30 Mart 2018 Cuma

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 1

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 1,


AMERİKAN ARŞİV VESİKALARINDA BÜYÜK TAARRUZ ,




Hikmet ÖKSÜZ*
* Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, 
h.oksuz@ktu.edu.tr  

İsmail KÖSE** 
** Doç. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
ismailkosetr@ktu.edu.tr 




Makale Geliş Tarihi: 17.10.2017 
Kabul Tarihi: 21.11.2017 

ÖZET 

I. Dünya Savaşı sonrasında galipler tarafından oluşturulan sömürü düzenine dayalı emperyalizmin kendi içindeki tutarsızlıklar nedeniyle uzun süre ayakta 
kalamayacağı belliydi. Yeni düzene ilk başkaldırı Milli Mücadele’dir. Milli Mücadele’nin başarısı Büyük Taarruz, ismiyle müsemma bir dikkat ve özenle 
hazırlanmıştır. İngiltere’nin askeri, istihbarat ve siyasi desteğine sahip Yunan Ordusu, 1921 yılı sonunda Afyonkarahisar-Eskişehir-Bilecik-Mudanya cephe 
hattında durdurulabildi. Yunan Ordusu, işgal ettiği cephe hattında güçlü savunma sistemleri kurarak durumunu sağlamlaştırmaya çalıştı. Hemen bütün 
gücünü son yıllardaki savaşlarda tüketmiş olan Türk Ordusu’nun işgalcileri Türk topraklarından atmak için tek hamlelik şansı vardı. Büyük Taarruz adı verilen 
bu hamle işgalcileri üç haftadan daha kısa sürede Anadolu’dan söküp atmıştır. 

Büyük Taarruz ile ilgili çok sayıda Türkçe kaynak ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan Harp Cerideleri mevcuttur. Buna karşın bu kadar önemli 
bir askeri harekatın farklı kaynaklardan değerlendirilmesi ilmi metodoloji açısından esaslı bir gerekliliktir. İşgalcilerin planlarını, beklentilerini, taarruz 
esnasındaki durumu ve Türk Ordusu’nun ilerleyişini detaylı bir şekilde nakleden Amerikan Askeri Arşiv Vesikaları bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. 
Amerikan vesikaları her ne kadar olayları Yunan bakış açısına göre ele almış olsa da tarihe ışık tutacak, birinci elden bilgilere ulaşmasını sağladığı için 
incelenmeye değer görülmüştür. 

Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Küçük Asya, Türkler, Yunanlılar, savaş, Hikmet ÖKSÜZ, İsmail KÖSE,

Giriş 

Dünya tarihindeki ilk büyük harp olan I. Dünya Savaşı (Harbi Umumi) sonrasında galipler kendi çıkarlarını sürdürülebilir kılmak ve daha fazla kaynağa 
ulaşmak için yeni bir sistem oluşturdular. Bu düzende mağluplara, kendilerine dayatılan şartları kabul etmekten başka çare bırakılmadı. 
Amerika Birleşik Devletleri Monroe Doktrini doğrultusunda tekrar izolasyonist politikalara döndüğünden, Savaş sorasının tartışmasız muktediri İngiltere idi. İngiltere, 1919 yılında dünyanın üçte birini müstemleke haline getirmiş, bir tarafı yeryüzünün kuzeybatı ucunda Kanada’ya diğer tarafı güneydoğu ucunda Avustralya’ya uzanan devasa bir sömürge imparatorluğu görünümündeydi. Aynı zamanda en fazla Müslüman sömürgesi olan devletti. Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve onun gibi düşünenlerle işbirliği içinde İslam’ın en güçlü devletine sahip olan Türklere, sömürgelerindeki Müslümanların ümitlerini kıracak bir ders vermek istiyordu. Nitekim dönemin Başbakanı Lloyd George hatıratında, “İngiltere’ye savaş ilan ettiği için Osmanlı Devleti’ne etkili bir darbe vurarak, Türklerin Müslümanlar üzerindeki prestijini sarsmak istediklerini”  itiraf etmektedir.1 

Şerif Hüseyin ve Arap kabileleri Harbi Umumi başlamadan önce İngiltere ile temasa geçmişlerdi.2 Çanakkale’de Türk milletine vurulamayan darbe, savaş sonrasının realist politikasında Lloyd George Hükümeti tarafından Yunanistan’a Anadolu’nun işgali için sağlanan koşulsuz destekle gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. 

Türk Milleti son yüzyılı savaşlarla geçirmiştir. Tamamı 19. yüzyılda gerçekleşen Sırp İsyanı, Yunan İsyanı, Mısır İsyanı, Kırım Savaşı, 93 Harbi, Yunan Savaşı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Trablusgarp Savaşı, Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu seri; hizmetin asgarisine mecbur bırakılıp, yükün azamisini taşıyan Anadolu’nun insan gücünü kırmış, eldeki ekonomik kaynaklar tüketilmişti. Lloyd George, “Türklerin iyi idare edildiklerinde yenilmez savaşçılar olduklarını” biliyordu. 
Bu durumu hatıratında dile getirmektedir. Ümidini; Arap isyanının sonuçlarına, Balkan Savaşları’ndaki yenilgiye, Osmanlı devletinin harabeye dönmüş siyasi yapısına ve çağın çok ötelerinde kalmış endüstriyel geriliğine bağlamıştı.3 

Viyana Bozgunu (1683) sonrasındaki ilk esaslı ileri harekât olan Büyük Taarruz, askerinin önemli bir kısmının ayağında yürüyecek çarığı bile olmayan bir 
orduyla gerçekleştirilmiştir. Öyle ki Büyük Taarruz öncesindeki ileri yürüyüşte Batı Cephesi tümenlerindeki askerlerin önemli kısmının ayaklarında zemin vuruğuna bağlı yaralar oluşmuştur.4 

Milli Mücadele ile ilgili Genelkurmay Başkanlığı harp tarihi ve cephe tebliğleri dâhil çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Milletler, tarih yazarken genellikle 
başarısızlıklarını kabul edilir hale getirmeyi, başarılarını ise olduğundan büyük göstermeyi tercih ederler. Düşman güçlerini mevcuttan fazla, kendi güçlerini 
mevcuttan az yazarlar. Böylece yenilgi meşrulaştırılırken, zaferdeki şan ve şeref daha değerli hale getirilir. Harp tarihi yazıcıları objektif olsalar da bu beynelmilel kural okuyucuların bilinçaltındaki soğuk varlığını korur. Aynı dönemde yazılmış tarafsız ya da en azından savaşa dâhil olmayan tarafların görüşleri belirtilen noktada etkili doğrulama araçlarıdır. Türkçe kaynaklara ek olarak, Anadolu’daki mücadele ile ilgili, bu dönemde Anadolu’da bulunan Batılı gözlemciler tarafından da detaylı kayıtlar kaleme alınmıştır.5 Fakat her millet gibi Avrupalı tarih yazıcıları da, gözlemlerini yazıya dökerken genellikle inanç asabiyeti ve taassubu ile hareket etmişlerdir. 

Yukarıdaki keyfiyete karşın, bir kısmı subay olan Batılı görevliler tarafından yazılan raporların satır aralarında yapılacak dikkatli bir bakış, okuyucuya pek çok vaka hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Milli Mücadele esnasında Anadolu’da tarafsız Batılı devlet yok gibidir. İtalyanlar, Yunanlılara kızgın oldukları için kısmen nötr-pasif bir tutum almışlardı, kalanların hemen tamamı gönlünde Yunan zaferini arzuluyordu. 
Dönemin Batı menşeli raporları incelenirken zikredilen gerçek göz önünde tutulmalıdır. 
Bu çalışmada, Amerikan Ulusal Arşivleri’nde (NARA) bulunan ve erişime açık olan tarihi vesikalardaki Büyük Taarruz ile ilgili kayıtlar ele alınacaktır. 
NARA Arşivi’nde saha raporlarına ek olarak, Büyük Taarruz hakkında Amerikalı Piyade Yüzbaşı Carl B. Wilson tarafından 1930’lu yıllarda kaleme alınan bir değerlendirme ile Taarruz esnasında Anadolu’da bulunan Amerikalı askeri görevlilerin raporları, el çizimi harita ve cephe krokileri de yer almaktadır.6 

Milli Mücadele esnasında Anadolu’daki gidişatı takip eden Amerikalı subaylar Yunan Ordusunu yakından, Türk Ordusunu ise elde edebildikleri bilgiler ve ikincil kaynaklardan izlemişlerdir. Piyade Yüzbaşı Carl B. Wilson, Büyük Taarruz ile ilgili değerlendirmesini hazırlarken; Halide Edip Adıvar, İstanbul’daki Ermeni Askeri Ataşesi, Edward M. Earle, Grace Wilson, Winston Churchill, Sir Valentine Chirol ve Amerika’nın Atina Askeri Ataşesinin kayıtlarından yararlanmıştır. Saha raporlarıysa, olayların gerçekleştiği anda büyük oranda gözlem ve birinci elden bilgiler değerlendirilerek kaydedilmiştir.7 Yukarıda açıklanan bilgiler ışığında bu çalışmanın amacı; Milli Mücadele ile ilgili farklı bir kaynağı, Amerikalı bir subay tarafından yazılan değerlendirmeyi ve dönemin saha raporlarını araştırmacıların dikkatine sunmaktır. 

Dönemin Amerikan vesikaları; İzmir’in işgalinden itibaren Anadolu içinde kuş uçuşu 500 km. ilerleyerek ana üsten uzaklaşan işgalcilerin önünde iki seçenek. 

1. Büyük Taarruz’a Hazırlık;

Anadolu’da Yunan işgali, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Ordusu’nun İzmir’e çıkmasıyla başlamıştır. Yunan Kralı Konstantin, İzmir işgalinden 18 ay sonra, 1920 yılının sonunda Venizelos seçimleri kaybedince tahta çıkmıştır. 
Amerikan arşiv kayıtlarına göre; tahta yeni çıkan Kral Konstantin, İmparator I. Konstantin’e özenerek ondan 16 asır sonra Doğu Roma’yı (Bizans’ı) yeniden kurma hayalleri içindeydi. Konstantin, 1921 yılı Mart ayından itibaren Anadolu’ya yeni birlikler göndermeye başladı. Bu takviyelerle işgalci Yunan Ordusunun asker sayısı 180.000’e ulaştı. Yunan takviyelerine karşın, ilk başta Türk Ordusu Yunan işgal güçleri karşısında batı cephesinde 60.000; Fransa’ya karşı güney cephesinde (Kilikya) mücadele eden birlikler 25.000 olmak üzere toplam 85.000 askerden ibaretti.8 

Amerikan askeri belgeleri tarafından da hemen hemen teyit edilen bu durum, Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk gücünün Yunan Ordusunun yarısından bile daha az olduğunu göstermektedir. 

Yeni birliklerle takviye edilen Yunan Ordusu, 23 Mart’ta Eskişehir-Afyonkarahisar cephesini yarmak için taarruza geçti. Amerikan belgeleri, Fransa ile 11 Mart’ta anlaşma sağlandığından güney cephesi (Kilikya) cephesindeki 25.000 kişilik Türk gücünün, Yunan cephesindeki ana birliklere katılmak üzere serbest kaldığını bildirmektedir. Bekir Sami Bey’in yaptığı bu antlaşma TBMM tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiştir. Belirtilen nedenle Amerikan vesikaları 
tarafından verilen bilgi hatalıdır. Zira Fransa ile 9 Haziran’da başlayan müzakere ler Sakarya Savaşı sonrasında sonuçlandırılıp, bu devletle 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanmıştır.9 

Amerikan belgelerinin iddia ettiği gibi güney cephesindeki güçler serbest kalsa bile, ulaşım ve nakliye imkânlarının sınırlı olduğu Anadolu’da bu birliklerin kış 
şartlarında Anadolu’daki orduya katılmaları en iyi ihtimalle birkaç aylık bir zaman gerektirmekteydi. Güney cephesinin tamamen boşatılması da olası değildi. Üstün kuvvetler karşısında savaşarak Sakarya nehrinin doğusuna çekilmek zorunda kalan Türk Ordusu, Eskişehir-Kütahya savaşları esnasında 60.000 rakamını aşmamıştır, Yunan Ordusu 180.000 asker civarında olduğu için simetriden yoksun kuvvet dengesi üçte biri oranındadır. Bu durum Amerikan arşiv vesikaları tarafından da teyit edilmektedir.10 

Yunan Ordusu ilk olarak, Uşak’ın 30 km. doğusuna kadar ilerledi. Anadolu işgalinde Yunan Ordusunun kesin zafer kazandığı tek savaş olan 1921 yılı 
Temmuz’undaki çarpışmalar sonrasında Yunan güçleri; bir ucu kuzeyde İzmit-Gemlik, diğer ucu Bozdağ sırtlarından Seyitgazi-Afyonkarahisar hattının 40 km. doğusuna uzanan çizgi üzerinde savunma cephesini kurdu.11 

Kütahya-Eskişehir savaşlarıyla bulunduğunu bildirmektedir. İlk seçenek: İzmit-Seyitgazi-Afyonkarahisar hattında durarak güçlü bir savunma kurup daha sonra ileri harekâta girişmekti. İkinci seçenek ise zafer rüzgârını değerlendirerek Anadolu içine doğru ilerleyip Türk Milliyetçilerine [Milli Mücadele] ölümcül son darbeyi vurmaktı.13 

< Yunanistan, Anadolu içinde kuş uçuşu ortalama 200 km’lik bir mesafede esaslı bir ilerleme kaydetti. Böylece 1921 yılı Temmuz ayında Anadolu’nun yaklaşık üçte biri Yunan işgali altına girmiş oldu.12 >

Kütahya-Eskişehir Savaşları sonrasında Yunan güçleri Sakarya nehrinin doğu yakasına geçerekbirkaç önemli müstahkem mevkii ele geçirmeyibaşardı. Yunanlıların hedefi Milli Mücadele’nin kalbi Ankara’ydı. Sakarya’nın güneyinde toplanan Türk Ordusu Yunan ilerleyişini durdurarak düşmanın moral motivasyonunun bozulmasını sağladı. İki hafta süren şiddetli çarpışmalar sonrasında Yunanlılar, Afyonkarahisar-Eskişehir hattınageri çekilmek zorunda kaldı. Yunan güçleri 23 Eylül’de işgal ettikleri yerlerin tamamını terk ederek Ağustos saldırısının başladığı hatta geri çekildiler.14 

İngilizlerin yönlendirmesindeki Yunanlılar kararlarını ilerlemeden yana kullanarak 1921 yılı 12-13 Ağustos’unda yeni bir saldırı başlattı. Amerikan gözlemcileri tarafından Washington’a gönderilen raporlarda, Eskişehir işgal edilirken 

5.000 Türk askerinin esir alındığı, bir o kadarının de öldürüldüğü kaydedilmektedir. Raporda metni kaleme alan subayın Yunan ilerleyişinden duyduğu memnuniyet ve şevk açıkça görülür. Rapor, Yunan Ordusu’nun çok iyi savaştığını ve moralinin yüksek olduğunu kaydetmiştir.15 

Sakarya muharebeleri 23 Ağustos 12 Eylül tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Amerikan vesikalarındaki bilgiler muharebeler öncesindeki kısa süreli çatışmalar 
olmalıdır. Amerikan vesikalarının Sakarya Savaşı öncesindeki bu çarpışmalardan Yunan zaferi şeklinde bahsetmesi, Yunan propagandasına Atina’daki Amerikan 
Askeri Ataşesinin de inandığını göstermektedir. Oysa Yunanlılar, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri ve Afyonkarahisar çarpışmalarındaki küçük çaplı birkaç başarı haricinde ve bir bütün olarak Sakarya Muharebelerinde herhangi bir zafer kazanamamışlardır. 

Genelkurmay Başkanlığı tebliğlerinde, Yunan Ordusunun Kral Konstantin tarafından verilen ilk hedef Ankara emriyle, 14 Ağustos’ta Eskişehir hattından ileri doğru harekete geçtiği, 22 Ağustos’ta Ilıca Deresi güneyine ulaşan Yunan birliklerinin ertesi gün Türk birliklerini kuşatmaya çalıştığı kaydedilmektedir. Bu tarihten itibaren 22 gün ve gece aralıksız süren çarpışmalar neticesinde iki taraf da önemli kayıplar vermiştir. Mustafa Kemal Paşa tarihi, “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bütün vatandır…” sözünü Sakarya çarpışmaları esnasında söylemiştir. Bundan sonra başlayan karşı taarruzlarla Yunan ordusu Sakarya Nehri’nin batısına atılmıştır.16 

1921 yılının Mart-Eylül ayları arasında yaşanan çarpışmalarda Yunan ordusunun taarruz gücü kırılmıştır. 
Yunan kamuoyuna Afyonkarahisar’daki küçük çaplı zaferler büyük başarılar gibi yansıtılarak, Sakarya mağlubiyeti önemsizleştirilmeye çalışılmaktaydı.17 

Oysa Cephede durum Farklıydı. 

Viyana Kuşatması sonrası başlayan büyük gerilemenin sona erip, ilk esaslı taarruz sayılabilecek harp, Sakarya Savaşı sonrasında yaşandı. Amerikan kayıtları, Sakarya Meydan Muharebesi’ni kaybeden Yunan Orduları Başkomutanı General Papulas’ın, güçlerini Sakarya Nehri’nin batısına çekip, Sakarya’yı Türk Ordusu ile kendi birlikleri arasında doğal bir hat olarak kullanmak zorunda kaldığını kaydetmektedir. İngiliz yardımıyla güçlendirilen Yunan Ordusu, Sakarya’dan güneye bir sur gibi dizildi. 
Yunanlıların kuzeydeki birlikleri Mudanya’dan Afyonkarahisar’a, güney kısmı ise İzmir’e doğru yayıldı ve yaklaşık 650 km. uzunluğunda bir hat oluşturuldu. Mevcut cephane ile 65 km’lik bir hat oluşturabilen Türk Ordusunun, büyük kısmı İngilizler tarafından sağlanan makineli tüfek ve topçularla tahkimli düşmanın bu demir surunda gedik açabilmesi hemen hemen imkânsız görünüyordu.18 

Amerikan vesikalarına göre; Türkler için en etkili saldırı noktası Yunanlıların harp stratejileri açısından sene başında General Trikopis’in de öngörüde bulunduğu 
Afyonkarahisar’dı. Türkler açısından bu kentin alınabilmesi durumunda bol miktarda askeri malzeme ele geçirilebilir, düşmanın iletişim hatları da koparılabilirdi. Bu süreçte Trikopis haricindeki Yunan askeri erkânı Türk Ordusunun kendilerine taarruz edebilecek kudretten yoksun olduğunu düşünüyordu.19 

Sakarya’daki zafer sonrasında Yunan Ordusu takip edilip ona kesin darbenin vurulması düşünülmüştür. Fakat gerek cephane yetersizliği gerekse askeri eksiklikler nedeniyle bu düşünce hayata geçirilememiştir. Sakarya Meydan Muharabesi sonrası, Ekim 1921 ile 1922 yılı ayları arasındaki dönemde iki ordu arasında resmen savaş durumu devam etmesine rağmen fiilen ciddi bir çatışma yaşanmadı. Her iki taraf da bulunduğu hattı koruyarak beklemeyi tercih etmekteydi. Bu dönemde Yunanistan’da Kral taraftarları ve karşıtları arasındaki siyasi bölünmüşlük hüküm sürüyordu.20 

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da bu dönemde eş zamanlı olarak Milli Mücadele karşıtlarıyla mücadele etmekteydi. TBMM’deki Muhalifler, Türk Ordusu’nun taarruz kudretinde olmadığı iddialarını ortaya atarak Mustafa Kemal’i yıpratmaya çalışıyorlardı.21 

Mustafa Kemal, zaferi kazanırsa lider olacaktı, kazanamazsa O ve Türk milleti sonu belli olmayan bir savrulma daha yaşayacaktı. 
Son savaşta sığınak Anadolu idi, Milli Mücadele başarısız olduğunda büyük olasılıkla Hint Müslümanları ve Orta Asya Türklerinden başka Türk milletine yardım edecek hiç kimse olmayacaktı. 
Anadolu’da kanlı çarpışmaların yaşandığı esnada Arapların bir kısmı; İngiltere ve Siyonistler tarafından kendilerine biçilen sömürge rolünden habersiz Osmanlı ’dan  kurtuluş kutlamaları yapıyordu.22 

Sakarya’nın batısında güçlü bir savunma hattı oluşturan Yunan Ordusu Türk Genelkurmay tebliğlerine göre; 180.000 asker, 88.000 tüfek, 3.000 makineli tüfek/ mitralyöz ve 300 toptan oluşuyordu. Son yüzyılı savaşlarla geçirmiş ve Büyük Harp yorgunu Türk askerinin hemen yarısı zaferden ve gelecekten ümidini keserek firar edip köyüne dönmüştü. Bu nedenle Türk Ordusu, 92.000 asker, 48.000 tüfek, 819 makineli tüfek/mitralyöz ve 145 toptan oluşuyordu. İki ordu arasındaki asimetrik güç farkı Sakarya sonrasında biraz daha artmıştı.23 

Amerikan arşiv kayıtlarına göre; 1922 yılı Ağustos ayında ne Yunan Ordusu ne de Türk Ordusu diğerine karşı kesin zafer kazanabilecek bir üstünlüğe sahipti. 
Yunan Ordusu’nun Sakarya’daki mağlubiyetine rağmen işgalciler doğuya doğru ilerleyerek Ankara’yı işgal etmek için büyük bir istek duyuyorlardı. 
Yunan Ordusu üç yıldır Anadolu’daydı. Lloyd George’un, Halifeliği hâlâ elinde tutan Türkleri yenme hırsına aldanıp intikam rüzgârına kapılmış, sonu belirsiz bir maceraya atılmışlardı. İşgalin haftalık maliyeti 300.000 İngiliz Sterlini tutuyordu. Bu yüzden Yunan maliyesi iflas etmişti, subayların ve askerlerin maaşları ödenemiyordu. Askerlerin aylarca maaş alamadıkları oluyordu.24 

Amerikan belgeleri, Yunan yenilgisini haklı göstermek amacıyla asker ve subayların Ankara’yı alsalar bile savaşın bitmesine yönelik ümidi kaybettiklerini, 
Müttefiklerin ise Yunanistan’a yardım etmediğini kaydetmektedir. Müttefiklere göre; Yunanlılar işgal ettikleri yerleri ellerinde tutmak ve İzmir’e sahip olmak 
istiyorlarsa bunu kendileri yapmalıydılar.25 Oysa Lloyd George Hükümeti aktif olarak Yunanistan’a yardım etmekteydi. Amerikalı saha görevlileri büyük olasılıkla bu yardımları yetersiz görerek yukarıdaki tespitte bulunmuşlardır. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder