ORTADOĞU DA, TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA EKSEN TARTIŞMASI BÖLÜM 1
TÜRKİYE AVRUPALILAŞIRKEN AVRUPA’DAN UZAKLAŞIYOR MU?
Yrd. Doç. Dr. H Tarık OĞUZLU
Bilkent Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
oguzlu@bilkent.edu.tr
İnceleme,
Türkiye’nin İran ve Suriye ile geliştirdiği ilişkiler eksen kayması tartışmalarına neden olmaktadır.
< Soğuk Savaş yıllarında bile, Türkiye bazı temel dış politika tercihlerinden dolayı Batı blokundan ayrılıyor olmakla eleştirilmiştir. Dolayısıyla, Batılı çevrelerin Türkiye’nin eksen değiştirmesi yönündeki görüşleri ve kaygıları yeni değildir ve ilk kez dile getirilmemektedir. Batı’nın Türkiye’ye ilişkin bu algılaması, ikili ilişkilerin doğasını oluşturan yapısal bir unsurdur. >
Giriş
Türk dış politikasında eksen kayması olduğu yönündeki görüşler son zamanlarda sıklıkla dile getirilmektedir. Buna göre, Türkiye, uzun yıllardan beri takip etmekte olduğu Batı odaklı dış politika anlayışını yavaş yavaş terk etmekte ve yüzünü daha çok Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya coğrafyalarına dönmektedir.
Bu çerçevede son dönemde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi ve Türkiye’nin eskisi kadar AB üyeliği peşinde koşmaması özellikle vurgulanmaktadır.
1990’lı yıllarda ivme kazanan Türk - İsrail ilişkilerinin, AK Parti’nin iktidara gelmesinden itibaren çatırdamaya başladığı iddia edilmiş, bunda ise AK Parti’nin İsrail’e karşı daha çok İslam ve kimlik perspektifinden bakmasının etkili olduğu ileri sürülmüştür. Başbakan Erdoğan’ın, son Davos zirvesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yönelik olarak sarf ettiği sözler, geçtiğimiz Ekim ayında İsrail’in Türkiye’de yapılması planlanan Anadolu Kartalı isimli askerî tatbikata katılımının engellenmesi, TRT televizyonlarında İsrail’in şiddetli bir şekilde eleştirildiği yerli dramaların gösterilmesi ve de İsrail ile olan ilişkilerin kötü gittiği bir ortamda eş zamanlı olarak Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin tarihte hiç olmadığı kadar iyileşmesi Batılı başkentlerde kaygı ile izlenmektedir.
Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin son zamanlarda ivme kazanması ve Türk karar alıcıların mevcut İran yönetiminin nükleer politikalarına karşı daha yumuşak bir üslubu benimsemeleri Türk dış politikasında eksen kayması olduğunu iddia eden çevrelerin dile getirdikleri bir diğer gelişmedir. Türkiye’nin İran’in nükleer silah elde etme yönündeki politikasını aşırı şekilde eleştirmemesi ve İran’in aslında barışçıl amaçlarla kullanılmak üzere nükleer enerji elde etmek istediğine inanması bu bağlamda not edilmektedir. Son dönemde üst düzey Türk yetkililerin yapmış oldukları açıklamalar Ortadoğu bölgesinde gerçek ve kalıcı bir barışın bölgedeki bütün nükleer silahların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağı yönündedir. Buna göre, İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğu bir ortamda ne gerçek bir barış sağlanabilir ne de bölgedeki diğer ülkelerin benzer silahlara sahip olma yönündeki adımları gayrimeşru gözükebilir.
Ankara’nın İsrail-Filistin sorununun çözümüne ilişkin takınmakta olduğu tutum ve bu bağlamda HAMAS’ın meşru bir güç olarak görülüp barış görüşmelerine mutlaka dahil edilmesi gerektiği yönündeki ısrarı Batılı başkentlerde kaygıyla izlenen bir diğer gelişmedir. 2006 senesinin başındaki seçimleri HAMAS’ın kazanmasından bu yana, Türkiye, bir yandan HAMAS’ın eskiden olduğu gibi bir “terör örgütü” olarak görülemeyeceğini söylemekte, diğer yandan da halkın oyları ile iktidara gelen bir partinin hem Filistin’in iç politikasında hem de Filistin-İsrail barış görüşmelerinde meşru bir aktör olarak görülmesi gerektiğini iddia etmektedir. 2008 yılının son günlerinde İsrail askeri güçlerinin Gazze’ye yönelik başlattıkları operasyonu Ankara başından beri şiddetle eleştirmiş, savaş boyunca İsrail silahlı güçlerinin Filistin halkına yönelik orantısız güç kullandığını iddia etmiştir. Savaşın sonunda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun öncülüğünde kurulan bağımsız komisyonun İsrail’in savaş sırasındaki politikalarını ve askeri taktiklerini uluslararası hukuka ve meşruiyete aykırı bulan raporu Türkiye’de övgüyle karşılanırken, İsrail tarafında bütün eleştiri oklarını üzerine çekmiştir.
Son yıllarda Ortadoğu bölgesindeki Arap devletleri arasında ortaya çıkmaya başlayan yanlısı olan - Batı yanlısı olmayan ülkeler ekseninde,
Türkiye’nin daha çok Batı yanlısı olmayan rejimlerin yanında yer alıyor gözükmesi ayrıca not edilmektedir.
< Batı AK Parti hükümetinin benimsediği dış politika anlayışına göre Türkiye bölgesinde düzen kurucu bir ülke olmayı hedeflemelidir. >
Buna göre, Türkiye’nin bir yandan Suriye ve İran’la olan ikili ilişkilerini geliştirmeye başlaması diğer yandan da Gazze şeridindeki HAMAS yönetimi ile
arasını iyi tutması Batılı çevrelerde eleştirilmektedir.
Bir tarafta İran-Suriye- HAMAS-Hizbullah blokunun diğer tarafta da Mısır-Ürdün-Suudi Arabistan blokunun bulunduğu bir cepheleşmede
Türkiye’nin kendisini daha çok ilk bloka yakın bir yerde konumlandırmasının Türkiye’nin Batı odaklı olduğuna inanılan dış politika genel çizgisiyle
uyuşmadığına inanılmaktadır.
Ortadoğu bölgesiyle alakalı olmasa da, Türkiye’nin son yıllarda benimsemiş olduğu bazı dış politikaların Batılı çevrelerde şüphe ile karşılandığını görmekteyiz. Bunlardan ilki, Türkiye’nin Sudan’da El Beşir yönetimine ilişkin olarak Batılı başkentlerde benimsenen görüşlerin aksi istikametinde görüşlere sahip olmasıdır. El Beşir yönetiminin Darfur’da soykırım yaptığının genel kabul gördüğü ve de El Beşir’in kendisinin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçlusu ilan edildiği bir ortamda, Ankara Sudan ile ilişkilerini geliştirmeye gayret etmiş ve El Beşir’i Türkiye’de resmi düzeyde ağırlamıştır. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen uluslararası bir toplantıya katılımı son dakikada
< Türkiye’yi dış poltikada değişime iten asıl sebepler daha çok realpolitik ve stratejiktir. Değişen bölgesel dinamikler, Türkiye’nin iç güvenliğinin çevresinde meydana gelen gelişmelere daha fazla bağlı olmaya başlaması Türkiye’yi çevresini şekilendirme yönünde harekete geçmeye zorlamaktadır.
Şekillendirme politikasında kullanmakta olduğu temel dış politika yaklaşımları ve araçları ise özünde AB’nin kendi dış politikası nı uygularken kullandığı araçlardan ve mantıktan farklı değildir. >
AB yetkililerinin şiddetli eleştirilerinin ardından El Beşir’in fikir değiştirmesi sonucunda mümkün olmamıştır. Ankara’nın insan haklarını ihlal eden bir rejimle ilişki kurmak istemesi ve bu ilişkileri ekonomik çıkar odaklı tanımlama gayretleri Batı’da eleştirilmektedir.
Benzer bir gelişme Türk-Rus ilişkileri bağlamında da yaşanmaktadır. Son dönemde Ankara’nın Moskova’ya hiç olmadığı kadar yaklaştığına inanılmaktadır. Gerek NATO’nun genişlemesi bağlamında gerekse de son Rusya-Gürcistan Savaşı çerçevesinde Ankara Moskova’nın görüşlerini tam olarak desteklemese de anlayışla karşılamıştır. NATO’nun içine Gürcistan veUkrayna’yı alarak Rusya’nın dibine kadar gelecek olmasına ve de NATO’nun Karadeniz’e açılarak buranın bir NATO gölü olma ihtimaline karşı Moskova’nın dile getirdiği itirazlar Ankara’da,
diğer Batılı başkentlere nazaran, daha fazla kabul görmektedir. Ankara’nın Moskova ile yaşamakta olduğu ekonomik işbirliğinin ve stratejik yakınlaşmanın Batı ve Rusya arasındaki olumsuz gelişmelerden etkilenmemesi adına bazı adımlar atıyor olması onun NATO ekseninden
uzaklaşması olarak görülmektedir.
Ayrıca, AB üyelik sürecinde son yıllarda yaşanan yavaşlama ve Türkiye’nin reform sürecini ağırdan alması Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin istekliliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Annan Planı’na verilen desteğin yarattığı olumlu havaya rağmen, Ankara’nın limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara açmama yönündeki kararlılığını sürdürmesi AB başkentlerinde sorgulanmaktadır. Gene, Türk yetkililerin Avrupalıların Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik dile getirdikleri eleştirilere sert şekilde karşılık vermeleri ve Türkiye’nin AB üyeliğinin son kertede Türk halkının kararına bağlı olacağını söylemeye başlamaları Batılı başkentlerde kaygıyla izlenmektedir.
2003 yılındaki Irak işgalinden sonra, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin tarihte hiç olmadığı kadar bozulmaya başlaması ve taraflar arasında ciddi güven bunalımlarının ortaya çıkması, Türkiye’nin Batı odaklı dış politikasının aşındığına yönelik dile getirilen görüşlere zemin oluşturan bir diğer gelişmedir. Buna göre, Türkiye Ortadoğu bölgesinde ABD işgalini takiben ortaya çıkan yeni statükodan hiç memnun değildir. Bir yandan bağımsız Kürt devletinin sahneye çıkma ihtimali diğer yandan İran’ın bölgedeki etkisini artırması Türkiye’yi kaygılandırmaktadır.
Uzun süre, ABD yönetiminin Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki PKK üslerine yönelik askerî operasyonlar düzenlemesini Irak’taki istikrar adına engellemeye çalışması Türkler arasındaki antiAmerikancı hissiyatları tırmandırmıştır. Bundan dolayıdır ki yapılan birçok kamuoyu araştırması, NATO üyeleri arasında ABD’nin politikalarına ve küresel liderliğine en fazla şüphe ile bakan toplumun Türk toplumu olduğunu göstermektedir. Obama’nın ABD Başkanı seçilmesi diğer NATO üyeleri arasında ABD’ye bakışı olumlu yönde etkilerken, özellikle Batı Avrupa ülkeleri arasında, bu durum Türk insanının ABD’ye bakışını ciddi oranda değiştirmemiştir.
Yukarıdaki örneklerden yola çıkarak bağımsız bir gözlemcinin Türk dış politikasında eksen kaymasının olmadığını göstermesi bağlamında
şunları kanıtlaması gerekebilir.
İlk olarak, Türkiye en önemli dış politika çıkarı olarak Avrupa Birliği üyeliğini vurgulamalı ve Batılı uluslararası kurumlarda yer alarak
Batılı bir kimliğe sahip olduğunu kanıtlamaya çalışmalıdır.
< Türkiye’nin takip etmekte olduğu neredeyse bütün politikalar özleri itibarıyla AB’nin benimsediği dış politika çıkarlarıyla uyumludur. >
İkinci olarak, Türkiye, kendisini Batı’nın Ortadoğu, Kafkaslar, Karadeniz ve Orta Asya’daki çıkarlarının sağlanmasında en önemli ülke olarak algılamalı;
adeta kendisini bu bölgelerde Batı’nın ileri karakolu olarak tasavvur etmelidir.
Üçüncü olarak, AB üyesi olmayı, AB’nin yukarıda bahsetmiş olduğumuz bölgelerdeki çıkarlarının gerçekleştirilmesi bağlamında değerlendirmeli
ve üyeliğini meşrulaştırırken, AB’nin kendisiyle beraber bu bölgelere erişiminin daha kolay olacağı argümanını kullanmalıdır. Brüksel merkezli belirlenen
politikaların, Ankara tarafından uygulanabiliyor olması, Türkiye’nin hanesine artı puan olarak yazılmalı ve bu durum şayet Türkiye daha üye olmamışsa
onun üyelik şansını arttırıcı biçimde yorumlanmalıdır. Türkiye’nin İslam coğrafyasını AB içinde temsil etmesi gibi bir durumun asla mümkün olmadığı
bir düşünsel zemindir bu. Türkiye’den beklenen Avrupa’yı ve onun politikalarını İslam coğrafyasında temsil etmesidir.
Dördüncü olarak, Türkiye, ulusal güvenliğini NATO üyeliği ve ABD ile kurduğu yakın stratejik ilişkiler bağlamında gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Bölgesel gelişmelere ABD/NATO perspektifinden bakan bir Türkiye söz konusudur burada.
Türkiye’nin Batı eksenli dış politika izlediğinin en önemli kanıtlarından bir tanesi hiç şüphesiz, Ankara’nın Batı’nın temel değerlerininBatı dışındaki bölgelere yayılmasında aktif birrol alması olacaktır. Bunu yaparken temel çıkışnoktası, Batılı olmayan bölgelerde liberal veçoğulcu demokrasilerin ortaya çıkmasının öncelikleBatı’nın güvenlik çıkarlarına hizmet edeceği anlayışıdır
< Yeni dış politika anlayışına göre, Türkiye’nin AB üyesi olabilmesini kolaylaştıracak bir faktör Türkiye’nin bölgesinde düzen kurucu bir rol oynaması ve hem kendisini hem de çevresini AB’nin üzerine oturduğu değerler çerçevesinde dönüştürebilmesidir. Ortadoğu bağlamında bölgesel istikrara ve güvenliğe katkı yapacak bir Türkiye’nin, bölgesinde AB’nin temsilcisi gibi hareket edecek bir Türkiye’den çok daha fazla bir şekilde Türkiye’nin AB üyelik şansını artıracağına inanılmaktadır. >
Biz bu yazıda, yukarıda bahsedilen gelişmeler ışığında son dönem Türk dış politikasında bir eksen kayması olduğu yönündeki görüşleri sorgulayacak,
bunu yaparken de şu temel argümanları ileri süreceğiz. Birinci argüman buna benzer eleştirilerin geçmişte de ortaya çıktığıdır.
Türkiye’nin NATO’nun en önemli ülkelerinden birisi olduğu Soğuk Savaş yıllarında bile, Türkiye bazı temel dış politika tercihlerinden dolayı
Batı blokundan ayrılıyor olmakla eleştirilmiştir. Dolayısıyla, Batılı çevrelerin Türkiye’nin eksen değiştirmesi yönündeki görüşleri ve kaygıları yeni değildir
ve ilk kez dile getirilmemektedir.Batı’nın Türkiye’ye ilişkin bu algılaması, ikili ilişkilerin doğasını oluşturan yapısal bir unsurdur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı normlar üzerine kurulması ve Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde güvenliğini Batı bloku içinde
tanımlama yönünde bir karar alması, onun Batı içindeki yerine ilişkin eleştirilerin azalmasına neden olmamıştır.
İkinci temel argümanımız, Türkiye’nin, özellikle dış politikanın oluşması ve uygulanması bağlamında hiç olmadığı kadar Batılı/Avrupalıhareket eden bir ülke olmaya başladığıdır. Türk dış politikasının Avrupalılaşması diye tanımlanan bu süreç son yıllarda ivme kazanmışve Türkiye’ye ilişkin şu algılamanın ortaya çıkması mümkün olabilmiştir: Türkiye, AB üyesi olmasa da dış politikasında sanki bir AB üyesiymişcesi ne hareket eden bir ülkedir.
Üçüncü ve son argümanımız ise, son dönem Türk dış politikasında Batı’dan kopuş şeklinde bir durumun ortaya çıkmadığı ama Batı ile olan ilişkilerin daha çok rasyonalite ve çıkar zemininde tanımlanmaya başladığıdır. Dolayısıyla, az önce bahsetmiş olduğumuz parametreler bağlamında Türkiye’nin Batı eksenli bir dış politika izlemesi artık pek mümkün değildir. Ankara merkezli dış politika anlayışında Batı, Türkiye’nin en önemli referans merkezlerinden birisi olmaya devam edecek ama tek referans merkezi olmayacaktır.
Batı ile kurulan ilişkiler Türkiye’nin temel politika ve güvenlik sorunlarının çözülmesine hizmet ettiği ölçüde anlamlı olacak ve sürdürülecektir.
Bu minvalde vurgulamamız gereken bir nokta Batı ile kurulan ilişkilerin amaçtan çok bir araç olduğu yönündeki algılamaların AK Parti iktidarıyla birlikte daha fazla görünür hale gelmesidir. Bunda hiç kuşkusuz AK Parti hükümetinin temel dış politika anlayışı etkili olmaktadır. Türk dış politikasında son yıllarda başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere Avrupa dışı bölgelerin öne çıkmaya başlaması ve de Türkiye’nin Batı’ya bakışında daha rasyonel ve çıkar odaklı bir perspektifin zemin kazanması Batı’dan anlamlı bir kopuşun göstergesi değil bizzat realpolitik şartların bir dayatmasıdır. Bu noktadan hareketle, Türkiye’nin Batı ekseninden koptuğu yönündeki görüşler pek de anlamlı değildir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder