16 Mart 2017 Perşembe

BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4


BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ 
POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4


4. Tarihsel Pragmatizmi Miras Almak: Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikası 

Hafız Esad 10 Haziran 2000 tarihinde vefat ettiğinde arkasında Baas Partisi, ordu ve istihbarat servisleri içinde Nusayrilerin tartışılmaz üstünlüğü bulunan güçlü bir devlet bıraktı. Suriye’yi otuz yıl boyunca askeri diktatörlükle yöneten Hafız Esad’ın yerine geçen oğlu Beşar Esad’ın izleyeceği politikalar Suriye’nin Ortadoğu’nun birçok meselesinde kilit rol oynaması nedeniyle büyük önem arz etmekteydi. Babasına oranla daha farklı bir ortamda yetişen Beşar Esad, liderliğinin ilk yıllarında demokratik reformlar adına bazı ümit verici adımlar atsa da, birtakım iç ve dış sebeplerden dolayı beklenen reform hamlesini bir türlü gerçekleştirememiştir. 
İktidarının ilk yıllarında ABD ve AB ile iyi ilişkiler geliştirme politikası güden ve ekonomik liberalleşme yolu ile küresel kapitalist sisteme entegre olarak Suriye ekonomisini güçlendirmeyi hedefleyen Beşar’ın özellikle ülkesinin güvenliğini temin için kurduğu pragmatik ittifaklar ve İsrail’e karşı çeşitli örgütlere patronluk yapma politikası bağlamında babasının mirasını devraldığı gözlemlenmektedir. 

Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden sonra Suriye’yi yerel, bölgesel ve uluslararası krizlerle dolu bir ortamda yönetmeye çalıştığı bir gerçektir. İsrail’le 1991 yılında başlayan barış görüşmelerinin 2000 yılında çökmesinden sonra İsrail’e karşı rejimin güvenliğinin sağlanması ve uygun bir barış anlaşması ile Golan Tepelerinin geri alınması Beşar Esad’ın en önemli dış politika gündemi haline 
gelmiştir. İsrail’in rejimin güvenliğine karşı tehdidi, Esad’ın ekonomik liberalleşme ve yolsuzluklarla mücadele için öngördüğü reformları hayata geçirmesini engellemiş, bunun sonucunda özellikle petrol zengini ülkelerden Suriye’ye gelmesi beklenen ekonomik kaynakların elde edilmesinin önü tıkanmıştır. Bu ise, Esad’ın liberalleşme yoluyla elde edemediği kaynakları sağlamak için 2001 yılında eski düşman Irak’ın Suriye üzerindeki petrol boru hatlarını Birleşmiş Milletler yaptırımları olmasına rağmen yeniden faaliyete geçirmesine neden olmuştur.32 

2001 yılında George W. Bush ile birlikte Likud bağlantılı neo-con’ların ABD’de iktidara gelmesi ve 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele adına 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi Beşar Esad’ı zor durumda bırakmıştır. Irak’la 2001’den itibaren geliştirdiği ekonomik ilişkiler sebebiyle ABD’nin tepkisini çeken Beşar Esad, 1991’deki Körfez Savaşının aksine, Irak’a 
karşı kurulan koalisyona katılmayı reddetmiştir. ABD’de İsrail’i sonuna kadar destekleyen bir hükümetin bulunması ve Bush’un Suriye-İsrail ilişkileriyle ilgili herhangi bir vaatte bulunmaması, aksine Suriye’yi Lübnan’dan çekilmeye; Hizbullah, Hamas, İslami Cihat gibi bölgesel kartlarına verdiği desteği çekmeye ve Irak işgaline ortak olmaya zorlaması Esad’ın işgale karşı çıkmasına neden olmuştur. 
Bu teklifler, Şam yönetiminin İsrail’e karşı bütün kartlarını elinden alacağı ve Golan’ın geri alınması idealini ortadan kaldıracağı için kabul edilmemiştir.33 Esad’ın bu politikası ABD-Suriye ilişkilerinin gerginleşmesine yol açmış, bu sebeple ABD, Aralık 2003 ve Mayıs 2004 aylarında Esad’ın Iraklı direnişçileri desteklemesi, uluslararası terörizme arka çıkması ve Suriye’nin Lübnan işgali gibi bahanelerle Suriye’ye bir dizi siyasi ve ekonomik yaptırım uygulamıştır.34 

Bir taraftan İsrail, öbür taraftan İsrail’e arka çıkan Bush yönetiminin işgal ettiği Irak arasında sıkışan Beşar Esad, babası döneminde uygulanan dış politika yöntemlerine başvurma yoluna gitmiştir. Esad, 2003’ten sonra zaten yakın olduğu İran’la ilişkilerini daha da derinleştirerek bölgesel yalnızlıktan kurtulmayı, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihat gibi örgütlere aktif patronluk yaparak İsrail ve 
ABD’ye karşı caydırıcılığını artırmayı hedeflemiştir. Ayrıca Suriye’nin ittifaklarını çeşitlendirme stratejisini bağlamında, Irak işgaline karşı çıkan Türkiye ile yakınlaşma politikası izlenmeye başlanmıştır. 

Irak işgalinin ardından Suriye’ye Ortadoğu’daki en büyük darbe 2005 yılında Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastından sonra gelmiştir. Lübnan’ın en önemli politikacılardan biri olan Hariri’nin öldürülmesi uluslararası kamuoyunun dikkatini Suriye’ye çevirmesine yol açmış ve Batı’nın baskıları sonucu Esad, 1976’dan beri Lübnan’da bulunan Suriye askerlerini geri çekmiştir. Böylece Suriye, güvenliğini sağlamak için İsrail’e karşı elindeki en önemli stratejik kartlardan biri olan Lübnan’ı kaybetmiştir. Hariri suikastını takip eden dönemde zor günler geçiren Esad’a en büyük desteği İran vermiştir. 2005 yılında radikal bir dış politika söylemiyle iktidara gelen Mahmud Ahmedinecad döneminde İran-Suriye ilişkileri her alanda gelişmiş ve stratejik ittifak düzeyine çıkmıştır. Ahmedinecad’ın 2006 yılında Şam’ı ziyaret ederek Esad ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın yanı sıra, Hamas, İslami Cihat ve diğer Filistinli direniş örgütleriyle görüşmesi Batı ve İsrail karşıtı direniş cephesinin güçlenmesine yol açmıştır.35 

Beşar Esad’ın, tıpkı babası gibi, sıkıntılı dönemlerde Suriye’yi rahatlatacak ittifaklar kurma politikasını başarıyla uyguladığını söyleyebiliriz. 

İran’ın desteğini arkasına alan Esad, Lübnan’daki Şii Hizbullah, Filistinli Hamas ve İslami Cihat gibi örgütlere patronluk yapmaya devam ederek İsrail ve ABD’ye karşı kullanabileceği kartları elinde tutmaya devam etmiştir. Özellikle 2006 İsrail-Hizbullah savaşı sırasında İran’ın Hizbullah’a ve Hamas’a Suriye yoluyla ulaşması Suriye’ye kilit bir rol kazandırmıştır. Esad; ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’e karşı, İran ve bölgesel örgütlerle elde ettiği kartlara 2003 yılından sonra Türkiye ile geliştirdiği pragmatik ittifakı da ekleyerek bölgesel konumunu güçlendirmiştir. Batı ile ilişkileri bir türlü düzelmeyen Esad yönetimi küresel ölçekte Rusya, Hindistan ve Çin gibi aktörlerle iyi ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. 

5. Beşar Esad Döneminde Türkiye-Suriye Yakınlaşması 

Tarihsel süreç içinde Türkiye-Suriye ilişkilerine baktığımızda Hatay meselesi, su sorunu ve Hafız Esad’ın PKK’ya verdiği desteğin iki ülke ilişkilerinin yıllarca soğuk seyretmesine yol açtığı görülmektedir. 1998 yılındaki Öcalan Krizi sonrası imzalanan Adana Protokolü ile düzelmeye başlayan ilişkiler 2000 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmasıyla daha da iyileşmiştir. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki asıl kırılma noktası ise 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara gelmesi 
ve Türk dış politikasının Ortadoğu paradigmasını değiştirmesiyle yaşanmıştır. ‘Komşularla sıfır sorun politikasını’ Ortadoğu’ya yönelik politikasının temel yaklaşımı olarak benimseyen AK Parti, bu çerçevede Suriye ile ilişkilere özel önem vermiştir. AK Parti hükümetleri döneminde, Türkiye-Suriye ilişkileri özellikle siyasal ve ekonomik alanlarda hızla gelişmiş ve iki ülke arasındaki problemli meseleler çözüme kavuşturulmuştur. 

Beşar Esad’ın ABD ve bölgesel müttefikleri Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ile olan soğuk ilişkileri İsrail’in Suriye’nin güvenliğine oluşturduğu tehditle birleşince, Türkiye’nin bölgesel ortaklığı daha da önem kazanmıştır. İki ülkenin Irak’ın işgaline karşı aynı tavrı benimsemesi, Suriye-Türkiye ilişkilerinde yakınlaşmaya yol açarak Esad’ın İsrail ve ABD tarafından kuşatılmışlık hissinin azalmasına sebep olmuş ve iki ülke arasında yeni işbirliği imkânlarının kapısını açmıştır. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki yakınlaşma sonucu 2008 yılında Türkiye; 
Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk rolünü üstlenmiştir. Fakat aynı yıl içinde İsrail’in Gazze saldırısı Türkiye-İsrail ilişkilerinde soğuk rüzgârlar esmesine sebep olmuş, 2009 yılındaki Davos Kriziyle birlikte Türkiye-İsrail ilişkileri adeta kopma noktasına gelmiştir. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesi, Türkiye-Suriye ittifakına yeni bir ivme kazandırmıştır. 

1990’lı yıllarda güvenlik alanında çok önemli iki stratejik müttefik olan Türkiye ve İsrail arasındaki gerginlik, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hızlandırmış, bu bağlamda, iki devlet Nisan 2009’da İsrail’i rahatsız eden ortak bir askeri tatbikat düzenlemiştir.36 
Böylece Suriye, İsrail’e karşı verdiği mücadelede İran’dan sonra çok önemli bir bölgesel kart daha kazanmıştır. 13 Ekim 2009’da Türkiye ve Suriye arasında iki ülkenin toplam on bakanının katılımıyla Halep ve Gaziantep’te Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu 

toplantısı yapılmış ve ilişkiler bambaşka bir boyut kazanmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu toplantı sırasında Türkiye-Suriye ilişkilerinin sloganını ‘‘Ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek’’ olarak belirtmiştir.37 22-23 Aralık 2009’da Şam’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin başbakanlar düzeyindeki Birinci Konsey toplantısı yapılmış ve Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülkenin entegrasyonu olarak tanımlanabilecek bir evreye girmiştir.38 

Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kötüleşme, bir yıl sonra, Mayıs 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara baskını ile kopma noktasına gelirken, Türkiye-Suriye ilişkileri her açıdan gelişmeye devam etmiştir. İki ülke arasında vizelerin karşılıklı kaldırıl masıyla daha da gelişen ilişkiler, kendini güvenlik alanında da hissettir miştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Şubat 2011’de Asi Nehri üzerine inşa edilmesi planlanan Türkiye-Suriye Dostluk Barajının temel atma töreninde Beşar Esad’a ‘kardeşim’ diye hitap ederek Türkiye-Suriye ilişkilerindeki tarihi ilerlemeyi belirtmiş, ortak tarih ve kültür paydası içinde Suriye’ye seslenerek ‘‘Bizler tarihin bizi birbirimize kardeş kıldığı ve eylediği milletleriz. Tarih boyunca bizim kaderimiz hep ortak oldu, hep birlikte yüreğimiz attı’’ demiştir.39 Fakat bir ay sonra Mart 2011’de Suriye’de başlayan rejim karşıtı gösteriler Türkiye’yi Beşar Esad ile olan ilişkilerinde ikilemde bırakmış ve Türkiye-Suriye ilişkilerinde 
gerilimli bir dönem başlamıştır. 

Beşar Esad, iktidara geldikten sonra demokratikleşme, yolsuzluklarla mücadele, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi gibi reformlar vaat etmesine rağmen, Hafız Esad döneminde rejimin merkezine oturan eski muhafızların sistem içindeki gücü ve 2003 Irak ile 2006 Lübnan savaşları gibi krizler sebebiyle reformları hayata geçirmemiştir. Esad, iktidara geldikten sonra reform için umutlar artsa da, 2000-2001 ve 2003-2005 yılları arasında Şam Baharı olarak adlandırılan, toplumun çok farklı kesimlerini temsil eden muhaliflerin40 reform çağrıları rejim tarafından göz ardı edilmiş ve birçok muhalif lider tutuklanmıştır.41 Beşar Esad’ın sürekli reform vaat edip hiçbir adım atmaması kendisine duyulan ümitlerin azalmasına yol açmış ve babasından farksız bir lider olduğuna dair beslenen kanaatler pekişmiştir. Tunus, Mısır ve Libya’daki diktatörlüklere karşı demokrasi ve özgürlük talep eden halk ayaklanmalarının 
başlamasıyla ortaya çıkan ‘Arap Baharı’ Mart 2011’de Suriye’yi de etkilemeye başlamıştır. 

Mart 2011’de Dera’da başlayan gösterilerin Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Banyas, Deir ez-Zor gibi önemli şehirlere sıçramasıyla Beşar Esad üçüncü ve daha güçlü bir muhalefet dalgası ile karşı karşıya kalmıştır. Rejimin eski alışkanlıklarından kurtulmadığının bir göstergesi ise ordu birliklerinin göstericilere sert tepki göstermesi ve yüzlerce kişiyi gözünü kırpmadan öldürmesi olmuştur. Beşar Esad ise reform yanlısı bir görüntü sergilemek için 1963 darbesinden beri yürürlükte olan olağanüstü hal yasasının ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırıldığını ilan etmiş ayrıca Suriyeli kimliksiz Kürtlere vatandaşlık vermiştir. Esad, aynı zamanda, sivil göstericileri eli kanlı teröristler olarak göstermeye ve yabancı komploları öne çıkarmaya çalışarak rejimin uyguladığı şiddeti meşrulaştırma gayreti içine girmiştir. Mart ayından itibaren barışçıl gösteri yapanlara özellikle tanklar eşliğinde operasyonlar yapılması ve üzerleri ne rastgele ateş açılması sonucu yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. 

Şam yönetimiyle ilişkileri uzun bir süredir kötü olan ABD, Esad’ı uyguladığı şiddet sebebiyle kınamış, Nisan ayında uygulamaya başladığı ekonomik ve siyasi yaptırımları takip eden aylarda daha da ağırlaştırmıştır. Şiddetin devam etmesi üzerine Barak Obama 18 Ağustos’ta Esad’ın meşruiyetini kaybettiğini belirterek görevden çekilmesi çağrısında bulunmuştur.42 ABD’nin yanı sıra, muhalif gösterilere karşı şiddete başvuran Şam yönetimine Mayıs ayından itibaren özellikle ekonomik yaptırımlarda bulunan Avrupa Birliği de tutumunu 
sertleştirmiş, Barak Obama’nın ardından AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton yaptığı açıklamada Esad’ın meşruiyetini yitirdiğini ve istifa etmesi gerektiğini belirtmiştir.43 Rusya ve Çin gibi uluslararası aktörlerse Beşar Esad’a biraz daha süre tanınması noktasında ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. 


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder