Ortadoğu’da Bir Ajan: Lawrence BÖLÜM 1
Mayıs 19 2017
Birinci Dünya Savaşı’nda Arap topraklarını Osmanlıdan koparmak için Arapları Osmanlıya karşı kışkırtan Thomas Edward Lawrence, 16 Ağustos 1888’de, İngiltere’nin Tremadoc kasabasında, evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya geldi.
Lawrence, I.Dünya Savaşı sırasında Arapları Osmanlı Devletine karşı isyan ettirmek için çok önemli rol oynamıştır. Daha sonra 1930 Ağrı isyanının geri planında da onun olduğu tespit edilmiştir. İngiliz casusu Lawrence 19 Mayıs 1935 tarihinde Londra’da geçirdiği bir motosiklet kazasında öldü.
Görevini: “Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım.” şeklinde ifade ediyordu Lawrence.
Dünyanın en stratejik noktaları ile geçiş yollarının yer aldığı ve önemli bir enerji kaynağı haline gelen petrolün çıktığı Orta Doğu, başta İngiltere olmak üzere büyük sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi. Onların çaba ve çalışmalarıyla ekilen fitne tohumları, yüzyıllar boyunca Orta Doğu’da barış ve istikrarı sağlamış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, ayrılıkçı taleplerle zayıflamasına yol açtı. Bölgenin kontrolünü ele geçirme planları yapan İngilizler, 1909 yılında göreve atanan ve o dönemden itibaren Osmanlı Hükümeti’ni, Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit ederek, güç ve iktidar peşinde koşan Mekke Şerifi Hüseyin ile temasa geçtiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katılmasından sonra daha da arttırılan bu temaslarla Arap sülale ve aşiretlerini ayaklandırmak için olabildiğince çalışıldı.
Mekke Şerifi Hüseyin’i destekleyerek onun liderliğinde bir ayaklanmayı körükleyen İngilizler, Araplara bağımsızlık ve savaşın bitiminde kurulacak büyük bir krallık sözü verdiler. Oysa 1916 Mayısında Fransa ve Birleşik Krallık arasında imzalanan gizli Sykes-Picot anlaşmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnızca hâkimiyet bölgelerine bölünmesini öngörüyordu. Son olarak, 1917’de Balfour Bildirgesi de Filistin üzerindeki Siyonist talepleri destekledi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ve sömürgeci güçler bölgedeki konumlarını güçlendirdiler. Sykes-Picot ve benzeri anlaşmaları tamamlayan kararlarla Tevhid’in, birliğin temsilcisi olması gereken Müslümanlar arasına, milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik, asabiyetler, çıkarlar empoze edilerek birbirlerinden ayıran yapay sınırlar çizildi. Irak, Suriye, Ürdün, Kuveyt, Hicaz Krallığı gibi manda devletlerin sosyal, siyasal, kültürel denge gözetilmeksizin ihdas edilmesi, bölgeyi bugün de devam eden yüz yıllık süreçte kan, gözyaşı ve kargaşa ortamına sürükledi.
Mekke Şerifi Hüseyin’in, 1916 Haziran’ında “Büyük Arabistan Krallığı” hülyalarıyla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlattığı ve ders kitaplarımıza Batılı güçlerin fısıldadığı şekliyle “Büyük Arap İhaneti” şeklide geçen yalanının temelini oluşturan isyan, Arap ayaklanmasından çok bir İngiliz-Haşimi komplosu idi ve meblağı bir milyon sterline yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edildi. Bu gerçeği, savaşın başından itibaren Hicaz Cephesi’nde ve Medine’de bulunan, Feridun Kandemir, “Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler” adlı eserinde:
“Lakin bu isyanın sebebi neydi? Araplar İstiklal mi istiyorlardı? Hayır, Araplar bütün bu harp boyunca Türklerle omuz omuza Çanakkale’den itibaren her cephede savaştılar. Hatta İstiklal Savaşı’mızda Aydın Cephesi’nde, Mehmetçiklerle yan yana Yunanlılarla boğuşarak, canlarını veren Araplar vardı. Ve ilk Cihan Harbi’nde, Araplarla meskun hiçbir yerde, ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne Filistin’de Türklere isyan eden tek bir Arap görülmedi. İsyan eden, sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin’di… Şerif Hüseyin’in bu isyanda kullandığı Araplar da, Hicaz çöllerinde öteden beri göçebe hayatı yaşayan ve talan ile geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz fakir fukara bedeviler, yani Urbanlardı. Mekke, Taif, Cidde gibi şehir ve kasabalardaki Araplar isyana katılmadıkları gibi Şerif Hüseyin de zaten bunlardan asker almak teşebbüsünde bulunmamıştı. Urban ve Şeyhleri fakirlikleri dolayısıyla paradan başka birşey bilmezlerdi. Şerif Hüseyin gibi İngilizler de bunu bildikleri için, para gücüyle ancak bunlardan faydalanmışlardı. Ve isyanı sonuna kadar bunlarla yürütmüşlerdi.”
Sözleriyle dile getirmekteydi.
Nitekim bu durum İngiliz kaynaklarında da dile getiriliyor ve Kahire’deki İngiliz temsilcisi Sir Henry McMahon, daha sonra yaptığı açıklamada, ana gayesinin, Osmanlı orduları safında çarpışan Arap erlerin sadakatlerini sarsmak olduğunu bildirerek şöyle diyordu: “Bu anda (1915) Gelibolu’daki Türk gücünün büyük bir bölüğünü ve Mezopotamya (Irak)’taki gücün yaklaşık olarak tümünü Arap erleri oluşturuyor… Onların Türkiye’den kopmalarını haklı göstermek için, ileride kendilerine yardımda bulunacağımız yolunda güvence verebilir miydik? Bunu ivedilikle yapmam için bana emir verilmişti… Bu savaşta Arap ulusu, İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere, Arabistan’a dâhili bir müdahale olmasını güvence altına alacak ve Araplara, dış saldırganlığa karşı her çeşit yardımı esirgemeyecektir. Halifelik katını gerçek Arap soyundan gelen birisinin Mekke veya Medine’de üstlenmesi olasıdır ve böylece, şimdi vuku bulmakta olan tüm kötülükten Tanrı’nın yardımıyla iyilik doğabilir.”
İngilizler tarafından sağlanan mali ve lojistik desteğe rağmen tüm Arap alemini temsil edecek bir harekete dönüştürülemeyen ve ancak 4000-5000 bin civarında bir silahlı gücün katıldığı bu isyanda, Mekke Şerifi Hüseyin ile birlikte adı özdeşleşen diğer bir isim de: İngiliz gizli servislerinin ajanı olarak çalışan Arkeolog Thomas Edward Lawrence idi. Kimdi bu hakkında birçok kitap yazılan ve hatta Oscar da dahil olmak üzere bol ödüllü “Lawrence Of Arabia” adlı yapımla, 1962’de hayatı ve maceraları filme alınan Arabistanlı Lawrence?
Bizzat kaleme aldığı “Seven Pillars of Wisdom-Aklın-Hikmetin Yedi Sütunu” adındaki kitabında Araplar arasındaki maceralı hayata tamamen bir tesadüf eseri olarak atıldığını söyleyen bu adam, kendi iddiasına göre; Arap davasına büyük hizmeti dokunmuş gerçek bir idealistti.
Kimilerine göre; “Arabistan’ın Taçsız Kralı El-Aurens” iken, bazılarına göre de adı abartıyla efsaneleştirilmeye, ebedileştirilmeye çalışılan bir anormaldi. Özgeçmişini kaleme alan isimlerden David Garnett, onu: “kendini beğenmiş ve eza çekme, zulme uğrama kompleksine sahip bir kişilik olarak nitelerken, Richard Aldington’e göre de: “sahte ve övüngen, kendi kendine önem vermiş bir egoist, hatta homoseksüel”di.
Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarından biri olan Faysal’ın yanında, Osmanlılara karşı Haşimi Arap isyanını teşvik eden belli başlı kişilerden biri olan ve yerel Araplarca “altınları taşıyan adam” olarak da anımsanan Thomas Edward Lawrence, 16 Ağustos 1888’de, İngiltere’nin Tremadoc kasabasında, evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya geldi. Yaşamı, 19 Mayıs 1935’te geçirdiği bir motosiklet kazasıyla sona eren Lawrence, Araplarla ilgilenmeye 1909 yılında başladı. İki yıl sonra arkeolojik kazılar yapmak için Trablus’a giden Araplar ve Müslüman aşiretlerin arasında onlar gibi giyinerek yaşıyordu. 1914 yılında, önce Filistin Keşif Fonu “Palestine Exploration Fund” hesabına, Gazze, Akabe ve Kuzey Sina’da keşif, bilgi, toplama ve harita çizimleri yapan Lawrence, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra Savaş Bakanlığı’nın Londra’daki harita bölümünde bir sivil çalışmaya başladı ve kendisine Sina Bölgesi’nin askeri bir haritasını yapma görevi verildi. Aynı yılın Aralık ayında “Teğmen” rütbesiyle Kahire’deki istihbarat birimine transfer oldu ve burada Araplarında katılımıyla Osmanlı İmparatorluğu’nu yıpratmak amacıyla planladığı stratejilerle yeni ihdas edilen “Arap Bürosu” başına geçti.
Kısa bir süre sonra İngiliz Savaş Bakanlığı’nca gizli görevle Irak’a gönderilen Lawrence, Nisan 1916’da Enver Paşa’nın amcası, Halil Kut Paşa tarafından Kutü’l-Amare’de esir alınan General Townshend komutasındaki 13.000 kişilik İngiliz ordusunu kurtarma operasyonu sırasında sahneye çıktı. Halil Paşa ile görüşen Lawrence, iki milyon sterlinlik bir rüşvet teklifiyle İngiliz ordusunu kurtarmaya çalıştıysa da reddedildi. Bu süreçte Osmanlılara isyan etmesi için temas kurulan Mekke Şerifi Hüseyin ile görüşmeler devam ederken Lawrence de, Irak’taki Arapları ayaklanmaya kışkırtmak ve onların İngiliz ordusuyla işbirliği yapmalarını sağlamak çalıştı ancak başarılı olamadı.
Mekke Şerifi Hüseyin’in İngiliz vaatlerine kanarak Haziran 1916’da ayaklanmayı başlatmasının ardından aynı yılın Ekim ayında bu defa Yüzbaşı rütbesiyle Arabistan’a giden Lawrence, Şerif Hüseyin’in oğulları Abdullah, Ali, Zeyid ve 1921 yılında Irak tahtına geçmesinde büyük rol oynayacağı Faysal ile görüştü. Henüz başlangıç aşamasında olan ayaklanmada diğer İngiliz subaylarıyla birlikte silah, para ve isyan eden aşiretleri birleştirmek, örgütlemek, belirlenen hedeflere sabotaj ve saldırılarda bulunmakla görevlendirildi. İrtibat subayı olarak Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın kuvvetlerine katılan Lawrence, vur-kaç taktiği ile Osmanlı birliklerine ve ikmal yollarına zarar vererek 6 Temmuz 1917’de kendisine Yarbay rütbesini ve bir nişanı kazandıracak Akabe Limanı’nı ele geçirdi. Hicaz Demiryolu’na saldırılarda bulundu. Bu tarihten sonra şiddeti daha da artan bu saldırılar yüzlerce Osmanlı askeri şehit olurken, ona göre bu “tür harekatlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm illeri bir tek İngiliz gencinin ölümüne değmezdi.”
Görevini: “Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım.
Böylece kendimi bir çeşit yabancı sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük yapan birisi olarak görüyorum ve rolümü iyi
oynamadığım takdirde, başımı yitirebileceğimi anlıyorum.” Şeklinde ifade eden Lawrence, düzenlediği saldırıları ise: “…Çılgınlar gibi süreriz ve Bedevilerimizle birlikte, habersiz Türklerin üzerlerine çullanır, onları yığınlar halinde tahrip ederiz… tüm hareket çok kanlı ve çirkindir. Hazırlığı ve geziyi severim, ama fiziki olarak çarpışmaktan tiksinirim” sözleriyle anlatmaktaydı.
1918 yılı Eylül’ünde 4. Osmanlı ordusuna yönelik düzenlenen saldırıda adamlarına hiçbir esir alınmaması emrini veren ve 5000 Osmanlı askerini kafalarını kestirmek suretiyle katliama tabi tutan Lawrence, aynı yılın sonunda terör çeteleriyle birlikte karışıklık içinde bulunan Şam’a girdi. Kendisine tamamen yabancı olan bir cemiyetin içine girerek onları etkisi altına alabilen sonra da bölgede yeniden birçok devlet kurulmasını ve bu devletlerin başına da Emir Faysal gibi istediği kimselerin kral olarak getirilmesinde etkili olan Lawrence’nin Ekim ayı sonunda buradaki görevi sona erdi.
İngiltere’ye hareket etmeden önce 4 Ekim 1918’de Binbaşı R. H. Scott’a Kahire’den gönderdiği ve 1928 yılında D.G Pearman’a Karaçi’den gönderdiği mektuplarda şu sözleri kullanıyordu: “Doğu’nun önemli ahengi (kardeşlik-birlik) daha da çabuklaştırılmazsa, herhangi iki Arap devletinin gönüllü olarak birleşmesi ancak birçok kuşaklar geçtikten sonra mümkün olacaktır. Şimdiki durumda bir Arap İmparatorluğu’na en çok yanaşan, İbn-i Suud’un ülkesidir.(Suudi Arabistan Krallığı).
Onun bu icadı, kum üzerine kurulmuştur. Çölde istikrarlı hiçbir şey doğmayacak tır; esasen çöl, onun istibdadı gibi belki daha az liberal ama kanla yoğrulmuş yüzlercesini görmüştür; ama çökecektir…Acayip, küçük bir gruptuk, ama Ortadoğu’da tarihin seyrini değiştirdiğimizi sanıyorum. Güçlerin (devletler), Araplara, yaşamlarını sürdürmeye nasıl izin vereceklerini merak ediyorum?”…
Kaynaklar: Salahi R. Sonyel, Albay T.E Lawrence, Haşimi Araplarını Osmanlı İmparatorluğu’na Karşı Ayaklanmaları İçin Nasıl Aldattı, Belleten, sayı: 199, Ankara, 1987. Williy Bourgeois, (Çev. Nusret Kuruoğlu), Lawrence, İstanbul, 1967. Feridun Kandemir, Medine Müdafaası, İstanbul, 2007. Cevdet Küçük, Sykes-Picot, Dia, c.38, İstanbul, 2010. Emre Gül/ Dünya Bülteni/ Tarih Dosyası
http://asyaninsesi.com/ortadoguda-bir-ajan-lawrence/
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder