Lawrence etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lawrence etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926–1930)

Ağrı  İsyanlarında Yabancı Parmağı  (1926–1930) 


Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ
* Yrd.Doç.Dr., Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kütahya, esradegerli@gmail.com 
SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi  Sosyal Bilimler Dergisi 
Aralık 2008, Sayı:18, ss.113-132. 


ÖZET 

  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Milli Mücadele döneminde olduğu gibi Kürtçü faaliyetlerin tehdidi ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. 
   Bilindiği gibi, bu tehditlerin ilki ve en büyüğü Şeyh Sait isyanı (13 Şubat–15 Nisan 1925) olmuştur. Musul’u İngiliz mandaterliği altındaki Irak’a bağlamak maksadıyla kışkırtılan ve kısa sürede Bingöl, Muş, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ, Ergani, Silvan, Siirt ve Urfa gibi geniş bir alana yayılan isyan hareketi her ne kadar 15 Nisan’da bastırılmışsa da bölgede huzursuzluk dört yıl daha devam etmiştir. Bu huzursuzluk yıllarında İngiliz casusu Albay Lawrens’in Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de genel bir Kürt ayaklanmasını planlamak için gizlice bu bölgeye gönderildiği ve Kürt Teali Cemiyeti, Vilayeti Sitte Kürt Cemiyeti gibi kuruluşları yeniden organize ettiği bilinmektedir. 

Çalışmamızda 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden Ağrı isyanında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlardan yararlanılarak, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi devletlerin rolü özerinde durulacaktır. 

Giriş 

Bugün Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede meydana gelen gelişmeler, tarihin hemen hemen her döneminde bütün dünyayı etkilemiş, bütün dünyanın ilgisini 
çekmiştir. Orta Doğunun dünya politikasındaki bu tarihi rolü, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kültürel ve ekonomik bir aracı olmasından kaynaklanmaktadır. 

Dünyanın en önemli su yolları olan Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi Orta Doğudadır. Bununla birlikte bölgenin yirminci yüzyıldaki önemli yeri petrol üretimi ile belirginleşmiştir. Bu nedenlerden dolayı, Orta Doğu büyük devletlerin rekabet sahasına dönüşmüştür. Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu bölge üzerindeki çekişmeler Şark Meselesi olarak adlandırılmış ve Avrupa Devletleri Türkleri bu coğrafyadan atmak ve yok etmek için her fırsatı değerlendirmişlerdir. Batı’nın Türklere karşı süregelen bu tutum ve davranışları, Osmanlı Devleti’nde baş gösteren çöküş belirtilerinin başlamasıyla yeni bir şekil ve mana kazanmış, Avrupalılar nazarında Osmanlı’nın mirasının paylaşılması halini almıştır1. Bu devletlerden özellikle İngiltere’nin stratejik ve ekonomik değeri olan Osmanlı toprakları üzerinde, kendisine bağlı küçük devletlerin kuruluşunu destekleme politikasına uygun olarak bölgeye gönderdiği misyonerler, diplomatlar, uzmanlar ve din adamları faaliyet göstererek, Ermeniler, Araplar ve Kürtler gibi bağımsızlık peşinde koşan grupları kışkırtmıştır2. Bu bağlamda Mark Sykes ve İngiliz casusu Albay T. E. Lawrence3 Arapları, bu politikalarının bir devamı olarak da Kürtlere ve Ermenilere bağımsızlık vaat ederek, Osmanlı hanedanlığının basit bir Anadolu emirliği haline gelmeden tam anlamıyla barışın sağlanamayacağı fikrini aşılamışlardır4. 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeni ve Rum faaliyetlerinin tamamen Çarlık Rusya’nın kontrolü altına girmesi de İngiltere’yi Doğu Anadolu Müslüman halkı 
üzerindeki faaliyetlerini artırmaya itmiş ve İngiliz hükümetinin desteği ile “Kürdistan Azmi Kavmi”, “Kürt Teavün ve Terakki”, “Hewi/Hiva” gibi cemiyetler kurularak Osmanlı topraklarında bölücülük faaliyetlerinde bulunmuşlardır5. Birinci Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın müttefiki olarak yenik çıkan Osmanlı’ya koşulları çok ağır olan Mondros Ateşkesinin (30 Ekim 1918) imzalatılmasıyla da ümitlenen bu zümreler tekrar harekete geçmişler, ülkenin parçalanması yolunda azami çaba sarf etmişlerdir. 

Ayrıca Mondros Ateşkesinin “Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunması” şeklinde düzenlenmiş olan 7. maddesi İtilaf devletlerince kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirilmiş, Birinci Dünya Savaşı esnasında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalar6 gereğince daha ateşkesin mürekkebi kurumadan, 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdir. 200 kişilik bir müfrezesini Samsun’a çıkaran İngilizler, İskenderun, Antep, Maraş, Urfa, Birecik ve Merzifon’u; Fransızlar, Trakya’nın yanı sıra Dörtyol, Mersin, Adana ve Zonguldak’ı; 
İtalyanlar Antalya, Fethiye, Marmaris, Bodrum ve Kuşadası’nı; Yunanlılar İzmir, Menemen, Manisa, Torbalı, Bayındır, Ayvalık, Aydın, Turgutlu, Ödemiş ve daha sonra da tüm Ege Bölgesi’ni işgal etmişlerdir7. 

TBMM’nin kurulmasından Cumhuriyetin ilanına kadar Ankara hükümeti büyük güçlerle mücadele etmiştir. İçeride de İtilaf güçlerinin ve özellikle de Mezopotamya’da İngiliz himayesi altında kurulması öngörülen Arap devletinin ve Doğu Anadolu’da kurulması tasarlanan Ermeni devletinin güvenliğinin sağlanması için Kürtlerin Türk karşıtı harekete dahil edilmesini gerekli gören İngiltere’nin8 kanatları altında faaliyet gösteren Kürtçü teşekküllerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çıkardıkları isyan hareketleriyle de mücadele etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da Kürtçü faaliyetlerin tehdidi ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. Bilindiği gibi, bu tehditlerin ilki ve en büyüğü Şeyh Sait isyanı (13 Şubat–15 Nisan 1925) olmuştur. Musul’u İngiliz mandaterliği altındaki Irak’a bağlamak maksadıyla kışkırtılan ve kısa sürede Bingöl, Muş, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ, Ergani, Silvan, Siirt ve Urfa gibi geniş bir alana yayılan isyan hareketi her ne kadar 15 Nisan’da bastırılmışsa da bölgede huzursuzluk dört yıl daha devam etmiştir9. Bu huzursuzluk yıllarında İngiliz casusu Albay Lawrens’in Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de genel bir Kürt ayaklanmasını planlamak için gizlice bu bölgeye gönderildiği ve Kürt Teali Cemiyeti, Vilayeti Sitte Kürt Cemiyeti gibi kuruluşları yeniden organize ettiği bilinmektedir10. Çalışmamızda 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden Ağrı isyanında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlardan yararlanılarak, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi devletlerin rolü özerinde durulacaktır. 

1. Ağrı İsyanları, 

Şeyh Sait isyanı sonrasında doğu vilayetlerinde huzursuzluk devam etmiş ve Türk hükümeti tarafından bölgede asayişi sağlayabilmek amacıyla asilerin takibi, silah toplanması ve bazı köylerin yer değiştirilmesine devam edilmiştir. Buna rağmen asayiş sağlanamamış, Mayıs 1926’da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazıd köylerinden hayvan çalarak Ağrı yaylalarına sığınması Cumhuriyet tarihimizde “Ağrı isyanları” denilen bir seri olayların başlamasına sebep olmuştur11. Yusuf Taşo’nun sebebiyet verdiği ve Bro Haso Telli’nin elebaşılık yaptığı birinci Ağrı olayları 16-Mayıs– 17 Haziran 1926 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. 16 Mayıs 1926'da Soğanlı, Kızılbaşoğlu, Cilkanlı, Bilhanlı ve Cinganlı aşiretleri; Ağrı'daki Brosonlu İbrahim ve adamları ile birleşerek ayaklanmışlardır. İran'daki Yusuf Taso ile beraber 1.000 kadar atlının İran sınırını geçip Brosonlu'nun yardımına gelmesi üzerine ayaklanma büyümüştür. Bunun üzerine başlatılan askeri harekat nedeniyle isyancılar İran'a kaçmıştır. Her ne kadar İran hükümetinden sınırda gerekli önlemleri alması ve geçişleri önlemesi istenmişse de İran el altından bu asilere destek vermiş, bu nedenle 13–

20 Eylül tarihleri arasında ikinci Ağrı harekatı düzenlenmiştir12. 

Ağrı bölgesinde planlanmış olan asıl büyük ayaklanmayı desteklemek, devletin dikkatini çeşitli bölgelere çekmek suretiyle Ağrı’ya mümkün olduğu kadar az kuvvet gönderilmesine sebep olmak ve böylece Ağrı’da başlatılması düşünülen isyanı başarılı kılmak amacıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bir takım ayaklanmalar da bu dönemde patlak vermiştir. 22 Mayıs 1929 tarihinde patlak veren Jilyan Aşireti Reisi Ali Resul’ün çıkardığı ayaklanma 3 Ağustos 1929 tarihinde bastırılmıştır. 14 Eylül 1929 tarihinde başlayan Tendürük olayları ise 27 Eylül 1929’da bastırılmış, İranlı aşiret reisi Şeyh Abdülkadir ve mahiyeti İran’a kaçmıştır13. 20 

Mayıs 1930’da Midyad-Savur bölgesindeki olaylar 9 Haziran 1930’da Kernoslu Halit, Seyit Han ve Alican çetelerinin yakalanması ile sona ermiştir. Kör Hüseyin ve Emin-Paşaoğulları’nın 20 Haziran 1930’da çıkardıkları isyan ise Eylül’de bastırılmıştır. Ayrıca Irak’taki Şeyh Barzani’nin Molla Hüseyin Şerif idaresinde 500 kişilik bir grubu Irak sınırını aşarak Oramar’ın 15 km. doğusundaki Şat Dağı’na sevk etmesi devletin Oramar bölgesine kuvvet sevk etmesine sebep olmuş ve 16 Temmuz’da başlayan harekat 10 Ekim 1930’da sona ermiştir. Molla Hüseyin Şerif çetesi tekrar Irak’a sığınmak zorunda kalmıştır14. 

Bu olaylardan hemen sonra da üçüncü Ağrı isyanı patlak vermiştir. Süphanlı, Haydaranlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Mokurlu aşiretlerinin katıldıkları Ağrı isyanının lider kadrosunu Bro Haso Telli, İhsan Nuri ve Ermeni Zilan oluşturmakta, diğer asiler arasında Abdülkadir ile oğlu Resul, Şimikanlı Timur, Şeyh Tahir, Şeyh Fevzi, Halis, Ferzende, Musa Lezgi, Halit Ağa, Lezgi Suli, Tozu Ağa ve Ali Aksu yer almış tır15. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu açık ihanet ve devletler arası hukuka sığmayan tecavüz karşısında Ağrı bölgesinde 7 Eylül 1930’da başlayan harekat 14 Eylül 1930 tarihinde tamamlanmış ancak isyancıların bir kısmı kaçmayı başarmıştır. Bunlardan kendini Ağrı Ayaklanması Başkomutanı ilan eden Yüzbaşı 
İhsan Nuri İran’a kaçmak zorunda kalmıştır. İran hükümetinin bu asilere kucak açması hatta İhsan Nuri’ye İran ordusunda görev vermesi Türkiye’ye karşı düşmanca politikalarının bir göstergesi dir 16. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız Ağrı isyanlarının perde arkasında meydana gelen olayları ve bu isyanları örgütleyen teşkilatın hangi ülkelerden destek aldığını 1927–1930 tarihleri arasında İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’na ait konu ile ilgili derlenen raporlardan takip etmek mümkündür. Sözü edilen rapordan İngiliz hükümetinin Şeyh Sait isyanı sonrası gelişmelerle oldukça yakından ilgilendiği de anlaşılmaktadır. Bu durumun muhtemel sebebi İngiltere’nin Musul’u kendi egemenliği altında tutma isteğidir. 

Bilindiği gibi, 19 Eylül 1924 tarihinde Milletler Cemiyeti’nde Musul meselesi görüşülmeye başlanmıştır. Türkiye bölgede plebisit yapılmasını isterken, İngiltere bölge halkının cahil olduğu bahanesi ile plebisit yapılmasını reddetmiştir. Milletler Cemiyeti de İngilizlerin isteğini uygun olarak, plebisit yapılmasını reddederek üç tarafsız devletin birer temsilcisinin17 yer alacağı bir komisyon kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyon çalışmalarına başladığı sırada bölgede işgal hareketine girişmiş olmaları nedeniyle, Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924 tarihinde Bruxelles’de toplanmış ve Bruxelles hattı olarak da bilinen Musul’u Hakkari’den ayıran bir sınır çizilmiştir18. 

Komisyon 16 Temmuz 1925 tarihinde sunduğu raporunda, Irak’ın 25 yıl Milletler Cemiyeti mandasında kalması; adalet ve eğitimin yürütülmesi için Kürtlerden memur istenmesi ve Kürtçenin resmi dil olması; manda sona erdikten sonra Kürtlere özerklik sağlanamazsa Musul’un Türkiye’ye bırakılması ve bölgenin taksimine karar verilirse Küçük Zap Suyu sınır olmak koşu ile Musul Türkiye’ye, Kerkük ise Irak’a bırakılmasını önermiştir19. Bu rapor her ne kadar Türkiye tarafından Lozan’da Milletler Cemiyeti’ne bağlayıcı karar alma yetkisi tanımadığını iddiasıyla reddedilmişse de İngiltere tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. İngiltere’nin 1925 sonrasında da bu bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurulması için Türkiye karşıtı eylemleri yakından takip etmiş, destek vermeyi sürdürmüştür. 

2.İngiliz Belgelerinde Ağrı İsyanları, 

Birinci Ağrı isyanı sonrasında Türk hükümetinin bölgede asayişi sağlamak için bir takım önlemler almıştır. Türk hükümetinin bu sayede bölgede tekrar huzuru sağlaması ise, İngiliz Dış İşleri Bakanlığına 29 Ocak 1927 tarihinde “Kürt devrim hareketleri durdu” şeklinde rapor edilmiştir. Raporda Dersim’de bulunan asilerin bir kısmının teslim olduğu ve itaat etmeyi ve ellerindeki 8.000 silahı teslim etmeyi reddedenlerin ise Türk hükümeti tarafından ağır şekilde cezalandırıldığına dikkat çekilmektedir. Ayrıca Diyarbakır ve çevresinde bulunan Kürt nüfusun Türkiye’nin merkez ve doğu bölgelerine göç ettirilerek, Yunanistan ve Balkanlardan gelen Türk göçmenleri buralara yerleştirildiği de belirtilmektedir 20. 

Türk hükümetinin kısa sürede asayişi sağladığını gören İngilizler, Şeyh Sait ve 16-Mayıs–17 Haziran 1926 tarihleri arasında gerçekleşen Birinci Ağrı olayları 
neticesinde sadece Kürt isyanının Türkiye’yi bölmek konusunda başarılı olamadığını görmüşlerdir. Bu nedenle de Milli Mücadele döneminde Anadolu’da büyük bir kıyım gerçekleştirmiş olan Ermeni Taşnak liderlerinin Kürtleri yönlendirmesi ile ancak amaçlarına ulaşabilecekleri tespitinde bulunmuşlardır. Ermeni ve Kürtlerin ortak bir cemiyet çatısı altında birleşmesi için girişimlerde bulunmuşlar ve Türkiye karşıtı olan örgütlerin faaliyetlerini de dikkatle takip etmişlerdir. 

Bu bağlamda İngiliz Dış İşleri Bakanlığına gönderilen 28 Mayıs 1927 tarihli.; 

“Türkiye Anti-Kemalist ve Kürt Faaliyetler” başlığını taşıyan raporda, Beyrut’taki Kürt Devrim Komitesi tarafından Wahan Papazian’a21 anti-Bolşevik olan Taşnak Partisinin Kürtlerle birlikte Türklere karşı organize olarak faaliyet düzenleme konusunda İtalyan ve Yunan hükümetleri ile anlaştığı bildirilmiştir. 
Bu anlaşmanın ayrıntılarıyla ilgili Kürt Devrim Birliği’nin Merkez komitesi ile direkt konuşmak için Papazian’ın Suriye’den Irak’a geçtiği ve eğer bu iki komite anlaşma imzalarsa yukarıda bahsedilen amaç doğrultusunda Yunan ve İtalyan hükümetlerinin silah ve para sağlamayı taahhüt ettiği de kaydedilmiştir. 

Sözü edilen raporda Papazian’ın Kürt faaliyetlerinin hem Türkiye’de hem de Türkiye’nin doğusunda kalan bölgelerde aynı önem verilerek gerçekleştirileceğinin de altı çizilmiştir22. 

“Kürt Faaliyetleri” başlıklı 21 Ekim 1927 tarihli raporda ise yine Papazian’ın faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Ermeni yetkililerin İsmail Ağa (Simko) 23 ile 
görüştüğü ve Kürtlerden politika ve kuruluşlar için destek sözü aldığı kaydedilmiştir. Raporda Musul meselesinden doğan gerginliğe dikkat çekilerek, Türkiye dış güçlerle savaşa girerse bu durumda Kürtlerin çok önemli bir rol oynayacağı bu sebeple yeterli finansal destek sağlanmasının zorunlu olduğu da dile getirilmiştir. Ermenilerin finansal destek için İtalya’ya başvurduğu ve İtalyan hükümetinin karar vermesinin beklendiği belirtilmektedir. Benzer bir anlaşmanın İngiltere ile Irak arasında yapılması gerektiği, aksi takdirde İngiliz desteği olmaksızın Kürtlerin Ermeniler ile ortak bir harekata girişmeyeceği de vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Suriyeli lider Dr. Şeyh Bender24’in İngiltere’nin Kürt otonomi devletinin kurulmasını isteğinin bilinmesinin Bağdat’ta olumlu etki uyandırdığına dair görüşlerine de yer verilmiş tir25. 

Bu rapordan da anlaşıldığı üzere İngiliz desteğinin sağlanması ile Kürtler ve Ermeniler Türklere karşı ortak harekata girişmek için fikir birliğine varmıştır. 12 Kasım 1927 tarihli rapordan ise 10 Ekim’de Kürt delegasyon üyesi Ali İlmi’ye26 Kürt Devrim Komitesi’nin Irak otoritesi Ermeni Taşnak temsilcisi Wahan Papazian ile görüşmelere devam etmesi talimatını verdiği anlaşılmaktadır. Kürt liderlerinden Salar ed Dawla tarafından Papazian’a iletmesi için şu sorular yöneltilmiştir: 


a) Yunanlılar ve İtalyanlar ne kadar finansal yardım yapacak? 
b) İsyan hangi şekilde olacak ve nerede isyan edilecek? 
c) Yunanlılar ve İtalyanlar isyan durumunda nasıl bir işbirliğine gidebilirler, nasıl yardım ederler? 
d) Taşnak Komitesinin isteği nedir ve Kürtlerden beklentileri nelerdir?” 

Partisinin Merkez Komitesinin etkin ismi olduğu belirtilerek, Kürt Devrim Komitesi ile gizli olarak işbirliği içerisinde olduğu vurgulanmıştır (PRO, AIR 23/407). 

Denildikten sonra Kürtlerin genel bir kongresinin Irak’ta ya da İran’da yapılması mümkün olmadığı, Irak otoritesi Musul anlaşmasından ve aşiretler Türkler aleyhine faaliyetlerde geçtikten sonra Kürt aşiret cemiyetlerini görmezlikten geldiği için şikayet edilmektedir27. 

25 Ekim’de ise Papazian, Taşnakistlerin Kürt Komitesi ve Taha ile görüşmek üzere Bağdat ve Musul’daki yerel komiteyi yönlendirebileceğini belirtmiştir28. 

 3 Aralık 1927 tarihli raporda ise Papazian’ın 12 Kasım’da Paris’e gitmek için Beyrut’tan ayrılarak Memduh Selim29 ve Genç Kürt Partisi yetkilileriyle görüştüğü belirtilmektedir. Bu görüşme sonucunda komitenin yeni kana ihtiyaç duyduğu ve üyelerin politik deneyinden yoksun olduğuna dikkat çekilerek, önemli başarı etmek için önce tümüyle organizasyonun elden geçirilmesine, enerjik bir propaganda kampanyası yapılarak gençlerin Kürt Ulusal hareketinde yer almasının bir sorumluluk olduğu ortaya konmasına karar verilmiş tir30. 

8 Ocak 1928 tarihli rapordan anlaşıldığına göre Hilafet yanlıları da Kürt ve Ermenilerle ortak hareket etme kararı almıştır. Raporda belirtildiğine göre, Kürt 
Devrim Komitesi üyelerinden olan Rıfat Mevlanzade31 komitesinin verdiği talimatlar doğrultusunda Halep’e giderek eskiden Osmanlı hükümetinin resmi görevlisi olan şimdi ise Damat Ferit Paşa kabinesinde içişleri bakanlığı yapmış olan Mehmet Ali’nin başkanlık ettiği ve merkez bürosu Paris’te olan Türk Devrimi karşıtı komitenin gizli ajanı olan Radi Bey ile uzun bir görüşme gerçekleştirmiş tir. Bu görüşmede Radi Bey, 9 Kasım tarihli Mehmet Ali tarafından kendisine gönderilen mektubu Rıfat’a sunmuştur. 

Bu Mektup şöyledir: 

“ Biz Taşnak Sütyun Komitesi ile anlaşmayı yaptık. Şimdi Rusya’nın Grand Duke Cyril ile başka bir antlaşma yapmak için uğraşıyoruz. Gümülcineli İsmail Hakkı32’yı organizasyondaki gelişmeleri görüşmek üzere sana gönderdik. Ürdün’deki Türk görevlileri ve Irak’taki Kürt aşiret liderlerinin sadakatinden emin olmak istiyoruz. İsmail Hakkı önce Irak’a sonra İran’a giderek gizli olarak Şah ve İran hükümetinin Türkiye ve Mustafa Kemal’e olan yaklaşımını araştıracak. İngiltere ve Fransa hükümetinin Mustafa Kemal karşıtı hareketlerimizi desteklediğinden emin olmak istiyoruz. Lütfen Gümülcineli İsmail’in faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir rapor gönderin. 
   Eğer Rıfat Mevlenzade ile temasa geçebilirseniz bizim davamızı desteklediklerinden emin olmaya çalışınız ve sakın bu mektubun içeriğinden ve sürekli olarak izleyiniz.” 

Ayrıca, Sözü geçen raporda Fransız otoritesinin Kürtler ve Ermeniler ile işbirliği içerisine giren liderleri arasında Mehmet Ali, Gümülcine li İsmail, Refi Cevad33, 

Mehmet Reşit Bey yer aldığı İstiklal-i Mukaddes(Kutsal Devrim Komitesi)’in Türkiye’ye karşı ortak faaliyetlerini desteklediği de belirtilmekte dir34. 

Irak İngiliz istihbaratı tarafından kaleme alınan 14 Ocak 1928 tarihli raporda da Radi Bey’in 28 Aralık 1927 tarihli mektubunda basit şekilde Kürtlerden bağımsızlık için savaşmak yerine Türk Devrimi karşıtı Türklerle işbirliğine girmesini istemiş, Kürtler ise yalnızca düzenlenecek hareketin Kürt bağımsızlığını sağlayacağı koşullarda Türk Devrimi karşıtı Türklerle işbirliği yapılabileceğini bildirdiği kaydedilmiştir. Ayrıca Radi Bey, Kürt liderlerine Osmanlı hanedanı üyeleri ile Avrupa’da bir görüşme gerçekleştirme teklifi de iletilmiştir.35. 

24 Mart 1928 tarihli İngiliz Dış İşlerine gönderilen bir başka raporda ise Hilafet yanlısı Türklerin hedefleri ortaya konmaktadır. Rapora göre Mart’ın ilk haftası Sultan Reşat’ın saray nazırı Ahmet Reşit Bey ve eski Hidiv Abbas Hilmi’nin vekili sözde Mısır hükumetinden eski hidivin temsilcisi olarak emekli maaşı almak için ikna etmeye Mısır’a gitmiştir. Reşit Bey, Damat Nami’yi görmek için kısa bir süre Suriye’yi ziyaret etmiş, Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşmüş, daha sonra da Beyrut’ta Kürt Devrim Komitesi ile bir araya gelmiştir. Reşit Paşa ayrıca bir İngiliz yetkilisi ile de görüşmüştür. Bu görüşmede Reşit Bey Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki karşıtı bir politika takip ettiğini belirterek, gizli tutulmak kaydıyla bazı bilgiler vermiş ve İngiliz hükümeti tarafından kendisine tavsiyelerde ve yardımda bulunup bulunamayacağı sormuştur. 

Bu görüşme ise İngiliz yetkililer tarafından şu şekilde özetlenmiştir: “Sultan Abdülmecit’in Türkiye’den çıkarılmasından sonra Reşit Bey (Sevr’e imza atanlardan biri olan ve aynı adı tanıyan eski içişleri bakanı ile karıştırılmamalı) Nice’de yaşayan ve Abdülmecit’e bağlı, onun güvenilir danışmanıdır. Onun Mısır’ı ziyaretinin nedeni sadece Mısır hükümeti hakkındaki iddialarını dile getirmek değil, aynı zamanda Suriye’de Kürt ve Ermeni liderlerle görüşerek Türkiye’de Mustafa Kemal’in öldürerek gücünü yıkacak güçlü bir organizasyon kurmaktır. Monarşist Türkler ile Kürtler arasında kesin olmayan bir anlaşma Fransa’da yapılmıştır. Buna göre eğer Türkiye Osmanlı’nın eline geçerse Türk hanedanı Kürdistan’ın özerk yapısını tanıyacak ve Osmanlı prensi yeni Kürt devleti’nin başkanı olacaktır. Türk komitesi Suriye, Irak ve Yunanistan’a dağılmış olan Ermeni 

liderlerle birleşme konusunda tamamen samimilerdir. Aynı zamanda Kürt komitesi de Ermeni Taşnak Partisi ile bir anlaşmaya varmıştır ve Türk komitesi kendilerinin katılımıyla üçlü bir anlaşma yapılmasını umut etmektedir. Konfederasyonun oluşturulma koşulları ise eğer izledikleri programda başarılı olurlarsa üç ulus Sultanın otoritesi altında toplanacaktır. 

Reşit Bey’in bu birleşmenin olacağından bir hayli umutludur. 
Çünkü Rusya’ya göğüs gererek ne Ermenilerin ne de Kürtlerin ayrı bağımsızlık düşünemeyeceğini, Rusya’ın da etkisiyle Atatürk’ün ölümüyle büyük bir kaosun ortaya çıkacağı ve bütün Doğu Anadolu’yu etkisi altına alacağını düşünmektedir. Eğer anlaşma kesinlikle gerçekleşirse, yorgun düşen Kemalizmin yerini yığının kalbinde Osmanlı olacaktır. Ayrıca Reşit Bey İzmir ve Gelibolu’da Türkiye’yi restore etme hareketine katılacak bir Türk gücünü hemen ortaya çıkarabileceğini ve bu Türk gücünün İtalya ve Yunanistan’dan gelen büyük tehlike nedeniyle kendi organizasyonları kurulumunu tamamlayana kadar Mustafa 

Kemal’e destek verdiğini iddia etmiştir. Yunanistan’ın Trakya, İtalya’nın ise İzmir ve Adana vaat edilirse işbirliğine gireceğini kanaatindedir. Ancak Reşit Bey’e göre, ne İtalya’nın ne de Yunanistan’ın Ruslardan Türk, Ermeni ve Kürtlerini koruyamaya gücü yetmez. Sonuç olarak da bu ülkelerin durumlarının eskisinden daha kötü olacağına inanmaktadır. İşe yarayacak tek politikanın bir araya gelerek plan hazırlanması ve uygun zamanın kollanmasıdır. 

Reşit Bey’e göre Türk monarşistlerinin bu planındaki en büyük sorun para sıkıntısıdır. Sultan her ay Haydarabat Nizamından gelen 300 pound ve Hint Prensinden gelen 100 pound ile hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır. Önce Ağa Han bu konuya sempati göstermiş, ancak daha sonra nedeni anlaşılamayan bir şekilde yardımını reddetmiştir. 

Ayrıca Türk hükümetinden de Sultanı desteklediği için özür dilemiştir. Belli ki Ağa Han’ın Kemalistlerin mi yoksa monarşistlerin mi yanında yer alacağı konusunda kafası karışıktır. Aynı zamanda Osmanlı Bankasınca kendilerine yardım yapılacağından hiç kuşkuları yoktur, ancak elbette Türk hükümeti ile birleşip monarşistleri yok etme amacı güdülmez ise. Şu kesinleşmiştir ki, İngiliz hükümeti kesinlikle materyal yardımında bulunmayacaktır. Ancak bilinmelidir ki Rusya, İngiliz menfaatlerini baltalayarak Anadolu’ya inecektir. İngiltere’de başka yollarla yardımda bulunabilir. 

Daha öz bir ifade ile İngiltere Atatürk’ün ölümünden sonra monarşistler gücü ele geçirene kadar İtalya ve Yunanistan’ın müdahalesini engelleyebilir.36” 

31 Mart 1928 tarihli raporda ise 8 Ocak’ta Ermeni Taşnak Komitesi, Hilafet yanlısı Türk Komitesi ve Beyaz Rus Organizasyon’nun Paris’te kesin bir anlaşmaya vardıkları kaydedilmektedir. İngilizler bu anlaşmanın Kürt Komitesinin Türkiye karşıtı faaliyetlerine hız kazandırdığı kanaatindedir. Ayrıca raporda İtalyanlar ve Yunan hükümeti Türkiye karşıtı hareketlere sempati duyduğu hatta İtalyan hükümeti’nin küçük miktarda bir parayı Kürt komitesine destek olmak için gönderdiği de kaydedilmektedir. Buna ek olarak da Halep’teki Kürt gazetesini yayınlamak için gerekli olan paranın da Şubat ayında İtalyan hükümeti tarafından tedarik edilerek Papazian tarafından Kürt Devrim Komitesine verildiği bildirilmektedir. Bu gazetenin editörü olarak Cemil Bey (Ali Hilmi ile Şam’da olan Memduh Selim Bey’in babası) düşünüldüğü ve 1929 yılında Kürtlerin Türklere karşı güçlü bir askeri atak gerçekleştirmeyi planladığının da altı çizilmiş tir37. 

12 Mayıs 1928 tarihli raporda ise Celadet Bederhani emri altında Halep’te faaliyet gösteren Kürt Devrim Komitesi’nin Fransa’dan da büyük miktarda para aldığı belirtilmektedir. Suriye Kürtlerinin lideri Şeyh Mustafa Barazi’nin emri ile bu paranın genel Malatya’daki organlarına aktarıldığı, bu para ile hazırlanan afişleri Nisan ayı boyunca Malatya’da işyerlerinin duvarlarına gizlice asıldığı kaydedilmektedir. İngilizlere göre bu afişlerin asılmasının amacı ise, gizlice Kürt bölücü hareketine sempati duyanları cesaretlendirmektir. Ayrıca raporda diğer gizli komitelerin ise Mardin ve El Cezire’de kurulduğu ancak Türk hükümeti tarafından açıkça bu faaliyetleri engellendiği bildirilmektedir. Buna ek olarak Ankara hükümetinin pişman olarak teslim olan Kürt göçmenlerin Anadolu’ya dönmelerine izin verdiği, Suriye tarafından da bazı askeri tedbirler alarak 51. takım top birliği Malatya’dan Maraş’a; 12. Suvari alayını Siverek’ten Maraş’a kaydırdığı ve Malatya, Elbistan, Geuksan, Aziziye ve Urfa’da ulaşıma ve ulaşım araçlarına el koyduğu verilen bilgiler arasındadır. İngiltere, Ankara hükümetinin bu sayede duruma hakim olmaya çalıştığı kanaatindedir38. 28 Eylül 1928 tarihli raporda da bu aftan kimlerin yararlandığı bilgisi verilmektedir. Bu rapora göre Şeyh Ali Rıza, Şeyh Sait’in oğlu, Şeyh Mehdi ve Abdurrahman ve Şeyh Sait’in kardeşleri aftan yararlanmıştır. İngiliz hükümetine göre Kürtler, yeniden savaş durumu olursa Türkler yakınlarını tutsak almasın diye böyle bir önlem almışlardır39. 

23 Temmuz 1928 tarihli raporda ise, Kasım 1927’de Ermeni Taşnak Komitesi ile İhtilal-i Mukaddes Cemiyeti’nin Paris’te bir anlaşma imzaladığı belirtilerek, anlaşma maddeleri şu şekilde sıralanmıştır: 

''
a) Ermenilerin hakkı olan bölgede Ermeni hakkını tanıyan liberal Türk devleti kurmak ve Kemalist rejimi yıkmak için iki parti anlaşmaya varmıştır. 
b) Faaliyetler Taşnak komitesinin sorumluluğu altında gerçekleştirilir. 
c) Her iki parti de Kemalist rejimi yıkmak için Kemalizme karşı olan herkesle birleşme, yandaş toplama ve güçlü bir birlik oluşturmakla yükümlüdür. 
d) Gümülcine’deki İsmail Bey Suriye, Ürdün, Irak ve İran’da Ankara hükumeti ne karşı Anti-Kemalist Türkleri ve Müslümanları kışkırtmakla sorumludur.” 

Ayrıca raporda kendisine bu görev için 18.000 frank verilen İsmail Bey’in 1927 yılı sonunda Suriye’ye giderek, Papazian ile görüştüğü ve bunun neticesinde de Ermeni ve Kürtlerin birleşmesiyle Joka Hoybun’un kurulduğu kaydedilmektedir. Bu rapordan da anlaşılacağı gibi, Ağrı isyanlarının temelinde İngiliz kışkırtması yatmaktadır. 

Devletin bu eşkıyanın yakalanması için aldığı tedbirler siyasi Kürtçülere olaya siyasi bir mahiyet vererek genel bir ayaklanma başlatmak hususunda fırsat vermiş ve burada sahneye Kürt-Ermeni dayanışması üzerine teşkilatlanan Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren Hoybun çıkmıştır40. 

 Hoybun Cemiyeti’nin Şeyh Sait isyanının bastırılmasının ardından Suriye, Irak ve İran ile Türkiye’den kaçan asilerin ileri gelenleri ve Kürt Teali Cemiyeti, Kürt 
Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Ulusal Birliği ve Kürt Millet Fırkası mensuplarınca kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu şahısların pek çoğunun 150’likler adı verilen ve 1 Haziran 1924 tarihinde yürürlüğe giren Kurtuluş Savaşı esnasında düşman ile işbirliği yapmış ve sürgün edilmeleri kararlaştırılmış olan vatandaşların yer aldığı listede isimleri bulunmaktadır. Kanaatimizce Kürtçü gruplar, Ermeni Taşnak Komitesi mensuplarınca kullanılmak suretiyle, İngiltere’nin organizatörlüğünde Hoybun adlı teşkilatta bir araya gelmişlerdir41. Bu cemiyetin amaçları ise raporda şu şekilde yer almıştır: 

''
a) Joka Hoybun Taşnak Komitesi gibi devrimci bir karaktere sahiptir. 
b) Joka Hoybun Taşnak tarafından desteklenir ve amacı bağımsız Kürdistan’dır. 
c) Joka Hoybun bütün Kürtleri emri altında birleştirecektir. 
d) Taşnak ve Joka Hoybun Anti-Kemalist tüm örgütlerle işbirliği yapacaktır. 
e) Joka Hoybun’un gizli şubeleri Türkiye, Irak ve İran’da Taşnak yardımıyla teşkilatlanacak tır. 
f) Joka Hoybun amacı doğrultusunda gazeteler çıkaracaktır. Ancak Fransa Türkiye’yi kızdırmamak için Halep’te yayınlanmamasını istemektedir. 
g) Joka Hoybun Türk ordusu karşısındadır. 
h) Türkiye’nin doğu vilayetlerinin Kürtler ve Ermeniler tarafından paylaşılacağından büyük güçlerin şüphesi olmamalıdır.” 

Rapordan anlaşıldığına göre, komitenin Bağdat’taki kolu Celadet Bederhani, Memduh Selim42, Dr. Şükrü Muhammed tarafından organize edilecektir. Papazian’ın Joka Hoybun’a verdiği 20.000 doların 5.000’i Bağdat’taki faaliyetler için Şükrü Muhammed’e verilmiştir. Bu durumun Türk hükümetinin gözünden kaçmadığı anlaşılmaktadır. Halep’teki Türk istihbaratı tarafından Joka Hoybun’un faaliyetleri nedeniyle Fransa’dan Celadet’in Halep’ten çıkarılmasını istemiştir. 

Joka Hoybun ile Papazian anlaşması ise şöyledir: 

''
a) Halep’de yaşayan Kürtleri kazanmak Mustafa Barazi emrinde Milli Kürt Birliği oluşturmak ve Malatya’da şubeler açmak. 
b) Kürt aşiret reisleri Ağrı’da İhsan Bey’in emri altında birleşecekler ve Joka Hoybun’un emirleri doğrultusunda çalışacaktır. 
c) Kürt göçmenlerin Ankara hükümetinin genel affından yararlanmasına izin verilmeyecektir. 
d) Milli lider Süleyman Ağa Joka Hoybun ile birlikte hareket edecektir. ” 

Raporda bu faaliyetlerin Türk hükümetine karşı isyan hareketi başlatılmasının 
önünü açtığı ve Türkiye sınırları içindeki Meydan Akbar köprüsünü yok edildiği kaydedilmektedir. Türkiye’nin protestosu nedeniyle Halep’te Fransız hükümeti 
Hoybun’a karşı tedbir almak zorunda kaldığı, İngiliz yetkili General Duclos’un Fransız istihbaratından Türk hükümetinin Ermeni ve Kürt bölücü muhtemel hareketine karşı geniş çapta önlem aldığı ve Doğu Anadolu’da güçlü bir casus ağı da kurduğu kaydedilmekte dir43. 

1 Eylül 1928 tarihli raporda ise, Türkiye karşıtı örgütlerin genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu raporda Rowanduz ile Papazian birleşmesinin iyi olabileceği, Rowanduz Kürtleri tabirinin Irak’ta ve diğer yerlerde yaşayan bütün Kürt liderlerini ifade ettiği ki bunun da Türkiye’deki önceki adı Kürt Teali Cemiyeti olduğu belirtilmektedir. Hoybun’nun da devrimci-sosyalist Ermeni Taşnak Partisi kontrolü altında 1922 Yunan yenilgisinden sonra Türk hükümetine büyük sorunlar yaşattığının altı çizilmiştir. Taşnak’ın çok disiplinli, para kaynağı olan, Türk karşıtı mükemmel bir örgüt olduğuna vurgu yapılarak, Orta Doğu’da özellikle Bağdat ve Musul’da teşkilatlandığı kaydedilmektedir. Raporda Türk hükümetinin Taşnak cemiyetinden oldukça tedirgin olduğu belirtilerek, “Çünkü Türkler Taşnak’ın ne anlama geldiğini herkesten iyi bilirler. Ateşkes sonrası ittihat ve Terakki liderleri genç Türkler Abdülhamit döneminde ilk derslerini aldılar” denmektedir44. 

Bu rapor doğrultusunda İngiltere’nin Rowanduz ile Ermeni Taşnak Partisi’nin birleşmesi için girişimlerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun neticesinde 29 Eylül 1928 tarihli rapordan anlaşıldığı üzere 7 Ağustos tarihinde Papazian Nevlenzade’ye Rowanduz Kürtleri ile birleşmek için aşağıdaki teklifi göndermiş ve bu şartlar kabul edildiği takdirde Kürtlere para ve ordu sağlama konusunda söz vermiştir. 

''
a) Van, Bitlis ve Erzurum’da Ermeni hakimiyeti kabul edilecek 
b) Kürtler taleplerini otonomi değil de tam bağımsız Kürt devleti olarak değiştirecekler. 
c) Rowanduz Kürtleri Joke Hoybun ile birleşecek. ” 45 

11 Eylül 1928 tarihli raporda Papazian’ın teklifine karşılık Rowanduz Kürtlerinin 10 Ağustos’ta verdikleri cevap yer almaktadır. Buna göre Rowanduz Kürtleri 
Ermenilerle işbirliği yapmaktan mutluluk duyacaklarını ve asıl amaçlarının bağımsız bir Kürdistan kurmak olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak Taşnak’a şu soruları yöneltmişlerdir: 

1. “İki komite (Rowanduz ve Taşnak) faaliyetlerinde tamamen özgür olmalıdır. Sadece Türklere karşı faaliyette birlikte hareket edilecektir. Bu koşul altında Taşnak ne kadar finansal yardıma söz veriyor ve ödeme nasıl gerçekleştirilecek? Hangi hükümet tarafından gerekli materyal sağlanacak ve bu hükümetin pozisyonu ne olacak? 
2. Halep’te Fransızca, Arapça ve Türkçe yayınlanacak olan gazeteye finansal desteğiniz ve huzursuzluk politikanız ne olacak? 
3. Politik kışkırtma doğrultusunda halk kampanyası yapmak gereklidir. 
Bu konuda ki çalışmalarınız nelerdir?”46 

28 Eylül 1928 tarihli raporda ise, Hoybun üyelerinden Memduh Selim tarafından Süleymaniye Kürtlerinden olan Kevr Tevfik Temmuz ayında Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek maksadıyla Türkiye’ye gönderildiği, Tevfik’in Ankara’ya ulaşmayı başardığı ancak Türk polisi tarafından fark edilmesi üzerine 20 Ağustos’ta Halep’e döndüğü bildirilmektedir47. 

9 Şubat 1929 tarihli raporda ise 2 yıldır çeşitli Türkiye karşıtı faaliyetlerin Suriye ve Irak’ta Ermeni Taşnak Komitesi, Rowanduz Kürt Devrim Komitesi ve Hoybun 
tarafından yürütülmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. 2 Mart 1929 tarihli raporda ise, Türk hükümetinin Kürt sorunu ile ilgili politikasını değiştirdiği, Kürt liderleri olan Şeyh Abdurrahim ve Şeyh Ali Rıza, Şeyh Sait’in kardeşi ve oğlundan alınan mektuplara göre Türk hükümetinin Kürt kabilelerin ve bütün Kürtlerin şimdi gönlünü almaya çalıştığı ve Türk hükümeti her yerde okullar açarak Türkçe ve Latin harfleriyle eğitimi zorunlu kıldığı ve Kürtçe eğitimi hatta Kürtçe konuşulmasını bile yasakladığı ifade edilmektedir. İngiliz hükümetine göre, her ne kadar Türklerin Kürtlere karşı daha yumuşak bir politika uygulaması Kürtlerin durumunu rahatlatsa da, Kürtler Türk eğitim politikasından tatmin olmadıklarını söylemeye ve Türk Kürdistan’ını kurmaya çalışmaya devam etmektedir48. 

Nitekim 2 Mart 1929 tarihli İngiliz Dış İşleri Bakanlığı raporunda değinildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik 1930 yılında da isyanlar baş göstermiştir. 
Bunun üzerine Türk hükümeti harekat kararı almış ve Ağrı bölgesinde 7 Eylül 1930’da başlayan harekat 14 Eylül 1930 tarihinde tamamlanmıştır. Böylece Ağrı isyanları son bulmuş ancak isyancıların bir kısmı kaçmayı başarmıştır. 1926-1930 yılları arasında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da çeşitli bölgelerde organize edilen ayaklanmalar sonucunda kan gövdeyi götürürken emperyalist güçler Ermenileri kullanarak lider konumundaki Kürt ileri gelenlerine yeni ayaklanmalar sipariş vermeye devam etmiştir. 
Yine emperyalist güçlerin destek ve kışkırtması ile 1937 yılında patlak veren Dersim isyanı da bunun bir göstergesi dir.49. 

Sonuç 

Ağrı İsyanları, dış destekli bir teşkilat olan Hoybun tarafından yönlendirilen Cumhuriyet tarihinin önemli isyanlarından biridir. Bu isyanların temelinde siyasi 
Kürtçülük hareketi ve İngiliz kışkırtması yatmaktadır. İngiliz hükümetinin Ağrı isyanları esnasında tutmuş oldukları rapor ve yazışmalardan Ağrı isyan hareketlerinde aktif olarak rol aldıkları anlaşılmakta, 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden isyanların perde arkası metinde sunulan belgelerle apaçık ortaya çıkmaktadır. Bu durum her ne kadar İngilizlerin Şeyh Sait isyanında etkin bir rol oynadığı ispatlanamamış ise da Ağrı isyanlarında olduğu gibi faaliyette bulunduklarını düşündürmektedir. Kanaatimizce İngilizler, Şeyh Sait isyanından sonra Türkiye’de tek başına Kürt hareketlerinin ülkeyi parçalama açısından yeterli olmadığı düşünmüşler ve Ermeni Taşnak liderlerinin tecrübeleri ile Kürt liderlerini yönlendirmesi zaruri olduğu değerlendirmesini yapmışlardır. Nitekim 1927 yılında da İngiltere’nin hamiliğinde Hoybun Cemiyeti’nin oluşturulması için faaliyete geçildiği görülmektedir. 

İsyanda bir diğer dikkat çekmesi gereken husus ihanet odaklarının ortak hareketidir. Aşiret mensubu asilerin yanında Ermeni ve Nasturi çeteleri de yer alırken, asilerin silah ihtiyaçları Rusya ve İran tarafından karşılanmıştır. Bununla da kalınmamış İngilizler cephane imali ve silah onarımı için asilere techizat verirken, Ermeniler haberleşme araçları yanında sıhhi araç-gereç sağlamışlardır. İran ise asi gruplarını kendi topraklarında barındırmakla onlara bir üs görevini de üstlenmiştir. Daha öz bir ifade ile Ağrı İsyanlarında Fransa, Rusya, İtalya, Yunanistan, Suriye, İran gibi devletlerin de Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı faaliyetlere gerek silah ve para yardımı yaparak gerekse kendi topraklarında barınmalarına izin vererek destek oldukları görülmektedir. Diğer taraftan bu isyan hareketinde hilafet yanlısı Türkler de “İhtilal-i Mukaddes” adlı bir cemiyet kurarak, Kürtler ve Ermenilerle birleşerek ortak hareket etmişlerdir. 

Sonuç olarak Ağrı İsyanlarında aktif rol oynayan Emperyalist Güçlerin, Dersim İsyanında görüldüğü gibi Ermeni ve Kürtleri Kullanmak suretiyle Türkiye’de kargaşa çıkarma Politikalarını günümüzde de devam ettirdiklerini söylemek mümkündür. 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK I 


EK I-1 



Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK I-2 


EK I-3 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK II 



EK II-1 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 


Kaynakça ;

Arşiv Belgeleri ;

İngiltere Ulusal Arşivi (UK The National Archives) 

PRO, FO 602/52. 
PRO, FO 602/8. 
PRO, FO 881/5168A. 
PRO, FO 226/225. 
PRO, FO 882/14. 
PRO, AIR 23/407. 

Kitaplar ;

Akgül, Suat, Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim, Yaba Yay., İstanbul, 2000. 
Armaoğlu, Fahir H., Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, AÜ SBF Yay., 1975. 
Çay, Abdülhaluk M., Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996. 
Gürsel, İbrahim Ethem, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977. 
Kalafat, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992.; 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V., Ankara, 1947. 
Khoury, Philip S., Syria and the French Mandate: The Politics ofArab Nationalism, 1920 – 1945, 
Princeton, NJ: Princeton University Press, 1987. 
Minorsky, Vladimir F., Musul Sorunu, Çev: Salim Şahin, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998. 
Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara, 1981. 
Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara, 1972. 

Makaleler; 

Kaymaz, İhsan Şerif, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, C. I, Sayı: 1 (Kış 2007), s. 156–191. 
Sarıkoyuncu Değerli, Esra, “ Lozan Barış Konferansında Musul ”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 10, Sayı 18 (Aralık 2007), s. 127–140. 


DİPNOTLAR;

1 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V., Ankara, 1947, s. 207-208.
2 PRO, FO 602/52; PRO, FO 602/8; PRO, FO 881/5168A.
3 Thomas Edward Lawrence İngilizlerin Orta Doğu'daki Ünlü casus subaylarından dır. İngilizlerin Orta Doğu'ya yayılma siyaseti istikametindeki faaliyetlerine katılıp, 1910 yılında Türkiye'ye gelmiştir. Fırat Nehri kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, petrol etüdü, siyasi ve etnolojik bilgiler toplamıştır. Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır'ı gezip, Arapça ve İslam adetlerini öğrenmiştir.
4 PRO, FO 226/225; PRO, FO 882/14.
5 Abdülhaluk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996, s. 300–307.
6 İstanbul Anlaşması: 1915 yılının Şubat ve Mart aylarında İngiltere, Fransa ile Rusya arasında yapılan Boğazlar dahil İstanbul ve çevresinin Rusya’ya verilmesini öngören gizli anlaşmadır. Londra Anlaşması: 26 Nisan 1915 tarihinde İtilaf Devletleri ile İtalya arasında Menteşe Adaları (Oniki ada)’nın ve Anadolu paylaşıldığı takdirde Antalya ve çevresinin de İtalya’ya bırakıldığı gizli antlaşmadır. Saint Jean Maurienne Anlaşması: 18 Ağustos 1915 tarihinde İtilaf Devletleri ile İtalya arasında yapılan gizli antlaşma ile İtalya’ya verilecek pay ve nüfuz alanı genişletilmiştir. Sykes-Picot Anlaşması: 9-16 Mayıs 1916 tarihinde yapılan antlaşma ile Suriye’nin Fransa’ya, aşağı Mezopotamya’nın İngiltere’ye verilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca 1915-1916 yıllarında İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri M. C. Mahan ile Arap liderleri arasında gerçekleşen görüşmeler sonucu Arapların bağımsızlığı kabul edilmiştir. Balfour Bildirisi: 2 Kasım 1917 tarihinde Yahudilere bir yurt verilmesinin vaat edildiği bildiridir (Fahir H. Armaoğlu, Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, AÜ SBF Yay., 1975, s. 438-439, 451-452).
7 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara, 1981, s. 18-19.
8 İhsan Şerif Kaymaz, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Akademik Bakış, C. I, Sayı: 1 (Kış 2007), s. 159–160.
9 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992, s. 134-151.
10 İbrahim Ethem Gürsel, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977, s. 56-57.
11 Çay, a.g.e., s. 341.
12 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara, 1972, s. 168-213.
13 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), s. 249-270.
14 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), s. 271-317.
15 Çay, a.g.e., s. 342.
16 Çay, a.g.e., s. 343.
17 Macaristan eski Başbakanı Kont Teleki, Belçikaordusunda görevli Albay Poulis ve Bükreş’teki İsveç Bakanı A. Wirsen.
18 Vladimir F. Minorsky, Musul Sorunu, Çev: Salim Şahin, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 19, 38–39.
19 Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Lozan Barış Konferansında Musul”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 10, Sayı 18 (Aralık 2007), s. 137.
20 PRO, AIR 23/407.
21 11 Haziran 1927 tarihli Musul ve Kerkük İngiliz Özel Servisi tarafından hazırlanan raporda Wahan Papazian’ın Osmanlı Parlamentosunda Van Ermeni milletvekili olduğu ve şimdi Ermeni Taşnak-Sütyun Partisinin Merkez Komitesinin etkin ismi olduğu belirtilerek, Kürt Devrim Komitesi ile gizli olarak işbirliği içerisinde olduğu vurgulanmıştır. (PRO, AIR 23/407).
22 PRO, AIR 23/407.
23 1921-1922 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesinde isyan çıkaran eden Şikak Aşireti reisidir(PRO, AIR 23/407).
24 1880-1940 yılları arasında yaşamış Süriyeli bir politikacıdır. İngiltere’nin desteğini alarak Suriye, Filistin ve Lübnan’ı içine alan bir konfederasyon kurmak istemiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz., Philip S. Khoury, Syria and the French Mandate: The Politics ofArab Nationalism, 1920 – 1945, Princeton, NJ: Princeton University
Press, 1987.
25 PRO, AIR 23/407.
26 Fanizade Ali İlmi, II. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının ikinci döneminde Kozan milletvekili olarak bulunmuştur. Hayatının önemli bir bölümü Adana’da geçen Ali İlmi, burada, Anadolu ve Teceddüt (Yenilik) gazetelerinin başyazarlığını yaptığı gibi, Rehber (Yolgösterici) ve Ferda (Yarın) adlarında iki gazete yayımlamıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür(PRO, AIR 23/407).
27 PRO, AIR 23/407.
28 PRO, AIR 23/407.
29 Kürt Teali Cemiyeti üyesidir. Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye kaçmış ve burada Hoybun Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır(PRO, AIR 23/407).
30 PRO, AIR 23/407.
31 Serbest adlı gazetenin yazarıdır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür  (PRO, AIR 23/407).
32 Kurtuluş Savaşı muhalifi olan Osmanlı devlet ve siyaset adamıdır. Gümülcine milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda yer almıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür (PRO, AIR 23/407).
33 Kurtuluş Savaşı muhalifi olarak Alemdar Gazetesini çıkarmıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür(PRO, AIR 23/407).
34 PRO, AIR 23/407.
35 PRO, AIR 23/407.
36 PRO, AIR 23/407. 
37 PRO, AIR 23/407. Raporda değinildiği gibi, 22 Mayıs 1929 tarihinde Jilyan Aşireti Reisi Ali Resul tarafından bir ayaklanma çıkarılmış, 14 Eylül 1929 tarihinde ise Tendürük olayları baş göstermiştir. 
38 PRO, AIR 23/407. 
39 PRO, AIR 23/407. 
40 Çay, a.g.e., s. 341; Ayrıca bkz: EK: I (PRO, AIR 23/407). 
41 Çay, a.g.e., s. 331-332. 
42 Kürt Teali Cemiyeti üyelerindendir. Hevi Cemiyetinin yayın organı olan Roji dergisinde yazılar yazmıştır. Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye kaçmıştır. 
43 PRO, AIR 23/407. 
44 PRO, AIR 23/407. 
45 PRO, AIR 23/407. 
46 PRO, AIR 23/407. 
47 PRO, AIR 23/407. 
48 PRO, AIR 23/407. Ayrıca bkz: EK: II 
49 Emperyalistlerin Dersim İsyanındaki rolü hakkında ayrıntılı bilgi almak için bkz., Suat Akgül, Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim, Yaba Yay., İstanbul, 2000. 

***

1 Ekim 2018 Pazartesi

LAWRENCE, ARAPLARI OSMANLIYA KARŞI NASIL AYAKLANDIRDI VE KANDIRDI BÖLÜM 2


LAWRENCE,  ARAPLARI OSMANLIYA KARŞI NASIL AYAKLANDIRDI VE KANDIRDI BÖLÜM 2



” … Acayip, küçük bir gruptuk, ama Ortadoğu’da tarihin seyrini değiştirdiğimizi sanıyorum. Güçlerin (devletler), Araplara, yaşamlarını sürdürmeye nasıl izin vereceklerini merak ediyorum.”30

Lawrence, 24 Ekimde İngiltere’ye ulaşıyor; altı gün sonra, İngiliz Kralı V. George Arap harekatı sırasında verilen ve Resmi Gazete’de ilan edilen nişanlarını resmen tevdi etmek üzere onu huzuruna çağırıyordu. Ama Lawrence, Şövalyelik (Order of the Bath), Şeref Nişanı (Order of Merit) ve “Sir” ünvanını da kapsayan tüm onurlardan vazgeçmesi için kendisine izin verilmesini dileyerek Kralı şaşırtıyordu. Onun özgeçmişinin yazan Robert Graves’e de bildirdiği gibi, Arap isyanında oynamış olduğu rol, hem kendisi hem de ülkesi ve yönetimi için onursuzluk getirmişti. Ona verilen buyruk üzerine Arapları sahte ümitlerle beslemişti; şimdi ise, bu sahtekarlığında başarı sağlamış olmasından ötürü kendisine verilmek istenen onurlan kabullenme zorunluluğundan sessizce muaf tutulmasını minnetle karşılayacaktı. Lawrence, ayrıca, İngiliz Kralının Bakanları, Araplara, “hak taleplerinde adilâne bir çözüm” sağlayıncaya dek, dürüst olan veya olmayanlarla mücadele edeceğini açıklıyordu31.

31 Temmuz 1919’da, ordudan yarbay olarak terhis ediliyor; daha sonra, Kahire’den Londra’ya dek olan yolculuğunu süratlendirmek amacıyla, savaş sonrası ordu rütbesini “geçici” bir süre ile albay vekili olarak gösteriyor; 30 yaşında albay olmuşken, 34 yaşında rütbesiz olarak sivil hayata dönüyordu. Bu arada barış konferansı için hazırlanmaya başlıyor; bundan sonraki üç yılı Versay, Londra ve Kahire’de, Arap bağımsızlığı için mücadele ile geçiriyor; bu görevi, Arap harekâtı sırasında karşılaşmış olduğu güçlük ve tehlikelere oranla, fiziki, akli ve ruhi bakımlardan daha yorucu buluyordu. Arap halklarına kendi alın yazılarını çizme (self-determination) hakkı sağlayacağını umut ettiği Başkan Wilson’a çok güveni vardı; ama, (Arap giysisi giyerek katıldığı) barış konferansından büsbütün hayal kırıklığına uğramış olarak dönüyordu. Onun ve çarpışarak savaşı kazanan, ama uğrunda çarpıştığı her şeyin ihanete uğradığını gören kuşakların tiksinti ve acılığı, Seven Pillars of Wisdom (Hikmetin Yedi Sütunu) başlıklı yapıtının, Oxford metninin giriş bölümünde yansıtılmaktadır. Bu bölüm, İngiliz yazarı George Bernard Shaw’un önerisi üzerine, kitabın okuyucular için yayınlanan metninden çıkarılmıştır.

Lawrence, bu önsözde şöyle sızlanır:

” … Kazandığımız başarı sonunda yeni dünya doğunca, eski adamlar yine meydana çıkarak, zaferimizi ellerimizden aldılar ve onu, yeniden, bildikleri eski dünyanın biçimine soktular … Yeni bir ulus yapmak; dünyaya, yitirilen bir etkiyi geri getirmek; Sami’lerden oluşan 20 milyonluk kitleye, ulusal düşünceleri adına, esinlenmiş bir hayalhane kurmaları için temel sağlamak amacını güttüm. Böyle yüksek bir amaç, onların akıllarında var olan asalete başvurdu ve onları, olaylarda cömert bir rol oynamaya zorladı ama kazandığımız zaman, Mezopotamya (Irak)’daki İngiliz petrol imtiyazlarının kuşkulu bir duruma girdiği ve Levant’taki Fransız sömürge çıkarlarının tahrip edildiği özürüyle itham edildim… Doğu’ya biraz onur, bir amaç ve idealler iade etmişsem; beyazın kırmızıyı yönetmekle ilgili ölçüyü daha gerekli yapmışsam; o halkları, bir dereceye kadar, yeni uluslar topluluğuna (commonwealth) yerleştirmiş bulunuyorum ve orada, tahakküm edici soylar, zorbalıkla sağlamış oldukları başarılarını unutacaklar ve beyaz, kırmızı, sarı, kahverengi ve siyah, hep birlikte dik duracak ve hiç bir yan-bakış olmadan dünyaya hizmet edecektir“32.

Ama Lawrence’ın böyle bir başarı sağlama ümidi, tüm hakların alın yazılarını kendilerinin çizmeleri ilkesi (selfdetermination) ne dayanacağı sanılan bir barış antlaşmasıyla görünürde ebediyen akamete uğruyordu.

Lawrence, 8 Eylül 1919’da The Times adlı İngiliz gazetesine bir mektup gönderiyor, ama bunun bir bölümü, yazı işleri müdürünce metinden çıkarılıyor; mektubun geriye kalan kısmı, 11 Eylülde yayınlanıyordu. Yazı işleri müdürü M. Steed’in anlattığına göre, metinden çıkarılan pasajda Lawrence, İngiliz yönetiminin, Araplara vermiş olduğu söze sadık kalacağına inandırılmış olduğunu ve Arapların, bu inançtan ötürü kışkırttığını açıklıyordu. Tüm yaptıklarından üzüntü duyduğunu, çünkü Araplara vermeye yetki aldığı sözü, İngiliz yönetiminin şimdi yerine getirmek isteğinde olmadığını, Araplara ve İngiliz kamuoyuna duyurmak arzusunu dile getiriyordu33.

Birkaç gün sonra, İngiltere Dışişleri Bakanlığı sorumlularından Cecil Harmsworth’e gönderdiği yazıda, Arap sorununun çözümü için kimi önerilerde bulunuyor; Çukurova (Kilikya)’da Fransızlara karşı işbirliği yapmak amacıyla, Mustafa Kemal’le Faysal arasında gizli bir anlaşmanın var olduğuna inanıyor; şu görüşleri öne sürüyordu:

“Mustafa Kemal, oradaki Fransız davranışından kaygılanıyor; bu sırada İngiliz yanlısıdır, çünkü (Montagu, Amery ve Aubrey Herbert’ten oluşan) Türk yandaşlarımıza güveniyor; ama buna ilişkin olarak, Türkistan’daki Bolşevik ilerlemesinin dikkate alınmasını ümit ederim. Bolşevizmin İslam’da Vahabilik biçiminde belirmesi olanaklıdır ve bize Mezopotamya (Irak)’da olduğu kadar İran’da da zararlı olacaktır… ”

Daha ileride öne sürdüğü iddiaya bakılacak olursa, Mustafa Kemal’le Faysal arasında bir anlaşma yoktu, ama “Genç Araplar” partisine mensup kişiler, böyle bir anlaşmadan yanaydılar ve bir köşeye sıkıştırılmış olan Faysal, herhangi bir yardımı kabule hazırdı. Lawrence, görüşlerini şöyle sürdürüyordu:

“Mustafa Kemal, Kilikya (Çukurova) veya Suriye’ de harekete geçmek konusunda bir türlü karar veremiyor ve en ümitsiz veya en uygun koşullar dışında davranmayacaktır… Enver’e zarar vermek için Talat’ı kullanmayı hiç düşünüp düşünmediğimizi öğrenmek isterim. Onun anıları bize yararlı olacaktır. Mustafa Kemal, kendi akımında Enver’i bir bayrak gibi dalgalandırıyor. Doğal olarak, Mustafa Kemal, Enver’den daha yeteneklidir, ama Enver’in kişisel çekiciliğine sahip değildir“34.

Lawrence, başarısızlığından sonra Oxford’ a dönüyordu. Annesinin anlattığına göre, o sırada, büyük ölçüde depresyon ve sinir yorgunluğu geçiriyor, arada sırada, kahvaltı ile öğle yemeği arasındaki vakti, yüzünde aynı ifade olduğu halde, hiç kıpırdamadan aynı yerde oturarak geçiriyordu. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu, 1920 yılı Ağustosunda Türklere Sevres’de kabul ettirilecek bir antlaşma ile muzafferler arasında bölüştürülüyordu. Lawrence, 30 Mayıs 1920de The Sunday Times gazetesine gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

“Türk Antlaşması (Sevres)’nın koşulları, onları hazırlayanlarca olanaksız olarak kabul ediliyor. Eski Türk İmparatorluğunun gerçek durumu veya onu bölmekte olan ülkelerin askeri ve mali güçleri dikkate alınmamıştır. Koşulları yapan her yan, alabileceğini, veya komşularının almasının veya kendisinin almasına karşı çıkmasının çok güç olduğu koşulları dikkate aldı; dolayısıyla, meydana gelen belge, yeni bir Asya kurmuyor; ancak, fatihlerin arsızlıklarını gösteren bir itiraf, hemen hemen bir ilandır. Bu antlaşmanın tek bir maddesi bile üç yıl yürürlükte kalmayacak; Alman antlaşmasından daha mesut olacak, çünkü değiştirilmeyecek (revizyon) tümüyle unutulacaktır“.

Hicaz Kralı Hüseyin de, bağlaşıkların Araplara yaptıkları işleme ilişkin olarak kendi görüşünü göstermek amacıyla, Paris’teki temsilcilerinin Sevres Antlaşmasını imzalamalarını yasaklıyor ve Uluslar Derneği (Cemiyet-i Akvam-League of Nations)’ne katılmıyordu.

Lawrence, 1920 yılı Temmuzunda The Times gazetesine gönderdiği yazıda, o hafta Avam Kamarasında Ortadoğu’ya ilişkin olarak yapılan görüşmeler sırasında, kıdemli milletvekillerinden birinin Mezopotamya (Irak)’daki Arapların, “iyi niyetli İngiliz güdümüne” karşın ayaklanarak silaha sarılmalarına şaştığını belirttiğine değiniyor, şu yorumda bulunuyordu:

“‘Araplar, Türk yönetimi oldukça kötü olduğu için değil, bağımsızlık istedikleri için Türklere karşı savaş sırasında ayaklandılar. Efendilerini değiştirmek, İngiliz uyruğu veya Fransız vatandaşı olmak için değil, kendi haklarını kazanmak için yaşamlarını Savaşta tehlikeye koydular… İki yıldan sonra sabırlarının tükenmiş olmasına şaşmamak gerek… Kurduğumuz yönetim, İngiliz yönetimidir ve İngiliz dilinde yürütülmektedir. Bu yönetimi çalıştıran 450 İngiliz yönetici vardır. Onlar arasında Mezopotamya (Irak)’u tek bir sorumlu yoktur. Türklerin günlerinde, hükümet hizmetinde bulunanların yüzde 70’i yerel kişilerden oluşuyordu. Oradaki 80.000 kişilik ordumuz, hudutları korumakla değil, polis görevi yapmakla uğraşıyor. Halkı, baskı altında tutuyorlar. Türklerin günlerinde, Mezopotamya’daki iki ordunun yüzde 60’ını Arap subayları ve yüzde 95’ini öteki rütbelerdeki Araplar oluşturuyordu… “35

22 Ağustos 1920 tarihli The Sunday Times gazetesinde, Lawrence, İngilizlerin “söyledikleriyle yaptıkları arasında kınanacak bir çelişme bulunduğunu” açıklıyordu. Ona göre, İngilizler, Türkiye’yi yenilgiye uğratmak, “Arapları, Türk yönetiminin zorbalığından kurtarmak” ve o ülkenin buğday ve petrol kaynaklarını dünyaya sağlamak amaçlarıyla Mezopotamya’ya gittiklerini söylemişlerdi. Bu amaçlar uğruna yaklaşık bir milyon insan ve yüz milyon Sterlin tutarında para harcamışlardı. Lawrence, yazısını şöyle sürdürüyordu:

“Bizim yönetimimiz, eski Türk sisteminden de kötüdür. Türkler, barışı korumak amacıyla, askerliklerini yapan yerellerden 14.000 kişilik bir güç bulundurmuşlar ve yılda ortalama 200 Arap öldürmüşlerdir. Biz ise orada 90.000 kişilik bir güç, uçaklar, zırhlı arabalar, ganbotlar ve zırhlı trenler bulunduruyoruz. Bu yaz vuku bulan ayaklanmada yaklaşık 10.000 Arap öldürdük… Bağdat’taki hükümet, ayaklanma olarak nitelendirdiği siyasi suçlardan ötürü o kentte Arapları asıyor. Araplar bize karşı asi değillerdir. İsmen hala Türk uyruğudurlar ve ismen bizimle savaş durumundadırlar… Bu yaz, 10.000 köylü ve kentlinin öldürülmesi, buğday, pamuk ve petrol istihsalini ne dereceye kadar köstekler? Kendi yöneticilerinden başka kimseye yarar getirmeyen bir çeşit sömürge idaresi adına milyonlarca Sterlinin, binlerce İmparatorluk askerinin ve onbinlerce Arabın feda edilmelerine daha ne kadar izin vereceğiz?”36

Bu arada, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Ortadoğu sorunlarını Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un elinden alarak, sömürgeler Bakanı Winston Churchill’e devrediyordu. Durumu daha önce Lloyd George’la görüşen Lawrence, Churchill tarafından siyasi danışman olarak atanıyor, ama, Araplara verilen sözlerin, Suriye’nin Fransız yetkisinde kalmasını önlemeyecek biçimde yerine getirilmesi koşulunu öne sürüyordu. Churchill, 1921 yılı Martında Lawrence’la birlikte Kahire Konferansına katılıyordu. Ortadoğu’da İngiliz yönetimi ve askeri kuruluşlarının tüm sorumluları da bu konferansa iştirak ediyorlardı. Faysal, Mezopotamya (Irak) tahtına aday olarak gösteriliyor ve Haziran ayında Iraklılar tarafından büyük bir oy çoğunluğuyla kral seçiliyordu37.

Faysal’ın aday olarak gösterilmesinde Lawrence’ın büyük rolü olmuştur. Felt-Mareşal Vizkont (Lord) Allenby’ın 15 Nisan 1921 ‘de Lord Curzon’a Kahire’den gönderdiği kapalı bir telyazısından öğrendiğimize göre, Lawrence, Irak’taki İngiliz güdümüne ilişkin olarak Faysal’la uzun süren gizli bir görüşme yapıyordu. Faysal, ana hatları açıklanan genel politikadan övgüyle söz ediyor ve kendisinin bundaki rolünü yerine getirmeye söz veriyordu. Hicazın bir Vahabi saldırganlığına uğramaması koşuluyla, İngilizlerin güdüm koşulunu ve Bin Suud’la dostluk ilişkileri kurmayı kabulleniyor; aynı zamanda, kendi kişisel personeli arasında bir İngiliz danışman bulunmasını diliyordu. Bu konuda Lawrence daha sonra açıklamada bulunuyordu:

“O (Faysal), Irak halkının sorumlu bir hükümet kurmaya henüz layık olmadığını ve her iş yerel halkın insafına terkedilirse, bunun bir felakete yol açacağını kabulleniyor. Bazan kendi halkına karşı İngiliz yardımına gereksinme duyacaktır ve daimi bir garnizon bulundurmak konusundaki görüşünün, sonunda kabul edileceğini ümit etmektedir… Seçilmesi gerçekleşince, kendisi ile Bin Suud arasında bir dostluk anlaşması hazırlamasını Sir Percy Cox’tan dileyecek ve üçüncü yan olarak babası (Hüseyin)’nı da bu anlaşmaya katmak için elinden geleni yapacaktır. Abdullah, Hüseyin’in, bu denli bir anlaşmaya yanaşması için sıkıştırıldığı her vakit isteri geçirerek istifa ettiğini öne sürüyor; bunun güç bir iş olacağı konusunda beni uyarıyor“38.

Lawrence 1918 yılı sonlarında ve 1919 yılı başlarında, Fransa ile Suriye konusunda bir anlaşmaya varması için Faysal üzerinde etkisini kullanmak amacıyla, İngiltere Dışişleri Bakanlığınca kullanıldığı gibi, şimdi de, mali yardım konusunda Kral Hüseyin’le yapılan görüşmelerde aynı amaçla Churchill tarafından kullanılıyordu39.

Lawrence, Sömürgeler Bakanlığında görevli iken, Kudüs’teki İngiliz Piskoposu Dr. McInnes, Horace M. Kallon tarafından yayımlanan Zionism and World Poltics (Siyonizm ve Dünya Politikası) adlı yapıtta geçen bir pasajdan çok rahatsız oluyordu. Kallon, sözü geçen yapıtında, Filistin’deki askeri idareden yakınıyor; idarecilerin, Musevilerin Filistin’e yerleştirilmelerini kabullenen Balfour Deklarasyonu’nu sabote ettiklerini ve bir olup-bitti biçiminde kendi programlarını uyguladıklarını öne sürüyor, şöyle diyordu:

“Bu konuda, yüksek rütbeli yetkililer arasındaki Musevi düşmanlığının ve onların altındaki küçük rütbeli memurların bilgisizlik, ahmaklık ve yeteneksizliklerinin rolü büyük olmuştur. Balfour Deklarasyonu’nun varlığının onlara resmen bildirilmemiş olması buna yardımcı olmuştur, Albay Lawrence’ın Dr. Weizmann’a açıkladığı gibi, misyoner çıkarları bulunan Piskoposluk ilçesinin Musevilere karşı propaganda örgütlenmesi de buna yardımcı olmuştur“.

İngiliz piskoposu, 15 Aralık 1921’de Lawrence’a gönderdiği yazıda, ona (Lawrence’a) atfedilen demeci yalanlamaya çağırıyor ve aralarında yapılacak yazışmaları basında yayınlamak gereğini duyabileceğini bildiriyordu. Anlaşılan, Lawrence, piskoposa 2 Şubat 1922’de karşılık veriyor ve Filistin’deki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Herbert Samuel’e başvurmasını salık veriyordu. 10 Mayıs 1922’de bir açıklama yayınlayan Winston Churchill, “söz konusu yapıtın, Albay Lawrence Sömürgeler Bakanlığının bir üyesi olarak atanmadan önce yayınlanmış bulunduğunu ve dolayısıyla, yazarın ona atfetmiş olduğu görüşlerin bu Bakanlığı ilgilendirmediğini” bildiriyordu.

Piskopos, görüşünde direniyor ve 23 Haziranda Lawrence’a gönderdiği yeni bir mektupta, kendisine karşılık vermesini talep ediyor; yakında Londra’ya ulaşacağını açıklıyordu. Lawrence, piskoposa karşılık olarak iki yazı müsveddesi hazırlıyordu, ama bunlardan aşağıdaki mektup gönderilmiyordu:

“Benim Dr. Weizmann’a verdiğimi üçüncü bir kişinin iddia ettiği demeci yalanlamamı istiyorsunuz. Bunu asla yapmayacağım. Yayınlanmış bulunan ve bana atfedilen herhangi bir demeci hayatımda asla yalanlamadım; şimdi sizin bu üç köşeli sorununuzda bunu yapmaya başlamak için baştan çıkarılamam. Zaten, kuşkulandığım gibi, sayın Piskopos, yalanlamalarını hem kedinizi temin etmek ve hem de, çizmelerini sizin ve ne de benim, siyaha boyamaya yetenekli olduğumuz Dr. Weizmann gibi büyük bir adam üzerinde zafer kazanmak için istiyorsunuz…”40

Lawrence’ın Siyonistlerden yana ve Musevilerin Filistin’e göç ederek orada yerleşmelerini desteklediğini gösterecek pek az kanıt vardır, oysa ki, Süleyman Musa adlı Arap yazar, 1962 yılında Arapça yayınladığı T.E. Lawrence: Bir Arap Görüşü adlı yapıtında, Lawrence’ın Arap ayaklanmasındaki rolünü aşağılamakta ve onu, açıktan açığa bir Siyonist olarak nitelendirmektedir.

Lawrence, 1922 yılı yazında Sömürgeler Bakanlığından ayrılıyor ve savaş günlerindeki dostu, Hava Mareşali Sir Hugh Tranchard’ın gizli yardımıyla, 27 Ağustos 1922’de, her şeyden kaçıp uzaklaşmak amacıyla, John Hume Ross sahte adı altında İngiliz Kraliyet Hava Gücü (Royal Air Force)’ne kaydoluyordu. 18 Kasım 1924’de ise, Seven Pillars of Wisdom (Hikmetin Yedi Sütunu) adlı yapıtının Oxford metninin kısaltılmış nüshasına bir önsöz kaleme alıyor; bu önsözde, İngiltere’nin Arap sorunundan elleri temiz olarak çıktığını iddia ediyor; şöyle diyordu:

“Kimi Arap avukatları (en çığırtkanları bırakışmadan sonra aramıza katıldılar) bu noktaya ilişkin hükmümü reddettiler. Can sıkan bir emekli gibi onlara yaralarımı gösterdim (her yara izi, Arapların hizmetinde çektiğim bir sızıyı gösteren 60’dan çok yaram olmuştur); bunları, içtenlikle kendilerinden yana çalıştığımı kanıtlamak için gösterdim. Beni demode buldular ve ben hiçbir zaman hoş olmayan siyasi sahneden çekilmek mutluluğuna kavuştum’“41.

Lawrence’ın özgeçmişini yazanlardan biri olan David Garnett, onunla ilgili olarak şöyle der:

“Kendi kanaatimce, Lawrence’ın karakterinin en anormal özelliği, onun eza çekme iştiyakı, eza çekmeye hazır olmasıdır… Lawrence, birçok açılardan normal değildir ve onun için birşey yapmak oldukça güçtür! Basın mensupları, amatör gazeteciler ve fotoğrafçılar tarafından takibata uğruyordu… Lawrence’ın unutulmayı istemeyeceği hiç kuşkusuz bir gerçektir. Bunca İrlandalının sahip olduğu kendini beğenmişliğe sahipti. Ama Lawrence’ın kendini beğenmişliği ile zulme uğrama kompleksi arasındaki sınırı çizmek olanaksızdır çünkü bu büyük ölçüde değişiyordu… “42

Lawrence’ın daha sonra kaleme aldığı mektuplar oldukça aydınlatıcı ve ilginçtirler; örneğin, 1928 yılı Şubatında D.G. Pearman’a Karaçi’den şu yazıyı gönderiyordu:

” … Doğu’nun önemli ahengi daha da çabuklaştırılmazsa, herhangi iki Arap devletinin gönüllü olarak birleşmesi ancak birçok kuşaklar geçtikten sonra mümkün olacaktır. Onların gelecekteki tek ümitlerinin birleşmekle gerçekleşeceğini kabullenirim, ama bu birbirine yanaşma, olağan biçimde olmalıdır. Zoraki birleşmeler zarar getirir ve bu durumlarda politika; coğrafya ve iktisadiyattan önce gelmelidir. İller birleşmeden önce ulaştırma ve ticaret geliştirilmelidir. Şimdiki durumda bir Arap İmparatorluğuna en çok yanaşan, İbn-i Suud’un ülkesidir. Onun bu icadı, kum üzerine kurulmuştur. Çölde istikrarlı hiçbir şey doğmayacaktır; esasen çöl, onun istibdadı gibi belki daha az liberal ama kanla yoğrulmuş yüzlercesini görmüştür; ama çökecektir“43.

1 Mayıs 1928’de İngiliz Kraliyet Hava Gücü Mareşali Sir Hugh Trenchard’a Karaçi’den gönderdiği mektupta, Vahabi akımı hakkında şu görüşleri yansıtıyordu:

“Fanatikler tarafından yanlış yola götürülen cesur, cahil ve hayvan Bedevilere üzülürüm. Din nazariyeleri şiddetle öne sürüldüklerinde ve davranışlara dikte etmeye başladıklarında şeytan oluyorlar… İbn-i Suud, iyi bir bölük komutanı idi, ama bir tabura komuta etmeyi biraz güç buluyor. Çöl ve kentten oluşan iki dünyanın üzerinde oturmak istiyor. Bu, uzun devrelerden geçen olaylar dışında, şimdiye dek yapılmamıştır. Faysal, 1918’de bunu denemeye kalkışmıştı ve ben onu bu görüşten vazgeçirmiştim. Arapça konuşan iki ilçeyi bile henüz birleştirebileceğinize veya federal bir biçime getirebileceğinize, dahası, tek bir istibdat haline getirebileceğinize inanmıyorum; buna karşın, İbn-i Suud, kendi krallığında bizim için tek kıvançtır … Çölde ve Londra’da kararlı adamların sayısı pek azdır“44.

22 Ekim 1929’da Profesör Yale’e Londra’dan gönderdiği mektupta, şöyle diyordu:

“Benim de katıldığım ve sözde İngiliz nüfuz bölgelerine ilişkin 1921-2 Winston Churchill uzlaşmasının, Araplara verilmiş olan sözleri onurla yerine getirmiş olduğuna kesinlikle inanıyorum… Bunu 50 yıl kadar bırakınız. Irak üç kuşak boyunca terbiyeli bir gösteride bulunmayı sürdürürse, Arap ihtilâli, değerini kanıtlamış olacaktır. Hayatımızın süresi içinde ne itibar ne de yüzkarası biçebiliriz: ben öldükten sonra da kemiklerim umursamayacak…”45

15 Mayıs 1930’da Frederic Manning’e Plymouth’dan şöyle hitap ediyordu:

” … Sonuçta Arap akımına inanmadım; ama o günkü zaman ve mekân açılarından onun gerekli olduğunu düşündüm. Bu akım, savaştan bu yana da haklılığını büyük ölçüde kanıtlamış bulunuyordu… “46

28 Kasım 1934’de B. H. Liddell Hart’a York’tan gönderdiği yazıda şöyle diyordu:

” … Mustafa Kemal büyük bir vatanseverdi; 1931’den sonra ise yabancı aleyhtarı oldu. Onun ulusalcılığı, Enver’in Alman yanlısı meyline karşı mücadele etmek için kurulmuştu“47.

Öldüğü ay içinde (6 Mayıs 1935’de), Lawrence, Eric Kennington’a, Moreton, Dorset’ten şu yazıyı gönderiyordu:

” … Ne yaptığımı merak ediyorsunuz. Gerçekte ben de merak ediyorum. Görünürde günler doğuyor, güneşler parlıyor, akşamlar geliyor, sonra uykuya yatıyorum. Ne yaptığım, ne yapmakta olduğum, ne yapacağım beni merak ettiriyor, şaşırtıyor. Sonbaharda kendi ağacınızdan düşen bir yaprak oldunuz mu ve bu sizi şaşırttı mı? Beni işte bu duygular sarıyor“48.

1929 yılı Haziranında, adı bilinmeyen bir gazeteciye dertlerini şöyle yansıtmıştı:
” … Politikadan, Doğu’dan ve entelektüellikten usandım. Yarabbi, o kadar yorgunum! Ölmek en iyisidir, çünkü borazanın sesi duyulmaz. Kendi günahlarımı ve dünyanın yorgunluğunu unutmak isterim“49.
Lawrence’ın bu ölüm dileği, 19 Mayıs 1935’de gerçekleşiyordu. O gün, bir telyazısı göndermek amacıyla, Brough tipindeki motosikletiyle Bovington Camp’a gidiyor; kendi evi olan Clouds Hill’e dönerken, yolda bir kaza geçiriyor, motosikletinden fırlayarak beyninden ağır surette yaralanıyordu. Hastahaneye kaldırılan Lawrence, altı gün komada kalıyor ve 19 Mayıs Pazar sabahı, saat 8’de kalbi duruyordu. Dorset ilinin Moreton köyündeki bucak kilisesine bitişik mezarlıkta gömülüdür. Oldukça basit bir cenaze töreni yapılmış; buna en yakın dostları katılmıştı50. Onlar arasında, tabutu taşıyanların başında Sir Ronald Storrs bulunuyordu. Storrs, kaleme aldığı Orientations (Hedefler) adlı yapıtında51, 1919-20 kışında Lawrence’ı efsaneleştirmeye çalışan Amerikalı gazeteci Lowell Thomas gibi52 ebedileştirmeye çalışmıştır.

Lawrence, kişiliği, karakteri ve maceraları bakımlarından çok eleştirilmiştir. Arabistan’daki Haşimi ayaklanmasını küçümsememekle birlikte, Lawrence’ın yayınladığı Seven Pillars of Wisdom (Hikmetin Yedi Sütunu) adlı yapıtında, bu ayaklanmanın önemini, ayaklanmadaki kendi rol ve katkısını büyük ölçüde abartmış olduğu öne sürülmüştür. Richard Aldington, 1955’de Londra’da yayınlanan Lawrence of Arabia (Arabistan’ın Lawrence’ı) adlı yapıtında, Lawrence’ın dürüstlüğünü kuşkuyla karşılar ve onun anlatmış olduğu hikayelerin “sahte ve övüngen – kendi kendine önem vermiş bir egoistin megalomanisi” olduğunu öne sürer53.

Bu görüşü destekleyen çok kanıt vardır. Örneğin, Lawrence, İngiliz Kralı V. George’la görüşürken, “genellikle modern Türkiye’nin kurucusu sayılan meşhur Mustafa Kemal’e, bir zamanlar ateş ettiğini, ama kurşunun, onun yanında duran bir kurmay subayına isabet ettiğini54 söylüyordu. Öte yandan, 1926 yılı Nisanında İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden W. G. Childs’a yaptığı bildirilen açıklamada, “1918 yılı Eylülünde, acayip bir raslantı sonunda, Mustafa Kemal Paşa ile birkaç görüşme yapmış olduğunu ve Türk savaş amaçlarının, konuşulan konular arasında bulunduğunu” iddia ediyordu55. Bu iki hikaye, ne ilgililerce ve ne de resmen doğrulanmıştır.

Lawrence’la İngiliz yönetiminin Necd’de yükselmekte olan “daha sabit ve daha makul” önder olarak Abdül Aziz Bin Suud yerine, Arabistan’da Şerif Hüseyin İbn-i Ali’yi desteklemekle “yanlış ata bahis koydukları” da öne sürülmüştür56. Arap ayaklanması sırasında Mezopotamya (Irak)’da İngiliz siyasi memuru bulunan Sir Arnold Wilson, Hindistan Bakanlığına bağlı ötekilerle birlikte, Lawrence’ın ve Arap Bürosu’nun çalışmalarını çok eleştiriyordu. Wilson gibi siyasi memur olarak Mezopotamya’ da görev yapan St. John Philby da, onun bu görüşlerine katılıyor ve Lawrence’la Arap Bürosu’nun Hüseyin’i değil, Ibn-i Suud’u desteklemeleri gerektiğine inanıyordu. Philby’ın görüşünce, Lawrence’ın eserini gösteren tek abide, tahrip edilen Hicaz demiryolunun kalıntıları idi57.

Robert Lacey, 1981 yılında Londra’da yayınlanan The Kingdom (Krallık) başlıklı yapıtında, Lawrence’ın Arapları aldattığını iddia edecek kadar ileri gitmektedir. Kanıt olarak, Lawrence’in Seven Pillars of Wisdom (Hikmetin Yedi Sütunu) adlı yapıtının önsözünde yapmış olduğu şu açıklamayı öne sürer:

” … (İngiliz) Kabinesi, daha sonra Araplara özerklik verileceği kesin sözleriyle onları bizim için çarpışmaya ayaklandırdı. Araplar, kuruluşlara değil, kişilere inanırlar. Beni, İngiliz yönetiminin özgür bir ajanı olarak gördüler ve benden, o yönetimin yazılı vaadlerini onaylamamı talep ettiler. Böylece, bu komploya katılmak zorunda kaldım ve sözümün değeri ne ise, onlara, ödüllerini alacakları yolunda güvence verdim. Savaşı kazanırsak, bu sözlerin yerine getirilmeyeceği (kağıt üzerinde kalacağı) ta başlangıçtan belli idi ve ben, Arapların dürüst bir danışmanı olsaydım, onlara, bu gibi şeyler için çarpışarak hayatlarını tehlikeye sokmamaları; evlerine dönemleri öğütünü verirdim . Doğu’da ucuz ve süratli bir zafer kazanmamız için Arap yardımının gerekli olduğuna ve kaybedeceğimize sözümüzde durmayarak kazanmamızın daha iyi olacağına inanarak, bu hilenin tehlikesini göze aldım”.

Lawrence, Arap halkını bu biçimde aldattığı için, aşağıdaki demecinde de yansıttığı gibi, daha sonra pişmanlık duymuştur:

“(Araplarla) ateş altında iki yıllık ortaklığımız sırasında bana inanmaya ve hükümetimin de, benim gibi, içten olduğunu sanmaya alıştılar. Bu ümitle kimi iyi işler başardılar, ama, pek tabii olarak birlikte başarmış olduğumuz işlerden gurur duyacağıma, sürekli ve acı biçimde utanç duyuyordum“58.


BELGELER;

BelgeNo. 1 Lawrence Arap giysisi içinde
BelgeNo. 2 Lawrence’ın fotoğrafı
BelgeNo. 3 Arap ayaklanmasını saptayan İngiliz haritası
BelgeNo. 4 Lawrence’ın gerilla savaşlarını gösteren ve bizzat kendisi tarafından çizilen harita
BelgeNo. 5 3 Eylül 1919 tarihli özel ve gizli mektubun fotokopisi
BelgeNo. 6 ve 6A Lawrence’ın 1919 yılı Eylülünde İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği ve Mustafa Kemal’den de söz eden yazısının fotokopisi

DİPNOTLAR;

1 Robert Lacey, TheKingdom (Krallık), Londra 1981, s. 119.
2 Ronald Storrs, Orientations (Hedefler), Londra 1945, ss. 152-6.
3 Lacey, op. cit., s. 182.
4 Impact International: “Can’t buy peace througy supplication. (Yalvarmalarla barış satın
alınamaz), 15:19, Londra, 11-24 Ekim 1985, s. 9.
5 David Holden ve Richard Jones, The House of Saud (Suud Hanedanı), Londra  1981, s.
53.
6 Bkz. Richard Aldington, Lawrence of Arabia: Biographical Enqui (Arabistan’ın Lawrence’ı: Bir Biyografik Araştırma), yeni baskı, Londra 1969.
7 Bkz. H. Montgomery Hyde, Solitary in the Ranks: Lawrence of Arabia as airman and private soldier (Rütbelerde Tek Başına: Arabistan’ın Lawrence’ı havacı ve alelade asker), Londra 1977, s. 37.
8 The Guardian, Londra, 20.5.1985.
9 David Garnet (ed.), The letters of T. E. Lawrence of Arabia (Arabistan’ın T. E. Lawrence’ının mektupları), Londra 1964, s. 40.
10 Ibid., s. 152.
11 Ibid. ,ss.163ve 181.
12 Belki, Osmanlı İmparatorluğunu bölmek amacı güden savaş sırası gizli anlaşmalarını
önceden sezmişti.
13 Garnett, op. cit . , ss. 185-6.
14 Ibid., ss. 181-2.
15 Ibid., s. ’94•
16 Ibid., s. 197.
17 Ibid., ss. 201-2.
18 Holden ve Jones, op. cit., ss. 33 ve 52.
19 Lacey, Op. cit., ss. 119-20.
20 İngiltere Dışişleri Bakanlığı belgeleri: FO 371/3384/183770, P. I. D. “Kral Hüscyin’le ilgili İngiliz üstlenmeleri hakkında andırı”, gizli, tahminen 5.11.1918: ayr. bkz. FO 371/22108/146/18; 153045/15, telyayazısı no. 623; 174974/17; ve George Antonius: The Arab Awakening: the story of the Arab national movement, (Arap Uyanması:Arap ulusal akımının hikayesi), Londra 1938.
21 Garnett, op. cit., s. 210.
22 Ibid., s. 265.
23 Ibid., s. 183 ; ayr. bkz.: Lawrence’ın Sewen Pillarss of Wisdom (Hikmetin Yedi Sütunu) adlı yapıtının önsözü.
24 Garnett, op. cit., s. 238.
25 Ibid . s. 244.
26 Ibid., s. 246.
l7 Ibid., s. 254.
28 Ibid., s. 256.
29 İngiltere Dışişleri Bakanlığı belgeleri : FO 371/3384¨171983: Reginald Wingate’ten Arthur James Balfour’a gizli yazı no. 219, Ramleh, 21.9.1918, ilişikte, Hicaz Kralının Mekke’den gönderdiği 28.8.1918 tarihli mektubun İngilizce çevirisi.
30 Garnett, op. cit., s. :258.
31 Hyde, op. cit., s. 19.
32 Garnett, op. cit., ss. 261-3.
33 Ibid., s. :284.
34 İngiltere Dışişleri Bakanlığı belgeleri: FO 37/4236/E 129405.
35 Garnett, op. cit., ss. 294 ve 307-8.
36 Ibid., ss. 316-7.
37 Ibid., ss. 323, 328-9.
38 İngiltere Dışişleri Bakanlığı belgeleri: FO 371/6350/E 4509-
39 Garnett, op. cit., s. 332.
40 Ibid., ss. 342-3 .
41 Ibid., s. 346.
42 Ibid., ss. 351-3.
43 lbid., s. 577.
44 Ibid., s. 599.
45 Ibid., s. 671-2.
46 Ibid., s. 693.
47 Ibid., s. 831.
48 Ibid., s. 871.
49 Ibid., s. 351.
50 Ibid., ss. 8723.
51 Storrs, op. cit., ss. 453•4.
52 Hyde, op. cit., s. 24.
53 Lawrence of Arabia (Arabistan’ın Lawrerıce’ı), Londra 1955, s. 820.
54 Hyde, op. cit., s. 19.
55 İngiltere Dışişleri Bakanlığı belgeleri: FO 371/215/L 2540: W. G. Childs’ın kaleme aldığı
andırı, Londra, 20.4.1926.
56 Lacey, op. cit., s. 123.
57 Ibid., s. 144.
58 Ibid., s. 135. Orijinal pasajlar italik değildir. 

http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/lawrence-hasimi-araplarini-osmanli-imparatorluguna-karsi-ayaklanmalari-icin-nasil-aldatti-ingiliz-gizli-belgelerine-gore/


***

LAWRENCE, ARAPLARI OSMANLIYA KARŞI NASIL AYAKLANDIRDI VE KANDIRDI BÖLÜM 1




LAWRENCE,  ARAPLARI OSMANLIYA KARŞI NASIL AYAKLANDIRDI VE KANDIRDI BÖLÜM 1



   LAWRENCE,  ARAPLARI OSMANLIYA KARŞI, NASIL AYAKLANDIRDI VE KANDIRDI,Salâhi R. SONYEL,

Lawrence, Haşimi Araplarını Osmanlı İmparatorluğu’na Karşı Ayaklanmaları İçin Nasıl Aldattı (İngiliz Gizli Belgelerine Göre)


Dr. Salâhi R. SONYEL,


Yetmiş yıl Önce, 1916 Haziranında, Haşimi Araplarının önderi Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali, kendisine, “Arapların bağımsızlığını sağlayacağını iddia eden İngilizlerin kesin olmayan sözlerine kapılarak, bağlı bulunduğu Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan devletlerce bölünmesine araç oluyordu. İngiliz yazan Robert Lacey’in deyimine göre, “onun (Hüseyin) akımı, bir Arap ayaklanmasından çok bir İngiliz-Haşimi komplosu” idi1 ve bir milyon Sterline yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edilmiştir2.

Bununla birlikte, Cidde’deki İngiliz Konsolosu Reader Bullard’ca “kurnaz, yalancı, safdil, kuşkucu, inatçı, kendini beğenmiş, kibirli, bilgisiz, arsız ve gaddar bir Arap şeyhi” 3 olarak gösterilen Şerif Hüseyin’in, kimi Müslüman bilginlerince İslam’a karşı “ihanet” olarak nitelenen davranıştan ona bir çıkar sağlamadığı gibi onu tahtından da yoksun bırakmıştır. Böylece, İslâm arasında bugün bile etkisinden bölgenin acı çektiği en büyük bölünmeye neden olan Şerif Hüseyin, bunu pahalıya ödemiştir. lmpact lnternational dergisine göre, “Osmanlı Halifeliğine karşı ayaklandıkları günden bu yana, Arapların kendi kendilerini yıkmak sendromu sona ermemiştir”4.

Haşimi Arap ayaklanmasının baş rolünü “Arabistan’ın ‘El Aurens’i” olarak bilinen Thomas Edward (Ned) Lawrence oynamıştır. Kimi yerel Araplarca “altınları taşıyan adam” 5 olarak anımsanan Lawrence ölümünün 50. yıldönümünde, İngiltere’nin Dorset iline bağlı Moreton köyünde, 19 Mayıs 1985’de, kendi yandaşlarınca anılmıştır. Buna ilişkin olarak 20 Mayıs 1985 tarihli The Guardian adlı İngiliz gazetesinde yayınlanan bir habere göre, Lawrence’in mezarı üzerinde, “ihanete uğramış milyonlarca Arap adına” ve SM simgesini taşıyan bir yazı bulunmuştur. Bu yazıda şunlar da belirtiliyordu:

“Biz Araplar için büyük düşleriniz (rüya) vardı ve biz de, sizin ve yönetiminizin yardımlarıyla, yalnız Osmanlıdan özgürlük kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda, 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi hüviyet ve gururumuzu yeniden sağlayacağımızı umut etmiştik. Heyhat, Aurens, ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap dünyası, savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz karanlık görünüyor… ”

Ölümünden 51 yıl ve Arabistan’da Osmanlı Halifeliğine karşı patlayan Haşimi ayaklanmasının ilk kıvılcımından 70 yıl sonra, yansız araştırmacılar, Lawrence’ın bu ayaklanmadaki rolü veya buna yaptığı katkıların karışıklığını hâlâ çözmeye çalışıyorlar. Lawrence’ın yandaşları onu Arap halkının kurtarıcısı olarak tanrılaştırmaya yeltenirken, muhalifleri, onu, geçmişi belirsiz ve Arap savına bağlılığı kuşkulu “İrlanda’lı bir haylaz” olarak aşağılamaktadırlar. Ayrıca, muhasımları, örneğin Richard Aldington6 adlı İngiliz yazarı, onu bir homoseksüel olarak da nitelendirmektedir, ama bunu kanıtlayacak pek delil yoktur7.

Lawrence’la ilgili birçok yayımlar, özgeçmişi, yayımlanmış mektupları, İngiliz Devlet Arşivi (Public Record Office)’nde korunan Dışişleri, Savaş ve Sömürgeler Bakanlıkları ve İngiliz Kabinesi belgeleri ve çeşitli arşivlerde araştırmacılara açılan ona ilişkin öteki birçok kaynaklar, Lawrence’ın kişiliğine ve çalışmalarına epeyi ışık serpmektedirler. Bununla birlikte, onun öğrenci olarak bulunduğu Oxford’daki Jesus (İsa) Kolejinde o sıralarda uzman-araştırmacı (Emeritus Fellow) olan John Griffith, aradan bu kadar zaman geçmiş olması dolayısıyla, böyle bir “hayran edici ve aldatıcı (illusive) kişi” hakkında tam olarak objektif bir karara varma olanağından kuşkulu bulunduğunu açıklamıştır8.

Thomas Edward (Ned) Lawrence, 16 Ağustos 1888’de, İngiltere’nin Galya bölgesine bağlı Caernarvonshire ilinin Tremadoc kasabasında, evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya geldi. Babası, yarı İngiliz yarı İrlandalı toprak ağası Sir Thomas Chapman ve annesi, onun metresi ve kızının mürebbiyesi olan, yarı İskoçyalı Sara Maden idi. Lawrence, 1909’dan beri Araplarla ilgileniyor; arkeoloji kazılarına katılmak amacıyla 1911’de Trablus’a gidiyor; kazıların sona erdiği her mevsim sonunda çoğu kez Arap giysilerine bürünerek çevrede dolaşıyor; Arapların ve yerel Müslüman aşiretlerinin aralarında yaşıyordu9. Onun Arap halkına karşı olan ilgisi ve Türklere karşı olan beğenmezliği, 1912-3 Balkan savaşları sırasında açıklanıyordu. Lawrence Trablus’dan 5 Nisan 1913’de Bayan Reider’a gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

” … Türkiye’ye gelince, Türkler aşağı! Ama korkarım ki onlarda hayat değil, yapışkanlık var. Onların kayboluşu, bir zamanlar iyi yönetim yetenekleri olan Araplar için bir fırsat oluşturacak“10.

1914 yılı başlarında Lawrence, arkeolog Sir Leonard Wolley ve Yüzbaşı S. F. Newcombe, Filistin Keşif Fonu (Palestine Exploration Fund) hesabına, Gazze ile Akebe arasındaki bölgeyi gezerek oranın haritasını çizmeye çalışırken, Süveyş’in doğusunda, Türk hududunda bulunan kuzey Sina’yı keşfediyorlardı. Onların bu keşfi, Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri (daha sonra Savaş Bakanı) Lord Kitchener’ce planlanmıştı ve o sıralarda Yüzbaşı Newcombe’nin yapmakta olduğu stratejik araştırmayı kamufle etmek amacını güdüyordu; ama bunun askeri bir oyun olduğunu sezen Türkiye, İngilizlere çok kırılmıştı11.

1914 yılı Ağustosunda Birinci Dünya Savaşı patlayınca, Lawrence, Savaş Bakanlığının Londra’daki harita bölümünde bir sivil işgüder olarak görev alıyor, ona, Sina’nın askeri bir haritasını yapmak görevi veriliyordu. 18 Eylül 1914’de Oxford’dan Bayan Reider’a görderdiği mektupta şöyle diyordu:

” … Türklerin savaşa girmek niyetinde olmadıklarını korkuyla seziyorum, çünkü onları Küçük Asya’ya sıkıştırmak 12 ve dahası, orada bile vesayet altına almak bir gelişme olacaktır. Herşey, Enver’in yeniden başı boş bırakılmasına dayanır… ” 13.

1914 Aralığında teğmenliğe yükselen Lawrence, Kahire’deki İngiliz İstihbaratında görevlendiriliyor; savaş tutsaklarını sorguya çekiyor; haritalar çiziyor ve Türk hatlarının ardındaki ajanlardan gelen bilgiyi inceliyordu. Aynı zamanda, Orta Doğu’da, Arapların da katılmalarıyla Türkiye’yi yenmek amacıyla bir strateji planlıyordu14. Bu arada, Kahire’ de yeni kurulan Arap Bürosu’na atanmasını sağlıyor; bu yeni görevinde, arkeolog dostu D. G. Hogarth’a gönderdiği 18 Mart 1915 tarihli mektubunda şöyle diyordu:

“(Türkiye’nin merkezi Konya’ya taşındıktan sonra) İstanbul’u yitiren Türk’ün bir rönesans geçirmesini beklemeliyiz kanısındayım. Askeri açıdan daha korkunç, ama siyasi bakımdan daha zayıf olacaklardır“15.

Bir ay kadar sonra (20 Nisan 1915’de) yine Hogarth’a gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu:

” … Zavallı yaşlı Türkiye, birliğini zor sürdürüyor. Herkes, onun son zamanlardaki parlak başarılarından daima söz eder, ama gerçekte çok acınacak bir durumdadır. Onunla ilgili herşey oldukça mide bulandırıyor ve onun varlığına son vermenin iyi olacağına inanasım geliyor, ama bu bizim için uygun olmayacak… “16

Bir süre sonra, Lawrence, İngiliz Savaş Bakanlığınca gizli bir görevle Mezopotamya (Irak)’ya gönderiliyordu. Küt-ül-Amara’da İngiliz Generali Townshend’in ordusunu saran Türk Generali Halil Paşa’yla pazarlığa girişmesi için, Savaş Bakanlığınca gönderilen gizli öneriler taşıyan Lawrence, Aubery Herbert adlı bir İngiliz’le birlikte seyahat ediyordu. General Townshend, kendisini saran Türkleri para karşılığında satın almayı düşünmüş, bir plan hazırlamıştı. Irak’taki İngiliz orduları komutanı General Lake bu planı kabullenmiş, İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener de bunu uygulamıştı. Oysa Irak’taki İngiliz subaylarının çoğunluğu, onur kırıcı olarak nitelendirdikleri bu plana karşı çıkmışlardı. İngiliz siyasi işgüderlerinden Sir Percy Cox da bu planın, İngiliz saygınlığı açısından, İngiliz garnizonunun tesliminden daha kötü olduğuna değinerek buna karşı çıkmıştı. Lawrence ise, Türklerin İngiliz önerisini kabullenmeyecekleri için planın olanaksız olduğuna inanıyordu. Bununla birlikte Albay Beach, Aubrey Herbert ve Lawrence, Halil Paşa’yla görüşerek, sarılmış bulunan İngiliz garnizonunu serbest bırakması için ona ilkin bir milyon Sterlin, kabullenmezse, iki milyon Sterlin rüşvet önermeye gönderilmişlerdi. Halil Paşa bu İngiliz önerisini tiksintiyle reddetmekle kalmıyor, bunu haber olarak çevreye yayıyor ve İngiliz saygınlığına büyük bir darbede bulunuyordu.

Bu arada Lawrence, Irak’taki Arapları Türklere karşı ayaklanmaya kışkırtmak ve onların İngiliz ordusuyla işbirliği yapmalarını sağlamak umuduna kapılıyor, ama bunda başarı sağlayamıyordu. İngilizlerin Hindistan ordusundaki subaylar, Araplarla bağlaşık olmayı ancak en son çare olarak görüyorlardı17. Bundan başka, Osmanlı İmparatorluğu çok güçsüz sayılıyordu. Genç Türklerin (İttihat ve Terakki) erke geldikleri 1908 yılı Temmuzundan bu yana vuku bulan birçok savaş, istila ve ayaklanmalar sonunda Türkiye geriye kalan Balkan illerinin hemen hemen tümünü yitirmiş; Trablusgarp’taki (Libya) topraklan İtalya tarafından gasp edilmiş ve Girit üzerindeki egemenliği, bu adanın Yunanistan’la birleşmesiyle elden çıkmıştı. Türk subaylarının ulusal laikliği, okumuş genç Arapları da aynı duygulara sahip olmaya kışkırtmıştı. Ansızın, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap illeri de sarsıntı geçirmeye başlıyordu. Gerçi Şam ve Bağdat’taki entelektüellerin ve ordu subaylarının ulusalcılığı, Arabistan yarımadasına dek yayılmamıştı, ama bir Arap dirilişinden söz etmek bile tüm Ortadoğu’da uluslararası rekabetlere yeni bir güç katmıştı.

Türkiye, Almanya’dan yana Birinci Dünya Savaşına girdiğini açıklar açıklamaz, İngilizler, Ortadoğu’daki çıkarlarını korumada ve Türk ordularını hırpalamada faal rol oynayacak Arap bağlaşıklar aramaya koyuldular. Bu amaçla, Necd yöneticisi İbn-i Suud’un yeni düşmanı ve Haşim aşiretinin önderi Şerif Hüseyin İbn-i Ali’yi seçtiler. İngiliz tarihçilerinden David Holden ve Richard James’in “küçük, kendini beğenmiş ve düzenbaz” olarak nitelendirdikleri Şerif Hüseyin, İngiltere’nin kışkırtmasıyla, daha sonra “Arap isyanı” olarak anılan akımın önderi oldu18.

Tüm 1915 yılı süresince, Şerif Hüseyin, Araplara bağımsızlık verileceği gibi belirsiz İngiliz sözleriyle aldatılarak, Osmanlı Halifeliğine karşı ayaklanmaya kışkırtılıyordu. Kahire’ deki Arap Bürosu’na bakılacak olursa, Mısır’daki İngiliz temsilcisi, henüz savaş başlamadan, Hüseyin ve oğullarıyla, özellikle Abdullah’la ilişki kurmuştu. İngiltere Almanya’ya karşı savaşa girince, Dışişleri Bakanlığı, Felt-Mareşal Lord Kitchener’in dileği üzerine, Kahire’deki İngiliz elçisine gönderdiği telyazısında, Türkiye ile savaşa girilirse, Şerif Hüseyin’in tutumunun ne olacağını soruşturması için Abdullah’a özel bir kurye göndermesini öneriyordu. Abdullah, yazılı olarak gönderdiği karşılıkta, “Ülkemizin haklarını ve şimdiki Emirin kişisel haklarını korur… bizi herhangi bir dış saldırganlığa ve özellikle Osmanlılara (bahusus başka bir kişiyi Emir yapmayı dilerlerse) karşı bizi destekler… ve bu temel ilkeleri İngiltere yazılı olarak güvence altına alırsa”, İngiltere’nin Türkiye’ye yeğ tutulduğunu bildiriyordu.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, buna 31 Ekim 1914 tarihinde (yani İngiltere ile Türkiye arasında savaşın başladığı gün) verdiği karşılıkta, Abdullah’ın isteklerini kabulleniyordu. Kahire’deki İngiliz temsilcisi Sir Henry McMahon, daha sonra yaptığı açıklamada, ana gayesinin, Osmanlı orduları safında çarpışan Arap erlerin sadakatlerini sarsmak olduğunu bildiriyordu. O sıralarda (1915) şöyle düşünüyordu:

“Bu anda Gelibolu’daki Türk gücünün büyük bir bölüğünü ve Mezopotamya (Irak)’daki gücün yaklaşık olarak tümünü Arap erleri oluşturuyor … Onların Türkiye’den kopmalarını haklı göstermek için, ileride kendilerine yardımda bulunacağımız yolunda güvence verebilir miydik? Bunu ivedilikle yapmam için bana buyruk verilmişti… Bu, hayatımda en üzücü tarih idi“19.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, 31 Ekim 1914 tarihli telyazısında şöyle diyordu:

” … Biz Türkiye’ce zorla kabul ettirilen bu savaşta Arap ulusu İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere, Arabistan’a dahili bir müdahale olmamasını güvence altına alacak ve Araplara; dış saldırganlığa karşı her çeşit yardımı esirgemeyecektir. Halifelik katını gerçek Arap soyundan gelen birisinin Mekke veya Medine’de üstlenmesi olasıdır ve böylece, şimdi vuku bulmakta olan tüm kötülükten, Tanrının yardımıyla iyilik doğabilir“.

Bu alıntı, şu ekle birlikte, bir yazıyla Kahire’den Şerif Abdullah’a gönderiliyordu:

“Mekke Emiri, bu çatışmada Britanya’ya yardım etmeyi istiyorsa, Britanya , Şerifliğin hak ve ayrıcalıklarını tüm dış saldırganlığa, özellikle Osmanlılara karşı güvence altına almaya isteklidir … ”

Şerif Hüseyin, 1915 yılı Temmuzunda Sir Henry McMahon’a gönderdiği yazıda, Britanya yönetimiyle bir anlaşma yapılması kesin önerisinde bulunuyor, şu koşullan öne sürüyordu:

“Yanlar, herhangi birine saldırabilecek yabancı bir devlete karşı koyabilmek için, karşılıklı olarak yardımlaşma yönünden tüm yetenekleriyle kendi ordu ve donanma güçlerini seferber edecek; her iki yan kabul etmedikçe barış kararlaştırılmayacak”.

Bu koşullar, Şerif Hüseyin’in 5 Kasım 1915 tarihinde Sir Henry McMahon’a gönderdiği üçüncü yazıda şöyle vurgulanıyordu:

“Almanya ve Türkiye ile tek başına barış yapmayacak ve onları (Arapları) etkin biçimde destekleyip koruyacak olan İngiltere’nin kendi bağlaşıkları olduğunu öğrenince, Arapların ivedilikle savaşa girmeleri, genel çıkarları yararına olacaktır“.

Sir Henry McMahon, Dışişleri Bakanlığından almış olduğu yönerge üzerine Şerif Hüseyin’e 13 Aralık 1915’de gönderdiği üçüncü yazısında şu güvenceyi veriyordu:

“Tüm Arap halklarını ortak savımızdan yana çekmek için hiçbir çabayı ihmal etmeyiniz ve onları, düşmanlarımıza yardımda bulunmamaya üsteleyiniz. Anlaşmamızın devamlılık ve gücü buna dayanır. Britanya’ nın, Arap halklarının, Almanya’dan ve Türk tahakkümünden özgür olmasını sağlayacak gerekli koşulu içermeyen bir barış yapmaya istekli olmadığını açıklayarak size güvence veririm”.

Şerif Hüseyin, verilen bu teminatı,  1 Ocak 1916' da McMahon’ a gönderdiği dördüncü mektubunda kabul ediyor ve o tarihten sonraki davranışı bunu vurguluyordu. Araplara verilen güvence, Hicaz Kralı unvanını alan Şerif Hüseyin’e gönderilmek üzere, Kahire’deki yeni İngiliz diplomatik temsilcisi Sir Reginald Wingate’e İngiltere Dışişleri Bakanlığınca 4 Şubat 1918’de gönderilen bit telyazısında şöyle tekrarlanıyordu:

“Bağlaşıklarıyla birlikte Majeste Kral Yönetimi, zulme uğramış ulusların kurtuluş savaşından yanadır ve Arap halkını, Osmanlı şiddetinin ve Türk yetkililerince kışkırtılan sun’i rekabetlerin yerini bir kez daha yasanın alacağı bir Arap dünyasını kurma mücadelelerinde desteklemek kararındadırlar. Majeste Kral Yönetimi, Arap halklarının, özgürlüğe kavuşturulması konusunda daha önce üstlenmiş bulunduğu sorumluluğu yeniden doğrular“.

Bu arada, bağımsız Arap devletinin hudutları sorunu da bu yazışmalara konu oluşturuyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığınca 14 Nisan 1915 ‘te Kahire’deki İngiliz Yüksek Komiserine gönderilen bir telyazısında, İngiliz yönetimi şu açıklamalarda bulunuyordu:

“Arabistan yarımadasının bağımsız ve egemen bir devletin elinde bulunması, barış koşullarının gerekli ilkelerinden biri olarak sağlanacaktır… ama bu devletin hudutları içine girecek olan toprakların genişliğini bu evrede tam olarak saptamak olanaksızdır.”

Toprak sorunu, ilk kez, 1915 yılı Temmuzunda Şerif Hüseyin’ce Sir Henry McMahon’a gönderilen ilk yazıda öne sürülmüştü. Şerif Hüseyin, bu mektubunda, Türkiye’ye karşı Britanya ile işbirliği yapmasının ilk koşulunu şöyle açıklıyordu:

“İngiltere, hudutları şöyle saptanan Arap ülkesinin bağımsızlığını kabullenmelidir: Kuzeyde Mersin ve Adana’dan, 37. derece kutup hattına, yani Birecik, Urfa, Mardin, Midyat, Amatya Adası (jezire Amadia)’na, oradan İran hududuna; doğuda İran hududu yakınlarından Basra Körfezi’ne; güneyde Hint Okyanusu’na (Aden hariç – olduğu gibi kalacak), batıda Kızıl  Deniz’i ve Akdeniz’ i kapsamak üzere Mersin’e dek uzanan topraklar“.

Sir Henry Mc. Mahon, 30 Ağustos 1915’te Şerif Hüseyin’e gönderdiği ilk yazısında, ona, bu konuda, bağlayıcı olmayan bir karşılık veriyor; Lord Kitchener’in sözlerini yeniden doğruluyor; hudutlar sorununun görüşülmesinin henüz mevsimsiz” olduğunu öne sürüyordu. Şerif Hüseyin ona 9 Eylül 1915’te verdiği ikinci karşılıkta, durumun aydınlatılmasını istiyordu. Sir Henry McMahon, 18 Ekim 1915’te durumu Dışişleri Bakanlığına duyuruyor; aynı gün, İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’e gönderdiği özel bir telyazısında, Osmanlı ordusundaki ulusalcı Arap kuruluşlarından birinin üyesi bulunan, Gelibolu’da İngiliz askeri hatlarına geçen ve Ekimde Mısır’a götürülen Faroki adlı Arap önderiyle yapmış olduğu ek görüşmelerin sonuçlarını bildiriyordu. Faroki’ye göre, Almanya, Arap partisine, tüm taleplerinin yerine getirileceği sözünü vermişti; dolayısıyla yolların ayrılık noktasına varılmıştı. Faroki ayrıca şöyle demişti:

“Fransa’nın tümüyle Arap ilçeleri olan Halep, Hama, Humus ve Şam’ı işgaline Araplarca silahla karşı konulacaktır, ama şu istisna ile … Mekke Şeyhinin kuzey-batı hudutlarında yapılmasını önerdiği kimi değişiklikleri kabul edeceklerdir”.

Sir Henry McMahon, 24 Ekim 1915’de Şerif Hüseyin’e gönderdiği ikinci yazısında şuna değiniyordu:

“Mersin ve İskenderun ilçelerinin ve Şam, Humus, Hama ve Halep ilçelerinin batısında bulunan Suriye topraklarının halis Arap ülkeleri oldukları söylenemez ve dolayısıyla önerilen hat sınırlardan çıkarılmalıdır. Yukarıdaki değişikliklerle ve Arap önderleriyle olan antlaşmalarımızı ön yargıya tabi tutmak koşuluyla, bu hat ve sınırları kabulleniriz – yukarıdaki değişikliklerle, Büyük Britanya, Mekke Şerifinin önermiş olduğu hat ve hudutlar içindeki ülkelerde Arapların bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır“.

Aynı zamanda Fransız çıkarları korunuyordu.

Şerif Hüseyin, 5 Kasım 1915' te gönderdiği üçüncü mektubunda, Mersin’le Adana’nın talep edilen hudutlardan çıkarılmalarını kabulleniyor, ama öteki topraklar üzerindeki hak iddialarında direniyor; bunlara daha sonra Lübnan’ı da katıyordu. McMahon, ona 13 Aralık 1915’te gönderdiği üçüncü mektupta, Şerifin Mersin ve Adana’yı talep ettiği hudutlar dışında bırakmasını ve Hıristiyan Araplara güvence vermek önerisini iyi karşılıyor; Halep ve Beyrut illeri üzerinde tekrarlamış olduğu hak iddialarını geçiştiriyordu. Şerif Hüseyin, ona 1 Ocak 1916’da gönderdiği dördüncü yazıda, Fransa’ya karşı olan hak iddialarında savaşın sonuna dek direnmeyeceğini, ama savaş sona erer ermez bunları öne süreceğini açıklıyordu. Şerif Hüseyin, bundan sonraki yazışmalarında, hudut sorununa hiç değinmiyor, ama hak iddialarını da asla geri çekmiyordu. Ancak, 29 Temmuz 1917’de Kral Hüseyin Teğmen Lawrence’la görüşürken, hudut sorununa da değiniyor ve şöyle diyordu:

“Önerilirse, Türkleri İstanbul ve Erzurum’a dek kovalayacağız; öyleyse ne diye Beyrut, Halep ve Hail’den söz ediyorsunuz?”20

İngilizlerin vermiş oldukları bu sözlerle aldatılan Hüseyin ve Haşimi Araplar, 9 Haziran 1916’da Türklere karşı ayaklanıyor ve Kutsal Kent (Mekke)’teki küçük Türk garnizonunu tutsak ediyorlardı. Aynı yılın Ekim ayında Yüzbaşı Lawrence, İngiliz diplomatı Sir Ronald Storrs’la birlikte, deniz yoluyla Arabistan’a gidiyor; orada, Emir Hüseyin’in ikinci oğlu Şerif Abdullah’la Şerif Ali ve onun genç üvey kardeşi Zeyit’le, daha sonra da onların Medine yakınlarında bulunan kardeşleri Şerif Faysal’ la görüşüyordu21.

Aynı yılın Kasım ayında Kahire’ye dönen Lawrence, kendi amirlerini, ayaklanan Şerife silah ve altın yardımı yapmaya ve Türklerden memnun olmayan şeyhleri bağımsızlık emellerinde, ama genel bir askeri stratejinin çerçevesi içinde, birleştirmeyi üstleniyordu. Kahire’deki İngiliz İstihbaratı’nın başında bulunan General Clayton, ona, Arabistan’a dönmesini emrediyor; oraya dönen Lawrence, irtibat subayı olarak Faysal’ m ordularına katılıyordu. Lawrence, İngiliz Kabinesinin bilgisi için hazırladığı 4 Kasını 1918 tarihli gizli bir andında (memorandum), savaş patlayınca “İslamı bölmeye” ivedilikle gereksinildiği görüşünü açıklıyordu. Ona göre, İngilizler, Arapça konuşan halkların kendi dış yöneticilerine” karşı olan memnuniyetsizliklerinden yararlanıyor; Mekke Şerifini bu akımın önderi seçiyorlardı, çünkü onun İslam dünyasını böleceğine; coğrafi durumunun, varlığını sürdürmesine yardımcı olacağına ve Araplar arasındaki önderliğinin aile saygınlığına dayandığına inanıyorlardı22.

Lawrence, henüz başlangıç evresinde olan Arap ayaklanmasına karışan tek İngiliz subayı değildi; ama onun anlatmalarına inanılırsa, Arabistan yarımadasında, bu ayaklanmanın ivedilikle beyni, örgütleyicisi, askeri taktikçisi ve Kahire ile irtibatı oluyordu. Vur ve kaç taktiği kullanan gerilla harekatlarına girişiyor ve böylece Türk hatlarının ardında, küçük ama gittikçe hırpalayıcı, ikinci bir cephe kuruyordu. Onun ilk büyük zaferi, çölde iki ay gittikten sonra, 6 Temmuz 1917’de ele geçirdiği, Kızıl Deniz’in kuzeyinde bulunan Akabe limanı olmuştur ve bu başarısından ötürü ona daha sonra yarbay rütbesi ve Mümtaz Hizmet Nişanı (Distinguished Service Order) verilmiştir.

Lawrence’ın da içtenlikle kabullendiği gibi, bu ve öteki harekatlarda “(Osmanlı) İmparatorluğunun tüm uyruk illeri, bence tek bir İngiliz gencinin ölümüne değmezdi”23. Askeri kampanyalarını, pek az İngiliz’i tehlikeye sokarak yürütüyordu; ama bu ölçüsü, Arapları ve Türkleri kapsamıyordu; oysa ki, 24 Eylül 1917’de Akabe’den bir dostuna gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

” … Türklerin bu biçimde hiç durmadan öldürülmeleri korkunçtur. Sonlara doğru saldırdığınız vakit, onları param parça olarak her yanda buluyorsunuz ve birçoğunun hâlâ canlı olduklarını görüyorsunuz. Daha önce onların yüzlercesini halletmiş olduğunuzu ve yapabilirseniz yüzlercesini daha halletmek zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz.”24

Lawrence, 1917 ve 1918 yıllarının büyük bir bölümünü, Ortadoğu’daki İngiliz orduları başkomutanı General (daha sonra Lord) Sir Edmund Allenby’ın Kudüs doğrultusunda ilerlemekte olan gücüyle Arap akımlarını koordine etmek deneylerine harcıyordu. 15 Temmuz 1918’de V. W. Richards adlı bir tanıdığına gönderdiği yazıda, “kökünden şiddetle koparılarak, kendisine oldukça büyük görünen bir görevin derinliklerine atıldığını, dolayısıyla her şeyin ona hayali göründüğünü” kabulleniyordu. Yalnız “bir fırsat hırsızı olarak” yaşıyor, bir anın getirdiği fırsatları ne vakit ve nerede görürse yakalıyordu. Lawrence, bu konuda şu açıklamada bulunur:

“Görev, Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım. Böylece kendimi bir çeşit yabancı sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük yapan birisi olarak görüyorum ve rolümü iyi oynamadığım takdirde, başımı yitirebileceğimi anlıyorum“25

Lawrence, başarıdan emin değildi ve bu konudaki duygularını şöyle yansıtıyordu:

“Darbeyi indirdiğimiz vakit, kazanacağımıza veya kaybedeceğimize kendimi bir türlü inandıramam. Her şey bir oyun gibi geliyor ve kişi, kendi hayallerine (gündüz düşlerine) inanamıyor… ”

Buna karşın, Lawrence, “bir lale bahçesinden daha parlak” olarak nitelendirdiği ve “çöllerin genç binicileri arasından seçilmiş“, Arap aşiretlerine mensup kişilerden oluşan muhafızlarıyla hareket ederek, “çılgınlar gibi süreriz ve Bedevilerimizle birlikte, habersiz Türklerin Üzerlerine çullanır, onları yığınlar halinde tahrip ederiz … tüm hareket çok kanlı ve çirkindir. Hazırlığı ve geziyi severim, ama fiziki olarak çarpışmaktan tiksinirim… “, diyordu 26.

Bununla birlikte, Lawrence, kimi saldırılarda, örneğin 1918 yılı Eylülünde 4. Türk Ordusunun tahribine yol açan saldın sırasında, adamlarına, hiçbir esir alınmaması buyruğunu vermişti. Bu olay, 106 sayılı Arab Bulletin (Arap Bülteni)’nde canlı bir dille anlatılmaktadır. Lawrence’ın, bu gaddar davranışını mazur göstermek için ileri sürmüş olduğu iddiaya göre, güya Türkler, Tel Arar köyünün tüm sakinlerini katliama tabi tutmuşlar buna misilleme olarak 5.000 Türk eri öldürülmüş ve Lawrence’ın anlattığına göre, “boğazlamaktan yorgun düşen Auda Abu Tayi, son kalan 600 kişiyi tutsak etmiş“. Gene Lawrence’ın iddia ettiğine göre, çoğu kez, kendisinin “askeri gerek” olarak nitelendirdiği bir durum, onu, “düşmanı” katliama tabi tutmaya ve dahası, Türklerin ellerine düşmemeleri için kendi yaralılarını öldürmeye zorlamış27.

Savaşın son aşamasında Lawrence’la Arap çetecileri, 30 Eylül 1918 akşamı, karışıklık içinde bulunan Şam’a girdikleri an, Lawrence, zafer anında hiziplere bölünen Araplara ilişkin kendi emellerinin yenildiğini görüyordu. Onun anlattığına göre, Şam’da, Şükri el-Eyyübi ve kent konseyi (belediye), Arapların Kralını ilân ediyor ve “Cemal’le Mustafa Kemal ayrılır ayrılmaz…. ” Arap bayrağını direğe çekiyorlardı28. Ancak, 1916 yılı Mayısında imzalanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap illerini yüce devletler arasında bölüştüren, 1917 Kasımında vuku bulan ihtilalden sonra Bolşeviklerce açıklanan Sykes-Picot Anlaşması, Araplara ihanet etmiş ve Lawrence’i tiksindirmişti.

Şerif Hüseyin, 28 Ağustos 1918’de Mısırdaki İngiliz temsilcisi Sir Reginald Wingate’e Mekke’den gönderdiği bir mektupta, kendi akımının temel amaçlarının, ‘“Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla çöküntü tehlikesi geçiren İslâmın siyasal durumunu korumak” olduğunu; kendi ayaklanmasını ve İngiliz yönetiminin desteğini, ancak bunun pratik olarak gerçekleşmesinin haklı gösterebileceğini vurguluyordu. Meydana gelen yeni durumdan dolayı, kendisinin gelecekteki başarısı için “gerekli koşullar olarak nitelendirdiği durumu İngiliz yönetiminin ne dereceye kadar desteklediğini öğrenmeyi istiyor; İngiliz yönetimiyle yapmış olduğu resmi anlaşmanın, kendi anlamınca, koşullarını öne sürüyor ve bu koşullarda büyük ölçüde değişiklikler yapılmasının, kendisini, Arap akımından çekilmek zorunda bırakacağını, açıklıyor; kendi alın yazısının, bir barış konferansınca değil de İngiliz yönetimince bir karara bağlanması umudunu dile getiriyordu.

Ama, Hüseyin’in şimdi öne sürdüğü koşulları İngilizler kabul etmiyorlardı, çünkü Arap ayaklanmasından önce yazmış olduğu mektuplarda öne sürdüğü talepleri tekrarlıyor, dahası, bunlara ek koşullar ilave ediyor ve İngiliz yönetiminin ona vermiş olduğu karşılıklarda imlediği ihtiyatları büsbütün görmezlikten geliyordu. Kendi amaçlarını yardım görmeden gerçekleştirecek yeteneğe sahip olmamanın ve başarısızlığa uğrarsa, Müslümanlarca, “aldatılan bir din bölücüsü” olarak eleştirileceğini hissetmenin kaygısı içinde kıvranıyordu.  Wingate’e bakılacak olursa, o sıralarda Müslümanlar, Hicaz ayaklanmasını ve İngilizlerin bu ayaklanmadaki rolünü kuşku ve beğenmezlikle karşılamışlardı. Onların görüşünce, bu ayaklanma, ancak başarı sağlarsa haklı gösterilebilecekti; başarısızlık, İngiliz saygınlığına ve İngiltere’nin onlarla olacak gelecekteki ilişkilerine ciddi zararlar getirecekti. Kral Hüseyin’in, “Arap akımının, faal önderliğinden çekilmesi, büyük bir felakete yakın sonuçlar getirecektir. “Yetkili tek kişiyi” kaldıracak ve Türklere karşı olan Arap askeri gücünü etkisiz aşiret savaşları biçimine koyacaktı. Bunu, daha geniş ölçüde yıkılma izleyecek ve bu da, her olasılıkta, Orta Arabistan’ da bir çatışmaya yol açacak; İngiltere’nin rakipleri bundan büsbütün yararlanma yoluna giderek İngiliz askeri harekatını ciddi biçimde etkileyecekti. Hüseyin’e yeniden güvence vermek ve onun tutumunu düzeltmek oldukça önemli idi. Wingate, onun, olanak içinde, desteklenmesini salık veriyordu29.

Bu arada, hayal kırıklığına uğrayan Lawrence, 1918 yılı Ekiminde İngiltere’ye dönmek üzere yola çıkıyordu, ama hareket etmeden önce, 4 Ekimde Binbaşı R. H. Scott’a Kahire’den gönderdiği bir mektupta şöyle diyordu:


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***