Tarık Oğuzlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarık Oğuzlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2017 Cuma

NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi BÖLÜM 3

NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi  BÖLÜM 3


Ankara NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a doğru genişlemesine ihtiyatlı 
yaklaşırken, ittifakın Balkanlarda genişlemesine tam destek vermiştir. Arnavutluk’un 2008’de üyeliğe kabulünde ve Bosna Hersek’in üyelik öncesi son adım olan Üyelik Eylem Planı’na dâhil edilmesinde Türkiye destekleyici bir tutum takınmıştır.45 NATO’nun Balkanlara genişlemesi sürecinde Türkiye zaman zaman ittifakın Avrupalı üyeleriyle ters düşmüş, ama geri adım atmamıştır. 

Ankara açısından en tehlikeli senaryo Türkiye’nin kendisini NATO ile Rusya 
arasında sıkışmış bulmasıdır. Nitekim Türkiye Ağustos 2008’de böyle bir durumla karşılaşmıştır. Rusya’nın Gürcistan topraklarına girip bazı bölgelerini kendi kontrolü altına alması NATO tarafından kaygıyla izlenmiştir. Türkiye ise krizin daha da büyümemesi için Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Platformu inisiyatifini önermiştir. 

Türkiye açısından Rusya’nın uzun vadede liberal ve demokratik bir devlete 
dönüşmesi kesinlikle anlamlıdır ama bunun mümkün olabilmesi için Rusya’nın kendisini NATO tarafından kuşatılmış hissetmemesi gerekir. 

Türkiye ve NATO’nun Alan Dışı Askeri Harekâtları, Afganistan 



NATO’nun ittifak alanı dışına çıkarak kriz yönetimi harekâtlarına girişmesi ittifakın varlığını sürdürmesine katkıda bulunsa da, Ankara son kertede NATO’nun anavatan savunmasına odaklı bir savunma örgütü olarak kalmasını önemsemektedir. Alan dışı harekâtlar NATO’nun temel görevi olmamalıdır. BM tarafından meşru bulunması, onaylanması ve yetkilendirilmesi durumunda, Türkiye NATO’nun insani askeri müdahalelerde bulunmasına karşı değildir. Hiç bir NATO üyesi ülke kendi ulusal çıkarı doğrultusunda bir askeri müdahalede bulunup bunu NATO üzerinden meşrulaştırmaya çalışmamalıdır. Uluslararası meşruiyet yokken NATO’nun insani müdahalelerde bulunması Türkiye’yi istemeyeceği durumlarla karşı karşıya getirebilir. Çoğunluğunu Müslümanların 
oluşturduğu ülkelere yönelik NATO operasyonları Türkiye için çok hassas bir konudur.46 

Afganistan ve Libya Türkiye’nin bu yöndeki hassasiyetlerinin en gözle görünür yaşandığı yerlerdir. Belli bir medeniyet ve din tasavvurundan hareket ederek NATO’nun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelere operasyonlar düzenlenmesi son kertede Türkiye’nin bu ülke halklarının gözündeki imajını ve algılanışını olumsuz etkileyebilir. 

Bu perspektiften bakıldığında Afganistan’daki Türk birliğinin neden muharip görevler icra etmekten kaçındığını ve Türkiye’nin NATO’nun Libya’daki görevini neden ambargonun denetlenmesi ile sınırlandırmaya çalıştığını daha kolay anlayabiliriz. Libya’da Kaddafi karşıtı güçlere doğrudan askeri destek verilmemesi, Libya’ya asla muharip NATO askeri gönderilmemesi ve NATO’nun temel görevinin havadan ve denizden ambargonun denetlenmesi olması Türkiye’nin üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında gelmiştir.47 

Türkiye NATO’nun teröre karşı işbirliğinin yapıldığı bir ittifaka dönüşmesine 
prensipte karşı değildir, ama bu konudaki Türk görüşü PKK’ya karşı yürütülmekte olan mücadeleden yakından etkilenmektedir. Afganistan’daki El Kaide varlığı nasıl ortak bir terörizm tehlikesi olarak kabul görmüşse, Ankara PKK’nın da bütün NATO üyeleri tarafından ortak düşman olarak kabul edilmesini arzulamaktadır. Yalnız, Ankara’nın terörizmden kaynaklanan tehditlerle mücadelenin mutlaka NATO’nun 5. Madde’de tanımlanan görevlerine dâhil edilmesi yönünde bir politikası yoktur. Neticede bu durum Türkiye için riskler de taşıyabilir.48 

Türkiye ve NATO’nun Küreselleşmesi Tartışmaları 

Ankara’nın perspektifinden bakıldığında NATO Avrupa merkezli hareket eden ve temel amacı üyelerinin güvenliğini sağlamak olan bir ortak savunma örgütü olarak kalmalıdır. NATO’nun küreselleşip dünyanın neresinde bir yangın varsa onu söndürmeye çalışan bir itfaiyeye dönüşmemesi gerekir. NATO’nun ABD’nin küresel güvenlik çıkarlarını yerine getirmeye çalışan bir polise dönüşmesi neticede Türkiye’yi kendi çıkarlarını doğrudan ilgilendirmeyen alanlara müdahalede bulunmaya zorlayabilir. Hem kendi komşularıyla hem de önemli küresel aktörlerle ilişkilerini geliştirmeyi arzulayan Türkiye, NATO’nun 
küresel arenada yayılmacı hareket eden bir örgüte dönüşmesini istememektedir. NATO küresel kutuplaşmaların ve zıtlıkların pekişmesine zemin hazırlamamalıdır. Benzer bir şekilde NATO dünyanın başka yerlerinde demokrasi ile yönetilen ülkeleri üye yapıp küresel bir “demokrasi ligi”ne de dönüşmemelidir. Böyle bir durum kaçınılmaz olarak küresel kutuplaşmaları körükleyecektir. Başka örgütlerle ve ülkelerle ad hoc bir şekilde ilişkiler kurmak önemlidir ve gereklidir, ama bu NATO’nun özünde Avrupalı olan karakterini aşındırmamalıdır. 

Türkiye ve NATO-AB İlişkileri 

İki kurum arasındaki ilişkiler AB’nin kendisine ait savunma ve güvenlik politikaları ve kurumları oluşturmak ve bu bağlamda NATO’nun askeri imkân ve kabiliyetlerinden faydalanmak istemesiyle değişik bir boyut kazanmıştır. Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak, AB’nin NATO’nun imkânlarını kullanarak kendi liderliğinde askeri operasyonlar düzenlemek istemesine genelde soğuk yaklaşmış ve bu soruna AB ile olan ilişkileri bağlamında bakmayı tercih etmiştir.49 AB liderliğindeki askeri oluşumların karar alma süreçlerinde yer alamayacak olması, Türkiye’yi endişelendirmiştir. AB’nin önerdiği kararların şekillendirilmesi ve uygulanması süreçlerindeki roller Türk karar alıcıları tarafından tatmin edici bulunmamıştır. 

1990’lı yıllarda Türkiye’nin NATO ve AB arasındaki ilişkiler bağlamında takınmış 
olduğu ihtiyatlı ve eleştirel tutum ABD tarafından da desteklenmiştir. ABD’ye göre AB’nin askeri ve güvenlik yapılanması NATO’nun bu alandaki öncelikli konumunu sorgulamamalı ve krizlere acil askeri müdahaleler söz konusu olduğunda ilk söz söyleme hakkı her zaman NATO’ya ait olmalıdır. AB askeri yapılanmaları NATO’nun elinde zaten bulunmakta olan askeri yetenekleri tekrardan oluşturmaya çalışıp kaynak israfına sebep olmamalı, ABD ve AB arasındaki stratejik birlikteliği zarara uğratmamalı, transatlantik 
ilişkilerde çatlaklar oluşturmamalı ve NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkelerin kazanılmış haklarını aşındırmamalıdır.50 Unutmamak gerekir ki 1990’lı yıllarda ABD, AB’nin bu yöndeki çabalarını kendisi ve NATO açısından potansiyel bir rekabet unsuru olarak değerlendirmiştir. ABD’nin bu tepkisel duruşu Türkiye’nin AB ve NATO arasındaki ilişkilerde NATO’yu önceleyen görüşünü oluşturmasında kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır. 

Başkan Bush’un ikinci başkanlık dönemiyle başlayan ve Obama’yla devam eden yeni politikaya göre, ABD artık AB’yi kendisi ve NATO için stratejik bir rakip görmemektedir. AB’nin son yıllarda yaşamakta olduğu mali ve kurumsal krizler ve Avrupalı müttefiklerin savunma harcamalarını kısmaya devam etmeleri ABD’nin AB’nin ortak savunma ve güvenlik politikaları geliştirmek istemesi karşısındaki muhalefetini yumuşatmıştır. Fransa’nın 2009 senesinde NATO’nun askeri kanadına geri dönmesi, NATO’nun Kasım 2010’daki Lizbon zirvesinde güvenliği kapsayıcı ve işbirliği odaklı tanımlaması ve AB ile işbirliğini bu bağlamda önemsemeye başlaması ABD’nin eski politikalarını terk etmesini 
kolaylaştırmıştır. ABD’nin görüşündeki bu yumuşama, Türkiye’yi AB-NATO kurumsal ilişkisinin önündeki yegâne engele dönüştürebilir. 

Türkiye ilke olarak güvenliğin kapsayıcı ve işbirliği temelinde tanımlanmasını 
desteklemekte ve AB ile NATO arasındaki kurumsal işbirliğini önemsemektedir. Ancak Türkiye hala AB’nin NATO’nun askeri imkânlarına erişimi konusuna ulusal pencereden bakmakta ve NATO üyeliğini AB karşısında bir pazarlık unsuru olarak görmektedir. Türkiye’ye göre 2002’de varılan Berlin Artı (Berlin Plus) mutabakatı AB ile NATO arasındaki kurumsal ilişkinin temelini oluşturmaya devam etmelidir.51 

Berlin Artı düzenlemelerine göre, NATO’nun müdahil olmak istemediği durumlarda, AB NATO’nun stratejik olmayan imkânlarına otomatik ulaşabilecek, 
stratejik imkân ve yetenekler söz konusu olduğunda ise bu erişim bütün NATO üyelerinin onayına bağlı olacaktır. 

Türkiye AB üyesi olmadığı için hiç bir şekilde AB’nin dış, güvenlik ve savunma 
politikası karar alma süreçlerine oy hakkı olan bir ülke olarak katılamayacaktır. Bunun karşılığında AB Türkiye’yi kararların şekillenme ve uygulanma süreçlerine elinden geldiğince dâhil etmeye çalışacaktır. AB, NATO’nun imkânlarını kullanarak bir operasyon gerçekleştirmek istediğinde Türkiye isterse buna katılabilecek, ama kendi imkânlarını kullanarak bir operasyon düzenlediğinde ise Türkiye’nin katılımı AB’nin davetine bağlı olacaktır. Berlin Artı düzenlemelerine göre AB, AB ve NATO üyesi ülkeler arasındaki sınır uyuşmazlıklarına kesinlikle müdahale edemeyecek ve bu bağlamda Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde askeri harekât düzenlemeyecektir. Kıbrıs Rum Yönetimi Berlin Artı düzenlemelerine katılamayacaktır, çünkü bu anlaşma imzalandığı sırada ada ne NATO ile 
herhangi bir güvenlik ilişkisine sahipti ne de NATO’nun Barış İçin Ortaklık girişimine dâhildi. 

AB, penceresinden bakıldığında iki kurum arasındaki ilişkiler bazı durumlarda 
Berlin Artı’ya tabi olabilecekken, bazı durumlarda da bunun dışındaki düzenlemeler düşünülmelidir. Türkiye ve AB arasında Berlin Artı’nın yorumlanışına ilişkin görüş ayrılıkları şu an için AB-NATO işbirliğini sadece Bosna’daki AB misyonuyla sınırlı tutmaktadır. AB, iki kurum arasında Kosova ve Afganistan’daki işbirliğinin Berlin Artı dışında düzenlemelere tabi olmasını istemektedir. Bu iki ülkede bulunan AB personeli halen NATO güçlerinin askeri korumasından faydalanamamaktadırlar. AB’ye göre Kıbrıs Rum Yönetimi AB ile NATO arasındaki bütün toplantılara, Berlin Artı’yı ilgilendirmediği 
ölçüde katılabilmelidir. Türkiye’ye göre ise Rum Yönetimi’nin iki kurum arasındaki hiç bir toplantıya resmen katılması mümkün değildir, zira bu devlet Berlin Artı düzenlemelerinin dışında bırakılmıştır.

Türkiye, AB ile NATO arasındaki kurumsal ilişki üzerindeki vetosunu kaldırmak 
için AB ile bir güvenlik anlaşması imzalamak ve Avrupa Savunma Ajansı’na (European Defence Agency, EDA) katılmak istemektedir. Kıbrıs Rum Kesimi ise her iki konuda da engelleyici bir tutum takınmaktadır. Kıbrıs sorunun devamından ötürü iki kurum arasındaki işbirliği eksik kalmakta ve sağlıklı bir istihbarat paylaşımı yapılamamaktadır. 

Bu tıkanıklığın önünü açmak adına 2005’ten bu yana AB ve NATO dış işleri bakanları gayri resmi olarak toplanmaktadırlar. Türkiye, AB’nin Berlin Artı’dan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediğine inanmakta ve AB’yi hem Gürcistan hem de Irak’taki misyonlarını oluştururken kendisinin görüşünü almamakla itham etmektedir. 

Türkiye ve NATO Genel Sekreterinin Atanması 

Türkiye’nin NATO’ya yönelik sorgulayıcı ve sahiplenici tutumunun bir diğer örneği 2009’da ittifakın 60. yıldönümünde yeni genel sekreterin atanması bağlamında ortaya çıkmıştır. Hollandalı Genel Sekreter’in yerine getirilecek isimler tartışılırken eski Danimarka Başbakanı Rasmussen’in adı ortaya atıldığında Türkiye önce buna tepkiyle yaklaşmıştır.52 

Rasmsussen’in, 2005’te yaşanan karikatür krizi sırasında İslamiyet’in kutsal addedilen sembollerinin ifade özgürlüğü bağlamında serbestçe karikatürize edilebileceğini savunması Türkiye’nin itirazlarında önemli bir rol oynamıştır. NATO’nun yeni genel sekreterinin İslam ülkelerinde ittifaka ilişkin olumsuz bir algı yaratmaması için Türkiye özel bir çaba sarf etmiştir. Ayrıca Rasmussen’in Danimarka topraklarından yayın yapmakta olan PKK yanlısı Roj TV’nin yayınlarının durdurulmasına ifade özgürlüğü adına karşı gelmesi 
Türkiye’nin itirazlarında belirleyici olan bir diğer nedendir. Başta ABD olmak üzere ittifakın diğer üyelerinin devreye girmesiyle Türkiye Rasmussen’in adaylığına itirazını geri çekmiştir. Üst düzey bir Türk diplomatının NATO Genel Sekreteri’nin yardımcılarından birisi olarak atanması Türkiye’nin itirazını geri çekmesinde etkili olmuştur.



Türkiye ve NATO Füze Savunma Sistemi 

Türkiye’nin NATO’ya yönelik sorgulayıcı tavrının bir diğer örneği Balistik Füze Savunma Sistemi bağlamında ortaya çıkmıştır. Başkan Bush tarafından gündeme getirilen, daha sonra Başkan Obama tarafından gözden geçirilen bu projeye göre, NATO üyesi ülkelerin topraklarında balistik füze tehdidine karşı önleyici füzelerin ve radar sistemlerinin konuşlandırılması öngörülmektedir.53 Orta Doğu’ya komşu olması ve İran’ın bu bağlamda en önemli potansiyel tehdit olarak görüldüğü düşünülecek olursa Türkiye’nin radar sistemlerinin kurulmak istendiği en ideal ülke olmasının sebebi kolayca anlaşılabilir. 

NATO’nun Kasım 2010’daki zirvesinde bu sistemin kurulması kararlaştırılmıştır. Türkiye daha sonraki aylarda bu sistemin radar unsurlarının kendi topraklarında kurulmasına izin vermiştir. Türkiye’nin bu sistemin bir parçası olmaya karar vermesi kolay olmamıştır. Bu bağlamda bazı şartlar öne sürmüş ve bunların kabul edilmesi yönünde ısrarcı davranmıştır.54 Bu şartlardan ilki hiç bir bölge ülkesinin, başta İran olmak üzere, NATO’nun yeni stratejik belgesinde tehdit olarak zikredilmemesidir. Türkiye NATO’nun bu projesinde yer alarak İran’la geliştirmeye çalıştığı yakın ekonomik ve stratejik ilişkileri tehlikeye 
atmak istememektedir. İkinci olarak bu sistemin ittifakın bütün coğrafyasını mümkün olabildiğince bütün yönlerden kaynaklanabilecek füze saldırılarına karşı koruması gerekir. Bunun bütün müttefiklerin sahiplendiği ve ittifakın bütün alanını kapsayan bir proje olarak kabul edilmesi Türkiye’nin ön planda görülmesini engelleyecektir. Üçüncü olarak projenin maliyeti bütün müttefiklerce paylaşılmalıdır. Dördüncü olarak bu sistem Türkiye’nin bütün coğrafyasını koruma altına almalıdır. Türkiye’nin kendi ulusal imkânlarını kullanarak geliştirmeye çalıştığı füze savunma sistemi bu şekilde daha az maliyetli olarak gerçekleştirilebilir. Türkiye’nin dile getirdiği bir diğer konu bu projenin 
Rusya’nın mutabakatının alınarak gerçekleştirilmeye çalışılması ve mümkünse Rusya’nın da bu projeye dâhil edilmesidir. Bu sayede Türk-Rus ilişkileri bu projeden olumsuz etkilenmeyecektir. Son olarak Türkiye’nin üzerinde hassasiyetle durduğu bir diğer konu Türkiye’deki radarlardan elde edilecek istihbarat bilgilerinin NATO üyesi olmayan üçüncü ülkelere aktarılmaması gereğidir. Burada kastedilen ülke İsrail’dir. İsrail’in bu bilgileri kullanarak İran’a karşı herhangi bir askeri operasyon düzenlemesi Türkiye’nin görmek  istemeyeceği bir durumdur. 

Sonuç 

Bu makalede Türkiye’nin NATO’ya ilişkin değişmekte olan bakış açısının nedenlerini örnek olaylar bağlamında ele alınarak ittifakın dönüşüm sürecinde gündeme gelen konularda Türkiye’nin sorgulayıcı ve sahiplenici bir tutum takınmaya başladığını gösterilmiştir. Bu durumu NATO’nun Türkiye’nin gözündeki öneminin azalmasından çok Türkiye’nin NATO’ya ulusal çıkarları ve hassasiyetleri penceresinden bakmaya başlaması olarak yorumlamak olasıdır. Türkiye’nin ittifakın politikalarını kendi görüşleri etrafında ne dereceye kadar şekillendirebildiği önemli olmakla beraber, bu makalenin sınırları nedeniyle detaylı biçimde işlenmesi mümkün olmamıştır. Ancak NATO’nun Balkanlara 
doğru genişlemesinde, NATO’nun Karadeniz’e erişiminin engellenmesinde, Füze Kalkanı projesinin içeriğinin belirlenmesinde, Genel Sekreterin atanmasında ve Libya’daki NATO operasyonunun yetkililerinin belirlenmesinde Türkiye’nin etkili olduğunu göstermeye çalışılmıştır. Türkiye’nin NATO’yu sahiplendiğinin önemli bir göstergesi Türkiye’nin bütün itiraz ve karşı görüşlerine rağmen son kertede ittifak içerisinde bir uzlaşma durumunda bunu bozmamaya gayret ettiğidir. 

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan sistemsel faktörlerin, 
ittifakın geçirmekte olduğu kimlik krizinin ve AKP yönetiminin dış politika anlayışının Türkiye’nin sorgulayıcı tutumunun oluşmasında belirleyici olduğuna şüphe yoktur. Bu makalede Türkiye’nin tutumu ittifakın diğer üyeleriyle karşılaştırılmasa da, ittifakın diğer üyelerinin de Türkiye’ninkine benzer süreçler yaşadıkları düşünülebilir. Kasım 2010’da Lizbon’da kabul edilen NATO’nun yeni stratejik konsepti ittifak içersindeki farklı görüş ve vizyonları pragmatik bir şekilde bir araya getirmektedir. Bu belgeye göre, konvansiyonel anavatan savunması, kriz yönetimi ve kapsayıcı güvenlik ve işbirliğine dayalı 
güvenlik ittifakın önümüzdeki yıllardaki temel amaçlarını oluşturacaktır.55 Lizbon’la beraber ittifak ayrıca bir yandan Avrupalı karakterini korumaya çalışırken diğer yandan de küresel arenada hareket etmeye çalışan bir örgüte dönüşmektedir.56 5. Madde kapsamındaki ve dışındaki görevler arasında hiyerarşik bir ayrım yapılmamakta ve üyelerin güvenliğine tehdit oluşturabilecek unsurlar oldukça geniş bir pencereden tanımlanmaktadır. Lizbon’da 
NATO bir yandan askeri bir örgüt olarak tanımlanırken, diğer yandan da ittifakın bundan böyle sivil yetenek ve imkânlara daha fazla sahip olması gerektiğinin altı çizilmektedir. 

Türkiye açısından önümüzdeki yıllarda zorluk oluşturması muhtemel meselelerden bir tanesi ittifakın AB ile ilişkilerini geliştirmek istemesi ve bu minvalde ABD dâhil diğer müttefiklerin Türkiye üzerine daha fazla baskı uygulayabilme olasılığıdır. Bu durumda Türkiye kendisini AB-NATO kurumsal işbirliğini engelleyen tek müttefik ülke olarak bulabilir. 

Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte Orta Doğu’da ortaya çıkmaya başlayan 
genel istikrarsızlık Türkiye’nin NATO’ya ilişkin bakış açısını olumlu yönde etkileyebilir. Türkiye’nin güney komşularıyla olan ilişkilerinin istikrarsızlık sürecine girmesi ve bu bağlamda gerek Suriye’deki Esad rejiminin gerekse de Tahran’daki molla rejiminin Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturabilme ihtimalinin artması Türkiye’yi NATO’ya daha fazla yaklaştırabilir. Füze savunma sisteminin radar unsurlarının Türkiye’nin topraklarına yerleştirilmesine izin verilmesi, İran’ın nükleer silahlanma politikasını hızlandırması ve Arap Baharı süresince Türkiye-İran ilişkilerinin gergin bir seyir izlemesinden kaynaklanıyor olabilir. Geleceğe dönük yapılacak bir kestirimde Türkiye’nin NATO üyeliğinin bundan böyle daha fazla Türkiye-ABD ikili ilişkileri bağlamında değerli görüleceğini iddia etmek de abartılı olmayacaktır. 


DİPNOTLAR;

1 Bu açmaz literatürde “abandonment versus entrapment dilemma” olarak adlandırılmaktadır. Bu açmaz daha çok Soğuk Savaş sırasında Avrupalı müttefiklerce ABD ile ilişkileri bağlamında hissedilmiştir. Avrupalı müttefikleri kaygılandıran, ABD’nin politikalarını tam olarak desteklememeleri durumunda ABD’nin kendilerini terk etmesi, ABD’nin politikalarını tam olarak desteklemeleri durumunda da arzu etmedikleri durumlarla karşılaşma riskidir. NATO’nun 
Sovyetler Birliği’ne yönelik askeri stratejisinin belirlenmesi tartışmalarında bu açmaz Avrupalı müttefikleri oldukça kaygılandırmıştır. Gülnur Aybet, The Dynamics of European Security 
Cooperation: 1945–1991, Londra, Macmillan Press, 1997. 
2 Helene Sjursen, “On the Identity of NATO”, International Affairs, Cilt 80. No 4, 2004, s. 687– 703; Andrew Cottey, “NATO: Globalization or Redundancy”, Contemporary Security Policy, Cilt 25, No.3, Aralık 2004, s.391–408. 
3 Ahmet Sözen, “Paradigm Shift in Turkish Foreign Policy: Transition and Challenges”, Turkish Studies, Cilt 11, No.1, Mart 2010, s.103–123. 
4 William Hale, Turkish Foreign Policy 1774–2000, London, Frank Cass, 2000, s.121–180. 
5 Füsun Türkmen, “Anti-Americanism as a Default Ideology of Opposition: Turkey as a Case Study”, Turkish Studies, Cilt 11, No.3, Eylül 2010, s. 329–345, 335. 
6 “Topyekün karşılık stratejisi”, 1950’li yıllarda NATO’nun kabul ettiği stratejik kavramdır. Buna göre NATO, Sovyetler Birliği’nden kaynaklanabilecek tehditlere karşı, niteliği ne olursa olsun, elindeki en şiddetli silahlarla karşılık verecektir. Nükleer saldırı olmasa bile nükleer silahlarla karşılık verilmesi söz konusu olabilecektir. “Esnek karşılık stratejisi”, NATO’nun 1960’lı yılların 
sonunda kabul ettiği stratejik kavramdır. Sovyetlerden kaynaklanabilecek tehditlere tehdidin karakteriyle doğru orantılı bir karşılık verilmesi anlamına gelmektedir. 
7 Melvyn P. Leffer, “Strategy, Diplomacy and the Cold War: The United States, Turkey and NATO, 1945–1952”, The Journal of American History, Cilt 71, No.4, 1985, s.807–825. 
8 Barın Kayaoğlu, “Cold War in the Aegean Strategic Impertatives, Democratic Rhetoric: The United States and Turkey: 1945–52”, Cold War History, Cilt 9, No.3, Ağustos 2009, s.321–345. 
9 Aybet, The Dynamics of European Security Coooperation, s.40–92.
10 Ali L. Karaosmanoğlu, “NATO Enlargement and the South A Turkish Perspective”, Security Dialogue, Cilt 30, No.2, 1999, s.213–224. 
11 Petros Vamvakas, “NATO and Turkey in Afghanistan and Central Asia: Possibilities and Blind Spots”, Turkish Studies, Cilt 10, No.1, Mart 2009, s.57–74. 
12 Esther Brimmer, Seeing Blue: American Visions of the European Union, European Union Institute for Security Studies, Chaillot Paper, Eylül 2007, No.105. 
13 Alexandra Gheciu, “Security Instituions as Agents of Socialization? NATO and the ‘New Europe’”, International Organization, Cilt 59, No.4, 2005, s.973–1012; Frank Schimmelfennig, The EU, NATO and Integration of Europe: Rules and Rhetoric, New York, Cambridge University Press, 2003. 
14 David. S. Yost, “NATO’s Evolving Purposes and the Next Strategic Concept”, International Affairs, Cilt 86, No.2, 2010, s.489–522. 
15 Tobias Bunde ve Timo Noetzel, “Unavoidable Tensions: The Liberal Path to Global NATO”, Contemporary Security Policy, Cilt 31, No.2, Ağustos 2010, s.295–318. 
16 Suat Kınıklıoğlu, “The Anatomy of Turkish-Russian Relations”, http://www.brookings.edu/comm/ 
events/20060523sabanci_3a.pdf (Erişim Tarihi 22 Kasım 2011).
17 Bu durumun en ideal örnekleri arasında Türkiye’nin ABD’nin Orta Doğu politikaları bağlamında gündeme gelmeye başlaması, Türkiye’den 1990’lı yıllarda “stratejik ortak” olarak bahsedilmesi, Türkiye’nin komşusu ülkelere “model ülke” olarak gösterilmesi ve Obama’yla birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinin “model ortaklık” şeklinde tanımlanmasıdır. 
18 Tarık Oğuzlu ve Mustafa Kibaroğlu, “Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects of EU Membership”, Middle Eastern Studies, Cilt 44, No.6, Kasım 2008, s.945–962. 
19 Türklerin yüzde 87’si PKK’nın aldığı dış destek sayesinde ayakta kalabildiğini düşünmektedir. Milliyet, 24 Mart 2007. 
20 Stefanie von Hlatky, “What, if anything, will France’s Reintegration Imply for the Alliance Debate on Nuclear Weapons”, European Security, 
Cilt 19, No.1, Mart 2010, s.79–96. 
21 Mustafa Kibaroğlu, “Turkey and Shared Responsibilties”, Scott D. Sagan (Der.), Shared Responsibilities for Nucleer Disarmament A Global Debate, 
American Academy of Arts and Sciences Press, 2010, s.24–27.
22 Richard N. Haas, “The Age of Nonpolarity”, Foreign Affairs, Mayıs/Haziran 2008. 
23 Trine Flockhart, After the Strategic Concept Towards a NATO version 3.0, DIIS (Danish Institute 
for International Studies), 2011, No.06. 
24 Jens Ringsmose, “NATO Burden-Sharing Redux: Continuity and Change after the Cold War”, Contemporary Security Policy, Cilt 31, No.2, Ağustos 2010, s.319–338.
25 Robert Kagan, “Power and Weakness Why the United States and Europe See the World Differently”, Policy Review, No.113, 2002, http://www.hoover.org/publications/ 
policyreview/3460246.html (Erişim Tarihi 20 Kasım 2011). 
26 Stephen Blank, “Beyond the Reset Policy: Current Dilammas of U.S.-Russian Relations”, 
Comparative Strategy, Cilt 29, No.4, 2010, s.333–367. 
27 Andrea Andrea Locatelli ve Michele Testoni, “Intra-alliance Competition and Alliance Durability: The Case for Promoting a Division of Labor among NATO Allies”, European Security, Cilt 18, No.3, 2009, s.345–362. 
28 John K. Glenn ve Oliver Mains, Engaging Europe on Afghanistan, German Marshall Fund, Policy Brief, 27 Ocak 2009, http://www.gmfus.org/wp-content/files_mf//galleries/ct_publication_ attachments/ForeignPolicy_GlennMains_EngagingEurope.pdf (Erişim Tarihi 15 Kasım 2011).
29 Ellen Hallams, “The Transatlantic Alliance Renewed: The United States and NATO since 9/11”, Journal of Transatlantic Studies, Cilt 7, No.1, 2009, s.38–60. 
30 ABD dış politikasında tek taraflılık vurgusu George W. Bush’un başkanlık döneminde zirve noktasına ulaşmışsa da, Obama’nın başkan seçilmesinden sonra ABD’nin çok taraflı mekanizmaları tekrar önemsemeye başladığı görülmektedir. Obama hem Avrupa hem de dünyanın geri kalan bölgelerindeki olumsuz ABD algısını iyileştirmek adına Bush’un politikalarından vazgeçmeye çalışmaktadır. Bu minvalde ABD, artık AB’nin savunma alanındaki uyum çabalarına eskisi kadar muhalefet etmediği gibi, tam tersine desteklemektedir. 
31 “The Davutoğlu Effect All Change for Foreign Policy”, The Economist, 21 Ekim 2010, http:// 
www.economist.com/node/17276420 (Erişim Tarihi 15 Kasım 2011). 
32 Burada ”tuzağa düşme”den kastedilen, Türkiye’nin NATO’nun bazı politikalarından dolayı komşularıyla olan ilişkilerinin bozulması, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki Türkiye imajının aşınması ve Türk askerinin doğrudan Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarlarını ilgilendirmeyen bölgelere gönderilmesidir. 
33 Alexandar Murinson, “The Strategic Depth Doctrine of Turkish Foreign Policy”, Middle Eastern 
Studies, Cilt 42, No.6, Kasım 2006, s.945–964. 
34 Türkiye’nin Orta Doğu’da düzen kurucu rol oynayabilmesi her şeyden öte Türkiye’nin çok boyutlu ve çok taraflı bir ulusal kimlik inşa etmesiyle mümkün olabilir. Ulusal çıkarlarını ve politikalarını Batı’nın perspektifinden ve NATO üyesi bir ülke olarak tanımlamaya devam etmesi durumunda Türkiye’nin bölge ülkelerinin gözündeki meşruiyeti azalacaktır. Bunun bir sebebi bölge ülkelerinde Batılı ülkelere ve kurumlara karşı söz konusu olan yüksek muhalefetiyken 
diğer sebebi Türkiye’nin bölgede yeni bir düzenden kastettiği şeyin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgede söz konusu olan dinamiklerin bölge ülkeleri lehine değiştirilmesidir. Öte yandan, düzen kuruculuk iddiası henüz söylemin ötesine geçememiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun büyükelçiler konferans dizileri vesilesiyle yapmış olduğu konuşmalar bu niyetin varlığını göstermektedir. Ancak Arap Baharı sırasında ortaya çıkan gelişmeler Türkiye’nin böyle bir rol 
oynamasını daha da zorlaştırmıştır. 
35 Hasan Kösebalaban, “The Permanent ‘Other’? Turkey and the Question of European Identity”, Mediterranean Quarterly, Cilt 18, No.4, 2007, s. 87–111. 
36 Lerna K. Yanık, “The Metamorphosis of Metaphors of Vision: ‘Bridging’ Turkey’s Location, Role and Identity after the end of the Cold War”, Geopolitics, Cilt 14, No.3, 2009, s.531–549. 
37 Sözen, “Paradigm Shift in Turkish Foreign Policy”. 
38 Mustafa Şen, “Transformation of Turkish Islamism and the Rise of the Justice and Development Party”, Turkish Studies, Cilt 11, No.1, Mart 2010, s. 59–84. 
39 Ziya Meral ve Jonathan Paris, “Decoding Turkish Foreign Policy Hyperactivity”, Washington 
Quarterly, Cilt 33, No.4, Ekim 2010, s.75–86. 
40 Şule Toktaş ve Ümit Kurt, “The Turkish Military’s Autonomy, JDP Rule and the EU Reform Process in the 2000s: An Assersment of the Turkish Version of the Democratic Control of Armed Forces (DECAF)”, Turkish Studies, Cilt 11, No.3, Eylül 2010, s.387–403. 
41 Fiona Hill ve Ömer Taşpınar, “Turkey and Russia: Axis of the Excluded?”, Survival, Cilt 48, 
No.1, 2006, s.81–92. 
42 Arthur R. Rachwald, “A ‘Reset’ of NATO-Russia Relations: Real or Imaginary?”, European Security, Cilt 20, No.1, Mart 2011, s. 117–126, 119. Ayrıca bu sayıda yer alan Şener Aktürk’ün “NATO Neden Genişledi? Uluslararası İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-Rusya İç Siyaseti” başlıklı makalesine bakılabilir. 
43 Özgür Özdamar, “Security and Military Balance in the Black Sea Region”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt 10, No.3, Eylül 2010, s.344. 
44 Ibid., s.345. 
45 Athina W. Tesfa-Yohannes, Turkey’s Interaction with other Actors in the Balkans, 17 Mayıs 2011, 
http:// www. bilgesam. org/en/index.php? option=com_content& view=a rticle &id=356:thescramble-
for-the- regional-brass- ring-turkeys- interaction-with-other-actors-in-thebalkans&
catid=95:analizler-balkanlar&Itemid=140 (Erişim Tarihi 24 Ekim 2011). 
46 Vamvakas, “NATO and Turkey in Afghanistan and Central Asia”, s. 57–74. 
47 “What is Turkey’s Position on Libya”, 12 Nisan 2011, 
http://www.worldbulletin.net/?aType=haber&ArticleID=72425 (Erişim Tarihi 21 Kasım 2011). 
48 PKK ile mücadelesinde Türkiye dış aktörlerin müdahalelerine daha açık hale gelebilir.
49 Miguel Medina-Abellan, Turkey, The European Security Defense Policy and Accession Negotiations, 
Strengthening and Integrating Academic Networks, 24 Nisan 2009, Working paper 1 http:// 
sinan.ces.metu.edu.tr/dosya/miguelwp1.pdf (Erişim Tarihi 21 Ekim 2011). 
50 Chrisopher Layne, “It’s Over, Over there: The Coming Crack-up in Transatlantic Relations”, 
International Politics, Cilt 45, No.3, 2008, s.337. 
51 Sinan Ülgen, The Evolving EU, NATO, and Turkey Relationship: Implications for Transatlantic 
Security, Atlantic Council, http://www.acus.org/publication/us-turkey-relations-require-newfocus/ulgen (Erişim Tarihi 24 Kasım 2011).
52 “Rasmussen Declares NATO Candidacy, but Erdoğan Opposed”, Today’s Zaman, 4 Nisan 2009 
http://www.todayszaman.com/tz-web/detaylar.do?load=detay&link=171414 (Erişim Tarihi 14 Kasım 2011).
53 Füze savuma sistemi 1980’li yıllarda ABD Başkanı Reagan’ın ortaya attığı “yıldız savaşları” projesine kadar uzanmaktadır. Buradaki amaç geliştirilecek savunma sistemleri vasıtasıyla Amerika’nın topraklarını Sovyetler Birliği’nin elindeki kıtalararası balistik füzelere karşı koruma altına almaktır. Bu sayede Sovyetlerin elinde bulunan nükleer silahların etkisizleştirilmesi 
öngörülmüştür. Yıldız Savaşları projesine ve daha sonra gündeme gelen füze savunma projesine Batı Avrupalı müttefikler ihtiyatla yaklaşmışlardır çünkü bu sayede ABD’nin kendisini garanti altına aldıktan sonra Avrupa’nın güvenliğine eskisi kadar önem vermeyeceğine inanmışlardır. Avrupa’nın olası bir nükleer savaşın yaşanacağı yer olabilme ihtimali Avrupalı müttefikleri endişelendirmiş tir. 
54 Mustafa Kibaroğlu, “The Missile Shield and Turkey’s position in the debate”, Today’s Zaman, 1 Kasım 2010, 
http://www.todayszaman.com/news-225964-the-missile-shield-and-turkeysposition-in-the-debate-by-mustafa-kibaroglu*.html 
(Erişim Tarihi 11 Kasım 2011).
55 NATO’nun Lizbon’da Kasım 2010’da kabul edilen stratejik kavram belgesine şu adresten ulaşılabilir: http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68580.htm (Erişim Tarihi 23 Kasım 2011). 
56 Alessandro Marrone, “The Equilibrium of the 2010 NATO Strategic Copncept”, The International Spectator, Cilt 46, No.3, Eylül 2010, s. 93–11.


Kaynakça 


Aktürk, Şener. “NATO Neden Genişledi? Uluslararası İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-Rusya İç Siyaseti” Uluslararası İlişkiler, Cilt 9, No. 34, Yaz 2012. 
Aybet, Gülnur. The Dynamics of European Security Cooperation: 1945–1991, Londra, Macmillan Press, 1997. 
Blank, Stephen. “Beyond the Reset Policy: Current Dilammas of U.S.-Russian Relations”, Comparative Strategy, Cilt 29, No.4, 2010, s. 333–367. 
Brimmer, Esther. Seeing Blue: American Visions of the European Union, European Union Institute for Security Studies, Chaillot Paper, Eylül 2007, No.105. 
Bunde, Tobias ve Timo Noetzel. “Unavoidable Tensions: The Liberal Path to Global NATO”, Contemporary Security Policy, Cilt 31, No.2, Ağustos 2010, s. 295–318. Cottey, Andrew. “NATO: Globalization or Redundancy”, Contemporary Security Policy, Cilt 25, No.3, Aralık 2004, s. 391–408. 
Flockhart, Trine. After the Strategic Concept: Towards a NATO version 3.0, DIIS (Danish Institute for International Studies), 2011, No.06. 
Gheciu, Alexandra. “Security Instituions as Agents of Socialization? NATO and the ‘New Europe’”, International Organization, Cilt 59, No.4, 2005, s.973–1012. 
Glenn, John K. ve Oliver Mains. Engaging Europe on Afghanistan, German Marshall Fund, Policy 
Brief, 27 Ocak 2009, http://www.gmfus.org/wp-content/files_mf//galleries/ct_publication_ 
attachments/ForeignPolicy_GlennMains_EngagingEurope.pdf (Erişim Tarihi 15 Kasım 2011). 
Haas, Richard N. “The Age of Nonpolarity”, Foreign Affairs, Mayıs/Haziran 2008. 
Hale, William. Turkish Foreign Policy 1774–2000, London, Frank Cass, 2000. 
Hallams, Ellen. “The Transatlantic Alliance Renewed: The United States and NATO since 9/11”, 
Journal of Transatlantic Studies, Cilt 7, No.1, 2009, s. 38–60. 
Hill, Fiona ve Ömer Taşpınar. “Turkey and Russia: Axis of the Excluded?”, Survival, Cilt 48, No.1, 2006, s. 81–92. 
Hlatky, Stefanie von. “What, if anything, will France’s Reintegration Imply for the Alliance Debate 
on Nuclear Weapons”, European Security, Cilt 19, No.1, Mart 2010, s.79–96. 
Kagan, Robert. “Power and Weakness Why the United States and Europe See the World Differently”, Policy Review, No.113, 2002, http://www.hoover.org/publications/ 
policyreview/3460246.html (Erişim Tarihi 20 Kasım 2011). 
Karaosmanoğlu, Ali L. “NATO Enlargement and the South A Turkish Perspective”, Security 
Dialogue, Cilt 30, No.2, 1999, s. 213–224. 
Kayaoğlu, Barın. “Cold War in the Aegean Strategic Impertatives, Democratic Rhetoric: The 
United States and Turkey: 1945–52”, Cold War History, Cilt 9, No.3, Ağustos 2009, s. 321–345. 
Kınıklıoğlu, Suat. “The Anatomy of Turkish-Russian Relations”, http://www.brookings.edu/comm/ 
events/20060523sabanci_3a.pdf (Erişim Tarihi 22 Kasım 2011). 
Kibaroğlu, Mustafa. “Turkey and Shared Responsibilities”, Scott D. Sagan (Der.), Shared 
Responsibilities for Nuclear Disarmament A Global Debate, American Academy of Arts and 
Sciences Press, 2010. 
Kibaroğlu, Mustafa. “The Missile Shield and Turkey’s Position in the Debate”, Today’s Zaman, 1 
Kasım 2010, http://www.todayszaman.com/news-225964-the-missile-shield-and-turkeysposition-
in-the-debate-by-mustafa-kibaroglu*.html (Erişim Tarihi 11 Kasım 2011).
Kösebalaban, Hasan. “The Permanent “Other”? Turkey and the Question of European Identity”, 
Mediterranean Quarterly, Cilt 18, No.4, 2007, s.87–111. 
Layne, Chrisopher. “It’s Over, Over there: The Coming Crack-up in Transatlantic Relations”, 
International Politics, Cilt 45, No.3, 2008, s.325–347. 
Leffer, Melvyn P. “Strategy, Diplomacy and the Cold War: The United States, Turkey and NATO, 
1945-1952”, The Journal of American History, Cilt 71, No.4, 1985, s.807-825. 
Locatelli, Andrea Andrea ve Michele Testoni. “Intra-alliance Competition and AllianceDurability: 
The Case for Promoting a Division of Labor among NATO Allies”, European Security, Cilt 18, No.3, 2009, s.345–362. 
Marrone, Alessandro. “The Equilibrium of the 2010 NATO Strategic Concept”, The International 
Spectator, Cilt 46, No.3, Eylül 2010, s. 93–111. 
Medina-Abellan, Miguel. Turkey, The European Security Defense Policy and Accession Negotiations, 
Strengthening and Integrating Academic Networks, 24 Nisan 2009, Working Paper 1 http:// 
sinan.ces.metu.edu.tr/dosya/miguelwp1.pdf (Erişim Tarihi 21 Ekim 2011). 
Meral, Ziya ve Jonathan Paris. “Decoding Turkish Foreign Policy Hyperactivity”, Washington 
Quarterly, Cilt 33, No.4, Ekim 2010, s.75–86. 
Murinson, Alexandar. “The Strategic Depth Doctrine of Turkish Foreign Policy”, Middle Eastern 
Studies, Cilt 42, No.6, Kasım 2006, s.945–964. 
Oğuzlu, Tarık ve Mustafa Kibaroğlu. “Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures 
Diminish Turkey’s Prospects of EU Membership”, Middle Eastern Studies, Cilt 44, No.6, Kasım 2008, s.945–962. 
Özdamar, Özgür. “Security and Military Balance in the Black Sea Region”, Southeast European and 
Black Sea Studies, Cilt 10, No.3, Eylül 2010, s.341–359. 
Rachwald, Arthur R. “A ‘Reset’ of NATO-Russia Relations: Real or Imaginary?”, European Security, Cilt 20, No.1, Mart 2011, s.117–126. 
“Rasmussen Declares NATO Candidacy, but Erdoğan Opposed”, Today’s Zaman, 4 Nisan 2009 
http://www.todayszaman.com/tz-web/detaylar.do?load=detay&link=171414 (Erişim Tarihi 14 Kasım 2011). 
Ringsmose, Jens. “NATO Burden-Sharing Redux: Continuity and Change after the Cold War”, 
Contemporary Security Policy, Cilt 31, No.2, Ağustos 2010, s.319–338. 
Schimmelfennig, Frank. The EU, NATO and Integration of Europe: Rules and Rhetoric, New York, 
Cambridge University Press, 2003. 
Sjursen, Helene. “On the Identity of NATO”, International Affairs, Cilt 80, No.4, 2004, s.687–703. 
Sözen, Ahmet. “Paradigm Shift in Turkish Foreign Policy: Transition and Challenges”, Turkish 
Studies, Cilt 11, No.1, Mart 2010, s.103–123. 
Şen, Mustafa. “Transformation of Turkish Islamism and the Rise of the Justice and Development 
Party”, Turkish Studies, Cilt 11, No.1, Mart 2010, s.59–84. 
Tesfa-Yohannes, Athina W. Turkey’s Interaction with other actors in the Balkans, 17 Mayıs 2011, 
http://www.bilgesam.org/en/index.php?option=com_content&view=article&id=356:thescramble-
for-the-regional-brass-ring-turkeys-interaction-with-other-actors-in-thebalkans&
catid=95:analizler-balkanlar&Itemid=140 (Erişim Tarihi 24 Ekim 2011). 
“The Davutoğlu Effect All Change for Foreign Policy”, The Economist, 21 Ekim 2010, http://www. 
economist.com/node/17276420 (Erişim Tarihi 15 Kasım 2011). 
Toktaş, Şule ve Ümit Kurt. “The Turkish Military’s Autonomy, JDP Rule and the EU Reform 
Process in the 2000s: An Assessment of the Turkish Version of the Democratic Control of 
Armed Forces (DECAF)”, Turkish Studies, Cilt 11, No 3, Eylül 2010, s.387–403. 
Türkmen, Füsun. “Anti-Americanism as a Default Ideology of Opposition: Turkey as a Case Study”, 
Turkish Studies, Cilt 11, No.3, Eylül 2010, s.329–345. 
Ülgen, Sinan. The Evolving EU, NATO, and Turkey Relationship: Implications for Transatlantic 
Security, Atlantic Council, 
http://www.acus.org/publication/us-turkey-relations-require-newfocus/ulgen    (Erişim Tarihi 24 Kasım 2011). 
Vamvakas, Petros. “NATO and Turkey in Afghanistan and Central Asia: Possibilities and Blind 
Spots”, Turkish Studies, Cilt 10, No.1, Mart 2009, s.57–74. 
“What is Turkey’s position on Libya”, 12 Nisan 2011, http://www.worldbulletin.net/?aType=haber 
&ArticleID=72425 (Erişim Tarihi 21 Kasım 2011). 
Yanık, Lerna K. “The Metamorphosis of Metaphors of vision: ‘Bridging’ Turkey’s Location, Role 
and Identity after the end of the Cold War”, Geopolitics, Cilt 14, No.3, 2009, s.531–549. 
Yost, David S.“NATO’s Evolving Purposes and the next Strategic Concept”, International Affairs, Cilt 86, No.2, 2010, s.489–522.


***

NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi BÖLÜM 2

NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi  BÖLÜM 2


İttifakın hayatta kalmak adına yaşadığı dönüşüm süreci ve edindiği yeni görevler Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde müttefiklerin farklı tehdit algılamaları ve stratejik vizyona sahip olmasını engelleyememiştir. Örneğin ABD, Avrupa kıtası dışındaki alanları, özellikle Orta Doğu ve Uzak Doğu Asya’yı, kendi güvenliği açısından daha öncelikle görmeye başlarken, Batı Avrupalı müttefikler stratejik vizyonlarını Avrupa kıtasıyla sınırlandırmışlar ve önceliklerini Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin başarısına vermişlerdir. Avrupalı müttefiklerin temel arzusu NATO’nun Avrupalı kimliğinin korunmasıyken, ABD’nin daha küresel bir NATO peşinde koşmuştur. Türkiye ise kendisini daha çok Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinden kaynaklanan gelişmeler karşısında tehdit altında hissetmeye başlamıştır. Rusya, potansiyel tehdit konumundan giderek uzaklaşmış ve Türkiye için daha çok ekonomik bir ortak olmaya başlamıştır.16 

İttifakın Avrupalı üyeleri Türkiye’yi giderek daha az Avrupa’nın güvenliği 
bağlamında değerli bulmaya başlarken, ABD ise Türkiye’nin stratejik işbirliğini daha fazla ister hale gelmiştir. Soğuk Savaş’la kıyaslandığında yeni olan durum ABD’nin Türkiye ile işbirliğini NATO’nun çok taraflı kurumsal mekanizmaları yerine, ikili mekanizmalar vasıtasıyla yürütmeyi tercih etmeye başlamasıdır.17 İttifakın Avrupalı üyelerinin aksine Türkiye kendisini konvansiyonel anlamda tehdit altında hissetmeye devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının Avrupa kıtasında yarattığı post-modern barış ortamı Türkiye tarafından pek hissedilememiştir.18 Avrupalı müttefikleri endişelendiren bir durum Türkiye’nin Orta Doğu’daki gelişmelerden etkilenme riski karşısında NATO’nun 
bu bölgeye müdahil olmak zorunda kalmasıdır. 

Avrupalı müttefiklerin Türkiye’nin güvenlik algılamalarını paylaşmadıklarını 
gösteren iki örnek olay vardır. Bunların ilki 1991, ikincisi ise 2003’de yaşanmıştır. Her iki durumda da Türkiye kendisini Irak’tan kaynaklanabilecek tehditlere karşı savunmasını takviye için NATO’dan kendi topraklarında erken uyarı sistemleri ve Patriot füze sistemleri konuşlandırmasını talep etmiştir. NATO’nun Batı Avrupalı müttefikleri, özellikle Almanya ve Belçika, Türkiye’nin bu talebine mesafeli yaklaşmışlardır. Türkiye NATO içindeki Avrupalı müttefiklerinin kendisinin PKK’ya karşı yürütmekte olduğu mücadeleyi yeterince destekleme diklerini de düşünmektedir. PKK’nın uzun süre Avrupalı devletler tarafından terör örgütü olarak tanımlanmaması ve Avrupa’daki faaliyetleri  ne göz yumulması Türkiye’nin sorgulayıcı tutumunun şekillenmesinde etkili olmuştur.19 

Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortamda müttefikler arasında ortak tehdit 
duygusunun zayıflamaya başladığını gösteren bir diğer olay NATO’nun nükleer caydırıcılık politikasının devamına dair yapılan tartışmalarda farklı görüşlerin ortaya çıkmasıdır. Türkiye kendisini iki ayrı pozisyon arasında bulmuştur. NATO içinde bir tarafta nükleer silahların caydırıcılık ve güven verme adına hala önemli olduğunu düşünen üyeler, diğer tarafta ise nükleer silahların anlamını yitirdiğine inanan ve bu silahların varlığının başka ülkeleri de bunları edinme yönünde cesaretlendirdiğini düşünen üyeler vardır.20 Türkiye ise bir yandan NATO’nun dünyanın nükleer silahlardan arındırılması yönündeki çabalara uzak kalmamasını isterken, diğer yandan da kendi bölgesinde nükleer silahlar olduğu müddetçe NATO’nun nükleer güvenlik şemsiyesinin devamını arzulamıştır. Türkiye’nin 
arada kalmışlığını gösteren bir olay şudur: Türkiye hem kısa menzilli taktik nükleer silahların topraklarında konuşlandırılmaya devam edilmesini istemekte hem de Orta Doğu’nun nükleer silahlardan arındırılması yönündeki çabaları desteklemektedir.21 

Türkiye’nin ittifaka karşı bakış açısını etkileyen bir diğer sistemsel etki, iki kutuplu dünya düzeninin yerini bazılarına göre çok kutuplu, bazılarına göre de kutupsuz bir düzene bırakmaya başlamasıdır.22 Bu durum Türkiye gibi orta büyüklükteki devletlerin bölgelerindeki hareket kabiliyetlerini arttırmıştır. Soğuk Savaş’ın kuşatıcı ve disiplin altına alıcı etkilerinin ortadan kalkmaya başlamasıyla Türkiye’nin çok taraflı ve çok boyutlu bir dış politika takip edebilmesi daha kolay olmaya başlamıştır. Dünyadaki jeopolitik güç merkezlerinin Batıdan Doğuya kaymayası, risklerin gittikçe küresel ölçekte tanımlanması ve toplumlar arası geçişkenliğin hızlanmasıyla Türkiye tamamen NATO’ya endeksli bir 
dış politika ve güvenlik politikası izleyemez hale gelmiştir. İkili zıtlıklar, farklılıklar ve kutuplaşmalar üzerine oturan dış ve güvenlik politikaları küreselleşme sürecinin mantığına ters düşmektedir. 

Kurumsal / NATO İçi Faktörler 

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO’nun bir kurum olarak yaşamaya başladığı ontolojik kimlik krizleri23 dolaylı yoldan da olsa Türkiye’nin NATO’ya bakışını etkilemiştir. NATO üyesi ülkeler arasında yaşanmaya başlanan vizyon farklılıkları Türkiye’nin açısından NATO’nun inandırıcılığını erozyona uğratmıştır. 

“Eski Avrupa” ülkeleri olarak adlandırılan ittifakın Batı Avrupalı üyelerine göre 
NATO Avrupa merkezli, ortak savunma örgütü olarak hareket eden ve temel görevi anavatan savunması (territorial defense) olan bir örgüt olmalıdır. NATO’nun AB’nin oluşturmaya çalıştığı savunma ve güvenlik kurumlarına destek vermesi de, bu ülkelerin önemsedikleri bir konudur. Batı Avrupalı NATO üyelerine göre, başta Rusya olmak üzere hiç bir ülke peşinden NATO’nun olası düşmanı ilan edilmemelidir. 

Diğer taraftan ittifaka 1990’lı yılların sonunda katılmaya başlayan merkezi ve 
doğu Avrupalı eski komünist bloğu ülkeleri NATO’nun kendilerini olası Rus tehdidine karşı korumasını ve NATO’nun bu bağlamda kendilerine güvenlik garantisi vermesini beklemektedir. Bu üyelere göre, NATO nükleer bir ittifak olarak kalmalı, ABD’nin NATO içersindeki liderlik pozisyonu sorgulanmamalı ve NATO potansiyel Rus tehdidine karşı tatbikatlar gerçekleştirmeye ve askeri planlar hazırlamaya devam etmelidir. ”Yeni Avrupa” olarak adlandırılan bu üyeler ABD ile ikili ilişkilerini her zaman çok önemsemekte ve AB’nin kendilerine inandırıcı bir güvenlik garantisi veremeyeceğini düşünmektedirler. 

ABD’den güvenlik garantisi edinebilmek adına bu ülkeler kendi çıkarlarını doğrudan ilgilendirmediği halde ABD’nin önderliğini yaptığı çokuluslu askeri operasyonlara asker katkısında bulunmuştur. 

ABD ise NATO’nun alan dışı görevler icra edebilen küresel bir güvenlik aktörüne 
dönüşmesini ve Avrupalı müttefiklerin askeri harcamalarını artırmalarını istemeye başlamıştır. NATO’nun ABD liderliğinde devam etmesi ve AB’nin hiç bir şekilde NATO’nun Avrupa’daki konumunu zedelememesi ayrıca vurgulanmaktadır.24 

İttifak üyeleri arasındaki bu çatlaklar iki olayda açık bir şekilde su yüzüne çıkmıştır. Bunlardan birincisi NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a doğru genişlemesi; diğeri ittifakın balistik füze tehdidine karşı füze savunma sistemi inşa etmek istemesidir. Her iki örnekte de ABD ve ”yeni Avrupa” olarak adlandırılan üyeler destekleyici bir tavır takınmışlar, Batı Avrupalı müttefikler ise daha ihtiyatlı bir tutum benimseyerek Rusya’nın hassasiyetlerinin dikkate alınması gerektiğini sürekli vurgulamışlardır.

İttifakın Batı Avrupalı üyeleri kendilerini konvansiyonel anlamda daha az tehdit 
altında hissettiklerinden askeri harcamalarını kısmaya başlamışlar, ABD ise güvenlik çıkarlarını küresel ölçekte tanımladığından askeri harcamalarını artırmaya devam etmiştir. “Avrupa Kalesi” (Fortress Europe) fikri geçerli olduğu müddetçe ABD’nin NATO’yu ciddiye alması imkânsız görülmektedir.25 

ABD her ne kadar Rusya ile olan ilişkilerinde pragmatik işbirliği imkanları 
kovalasa da (örneğin İran’ın yalnızlaştırılması, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve radikal terör ve Afganistan’dan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması) Rusya ABD açısından her zaman potansiyel bir rakip olarak algılanmaktadır. Rusya’nın Avrasya, Karadeniz, Orta Asya ve Kafkaslar bölgelerindeki etkisinin sınırlandırılması ve Rus-Çin işbirliğinin Amerika karşıtı bir karakter kazanmaması Amerikan yönetimlerinin üzerinde önemle durdukları konular arasındadır.26 




Batı Avrupalı müttefikler ise Rusya’nın kazanılması gerektiği varsayımından 
hareket etmektedirler. Rusya ile Batı Avrupalı ülkeler arasındaki coğrafi yakınlık ve tarafların birbirlerine olan ekonomik ve enerji bağımlılıkları Avrupalı müttefikleri Rusya’ya karşı daha fazla işbirliği odaklı politikalar izlemeye yöneltmektedir.27 ABD ve Batı Avrupalı müttefikler arasındaki bir diğer önemli görüş ayrılığı ise Afganistan’daki mücadelenin nasıl kazanılması gerektiğine dairdir. ABD uzun bir zaman bu mücadeleyi zorunlu bir savaş olarak görmüş ve bu savaşın ancak muharip asker sayısının artırılması sayesinde kazanılabileceğini düşünmüştür. ABD’ye göre NATO’nun Afganistan’daki başarısı ya da başarısızlığı NATO için varoluşsal bir konudur.28 Batı Avrupalı müttefikler ise bu yaklaşıma karşı gelmekte ve bu mücadelenin salt askeri araçlarla kazanılamayacağını düşünmektedirler. Birçok Avrupalı müttefik ülke Afganistan’a muharip 
asker yollamaktan kaçınmıştır. Batı Avrupalı müttefikler Afganistan’daki El Kaide varlığını ABD kadar yaşamsal bir güvenlik tehdidi olarak görmemektedirler. Obama’yla beraber Amerika’nın Batı Avrupalı müttefiklerinin görüşlerine yaklaştığı görülmektedir. Neticede Obama, Amerikan askerlerinin Afganistan’dan 2014 yılının sonuna kadar çekilmesini bir takvime bağlamış ve bu süreç içersinde Afgan unsurların ülkenin güvenliğini sağlayacak şekilde eğitilmelerini ve ülkenin kendi kendisini yönetebilecek kurumlara sahip olmasını siyasi hedefleri arasında tanımlamıştır. 

Türkiye açısından NATO’nun inandırıcılığını ve faydasını azaltan bir gelişme 
ABD’nin NATO’ya eskiye oranla daha az önem vermeye başlamasıdır. Bu durum özellikle Başkan Bush’un iktidarı sırasında gözle görünür bir hal almıştır. 1999 senesindeki Kosova tecrübesinden sonra Amerikalılar “heyet onaylı” savaşlara (war by committee) soğuk bakmışlardır. Müttefiklerin planlama ve uygulama aşamalarında devrede olduğu bu tür savaşlar hem uzun sürmüş, hem de daha maliyetli olmuştur. Ayrıca Amerikalılar Avrupalı askerlerin Amerikan askerleriyle ortak operasyon yapabilecek becerilere ve teknolojik donanıma sahip olmadıklarını görmüşlerdir. ABD Eski Savunma Bakanı Rumsfeld’in 
dediği gibi ABD açısından önemli olan görevin niteliğinin oluşturulacak koalisyonların türünü belirlemesidir.29 Bu tür “gönüllüler koalisyonları” oluşturarak ABD’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki krizlere müdahale etmek istemesi, NATO’nun çok taraflı kurumsal karakterini zayıflatmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak ABD ile diğer ittifak üyeleri arasındaki çatlağı büyütmekte ve ABD’yi diğer müttefiklerle daha çok ikili stratejik ilişkiler kurmaya yöneltmektedir. Bu ise Türkiye gibi müttefiklerin ABD karşısındaki 
hareket alanlarını ve pazarlık güçlerini daraltabilir ve onların ABD’nin politikalarına direnebilmelerini zorlaştırabilir. 

Bu bağlamda Türkiye açısından olumsuz değerlendirilebilecek bir diğer gelişme, 
ABD’nin NATO’yu gittikçe önemsiz görerek dış politikasında tek taraflılığı benimsemeye başlamasının30 Avrupalı müttefikleri AB içerisinde kendilerine ait güvenlik yapılanmaları oluşturmaya itmesidir. NATO’nun zayıfladığı ve AB’nin ise Türkiye’yi içine almaktan çekindiği bir ortamda Türkiye’nin bir yanda ABD ile daha çok ikili temelde güvenlik ilişkileri kuracağı, diğer yanda da NATO’nun politikalarına ilişkin daha sorgulayıcı bir tutum takınacağı öngörülebilir.

İçsel Faktörler ve AKP Etkisi 

Türkiye’nin ittifaka yönelik bakışını son on yılda en fazla etkileyen faktör AKP’nin benimsediği dış politika anlayışıdır. Buna göre ittifakın diğer üyeleri Türkiye’nin işbirliğini hiç bir şekilde çantada keklik varsaymamalı ve Türkiye’yi ittifakın politikalarının oluşturulmasında önemli bir üye olarak kabul etmelidirler. Türkiye NATO’nun dönüşüm sürecinin bir unsuru ya da objesi değil, aksine bu sürecin bir sahibi ve aktörü olarak kabul edilmelidir.31 Bu duruşun doğal bir sonucu olarak Türkiye kendi çıkarlarını ve önceliklerini artık daha fazla NATO’nun gündemine getirmeye başlamıştır. 

Türkiye’nin NATO’yu sorgulayarak sahiplenmesi aynı zamanda Türk dış politikasında bir “eksen kayması” değil bir “eksen genişlemesi” olduğunu da göstermektedir. 

Türkiye NATO’nun politikalarının kendi dış politikasıyla çelişmemesi için azami 
özen göstermektedir. Çok taraflı ve çok boyutlu dış politika söyleminin bir gereği olarak Türkiye komşularıyla daha sıkı ilişkiler geliştirmeye ve bu ilişkilerin hiç bir şekilde NATO’nun dönüşüm sürecinden olumsuz etkilenmemesine gayret etmektedir. NATO tarafından “yalnız bırakılma” korkusu zamanla yerini “NATO politikaları tarafından tuzağa düşürülme” riskine bırakmaya başlamıştır.32 

“Stratejik derinlik” ve “merkez ülke” kavramlarına paralel olarak, AKP yönetimi 
Türk dış politikasının Batı odaklı geleneksel vizyonunu genişletmeye başlamıştır.33 Bu minvalde bir yandan Orta Doğu’daki ülkelerle güvenlik ve ekonomi odaklı ilişkiler geliştirilmeye çalışırken diğer taraftan da Türkiye küresel sistemin önemli aktörleriyle, başta Çin ve Rusya olmak üzere, ilişkilerini daha ileri boyutlara taşıma gayretleri içerisine girmiştir. 

Türkiye’nin özellikle Orta Doğu coğrafyasında Osmanlı mirasından güç alarak 
“düzen kurucu” bir rol oynayabilmesi onun tek taraflı NATO merkezli politikalar takip etmesiyle mümkün olmayacaktır.34 Türkiye’nin yeni dış politika misyonu ve vizyonu, onun yakın coğrafyasında sorumlu bir rol oynamasını gerektirmek tedir. Bunun mümkün olabilmesi ise Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşmak bir yana, NATO’nun dönüşüm sürecine daha fazla odaklanması ve bu süreci kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilmesine bağlıdır. Bu durum Türkiye’nin NATO içersindeki müttefiklerine karşı daha fazla talepkar bir tutum takınmasını beraberinde getirmiştir. 

Burada söz konusu olan Türkiye’nin Batı dışı coğrafyalarda daha etkin bir rol 
oynaması için onun yüzünü Batıdan çevirmesi değil, tam tersine Batı’nın bu bölgelere ilişkin politikalarının şekillenmesinde daha aktif bir tutum takınmaya başlamasıdır. Türkiye hem AB hem de NATO’nun politikalarının oluşturulmasında aktif rol oynamaya çalışmaktadır.35 

Türkiye’nin çok kimlikli bir ülke olduğu ve kendine biçtiği temel misyonlarından 
birisinin Batı ile Doğu’yu birbirlerine yakınlaştırmak olduğu düşünülürse, Türkiye’nin neden AB’nin ve NATO’nun dönüşüm sürecini yakından etkilemeye çalıştığı daha kolay anlaşılabilir. AKP’yle birlikte Türkiye’nin ulusal kimliğindeki İslam vurgusu daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Eskiden Türkiye’nin temel misyonunun Batı’nın Doğu’ya ulaşmasında köprü rolü oynamak olduğuna inanılırdı.36 Türkiye Batı’nın Doğu’daki çıkarlarını elde etmesinde faydalı olabildiği oranda Batı nezdinde değerli bulunurdu. Türkiye son kertede Batılı bir ülke olarak tasavvur edilir ve ondan Batı değerlerini Doğu’ya taşıması ve Batı’yı Doğu’da temsil etmesi beklenirdi. AKP ile birlikte bu anlayış ciddi bir erozyona uğramaya başlamıştır. Özetle Türkiye’nin Batılı kimliği hiç bir şekilde onun diğer kimliklerinin önüne geçmemeli ve Türkiye’nin Batı dışı coğrafyalardaki hareket alanını sınırlandırmamalıdır. Türkiye aynı zamanda Batı içersinde İslami coğrafyaların bir sesi olarak da hareket edebilmelidir.37 

Ekonomik kalkınmayı ve liberal demokratik dönüşümü merkeze alan bir dış 
politika anlayışı kaçınılmaz olarak Türkiye’nin kendi yakın coğrafyasında daha etkin bir rol oynamasını da beraberinde getirmiştir. Buna göre çevre ülkelerdeki gelişmeler Türkiye’nin iç istikrarını ve küresel pazarlara açılımını olumsuz şekilde etkilememelidir.38 Türkiye kendisini Batılı müttefikleriyle komşuları arasında tercih yapmak zorunda hissetmemelidir. Ekonomik ve dış politika çıkarlarını Batı merkezli olmaktan çıkarıp daha bölgesel ve küresel ölçekte tanımlamaya başlayan Türkiye mümkünse herkesle iyi ilişkiler kurabilmelidir. Bu anlayış kaçınılmaz olarak Türkiye’yi NATO’nun dönüşüm sürecinde daha aktif ve sorgulayıcı olmaya yöneltmiştir. Ulusal çıkarlar bu süreçte daha fazla ön 
plana gelmeye başlamıştır. NATO üyeliği ve AB ile olan yakın ilişkiler Türkiye’nin Batılı kimliğinin tanınmasından ziyade bu örgütlerin Batı dışı coğrafyalara karşı politikalarının şekillendirilmesi bağlamında önemli görülmeye başlanmıştır.39 

Bu bağlamda dikkat çeken bir diğer gözlem ülke içersinde devam etmekte olan 
demokratikleşme ve sivilleşme süreçlerine paralel olarak Batı’ya karşı daha çok kimliksel perspektiften bakmaya alışmış olan geleneksel elitin güç kaybetmekte olduğudur.40 Dış politika askeri ve sivil bürokrasinin hâkimiyetinden çıktıkça, Türkiye’nin NATO’ya olan bakış açısı da daha talepkar ve sorgulayıcı olmaya başlamıştır. Gücünü küresel ekonomik sistemle daha fazla bütünleşmek isteyen muhafazakâr Anadolu burjuvazisinden alan AKP iktidarının bu bağlamda NATO’ya karşı geleneksel kimlik odaklı bakışı aynen devam ettirmesi düşünülemezdi. 

Türkiye, NATO’nun Genişlemesi ve Rusya 

Değişimin Göstergeleri 

Türkiye ittifak dayanışması adına NATO’nun 1999, 2004 ve 2008’deki genişlemelerini desteklemiş ama bu süreçte oldukça ihtiyatlı bir tutum takınmıştır. Genişlemelerin Türkiye-Rusya ilişkilerini olumsuz etkilememesine özen gösterilmiştir.41 Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Rusya’nın yönünü Batı’ya çevirdiğine inananlar Rusya’nın NATO’nun kendi sınırlarına doğru genişlemesini normal varsayacağını düşünmüşler ve uzun vadede Rusya’nın kendisinin de NATO’ya katılmak isteyeceğini ileri sürmüşlerdir. 

Hâlbuki 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra, özellikle de Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte, Rusya ile Batı arasındaki romantik ilişki sona ermiş ve Rusya NATO’nun genişlemesini kendi stratejik çıkarları açısından tehdit edici bulmaya başlamıştır.42 
Türkiye’nin NATO’nun genişlemesine ilişkin üç temel kaygısı olmuştur. Birincisi, 
genişleyen NATO’nun askeri savunma örgütü kimliğinden uzaklaşıp siyasi bir “konuşma kulübüne” dönüşebilme riskidir. Askeri karakterini kaybedecek bir NATO ise Türkiye’nin gözündeki inandırıcılığını kaybedecektir. İkinci olarak, Türkiye’nin üyelikten elde etmekte olduğu marjinal fayda NATO’nun genişlemesinden sonra azalabilir. Türkiye eskiden sahip olduğu stratejik konumunu ve önemini NATO’nun genişlemesinden sonra yeni üyelerle 
paylaşmak zorunda kalabilir. Türkiye’yi endişelendiren üçüncü ve en önemli sebep ise NATO’nun genişlemesini kendi çıkarlarına aykırı bulacak Rusya’nın dış politikasında daha milliyetçi ve yayılmacı politikalar izlemesi ve bunun Türkiye-Rusya ilişkilerini olumsuz etkilemesidir. 

Türkiye NATO’nun Karadeniz’deki askeri varlığını artırmak istemesine de 
tepkiyle yaklaşmıştır. Etkin Çaba Harekâtı’nın (Operaton Active Endeavour) Karadeniz’e genişletilmesini Türkiye desteklememiştir.43 Özellikle 11 Eylül sonrası ortamda küresel teröre karşı verilen mücadelede NATO’nun Karadeniz’deki deniz trafiğini daha yakından kontrol etmek istemesi Rusya’nın tepkisine neden olmuştur. Rusya’nın tepkisinin daha ileri noktalara götürebileceğinden çekinen Türkiye de NATO’nun Karadeniz’e açılmasına 
soğuk bakmıştır. Bu durum sadece Türkiye-Rusya ilişkilerini germekle kalmayacak aynı zamanda Montrö Boğazlar sözleşmesinin temel prensipleriyle de çelişecekti. Ankara ve 

Moskova bölge dışı ülkelerin Karadeniz’deki askeri varlıklarının Montrö hükümlerine tabi tutulması gerektiği konusunda görüş birliği içerisindedir. Ayrıca her iki ülke de bölgede var olan Karadeniz Uyumu Harekâtı’nın Karadeniz’in istikrarına yeterince katkıda bulunduğuna inanmaktadırlar.44 Bunun dışında Rusya’nın ABD’nin Bulgaristan ve Romanya’da askeri üsler kurmasına karşı geldiğini de belirtmek gerekir. Benzer bir mantıkla Rusya uzun bir süre Başkan Bush’un önerdiği füze savunma sistemi projesine de muhalefet etmiştir. Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurulması düşünülen bu projenin nihai hedefinin Rusya’nın nükleer silahları olduğuna inanılmıştır. Obama’yla birlikte 
ABD’nin tutumunu yumuşatması ve Rusya’yı da bu projenin bir parçası olmaya davet etmesi Ankara tarafından rahatlatıcı bulunmuştur. 

3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***