylı bir çalışma için bkz. Alptekin Molla, “Soğuk Savaş Sonrası Körfez Krizleri ve Türkiye-ABD-NATO İlişkileri”, Akademik Fener, Balıkesir Üniversitesi Bandırma İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı: 11, (2009), s. 39-62 
9. Mustafa Kibaroğlu, “NATO Before and After the Second Gulf War”, Connections: The Quarterly Journal, Cilt: 4, Sayı: 2, (Yaz 2005), s. 43-45. 
10. Mustafa Kibaroğlu, “NATO’nun Balistik Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 34, (Yaz 2012), s. 183-204. 
11. Maximé Larive, “The Building of the US Missile Shield in Europe, The Triangular Relationship: US, EU, Russia”, European Uni-
on Miami Analysis Special Series, Cilt: 11, Sayı: 8, (Haziran 2011). 
12. Steven A. Hildret ve Carl Ek, “Missile Defense and NATO’s Lisbon Summit”, CRS Report for Congress, 11 Ocak 2011. 
13. Maximé Larive, “The Building of the US Missile Shiled in Europe, The Triangular Relationship: US, EU, Russia”, European Uni-
on Miami Analysis Special Series, Cilt: 11, Sayı: 8, (Haziran 2011). 
14. “Missile Defence”, NATO, http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_49635.htm, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
15. “Obama Defends Decision to Shelve European Missile Shield”, Fox News, 17 Eylül 2009; Cole Harvey, “Obama Shifts Gear on 
Missile Defense”, Arms Control Association, (Ekim 2009). 
16. Serdar Erdurmaz, “Füze Kalkanı Sistemi ve Türkiye, ABD Tek Başına Gerçekleştiremediği Zorlamayı NATO Kanalıyla mı Kabul 
Ettirecek?”, TÜRKSAM, http://www.turksam.org/tr/makaledetay/356-fuze-kalkani-sistemi-ve-turkiye-abd-tek-basina-gerceklestiremedigi-
zorlamayi-nato-kanaliyla-mi-kabul-ettirecek, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
17. Craig Whitlock, “European Missile Shield Plan is Expected to Gain Support”, Washington Post, 14 Ekim 2010. 
18. Mustafa Kibaroğlu, “Acceptance and Anxiety: Turkey (Mostly) Embraces Obama’s Nuclear Posture [Kabulleniş ve Endişe: Türkiye, 
Obama’nın Nükleer Duruşunu (Çoğunlukla) Kucaklıyor]”, Nonproliferation Review, Cilt: 18, Sayı: 1, (Mart 2011), s. 201-217. 
19. Tülay Karadeniz, “Turkey Says Anti-Missile Should Not Single out Iran [Türkiye Füze Karşıtı Girişimlerin İran’ı Ayrı Tutmaması Gerektiğini Söylüyor]”, Reuters, 18 Ekim 2010. 
20. 4 Ekim 2010’da Ankara’da gerçekleştirilen bir çalıştayda üst düzey bir Türk diplomat tarafından ifade edilen görüşler Mustafa Kibaroğlu’nun Acceptance and Anxiety: Turkey (Mostly) Embraces Obama’s Nuclear Posture başlıklı makalesinde alıntılanmıştır. 
21. Serhat Güvenç, “NATO’nun Evrimi ve Türkiye’nin Transatlantik Güvenliğe Katkıları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 12, Sayı: 45, (Bahar 2015), s. 101- 119. 
22. Bu konuda yazılmış nitelikli ve kapsamlı bir akademik çalışma için bkz. Olcay Denizer, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Devlet-Dışı 
Aktörlerin Kitle İmha Silahları (KİS) ile Terör Eylemleri Yapma Eğilim ve Yeteneklerinin Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, Güvenlik Bilimleri Ana Dalı, (Ankara: 2014). 
23. Mustafa Kibaroğlu, “Measures to Counter the Threat of WMD Terrorism”, der. U. Feyyaz Aydoğdu, Technological Dimensions of Defence Against Terrorism, NATO Science for Peace and Security Series, Cilt: 115, (IOS Press, Amsterdam: 2013), s. 63-69. 
24. Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi hakkında kapsamlı ve güncel bilgi edinmek için bkz. www.tmmm.tsk.tr. 
25. TMMM bünyesinde askeri ve sivil personel görevlendiren müttefik ülkeler Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Hollanda, Macaristan ve Romanya’dır. 
26. Peter Yeung, “Refugee Crisis: Majority of Europeans Believe Increased Migration Raises Terror Threat, Survey Says”, Independent, 12 Temmuz 2016. 
27. “NATO Ege’de Devriye Görevini Kabul Etti”, NTV, 11 Şubat 2016. 
28. “NATO Korsanlara Karşı”, Radikal, 11 Ekim 2008. ve yaşanan “5 Gün Savaşı” uluslararası güvenliğe ve Avrasya bölgesinde barış ve istikrara ciddi 
anlamda olumsuz etki yapmıştır. Rusya bu savaş ile bir bakıma NATO genişlemesinin sınırlarını çizmek istemiştir. 
29. Mustafa Kibaroğlu, “The Future of Extended Deterrence: The Case of Turkey”, ed. Bruno Tertrais, Perspectives on Extended Deterrence, Coll. Research and Documents, Sayı: 3, (Fondation pour la Recherche Stratégique, Paris: 2010), s. 87-95. 
30. Gülsüm Alan, “NATO Türkiye-Rusya Krizinde Denge Arayışına Girdi”, Euronews, 1 Aralık 2015, 
      http://tr.euronews.com/2015/12/01/nato-turkiye-rusya-krizi-konusunda-denge-arayisina-girdi, (Erişim tarihi: 9 Şubat 2017). 
31. IFOR (Implementation Force.Uygulama Gücü): Bosna Hersek’te görev yapan NATO önderliğindeki çok uluslu barış gücü. 
32. SFOR (Stabilization Force.İstikrar Gücü): Bosna Savaşı’ndan sonra Bosna Hersek’e gönderilen NATO önderliğindeki barış gücü. 
33. KFOR (Kosovo Force.Kosova Gücü): Kosova’nın güvenliğini sağlamakla görevli NATO önderliğindeki barış gücü. 
34. ISAF (International Security Assistance Force.Uluslararası Güvenlik Destek Gücü):  Afganistan Savaşı sonrasında Afganistan’da kurulan NATO önderliğindeki barış gücü. 


***

19 Ekim 2017 Perşembe

65 YILLIK İTTİFAK NATO VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3


65 YILLIK İTTİFAK NATO VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3

      Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler: 

NATO ve NATO ülkeleri ile ilişkilerde Türkiye, geçmişte çeşitli haksızlıklara uğramıştır. 1962 yılında ABD-SSCB görüşmeleri sonucunda ABD, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesi konusunda Türkiye’nin haberi olmadan tek taraflı bir karar almıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını takiben TSK’nın kullandığı harp silah ve araçlarının tüm destek malzemesine ambargo koymuştur. Bunu ilerleyen yıllarda da kısmi olarak tekrarlamıştır. 

İkinci Körfez Savaşı’nda NATO platformunda Fransa, Patriot füzelerinin savunma amaçlı olarak Türkiye’ye gelmesini önlemiştir. 

Bu ülkenin NATO Savunma Planlama Komitesi üyesi olmamasından dolayı bu komitede alınan bir kararla füzeler Türkiye’ye getirilebilmiştir. 
PKK terör örgütünün NATO listesine alınmasında güçlüklerle karşılaşılmıştır. 11 Eylül 2001’e kadar terörle mücadeleye bir atıfta bulunulmaz ve bu konuda 4. Maddedeki konsültasyon ile yetinilirken, 11 Eylül’den sonra 5. Md. söz konusu olmuştur. Terörün ülkelerin topraklarına ulaşmadan önlenmesi için tedbir alınması konusu ön plana çıkarken Türkiye’nin bu konuda PKK için Irak’ın kuzeyinde tedbir alması önlenmiş, sonra da kısıtlanmıştır. 

Bunlar ‘çifte standart’a birer örnektir. NATO ile ilişkilerde bu konunun dikkate alınmasında fayda görülmektedir.16 

ABD’nin, yeni oluşacak durumlara göre gerektiğinde diğer ülkelerin, kendi milli menfaatlerine yönelik olarak bu veya buna benzer konuları, ihtiyaç duydukça ve fırsat buldukça yeniden gündeme getirebileceği düşünülmekte, bu nedenle tedbirli olunması ve taviz verilmemesi hususunda hassasiyet gösterilmesinin ülke menfaatleri açısından hayati önem taşıdığı değerlendirilmektedir. NATO’nun ülke menfaatlerini zedeleyecek ABD niyetleri istikametinde kullanılmasına karşı daima dikkatli olunmalıdır. 

NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri

Türkiye temelde NATO’nun genişlemesini desteklemektedir. Bunun başlıca sebebi NATO’ya üye olan devletlerin, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine destek vereceği öngörüsü olmuştur. Ancak karşılaşılan durum bu beklentiyi karşılamamıştır. Ayrıca, yeni üyelerin katılımıyla 26 ülkeye varan NATO üye sayısı, Türkiye’nin pastadan pay alma oranında düşüşler meydana getirmiştir. Ancak bazı olumsuzluklara rağmen NATO’nun genişlemesi, istikrarlı bölgeyi genişletmekte ve Türkiye’ye istediği konuları daha geniş bir yelpazede müzakere edilmesine imkân yaratmaktadır. Yapılan değerlendirmeler ışığında, 26 üye ülkenin tümü ele alındığında çıkan sonuç, “Ne NATO’suz, ne de NATO’yladır.”. NATO, kuruluşundan itibaren önemli işler başarmıştır. NATO’nun bugün 26 olan üye sayısı; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılmasıyla 28’e çıkacaktır. NATO, 28 üye ülkenin yanı sıra Barış İçin Ortaklık, Akdeniz Diyaloğu ülkeleri ve bunun dışında kendisiyle ortak değerleri paylaşan ittifak dışı Koalisyon kuvvetleri ile dünyanın dörtte birinden fazlasını şemsiyesi altına alan bir kuruluş görünümündedir. Ancak, NATO’nun güvenirliğinin gittikçe azaldığı da gözlerden kaçmamaktadır. 

NATO’daki Son Gelişmeler 

NATO’nun tarihindeki en büyük zirvelerinden biri 2-4 Nisan 2008 tarihinde Bükreş’te yapılmıştır. Zirve, Hırvatistan ve Arnavutluk’un ittifak üyeliğine resmen davet edilmesiyle sonuçlanmıştır.17 Fakat Yunanistan’ın tutumu yüzünden Makedonya, ittifak’ın üyeliğine davet edilememiştir. Makedonya konusunda başarısız olmakla birlikte, NATO’nun son genişlemesinin, Avrupa’daki demokrasi ve istikrarın, Balkanlar’a yayılması konusunda olumlu etki yapacağı söylenebilir. Bunun yanında, Arnavutluk ve Hırvatistan’ın NATO üyeliğine davet edilmiş 
olması, Bosna-Hersek’i de NATO üyeliği için reformların hızlandırması yönünde cesaretlendirebilir, zaten “Üyelik Eylem Planı”ndan bir önceki aşama olan “Yoğunlaştırılmış Diyalog Kararı” çıkmıştır. Daha sonra Kosova da aynı şekilde gündeme gelebilir. Bu durumda bir tek Sırbistan endişe kaynağı olarak kalmaya devam etmektedir. 

2-3 Aralık 2008’de NATO Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesiyle Brüksel’de gerçekleştirilen zirveden, Ukrayna’daki siyasi belirsizliğin artması ve Gürcistan’da yaz aylarında meydana gelen çatışmalardan dolayı, bu ülkelerin “Üyelik Eylem Planı”na dâhil edilmemesi kararı çıkmıştır.

18 Ukrayna ve Gürcistan üzerinden yürütülen rekabetin yarardan çok zarar getirdiğini de yaşanan olaylar göstermiştir. Genişleme zora girmiş, Rusya ile diyalog kesilmiş, Kafkasya ve Karadeniz güvenliği alanında etkisiz kalınmıştır. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliklerini, kendini kuşatma ve enerji yollarını kontrol altına alma planları olarak yorumlamaktadır. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği grup ile ABD arasında, Rusya ile olan ilişkilerin arttırılması konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın temelini ise Avrupa’nın enerji ihtiyacı oluşturmaktadır. Diğer taraftan, Rusya’nın 2007 yılında AKKA’dan19 çekilmesi NATO içinde sıkıntı yaratmıştır. Özellikle Doğu Avrupa devletleri için güvenlik kaygıları oluşmaya başlamıştır. 

Bunlara ek olarak alınan önemli kararlardan biri de NATO’nun, Doğu Avrupa’da ABD tarafından kurulması planlanan füze kalkanı projesine destek 
vermesi olmuştur. 

2009’daki NATO Savunma Bakanları Toplantısı, 19-20 Şubat tarihlerinde, Polonya’nın Krakow şehrinde yapılmıştır. Toplantıda Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın savunma ve güvenlik konularındaki reformları ve ulusal güvenlik stratejileri gözden geçirilmiş, NATO Acil Mukabele Gücü’nün uygulamaları ve bu konudaki reformlar ele alınmıştır. Afganistan konusu yine özel önemini korumuştur. Alınan ve resmi nitelik taşımayan kararlar, 3-4 Nisan 2009’da yapılacak zirveye zemin oluşturmuştur.20 NATO, Rusya ile ilişkilerin iyileştirilmesine ve diyalogun başlatılmasına, doğuya doğru genişlemesi ve Karadeniz güvenliği gibi kritik konulara kıyasla daha kritik bir önem atfetmektedir. Ayrıca, küresel ekonomik krizin de etkisiyle ABD Başkanlık seçimleri sonrası Avrupa-Atlantik ittifakı üyeleri arasında, daha fazla çatışma ve gerginliğe yol açabilecek politikalardan 
vazgeçilmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır. Son toplantıda Fransa’nın NATO’nun Askeri kanadına tekrar katılacağı ve bunun 3-4 Nisan 2009’daki NATO toplantısında resmiyet kazanacağı da ifade edilmiştir. Obama’nın gelişi ile diyalog konusuna verilen önem çerçevesinde, Füze Kalkanı Projesi’nde bir kısım yumuşatıcı yaklaşımlara karşılık, Rusya’nın Orta Asya’da terörle mücadelede ABD ve NATO’ya destek vereceğine ilişkin açıklamaları NATO-Rusya arasındaki diyalogun yeniden tesis edileceğini belirten gelişmeler olarak dikkat çekmektedir. Ancak Rusya’nın Orta Asya’da etkinliğini yeniden sağlaması ve sürdürmesi için Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan 
ve Tacikistan ile yaptığı ve askeri güç oluşturmasının ön plana çıktığı antlaşma da göz ardı edilmemelidir. 

5 Mart 2009’da Brüksel’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında da genellikle aynı konular üzerinde durulmuş, NATO-Rusya ilişkileri yeniden başlamış, Afganistan için geniş kapsamlı bir toplantı yapılması ve bu toplantıya İran’ın da davet edilmesi kararlaştırılmıştır.21 

NATO’nun Geleceğine İlişkin Beklentiler ve Türkiye

NATO kolektif savunma örgütü işlevini genişleterek, kolektif güvenlik örgütü haline dönüşmüştür. Bugün NATO, savunma konusunda sadece üye ülkelerin topraklarıyla sınırlı kalmamaktadır. Karmaşık durum ve tehditlere karşı koyma konusunda birincil rol oynamaktadır. NATO operasyonları artık Washington Antlaşması’nın 

6. maddesinde tarif edilen Avrupa’dan ibaret savunma harekât alanıyla sınırlı değildir.22 NATO’nun Kuruluş Antlaşması’nda sorumluluk alanının Kuzey Atlantik bölgesi ile sınırlandırılmış olması ve NATO’nun sadece kendi topraklarını savunma ile görevli olması nedeniyle, NATO’nun alan dışında yapacağı faaliyetler uluslararası hukuk açısından sakınca yaratmaktadır. Bu nedenle NATO’nun yeni açılımları doğrultusunda NATO Antlaşması’nın yeni durumlara uyumlu hale getirilme ihtiyacı bulunmaktadır. 23 Ayrıca günümüzde ortak bir tehdit olmadığı 
için 5. Madde’nin uygulanmasında da sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Afganistan buna bir örnek teşkil etmektedir. Birçok ülke, halkına Afganistan’a neden çarpışmaya gidildiğini izahta güçlük çekmektedir. Bu nedenle NATO, operasyonların gerekliliği konusunda ülke kamuoylarını ikna edebilecek “insanlığın, demokrasinin, barışın, istikrarın sağlanmasının, korunmasının ve düzensizliğin ortadan kaldırılmasının önemi, düzensizlik ve istikrarsızlığın kendi ülkelerine de yansıyabileceği için tedbir alınmasının gerekliliği gibi” argümanlar ve formüller üzerinde çalışmalıdır.

ABD’nin, küresel ortaklara duyduğu ihtiyaç nedeniyle önümüzdeki dönemde diplomasiye, hukuka, ikili ilişkilere, uluslararası kuruluşlara, Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesine ve NATO’ya daha fazla önem vermesi beklenmektedir. Güvenlik öncelikleri farklılık arz eden Avrupa’nın kendi güvenlik sistemi “Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikası-AGSP”yi oluşturma çabalarını sürdüreceği ancak, yeterli kaynak ve ortak siyasi iradeyi sağlayamadığı için ABD ve NATO’ya olan ihtiyacının devam edeceği anlaşılmaktadır. 

Günümüzde savunmanın uluslararası boyutu ele alınarak, Türkiye’nin, NATO ve AGSP ile ilişkilerini, kazanımları ve sahip olduğu ortak değerlere uygun bir içerik ve yapıda sürdürmesi akılcı olacaktır. Türkiye’nin BAB’dan kaynaklanan haklarını AGSP’de kullanamaması bir eksiklik ve aynı zamanda bir haksızlıktır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin haksız bir şekilde AB’ye alınmasının sonucunda AGSP’de diğer NATO üyesi olan AB ülkeleri gibi haklar istemesi, problem yaratmaktadır. NATO ve AB Türkiye’ye GKRY ile ilgili konularda baskılarda bulunmaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olarak elinde bulundurduğu yetkileri, ulusal çıkarları istikametinde kullanmaya devam etmesi kadar doğal bir durumolamaz. Yakın gelecekte Transatlantik ilişkilerin tamiri yoluna gidilmesi, enerji güvenliğinde Türkiye’nin artan rolü, Ortadoğu’daki gelişmeler ve Türk Silahlı Kuvvetleri barış gücü unsurlarının özellikle Afganistan ve diğer görev yerlerindeki başarıları Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve Türkiye’nin yeni açılımlar yapmasına olanak sağlayacaktır. Ancak uluslararası güvenlik anlaşmaları, Türkiye’nin egemen bir ülke olarak gerektiğinde bağımsız kararlar almasını da engellemeyecektir. 

Son Zirvelerden çıkan sonuçlara ve eylem planlarına baktığımızda yakın gelecek içinde NATO’da, Füze Kalkanı Projesinin gerçekleştirilmesi, Rusya ile olan ilişkilerin geliştirilmesi, küresel terörizmle mücadele, Ukrayna, Gürcistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Kosova ile genişleme, Deniz Haydutluğunu Önleme, Akdeniz Diyaloğu gibi İttifak dışı ülkelerle ortaklık ve işbirliğinin geliştirilmesi faaliyetleri gibi hem siyasi hem de askeri konularda yeni kararların alınacağı ve yeni stratejilerin oluşturulacağını söylemek mümkündür. 

3-4 Nisan 2009 tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg ve Almanya’nın Kehl komşu kentlerinde NATO’nun 60. Yılının da kutlanacağı bir zirve gerçekleştirilecektir. ABD Başkanı Obama’nın da ilk defa katılacağı zirvede Arnavutluk ve Hırvatistan’ın üyelikleri onaylanacaktır. Böylece 26 olan üye sayısı 28’e ulaşmış olacaktır.25 Fransa’nın askeri kanada dönmesi konusu da bu zirvede önemli bir konu olarak ele alınacaktır. 

Geleceğe yönelik yeni bir konu da “Çoklu Gelecek Projesi” ’dir. Çoklu Gelecek Projesinin amacı güvenlik boyutunda geleceği anlamak, tartışmak, 
NATO üyesi ülkeler arasında iş birliğini geliştirmek, savunma planlamaları yapmak olarak belirtilmiştir. Projenin şekillendiricileri ise uluslararası 
ihtilaf, ekonomik entegrasyon, asimetri, devlet kapasitesi, kaynak paylaşımı, ideolojik mücadele, iklim değişikliği, teknoloji kullanımı ve demografik gelişmelerdir. 26 

Geleceğe yönelik bir başka strateji ise NATO’nun yayılmacılığı esas alacak yeni planlamalarıdır. Amaç, açıkça ifade edilmese de ABD jeostratejik 
girişimlerine Avrupa’nın katkısını genişletmek, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına almak, yükselen güçler Rusya ve Çin’i çevrelemektir. 
Bu amaçlara ulaşabilmek için de ABD, NATO ve AB arasındaki işbirliğinin güçlendirileceği ve rekabetin ortadan kaldırılmasına ilişkin adımlar 
atılacağı anlaşılmaktadır. Proaktif stratejinin benimsenmesi öngörülürken, nükleer önleyici darbe konsepti de bu stratejiye dahil edilmektedir. 

Geleceğe ilişkin NATO’nun taahhütleri gittikçe artmakta, hatta birçok konu BM’nin sorumluluk sahasına girmektedir. Bu durum akıllara NATO’nun BM’nin yerine geçmekte olduğuna dair şüpheler yaratmaktadır. Adının “Kuzey Atlantik Paktı” mı, yoksa “Ortak Güvenlik Paktı” mı olduğu tartışılmakta, hâlihazırdaki isminin bile artık mevcut durumu yansıtmadığına ilişkin değerlendirmeler de yapılmaktadır.27 

Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden 
etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. 

Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, 
Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin ise bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. 

Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. 

NATO içerisinde karar alma süreçlerini incelediğimizde üye 26 ülkenin de eşit oy hakkı olduğu ve kararların oybirliği ile alındığı bilinmektedir, Türkiye’nin de bu karar alma mekanizması içerisinde kendi ulusal çıkarlarına ters düşen bir kararın çıkmasını tek başına engelleme gücüne sahip olduğu da bilinen bir gerçektir. 

Karar alma sürecinde 25 ülkenin diğer ülkeden daha güçlü, daha yetkili olduğu söylenemez. Oybirliği mekanizmasının böyle bir avantajı vardır. Asıl önemli olan husus Türkiye’nin ne istediğini ve ne istemediğini tam olarak ortaya koymasıdır. Bunun özünde dış politika konularında karar alma mekanizması içerisinde görevli olan makamların mutabakat içinde olması yatmaktadır. Eğer bu sağlanırsa, NATO içerisinde Türkiye, kendini daha iyi bir şekilde ifade edebilme olanağını bulur ve NATO platformuna getirmek istediği konuları, ittifak ülkeleriyle 
müzakere edebilme ortamı yakalar. Bu konuda Türkiye’nin Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşünde takınacağı tavır örnek olarak verilebilir. Fransa, Türkiye’nin AB müzakere sürecini tıkayan, parlamentosunda Ermeni soykırımını kabul eden, 2. Körfez Savaşı’nda Patriot füzelerinin Türkiye’ye gelmesini önlemeye çalışan ve diğer çeşitli konularda da Türkiye aleyhine hareket eden bir ülke konumundadır. Fransa, askeri kanada dönmesinin yanında Virginia ve Madrid’deki komutanlıkların da kendisine verilmesini istemektedir. Türkiye bu hassasiyetleri, Fransa’nın askeri kanada dönmesinde doğrudan veya dolaylı bir şekilde gündeme getirilebilir ve tavrını gelişecek ortama göre ulusal çıkarlarımız 
yönünde gösterebilir. Diğer taraftan, ulusal çıkarları göz ardı etmeksizin NATO’nun etkisizleştirilmesi yerine güçlendirilmesi, aynı ortak değerleri taşıyan üye ülkelerin güvenlik ihtiyaçlarına katkı sağlayan bir siyasi-askeri güvenlik örgütü olarak geliştirilmesinde de yarar görülmektedir. 


Sonuç 

NATO eski NATO değildir; değişime uğramıştır. Yeni üyelerin katılımı, ABD kontrolünü arttırmıştır. Ayrıca yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan stratejileri ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. Bu kadar teşkilatlı, oturmuş, tecrübeli, savunmanın dışında siyasi ve sistem içi ilişkileri düzenleme, koruma ve geliştirme konularında başarılı olmuş bir teşkilatın sona erdirilmesi uygun olmayabilir. Ancak teşkilatın, küreselleşmenin ve onun önderi durumunda olan ABD’nin politikalarına göre yönlendirilmesine de engel olmak gerekmektedir. 

Türkiye 1952’den itibaren NATO’nun üyesidir. O yıllarda artan Sovyet tehdidi karşısında kendi güvenliğini güçlendirmek maksadı ile bu teşkilata üye olmuştur. Soğuk Savaş sonuna kadar, NATO’nun sağladığı güvenlik konusunda zaman zaman endişeler, Kıbrıs Harekâtı’nda olduğu gibi bazı olumsuzluklar yaşamışsa da genel olarak olumlu bir dönem geçirmiştir. NATO, modernizasyon ve batı ile yakın ilişkiler konusunda müspet bir ortam oluşturmuştur. Türkiye’de buna karşılık NATO’ya olması gerekenden çok fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, Türkiye çevresindeki bütün 
ülkelerle gerilim yaşarken, ilişkiler, gelişen siyasi duruma bağlı olarak yeni bir mecraya girmiştir. 

NATO, birinci öncelikli tehdit olarak gördüğü terör konusunda Türkiye’ye çifte standart uygulamıştır. Türkiye artık güvenliğini tamamen NATO 
çerçevesinde düşünmenin dışına çıkmıştır. Batı ile olduğu kadar, hatta daha fazla çevre, Kafkasya ve Orta Asya ile ilgilenmek ve buralarda işbirliği aramak zorundadır. 

Şangay İşbirliği Örgütü ile iletişim kurmayı değerlendirmek durumundadır. Dünyadaki yeni gelişmeler, Türkiye’nin tarihi, kültürel ve soy bağlantıları bu fırsatı önüne çıkarmıştır. 

Türkiye’nin NATO’yu dışlamadan ve batı ile ilişkilerini kesmeden, menfaatlerini ve güvenliğini bu yeni sahalara da taşıması gerekmektedir. 

Atlantik ötesi ilişkilerin tamir edilmesi, Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve uluslararası güvenliğe katkısının daha iyi değerlendirilmesine yardımcı olacaktır. Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir.28 

Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini dol-durabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. 
Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sadakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden ancak NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. 

DİPNOTLAR,

1 Yılmaz Tezkan, Siyaset, Strateji ve Milli Güvenlik, Ülke Kitapları, İstanbul, 2000, s. 36-39. 
2 Turan Moralı’nın “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişmeler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda yaptığı konuşmasından,s. 10. 
3 Ali Karaosmanoğlu’nun “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişimler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda yaptığı 
konuşmasından, s.10. 
4 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “ Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 4, No.48, Nisan 2004, s.23. 
5 Richard Haass, “The New Middle East”, Kasım/Aralık 2006, 
http://www.foreignaffairs.org/20061101faessay85601/richard-n-haass/the-new-middle-east.html, (Son Erişim: 25 Şubat 2009) 
6 George Friedman, “Obama Enters the Great Game”, 19 Ocak 2009, 
http://www.stratfor.com/weekly/20090119_obama_enters_great_game, (Son Erişim: 5 Şubat 2009) 
7 Reuters, “US send more troops to flagging Afghan War”, 19 Şubat 2009, 
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=11033563, (Son Erişim: 19 Şubat 2009) 
8 NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jean François Bureau’nun 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki 
konuşmasından. 
9 TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın’nın 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği 
Konferansındaki konuşmasından.. 
10 Fatih Karaosmanoğlu, “İttifak vizyonunu yeniledi”, 7 Temmuz 2004, www.radikal.com.tr/haber.php? haberno121483, (Son Erişim: 20 Şubat 2009) 
11 Gnkur. Bşk. Org. Hilmi Özkök’ün “ Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Açış Konuşması”, 28 Haziran 2005 ve “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği 
Sempozyumu Açış Konuşması”ndan, 23 Mart 2006. 
12 Gökçen Oğan ve Ergun Mengi, “NATO’nun Afganistan Görevi ve Türkiye’nin Katkılarına Dair Bir Değerlendirme”, Stratejik Analiz, Sayı 98, Haziran 2008, s. 65-66. 
13 T.C. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
14 Armağan Kuloğlu, “ABD Montrö’yü Yine Zorluyor”, 21 Ağustos 2008, 
http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1573, (Son Erişim: 18 Şubat 2009) 
15 Ibid. 
16 E. Büyükelçi CHP Milletvekili Dr. Onur Öymen’in 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 
17 Erhan Türbeder, “NATO Bükreş Zirvesi ve Balkanlar”, Stratejik Analiz, cilt 9, sayı 91, Mayıs 2008, ss. 6-7. 
18 Habibe Kader, “NATO Toplantısı Sonrası Notlar”, 8 Aralık 2008,www.usakgundem.com. , (Son Erişim: 24 Ocak 2009) 
19 Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması 
20 “NATO Savunma Bakanları Polonya’nın Krakow şehrindeki toplantısında bugün NATO-Gürcistan komisyonu toplantısı yapıldı.”, 20 Şubat 2009, 
http://www.iha.com.tr/haber/Dunya/57661-H-4/Nato-gurcistantoplantisi-basladi, (Son Erişim: 22 Şubat 2009) 
21 “NATO’da Afgan Rüzgarı”, 6 Mart 2009, 
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&ArticleID=1067705&Kategori=dunya&b=&ver=44, (Son Erişim: 7 Mart 2009) 
22 Kurt Volker, ABD Dışişleri Bakanı Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Yardımcısı, “Atlantik Ötesi Güvenlik: 
NATO’nun Bugünkü Önemi Trans Atlantic Security:The Importance of NATO Today” 23 Şubat 2006, http:// 
www.state.gov/p/eur/rls/rm/2006/62073.htm, (Son Erişim:25 Şubat 2006) 
23 Yılmaz Aklar, “ NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt 7,sayı 81, Ocak 2007, s.66. 
24 Milliyet Gazetesi Köşe Yazarı Semih İdiz’in 31 Ocak 2009 tarihinde yapılan 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği konferansındaki konuşmasından. 
25 “NATO’nun 60. Yılı kutlamaları”, 9 Ocak 2008, www.aa.com.tr. , Anadolu Ajansı, (Son Erişim: 10 Ocak 2008) 
26 Sinem Kaya, 28 Kasım 2008 Genelkurmay Sarem Bşk.lığı bünyesinde Çoklu Gelecek Projesi hakkında kurum için bilgi notu. 
27 Emekli Subaylar Derneği Bşk. E. Tümg.Rıza Küçükoğlu’nun 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından . 
28 Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt7, sayı 81, Ocak 2007, s.67. 


OrtadoğuAnaliz 
Nisan’09 Cilt 1 -Sayı 4 
http://www.orsam.org.tr

***