30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2


Bu esnada Rum tedhiş örgütü EOKA’nın yer altı faaliyetleri devam
ediyordu. İlan edilmiş amaç “önce İngilizleri Ada’dan kovmak, daha sonra da
Türkleri halletmek [ortadan kaldırmak]” şeklindeydi. EOKA bu amaçla etkin ve
kanlı bir çalışma yöntemi takip ediyordu. Zira bugün Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ndeki köylere gidildiğinde, eski binaların duvarlarında, sığınak
girişlerinde EOKA militanlarınca bu dönemde yazılmış, üstü daha sonra
badanayla kapatılmış EOKA grafitlilerini görmek halen mümkündür.
Yer altı çalışmaları neticesinde 1950-1960 yılları arasında tedhiş
hareketleri artarak devam ediyordu. Yine bu yıllar arasında tedhiş hareketlerine
karşı mücadele vermek üzere Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. Söz
konusu dönem içerisinde EOKA’ya ihanet ettikleri gerekçesiyle 400 Rum, 200
Türk ve 100 İngiliz katledilmiştir.20 Bunlara ek olarak 6.000 Türk köyünü terk
ederek göçmen durumuna düşmüştür. Göçmenlerin geride bıraktıkları evleri ve
mallar EOKA militanlarınca tahrip edilerek kullanılamaz hale getiriliyordu.
1957 yılından sonra, yaşanan olaylar neticesinde Türk dış politikasının karar
alıcıları, Kıbrıs konusunda uzlaşmacı tutumun sonuç vermeyeceğini görmüştü.
Bu tarihten itibaren Kıbrıs politikasında strateji değişikliği yapılarak taksim
(adanın Rumlar ve Türkler arasında bölünmesi) savunulmaya başlandı.

1958 yılı sonunda Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan Enosis’i mevcut
yöntemlerle gerçekleştiremeyeceklerini, BM’nin ise self-determinasyon
durumunda Türklere de bu hakkı tanıyacağını açıklaması üzerine taktik
değiştirmek zorunda kaldı. 1959 Şubat ayında Garantörlük Antlaşmaları olarak
da bilinen Zürih Antlaşması, 1960’ta da Kıbrıs Antlaşması Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere arasında imzalandı. Böylece Rumlar ve Türklerden oluşan Kıbrıs
Cumhuriyeti, 15 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuş oldu.21 Kurucu Antlaşmayı
Kıbrıs Türkleri adına Dr. Fazıl Küçük, Rumlar adına ise Başpiskopos Makarios
imzalamıştı. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör devlet olarak imzacılar
arasındaydı.22 Kurucu antlaşma ile İngiltere’nin Akrotiri ve Dhekelia’daki
üslerinin aidiyeti de tanınmıştı.23

Kurucu Antlaşma ile Taksim ve Enosis yasaklanmıştı. Yine antlaşmaya
göre, toplumlardan birinin diğerine tahakküm etmek veya Ada’yı tek başına
yönetmek hakkı yoktu. Yönetimde Rumlar %70, Türkler %30 oranında temsil
hakkına sahipti. Her iki toplumu ilgilendiren, eğitim, kültür, din işleri,
kooperatifçilik, belediyeler, spor, sosyal faaliyetler ve örgütler, evlenme
işlemleri otonom yönetimlere bırakılmıştı. Yeni cumhuriyetin Cumhurbaşkanı
Makarios’tu. Garantörlük Antlaşmalarına göre üç devletin üye olmadığı
uluslararası bir kuruluşa Kıbrıs Cumhuriyeti de üye olamayacaktı. Ayrıca
Ada’da 650 kişilik bir Türk alayı ve 950 kişilik bir Yunan alayı
görevlendirilecekti. %40 Türklerden, %60 Rumlardan oluşmak üzere Kıbrıs
Cumhuriyeti ordusu kurulacaktı.24 Bu tarihe kadar Rum tedhiş hareketlerini
örgütlemiş olan Enosis taraftarları için antlaşma kabul edilemez bir statüko
yaratmıştı ve EOKA liderleri de bu antlaşmayı geçici bir durum olarak kabul
etmişlerdi.25 Söz konusu nedenden ötürü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından
sonra EOKA’nın faaliyetleri artarak devam etmiştir.
Kurulan Devlet ile, Cumhurbaşkanı Makarios’a göre “800 yıl sonra
Kıbrıs yeniden “Helen idaresine” kavuşmuştu ve 1960 Antlaşmaları geçici bir
safhaydı. Daha önce Girit’te yapıldığı gibi barış dönemi Enosis’e ulaşmak için
kullanılacak, Türk Toplumu zaman içinde etkisiz hale getirilecekti. Bu süreç

Girit’te 69 yıl sürmüştü. Tüm bu kendisinin imzacısı olduğu kurucu antlaşmaya
aykırı ve muhalif tutumları nedeniyle Makarios, tarih sayfalarında kendi halkına
karşı tedhiş hareketlerini teşvik eden ve sistematik etnik temizlik uygulayan
dikta eğilimli birkaç idareciden bir tanesi olarak yer alacaktır.
Bu esnada Makarios’un da teşvik ve teşcii ile tedhiş hareketleri artarak
devam ediyor ve Ada’da yaşayan Türkler için yaşam günden güne zorlaşıyordu.
1964 yılında BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs’a bir Barış gücü gönderme kararı
aldı. Makarios, BM kararından önce; ABD Başkanı Johnson’un isteğiyle
Lefkoşa’ya gelen Dışişleri Bakanı George Ball’ın “Ada’daki şiddet olaylarını
durdurmak için bir NATO gücü gönderilmesi” teklifini reddetmişti.26 Soğuk
Savaş’ın kızıştığı bu yıllarda Ada’daki gelişmeler Amerikan Hükümetini
endişelendirmekteydi. Çünkü tırmanan gerilim, doğu sınırındaki iki NATO
üyesi arasında sonuçları öngörülemeyecek bir savaşa neden olabilirdi.
Tüm bu çabalar Kıbrıs’taki tedhiş hareketlerini engellemeye yetmedi
çünkü Yunanistan el altından Makarios’a ve onun idaresindeki EOKA’ya destek
vermekteydi. Söz konusu durumun açığa çıkması üzerine Ankara, Kıbrıs’taki
garantörlük haklarını kullanacağını söyleyerek askeri müdahale imasında
bulundu. Tam bu noktada Rumların ve Yunanlıların ABD’de on yıldır
sürdürmekte oldukları propaganda çalışmalarının sonuç verdiği görülür. Çünkü
5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon Johnson Ankara’ya tehdit dolu
bir mektup göndererek, “müdahale halinde Sovyetlerin işe karışması
durumunda ABD’nin Türkiye’yi korumayacağını” bildirdi.27 Sovyetler daha
önce özellikle Türkiye ya da NATO müdahalesi durumunda sessiz kalmayacağı
tehdidinde bulunmuştu.28 Her satırı tehdit dolu Johnson mektubu Ankara’da
infiale neden olmuş29 ve Türkiye’nin müdahalesini on yıl geciktirmiştir. Fakat
Başkan Johnson daha sonra NATO’nun doğu kanadındaki müttefikini
küstürerek yapmış olduğu hatanın farkına vararak, 1967 yılındaki Rum tedhiş
eylemlerinden sonra Ankara’nın vermiş olduğu dört maddelik ültimatomun
Yunanistan tarafından kabul edilmesi için bu sefer etkin rol alacaktır.30
Müdahaleyi geciktiren diğer etken 1964 yılında Ada’da konuşlandırılmış olan
BM Barış Gücü, UNFICYP’nin varlığıdır. UNFICYP, 1964 yılı ile 1974 yılı
arasındaki on yıllık sürede Rumların lehine bir durum yaratmıştı.31 Tüm bu
gelişmelerin ortasında 21 Nisan 1966 tarihli Paris Gazetesinde nihai hedefi
Enosis olarak belirleyen Akritas Planı yayınlandı.

1967 yılına kadar geçen süre zarfında, BM Barış Güçüne rağmen Türk
Toplumuna karşı uygulanan tedhiş ve sindirme politikaları artarak devam
etmişti.32 Türkler bulundukları yerlerden ayrılamamakta, işlerine
gidememekteydiler. 1967 yılında Adadaki Rum ve Yunan orduları iki Türk
köyüne saldırdı. Saldırıda 28 Türk katledilmişti. Saldırı sonrasında Türkiye
hemen müdahale tehdidinde bulundu, Yunanistan, gizlice Ada’ya soktuğu
askerlerini geri çekmeyi ve Türklere tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt etmek
zorunda kaldı. Oysa, daha sonra bu taahhütler unutulmuştur. 1968 yılında
toplumlararası görüşmeler başladı. Görüşmeler 1974 yılına kadar devam etti,
fakat bir netice alınamadı. Bu esnada Rumlar Akritas Planı’nı uygulamayı
sürdürüyorlardı. 1972 yılında Türk Toplumu lideri Rauf Denktaş genişletilmiş
toplumlararası görüşmede;

Kıbrıs çok hassas bir bölgede bulunmaktadır. İki toplum arasında yer alan
her olayın kaçınılmaz olarak Ankara ve Atina’ya yansıması gerçeğini
önemsememek olanaksızdır.…. Kıbrıs bir Yunan Türk dostluk ve işbirliği
köprüsü olmalıdır ve olabilir. …. Kabul edilmiş haklar ve siyasal statü ışığında
barış ve adalet istiyoruz…33 demişti.

Görüşmelerden sonuç alınamamış ve 1963’te yaşadıkları yerlerden
ayrılmak zorunda kalan 30.000 Türk hala evlerine geri dönememişti. Makarios
ise 1973 yılında Le Point dergisine verdiği demeçte şöyle demekteydi;
“Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis) için mücadele ettim ve ilhak daima
ulusal emelim olacaktır”.34

Tüm bu gelişmelerin ortasında, 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a
karşı darbe yapılmış ve Makarios Adadan kaçmıştır. 20 Temmuzda ise Garantör
Devlet olarak Türkiye Adaya müdahale etti. Bu müdahale ile, BM’de çözüm
görüşmeleri devam ederken, kimsenin beklemediği bir zamanda I. Kıbrıs Barış
harekâtı gerçekleştirilmiş oldu. 14 Ağustos’ta, Cenevre’de devam eden barış
görüşmelerinden sonuç alınamaması üzerine35 II. Harekât gerçekleştirildi. II.
Harekât ile bugün yeşil hat üzerinde yer alan sınırlara kadar uzanan bölge yani

Adanın %35’i Türk kontrolüne geçti. Bundan sonra hızla Kuzey Kıbrıs Türk
Bölgesinin kalkınmasının sağlanması için çalışmalar başlatıldı.36 II. Harekâtın
gerçekleştirildiği gün Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekildi.
Makarios’un Ada’dan kaçmasından sonra başa getirilen EOKA militanı Nikos
Sampson’un37 yerini Klafkos Klerides aldı.

c) Yunanistan’ın Avrupa Topluluğu’na Tam Üye Olması ve Türkiye'nin Tutumu

Önceki sayfalarda da söylendiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesinden
sonra Yunanistan’daki askeri cunta devrilmişti. İktidara gelen Karamanlis
Hükümeti Yunanistan’ın iç sorunlarının üstesinden gelebilmek için o
dönemdeki adıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerini
düzenlemek ve bir an önce Topluluğa üye olmak siyaseti takip etmeye başladı.
Bu esnada Şubat 1976’da Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin Federe Türk kanadı
ilan edildi. Rumlar, söz konusu ilana büyük tepki göstererek, ilanı BM Güvenlik
Konseyi’ne götürdüler. Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD Türkiye’ye ambargo
uygulamaya başlamıştı. Cuntanın devrilmesinden sonra iktidara gelen
Karamanlis Hükümeti, dondurulan AET antlaşmasının (Atina Antlaşması)
tekrar işler hale gelebilmesi için girişimlerde bulunmaya başladı.38 AET
Komisyonu ve Konseyi, Fransa’nın Yunanistan’ı desteklemesine rağmen
Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeyi bozmaya istekli değildi. 1975’li
yıllar Türkiye’nin Kıbrıs harekâtı nedeniyle yalnızlığa itildiği yıllardır. Bir
yanda ABD ambargosu diğer yandan da Topluluğun bu harekâttan sonra
Yunanistan’a karşı sergilediği yakınlık ve Türkiye’yi dışlaması, Türk yönetici
elitinin Batı ve Topluluk ilişkilerini yeniden sorgulamasına yol açmıştı.39
Haziran 1976’da, başka bir deyişle Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinden
yaklaşık iki yıl sonra, Karamanlis Hükümeti AET nezdinde destek sağlayarak
tam üyelik başvurusunda bulundu. Bu dönemde Türkiye’de siyasi istikrarsızlık
hâkimdi.

Yunanistan’ın tam üyelik başvurusundan sonra AET ülkeleri Türkiye’nin
de aynı talepte bulunacağından çekinmişti. Oysa Türkiye, Ankara
Antlaşması’nın ikinci aşamasını oluşturan ve 1971 yılında yürürlüğe giren
Katma Protokol’ün revize edilmesi ile yetinmek niyetindeydi. Daha sonraki
yıllarda ise ilişkilerin beş yıl süreyle dondurulması talep edilecektir. Topluluk,
Türkiye’nin tam üyelik istememesini büyük memnuniyetle karşıladı. Çünkü
Türkiye’nin tam üyelik talebi Yunanistan’ın tam üyelik sürecini olumsuz
etkileyecek ya da Türkiye de tam üyeliğe kabul edilmek zorunda kalınacaktı.
Böylece askeri kazanımları diplomasi alanında kaybetme süreci başladı ve 1981
yılında Yunanistan onuncu üye olarak Topluluğa katıldı. Aynı yıl Yunanistan’ın
gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AET-Kıbrıs Ticaret
Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokol ile Topluluk, Rum Yönetimi ile
ortaklığın ikinci aşamasına geçmişti.40

Yunanistan, Topluluğa tam üye olurken, Yunanistan’ın Türkiye ile
sorunlarını Topluluk organlarına taşımayacağı taahhüdüne güvenilerek aynı yıl
Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü engelleyen veto kaldırıldı.
Topluluk nezdinde Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyenlerin “tam üyelik”
başvurusu yolundaki telkinleri dikkate alınmamıştı. Böylece Yunanistan,
Kıbrıs’taki askeri yenilgisini diplomasi alanında telafi etme yolunda Türkiye’ye
karşı iki yeni ve önemli mevzi kazanmıştı: (1) Topluluk organlarında temsil
edilerek AET’yi arkasına almış, hiçbir Taviz vermeden NATO’ya geri
dönebilmişti. (2) Kıbrıs’ta ise, BM nezdineki girişimleri ile Rum tarafının
Ada’nın de jure olarak tanınan tek yönetimi olmasını sağlamış, uluslararası
ortamda Türk Toplumuna yaşama şansı tanınmamasını engellemişti. Üyelik
müzakereleri devem ederken, Yunanistan’ın üyeliğinin Türkiye’ye karşı
kullanılmayacağı gerek Yunanistan ve gerekse Topluluk tarafından garanti
edilmişti. Aslında Topluluğun karar alma mekanizmaları göz önüne alındığında,
Yunanistan’ın tam üye olduktan sonra Türkiye-Topluluk ilişkilerini olumsuz
etkileyebileceği görülebilirdi. Askeri güç olarak Türkiye karşısında yetersiz
kalan ve Kıbrıs harekâtından sonra Türkiye’yi kendi başına durduramayacağını
gören Yunanistan, katılım müzakerelerinden önceki taahhütlerinin aksine
Topluluk organlarında temsil edilmeye başladıktan hemen sonra, Türkiye-
Topluluk ilişkilerini bloke etme, diğer bir deyişle yürümez hale getirme
çalışmalarını vakit geçirmeksizin uygulamaya koydu.

Bundan sonra Yunanistan, Kıbrıs ve Ege sorunları başta olmak üzere
birçok konuyu Topluluk-Türkiye ilişkilerinde öncelikli şart olarak ileri
sürmüştür. Dünyadaki gelişmeler, örneğin Sovyetler Birliğinin dönemin sonuna
doğru dağılması, Türkiye ile Topluluk arasındaki siyasi dengeyi Türkiye’nin
aleyhine değiştirdi. Türkiye, Topluluk ile ilişkilerinde en önemli mevzisini 1975
yıllında Yunanistan’ın hemen ardından Topluluğa tam üyelik başvurusunda
bulunmamakla kaybetmişti. Türkiye’nin bu dönemdeki muhtemel tam üyelik
başvurusunun kabul edilme ihtimali 1987’dekinden fazla olmamakla birlikte,
tam üyelik başvurusu Yunanistan’ın üyeliğini zorlaştırıcı etkide bulunabilir ve
Türkiye’nin pazarlık gücünü artırabilirdi. İkinci kayıp ise, 1980 yılının başında
Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü önündeki vetonun karşılıksız olarak
kaldırılmasıdır. Vetonun kaldırılmasında Cunta Hükümetinin Batı ile ilişkileri
iyileştirme ve meşruiyet kazanma isteği etkili olmuştu. Aynı yıl içinde
Yunanistan’ın gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AETKıbrıs
Ticaret Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokolle Topluluk, Rum
Yönetimi ile ortaklığın ikinci aşamasına geçti.

d) KKTC’nin Kurulması ve Rum Kesimin AB Üyelik Yolunda İlerlemesi

I. ve II. Barış harekâtlarından sonra Denktaş ile Rum liderler arasında
devam eden “Toplumlararası Görüşmelerden” sonuç elde edilememişti. Bu
esnada BM, Yunanlıların uğraşları neticesinde Rum tarafını Ada’nın tek
temsilcisi olarak kabul etmişti. 1983 yılına gelindiğinde, görüşmelerden sonuç
çıkmaması ve BM’nin olumsuz yaklaşımı üzerine 15 Kasımda Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurularak bağımsızlığını ilan etti.41 Yeni kurulan
devleti ilk Türkiye tanıdı. Geçen süre içinde KKTC de facto olarak var olmasına
rağmen de jure olarak yaşama şansı bulamayacaktır.
KKTC’nin ilanından sonra da Toplumlararası Görüşmeler devam ettirildi
fakat herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. KKTC’nin ilanından dört yıl sonra
1987 yılında Türkiye Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu fakat
başvurusu reddedildi. 1990 yılının haziran ayı içerisinde toplanan olağan
Topluluk zirvesinde, Yunanistan’ın isteği doğrultusunda Kıbrıs sorunu ilk kez
“resmi gündem” maddesi çerçevesinde ele alındı. Zirve sonrasında yayınlanan
Nihai Bildiride ise “Kıbrıs’ın Türkiye Topluluk ilişkilerini etkilediği” cümlesine
yer verildi. Böylece Topluluk Kıbrıs meselesi konusunda resmen taraf olmuş,
Yunanistan diplomasi alanında bir mevzi daha kazanmıştı. Bu tarihten sonra
süreç sürekli olarak Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. Karardan birkaç gün
sonra, 4 Temmuz 1990 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Topluluğa tam
üyelik başvurusunda bulundu.42

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Topluluk’a tam üyelik
başvurusu ve başvurunun kabulü neticesinde, Türkiye’nin garantörlük
haklarının altının boşaltılmasının yolu da açılmıştı. Ayrıca, AB Müktesabatı’nın
Ada’da uygulanmaya başlamasıyla ekonomileri Güney’den daha zayıf olan
Kıbrıslı Türklerin mülklerinin satın alınabilmesi ve Ada’daki nüfus dengesinin
Rumlar lehine değiştirilebilmesi de mümkün olabilecekti. Rumların ve
Yunanistan’ının AB üyeliği ile elde etmeyi planladığı diğer beklenti Ada’daki
Türk askerlerinin çekilmesinin sağlanması ve Türkiye’nin etkinliğinin
azaltılmasıydı.

Bu esnada çözüme yönelik çalışmalar da devam ediyordu. 1992-1993
yılları arasında BM Genel Sekreteri Boutros Ghali, Kıbrıs sorunun çözümü için
taraflara yüz paragraftan oluşan bir “(Ghali) Fikirler Dizisi” sundu. Fikirler
Dizisi’nin bir bölümü güven artırıcı önlemlerden oluşuyordu. Güven artırıcı
önlemler arasında, Lefkoşa havaalanının iki toplumun ortak kullanımına
açılması, sınırlardaki birliklerini belli noktaların gerisine çekilmesi gibi konular
yer alıyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Rum lider Vasiliu
Fikirler Dizisini müzakere ederken, Vasiliu müzakerelerden dolayı Rum
tarafında sert şekilde eleştiriliyordu. Denktaş, Fikirler Dizisi’nin doksan
paragrafını kabul etmişti. Klafkos Klerides, 1993 yılında müzakereler
dolayısıyla yıpranan Vasiliu’ya karşı seçimleri kazanarak iktidara geldi ve vakit
geçirmeden, Fikirler Dizisini müzakere etmeyeceğini ilan etti. Klerides’in
olumsuz tavrı nedeniyle müzakereler, 1984-1985 yılları arasında zamanın BM
Genel Sekreteri De Cuellar’ın getirdiği çözüm önerilerinin akıbetine uğramıştır.
Rumların Fikirler Dizisini müzakereyi reddetmelerinde AB ile geliştirdikleri ve
üyelik sürecine doğru giden gelişmelerin yadsınamaz etkisi vardı.43
Yunanistan’ın uğraşları sonucu AB Komisyonu, tam üyelik
başvurusundan üç yıl sonra Rum Kesimine cevap verdi. 1994’teki Korfu Zirvesi
öncesinde tam üyeliğe hazırlık sürecinde Rumlarla siyasi ve ekonomik ilişkileri
güçlendirme kararı alındı. Korfu Zirvesi’nde ise Malta ve GKRY’nin bir
sonraki genişlemede Birliğe katılması kararlaştırıldı. 31 Mart 1998’de Rumlarla
tam üyelik müzakereleri başlatılacaktır.
1995 yılı Aralık ayında AB-Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması (GBA)
imzalandı. Kıbrıslı Rumlara tam üyelik yolu açıldıktan sonra GBA ile Türkiye,
AB tarihinde tam üye olmadan, başka bir deyişle karar alma mekanizmalarında
temsil edilmeden AB ile Gümrük Birliğine giden ilk ve tek ülke olmuştu.

Antlaşma ile Türkiye’nin talep ettiği AB’nin özünde değil, fakat AB’ye
ithalatının tabi olacağı rejim konusundaki endişeleri daha sonra giderilerek,
işlenmiş tarım ürünleri Antlaşma kapsamı içerisine alınmıştı.44 Türkiye,
müzakerelerde karşı çıktığının aksine, AB’nin çok geniş bir mevzuat uyumunu
kabul etmişti. Türkiye hiç istememesine rağmen, GBA ile Güney Kıbrıs Rum
Kesimi arasında bağlantı kurulmasını Antlaşmanın imzalanabilmesi için kabul
etmek zorunda kalmıştı.45

GBA, Türk tarafının çok istemesine rağmen tam üyelik perspektifine
yönelik bir hüküm içermiyordu. GBA’nın imzalanmasından sonra KKTCTürkiye
Ticareti Antlaşma’nın 12 ve 64’ncü maddelerinin uygulanması durumu
da belirsiz hale gelmişti. Belirsizliği gidermek için iki devletin
Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ile Rauf Denktaş arasında Ankara’da 12
maddelik bir deklarasyon (bildirge) imzalandı.46 Deklarasyonda Garantörlük
Antlaşmalarına atıfta bulunularak GKRY’nin tek başına AB üyesi
olamayacağının altı çizildi ve KKTC ile ilişkilerin GAB vasıtasıyla daha da
geliştirileceği belirtildi.

Bu esnada Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmek yolundaki çalışmaları
da devam ediyordu. 1997 Aralık ayında Lüksemburg’da Türkiye'nin tam üyelik
beklentisini Fransa, Hollanda ve İtalya desteklerken; Almanya ve Yunanistan
Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmaktaydı. Özellikle Yunanistan, Kıbrıs ve
Ege konularında isteklerini dikte ettirme yolunu seçmiş, Dışişleri Bakanı
Simitis Türkiye'nin adaylık beklentisinin önüne Kıbrıs kozunu sürmüştü.47
Zirve’den Türkiye'nin beklentilerinin tam aksi kararlar çıktı. Zirve sonrasında
Dışişleri Bakanı İsmail Cem tepkisini; “Beni aday olarak görmeyen bir
toplulukla ben siyaset konuşmam, bundan sonra Avrupa’nın Kıbrıs konusundaki
sorularına muhatap olmayacağım”48 şeklinde ortaya koydu. 1998 yılı Mart
ayında AB, Kıbrıs’ın tek resmi temsilcisi olarak kabul ettiği GKRY (Kıbrıs
Cumhuriyeti) ile katılım görüşmelerini başlatarak Güney Kıbrıs’ın üyelik
yolunda hızla ilerlemesinin önünü açmış oldu.

2) 1999 Yılı Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye Tam Üyelik İçin Adaylık Statüsü Verilmesinden Sonraki Gelişmeler ve Kıbrıs

a) 1999 Yılındaki Gelişmeler

Kıbrıslı Rum ve Türk liderlerini dolaysız görüşmelere girmeye davet
eden 1250 sayılı ve 29 Haziran 1999 tarihli BM Güvenlik Konseyi Kararı
çerçevesinde, birinci tur “dolaylı görüşmeler” 3 Aralık 1999 tarihinde New
York’ta başladı. İlk tur görüşmeler, Kıbrıs sorunu üzerine gelecekte özlü
dolaysız müzakereler için zemin hazırlamak amacıyla düzenlenmişti. Kıbrıs
meselesi, 1999 yılında yapılan genel seçimler sonrasında Bülent Ecevit
Başbakanlığı’nda, Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) ve Anavatan Partisi’nin (ANAP) Haziran ayında kurmuş olduğu
Koalisyon Hükümeti Programında;

KKTC’nin kazanılmış haklarının korunmasına ve geliştirilmesine yönelik
politikalarımız kararlılıkla sürdürülecektir. Kıbrıs’ta bugün iki ayrı devlet
bulunmaktadır. KKTC’nin konfederasyon önerisi, Ada’da ortak bir çözüm için
en gerçekçi yolu oluşturmakta ve hükümetimizce desteklenmektedir…49
şeklinde yer almıştı.

Yeni Hükümetin kurulduğu yıl olan 1999 yılında, Türkiye-AB ilişkileri
dönüm noktasına gelmiş, Aralık ayında yapılacak olan Helsinki Zirvesi’nde tam
üyelik yolunda adaylık statüsünün tanınması beklentisi içine girilmişti. 1997
yılındaki Lüksemburg Zirvesi’nde ve sonrasındaki dönemde AB ile ilişkiler
gerginleşmiş ve kritik dönemlerden geçilmişti. Adaylık statüsünün tanınmasının
önündeki en büyük engel Yunanistan’ın veto tehdidiydi. Bu endişeyi dile
getiren Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Yunanistan vetosunun ilişkilerde
sorunları artıracağını” ilan etmişti.50 Zirve öncesi Türkiye tarafında gergin bir
bekleyiş başlamıştı. Beklenti, 1997’deki AB-Türkiye İşbirliği Konseyi
toplantısında söz verildiği şekliyle, diğer adaylara olduğu gibi Türkiye’ye de ön
şartsız tam üyelik adaylığı statüsünün verilmesiydi.51 Oysa, tam üyelik statüsü
umulanın aksine Yunanistan’ın istekleri doğrultusunda verilecektir. Çünkü
Türkiye’ye tam üyelik adaylığı yolunun açılabilmesi için Yunanistan’ın
vetosunun kalkıp kalkmayacağı belirsizliğini son ana kadar korumuştur.
AB, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan Helsinki Zirvesi’nde yoğun
çabalar, ABD’nin baskısı ve Yunanistan’ın istediği tavizleri, özellikle
GKRY’nin tüm Ada’yı temsilen üyeliğinin önünün tamamen açılması
garantisini almasından sonra, Türkiye’yi aday ülkeler arasına aldı. Böylece AB,
Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek adaylık statüsünü resmen başlatmış oldu.52

Her fırsattan çıkar sağlama politikası izleyen Yunanistan, Türkiye’den ve
Birlikten istediği tavizleri almadan vetosunu kaldırmaya yanaşmamıştı. Diğer
14 ülke 1997 yılındaki Lüksembourg Zirvesi’nin aksine bu sefer Türkiye’ye
tam üyelik için adaylık statüsünün tanınmasına yeşil ışık yakmıştı.53 Yunanistan
vetosu, Helsinki öncesinde Brüksel’de yapılan AB Dışişleri Bakanları
toplantısında istenilen tavizler elde edildikten sonra kaldırılmıştı. Ayrıca
Yunanistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların 2004’e kadar çözüme
kavuşması ya da Lahey Adalet Divanı’na gidilmesinin kabulü diğer şarttı.
Yunanistan, sadece Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı sorunu nedeniyle, kararın
lehine çıkarabileceğine inandığı için Lahey’e gitmeyi kabul ediyordu.54
Yunanistan acısından kısa vadede elde edilen en önemli kazanım, GKRY
ile devam etmekte olan üyelik müzakerelerinin bloke edilmeyeceği garantisinin
alınmış olmasıydı. Ada’da siyasi çözüme ulaşılamasa da, GKRY AB üyesi
olabilecekti. Vetonun kalkması memnuniyetle karşılanırken, Kıbrıs oldubittisine
tepki gösterilmiş fakat karar değiştirilememiştir. Tam üyelik için adaylık statüsü
alınmıştı, fakat özellikle Kıbrıs konusunda verilen taviz, Türkiye'nin Zirve’de
elde edeceği kazanımların eksi çarpanı olmuştu.55 GKRY’nin üyeliği önündeki
olası veto engelini garantiye alan Yunanistan Zirve’nin asıl kazançlı tarafıydı.
İlk başlarda GKRY’nin üyelik sürecinin uzayacağı, ara dönemde Ada’da
çözüme ulaşılacağı düşünülerek Yunanistan’ın aldığı bu taviz fazla
önemsenmedi. Oysa Kıbrıs ile ilgili gelişmeler bu garanti çerçevesinde
yürüyecek, üyelik garantisi alan GKRY uzlaşma masasına her zamankinden
daha uzlaşmaz ve kabul edilemez isteklerle oturmaya başlayacaktı. Adaylık
statüsü tanındıktan sonra Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail
Cem Helsinki’ye giderek AB’nin aile fotoğrafında yer aldılar. Rauf Denktaş,
AB’nin Kıbrıs kararına “AB’nin Kıbrıs kararı çözüm arayışlarını engelleyecek
ve Rum tarafını çözümsüzlük yolunda teşvik edecektir”56 şeklinde tepki
göstermişti. Gelecekteki gelişmeler Denktaş’ı haklı çıkaracaktır. Her şeye
rağmen 1999 yılı Türkiye açısından AB ile ilişkilerde dönüm yılı olmuştur.
Kıbrıs, bu yıldan sonra AB ile olan ilişkilerde daha fazla sorun olmaya
başlamıştır.


b) 2000 Yılındaki Gelişmeler

2000 yılının Türkiye-AB ilişkilerindeki en önemli gelişmesi, daha önceki
AB Konseyi sonuçları temelinde bir Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)
(Accession Partnership-AP) hazırlanması kararı çerçevesinde Türkiye-AB
KOB’un hazırlanması oldu. KOB, siyasi ve ekonomik kriterler ile üye ülke
yükümlülükleri ışığında katılım hazırlıklarının yoğunlaşması gereken
öncelikleri içermekte ve müktesebatın benimsenmesi için Türkiye tarafından
hazırlanacak olan Ulusal Programa (UP) (National Programme for the
Adaptation of the Acquis- NPAA) eşlik edecek şekilde hazırlanmıştı. KOB,
adaylık yolunda ilerlenecek yöntem ile kısa ve orta vadeli kriterleri
belirlemekteydi ve üyeliğin yol haritası niteliğindeydi. Komisyon, üyeliğe
hazırlanan aday ülkelerin kaydettikleri gelişmeleri, katılım öncesi stratejinin bir
parçası olarak, düzenli bir şekilde Birlik Konseyi’ne rapor ediyordu. Haziran
1998’de Cardiff’te toplanan AB Zirvesinde, Komisyon’un Türkiye hakkında,
Türkiye-AT Ortaklık Antlaşmasının 28’inci maddesi ve Lüksemburg Zirvesi
sonuçlarına dayanan bir rapor sunacağı açıklanmıştı. Komisyon, Türkiye’ye
ilişkin ilk İlerleme Raporunu, diğer aday ülkelerin İlerleme Raporları ile
birlikte, Ekim 1998 tarihli Viyana Zirvesine; ikinci raporunu ise Ekim 1999
tarihli Helsinki Zirvesine sunulmak üzere hazırlamıştı. Bununla birlikte Türkiye
ile ilgili en kapsamlı rapor Aralık 2000’de toplanan Nice Zirvesine sunulmuştur.
2000 yılında, Aday ülkelerin Birlik mevzuatına uyum kapasitesini ortaya koyan
ilk geniş kapsamlı “İlerleme Raporu” yayınlanmıştır.57

I) Dolaylı Müzakereler KOB ve Kıbrıs

Kıbrıs, KOB’un kısa vadeli öncelikleri arasında ilk maddede olarak; “…
Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9 (a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel
Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı
bir sonuça bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek”
şeklinde yer almıştı. 58 Kıbrıs’ın KOB’da yer alması Türk tarafında tepkiyle karşılandı.

Bu esnada Kıbrıs’ta çözüme yönelik girişimler devam ediyordu. Şubat ve
Temmuz aylarında Cenevre’de ikinci ve üçüncü tur dolaylı müzakereler yapıldı.
Haziran ayında, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) yetkisinin
uzatılmasında gerilim doğdu. KKTC, UNFICYP’nin Kuzeydeki varlığı üzerine
kısıtlayıcı şartlar koydu. Eylül ayında New York’ta dördüncü tur görüşmeler
yapıldı. Bu esnada BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De
Soto, “New York’taki görüşmelerin diğerlerinin aksine ileriye doğru niteliksel
bir adım olduğunu” ilan etti. Görüşmelerde, dört temel konu; toprak, mülkiyet,
güvenlik ve anayasa ele alınmıştı. 2000 yılının son dolaylı görüşmesi Kasım
ayında Cenevre’de yapıldı. Görüşmelerden sonra De Soto, “Türkiye, bir
garantör devlet olarak Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı çözüm
bulunması için gayret göstermeye devam etmelidir”59 şeklinde bir beyanda
bulunarak, aslında BM’nin çözüm için Türkiye’den taviz beklediğini üstü kapalı
bir şekilde ilan etti.

Aynı günlerde Loizidou davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) vermiş olduğu karar gereğince, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi,
Temmuz 2000’de dava ile ilgili ikinci bir Ara Karar kabul etti. Ara Karar’da;
“Türkiye'nin Mahkeme’nin kararını yerine getirmeyi reddetmesi uluslararası
yükümlülüklerine aygırıdır. Türkiye, daha fazla gecikmeksizin AİHM’nin 28
Temmuz 1998 tarihli kararına tam olarak uymalıdır”60 denilerek GKRY
vatandaşı Louzido’nun tazminatının ödenmesi istendi. Louzido’ya ek olarak
GKRY’de yaşayan Rumlardan yaklaşık 200 tanesi AİHM’de Loizdou davası
benzeri davalar açmıştı. Diğerleri de bu davanın sonuçunun emsal teşkil
etmesini ve benzeri davaları açmak için sırada beklemekteydi. 2000 yılı
İlerleme Raporu’nda GKRY’nin üyelik yolunda Kopenhag Kriterlerini başarıyla
yerine getirdiği ve üyeliğe engel en önemli siyasal sorunun Ada’nın
bölünmüşlüğünün olduğu belirtildi.61 Böylece Kıbrıs Rum Yönetimi AB tam
üyeliğine bir adım daha yaklaşmış olduğu resmen ilan edilmiştir.
Avrupa Komisyonu’nun 8 Kasım 2000 tarihli önerisini takiben, AB
Konseyi 4 Aralık 2000 tarihinde, Türkiye için ilk KOB üzerine siyasi bir
Antlaşmaya onay verdi. KOB vasıtasıyla AB, Türkiye ile diyalogun
geliştirilmesi ve Türkiye’nin, AB üyeliği için gerekli değişiklikleri zamana
yayarak gerçekleştirilmesini amaçlanıyordu. Fakat, KOB’da Yunanistan’ın
ısrarıyla son dakikada yapılan değişiklikle Kıbrıs kısa vadeli öncelikler arasına
alınmıştı. KOB hazırlanırken Yunanistan kendi çıkarları açısından önemli
gördüğü Kıbrıs konusunu kısa vadeli öncelikler arasına aldırarak kazanç
sağlamaya çalışırken, Türkiye de, Ege konusunun KOB’un Giriş bölümünde
kalmasını sağlamıştı.62 Böylece AB Konseyi KOB’u hazırlarken Yunanistan ve
Türkiye arasında bir orta yol bulmuştu. 2000 yılında, Türkiye-AB ilişkileri ivme
kazanmış bu esnada GKRY, AB’ye tam üye olma yolunda hızla ilerlemiştir.

c) 2001 Yılındaki Gelişmeler

2001 yılı Şubat ayı içerisinde AB Genel İşler Konseyi Toplantısında, AB
Dışişleri Bakanları AB-Türkiye Katılım Ortaklığının hayata geçirilmesi ve
katılım öncesi strateji çerçevesinde Türkiye’ye verilecek destekle ilgili kararı
onayladı. Bu esnada 2001 yılının ilk altı ayında Türkiye, AB’ye tam üyelik için
uyum çalışmalarını devam ettirmişti. 2001 yılı Mart ayı içerisinde Türkiye,
AB’ye katılım için Ulusal Programını da (UP) hazırlamıştı. Ulusal Program’da
KOB ile istenen kısa ve orta vadeli öncelikler için hedef takvimler belirlenmişti.
2001 yılının sonunda AB Komisyon’u Türkiye İlerleme Raporunu hazırlayarak
Laeken Zirvesi’ne sundu.

3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder