5 Mart 2017 Pazar

SURİYE DIŞ POLİTİKASINDA GÜÇ VE GÜVENLİK İLİŞKİSİ., BÖLÜM 1


SURİYE DIŞ POLİTİKASINDA GÜÇ VE GÜVENLİK İLİŞKİSİ., BÖLÜM 1 




Yasin ATLIOĞLU*1. 
*Yasin Atlıoğlu, Doktora Öğrencisi, Marmara Üniversitesi, Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü, 
E-mail: yatlioglu@yahoo.com 

Özet 

Suriye, Soğuk Savaş yılları boyunca sürekli Orta Doğu’nun karmaşık politika larının merkezinde yer aldı ve önemli bir bölgesel role sahip oldu. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Suriye bölgesinde siyasi ve ekonomik olarak güç kaybetmeye başladı. Haziran 2000 tarihinde iktidara geçen Beşşar Esad, Suriye’nin dünya ile entegrasyonu için önemli bir fırsat olarak görüldü. Oysa bu umutlar kısa sürede yok oldu. Özellikle ABD’nin ikinci Irak operasyonunun başlamasından bu yana Suriye birçok iç ve dış tehditle yüzleşmektedir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, bu dönemde bir taraftan tehditler ve fırsatlar arasında denge kurmaya diğer yandan da iktidarı elinde tutmaya çalışmıştır. 

Anahtar Kelimeler: Suriye, Güç, Güvenlik, Beşşar Esad, 

GİRİŞ 

2001 yılında George W. Bush’un ABD başkanı seçilmesi ve ardından gerçekleşen 11 Eylül saldırıları, Suriye’nin uluslararası sistemden tecrit edilmesi sürecinin başlangıcı olarak alınabilir. Ama asıl Suriye-ABD ilişkilerinin kırılma noktası, ABD’nin 2003 yılında başlayan Irak işgalidir. ABD’nin Irak işgali ve Orta Doğu’ya yönelik tek yanlı güvenlikçi politikaları, Suriye’yi birçok iç ve dış tehditle ve artan güvenlik kaygıları ile yüzleşmek zorunda bıraktı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, bu dönemde bir taraftan tehditler ve fırsatlar arasında denge 
kurmaya diğer yandan da iktidarı elinde tutmaya gayret gösterdi. Esad, Suriye’nin sınırlı dış politika gücünü verimli bir şekilde kullanarak ve kendini destekleyecek bölgesel çıkar ittifakları kurarak bekasını korumaya çalıştı. Beşşar Esad’ın, uluslararası sistemdeki güç dengelerini gözeterek uyguladığı güvenlik eksenli dış politika stratejileri, sınırlı siyasi, ekonomik ve askeri güce sahip küçük çaplı bir devletin bekasını nasıl sağlayabildiğine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu çerçevede realist paradigmanın güç, ulusal çıkar, çatışma ve güvenlik kavramlarını kullanarak Beşşar Esad döneminde Suriye’nin dış politika stratejilerini incelemeye çalışalım. 

1. ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE GÜÇ KAVRAMI VE ORTADOĞU 

Uluslararası ilişkiler disiplinine güç kavramını sokan ve en çok vurgulayan yaklaşım, realist paradigmadır.2 Devleti uluslararası sistemdeki temel aktör olarak tanımlayan realist teorisyenler, anarşik yapıdaki sistemde aktörler arasında güç mücadelesinin ve çatışmanın kaçınılmaz olduğunu söylemektedir. Bütün devletlerin nihai hedefi düşmanı yok etmek ve anarşik ortamda güvenliğini ve bekasını sağlamaktır. Bu nedenle bütün politikalar ulusal güvenliği sağlayacak güç hesapları ile belirlenmektedir.3 

İkinci Dünya Savaşı sonrası realizmi teorileştiren kişi olarak kabul edilen Hans Joachim Morgenthau,4 1943 yılında yayınladığı Politics of Nations (Uluslararası Politika) adlı kitabında klasik realizmin genel çerçevesini belirlemiştir. Morgenthau kitabında, realizmin altı ilke ile tanımlarken şunları söylemektedir: “Uluslararası politikanın en önemli noktası, güç terimi ile ifade edilen ulusal çıkar kavramıdır. Bu kavram rasyonel dış politika değerlendirmesi için esastır… Söz konusu güç ve çıkar kavramları, politikanın özüdür, zaman ve yere bağlı 
değildir… Evrensel ahlak ilkeleri, evrensel soyut formlarıyla devletlerin dış politika davranışlarına uygulanamaz…”5 

Morgenthau, güç kavramını antropolojik bir bakış açısıyla yorumlamakta ve onu insan doğasının potansiyel olarak hiçbir zaman doyuma ulaşmayacak ve egemen olma bağlamında yayılmacı, amaçlar arası mücadele ortamında kendi arzusunu kabul ettirmeye yönelik temel bir dürtü biri olarak niteler.6 Morgenthau’ya göre güç, insanın insan üzerinde denetimini kuran ve sürdüren her şeyi içine alır. Bu nedenle güç bu sonuca hizmet eden fiziksel şiddetten, en anlatılması zor bir aklın diğerini kontrolü gibi psikolojik bağlara kadar her türlü sosyal ilişkiyi kapsamaktadır.7 

Realizm, devleti uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul ederek, uluslararası ilişkiler ve uluslararası politikayı devletler arasındaki mücadele süreci olarak görmektedir. Devletin yekpare ve bütüncül bir aktör olduğunu varsayan realistler devlet içi dinamikleri göz ardı etmektedir. Konuları arasında hiyerarşi gözeterek askeri ve güvenlik konularına öncelik veren realist teori için güç, uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavramdır.8 Bundan dolayı uluslararası ilişkilerin ana gündemini ulusal güvenlik konuları oluşturmaktadır. Realistler, devletin bekasını sürdürmesine ilişkin ulusal güvenlik konularını High Politics olarak nitelendirir.9 Kenneth Waltz göre güvenlik anarşi ortamında, en önemli amaçtır, ancak beka garanti altına alınırsa, devletler sükûn, kazanç ve güç gibi diğer amaçlara ulaşmaya çalışabilirler.10 Realistlere göre devlet adamlarını yönlendiren unsurlar korku, kuşku, güvensizlik, güvenlik ikilemi, üne kavuşma, prestij ve çıkar gibi unsurlardır. Özellikle bunlar arasında korku ve bunun yol açtığı güvenlik ikilemi devletleri savaşa zorlayan nedenlerin başında gelmektedir.11 

Realistlerin güç, ulusal çıkar, çatışma ve güvenlik kavramları ile tanımlama uğraşı içerisine girdikleri uluslararası sistemin bir parçası (alt sistemi) olan Orta Doğu’da da devletlerarası var olan yapı, anarşik ve çatışmacıdır. Devletlerin birbirlerine yaklaşımlarında, karşılıklı korku ve kuşku hâkim olurken, güvenlik kaygıları siyasi ve diplomatik güce dayalı çıkar mücadelelerine ve çoğu kez sıcak askeri çatışmalara dönüşebilmektedir. Hatta son yüzyılda uluslararası sistemin en uzun süreli çatışmalarının ve krizlerinin bu bölgede ortaya çıktığı rahatlıkla 
söylenebilir. Araplar ile İsrail arasında yapılan dört büyük savaş, İsrail’in Suriye, Lübnan ve Filistin topraklarına yönelik uzun süreli askeri işgalleri, Suriye’nin Lübnan’ı işgali, Irak’ın Kuveyt’i işgali, ABD’nin Irak işgali, İsrail’in, İran’ın ve Arap devletlerinin silahlanma çabaları ve dünyada çatışmaları önlemek için kurulan idealist örgüt Birleşmiş Milletlerin aldığı kararlarının bölgede uygulanamaması gibi pek çok örnek bölgedeki çatışmacı ortamın somut göstergeleridir. Bu bağlamda bölgedeki aktörlerin dış politikada genellikle realistlerin söyledikleri kavram ve davranış kalıpları çerçevesinde hareket ettikleri ve eylemlerini siyasi ve askeri güç kullanarak meşrulaştırdıkları söylenebilir. 

Orta Doğu’da ulusal çıkar kavramının tanımlanması rasyonel nedenler kadar dinsel fanatizm ve tarihsel olaylardan beslenmekte ve dogmatik dış politika yaklaşımlarına yola açmaktadır. Bir İsrailli karar alıcı için İsrail devletinin bölgedeki varlığı her şeyden önce dinsel bir hak ve zorunluluktur. Bu hak ve zorunluluk da İsrail’in ulusal çıkarının temelini oluşturur. Bir Arap karar alıcı için ise İsrail devletinin Müslüman topraklarında kurulmuş olması, İslam dinin yaşam alanına bir saldırıdır ve Yahudiler nefret edilen bir öteki olabilmektedirler. Bu bakış açısı Arap devletlerinin ulusal çıkarını oluşturmaktadır. Böyle bir yaklaşım tarzından dolayı bölgede uygulanmak istenen idealist ve barış yönelik girişimler ise çoğu zaman başarısızlığa mahkûmdur. Bu konjonktür, Orta Doğu’daki tüm devletleri kendi siyasi ve askeri gücünü yükseltmeye ve özellikle askeri caydırıcılıklarını arttırmaya teşvik etmektedir. Bu askeri gücü arttırma çabaları çerçevesinde nükleer veya kimyasal silahlanma önemli bir yer teşkil etmektedir. Böylece silahlanarak bekasını ve güvenliğini sağlama çabaları bölge devletlerinin 
dış politikalarındaki en önemli amaç haline gelebilmektedir. Devletlerin iç veya dış sebeplerden dolayı güçlerindeki dönemsel yükseliş ve düşüşlerse dış politikada uygulanan stratejilerde ve kullanılan araçlarda sürekli bir değişime yol açmaktadır. Realist paradigmanın söyledikleriyle birlikte önce Suriye dış politikasının son 30 yılındaki yükseliş ve düşüşleri, ardından da Beşşar Esad dönemindeki dış politika gelişmelerini ele alalım. 

2. SOĞUK SAVAŞ SONRASI SURİYE’NİN GÜÇ KAYBI 

Suriye’de, Fransız Manda döneminden günümüze, siyasal iktidarın ve siyasetin oluşması ve değişmesi üzerinde dış dinamiklerin belirleyiciliği oldukça yüksek olmuştur. Uluslararası sistemdeki büyük güçler, Orta Doğu’daki çıkarlarını koruyabilmek için Suriye iç ve dış politikasına doğrudan veya dolaylı yollardan müdahale etmiştir. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sonrası bağımsız olan Suriye, İsrail gibi büyük güçlerce desteklenen ve teşvik edilen bir düşmanla yüzleşmiş ve askeri güç mücadelesine girmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak Suriye’yi yönetenler, sürekli iktidarları ve devletin bekasıyla ilgili şüphe ve korkuyu üzerlerinde hissetmişler ve güvenlik meselelerini ülkesinin öncelikli meselesi olarak görmüşlerdir. 

Modern Suriye tarihinin geneline bakıldığında dış müdahalenin en alt düzeyde kaldığı dönemin Hafız Esad’ın Suriye’yi yönettiği 30 yıldır. Esad, uluslararası sistemdeki güç dengelerini ve diplomasiyi ustalıkla kullanan karizmatik lider kişiliğiyle Suriye’ye gelebilecek dış müdahaleleri en alt düzeyde tutmayı ve ülke içinde, otoriter ve baskıcı da olsa, istikrarlı bir yönetim kurmayı başardı. Esad, pragmatizme dayalı rasyonel bir dış siyaset anlayışıyla da Suriye’yi önemli bölgesel bir güç haline getirdi. Esad, başkanlık monarşisi sayesinde dış 
politika yapımında geniş yetkilere sahipti. 12 Esad’ın politikalarının ahlaki değerlerden çok güce dayandığı aşikârdır. Bu anlamda Esad, 20. yy.ın en önemli realist liderlerinden biridir. Esad’ın dış politikası onun sahip olduğu realist lider özelliğine ek olarak üç temel argüman üzerinde yürütülüyordu: Güçlü bir Suriye ordusu, ideoloji (Büyük Suriye ideali)13 ve pragmatik bir diplomasi anlayışı. 

Soğuk Savaş yıllarında SSCB ekseninde bir dış politika izleyen Esad, Sovyet askeri ve ekonomik yardımı sayesinde özellikle Suriye çapında bir devleti büyük bir askeri güce ulaştırdı.14 Esad’ın silahlanmaya verdiği önemin temel nedeni, İsrail ile askeri güç dengesini sağlamaktı. Bununla birlikte Esad’ın Arap dünyasının liderliğine oynayabilmesi için de askeri gücü ile kendini kanıtlaması gerekiyordu. Suriye ordusunu 1982’de Lübnan’da başlayan ve 23 yıl süren işgali, ideolojik ve güvenlik nedenleriyle askeri güç kullanımının iyi bir örnek teşkil 
etmektedir. Esad, dış politikaya yönelik silahlanma stratejisini “Büyük Suriye” ideali ve pragmatik diplomasi anlayışıyla destekledi. Bölgesel düzeyde ya da Arap dünyası içindeki güç ve hegemonya mücadelesinde, devletlerin kapasitelerinin yanı sıra, stratejik hedefleri doğrultusunda kontrol etmeyi hedefledikleri coğrafi alanı tanımlayabilmeleri çok önemlidir.15 

Esad, bunu “Büyük Suriye” ideali ile başarmış ve dış politika algılamalarında Lübnan, Filistin ve Ürdün’ü hiçbir zaman bağımsız devletler olarak görmemiş ve bu devletlere Suriye’nin yaptığı her türlü müdahaleyi legal olarak görmüştür. Buna ek olarak Esad’ın dış politikadaki pragmatizmi çerçevesinde, zaman zaman Arap dünyasıyla bağları koparmamak için Pan-Arabizmi de kullandığını gözden kaçırmamak gerekir. 

Hafız Esad’ın güçlü bir ordu, ideoloji ve pragmatik diplomasi anlayışı üzerine inşa ettiği dış politika anlayışının en önemli araçlarından birinin de yakın periferisinde düşman olarak gördüğü ülkelere karşı terör örgütleri kullanma stratejisi olduğunu belirtmek gerekiyor. Lübnan’daki işgalin başlamasından sonra Suriye, Lübnan’ı (özellikle Beka bölgesini) terör örgütlerinin önemli bir barınma yeri haline getirdi. Esad döneminde Suriye destekli terörün iki ana hedefi vardı: Bir yanda İsrail, ABD ve Lübnan’da etkinliği olan Fransa, diğer yanda 

Türkiye ve Ürdün. 

1990’larda Soğuk Savaş’ın bitişiyle uluslararası sistemdeki güç dengelerinde meydana gelen değişimler, Suriye’nin dış politika anlayışını ve stratejilerini değiştirmesini zorunlu kıldı. Suriye, yeni oluşan şartlarda öncelikle SSCB’nin stratejik desteğini yitirdiği gibi uluslararası alanda da büyük bir yalnızlık içine düştü. Globalleşme, serbest piyasa ekonomisi, liberal demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk gibi değerleri savunan Batılı bir dünya içinde ülkesine yer bulmaya çalışan Esad, öncelikle Batı karşıtı politik anlayışını revize etmekle işe 
başladı. 

1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesini bir fırsat olarak gören Hafız Esad, Batılı devletlerle birlikte Irak karşıtı koalisyonun içinde yer aldı. Esad, 1991’de başlayan “Oslo Barış Süreci” dâhilinde de İsrail’le barış müzakereleri için aynı masaya oturdu. Görüşmelerden bir uzlaşma çıkmasa da Esad, tavizsiz ve pragmatik diplomasi anlayışını tekrar sergileme fırsatı buldu.16 ABD yönetimi, 1990–2000 yılları arasında Suriye ile olan ilişkilerini daha çok Orta Doğu Barış Süreci ve İsrail’le olan ilişkilerine endeksledi. Bununla birlikte ABD yönetimi 
Esad’la pek çok kez görüştü. 1990’lı yıllar boyunca Esad, Amerikan Dışişleri Bakanı James Baker (Eylül 1990 ve Temmuz 1992 arasında on iki kez), Warren Christopher (Şubat 1993 ve Şubat 1996 arasında on beş kez) ve Madeline Albright’tan (Eylül 1997 ile Ocak 2000 arasında dört kez) ve Başkan Clinton’dan (Suriye’ye bir ziyaret ve Ocak 1997 ve Mart 2000 arasında İsviçre’de iki toplantı) toplantı davetleri aldı.17 Bu diplomatik temaslara rağmen Suriye, kitle imha silahlarının yasaklanması ve terörizme destek vermemesi yönünde Amerikan 
taleplerine maruz kaldı ve ABD yönetiminin terörist devletler listesinde kalmaya devam etti. 

Ayrıca Suriye’nin 1990–2000 yılları arasında en önemli siyasi ve askeri destekçileri, Çin, Kuzey Kore ve Rusya Federasyonu oldu. Bu dönemde AB ile Suriye arasındaki ekonomik ilişkiler ise sürekli yükseliş gösterdi.18 

Suriye’nin Soğuk Savaş döneminde önemli sorunlar yaşadığı komşularından biri de Türkiye olmuştur. 1990’lı yılların ortalarında Türkiye’nin İsrail’le siyasi ve askeri ilişkilerini yoğunlaştırması sonucu iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşen bir sürece girdi. Türkiye-İsrail yakınlaşmasını Arap dünyası üzerinde tehdit olarak algılayan Esad, İran ve Irak’la ilişkilerini geliştirdi ve Türkiye’ye karşı Yunanistan ve Ermenistan’la ortak hareket etti. Diğer yandan bu dönemde yaşanan siyasi gelişmeler ve krizler, Suriye dış politikasındaki bir zafiyeti tekrar 
gözler önüne serdi: Kendisinden daha büyük bir askeri güçle çatışmadan kaçınma ve askeri tehdit yoluyla Suriye’nin dış politika davranışlarının değiştirme imkânı. 1997 yılında PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde Türkiye askeri tehdit yoluyla Suriye’nin davranışlarında değişim sağlayabildi.19 Türkiye’nin askeri güç kullanma tehdidinin iki ülke arasında günümüzde var olan işbirliği ve güvene dayalı ikili ilişkilerin bir başlangıcı olmasıysa uluslararası ilişkilerdeki değişimin bir göstergesidir. 

3. SURİYE’DEKİ İKTİDAR DEĞİŞİMİ VE YENİ SORUNLAR 

2000 yılının Temmuz ayında Beşşar Esad iktidara geldiğinde Hafız Esad tarafından gerginlikleri azaltılan ve normalleşme sürecine girmiş bir dış politika mirası devraldı. İlk yıllarında ülke içinde iktidarı sağlamlaştırmaya çalışan Beşşar Esad, aynı zamanda Batılıların “Şam Baharı”20 olarak adlandırdıkları siyasi, ekonomik ve toplumsal bir liberal açılım programı başlattı. Fakat, Beşşar Esad’ın iktidara geçmesinden kısa bir süre sonra uluslararası sistemde ve Orta Doğu’da meydana gelen ani dönüşümler (11 Eylül Saldırıları, ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri), Suriye’yi büyük ölçüde olumsuz etkilendi ve çatışmacı bir ortama sürükledi. 

ABD-Suriye ilişkilerinin gerginleşmesine ve ABD yönetiminin Suriye’ye karşı diplomatik ve ekonomik baskı politikası uygulamasına yol açan kırılma noktasını, ABD’nin Irak’a gerçekleştirdiği askeri müdahale oluşturur. Çatışmacı bir karaktere sahip olan ve güvenlik algılamalarının sübjektif hale geldiği bir uluslararası sistemde, ABD’nin Irak’a yerleşmesi ve İsrail’in bölgede varlığını güçlendirmesi, Suriye’nin derin güvenlik kaygıları duymasına neden oldu. Özellikle ABD yönetiminin dış askeri müdahaleler veya “Büyük Orta Doğu Projesi” gibi eylem planlarıyla bölgeyi özgürleştirme ve demokratikleştirme iddiası, Suriye içinden ve dışından mevcut yönetime muhalif hareketlerin canlanmasına ve mevcut yönetimin yıkılacağı söylentilerinin sürekli gündemde tutulmasına yol açtı. Bu gelişmeler, Suriye’de değişimin, dış askeri müdahale veya dış baskının yardımıyla ülke içinde, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan 
benzeri demokratik devrim diye adlandırılan yumuşak bir geçişle gerçekleşmesi olasılığını ortaya çıkardı. 

11 Eylül Saldırıları ve ABD’nin Irak’ta başlayan işgali, Soğuk Savaş sonrası yeni bir döneme giren uluslararası sistemin daha da dinamik ve kaotik bir hale gelmesine neden oldu. Beşşar Esad, 2003 sonrası dönemde dış dinamiklerin ve dış politikadaki gelişmelerin baskısını üzerinde yoğun bir şekilde hissederek iktidarını sürekli bir kriz yönetimi şeklinde devam ettirdi. Bu çerçevede Suriyeli karar alıcılar da Suriye’nin dış politika çıkarlarını geliştirebilmek ve gücünü dengede tutmak için hissettikleri güvenlik sorunlarına uygun yeni güvenlik 
stratejileri geliştirdi. Suriye’nin yeni güvenlik stratejilerini dört ana eksen üzerinden incelemeye çalışalım: 


1) Güçlü Aktörlerle Çatışmalardan Kaçınma 

2) Pragmatik ve Esnek Diplomasi 

3) Gücün Dolaylı Kullanımı: Hizbullah Örneği 

4) İttifak Arayışları: İran ve Rusya 


3.1. Güçlü Aktörlerle Çatışmalardan Kaçınma 

Çatışmayı, sistemde var olan aktörlerin aynı şeyi elde etmek istedikleri veya aktör davranışları karşılıklı olarak birbiriyle bağdaşmadığı zaman karşılaşılan bir durum olarak tanımlarsak21 Suriye’nin 2000’li yıllarda hem Orta doğu’daki iki komşusu İsrail ve Lübnan’la, hem de 2003 yılı sonrası Irak’a askeri olarak yerleşen küresel güç ABD ile sürekli bir siyasi ve diplomatik çatışma içerisinde olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Suriye, jeopolitik konum itibarıyla İsrail (Filistin), Lübnan ve Irak gibi istikrardan yoksun, çatışmacı karaktere sahip üç önemli kriz alanı tarafından çevrelenmektedir. Bu jeopolitik dezavantaj Beşşar Esad döneminde Suriye dış politikasının en belirgin özellikleri olarak dış 
politika hedeflerinde ve davranışlarında savunmacı bir anlayışın hâkim olmasına yol açtı. Suriye’nin 2000’lı yıllarda siyasi, ekonomik ve askeri gücü ve etki etme kapasitesi kısıtlı bir devlet olduğu aşikârdır. Bundan dolayı Suriyeli karar alıcılar bölgedeki güç dengelerini göz önüne alarak özellikle güçlü uluslararası aktörlere karşı ihtiyatlı bir dış politika izlemeyi tercih etmektedir. Diplomatik dil olarak radikal söylemlerden kaçınan Suriye yönetimi büyük güçlerle karşı karşıya kalacakları kriz ve çatışma ihtimallerini en az düzeye indirmeye gayret 
etmektedir. Özellikle Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, yaptığı açıklamalarda veya Batılı medya organlarına verdiği röportajlarda ılımlı tavrı ile dikkat çekmekte ve İsrail’e karşı bile çoğu zaman sert söylemlerden uzak durmayı tercih etmektedir. Bu açıdan Suriye’nin dış politika çıkarları devletin beka sorunsalı ve gücüyle orantılı olarak belirlenmektedir. 

Suriye’nin bölgedeki en önemli düşmanı olan İsrail’in iki ülke arasındaki askeri güç dengelerini kendi lehine üstün tutması ve 2005 Nisan’da Suriye Ordusu’nun Lübnan’dan çekilmesi, Suriye yönetiminin dış politikadaki askeri caydırıcılığını da sınırlamaktadır. Hatta çoğu zaman Suriye kendi topraklarına yönelik İsrail saldırılarına karşı bile meşru müdafaa hakkını tam anlamıyla kullanamamaktadır. Beşşar Esad döneminde Suriye topraklarına yönelik ilk İsrail saldırısı 4 Ekim 2003’te gerçekleşti. İsrail Hava Kuvvetleri (IAF) Şam yakınlarındaki bir bölgeyi Filistin eğitim kampı olduğu iddiasıyla bombaladı. Bu tür bir saldırının 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan beri ilk kez gerçekleşmiş olması da22 Suriye’nin Soğuk 
Savaş’ın ardından askeri olarak büyük güç kaybettiğinin kanıtı sayılabilir. Bu saldırının üzerinden neredeyse üç yıl sonra Haziran 2006’da Beşşar Esad’ın Lazkiye’deki sarayının üzerinde uçuş yapan İsrail savaş uçaklarına ateş açıldığı iddia edilmişti. 2007 Eylül ayında ise Suriye Savunma Bakanlığı yetkilileri İsrail savaş uçaklarının ülkenin hava sahasını ihlal ettiğini ve Suriye hava savunma sistemlerinin ihlal gerçekleştiren uçaklara ateş ettikleri ve ülke hava sahası dışına çıkmaya zorladıklarını belirtiyordu.23 Saldırıdan bir süre sonra İsrail mercileri de saldırıyı kabul etti ve bir tesisin vurulduğunu açıkladı. 

Suriye karar alıcılarının gerek iç politikada gerekse dış politikada güvenlikçi ve statükocu politikalara sapmasına yol açan bir diğer sebep de ABD yönetiminin Suriye’ye yönelik uyguladığı baskıcı ve tehdit içerikli dış politika yaklaşımlarıdır. ABD yönetimi, Irak ve Lübnan kriz alanları üzerinden Suriye’ye diplomatik bir köşeye sıkıştırma politikası uyguladı. Statükocu politikaların ülke içindeki ilk yansıması, devlet teşvikiyle başlatılan siyasi reform çabalarının yine devlet otoritesiyle yavaşlatılması ve Şam Baharı’nı katkı yapan entelektüellerin tutuklanması olurken reform çabaları daha çok ekonomik alana kaydırıldı. Bu dönem ülke içinde Irak’taki siyasi konjonktüre bağlı olarak Kürt milliyetçisi hareketlerin canlanmış olması dikkat çekici bir gelişmedir. Orta Doğu Projesi’nin dünya kamuoyunda konuşulmaya başlandığı 2004 yılında Suriyeli Kürtlerin ülke tarihindeki ilk isyan girişimi olan “Kamışlı Olayları” Suriye yönetimini tedirgin etti. 24 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder