IRAK’TAN IRAĞA, 2007 Sonrası GÖÇ HAREKETLERİ:
Geç Gelişen Uluslararası Koruma Ve Değişen Politikalar Şubat 2008’e gelindiğinde, 2003’ten beri Irak’ta bir milyonu aşkın kişi hayatını kaybetmiş4,
ölen sivillerin sayısı da 100 bine yaklaşmıştı.5 İstanbul’da görüşme yaptığımız kişiler tarafından, Irak’taki güvensizlik ortamının belli bir topluluğa has olmadığı, meselenin “genel bir düzensizlik sorunu” olduğunu ortaya koymaktadır.
Şiddetin nedeni, yeri ve zamanı konusundaki muğlâklık, toplumda genel bir çözümsüzlük hissine yol açmaktadır. “Psikolojik kırılma” olarak adlandırılabilecek bu durum yüzünden, Irak’tan dışarı kaçışların son yıllarda daha da artması kaçınılmaz hale gelmiştir. 2009 yılında İstanbul’da görüştüğümüz Iraklı sığınmacıların sözlerinden de anlaşılacağı üzere, bu “psikolojik kırılma”yı kendilerinden daha önce ülkeden ayrılmış hemşerilerine kıyasla daha geç ama
daha sert ve şiddetli bir şekilde yaşamışlardır:
"Artık Irak’ta bir sürü grup var, kim kimdir bilmiyoruz. Doğrudan kafana silah dayıyorlar. Baasçılar da olabilir, mafya da, el Kaide de…
Benim için kim olduğu değil, bu tehdidi almış olmam önemli. O silahı kafama dayadıkları andan itibaren her şey değişti, bütün hayatım ellerimin arasından kaydı gitti. (...) Pasaportumu aldım, kâğıtlarımı hazırladım ve 15 gün içinde ayrıldım ülkeden. O arada karımı, annemi ve çocuğumu tanıdığım güvenilir bir ailenin yanına yerleştirdim. Evi, eşyaları da olduğu gibi bıraktık... İki haftada bütün hayatımı geride bıraktım ve çıktım. "(40 yaşında, Iraklı Hıristiyan
erkek, İstanbul’da görüşme 9.5.2009)
"[Irak’tan Türkiye’ye göç kararını] bir haftadan daha kısa zamanda aldık. Yanımıza bir şey almadan geldik. Orada daha fazla kalamazdık. Kaldığımız takdirde öldürüleceğimizi biliyorduk.” ( 43 yaşında, Iraklı Sünni Arap kadın,
İstanbul’da görüşme 12.11.2009)
"Berber dükkânımın camını kırdılar. Ardından tehdit mektubu aldım. Mektupta burada kalmamam yönünde tehditler vardı. Ben de kızlarım adına korktuğum için ayrıldım. […] Benden sonra teyzem, annem ve kardeşim geldi." (40 yaşında, Iraklı Sünni Arap erkek, İstanbul’da görüşme 9.11.2009)
Iraklıları göç etmek zorunda bırakan bu güvensizlik ve çatışma ortamı, işgalin başlamasından üç yıl sonra, yani 2006 yılında BMMYK’nın ortaya koyduğu çeşitli raporlar sonucu uluslararası kamuoyu tarafından da kabul edildi.
Aralık 2006’da yayınlanan BMMYK’nın “Irak Dışındaki Iraklıların Uluslararası Koruma İhtiyaçları Hakkında Durum ve Dönüşleriyle ilgili Tavsiye Kararı”, Irak’ın özellikle güney ve orta bölgelerinde şiddet olaylarının yoğun olarak yaşandığını belirtiyor ve bu bölgelerden göç eden kişilerin sığınılan ülkeler tarafından geri
çevrilmemesi gerektiğinin altını çiziyordu.
BMMYK, diğer faktörlerin yanı sıra, merkezi Irak’taki aşırı şiddet ve güneydeki ciddi istikrarsızlık ortamını göz önüne alarak, “Güney ve merkezi Irak’tan gelen Iraklıların güvenlik ve insan hakları koşullarında bir iyileşme sağlanmadığı sürece zorla geri gönderilmemesi” yönünde tavsiye bulunuyordu.6
BMMYK’nın, Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesel Yönetimi’nin denetimindeki üç eyaletten gelenler dışında, Irak’tan kaçan, geri dönemeyen veya geri dönmek istemeyen kişileri uluslararası korumaya alması ve prima facie mülteci
statüsü7 vermesi de bu kararlar doğrultusunda gerçekleşti. BMMYK’nın bu kararı, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması sonrası Irak’taki
Amerika’nın Iraklı mültecileri kabul etmeye başladığı dönemde BMMYK Sekreteri Antonio Guterres’in yaptığı açıklama savaşın başlamasından 2007’ye kadar geçen sürede 2 milyon Iraklının ülkesini terk ettiğini ve bu sayıya ilaveten
1,7 milyon kişinin de mezhep çatışmalarından ötürü yer değiştirdiğini ortaya koyuyordu. Buna karşılık ABD 2003-2007 yılları arası sadece 466 Iraklıyı mülteci olarak kabul etmişti.8
2007 itibariyle Irak’taki güvensizlik ortamının uluslararası topluluk tarafından tanıması ve bu ortamın istikrara kavuşmasına dair beklentinin ortadan kalktığının gecikmeli de olsa kabul edilmesi anlamına geliyordu.
Tablo-1: 1997-2007 Yılları Arasında Avrupalı Olmayan Mültecilerin Türkiye’de Kabul İstatistikleri
http://www.unhcr.org.tr/MEP/FTPRoot/HTMLEditor/File/avrupal%20olmayan%20multeci%20kabul%20oranlar-97-07.doc
BMMYK’nın bu kararının ardından, Amerikan hükümeti 2006 sonunda aldığı bir kararla Iraklı mülteciler için yıllık yedi bin kişilik bir kota açacağını duyurdu. Bu durum tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de başta BMMYK olmak üzere uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşlarında Iraklı dosyalarının artışına ve yeni bir hareketliliğe yol açtı. En önemlisi de 20032006 arasında dondurulan iltica başvuru dosyalarının tümü kabul edilerek, ilk defa Iraklılar için yüzde 100 kabul oranı gerçekleşmiş oldu.
durumun BM raporlarına yansıması ile birlikte, Bush yönetimi bir karar alarak her yıl dünya çapında kabul edilen yetmiş bin mülteci arasında yedi bin Iraklının kabul edileceğini belirtti. ABD Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’nun Şubat 2009’daki durum raporuna göre ise 2008 mali yılında ABD’ye 13 bin 800’den fazla Iraklı mülteci kabul edilmiş, 2007’den Şubat 2009’a kadar toplamda 19 bin 910 Iraklı mülteci gelmişti.9
1.3.1. Göç Sırasında Cemaatleşme
2003’ü izleyen dönemdeki bir diğer önemli unsur da devletin sunamadığı güvenliği sağlamak için Iraklıların cemaatçi dayanışma ilişkilerini güçlendirmek zorunda kalmasıydı (Danış, 2008). Burada cemaatçi derken kastımız, sadece
dini gruplaşmalara dayalı ilişkiler değildir.
Aksine, çok daha geniş bir sosyal ağı içeren, akrabalık, hemşerilik, etnik veya mezhepsel aidiyetler çevresinde kurulan ilişkiler kastedilmektedir. Bu tür dayanışma ağları işgal sonrası gelişen şiddet ortamında hayati önem taşıyan bir emniyet supabına dönüşmüştür. Iraklılar tarafından “taifecilik” olarak adlandırılan bu yeni cemaatçi yapının ilk ortaya çıkışı 2003’den çok önce gerçekleşmiştir. 1991’den itibaren uluslararası ambargoların zayıflattığı Baas yönetimi Irak vatandaşlarına eşit bir şekilde güvenlik sağlayamaz hale geldikçe, hayatını idame ettirmeye, temel gündelik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Irak halkı da kişisel ve sosyal çevresine yönelmek zorunda kalmıştır. Irak’ın ulusal bütünlüğünün sosyal anlamda parçalanması anlamına gelen bu cemaatçilik 1991-2003 arası Saddam Hüseyin yönetimince teşvik edilmiştir. Iraklı aileler, 2003 sonrası dönemde daha da zorlaşan hayat koşullarına karşı geçimlerini sağlamak için de aşiret ve akrabalık ağları, hemşerilik ilişkileri, etnik veya dini grup aidiyetlerine başvurmak zorunda kalmışlardır. Ancak var olan düzensizlik ortamında cemaatleşme ve adam kayırma güçlenerek “öteki”leştirme, birbirine
güvensizlik ve düşmanlığa dönüşmüştür. İstanbul’a sığınmış bir Iraklının ifade ettiği gibi, cemaatçi ağların faydası kadar zararı da vardır:
Bütün partiler taifeci. Orada siyaset konuşursan, birilerine biraz yaklaşırsan bir anda diğerlerinin düşmanı oluyorsun. […] Akrabalar yüzünden çevremde Amerikan vatandaşı biriyle evleneceğim duyulunca ölüm tehditleri aldım; Irak’ta bu gibi durumlar olur. İnsanlar sizi Amerikalı, Amerikalı casus veya Hıristiyan
diye suçlarlar. (Iraklı erkek sığınmacı, 38 yaşında, İstanbul’da görüşme 17.11.2009)
Şubat 2006’daki büyük patlamadan sonra zirve yapan göç, 2008’de durulmaya başlamıştır. Araştırmacılar, bu yavaşlamayı ve Irak’taki görece “huzur” ortamını çeşitli silahlı grupların kışkırttığı ve tırmandırdığı mezhep çatışmasının amaçlanan ayrışmayı tamamlamasına bağlıyorlar. Eskiden “karma” olan pek çok mahalle, bugün sadece tek bir grubun oturduğu homojen bölgelere dönüşürken, Irak’ın pek çok yerinde şimdiden de facto bir bölünmenin gerçekleştiği ifade ediliyor (Al-Tikriti, 2008).
Cemaatçi ilişkiler, sadece Irak’ta kalanlar için değil, Irak dışında kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan Iraklı göçmenler için de önemli birer dayanak haline gelmiştir. Irak’tan kaçanlar göç süreçlerinde başta ailevi olmak üzere, etnik, dini, hemşerilik bağlarına göre göç stratejilerini belirlemektedir. Görüştüğümüz
pek çok Iraklı gibi, çeşitli derneklerin başkanları da, Irak kökenli farklı etnik ve dini grupların farklı göç stratejileri olduğunu belirtmiştir.
1.4. Irak Göçünün Hacmi, Sayısal Boyutları ve Güzergâhları
1991’deki kitlesel iltica hareketinden bu yana, Iraklılar dünya çapındaki mülteci istatistiklerinde ilk sıralarda yer almıştır. 1991-2003 arası dönemde Iraklıların iltica başvuruları açısından 1 milyon 320 binden fazla başvuruyla 1992 yılı
doruk noktası olurken (Chatelard, 2002), ABD Mülteci Komitesi’nin (United States Committee for Refugees) tahminlerine göre 1996’da Irak diasporası 4 milyon kişi civarına ulaşmıştır. BMMYK’nın 2000 yılında yayınlanan istatistiklerine göre ise bu kişiler arasında yaklaşık yarım milyon kişi mülteci olarak tanınmıştır (UNHCR, 2000).
Tablo-2: Iraklı Mülteciler ve Sığınmacılar (Kümülatif)
Kaynak: Brookings Iraq Index
2001’de, Iraklılar dünyada en kalabalık mülteci grupları arasında üçüncü sıradaydılar. Bu nüfusun büyük çoğunluğuna kucak açan İran, uzun yıllar Iraklı mülteciler konusunda en misafirperver ülke oldu. 2005 yılı BMMYK verilerine
göre, Iraklılar 1,8 milyon kişiyle, dünya mültecileri arasında, Afgan ve Kolombiyalılardan sonra en önemli üçüncü grubu temsil ediyordu (UNHCR, 2006). 2006’da bu sayı İran’dan gönüllü geri dönüşlerle 1,5 milyona düşmüş olmasına rağmen, Iraklılar genel sıralamada ikinci sıraya yükselmişti.
Tablo-3: Nisan 2003’ten İtibaren Irak İçinde Yerinden
Edilenler*
*Sayılar kümülatiftir ancak Mart 2003 öncesinde yerinden edilmiş olan yaklaşık bir milyon kişi dâhil değildir. Kaynak: Brookings Iraq Index
1991’den beri ülkeden ayrılmak zorunda kalan nüfusun büyüklüğü göz önüne alındığında, bunlar arasında Batı ülkelerinde resmi mülteci statüsü kazanmış olanların sayısının azlığı göze çarpar. 1992-2002 arasında Irak’tan kaçan 1,5
milyondan fazla kişi olmasına rağmen, 2002’de resmi mülteci statüsü almış Iraklıların sayısı yaklaşık 550 bindir ve bunların çoğu İran’a sığınmıştır ( Chatelard, 2005: 124). Aynı yıl, 450 bin kadar kişinin de “mülteci durumunda” olduğu (yani hem kendi devletlerinin korumasından, hem de resmi mülteci statüsünden mahrum kaldığı) tespit edilmiştir.
Bu karmaşık sayıların ardında, Irak’tan kaçışın çelişkili yapısı bulunmaktadır: Iraklılar ülkelerini mecburiyetten terk etmek zorunda kalmalarına rağmen, aralarında çok az kişi 1951 Cenevre Anlaşması’yla tanınan mülteci statüsü
edinebilmektedir. Örneğin, 2003-2006 arasında sadece bin 500 kişi BMMYK tarafından mülteci olarak yerleştirilebilmiştir10. Kuşkusuz bu sayı, de facto mülteci nüfusun çok küçük bir kısmını oluşturur. 2005’te örneğin, BMMYK’ya
başvuruda bulunmuş Iraklılar arasında kabul oranı yüzde 7,3’te kalmıştır; diğer tür kabuller11 de eklendiğinde bu ancak yüzde 30,3’e çıkabilmiştir (UNHCR, 2006: 52).
Mültecilerin statüsünü düzenleyen 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre, mülteci “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek
istemeyen kişi” olarak tanımlanmaktadır. Bugün ekonomik ve siyasi sebeplerin iç içe geçtiği, çevre felaketleri gibi yeni sebeplerin ortaya çıktığı bir dünyada, BM’nin bu tanımı yetersiz bulunmakta ve güncel sorunlar ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Sözleşme tanımına göre mülteci statüsü almakta zorluk çeken Iraklıların durumu bu eleştirileri haklı çıkarmaktadır.
1.4.1. Başlıca Sığınak Komşu Ülkeler
Irak’tan kaçanların 1991-2003 arasında sığındığı birinci ülke olan İran, 2003 sonrasında konumunu diğer iki komşu ülke olan Suriye ve Ürdün’e bırakmıştır. Ancak milyonlarca Iraklının yerinden yurdundan kopmasına ve komşu Arap ülkelerine sığınmasına yol açan son mülteci krizi, Arap dayanışması fikrine en bağlı gözüken Suriye’de bile bu idealin hükümsüz kalmakta olduğunu göstermiş tir. Suriye’ye işgalden sonraki 4 yıl içinde sığınan Iraklıların en az 1 milyon kişi olduğu söylenmekteydi.12 Ekonomik altyapı ve toplumsal açıdan ağır bir yük anlamına gelen bu tablo, Ürdün için de geçerliydi. 2007’de Iraklı mülteci krizi karşısında uluslararası topluluğu sorumluluk almaya ve çözüm bulmaya çağıran Suriyeli yetkililere göre, o sırada ülkede 1,5 milyon Iraklı bulunmaktaydı
ve her ay 40 bin kişi buna ekleniyordu.13 Bu sayılar abartılı gibi görünse de Temmuz 2007’de BMMYK yetkilileri de, toplam nüfusu 20 milyon olan Suriye’de 1,4 milyon; 6 milyon nüfusu olan Ürdün’de ise 750 bin Iraklı bulunduğunu belirtirken, bu “sessiz ve görünmez insani kriz” için yardım çağrısında bulunuyor du.14
Resim-1: 2007 Sonunda Ortadoğu’da Yerinden Edilmiş Iraklıların Sayısına Dair Bir Tahmin Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Haritaları Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Haritaları
2003 sonrasında Irak’tan kaçanlara kapılarını açan Suriye, gelenlerin sayısı aşırı şekilde artıp, ekonomide ağır hasar yaratınca, kendi çıkarlarına öncelik veren bir tavır değişikliğine giderek Iraklıların vize muafiyetini feshetti. Ürdün, sığınmacı lara gelen yardımları kendi halkına yönlendirerek bu maliyetli yükü bir kazanç fırsatına çevirdi. Bir diğer komşu olan Lübnan ise, uzun süreli ve kanunsuz gözaltılarla mültecileri sınırdışı olmaya zorlayan “gönüllü sınırdışı” politikasıyla yeni gelecekleri caydırmaya çalıştı.
Bu ülkelerin tavrında Ortadoğu’da yaşanan bir önceki büyük iltica krizinin, yani Filistin deneyiminin de etkisi olduğu söylenebilir. Bir zamanlar, tüm bedellerine rağmen içeri buyur edilen Filistinli mülteciler kadar önemli bir siyasi anlam taşımadıklarından olsa gerek, Iraklılar, komşu Arap ülkelerinde bir “yük”, “güvenlik riski” ve “sorun kaynağı” olarak algılandı (Danış, 2009b).
1.4.2. Irak’a Dönüş Mümkün mü?
Batı’nın mülteci-sevmez politikası ve komşu ülkelerdeki koşulların zorluğu karşısında, Suriye ve Ürdün’deki Iraklı sığınmacıların bir kısmı evlerine dönmek isteseler de, bu pek de kolay gerçekleşeceğe benzememektedir. Öncelikle, bu kişilerin yurtlarını terk ederek gurbet yollarına düşmelerine neden olan faktörlerin ortadan kalkması gerekir. Irak’ta güvenlik ve şiddet sorunu, etnik gerginlik, mezhep çatışmaları, ekonomik istikrarsızlık ve işsizlik sorunları çözülmedikçe Iraklıların geri dönmesi bir hayal olmaktan ileri gidemeyecektir.
2007 başında Suriye’den bir grup Iraklının yurda dönüşü bu alandaki ilk örneklerden biriydi. ABD ve yeni Irak hükümeti tarafından büyük bir heyecanla karşılanan bu dönüş, Irak’taki operasyonun başarıya ulaştığının işareti olarak
lanse edildi. Iraklı ve ABD’li yöneticilerin gözünde bu olay, sorunların bittiğini, barışın tesis edildiğini, Irak’ın yaşanası bir yer haline geldiğini gösteriyordu. Oysa bu geri dönüş çekici değil, itici faktörler nedeniyle yaşanmıştı. Yani geri dönenler, Irak’ı tercih ettiklerinden değil, artık Suriye’de barınmaları mümkün olmadığı için Irak’a gelmişlerdi. Irak’a dönüşün önemli bir nedeni, Suriyeli yetkililerin giderek artan sayılarda gelen Iraklıları caydırmak için 2007
başında ikamet izinlerini zorlaştırması idi (Logan, 2008). Irak’a geri dönenlerin karşılaştıkları görece sakin ortam ise, eski mahallelerine gittiklerinde karşılaştık ları, mezhep ayrışmasının konsolidasyonu pahasına gelmişti. Zira bazı
bölgelerde şiddet olaylarının yavaşlaması etnik ve dini ayrışmanın tamamına erdiğinin bir göstergesi idi ve geri dönenlerin çoğunun eski evlerine yerleşmesi mümkün değildi.
Eylül 2007’de, Lübnan’da da bir “gönüllü” dönüş operasyonu gerçekleştirildi. BMMYK’nın Iraklıların dönüşü için gerekli koşulların hazır olmadığını belirten raporuna rağmen, Irak büyükelçiliği, Lübnan hükümeti ve Uluslararası Göç Örgütü tarafından yürütülen operasyon 2008’de de devam ettirildi. Böylece, Iraklı sığınmacılar Lübnan’da geçici olarak kalma hakkından bile mahrum edildiler.
Iraklıların geri dönüş ihtimallerine dair yapılan araştırmalar, pek çok Iraklının artık geri dönüş beklentisi kalmadığı göstermektedir. Bunda ülkede hâlâ istikrarın sağlanamaması kadar yirmi yıldır süren göç dalgaları sonucunda bazı toplulukların neredeyse tümüyle Irak’tan ayrılmış olmaları etkilidir. Irak’ta ailesi ve yakınları kalmayanlar için ülke dışına göç kaçınılmaz bir son olmaktadır. Bu tür kişiler için geri dönüş alternatifi de geçersizleşmektedir. İstanbul’da BMMYK’ dan bir yetkiliyle yaptığımız görüşme de Irak’tan kaçanların geride bıraktığı kişilerin gün geçtikçe azaldığına işaret etmektedir:
Kayıt sırasında akrabaların nerede olduğu soruyoruz. Eskiden[Irak’ta kalmış] pek çok akraba sayarlardı, biz sadece birinci dereceden yakınları yazardık. Şimdi aynı soruyu sorduğumuzda Irak’ta ya hiç akrabaları kalmadığını veya tek tük kaldığını görüyoruz.
Geri dönüş açısından tetikleyici bir faktör olan birinci dereceden yakınların artık ülkede bulunmuyor olması, göçmenlerin akrabalarının daha önceden göç ettiği ülkelere göç etme niyetlerini de beslemektedir. Irak’ta özellikle azınlık topluluklarının alıntıda anlatıldığı gibi dağılıyor olması, ülkedeki güvenlik ve şiddete dair kaygıların son bulmadığını bir kez daha ortaya koymaktadır.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder