4 Mart 2017 Cumartesi

PETROL, PETROL POLİTİKALARI VE ORTA DOĞU BÖLÜM 1


PETROL, PETROL POLİTİKALARI VE ORTA DOĞU., BÖLÜM 1 



GLOBAL POLİTİKALARIN BÖLGESEL YANSIMALARI VE IRAK SAVAŞI 
Dr. M. Vedat GÜRBÜZ
* ASAM Ermeni Araştırrmalar Enstitüsü ve Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, K. Maraş 

Petrol ve petrole dayalı politikalar, 20. yüzyıl başlarından itibaren Orta Doğu siyasetine etki eden birinci derecen faktörlerden olmuştur. 
Günümüzde petrol dünyanın en önemli enerji kaynağı olma niteliğini sürdürmektedir. Dünya ülkelerinin petrole olan bağımlılığının yanı sıra, Orta Doğu ülkelerinin büyük bir kısmının petrole dayalı ekonomik gelir sistemine sahip olmaları, petrol politikalarının gerek bölgede gerekse dünyada derin etkiler yarattığı bilinen bir gerçektir. Petrolün dünya ve bölge ekonomilerindeki yeri istatiksel verilerle izah edildiği zaman, petrol politikalarının ne denli etkin olabileceği çarpıcı bir şekilde ortaya çıkacaktır. 

Petrol uzmanlarının tahminlerine göre dünyada ispatlanmış ve henüz ispatlanmamış petrol rezervleri 2,300 milyar varil civarındadır. 
Dünyadaki doğal gaz rezervlerinin ise 12,000 trilyon cubic feet olduğu tahmin ediliyor, ki bu rakam enerji açısından petrolle eşit bir potansiyel oluştur maktadır.1 
Günümüzde dünyada kullanılan enerji kaynakları sıralamasında petrol % 40 kullanım ile birinci sırayı almaktadır. Petrolü % 25 kullanım ile kömür, % 20 ile doğal gaz ve % 7 ile nükleer enerji kaynakları takip etmektedir. 

 < 1973’e gelindiğinde Amerika’da petrole olan yoğun talep yüzünden, Amerika ciddî miktarlarda petrol stokları oluşturamamış ve petrol krizine hazırlıksız yakalanmıştır. >

Hidroelektrik enerji dünya enerji kullanımında %2 gibi küçük bir yere sahipken, rüzgâr, güneş ve termal gibi alternatif enerji kaynakları ise yüzdelik değerlere önemsiz oranlarda girmektedir. 

1950’de Amerika enerji kullanımında % 40, Batı Avrupa % 14 ve Japonya % 5 oranında petrole bağımlıydı. 1950 ve 60’larda kömür madencilerinin baskısından ve kömür üretiminin ağır maliyetlerinden kurtulmak isteyen ve aynı zamanda çevre konularını da dikkate alan Amerikan hükümetleri, daha ucuz olan petrol tüketimini hızlandırdılar. 1960’ların sonlarında ve 70’lerin başlarında Amerikan 
petrol üretimi ciddi olarak düşerken Amerikanın ithalat hacmi giderek artıyordu. 1970’de Amerika toplam dünya petrol üretiminin %20’sini üretip petrol ihtiyacının ancak % 12’sini ithal ederken 1990’ların başında, Amerika dünya petrolünün % 10’unu üreten ve petrol ihtiyacının yarısını dışarıdan karşılayan bir ülke durumuna gelmiştir. 

1970’lerde gelişen Japon ve Alman ekonomileri petrole ihtiyacı daha da arttırmıştır. 1973’te Amerika’nın enerji kullanımında petrole bağımlılığı 
% 47 iken bu oran Batı Avrupa’da % 60 ve Japonya’da % 76 gibi yüksek değerlere ulaşmıştır. Günümüzde Japonya % 70 oranında petrol enerjisine bağlı. Petrolün tümünü ithal eden Japonya ihtiyacı olan petrolün % 70’ini Orta Doğu’dan karşılamaktadır.2 Dünyanın petrole olan ihtiyacı yıllık olarak ortalama 
%1 oranında artmaktadır. Çin gibi hızla gelişen ülkelerin azlığı ve gelişmiş ülkelerin düşük oranlardaki gelişme yüzdeleri, petrolde beklenmeyen 
aşırı talepleri doğurmayacağı tahmin edilmektedir. 

1940’larda Orta Doğu, dünya petrollerinin ancak %5’ini üretiyordu. Oysa şimdilerde Orta Doğu dünya petrol üretiminin ortalama %40’nı karşılamak tadır. Dünya petrol rezervlerinde Orta Doğu en büyük paya sahiptir. Suudi Arabistan’ı da içine alan İran Körfezi dünya petrol rezervlerinin %63’ünü elinde tutmaktadır. Sadece Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin 1/4’üne sahip ve bu rakam ABD’nin sahip olduğu petrol rezervlerinin on katı büyüklüğündedir. Körfez petrolü aynı zamanda dünyada en ucuza üretilen petroldür. Körfezde petrolün varili 1 Dolara mal edilirken, bu maliyet, örneğin, Amerika’da 4-6 Dolara çıkmaktadır.3 Orta Doğu ülkeleri 1 Dolara mal ettikleri petrolü 1981’de 36.50’ye satmışlardır ancak bu rakam 1986’da 1973 sonrasının en düşük değeri olan 8 Dolara gerilemiştir. 

 < Petrol ihraç eden ülkeler, petrol politikalarında inisiyatif kullanmak ve petrol piyasalarında örgütlü olarak daha fazla söz sahibi olmak 
amacıyla 1960’da OPEC’i kurdular. >

Petrol gelirleri Orta Doğu’da petrol üretici ülkelerin biricik ekonomik kaynağı haline gelmiştir. Örneğin 1980’li yılların sonunda Birleşik Arap Emirlikleri % 60, I-rak % 99, Suudi Arabistan % 86, Kuveyt % 88, İran ve Katar ekonomilerinin ise % 91 oranında petrol gelirlerine bağlı olduğunu görüyoruz. Tarihin hiç bir devrinde bu kadar zenginlik bu kadar kısa bir sürede belli bir coğrafyada birikmemişti. 1979’da Suudi Arabistan’ın petrol ihracatındaki geliri 59.2 milyar idi. Bu rakam 1980’de 104 milyara ve 1981’de 113 milyar Dolara çıkmıştır. 1994’te ise bu rakam 37 milyar Dolar civarında kalmıştır.4 Günümüzde petrol gelirleri Suudi ihracatında % 90-95, devlet gelirlerinde % 70-80 ve milli 
üretimde % 40’lık bir paya sahiptir. 

1970’lerde artan petrol fiyatları petrol üreticilerine büyük paralar kazandırdı ve bu ülkeler ekonomik patlama yaşadılar. Ancak özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş, petrolden elde edilen gelirlerin de düşmesine sebep oldu. Örneğin 1980’de Arapların 243 milyar Dolarlık petrol cirosu 1988’de 67 milyara düşmüştür.5 Yalnızca Suudi Arabistan’ın petrol kazancı 1981’de 120 
milyardan, 1985’te 17 milyara düşmüştür.6 

1970’lerde yaşanan petrole dayalı ekonomik patlama Arap politik geleneğinde ve Arap liderliğinde herhangi bir değişiklik yapmadı. Düşen petrol kaynaklarıyla beraber Körfez savaşında ortaya çıkan politik bunalım, Arap devletlerini daha da zora sokmuştur. Özellikle Körfez ülkeleri Amerika ile hareket ederek diğer Araplardan daha bağımsız politikalar izlemeye başladılar. 

1970’lerden itibaren OPEC ülkeleri petrol üzerindeki hakimiyetlerini arttırdılar, ancak yabancı petrol şirketleri ve zenginliğe alışan krallar petrolün işlenmesi ve pazarlanması konusunda neredeyse bir tekel haline geldiler. Buna karşılık, OECD ülkeleri 1970’li yıllarda artan OPEC baskısının olumsuz ekonomik etkilerine karşı ortak strateji oluşturmak amacıyla, 1974’te Uluslararası Enerji Ajansı’nı kurdular.7 

1970’ler ve 80’lerde yüksek petrol fiyatları sebebiyle Amerika, Kuzey Denizi, Batı Sibirya, Malezya, Çin, Meksika gibi bölgelerde petrol aramalarına hız verildi ve üretim arttırıldı. 1980’lerin ortalarından itibaren OPEC ülkeleri petrol fiyatlarının düşmesini göze alarak üretimlerini arttırdılar ve dünya pazarlarında %31’e gerilemiş olan paylarını %41’e çıkardılar. OPEC’in 2015’te pazar payının %50’ye ulaşması beklenmektedir.

Orta Doğu’nun önemli bir petrol üretim bölgesi olması nedeniyle bölgede meydana gelen karışıklıklarda petrol önemli rol oynamış ve çıkan her kriz petrol fiyatlarını tetiklemiştir. Arap-İsrail savaşları, Süveyş Krizi, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı gibi bölgede çıkan karışıklıklar sonucu petrol fiyatları kriz ortamında hızla yükselmiştir. 1967 Arapİsrail Savaşı’nda, Süveyş Kanalı kapatılmış ve Körfez petrolü Ümit Burnu’nu dolaşarak pazara ulaşmıştır. 1973 Arap boykotu ise bugüne kadar yaşanmış petrol krizlerinin en çarpıcı örneğidir. Bu krizle dünyada petrol fiyatları üç kat artmıştır. Özellikle 1973 krizinden sonra ülkeler olağanüstü durumlar için büyük miktarlarda petrol stokları oluşturmaya 
başlamışlardır. 

Uzun bir süredir 22-28 Dolar bandında seyreden petrolün varil fiyatı Irak krizi süresince 32 Dolara çıkmıştır. Bu değişim aslında önemli bir artışı ifade etmemektedir. 1973 krizinde petrol fiyatlarının artışıylakıyaslanırsa, bu yükseliş normal karşılanabilir. Irak Savaşı sırasında petrol fiyatlarında artış yaşanmadığı gibi düşüşler olmuştur. En başta yıllardan beri üretimi durdurulmuş olan ve günümüzde petrol piyasalarında önemsiz bir yere sahip olan Irak petrollerinin savaş sebebiyle tamamen üretim dışı kalması, petrol piyasalarına hiçbir olumsuz etki yapmamıştır. Ayrıca Irak Savaşı dolayısıyla herhangi bir Arap boykotu da ortaya çıkmamıştır. 

<  1973 krizinde İran boykota katılmayacak aksine Amerika’ya büyük miktarlarda petrol sattığı gibi, olası bir petrol krizinde Rusya petrol 
piyasalarını doyuracak satışlarda bulunacaktır. >

Dünya rezervlerinin % 75’ine sahip olan OPEC ülkeleri petrol politikalarında ancak % 40’lık bir etkiye sahiptir. Her ne kadar Suudi Arabistan petrol politikalarında göreceli olarak Amerika’nın etkisi dışında bulunuyorsa da, başta Körfez ülkeleri olmak üzere OPEC ülkelerinin çoğunluğu petrolü bir silah olarak kullanmayı düşünmemektedirler. Her şeyden önce, petrol ithalatçı ülkeler için ne kadar önemli ise petrol üreticilerinin ekonomilerinin petrol gelirlerine bağımlı olması, bu ülkelerin ekonomik programlarını takip etmek ve mali sistemlerini yürütebilmek için petrol gelirlerinden ayrı kalmaya tahammül edemezler. 

Ayrıca Rusya, ve Rusya’ya ek olarak Kazak ve Hazar petrolleri, Orta Doğu petrollerine rakip olarak ortaya çıkmıştır. 1973 krizinde İran boykota 
katılmayacak aksine Amerika’ya büyük miktarlarda petrol sattığı gibi olası bir petrol krizinde Rusya petrol piyasalarını doyuracak satışlarda bulunacaktır. 
Sovyetler Birliği 1991’den önce dünyanın en büyük petrol ihracatçısı idi. Günümüzde Rusya, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol ihraç eden ülkesidir. Rusya aynı zamanda dünyanın en zengin doğal gaz yataklarına sahip ve en büyük doğal gaz ihracatçısıdır. Eski Sovyetler Birliği’nin henüz ispatlanmamış petrol ve doğal gaz rezervlerinin % 76’sı Rusya Federasyonu içerisinde, özellikle Sibirya’da bulunmaktadır. Bu petrol ve doğal gaz kaynaklarının % 11’i Kazakistan’da bulunurken, Türkmenistan ise çok zengin ve 
henüz ispatlanmamış doğal gaz rezervlerine sahiptir.9 

Rus ekonomisi için petrol ve doğal gaz kaynakları oldukça önemlidir. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra yaşanan şiddetli ekonomik bunalımlarda petrol ve doğal gaz Rusya’da tek kurtarıcı ekonomik kaynak olarak ortaya çıkmıştır. Zirai üretimde yaşanan sıkıntılar sebebiyle, Rusya petrol satarak gıda almış ve bir bakıma kıtlık ve açlıktan doğabilecek büyük karışıklıkları önlemiştir. Rusya dünya piyasalarında OPEC’le rekabete girmiş ve pazarda payını yükseltmiştir. Örneğin, OPEC ülkeleri % 40 olan Avrupa pazarını yarı yarıya Ruslara 
kaptırmışlardır. Rusya’nın Irak'la imzaladığı petrol anlaşmaları ve Orta Asya, Kafkas petrolleri üzerinde etkin olma çabaları, petrolün Rus ekonomisindeki öneminin bir açıklamasıdır. Gelişmiş ülkelerin en önemli ekonomik gücü yüksek teknolojiyi elinde bulundurmaları ve büyük miktarlarda ihracat yapmalarıdır. Bu ise üretim kalitesi ve rekabet gücü ile alakalıdır. Rusya’nın geri kalmış teknolojisi ve uluslararası arenada rekabet gücünün zayıflığı, Rusya’yı petrole ve doğal gaza dayalı bir ekonomik düzene itmiştir. Rusya’nın şu andaki politikası petrol fiyatlarının yüksek tutulmasını sağlamak ve fırsatları değerlendirerek petrol pazarındaki dilimini büyütmektir. 

Herhangi bir petrol krizi çıkar ise, şimdiye kadar yaşanan petrol krizlerinden edinilen tecrübe göstermiştir ki, krizler en fazla altı ay kadar doruk noktasında kalıp sonra normalleşme süreci başlamaktadır. Ayrıca, 1973 Krizi’nden ders alarak ülkelerin ciddi petrol stokları oluşturmaları, çıkacak petrol krizlerini hafifletecek niteliktedir. Amerika acil durumlar için Stratejik Petrol Rezervleri adı altında petrol stoklamak tadır. Günümüzde 700 milyon varil kapasiteye sahip olan Amerikan stratejik petrol rezervlerinin ancak 592 milyon varil kadarı 
stoklanmıştır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın doksan günlük bir petrol stokunu öngörmesine rağmen, ABD ihtiyaçlarını ancak 53 gün karşılayacak 
bir miktarda petrol stoklarına sahiptir.10 

ORTA DOĞU’DA PETROL ÇATIŞMALARI 

Tarih, dünya coğrafyasının hiçbir bölgesinin Orta Doğu kadar yoğun politik mücadeleye sahne olmadığına tanıklık yapmıştır. Orta Doğu’daki siyasal ve toplumsal mücadeleler insanlık tarihi kadar eskidir. Sanayi devrimi ile petrolün stratejik bir hammadde haline gelmesi, bölgedeki güç kavgalarında petrole dayalı politikaları ön plana çıkarmıştır. Petrol politikalarının bölge üzerinde öyle muazzam bir etkisi olmuştur ki, Osmanlı sonrası Orta Doğu devletlerinin sınırlarının büyük oranda petrol politikalarına bağlı olarak çizildiğini görmekteyiz. 

TARİHSEL SÜREÇ 

Orta Doğu’nun stratejik konumu sebebiyle İngiltere, Mısır öncelikli olmak üzere, 19. yy. başlarından itibaren bölgeyle yakından ilgilenmeye başladı. Petrolün önemli hale gelmeye başlamasıyla İngiltere zengin petrol rezervlerinin bulunduğu Körfez bölgesine ilgisini odaklamaya başladı. İngiltere’nin Orta Doğu politikalarında zaman zaman Fransa ile çatışması ya da onunla işbirliğine gitmesi, bölgenin başlıca bu iki devlet arasında sömürülmesiyle sonuçlandı. 

1820’de İngilizler bugünkü Birleşik Arap Emirliği bölgesinde beş kabile ile anlaşarak aralarında bir birlik geliştirdi. 1880 ve 1890’larda Bahreyn ve Katar İngiliz koruması altına girdi. Osmanlı bu durumu protesto etti ve bu toprakların kendisine ait olduğunu iddia etti ise de, İngiliz baskısı sonucu fazla bir şey yapamadı. Türkler’le anlaşmazlık içerisinde olduğu için, İran da kendisi için önemli olan bu bölgeye İngilizlerin yerleşmesine ses çıkarmadı.11 

1825’ten itibaren batılı büyük petrol şirketlerinin Musul ve çevresindeki petrol yatakları ve petrol alanları üzerinde imtiyaz elde etme mücadeleleri, şirketler düzeyinden çıkarak, uyruğunda bulundukları devletler arası bir mücadeleye dönüşmüştür. 1871’de bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu, Mezopotamya’da araştırma yapan bir Alman Uzmanlar Heyeti tarafından Osmanlı Devleti’ne bildirilmiştir.12 Bunun üzerine II. Abdülhamit 1888 ve 1898’de yayınladığı iki ayrı fermanla, Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol alanlarını Hazine-i Hassa’ya, Padişah gelirlerinin toplandığı özel hazineye bağlamıştır. Padişahın özel mülkü olarak koruma altına alınan Musul, bölgede 
petrol üretmek isteyen devletleri hayal kırıklığına uğratmıştır. 

Berlin-Bağdat demiryolu yapımını üstlenen Almanlar’ın ağırlıkla temsil edildiği Anadolu Demiryolu Şirketi, 1888’de demiryolu hattının geçtiği arazide bulunabilecek ham madde kaynaklarını çıkartma ve işletme yetkisini almıştır. 1904’te Demiryolu Şirketi, bu imtiyazı Deutshe Bank’ a devretti. 

Almanlara verilen imtiyazlarla telaşa kapılan İngiltere, 1901’de İran’da İngiltere adına petrol imtiyazı elde eden William Knox D’arcy’yi Bab-ı Ali ile yapılacak petrol pazarlıklarında görüşmeci olarak belirledi. 1907’den itibaren bu görüşmelere Royal Deutch-Shell de katıldı. Ancak 1908’de Abdülhamit tahttan indirilerek özel mal varlığı Maliye Nezareti’ne bağlanınca, yapılan temaslar kesintiye uğramış olsa da, İttihat ve Terakki döneminde petrol pazarlıkları yeniden hızlandı. 1912’de, İngiliz bankacı Sir Ernest Cassel tarafından ‘Turkish 
Petroleum Company’ kurularak Osmanlı Devleti’nden petrol arama ve işletme imtiyazı almaya çalıştı. Nihayet, 19 Mart 1914’te Osmanlı hükümeti D’ARCY grubunun % 50, Deutsh Bank ve Anglo-Saxon Company’nin de % 25’er oranında ortak oldukları bir konsorsiyum oluşturarak bu şirketlere petrol imtiyazı verdi. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi bu imtiyazın işletilmesini engellemiştir.13 

<  İngiltere, Orta Doğu petrollerini tümüyle kendi tekeli altına almak istiyordu. 1901’de İran petrollerinin imtiyazını ele geçiren İngiltere 1907’de Ruslarla İran petrolünün paylaşımı konusunda nihai anlaşmaya vardı. >

Petrol ilk olarak yaygın şekilde gemilerde kullanıldı. Petrol kömüre göre dört kat daha ekonomik ve petrolle işleyen gemiler kömürle çalışanlardan daha hızlıydı. Büyük bir deniz gücü olan İngiltere’nin ihtiyaç duyduğu petrol kendi imparatorluk topraklarının dışında çıkıyordu. Bu sebeple İngiltere, imparatorluğu nun sınırlarını genişletmeliydi. Savaştan önce İngiltere petrol ihtiyacını çoğunlukla Romanya ve Rusya’dan karşılıyordu. 

Savaş sırasında Romanya ve Rusya’nın İngiliz safından ayrılması, İngiltere’yi zor durumda bırakmış ve İngiltere % 80 oranında Amerikan petrollerine bağlı kalmıştır.14 

İngiltere, Orta Doğu petrollerini tümüyle kendi tekeli altına almak istiyordu. 1901’de İran petrollerinin imtiyazını ele geçiren İngiltere 1907’de Ruslarla İran petrolünün paylaşımı konusunda nihai anlaşmaya vardı. Bu anlaşma ile İran, sahip olduğu petrol kaynaklarına göre kuzeyde Rus ilgi alanı ve güneyde İngiliz ilgi alanı olarak iki bölgeye ayrıldı. Ali İhsan Paşa’ya göre İngilizlerin amacı, Ermeniler’in göz diktiği altı doğu vilayetimizi işgal ederek, yörede kendi himayelerinde muhtar bir yönetim kurmaktı. Böylece güneyden kuzeye; İngilizler, Kafkasya’ya kadar uzanarak, Batum ve Bakü’yü de işgal ederek, Orta Doğu petrollerinin tümünü sahiplenecek lerdi. 15 

Petrolle çalışan savaş gemilerinin, askeri araçların, tankların ve hatta uçakların Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanılması, petrolü en önemli askeri ve stratejik araçlardan birisi haline getirmiştir. Petrolün ekonomilerde de en vazgeçilmez bir kaynak haline gelmesi, petrol politikalarını hızlandırırken, petrolü yönetimleri altına alanları da zenginleştirmiştir. Örneğin Standard Oil Company’nin kurucusu John D. Rockefeller dünyanın en zengin kişisi haline gelmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı öncesi Turkish Petroleum Company ile İngilizler hali hazırda Orta Doğu petrollerinde söz sahibi olmuşlardı. Savaştan birkaç gün önce İngiliz hükümeti Anglo-Persian petrol şirketinin hisselerinin % 51’ini satın almış, bir yandan da Osmanlı Devleti’yle petrol pazarlıklarını hızlandırmıştır.16 Savaş tüm hızıyla sürerken orduların ve de savaşan ülkelerin ekonomilerinin petrole olan ihtiyacı gittikçe artırıyordu. Tek elden güvenli bir petrol politikası oluşturmak için İngiliz hükümeti petrol devi D’ARCY şirketinin hisselerinin büyük bir kısmını satın almış ve 1917’de Kraliyet Petrol Siyaseti Komitesi’ni kurarak, petrolle ilgili politikalar hükümetin elinde toplanmıştır.17 

1914’te İngiltere Basra’yı işgal ederek Basra Körfezi’ndeki petrolü güvencesi altına almak istemiştir.18 Osmanlı Devleti henüz savaşa girmemişken, İngilizler Mezopotamya’ya yönelik askeri harekatın hazırlıklarına başlamışlardı. 15 Kasım 1914’te 15.000 kişilik Hindistan İstila Gücü ile Basra’yı işgal eden İngilizler, Mezopotamya’ya doğru 70 km. ilerlemeyi başarmışlardır. Küt’ü alan İngilizleri, Halil Paşa 1915’te Küt’ül-Ammare’de yenilgiye uğratarak Küt’ü tekrar geri almıştır. İngilizler, İran üzerinden müttefikleri Rusya ile işbirliği yaparak Irak’taki durumu tekrar lehlerine çevirmek istedilerse de, Ali İhsan Paşa bu duruma fırsat vermeyerek Irak’ta Türk hakimiyetini tekrar tesis etti. Ne var ki, Musul’u almaktan vazgeçmeyen İngilizler, Arapları tahrik ederek, 1916’da çıkardıkları karışıklıklardan istifade ederek, Bağdat’a doğru ilerleyip 10 Şubat 1917’de Küt, 11 Martta Bağdat’ı ele geçirmişlerdir. Böylece İngiliz ordularına Musul yolu açılmış oldu.19 

Henüz savaş devam ederken İngiltere ve Fransa, daha sonra Rusya’nın da katılımıyla, savaş sonrasında Osmanlı Devleti’ni paylaşma planlarını yaptıkları gizli anlaşmalarla belirlemişlerdir. 1915 SykesPicot-(Sazanov) anlaşma planına göre, Mezopotamya İngilizlere verilirken, Musul Fransızlara bırakılmıştı. Musul’un kaybını İngiltere ciddi bir fedakarlık olarak nitelendiriyordu. Bölgede Fransa’ya karşı bir güç oluşturma ihtiyacı hisseden İngiltere, bölgedeki Kürt faktörünü siyasal-laştırarak bir sonuca gitmeyi planladı. Bu uğurda Sevr’de hayali bir 
Ermenistan’ın yanı sıra hayali bir Kürdistan yaratmayı planlamıştır. Sonuçta, 10 Ağustos 1920’deki Sevr Antlaşması’na bağımsız bir ‘Kürdistan’ kurulması yolunda bir hüküm konulmuştur. 

Birinci Dünya Savaşı süresince ve sonrasında Irak petrolleri üzerindeki politikalar kızıştı. Petrolün dünya ekonomilerinde oynayacağı rolü iyi hesap eden İngiltere, kendisinin de net petrol ithalatçısı olması sebebiyle, başta Irak olmak üzere Orta Doğu petrollerini denetimi altına almaya çalışmıştır. Buradaki petrolü tekeline geçiren İngiltere’ye karşı Fransa ve A.B.D. rahatsızlıklarını dile getirdiler. 
1919’da İngilizler Musul ve çevresinde petrol aramalarında bulundular. 

Petrol aramak için eşit hakların sağlanmasını isteyen Amerikan hükümetinin baskısı yüzünden İngiltere bu aramalara ara vermek zorunda kaldı. Ancak Versailles Anlaşması öncesi İngiliz ve Fransızlar petrol anlaşması yaptı ve Fransızlar Musul’dan çekilmeyi kabul ettiler.20 Fransa ile İngiltere arasındaki bu anlaşma Amerika’nın gözünden kaçmadı. Nisan 1920’de San Remo Konferansında Anglo-Fransız petrol anlaşması imzalandı ve böylece iki devlet Irak petrolleri konusundaki anlaşmış oldu. Ancak San Remo hükümlerini de beğenmeyen Amerika, petrol konusunda ısrarlarını sürdürdü. Nihayetinde İngiltere’nin Irak petrollerinin yarısını, Fransa ve Amerika’nın da diğer yarısını kontrol etmesi prensibi üzerinde anlaşıldı. Bu anlaşmalarda önemli rol oynayan Calouste Gulbenkian adlı bir Ermeni tüccar da Irak petrollerinden % 5 
pay alarak dünyanın en zenginleri arasına girmiştir.21 


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder