Orta Doğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orta Doğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2021 Pazartesi

ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YAŞANAN SÜREKLİLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

ARAP BAHARI KAPSAMINDA TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YAŞANAN SÜREKLİLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ


Alper TURHAN 
Hakan ARIDEMİR
28 Kasım 2015 Cumartesi

Bu makale ilk olarak 10-16 Haziran 2013 tarihleri arasında yapılan 11.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi'nde Alper TURHAN ve Hakan ARIDEMİR  tarafından sunulmuş, kongre yayınında yayımlanmıştır.

1.       Giriş
                   1517 yılından 1.Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hâkimiyetinde olan günümüz Suriye toprakları, 1.Dünya Savaşı sonrası dönemde Fransa’nın Orta Doğu’daki manda yönetimine bırakılmıştır. Bölgede tesis edilen manda yönetimi ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasına kadar mandater devlet olan Fransa üzerinden yürütülmüştür. Bu dönemde ilişkiler, Türkiye ve mandater devlet olan Fransa ile Milletler Cemiyeti Teşkilatı arasında gerçekleşmiştir. Suriye’nin 1946’da bağımsızlığını kazanmasından sonraki süreçte ise ilişkiler, Suriye’nin Türkiye’ye karşı olan tarihsel önyargıları etrafında şekillenmiş ve Büyük Suriye ideası çerçevesinde çatışmacı bir algı ile başlamış, toprak ve su rejimi konusunda karşılıklı itilaflar ve Suriye’nin uluslararası teröre katkı ve desteğinin yarattığı ortamda gelişmiştir[1].

                   Türkiye Suriye ilişkilerinin analiz edildiği bu çalışmanın temel varsayımı, iki ülke ilişkilerinin, 20. ve 21. Yüzyıllarda oluşan tüm uluslararası sistemlerin yapısına paralel olarak gelişim gösterdiğidir. Böylesine bir durumun oluşmasının temel nedeni, iki ülkenin, değişen her uluslararası sistemdeki farklı konumlarından kaynaklanmaktadır. Bu farklılık, ilişkilerde çatışma sürekliliğini beraberinde getirmiştir. Bu durum sadece bir tek dönemde istisnai bir görünüm sergilemiştir. 1999-2010 yılları arasında yaşanan dönemde ilişkilerdeki çatışmacı karakter yerini işbirliğine bırakmıştır. İlişkilerin karakterinde meydana gelen bu değişim, aslında yine uluslararası sistemdeki değişimin iki ülke ilişkilerine yansımasından kaynaklanmıştır.

2.       Soğuk Savaş Öncesi Dönem

                   Kurtuluş Savaşı sırasında belirlenen Misak-i Milli’de Türk toprağı olarak kabul gören Hatay bölgesi, tıpkı Musul ve Kerkük gibi 1.Dünya Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ne dâhil edilememiştir[2]. Bu durumun çeşitli sebepleri olsa da dönemin uluslararası sisteminin böyle bir duruma imkân tanımamış olması ve revizyonist bir dış politika görünümü sergilemekten kaçınmasından dolayı Türkiye’nin, bu bölgelerle ilgili tasarruflarını ertelemek zorunda kalmasıdır.  

                   1.Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistem, bir daha benzer yıkıcılıkta bir savaş yaşanmaması amacıyla çatışmadan uzak, dünya çapında barışın hâkim kılınmasının arzulandığı, idealist bir yapı içinde oluşmuştur. Uluslararası sistemin bu idealist yapısı, geleneksel liberal ve idealist felsefi teorilerin uluslararası ilişkilere uygulanması ile ortaya çıkmıştır[3]. Oluşturulan bu uluslararası yapı, felsefi teoriler ile birlikte dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Woodrow Wilson’un kendi adıyla anılan 14 maddelik, dünya çapında çatışmadan uzak, barış içerisinde bir düzen kurulmasını amaçladığı prensipleri çerçevesinde oluşmuştur. Bu sebeple daha önce benzeri olmayan uluslararası bir kurum Milletler Cemiyeti (MC) kurulmuştur. MC ile ortaya çıkan uluslararası sistemde Dünya, 2.Dünya Savaşına kadar çatışmadan uzak bir dönem geçirmiştir.
                   İki Savaş Arası Dönem olarak adlandırılan iki dünya savaşı arasındaki bu dönemde iki ülke ilişkileri, bu kabuller çerçevesinde ilerlemiştir. Belirtilen bu dönem içerisinde Suriye’de mandater devlet olan Fransa ile manda yönetimi olan Suriye arasında imzalanan bir antlaşma Türkiye’nin dikkatini çekmiştir[4]. Paris’te, Fransa ile Suriye arasında 25 yıllık bir süre için parafe edilen Dostluk ve İttifak Antlaşması’na göre Suriye üç yıl sonra bağımsızlığına kavuşmuş olacak ve MC üyeliğine aday olabilecektir[5]. Söz konusu antlaşma gereğince Türkiye tarafından Misak-i Milli içerisinde olan, Suriye tarafından da Büyük Suriye ideasında yer alan İskenderun Sancağı (Hatay bölgesi), Suriye yönetimine devredilmiş ve İskenderun Sancağının geleceğinin Suriye lehine olacağı belli olmuştur. 

Durumun bu şekilde Türkiye’nin aleyhine olması ve bölgede yaşayan Türk halkının gelecekteki durumundan dolayı konu Türkiye tarafından hassasiyetle ele alınmıştır. Bu şekilde her iki ülke tarafından da milli bir dava olarak kabul gören İskenderun Sancağı, Hatay Sorunu olarak ikili ilişkilerdeki ilk sorun alanını oluşturmuştur.

                   İki Savaş Arası Dönemde itilaflı ilişkilerin çözümünde çatışmacı bir yol izlemenin imkânının olmamasından ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine de paralel olacak şekilde konu dönemsel şartlara uygun şekilde ele alınmıştır. Bu sebeple Hatay Sorunu, bölgesel iki ülke ülkenin sorunu olarak iki ülke arasında kalmamıştır. Bu çerçevede Türkiye, sorunu önce Fransa ile müzakere etmiş ardından MC’ ye taşıyarak uluslararası sistemin yapısına uygun davranmıştır. Dönemin şartlarına uygun olan politikalar sayesinde de Türkiye, sorunun çözümünde istediğini alabilmiştir.

3.       Soğuk Savaş Dönemi

                   2.Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın ağır yıkımı neticesinde uluslararası sistem Avrupa merkezli olmaktan çıkmış, savaşın gidişatını belirleyen iki güç ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) savaştan güçlenerek çıkmışlardır. Birbirlerine rakip olan bu iki güç arasında uluslararası sistem; ABD öncülüğünde Batı Bloğu, SSCB öncülüğünde de Doğu Bloğu olacak şekilde iki kutuplu bir hal alarak, Soğuk Savaş Dönemine geçiş yapmış, uluslararası sistemde de yeni bir dönem başlamıştır. Oluşan bu yeni sistemde Türkiye Batı Bloğunda, Suriye ise Doğu bloğunda yer almıştır. Bu farklılık iki ülke ilişkilerinde Soğuk Savaş Döneminde belirleyici unsur olmuş, ilişkiler bu zemin üzerine kurgulanmıştır.

                   Suriye yönetiminin SSCB ile ilişkileri neticesinde, SSCB’nin Suriye üzerinden artan Orta Doğudaki varlığı başta Türkiye olmak üzere Batı Bloğunda rahatsızlık yaratmıştır. Osmanlı Döneminden itibaren gergin olan Türk-Rus ilişkileri, Bolşevik Devriminden 2.Dünya Savaşına kadar sorunsuz geçmiştir. Ancak bu dönem içerisinde SSCB’nin içteki sorunlarını çözüp, 2.Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemin başat iki aktöründen biri olması ilişkilerin yeniden gergin bir hal almasına neden olmuştur[6].

                İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Fransa’nın ülkeden çekilmesiyle birlikte tam bağımsızlığına kavuşan Suriye’de uzun süre siyasi istikrar sağlanamamıştır. 1945-1949 arasında nispeten sakin geçen Suriye siyasi hayatı, 1949’dan itibaren tam bir karışıklık ve düzensizlik içine girmiştir. 1949-1953 yılları arasında Suriye’de üç hükümet darbesi, 21 hükümet değişikliği olmuş ve bu arada iki askeri diktatörlük kurulmuştur[7]. 14 Ağustos 1949’da başlayan süreçte aynı yıl içinde 20 Aralık’a kadar art arda üç askeri darbe yapılmıştır. 20 Aralık 1949’daki üçüncü darbenin başı olan Albay Edip Çiçekli, Albay Hinnavi’yi devirerek iktidarı ele geçirmiştir. Çiçekli iktidarı öncekilere göre biraz daha uzun sürse de 1954 yılında gerçekleşen askeri darbe ile yönetim el değiştirmiş ve Suriye yönetiminde BAAS Partisi’nin ön plana çıktığı süreç başlamıştır[8]. Bu gelişmede BAAS’ın 1955’ten itibaren Mısır devlet başkanı Nasır’ı desteklemeye başlaması büyük rol oynamıştır. Süveyş Buhranı sırasında Suriye, hem BAAS Partisi tarafından hem de muhafazakâr kesimle birlikte Mısır’ı desteklemiştir[9]. Nasır, büyük devletlerin Orta Doğu’daki komünizm tehlikesini önlemek amacıyla kurduklarını söyledikleri savunma düzenine karşı olmuş ve SSCB ile yakın ilişkiler kurmuştur. Aynı çerçevede Suriye Hükümeti de Nasır’ın bu politikasına paralel SSCB ile ilişkilerini geliştirmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni de tanıyarak dönemin koşulları altında yapmış olduğu bu hamlelerle tarafını da seçmiştir. SSCB odaklı Orta Doğu’da yaşanan yeni gelişmeler iki ülke ilişkilerinde yeni bir sorun alanını ortaya çıkartmıştır. Suriye’de bu dönemde değişen siyasi algı, Türkiye karşıtlığına çift kutuplu sistemin karşıt unsurluğunu da eklemiştir.

Tarihsel olarak gergin ilişkileri olduğu SSCB’nin güney komşusunda artan etkisi ve coğrafik olarak Sovyet kuşatması altına girmekten rahatsız olan Türkiye, SSCB’nin özelde Suriye politikasını, alt bölge olarak da Orta Doğu bölge politikasını uluslararası ortama taşıyarak konunun sistemsel bir sorun olduğunu kabul etmiş ve çözüm için salt iki ülkeyi değil uluslararası sistemin bütnünü devreye sokmaya çalışmıştır.
                   Bu şekilde ortaya çıkan ve 1957 Türkiye-Suriye Krizi olarak adlandırılan bu olay ile Türkiye, Suriye ile tekrar bir çatışma ortamını yaşamıştır. Ancak bu çatışma ortamı, sistemsel bir çatışmanın mevzisi olmuştur. Çünkü SSCB’nin Suriye üzerinden Orta Doğu’ya açılma stratejisi o zamana kadar Orta Doğu’da etkin olan Batı Bloğunu endişelendirmiştir. Orta Doğu jeopolitiğinde SSCB’nin varlığını kendi çıkarları açısından tehdit olarak kabul eden Batı Bloğu, Türkiye’nin yanında yer almıştır. Türkiye ile Suriye arasında bir sorun olarak başlayan 1957 Krizi, gerek sorun alanının yaşandığı coğrafyadan gerekse iki kutuplu sistemin özelliklerinden dolayı iki ülke arasında bir çatışma ortamı olmaktan çıkmış, uluslararası sistemin başat güçlerinin karşı karşıya geldiği sistemsel bir sorun alanı haline gelmiştir. Böylesine bir hal alan bu sorunun çözümü sistemin belirleyici aktörlerinin anlaşması ile gerçekleşmiştir.
                Orta Doğu alt bölgesinde Soğuk Savaş Dönemi koşullarına uygun şekilde ilişkilerini mesafeli bir şekilde sürdüren her iki ülke, 1960’lı yıllardan itibaren tekrar yeni bir sorun ile karşılaşmıştır. Bu sefer doğal kaynaklar üzerinden başlayan bu sorun iki ülke ilişkileri ile sınırlı kalmamış, Orta Doğu bölgesinin başta gelen sorun alanlarından biri olmuştur. Bölgede hızla artan nüfus, doğal kaynaklara ve özellikle suya duyulan gereksinimi  arttırmış, yaşanan istikrarsızlıklar ile optimal ve sürdürülebilir kullanım koşullarının oluşturulamaması sonucunda, su kaynakları yetersiz bir duruma gelmiştir[10].

                   Orta Doğu bölgesi için su hayati öneme sahip bir kaynaktır. Coğrafik konumu nedeniyle kurak dönemler geçiren bölgede su kaynakları stratejik önem taşımaktadır. Bölge coğrafyasında Türkiye, bölgenin kuzeyini oluşturmaktadır. Diğer bölge ülkelerine oranla da daha fazla su kaynağına sahiptir. Asi Nehri haricinde diğer su kaynaklarının akış yönünün kuzeyden güneye olmasından dolayı Türkiye, bölge ülkeleri için kaynak ülke olmaktadır. Türkiye kaynaklı suyun paylaşımı bölge ülkelerinde farklı yorumlanmış, bu farklılıkta beraberinde Orta Doğudaki Su Sorununu ortaya çıkartmıştır. Suyun paylaşımı üzerinden kaynaklanan bu sorun alanı zamanla Türkiye ile Suriye ve Irak arasında tartışmalara yol açmıştır. Suyun sorunlara neden özelliği: Orta Doğu bölgesinin stratejik karakteri ile kısmen de suların coğrafik konumundan kaynaklanmaktadır[11].
                   Soğuk Savaş Döneminde ortaya çıkan su sorunu, taraflar arasında açıkça bir çatışma alanına neden olmamıştır. Böyle bir çatışmanın olmama nedeni; iki ülkenin çift kutuplu sistemde karşıt kutuplarda yer alması ve kutuplar arası alt bölgelerde blok üyelerinin çatışmasına genel sistem yapısının imkân tanımamasından kaynaklanmıştır. Çift kutuplu sistemin, alt bölgelerde böyle bir sıcak çatışmaya imkân vermemesi nedeniyle çatışmalar, dolaylı olarak farklı konular üzerinden uygulanan politikalar ile oluşmuş, bölgede Soğuk Savaş su üzerinden de yaşanmıştır. Bu nedenle su sorunu kaynaklı terör sorunu iki ülke arasında ortaya çıkan bir diğer sorun alanıdır.

                   Suriye’nin 1957 Krizi’ne sebebiyet verecek düzeyde SSCB ile yakın ilişki içerisine girmesi, Soğuk Savaş Dönemi boyunca devam etmiştir. Suriye, SSCB’den gördüğü büyük destek ve aldığı yardımlar ile Türkiye karşıtı politikalarını uzun yıllar sürdürme imkânını bulmuştur[12]. Suriye’nin Türkiye karşıtı bu politikalarının başında da kuşkusuz terör örgütü PKK’ya olan desteği ve sağladığı imkânlar gelmektedir. Türkiye’ye göre Suriye’nin böyle bir politika izlemesinin nedeni, çift kutuplu sistemin yapısı da göz önünde tutularak, açıkça bir çatışma ortamına girmeyi göze alamamasından kaynaklanmaktadır[13]. Konunun, ikili ilişkiler ve uluslararası sistem boyutunun farkında olan Türkiye, uluslararası sistemin yapısından dolayı bu politikalara direk müdahalede bulunamamış, sorunun kendisiyle uzun yıllar uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu uğraşta Türkiye’nin uzun yılları istikrarsız geçirmesine, tüm gücünü iç meselelere yoğunlaştırmasına ve büyük maddi kayıplar yaşamasına neden olmuştur.

4.       Soğuk Savaş Sonrası Dönem

                   Soğuk Savaş Dönemini tümüyle çatışmacı bir ortamda sürdüren Türkiye ile Suriye ilişkileri, Soğuk Savaş’ın, SSCB’nin dağılmasıyla bitmesine rağmen Soğuk Savaş algısının ilişkilerdeki yansımalarını ortadan kaldıramamıştır. Bu nedenle 1991’de son bulan Soğuk Savaş Dönemi, Türkiye Suriye ilişkilerinde aynı tarihlerde sona ermemiştir. İlişkiler, Soğuk Savaş algısıyla aynı çatışmacı ruhla ve başta terör sorunu olmak üzere aynı sorunlar etrafında devam etmiştir. Ancak Suriye’nin bu çatışmacı ortamı sürdürmesine destek olan gücün ortadan kalkması ve benzer bir desteği verecek başka müttefikinin olmaması Türkiye ile Suriye’yi karşı karşıya bırakmıştır. Artık bu aşamadan sonra ilişkilerde belirleyici unsur iki ülkenin kapasiteleridir. Çünkü uluslararası sistem bir değişim yaşamış ve çift kutuplu sistem ortadan kalkmıştır. Uluslararası sistemin bu şekilde bir değişim yaşaması sonucunda Suriye, Orta Doğu’da büyük bir destek kaybına uğramış ve yeni oluşan uluslararası sistemin dışında kalmıştır.

                   Geçte olsa değişen sistemin farkına varan Suriye yönetimi, Türkiye’nin sıcak çatışmayı göze alan tavrının net olmasından ve uluslararası sistemin Türkiye lehine olmasından dolayı da uzun yıllardır sürdürdüğü terör kartından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Yapılan Adana Mutabakatı ile de Suriye’nin teröre destek vermeyeceği resmiyet kazanmıştır. Bu mutabakat çerçevesinden uzun yıllar Şam’da ikamet eden Abdullah Öcalan; Şam’dan çıkarılmış,  Kenya’da yakalanmış, Türkiye’ye getirilmiş ve yargılanmasına kadar giden süreç başlamıştır. Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile de Türkiye, yaşadığı terör sorununda önemli ilerlemeler kaydetmiştir.

                   1998 yılında yapılan Adana Mutabakatı ile Türkiye Suriye ilişkileri Soğuk Savaş Dönemini geride bırakmıştır. Çatışmacı ilişkilerin sona erdiği bu dönemde, Suriye’de bir değişim daha yaşanmıştır. Bu değişim, Hafız Esad’ın ölümü ve yerine küçük oğlu Beşşar Esad’ın gelmesidir. 1970 yılından itibaren Suriye’yi bir fiil yöneten Hafız Esad’in siyasi çizgisi ve politikaları, Sosyalist Arap Milliyetçileri ile benzerlik taşımış, tarihsel önyargılar ile de Türkiye karşıtlığı içermiştir[14]. Hafız Esad’ın bu algısı, ilişkilere lider faktörü üzerinden olumsuz olarak yansımıştır. Beşşar Esad’ın Suriye’nin yeni lideri olması sadece Türkiye’de değil tüm Dünyada olumlu beklentilere neden olmuştur. Batıda aldığı eğitiminden dolayı kendisinden reformist bir lider portresi beklentisi yüksek olmuştur. Aslında Beşşar Esad, kendisinden beklenen bu çizgiyi iktidarının ilk yıllarında göstermeye çalışmış ve 2005 yılında Şam Baharı olarak adlandırılan demokratikleşme sürecini başlatmıştır. Ancak bu süreç nihai aşamaya gelemeden son bulmuştur[15].
                   Türkiye’nin Hafız Esad’ın cenaze törenine Cumhurbaşkanı düzeyinde katılımı Beşşar Esad yönetimi tarafından olumlu karşılanmış ve bu çerçevede yeni dönemde Türkiye ile olan ilişkilere eski dönemin aksine önem verme arzusu ortaya çıkmıştır. Tabi ki bu önem, bölgesel ve küresel diğer gelişmeler neticesinde Suriye için daha fazla anlam taşımıştır.
                   11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yapılan terör saldırıları, uluslararası sistemde yeni bir dönüşüme neden olmuştur. ABD’nin kendi topraklarına yapılan bu saldırının karşılığını Afganistan’da vermesi, bölge ve Dünya politikalarını derinden etkileyen gelişmelere yol açmıştır. Ekim 2001’de Afganistan’a, ardından Mart 2003’te Irak’a yapılan harekâtlar, öngörülen sonuçlara ulaşamamış, aksine büyük bir belirsizliği beraberinde getirmiştir. Bu durum ABD’nin gücüne ve prestijine darbe vurmuştur. ABD’nin içine düştüğü bu durum, tek kutuplu yapıdan çok kutuplu yapıya geçiş sürecini de beraberinde getirmiş, özellikle bölgesel güçlerin yükselişinin önünü açmıştır. Ortaya çıkmaya başlayan bu bölgesel aktörlerden birisi de Orta Doğu bölgesinde Türkiye olmuştur. Irak işgali sürecinde Türkiye’nin işgale karşı olan tavrı, Orta Doğu’da Türkiye’nin prestijini artırmıştır.

                   ABD’nin saldırgan politikalarında Suriye de hedefte olan ülkeler arasında yer almıştır. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un şer ekseni olarak adlandırdığı ülkeler bloğuna (Kuzey Kore, İran, Irak) Suriye de dâhil edilmiş ve ileride gerçekleşmesi muhtemel Suriye karşıtı politikaların işareti verilmiştir. Suriye’nin ABD tarafından bu şekilde değerlendirmesinde Beşşar Esad’ın işgal sürecindeki Irak’a dönük politikaları ve Hafız Esad döneminden itibaren Orta Doğu’daki diğer sorunlu konulara dönük ABD karşıtı politikalar etkili olmuştur. Suriye yönetimindeki algı, ABD’nin Irak’ta yenileceği ve başarısız olacağı yönünde oluşmuştur. Bu sebeple Irak’ta ABD karşıtı politikalar yürütmüştür.
                   11 Eylül sonrası dönem, Suriye için her anlamda sıkıntılı bir dönemi başlatmıştır. Suriye bölgede dâhil olduğu her konuda sorunlu taraf olarak algılanmış ve Batı tarafından bölge istikrarına tehdit olarak görülmüştür. Komşusu Lübnan’da yaşanan gelişmeler Beşşar Esad Suriye’sine en sıkıntılı dönemi yaşatmıştır. 2005 yılında Suriye karşıtı olan eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin bombalı suikast sonucu öldürülmesinde Suriye yönetimi birinci sorumlu olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle de Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığı ve etkisi ciddi anlamda sorgulanmış ve Birleşmiş Milletlerin (BM) aldığı karar neticesinde Suriye, 1976’dan itibaren Lübnan’da var olan askeri varlığına son vermek zorunda kalmıştır[16].
                   Beşşar Esad iktidarında bölgede ve uluslararası sistemde yaşanan tüm gelişmeler, Suriye için olumsuz sonuçlar ortaya çıkartırken aynı dönemlerde Türkiye için ise gelişmeler olumlu yönde oluşmaya başlamıştır. Tarihinin en büyük ekonomik krizinin ardından toparlanma sürecine giren Türkiye, Kasım 2002 seçimleri sonrası ise koalisyon dönemlerini geride bırakıp Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Hükümetleri dönemini yaşamaya başlamıştır. 

Ak Parti Hükümetleri döneminde Türkiye, Orta Doğu’ya yönelik olan politikalarında ve algısında bir değişiklik yaşamış ve Türkiye’nin bölgeye olan yabancılaşmasını sona erdirecek politikaları uygulamaya başlamıştır. Hafız Esad sonrası Beşşar Esad dönemiyle başlayan Türkiye Suriye yakınlaşması Ak Parti Hükümetleri tarafından, Komşularla Sıfır Sorun Politikası çerçevesinde daha da ilerletilmiştir.
                   Karşılıklı ulusal ve bölgesel çıkarlar sebebi ile ilişkilerinde yumuşama dönemine geçiş yapan iki ülke ilişkileri, 2000’li yılların başından itibaren artan bir ivme ile gelişmeye devam etmiştir. Türkiye’nin yeni Orta Doğu politikasının ilk yansımaları da Suriye ile olan ilişkilerde kendisini göstermiştir. Suriye, Türkiye için hem Orta Doğu’ya açılan kapı konumundadır hem de Komşularla Sıfır Sorun Politikasının ilk uygulama yeri ve olumlu sonuçlar alınan ülkesidir. Bu sebeplerle gelişen ilişkiler her iki ülkeye de önemli kazanımlar sağlamıştır.
                   2000’li yılların ilk 10 yılında ilişkilerini sürekli geliştiren iki ülke, bu süre içinde ilişkilerde yumuşa döneminden işbirliği dönemine geçiş yapmıştır. Yumuşama ve işbirliği dönemlerinde ilişkilerde, önemli adımlar atılmış, ekonomik ve siyasi konularda çok sayıda işbirliğini temel alan antlaşmalar imzalanmıştır. 

Bu antlaşmalar içinde siyasi olarak, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSİK) başı çekmiştir. Bu antlaşma çerçevesinde iki ülke biri Türkiye’de biriside Suriye’de olmak üzere iki ortak Bakanlar Kurulu toplantısı gerçekleştirmiştir. Ekonomik olarak ise yapılan çok sayıda antlaşma ile karşılıklı ticari bağlar artmıştır. 

Asi Nehri üzerinde yapımına başlanan baraj ile de ortak ekonomik yatırım olarak değerlendirilebilecek bir projede ortaya çıkmıştır. Geçmişinde su konulu sorun alanı olan iki ülkenin yine su üzerinde böyle tasarrufta bulunulması da ikili ilişkilerde gelinen işbirliği döneminin önemli bir göstergesi olmuştur.
 
                  Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler, uluslararası sistemin 11 Eylül sonrası değişen yapısına paralel olarak çatışma üzerinden değil yumuşama ve işbirliği olarak kendisini göstermiştir. Oluşan bu yeni sistem içinde Türkiye ve Suriye daha önceki sistemlerin aksine karşıt bloklarda yer almamış, bu durum da ilişkilerdeki yumuşama dönemini başlatmış, iki tarafından yeni düzen içerisinde birbirlerine verdiği karşılıklı önem ve değişen algıları ile de işbirliği dönemine geçiş yapılmıştır.

5. “Arap Baharı” Sürecinin İki Ülke İlişkilerine Etkisi

                   Tarih boyunca görülmemiş yumuşama ve sonrasında işbirliği dönemini yaşayan iki ülke, ilişkilerde yeni bir kırılma noktası ile karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu kırılma noktası yine uluslararası sistemin bütününü etkileyen gelişmelerin ikili ilişkilere yansıması şeklinde gerçekleşmiştir.            

2010 yılı Aralık ayında Kuzey Afrika’da başlayan protesto hareketleri ve gösteriler, geniş kitlelere ulaşmış ve “Arap Baharı” olarak isimlendirilen, ülkelerinde iktidarları nispeten kansız olaylar sonucunda değiştiren halk eylemleri ve protestolardır. Bu halk hareketleri; Tunus’ta başlamış, öncesinde tüm Kuzey Afrika ülkelerine ulaşmış, akabinde Mısır’da gösterilere ve iktidar değişimine neden olmuş daha sonrasında ise olaylar Suriye’ye sıçramış ve Suriye’yi iç savaşa kadar götüren olayların başlangıcı olmuştur.

                   Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde yaşanan bu olaylar, göstericilerin isteklerine ulaşması ve uzun yıllardır iktidar olan yönetimleri devirip, değiştirmesi ile 21. yüzyılda Orta Doğu’nun değişim dalgası olarak tanımlanmıştır. Tunus’ta başlayan “Arap Baharı’nda” Türkiye, bölge politikalarını revize etmek durumunda kalmıştır. Yaşanan olaylarda Türkiye, desteğini iktidarlara değil, değişim arzusundaki halklara vererek “Arap Baharı” Sürecinde ve Sonrasındaki Orta Doğu politikasını bölgenin değişimi üzerine belirlemiştir. Bu çerçevede Türkiye; göstericilerden yana tavır almış, barışçıl gösterileri desteklemiş, ilgili muhataplarına halkın isteklerine kulak verme çağrısında bulunmuştur. Libya’da ise Muammer Kaddafi’nin direnmesi sonucu ülke içinde ortaya çıkan çatışma ortamına son vermek amacıyla BM kararı ile oluşturulan uluslararası koalisyonun bir parçası olarak ülkeye askeri müdahalede yer alarak olayların muhalifler lehine sonuçlanmasına katkıda bulunmuştur.

                   “Arap Baharı’na” bu şekilde yaklaşan Türkiye için bu süreçte sorunlu konu, olayların Mart 2011’de Suriye’de de kendini göstermeye başlaması olmuştur. Çünkü mevcut Beşşar Esad yönetimi ile ilişkiler, ilişkilerin tarihinde hiç görülmemiş bir işbirliği dönemi yaşanmaktaydı. Türkiye, genel olarak “Arap Baharı’na” endeksli yeni Orta Doğu politikası ile Komşularla Sıfır Sorun Politikasının olumlu sonuç verdiği Suriye politikası arasında kalmıştır. Türkiye için bu aşamadan sonra seçim yapma gereksinimi ortaya çıkmıştır. Gerçekçi bir yaklaşım ile Türkiye, bu durumda ülke politikasını bölge politikalarına tercih etmemiş, büyük resme odaklanıp bölge politikasına önem vermiştir. Bu nedenle de Türkiye, Suriye politikasında tekrar bir değişikliğe gitmek zorunda kalmıştır. 

Bu değişiklikte beraberinde iki ülke ilişkilerinde kronik olarak var olan çatışma ortamını tekrar ortaya çıkartmıştır.

                   Türkiye Suriye ilişkileri, değişen bölge yapısına paralel yeniden değişim yaşamıştır. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ilişkilerde geçte olsa çatışma ortamını geriden bırakan iki ülke ilişkileri, yeniden sistemsel bir değişimi ilişkilerinde yaşamıştır. “Arap Baharı’nı” farklı algılayan Türkiye ve Suriye, bu farklılık neticesinde oluşan kutuplaşmalarda yine karşıt bloklarda yer almıştır. 

Türk yetkililer, Suriyeli muhataplarına işbirliği döneminde ülkede gerekli olan demokratikleşme adımlarını atmasını önermiştir[17]. 

Bu öneri, 2010 yılı ve öncesinde ilişkileri gerginleştirecek bir önemde olmamıştır. Ancak “Arap Baharı” ile değişen Orta Doğu sisteminde benzer görüşleri dile getirmek, Dünyada Orta Doğu merkezli oluşan yeni kutuplaşmada taraf olmak anlamına gelmiştir.
                   Türkiye, olaylar Suriye’de başladığında ilişkileri hemen kesmemiştir. İlişkilerin iyi olması sebebiyle Suriye’ye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bizzat gitmiş, Beşşar Esad ve diğer üst düzey yetkililerle konuları görüşüp, gerekli adımların atılması konusunda önerilerde bulunmuş ve bunların yerine getirileceği konusunda muhataplarında karşılık almıştır. Ancak bu durum Suriye yönetimince yerine getirilmemiş, Ahmet Davutoğlu daha Türkiye’ye dönüş yolunda iken ülke içerisindeki operasyonlara devam edilmiştir. Suriye’nin bu tavrı Türkiye nezdinde Suriye’nin samimi olmadığı duygusunu yaratmış ve ilişkilerdeki en önemli iki kopuştan birisi bu olmuştur. Diğer önemli kopuş ise Doğu Akdeniz’de eğitim uçuşunu gerçekleştiren Türk Jetinin uluslararası sularda Suriye tarafından vurularak düşürülmesi olmuştur. Açıkça bir saldırıya maruz kalan Türkiye, Suriye’ye karşı angajman kurallarında değişikliğe gitmiş ve tüm sınır boyunca Suriye askeri manevralarına karşılık verileceğini açıklamıştır. Türkiye’nin değişen tutumu karşısında Suriye, sınır bölgesindeki askeri manevralarını azaltmak zorunda kalmıştır.
                   Uluslararası kamuoyu genel olarak Suriye’de yaşanan şiddet olaylarına karşı olsa da Suriye’nin; Rusya, İran ve Çin’den gördüğü siyasi destek nedeniyle net yaptırımlar uygulayamamıştır. Bu durumda Suriye’deki olayların bir nihayete ulaşamayıp, ülke içerisindeki istikrarsızlığın uzamasına neden olmuştur. Suriye’nin yine Soğuk Savaş’taki gibi eski müttefiklerinde aldığı destek nedeniyle Türkiye, tek başına Suriye’ye karşı bir tasarrufta bulanamamıştır. İçerisinde bulunduğu Batı merkezli uluslararası sistemden aradığı desteği de tam olarak göremeyen Türkiye, bir kez daha uluslararası sistemin başat aktörlerinin bölge politikaları arasında Suriye ile çatışma ortamında kalmıştır. Bölge hassasiyeti ve çok boyutlu ilişkiler sebebiyle çatışma yine açık ve sıcak çatışma ortamında sürmemektedir. Ancak Suriye yönetiminin zaman zaman Türkiye sınırı boyunca yaptığı askeri operasyonlar Türkiye topraklarına da yansımaktadır. Atılan havan topları Türkiye’de yerleşim birimlerine isabet etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu atışlar neticesinde hayatlarını kaybetmişlerdir. Kendi topraklarına düşen havan topları ve vatandaşlarının hayatlarını kaybetmesi nedeniyle Türkiye, Suriye’ye karşı değişen angajman kuralları çerçevesinde askeri olarak cevap vermiş ve Suriye askeri hedeflerini hedef almıştır. Benzer olayların devam etmesi ve Suriye yönetiminin Türkiye sınırındaki yerlerde muhaliflere karşı kullandığı hava füzeleri nedeniyle Türkiye, bu durumu NATO’nun ilgili maddeleri gereğince ittifakın gündemine aldırmış ve gerekli olan savunma amaçlı askeri desteğin teminin uluslararası arenada sağlamıştır. Türkiye’nin NATO nezdinde aldığı bu destek neticesinde savunma amaçlı hava savunma sistemi olan Patriot füzeleri ittifaka üye ABD, Almanya ve Hollanda tarafından NATO adına Türkiye’ye tahsis edilmiştir. Türkiye’nin NATO’dan aldığı bu askeri destek, Türkiye’nin uyguladığı Suriye politikasının uluslararası desteği olduğunun da bir göstergesi olmuştur.

6.       Sonuç
                   "Arap Baharı” ile ilişkilerinde yine 1998 yılındaki gibi askeri imkânların devreye girdiği bir çatışma ortamı yaşan Türkiye ve Suriye ilişkileri, yaşanan bu gergin ve çatışmacı kimliğe aslında yabancı değildir. Hatay Sorunu ile başlayan sorunlu ilişkiler yine sorunlu konular ile devam etmiştir. Günümüzde yaşanan “Arap Baharı” nedenli sorunlu ilişkiler, tıpkı 1957 Krizinde olduğu gibi yine uluslararası sistemin başat aktörlerinin kendi aralarında bir çözüme ulaşamaması nedeniyle sürmektedir. 

Çözüm de yine bu aktörlerin kendi aralarındaki anlaşmalarına bağlı olmaktadır. Uluslararası sistemin bütününden bağımsız hareket etme imkânının olmamasından dolayı da sorunun çözümü Türkiye’nin tek başına inisiyatifinde olmamaktadır. 

Bu çözümsüzlük Türkiye Suriye ilişkilerinde yeniden çatışma ortamının devam etmesine neden olmaktadır.  

 Alper TURHAN
Hakan ARIDEMİR 

DİPNOTLAR.

[1] A. Öner Pehlivanoğlu, (2004),  Orta Doğu ve Türkiye, 1. Baskı, Kastaş Yayınevi, İstanbul: s.113
[2] 20 Ekim 1921 ‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre Hatay Bölgesi, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve para birimi olarak da Türk lirası geçerli olacaktır.
[3]Tayyar Arı, (2008), Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, MKM Yayıncılık, Bursa: s.105
[4] 9 Eylül 1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almamıştır. Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmiştir.
[5] Adnan Sofuoğlu, (2005), Belgeler Işığında Bağımsız Hatay Devletinin Kuruluşu ve Türkiye, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:XXI, http://atam.gov.tr/belgeler-isiginda-bagimsiz-hatay-devletinin-kurulusu-ve-turkiye/
[6]Graham E.Fuller, (2011), Yeni Türkiye Cumhuriyeti: Yükselen Bölgesel Aktör, Timaş Yayınları, İstanbul: s.71
[7] Harp Akademileri Yayınları, (1994), Türkiye-Suriye İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul: s.32
[8] Mecid Gafur, (2002), Hafız Esad Dönemi Türkiye Suriye İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: s.32
[9] Mehmet Gönlübol vd. (1996), Olaylarla Türk Dış Politikası, 9.Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara: s.290
[10] A.Nazmi Üste, (1998), Uluslararası Politika ve Türk Dış Politikası Açısından Sınır Aşan Sularımız, D.E.Ü.İ.İ.B.F Dergisi, Cilt 13 Sayı I, s.231 http://www.iibf.deu.edu.tr/dergi/1139574589_1.pdf,
[11] Yusuf Karakılçık, (2008), Bölgesel Su Anlaşmazlıklarının Küresel Çatışmaya Dönüşme Riski: Fırat ve Dicle Örneği, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt:4 No 16, ss. 19-56
[12]Fuller, a.g.e.  s.89
[13]Zafer Sağlam, (2006), Jeopolitik, Jeoekonomik ve Jeostratejik Konumları İtibariyle Türkiye-Suriye İlişkilerinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü, İstanbul: s.-2-48
[14]Andrew Mango, (1968), Turkey in the Middle East, Journal of Contempoary History, Vol.3, No.3, The Middle East, ss.225-236
[15]Yasin Atlıoğlu, (2007), Beşar Esad Suriyesi’nde Reform Demokratikleşme-Güvenlik İkilemi, Tasam Yayınları, İstanbul: s. 36
[16]Osman Bahadır Dinçer, Gamze Coşkun, (2011), Mayınlı Arazide Yürümenin Adı: Suriye’de Değişimi Zorlamak, USAK Raporları, No 11-04, USAK Yayınları, Ankara:  s.40
[17]Hüsnü Mahalli, (2012), Orta Doğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul: s.182

***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 VE RUS DIŞ POLİTİKASI.,

COVID-19 VE RUS DIŞ POLİTİKASI.,





Dr. Andrey KORTUNOV 
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi Başkanı, Rusya 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 Rusya, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi,Yalnızlık Politikası, Dr. Andrey KORTUNOV ,Orta Doğu, Afrika, Güney Asya, Sovyet Birliği,Virüs sonrası, Dünyada, Şiddetli İki Kutupluluk, 

Tüm büyük küresel krizler gibi Koronavirüs pandemisi de her devletin dış politikasına ek riskler, sınamalar ve tehditler getirirken yeni fırsatlar ve olasılıklar da sunmaktadır. Rusya da bundan nasibini almaktadır. Bize göre Rusya’nın kendine özgü durumu karşılaştığı tehditler stratejik ve sistemliyken fırsatların büyük ölçüde taktiksel ve durumsal olmasından kaynaklanmaktadır. Fırsatlar ve tehditler dengesi birçok değişkene bağlı olmakla birlikte, esasen Rusya’nın diğer 
devletlere ve bilhassa uluslararası rakiplerine kıyasla COVID-19 ile nasıl başa çıktığına bağlıdır. Moskova’nın Koronavirüs’le mücadelede sahip olduğu herhangi bir karşılaştırmalı avantaj - ister COVID-19 sebebiyle yaşanan kayıpların sayısı olsun, ister göreceli ekonomik kayıp ölçeği olsun - Moskova’nın Koronavirüs sonrası dünyadaki fırsatlar yelpazesini bir şekilde genişletecektir. Herhangi bir başarısızlık dış politika tehditlerini artıracak ve fırsatları azaltacaktır. Şimdi bu fırsat ve tehditlerin bir listesini derleyelim. 

 Fırsatlar, 

Rusya’nın Dünya Görüşünün Teyit Edilmesi, 

Rusya’daki yöneticiler son yıllarda ulusal devletlerin önceliğini ve egemenliğin önemini vurgulayarak, Batı dayanışmasının istikrarını ve çok taraflı Batı diplomasisinin etkinliğini sorgulayarak, ısrarla kendi “Vestfalyan” uluslararası 
ilişkiler modelini geliştirmiştir. Şu ana kadar, epidemiyolojik kriz sözkonusu Rus görüşünü teyit etmektedir. Kriz ulusal devletleri desteklemekte, uluslararası örgütlerin acizliğini ortaya koymakta ve Batı’nın kendi beyan ettiği değerlerini ve 
ilkelerini gerçekten takip edip etmediği konusunda şüpheler yaratmaktadır. 
Bu gelişme hem Rusya’nın iç ve dış propagandası için geniş fırsatlar sunmakta hem de Kremlin’in kriz sonrası dünya düzeninin baş mimarlarından biri olma arzusunun haklılığını ortaya koymaktadır. 

Batının Uluslararası Önceliklerini Düzenleme Olasılığı, 

Bilhassa önde gelen batılı devletlere ağır bir darbe vuran pandemi, bu devletlerin dış tehditler hiyerarşilerini gözden geçirmelerine ve böylelikle dış politika önceliklerini düzenlemelerine neden olabilir. Rusya’nın küresel politikadaki 
“ana sorun” ve Batı’nın çıkarlar için “ Ana Tehdit ” olduğuna dair yerleşik fikri COVID-19 hızla değiştirmektedir. Böyle bir zihinsel değişimin Moskova’nın batılı ortaklarıyla ilişkilerinde olumlu değişimlere yol açması pek olası görünmese de 
ilişkilerde “ mini bir sil baştan ” için fırsatlar yaratacağına inanmaktayız. 

En azından Batı’nın Moskova üzerindeki artan baskısının yanı sıra çatışmanın daha da tırmanmasının önlenmesini bekleyebiliriz. 

Büyüyen Küresel “İktidar Boşluğu” 

Uluslararası taahhütleri frenleme önerileri COVID-19 pandemisinden çok önce başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde popülerdi. Ancak pandemi dış politika uygulamalarında artan bir etkiye sahip olacak bu tarz fikirler için güçlü bir katalizör etkisi yaratacaktır. Bu gelişme, özellikle küresel Güney için ikili ve çok taraflı mali ve ekonomik yardım programlarının kısıtlanması ile gelişmekte olan devletlere yönelik askeri ve siyasi taahhütlerin azaltılmasında zuhur edecektir. Orta Doğu, Afrika, Güney Asya ve Sovyet Birliği sonrası bölgede büyüyen “ İktidar Boşluğu ” Rus dış politikası için ek fırsatlar yaratabilir. 

Tehditler, 

Rusya’nın Kötüleşen Küresel Ekonomik Durumu, 

Son 2008-2009 Küresel Kriz tecrübesi, yeni bir çalkantı durumunda Rusya’nın diğer ülkelerden daha kötü etkileneceği tahmininde bulunmamıza neden olmaktadır. Küresel petrol fiyatlarında kısmi bir toparlanmanın yaşanması şüphelidir. Birikmiş mali rezervler hızla küçülecek, Rus ekonomisinin küresel ortalama büyüme oranına geri dönme süresi gözden geçirilecek ve Rusya’nın küresel ekonominin merkezinde yer alamaması tehdidi devam edecektir. Buna bağlı olarak, Rusya’nın savunma ve dış politika kaynaklarının daralması tehdidi ortaya çıkmıştır. Bu, Rusya’nın müttefikleri ve ortakları için desteğini, uluslararası örgütlere sağladığı finansmanı ve Rusya’nın Paris İklim Anlaşması’nın uygulanması gibi yoğun maliyetli çok taraflı girişimlere katılımını etkileyecektir. Ülkenin mevcut sosyo-ekonomik modelinin COVID-19 sonrası dünyada değişmemesinin Rus “ulusal markası” için önemli sonuçları olacaktır. 

Rusya’da İzolasyonizmin Yükselişi, 

Moskova’nın İtalya’dan Venezuela’ya kadar çeşitli ülkelere yardım çabalarına Rus toplumunun ilk tepkisi karışıktı. 

Pandemi şüphesiz izolasyonist duyguları artırmakta, aktif ve enerjik bir dış politika yapmak hususunda halkın desteğini azaltmaktadır. Daha önce halk Rusya’nın Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika’daki mevcudiyetini Rusya’nın salt pozitif olarak 
algılanan “süper gücünün” bir göstergesi olarak görmüştü. Şimdi ise bu mevcudiyet artarak azalan kaynakların amaçsız israfı olarak görülmektedir. Pandemi dikkate alındığında, “Kırım’a ilişkin fikir birliğinin” geçersiz hale geldiği ve vatandaşların gözünde Rus dış politikasını haklı göstermenin giderek zorlaştığı sonucuna ulaşılabilir. 

Virüs sonrası Dünyada Şiddetli İki Kutupluluk, 

COVID-19 pandemisi açık bir şekilde yeni ABD-Çin iki kutupluluğunu hızlandırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde kısa süre önce başlatılan seçim kampanyası Trump ve Biden’ın Pekin’e karşı birbirleriyle yarışarak sergiledikleri acımasız tutumla kendini göstermektedir. İki dev arasındaki çatışma BM Güvenlik Konseyi, DSÖ, G20 ve diğer uluslararası örgütlerin etkinliğini baltalamaktadır. Büyüyen sert iki kutupluluk küresel ilişkilerde tüm katılımcılar için sistemsel 
riskler barındırmaktadır. Rusya ek olarak başka özel tehditlerle de karşı karşıyadır. Moskova ve Pekin arasında büyüyen zıtlık gittikçe görünür hale gelirken, Çin’in (Hindistan, Vietnam ve hatta Japonya gibi) gerçek ve olası rakipleriyle işbirliği çok daha sorunlu hale gelmektedir. 

Not 

Winston Churchill’e atfedilen “ İyi bir krizi asla boşa harcamayın ” deyişi hiçbir zaman böylesine yerinde olmamıştır. 
Ne Rusya ne diğer devletler Koronavirüs pandemisinin tetiklediği sisteme ilişkin küresel krizi boşa harcamamalıdır. 
Bir kriz kimseye geçmiş hatalarını veya geçmiş başarılarını unutması için bir gerekçe sunmamaktadır. 
Bununla birlikte, kriz eski dış politika “ Gardırobunu ” şöyle bir silkelemek için hem geçerli bir bahane hem de sağlam bir fırsat sunmaktadır. 
Yakından incelendiğinde güvelerce yenmiş ve modası geçmiş şeylerin gün yüzüne çıkacağı muhakkaktır. 

***

10 Aralık 2020 Perşembe

Tekerrür Eden, Tarih mi Hatalar mı,

Tekerrür Eden, Tarih mi Hatalar mı
 


Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
14 Ekim 2020

















   Büyük şair Mehmet Akif gibi tekerrür edenin tarih olmadığına inananlardanım.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih’i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
dizelerine katılmamak mümkün değil. Türkiye bugün kıssadan hisse çıkarmayı bilmediği, tarihi gerçeklerden ibret almadığı, daha doğrusu görünürde ideolojik savrulmalarla cumhuriyetin akılcı mirasını terk ettiği için geçmişte yapılan hataları tekrar etmekte. Sonuç? Her yönde kayıp, her cephede çatışma, her yerde yalnızlık.

Şimdi Güvendiğimiz Çöllere Kar Yağıyor

Kafkas cephesinde Türkiye uzlaşma masalarından uzak tutuluyor. Bu demek ki Rusya kendince Astana ve Sochi süreçlerinden ibret aldı.Suriye ile 2000 öncesinde uzlaşıldığını, ortak bakanlar kurulu toplantıları ile dostluğun pekiştiğini sanmıştık. Oysa orada kaymaya başlayan zemin, bugün ilk defa Arap ülkelerini bir ortak amaç etrafında topladı. 600 yıl tahakkümü altında yaşadıkları deneyimden aldıkları ibreti hatırladılar. Ama Türkiye 1918 de Arap yarımadasından nasıl ayrıldığını, o çöllerde ne acılar yaşandığını, Araplardan nasıl bir ihanet gördüğünü unuttu. Tarih ve tarih denilen büyük ırmağı besleyen münferit anıları, rasyonel tercihler nedeni ile sineye çekmek ve ticari ilişkileri pekiştirmek başkaydı. Ama bunları aidiyet kisvesine büründürülen bir güç hevesi ile görmezden gelmek işiçığırından çıkardı.Şimdi atılan hatalı adımlar yüzünden her taraftan yaptırım tehditleri geliyor. Ama en önemlisi, iyi geçinmek uğruna ulusal kimliğimizden bile vazgeçmeye hazır olduğumuz Arap dünyası artık yekpare karşımızda.
Bu ayın başından beri Suudi Arabistan Türk mallarını boykot etmeye başladı. Elbette parasını ödedikleri mallar gittiği sürece rakamlarda bir değişme görülmeyecek. Ama sonrası zor. Çünkü Suudi iş adamları, “düşman Türkiye” menşeili malları boykot etmeye kararlı[1]. Türkiye menşeili “her şeyin boykot edilmesi” Suudi iş çevrelerinin üzerinde uzlaştıkları bir konu. Türkiye’den gelecek mal ve hizmet, yatırım, turist ve işgücü ne varsa, artık istenmiyor. Her ne kadar Suudi Arabistan serbest ticarete ve anlaşmalara saygılı olduğunu açıklasa bile Türkiye için artık farklı bir durum var. Evet, bu ülkeye ihracat dolaylı olarak sürmekte. Ama ne pahasına? Vahabi Suudilerin, laik çizgiden kopup “radikal İslami grupları” desteklediğini iddia ettikleri Türkiye’yi dışlamaya karar vermeleri başka Arap ülkeleri için de emsal.

Nitekim Türk mallarına karşı uygulanan boykot, artık Suudi Arabistan ile sınırlı değil. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman Sultanlığı Maşrıkta Suudilerin adımlarını izlerken, kifayetinden kuşku duyulan Arap Birliği (Arap League) Mısır’dan başlayarak, bu ülkenin batısını da boykota katılmaya çağırmakta. Geçmişte hiçbir ortak soruna çözüm bulamayan Arap Birliğinin başarısı Türkiye’ye boykot uygulamak olursa, Ankara’nın şapkasını önüne koyup bunu da düşünmesi gerekir.Bu çağrıya ilk uyan ülke Fas ve Cezayir oldu. Bu ülkeye ihracatta bulunan Türk tekstil ve hazır giyim şirketleri gümrüklerde keyfi nedenlerle bekletilmekten ve yaklaşık 1200 kadar ürüne karşı yükseltilen gümrük vergilerinden şikâyetçi. 

Bu piyasaların çok kolaylıkla AB deki rakiplere ve hatta Çin’e kaybedilebileceği düşünülecek olursa, bu konjonktürde Türkiye’nin kaybı azımsanmayacak bir büyüklükte olacak. Şimdi öncelikli konu, Fas’tan geçen yıl 2.2 milyar dolar değerinde ithalatta bulunan Türkiye’nin buna misilleme yapıp yapmayacağı. 

Eğer bu Mağrib’de de şahlanan bir “Türkiye’yi dışlama” politikası ise, bunu da Türkiye’nin Libya’daki kargaşanın bir parçası olması hatasına bağlamak gerekir ki Arap Birliğinin çağrısı da zaten bunun şemsiyesi altında.

Hatay Alev Alev Yanarken

Çok dilli, çok dinli Hatay Türkiye’nin Kudüs’ü gibi. Bu güzel yurt köşesinde eskiden beri kulağa daha çok Arapça çalınırdı. Suriye batağına saplandığımızdan beri, Arapça konuşan sayısı göç ve iltica nedeniyle arttı. Ama bu Hataylıların kendilerini Suriye’den gelen Araplarla özdeşleştirmesine yetmedi. Ağızlarının tadı geçmişten ibret almayan adımlar yüzünden zaten epeydir kaçmıştı.Şimdi ise özellikle Hatay’dan ihraç edilen yaş sebze ve meyve Suudi Arabistan’ın gözüne çöp. Suudi Arabistan sınırında bekletilen Hatay menşeili mallar bozulurken, nedeni belirsiz yangınlarla ateş topuna dönen Hatay, bir de önemli bir dış Pazar kaybından mustarip.Düşenin dostu olmaz derler. Ama geçmişten ibret alınmadığı için dost sanılan Arap ülkelerinin ve özellikle Suudilerin, Türkiye’nin yanından bu kadar çabuk ayrılması iki tür hatanın sonucu: Bunlardan birincisi dostlukların şahsi ilişkilerle tanımlanması ve ülke çıkarının değil şahsi çıkarların galebe çalması; İkincisi ise dostluğun alışverişle karıştırılması. Oysa hiç olmazsa “dostluk başka, alışveriş başkadır” deyimini hatırlasaydık ya! Şu sıralar, Suudi tüketicilerin görece olarak daha kaliteli Türk mallarından uzun bir süre mahrum kalmak istemeyeceği iddia ediliyor. İhracatçılarımız ümitlerini bu iddiaya bağlamış durumda. Ama eminim rakip Çin, Tayvan, Malezya ve Endonezya malları da Suudi kapısında bekliyordur.

Evet, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri ile kurulan ilişkiler, 1980 li yılların ortasında benimsenen uzak görüşlülükle sadece ekonomik ilişki ile sınırlı kalmalıydı. Araplara daha hoş gözükmek için, kraldan çok kralcı, Arap’tan çok Arap, hatta onlardan daha fazla Müslüman gözükme tercihi yapılmasaydı, Türkiye, şimdi bir ekonomik kriz ve salgının orta yerinde bu durumla karşı karşıya kalmazdı.

Şu anda özellikle Riyad yönetimi Azerbaycan, Mısır ve Pakistan mallarının Türk malları ile ikame edilmesi için yol ve yordam gösteriyor. Savaş halindeki Azerbaycan üzerinden Suudi pazarına girecek Türk mallarına karşı muhtemelen Suudi Arabistan gümrük kapılarında menşei şahadetnamesi sorulacak. Sahteleri yakalanırsa artık Vahabi gelenek bunlara karşı ne gibi cezai müeyyide düşünür bilinmez. Bu arada Türkiye’nin Suudi Arabistan’a umre yolcusu göndermeyi durdursaydı iyi olurdu. Muhtemel nahoş olayların veya tehlikelerin önünü alınırdı. Hiçbir Osmanlı padişahının Mekke ve Medine’ye gitmediği ve Kâbe’yi tavaf etmediği düşünülürse, bu çok zor ve yersiz bir adım olmazdı.

Çok Muhabbet ve Tez Ayrılık

Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine, ekonomik ve iş dünyası ilişkilerinin akılcı gözlüğünden bakmaya devam etmeli, faydacı yaklaşımlarla duygusal bağlantıları birbirine karıştırmamalıydı. Bölge ile yoğunlaşan ekonomik ilişkilerin ötesinde, her hangi bir siyasi bütünleşme ve/veya “ülkeler topluluğu” imasında hiç bulunmamalıydı. 2011 sonrasında, bölgedeki kitlelerin demokratik özgürlük taleplerine tercüman olma diye bir çabasına gerek yoktu.Onlar kendi söyleyeceklerini söylediler. Türkiye bunun yerine kendi laik ve demokratik cumhuriyetinin değerlerini korumaya özen gösterseydi, daha iyi bir örnek olurdu. İdeolojik tercihleri ile kafalarda“asil dururken vekile ne hacet var?” sorusunu çağrıştıracağını neden düşünmedi?

Daha da önemlisi, başlangıçta gereğinden fazla samimi ve kişisel hale gelen ilişkilerin neden onların“iç işlerine müdahale”ye dönmesine izin verildi?Bölgedeki gelişmelerin, “ulus devlet”i ortadan kaldıracağı ve Türkiye’nin önderliğinde bir bütünleşme olabileceğihayalini kim kaybetti de Türkiye buldu? Resmi veya özel söylemlerde, Osmanlı veya “Yeni Osmanlı” vurgusu yapılmasından tüm uyarılara rağmen neden kaçınılmadı? Bazıları için özlemli bir değer taşıyan bu kavramların, Arap duyarlılığını harekete geçirebileceği neden göz ardı edildi?  Ama en önemlisi geçen yüzyılın başındaki olaylardan ve Arapların yarımadadan çekilen Türklere karşı muameleleri neden unutuldu? Bunlar neden ibretle hatırlanmadı? Yoksa benim Filistin cephesinde savaşan, Nablus’da savaş esiri olarak kalan veya kendi deyimleri ile 1918 de “Medine-i münevvere” den dönen aile büyüklerimin anılarının benzerlerini, kendi ailelerinde dinleyen olmadı mı?

Aşırı muhabbet, 10 yıl sonra ayrılık getirdi. Bugün Suudi Arabistan’dan, Emirliklerden ve Fas’tan yükselen boykot ve yaptırımlar, yarın Kuveyt ve Katar’dan ve daha da önemlisi Libya’dan baş gösterirse, bunların AB ve Amerika’dan da destek bulması Türkiye için büyük bir mücadele olacaktır. Kendimiz ettik, kendimiz bulduk. Başka söylenecek söz olduğunu sanmıyorum.
 
[1] “Saudi business leader calls for boycott of goods from 'hostile' Turkey (Oct. 5, 2020), https://www.reuters.com/article/saudi-turkey-trade/saudi-business-leader-calls-for-boycott-of-goods-from-hostile-turkey-idUSKBN26P0SL

https://21yyte.org/tr/suudi-arabistan/tekerrur-eden-tarih-mi-hatalar-mi


***

31 Mart 2020 Salı

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak


Orta Doğu ve özellikle Arap devletlerinde yaşanan hadiseler küresel güçler için tarihten günümüze kadar genel anlamda büyük öneme sahiptir. Bilhassa bölgede bulunan zengin enerji ve yer altı kaynakları açısından Ora Doğu, küresel güçler (ABD, İngiltere ve Fransa) için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki değişimi ve halk isyanlarını tetikleyen önemli faktörlerden birinin de, küresel güçlerin bölge üzerinde oynadığı oyunlar ve yaptıkları ince hesapların olduğu aşikârdır. 

Bu güçlerin bölge üzerinde hem yaptıkları işbirliği hem de güç mücadelesi bağlamında, Arap ülkelerinde otoriter yönetimlere karşı gösterilen halkın tepkisine ve hareketlerine ciddi ölçüde payı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Libya’daki halk direnişinden sonra NATO güçlerinin bölgeye müdahale etmesi, halkın rejimin değişmesi konusundaki tutumunu daha da artırmış ve tetiklemiştir. Başka bir ibareyle, NATO’nun Libya’ya müdahalesinde olduğu gibi küresel güçler tarafından halk hareketinin uzun süreli ayakta kalması için, askeri teçhizat ve çıkara dayalı siyasi destek yapılmasaydı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylarda halkın yönetime karşı bu kadar gösterilere devam etmesi zor olacağı ifade edilebilir. Arap ülkelerindeki yönetimlere yönelik başlayan halk isyanları olarak kabul edilse de, daha sonra bölgesel ve küresel güçlerin yardımına ve hatta vekâlet savaşlarına dönüştüğüne dikkat çekmek gerekir.

Bu bağlamda Arap ülkelerinde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla birlikte bölge üzerinde birçok küresel aktörün siyasi, ekonomik ve nüfuz kurma mücadelesine yol açmaktadır. Değişim sürecine giren Arap ülkelerinde ortaya çıkan otoriter boşluğu doldurma ve Orta Doğu’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler, bölgedeki pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Özellikle Kaddafi sonrası Libya üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, 2011 yılında Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştı. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’daki direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteği sağlamaya çalışmıştır. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, hemen Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklamıştı. 

Aslında Aralık 2010’dan bu yana başta Libya olmak üzere Suriye, Yemen, Sudan, Cezayir ve genel olarak Orta Doğu üzerinde keskin bir güç mücadelesi söz konusudur. Rusya’nın, Kaddafi sonrası Libyalı muhalif grubundan yana bir tavır almasının iki nedeni vardır. İlk nedeni, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının var olduğudur. Moskova’nın Trablus’taki yönetimi tanımasındaki temel gayenin, Libya’da kurulan yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devamlı kılmaktı. Diğer neden ise, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Arap ülkelerindeki değişimle ve Suriye’deki iç savaşla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Doğu bölgesinde kendine yeniden nüfuz alanları açtı. 

Orta Doğu’daki Krizler ve Türkiye’nin Libya Politikası

Arap ülkelerindeki değişimin bölgesel ve bölge dışı aktörlerin de değişmesine sebep olduğu ifade edilebilir. Çünkü otoriter rejimlerin yerine farklı anlayışlara sahip yönetimlerin gelmesi, hem bölge ülkeleri arasındaki ikili ve çok taraflı diplomatik, ekonomik ve ticari ilişkileri tesiri altına almaktadır, hem de küresel aktörlerin yeniden yönetimsel şeklinin oluşması, ister istemez bölgedeki aktör lerin de değişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle Arap ülkelerindeki eski yönetimlere yönelik gelişen kontrolsüz gösterilerin sonucunda deyim yerindeyse ABD’ye yakınlığı ile bilinen liderler, Arap halkı tarafından devrilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD yönetimi, bölgede eski müttefiklerini kaybetmeye başladıktan sonra Suriye’de PKK/YPG terör örgütüyle, diğer ülkelerde ise devlet dışı aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. 

Bu çerçeveden bakıldığında bundan sonra ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir. Çünkü liderlerini deviren ve isyana devam eden Araplar arasında, söz konusu gösterilerin sonucunda elde edilen başarının ABD ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından müdahaleye uğraması ve kontrol altına alınması kaygısı hâkim olmuştu.

Öte yandan Orta Doğu’da tek NATO üyesi olan Türkiye’nin Libya’ya karşı sergilediği tutum dikkate alındığında Ankara, Libya’daki gelişmelerin 
başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika izlemiştir. Ardından yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek 

“ ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: 
Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli 
durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir.”verdiğini duyurmuştu. Türkiye, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos 2011 tarihinde Bingazi’yi ziyareti etmiş, Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 
300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını nakit olarak yardım yapmıştır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabet içinde olduğu analizleri yapılmıştır. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin Kaddafi sonrası Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske altında olduğu da söylenebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğuna işaret etmektedir. Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zararın olduğunu da dikkate almak gerekir. Böylece Ankara’nın, Libya krizindeki girişimlerine bakıldığında, bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının konjonktürel anlamda zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” 
şeklindeki pankartları öne çıktığı unutulmamalıdır. 

Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını zaman gösterse de, aslında Libya’daki yerel, bölgesel ve küresel bağlamındaki çok aktörlü bir sahaya dönüştüğünü ifade etmek mümkündür. 

Orta Doğu’da NATO Müdahalesi Çözüm mü? 

Orta Doğu’da süregelen gelişmelerin ve halk ayaklanmaları gibi olaylara bölgedeki müdahaleci güçlerin genellikle ABD merkezli organize ve koalisyonlara tanıklık edilmiştir. Ancak son dönemlerde bölgede ve özellikle Libya’da baş gösteren halk ayaklanmalarına yönelik ABD yerini dolaylı olarak NATO’ya bırakmak istediği söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Irak’ı işgalinden sonra bölgede oluşturduğu güvensizlik ortamının ve nispeten de olsa, uğradığı askeri başarısızlık Obama yönetimi döneminde değişim sürecine giren Arap ülkelerine askeri müdahalede bulunma cesaretinin kırıldığı görülmektedir. 

Bilhassa Arap kamuoyunda ABD’ye yönelik oluşan güvensizlik kırılan cesaretin önemli çizgilerden biridir. Washington yönetimi, Orta Doğu halkları arasında oluşturduğu müdahaleci ve işgalci imajını değiştirmek istediği için Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına sadece söylem ile NATO ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin adı altında harekâta geçmeye çalışmıştı. 

Kaddafi güçlerinin, Libya’daki göstericileri bastırmak amacıyla uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahalesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmüştür. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledebilirdi. Bu nedenle Libya’daki olayların ardından bölgedeki müdahaleci aktörlerin rol değişimine uğradığı değerlendirilebilir. Dahası Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. 
Finansmanını sağlayan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır. Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.

Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi dikkate alındığında, 2011 yılında Arapların yeni kurtarıcısı olarak nitelenen NATO’nun, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusunu gündeme getirmişti. 
Arapların NATO’nun müdahalesine olumlu yaklaşmalarını iki şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisi 20 Ekim 2011 tarihinde NATO güçlerinin yardımıyla Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından ülkeden çekilmesi, Arapların NATO’yu kurtarıcı olmasına ve sempati duymasına sevk ettiği söylenebilir. Çünkü ABD misali Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdikten sonra ülkeye yerleşmemiştir. Diğer neden ise, NATO örgütünün içinde Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin de içinde bulunması Arapların NATO’ya olumlu bakmasında önemli bir etken olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla, Libya’daki müdahalesinden sonra Arap ülkelerinde otoriter iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Araplara kurtarıcı olarak takdim edilmekteydi. Hatta Libya’dan sonra Suriye’ye müdahale olasılığı da tartışma konusu olmuştu. Aslında NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amaçlarından biri de, Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da 
başarılı olması NATO’ya motivasyon kaynağı olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. 

Sonuç

Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etse de iktidardan devrilmesini önleyememiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esed rejimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halkın safına geçtiği çok az sayıdadır. Bu bağlamda Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır. 

Öte yandan ABD tarafından kurulmaya çalışılan Arap NATO’sunun yükleneceği misyonun İran’a yönelik bir hamle olacağı ihtimali yüksektir. 

Peki, Arap NATO’su mümkün mü? Aslında Arap ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve diplomatik sorun ve krizlerin artığı bir dönemde ortak bir Arap gücünün kurulması uzak bir ihtimal olmasa da başarılı olacağı hususu tartışmaya meyyal bir konudur. Dolayısıyla Arap NATO’sunun kurulması; bölgesel olarak Orta Doğu’da ve Arap dünyasında yeni kutuplaşmalara ve askeri/siyasi liderlik rekabetinin derinleşmesine yol açabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 

Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

 Ali Semin, Yazar Hakkında, 

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

***

26 Ocak 2020 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 6

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 6



5.2. Muhtemel Senaryolar

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi 
Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi 
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu 
veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo 
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma 
sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen 
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek 
bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve 
dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki 
bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 
30 Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine 
gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt 
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne çıkmıştır.

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili 
anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. 
Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden 
Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük 
ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye 
Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara 
karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini 
beyan etmiştir.

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti 
tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. 

Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. 

Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. 
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini 
muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş 
sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir 
ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye 
Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş 
hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha 
Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin 
ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed 
rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesi dir. 

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta 
Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü 
bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış 
yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini 
dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed 
rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine 
sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi 
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, 
bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas 
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar 
daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye 
girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında 
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise 
Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından 
devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 

Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda 
gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması 
Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre 
alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye 
Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 
Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da 
Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası 
koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası 
koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi 
şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek 
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri 
büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye 
Ordusu Baas rejimini devirebilecek tir.

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki 
kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla 
teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe 
alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların 
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca 
gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve 
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu 
kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha 
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed 
sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki 
yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların 
temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni 
çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma 
riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. 

Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması 
beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve 
uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin 
ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde 
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi 
ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında 
aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle 
bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye 
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, 
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür 
Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. 

Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça 
problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-
Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi 
temayüz edebilir.

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı 
müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda 
Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla 
yetinmeli dir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak 
insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır.

Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en 
olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi 
Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir 
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde 
Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.

Sonuç

Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle 
ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin 
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 
Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle 
birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak 
Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye 
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. 
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin 
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri 
Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri 
arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir 
mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken 
ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. 

Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalıdır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eş güdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. 

Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye 
toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin 
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate 
alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik 
denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler almalıdır.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki 
faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 

Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik 
hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. 
Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, 
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz 
sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden 
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.

Kaynakça

“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3.

Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.

“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni 
Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım 2012, 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-
46c2a2b5ab66.

“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni”, 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477.

“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817.

“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Surywel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim tarihi: 15 Mart 2012, 
http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.

“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, http://ar.wikipedia.org.

“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504.

“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
15 Temmuz 2007, Odabasham,10.07.2012,
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.

“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye 
İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2012, 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/Ar5324.htm.

“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen 
Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi 
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 12 Temmuz 2012, 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html.

Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 
4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0.

Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012, 
Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915---quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.

“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html.

“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal, 
31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.

“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, 
The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.

“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti 
Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12 
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.

“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.

“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de 
Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012, 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.

“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.

“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri 
Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.

“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18 Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .

“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx.

“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs 2012, 
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.

“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, 
Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg.

“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012, 
Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.

“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.

Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar 
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 
25 Kasım 2012, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce 
Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.

“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.

“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10 Ekim 2011, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.

“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-
Meclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı 
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional 
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.

“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10 Eylül 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.

“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa.

“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012, 
Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.


DİPNOTLAR;

1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, 
http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim:10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817, Erişim: 25.06.2012 
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html,    Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx , Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, 
http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran- middleeast,     Erişim: 08.11.2012 
7 Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, 
http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi 
8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html,    Erişim: 15.07.2012
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), 
http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim: 10.11.2012
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye 
(Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), 
http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html 
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
14 A.g.e.
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), 
http://ar.wikipedia.org ,    Erişim: 15.07.2012
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında bir standart yoktur. Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 1000 arasında değişmektedir.
17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de SavaşanSilahlı Gruplar Kimdir), 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/ 
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
20 Ahrar El-Şam Tugayları , 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 ,    Erişim: 15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, 
http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- sham-falcons.php,    Erişim: 23.09.2012
22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0,     Erişim: 29.10.2012
23 Tanklar Hama’ya Girdi, http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi , Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada 
Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
26 Suriye’den Flaş Karar, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar, 
Erişim: 25.05.2012
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= ,    Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ ,     Erişim: 29.09.2012
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp,    Erişim: 25.07.2013.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448,      Erişim: 15.07.2012
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri ,    Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa ,    Erişim: 11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, Erişim: 
25.11.2012
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.

***