3 Kasım 2017 Cuma

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 10

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 10


2. Örgütlenmenin Kontrollü Hale Getirilişi 

Dışarıdan alınan bunca yardım ve desteğe rağmen devrim gelişmiyordu. Gerçi eylemlerde azda olsa gelişme görüldü. yeni alanlarda silahlı propaganda 
faaliyetleri yürütülüyordu, ancak bu tehlikeli bir durum da yaratıyordu. Hareket Botan'a sıkışmış tecrit durumu ortaya çıkmıştı. Bu durumda yapılacak şiddetli bir harekat örgütü ezebilirdi. Başlatılan silahlı hareket kıvılcım gibi sönebilir, her şeyden önemlisi şiddet kullanılarak oluşturulmaya çalışılan cephe, halk desteği 
yıkılabilirdi. Çünkü insanlar bu desteği vermeye sürükleyen temel güç vaat'ti. Oysa hareket geldiği bu noktada, ortama durgunluk hakim olmaya devam edecek olursa PKK için kötü sonuçlar doğabilirdi, Öcalan'ı endişelendiren de buydu. Üstelik Öcalan'a göre, teorik olarak çok şey biliniyordu. Temel askeri klasikler el altında hazırdı. Bunlar Marksizm'de Gerilla, Askeri yazılar, Vietnam Devriminin Askeri Sanatı. idi . 

Bu durumda çabaları arttırarak örgüt üyelerine yapılan işin ciddiyetini anlatmak ve onları motive etmekten geçiyordu. Ancak işin ciddiye alınması 
halinde çabalar yoğunlaştırılabilirdi. Kendilerini önemli kişi saymadıkça, resmi bir sıfatı olmadığı takdirde, daha fazla çaba beklemek mümkün değildi, önlerine 
konulacak yeni hedefler motivasyonu arttıracaktı. Bu düşünce ve hareketi geliştirme çabaları sonucunda alınan tedbirlerle, öncelikle eyaletlerin 
yapılandırılmasını şekillendirdi182. 

a) PKK'ın Eğitim Çalışmaları 

Silahlı mücadelenin amacı faaliyet gösterilen bölgelerde yasama, yürütme ve yargı erkinin devlet yerine ele alınarak kullanılması idi. Bu durum devlet ile 
birlikte aynı anda örgüt kurallarının uygulama alanına koyulması anlamına geliyordu. Bu boyutu ile meşru yasaların uygulanmaması, örgütün koyduğu 
kuralların hayata geçirilmesi anlamına geliyordu, örgüt kurallarına uymamanın bedeli uygulanan şiddet ile bölge halkına zaten ilan edilmişti. Üstelik devletin 
bölgedeki gücünün temsilcisi olan ve halkın gözünde devlet olarak kabul gören askeri gücün etkinliği yapılan eylemlerle tartışılır hale getirilirken, bunlara karşı 
şiddetin kullanılabilir olduğu gösterilmişti. Bu silahlı olayların temelinde yatan da halk savaşının, politik yönünün devamlı ön planda tutulmasıydı. Devlet otoritesi 
halk nezdinde tartışılabilir olmalı idi. Bunu sağlayacak oluşum ise eyalet komitesi olacaktı. Eyalet komitesi, partinin eyaletteki en yüksek yürütme organı olarak 
tüm Parti-Cephe-Ordu faaliyetlerinden sorumlu olacaktı, Öcalan'a göre mevcut durum Tarihimizin tanıdığı ve ilk defa ülkemizin bir parçasında iktidar olma 
imkanına kavuştuğu en görkemli hamle olarak nitelendiriliyordu. Botan'da durum böyle iken diğer alanlarda ise ikili iktidardan da çok gerideydi. Botan'da 
eğer çalışmalar sonuç verir ve doğru bir şekilde Halk örgütlendirilirse, diğer alanlara da örnek olacaktı. Eyalet yönetimleri, eyaletteki tüm faaliyetleri 
örgütleyebilmeli, yönetmeli, yönlendirebilmeli, sevk ve idaresini sağlayabilme gücüne sahip olmalıydı. Planlamaya göre 1990 yılında Irak/Türkiye sınırı 
boyunca, yer yer kurtarılmış kızıl bölgeler kurulacaktı. Bu amacı gerçekleştirmek için eyalet askeri konseyinin örgütlenmesi üç bölüm halinde düzenleyecekti. 
Bunlar ana, bölge ve milis örgütlenmesi olacaktı. 

Aynı günlerde daha da geliştirilmiş takım yönetmenliği yayınlandı. Bunun yayınlanmasındaki amaç, şu şekilde açıklanıyordu: Ordulaşma sorunlarını aşmak ve yapılan faaliyetlere resmiyet kazandırmak. Tüm çalışmalarda temel askeri güç "Takım" olacaktı. yönetmelik olması gerekenleri açıklarken tereddüde yer bırakmadan tüm güçlükleri aşmak istiyordu. Buna göre, ARGK savaşçısı aynı zamanda parti üyesiydi. Bu durumda silahlı faaliyet gösteren herkes, ayni 
zamanda parti örgütlenmesine de dahildi. Bu konum artık aile çevresine de sorumluluk getiriyordu. Silahlı gruba giriş ise gönüllü veya askerlik kanununa 
göre olacaktı. Girişte ön araştırmanın yapılacağı belirtilirken güvenliğin, ön planda olduğu dikkatten kaçmıyordu. Diğer önemli bir konu da eğitimdi. Silahlı 
gruba dahil olan herkes mutlaka eğitime alınacaktı. Eğitim dönem dönem farklılık gösterse de, temel özelliği ideolojik nitelikteki bilgilerin ağırlıklı olmasıdır. 

Başlangıçta toplam 45 gün olarak planlanan eğitimin, 15 günü silahlı eğitime ayrılırken, 30 günü teorik eğitime ayrılmıştı183. 

Teşkilatlanmada manga 7-9 kişiden oluşacak, takım ise üç mangadan kurulacaktı. Savaşçılardan beklenenler ve hakları yönetmelikte gösteriliyordu. En önemli hak ise eleştiri-özeleştiri ile cesur davranmaktı. Bunlar önemliydi, çünkü böylece herkes birbirini denetleyecek, muhtemel komplolar önlenecekti. Takımın yönetimi tek bir kişiye bırakılmamıştı. Takım yönetmeliğinde, Takım Siyasi komiseri, Takım Komutanı ve Takım Komutan yardımcısı tarafından yönetilir hükmü yer alıyordu. Bu noktada ön plana çıkan ise kolektif yönetimdir. Bu değerlendirmede, genişletilmiş yönetimde işin içine manga komutanları da 
girmektedir. Niçin bu tarzda bir görev dağılımı esasa alındığı düşünülebilir. Bu konuda iki temel sebebin varlığını görmekteyiz. Bunlardan birincisi oluşturulan 
şematik örgütlenmenin sosyalist blok ordularındaki örgütlenmeye denk düşmesidir. Çünkü takım örgütlenmesindeki siyasi komiser görev ve yetki itibarı 
ile farklı bir konuma sahiptir. Faaliyetlerin politik yönlerinin kararlaştırılmasında son söz siyasi komisere bırakılmıştı. Böylesine önemli görevi üstlenen siyasi 
komiserin nitelikleri ise şu şekilde ifade ediliyordu. Parti -Cephenin, Politik-Askeri çizgisine ve döneme ilişkin çalışma taktiklerine hakim olan, bunları 
uygulama gücüne sahip bulunan politik öngörülü olarak tarif ediliyordu. Görevleri ise şunlardı: Birlik içerisindeki ideolojik-siyasi eğitimden, faaliyetlerin 
siyasal ve örgütsel yönlerinin belirlenmesinin ve planlanmasının, halk kitleleri içinde propaganda ve örgütsel çalışmaların yürütülmesi ve istihbarattan sorumludur. 

Yönetmelikle işbölümü, disiplin, toplantı ve rapor sistemi kurallara bağlanırken, takımlar 15 günde bir toplantı yapmak ve 45 günde bir de değerlendirme raporu yazarak bağlı bulunulan birime göndermek zorundaydı. Tüm bunların incelenmesi halinde dikkati çeken diğer husus ise daima politik yönün ön planda tutularak, çabaların halka yönelik olmasıydı. Bu amaç, ister zora, isterse sempatiye dayansın temel noktaydı. Çünkü silahlı güç olan gerillanın öncelikli görevi halkı örgütlemekti. 

Her takımda bir orta otomatik silah, bir roketatar bulunurken her militanda ferdi silahları yanında el bombalan ile 150 fişek taşıyacaktı". Takım 
yönetmeliği oldukça kapsamlı hazırlanmış veya tercüme edilmişti, ihtiva ettiği konular, tüm faaliyetleri içine alıyordu. Bunlar, çalışma ve hareket tarzı, üslenme, konaklanma, yürüyüş, dağılma ve toplanma, saldın ve savunma, nöbet talimatı ve talimnamelerini kapsamaktadır. 

Öcalan, artık gelinen noktada askeri hedefleri şu şekilde sayıyordu, özel tim, üst rütbeli subaylar, en etkili yöntem olarak da suikastı öngörüyordu. 
Devletin bölgedeki etkinliğini tamamen kırmak için ise karakollara yönelmek gereklidir diyordu. 

Düşmanın ülkemizin hemen her yerinde bulunan askeri birliklerine depo ve cephaneliklerine karşı pusu, baskın, mayınlama, suikast, zehirleme, üst rütbeli 
subayları kaçırma, sabotaj, taciz, eylemleri ile düşmanı darbeleme, imha etmek, düşman saflarında korku salmak, hareket alanını sınırlamak gibi bir çok amacı 
içinde barındıran eylemler düşmanın dağıtmış olduğu güçlerini toparlamağa ve merkezileştirmeye ve giderek tümden sökülmesine hizmet ettiğinden temel eylem hedeflerimizdendir184. 

Yukarıda belirlenen ve kaba hatları çizilen hususlar üzerinde durmak gerekir, Örgütün artık bu dönemde varlığını sürdürmek gibi bir endişe taşımadığı 
gerek birlik yapılanması, gerekse sayı olarak yeterince büyüdüğü açıkça görülmektedir. Öncelikli olarak kendini koruma konusu gündemden çıkmıştır. 
Askerî hedef olarak tespit edilenlerin genel amacı ise imha veya yok etmekten çok silahlı kuvvetlerin bu yerleri savunmaya çalışmak amacıyla halktan tecridini 
sağlamaktı. Bunun için de öncelikle koruması zayıf, yardımın zor ulaşabileceği askeri birlikler ile karakollar hedef olarak seçilecekti. Bunların bulundukları 
yerlerden kaldırılmaları sağlanmalıydı. Böylece, halk arasında rahatça propaganda yapılarak, psikolojik üstünlük kurulacaktı. Örgütü desteklemeyenler 
ise en azından bu noktadan sonraki konumlarını yeniden sorgulayacaklardı. Bu konudaki üstünlüğün ele geçirilmesi ile de inisiyatifin örgüte geçmesini 
sağlayacaktı, insiyatifin ele geçirilmesi ile de halkın desteği kazanılırken, devlet halkla bağlarını . koparacaktı. Üstelik kendi karakollarını koruyamayan devlet, 
örgüte cephe alacak olan halkı hiç koruyamayacaktı. yılgınlık sessizliği, o da desteği arttıracaktı Destek ise şiddeti ve ardından daha çok şiddeti getirecekti. 

Gerillanın uyguladığı şiddetin amacı zaten politikti. Dünyadaki türm uygulamalar bu sonuçlan vermişti. Bu safhada güvenlik güçlerine yönelik saldırılarda verilen 
kayıpların önünü almak, olayların esas yönü olan, siyasi gelişmeleri görmek istemeyen ilgililerin yapacağı ise, kırsal alanda bulunan güçlerini mümkün 
olduğunca merkezi yere toplamak olacaktı185. 

Bu gelişme, karakollara baskın riskini azaltırken, mücadelenin asıl üzerinde cereyan ettiği halk, kaderi ile baş başa bırakılmış, kırsal alanların 
kontrolü örgütün eline geçmişti. Örgüt ise kendi stratejisine göre halkı örgütlemekle işe başlayacak, hiçbir ferdi bu organizasyonun dışında kalmayacak 
şekilde, suç ortağı yapacaktı. Artık bu aşamada devlet güçleri merkezi yerlere toplandığından yolları kesmek ana taktik oldu. Güvenlik güçlerine karşı 
yürütülen hareketin niteliğini net olarak ortaya koyan Öcalan, devletin diğer kurumları için de şunları söylüyordu186: 

Özünde devletin tüm bu kurum, kuruluş ve temsilcilerine karşıyız. Bunun için bazılarının içine girilerek çalışılır. Kimisini kendimize taraftar yaparız. 
Kimisini cezalandırırız. yerel yönetimler içinde ayni şeyler geçerlidir. Kural, parti otoritesini tanıyanlara yaşam hakkı tanımak, düşmanın politikasını yürütenlere ve ajanlığını yapanları cezalandırmaktır." Bu gelişmelerle "Bir defa korku duvarı çoktan yıkıldığı gibi çok korkak yürüme, yediden yetmişe kadar herkese mal 
olmuştur diyordu. 

3. Örgüt Eylemlerinin Tırmanışı 

1988 yılı PKK için askeri anlamda kayıpların, buna karşılık politik şiddet ile genişlemenin yaşandığı, gerek Güneydoğu Anadolu'da, gerekse Avrupa'da 
örgütün hızla taban bulduğu bir dönemdir. 

1988 Mart ayında PKK'ya indirilen darbe, büyük moral bozukluğuna yol açtı. 

1989'da durumu değerlendiren zamanın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'ya göre, terörist örgüt 1988 yılında yediği darbelerle aktivitesini büyük 
ölçüde kaybetti. Örgüt 1988 yılını bir atılım yılı olarak görüyordu ve bu amaçla da ülke içindeki sempatizanları ve örgüte katılan diğer elemanları eğitmek ve kalıcı kamplar kurmak amacıyla ülkeye sızan yaklaşık 20 kişilik bir eğitimli lider grubu, Suriye sınırındaki Nusaybin ilçesi Girneli yakınlarında, güvenlik kuvvetleri ile giriştikleri sekiz saatlik yoğun bir çatışma sonucu imha edildi. Hükümet birlikleri tarafından yapılan açıklamada, teröristlerin dağda bir mağarada saklandıkları sırada görüldükleri ve bunun üzerine operasyon düzenlendiği bildirildi. Çatışmada 3 asker şehit ve 10 asker de yaralanıyordu187. 

Nusaybin çatışması, güvenlik birimlerine örgütün artık daha kalabalık gruplar halinde toparlandığını göstermişti 

Bu arada, gerek Suriye, gerekse Irak sınırları kullanılarak "1988 Bahar Atılımı" için örgüt tarafından genel hazırlıklar yapılıyordu. 

Daha bu olayın üzerinden bir ay bile geçmeden, PKK saldırıları biraz da gecikmiş olarak başladı. Üç ayrı saldırıda 27 kişiyi öldüren örgüt militanları, hiç 
kayıp vermeden dağlara geri çekildiler. İlk iki saldırı, Şırnak'a bağlı Taraklı ve Üçkardeşler mezralarına karşı düzenlendi. İlkinde eski PKK destekçisi olan 
Osman Babat ve iki akrabası evlerine dönerken öldürüldüler. Olaydan bir ay önce ceza evinden tahliye olan Babat, örgüt tarafından "hain" ve "polis ajanı" olarak afişe edilmişti. Otopsi raporlarına göre, boğularak öldürülmüştü. 

Bu ölümlerin üzerinden daha iki saat geçmeden, yaklaşık 25 kişilik bir PKK birimi Şırnak'a bağlı Üçkardeşler mezrası na girerek ismen 12 kişiyi evlerinden çağırdılar. Bu grubu bir araya getiren militanlar, üzerlerine yaylım ateşi açtılar. Olay sırasında silah seslerini duyup gelen bir çoban da kurşuna dizildi. 

Üçkardeşler baskınından bir kaç gün sonra, Nusaybin Taşköy'e bağlı Bahninin mezrasını basan militanlar, "devlet yanlısı" olarak suçladıkları Çelik 
ailesini tamamen imha ettiler. Öldürülen 11 kişi arasında kadınlar ve üç aylık bir bebek de vardı. 

PKK'nın sözde darbe yediği bu dönemde, kadrolaşma çalışmaları ve baskınlar da eski temposunda sürdü. Şırnak merkezini basan bir grup militan, 
kahvehanede oturan 11 kişiyi de yanlarına alarak kayıplara karıştı. Bingöl'ün Günlük köyünü basan bir başka grup militan ise, muhtarın kaşesini de alarak 
kaçtılar. 1988 ile ilgili parti talimnameleri, harfi harfine yerine getiriliyordu. 

Bu saldırıların hepsi, bölgede güvenlik tedbirlerinin arttırıldığı ve PKK bahar kongresi çalışmalarının imha edildiği bir döneme denk düşüyordu. 

a) Devletin Aldığı Tedbirler 

Bu dönemde devletin aldığı tedbirleri kısaca şu başlıklar altında toplamak mümkündür. 

1.Bölgeye daha fazla hükümet birliği akıtılması, halkın daha iyi korunmasını sağlamamıştı 
2.Hükümetin yeniden yerleştirme (köy boşaltma vb.) programı işlemiyordu 
3.Devlet istihbarat ağının geliştirilmesine ihtiyaç vardı 
4.PKK hala geniş bir alan içerisinde saldırı başlatabilecek kadar kendinde güç görüyordu188. 

Gerçekten de, istihbarat ağında eksiklikler göze çarpıyordu, içişleri Bakanı'na göre, Taraklı ve Üçkardeşler mezraları, PKK tarafından basılmadan 
önce devlet, buralarda insanların yaşadığını bile bilmiyordu. Yarbay Eşref Hatipoğlu'na göre, bu iki yerleşim birimine en yakın askeri karakol, normal hava 
koşulları altında yedi saatlik mesafedeydi, önceki kış iki köprü yıkıldığı için baskından sonra birliklerin mezralara varması 13 saat almıştı. 

b) Siyasi Partiler ve PKK 

Zamanın muhalefet partisi lideri Süleyman Demirel ise, mecliste yaptığı bir konuşmada, PKK'nın 41 gün içinde 44 kişiyi öldürdüğünü, bu durumun kabul 
edilemez olduğunu söylüyordu. 

ANAP iktidarı, her yıl terörün belinin kırıldığını söylüyor, ama Türkiye bir sonraki yıl daha güçlü bir şiddet kampanyasıyla karşı karşıya kalıyordu. 

Özellikle 1987 yılından sonra da yerleşim merkezlerine karşı saldırılar tırmanışa geçti. PKK açısından bunun sübjektif şartları, bölgedeki durum ve 
örgütlenme disipliniyse de, bu tırmanışı iktidarın politikalarına (ya da politikasızlığına) bağlayanlar oldu189: 

Mayıs 1988'de yayınlanan bir Helsinki Watch raporunda, 1984 yılından o güne kadar toplam 950 kişinin öldüğü bildiriliyordu. Demirel ayrı bir açıklamada 
en az bin kişinin öldüğünü, bunlardan 500'ünün güvenlik kuvveti mensubu olduğunu söylüyordu. 

Başka bir Helsinki Watch araştırmasında da, bölgedeki sivil halkın devlet ve başkaldırı kuvvetleri arasında kaldığı, kendileri ile işbirliği yapmayı kabul 
etmeyen halka karşı gerillanın acımasız davrandığı vurgulanıyordu. 

Eldeki PKK kayıtlarında bu konuda bir bilgiye rastlanmasa da, Türk basınında örgütün bu koşullar altında, 15 Nisan 1988'de, bir toplantı düzenlediği 
bildirildi. Haberlere göre, PKK liderleri Suriye'nin Lazkiye şehrinde bir araya gelerek yaklaşık 300 delegenin katıldığı bir konferans yaptılar. Ankara'ya ulaşan 
bilgilere göre, bu toplantıya KUK, Kawa, Komala gibi bölücü örgütler de gözlemci olarak katıldılar. 

Toplantının başlıca konusu örgütsel birliğin sağlanması, tasfiyeci unsurlardan kurtulunmasıydı. Bu arada, Güneydoğu'da uygulamaya konulan 
yöntemlerle, "devrimci şiddet"in yeni hedefleri de ele alındı190. 

PKK, bütün saldırılarına rağmen, yıllar sonra kendince başarılı bir dönem olarak nitelendirdiği 1988 yılında dışarıdan ve içeriden darbelerle karşılaştığını 
açıkça söyleyecekti. 
1988 yılı içinde, hükümet birliklerinin PKK'ya indirdiği iki büyük darbenin dışında, örgüt için büyük sorunlara yol açan bir gelişme de, gerek 
Avrupa, gerekse kamplarda yaşanan ilk büyük ayrılık oldu. 

Apo'ya göre, 1977'deki ilk ayrılık fikirleri, bir düşman provokasyonuydu. O tarihten sonra da çeşitli ayrılıklar yaşanmış, PKK lideri bunların hepsini, 
"düşmanın parti çizgisine yönelik saptırma ve tasfiye hareketi" olarak nitelendirmişti. 

Ancak, 1988 yılında, Avrupa sözcüsü Hüseyin Yıldırım'ın PKK Merkez Komitesi ile ilişkilerini kesmesi ve örgütü terk etmesi, gerçek bir darbeydi. Bir 
önceki yıl düzenlenen kongrede bütün bu unsurların tasfiye edilmesine karar verilmiş, kimisi çareyi kaçmakta bulurken diğerleri de öldürülmüştü. 

Bu döneme ait itstihbarat raporlarından anlaşıldığına göre, 1987 -1988 tarihleri arasında PKK'dan kaçan 31 militan, Irak'da KDP'ye sığınmış, 28 militan 
ise güvenlik kuvvetlerine teslim olmuştu. Öcalan'ın "pişmanlık yasası tuzağı" dediği, buydu.Aynı zamanda parti-içi tasfiye ile en az 28 militanın öldürüldüğü de yine istihbarat raporlarında yer almıştı. 

Mayıs ayında, ayrılık hareketleri örgütte kendini göstermeye başlamıştı, Apo'ya yakınlığı ile bilinen Şahin Baliç'in Bekaa vadisindeki kampta PKK 
tarafından gözaltına alındığı bildiriliyordu. Baliç'in yerine Botan bölgesi komutanlığına, Ebubekir kod adlı Halil Ataç getirilmişti191. 

PKK içindeki ayrılıklar kısa bir süre sonra iyice hissedilmeye başladı ve Türk basınına da yansıdı. Milliyet gazetesinin "PKK'da Kanlı Ayrılık" başlığı ile 
verdiği haberde örgüt içi yeni tayinler yapıldığı ve bir grubun örgütün şiddete dayalı ve sivilleri hedef alan yöntemlerine karşı çıktığı bildiriliyordu. Habere göre, Öcalan'a karşı çıkan bu gruptan 38 militan yine Apo'nun emri ile kurşuna dizilmişti192. 

Bir süre önce karısı Kesire de Öcalan'dan ayrılmaya karar vermiş, parti içi muhalefete karışmıştı. 1993 yılı başında İsveç'in başkenti Stokholm'de Öcalan'a 
geliştirdiği muhalefeti yaygınlaştırmaya çalışan Kesire ise, başını kurtarmıştı: Bekaa kampında 1987 yılında başlayan gözaltı, Öcalan'ın "...hadi git, seni bir daha görmeyeyim..." dediği gün sona ermiştir. Öcalan, Cemil Bayık'ın bütün girişimlerine rağmen, Kesire'nin öldürülmesine izin vermemiştir. 

Diğerleri ise PKK'nın kendi tabiri ile, "imha edildiler". Sağ kalmayı başaran Hüseyin Yıldırım bir yıl sonra Avrupa'da vurulmasına rağmen 
kurtulmuştur. Daha sonra PKK-Vejin hareketi adı ile ortaya çıkan ve bir PKK alternatifi oluşturan Yıldırım ve beraberindekiler, az bir destekle de olsa, hala 
faaliyetlerine devam ediyorlar193. 

Bu ayrılıklar zincirleme bir etki de yaparak, yıllar boyu şu ya da bu şekilde sürdü. Kimisi tasfiyeci, kimisi ajan, kimisi provokatör, pek çok insan kurşuna dizildi. 

c) Halepce Katliamı ve PKK 

Irak yönetimi Irak-İran savaşının bitiminden sonra İran ile işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Kuzey Irak bölgesinde yaşayan Kürtler üzerine operasyonlar yapmaya başlamıştı. 
Bu operasyonlara bağlı olarak 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe kasabasına kimyasal bombaların atılmasıyla binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bir katliam gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen katliam neticesi paniğe kapılan halk evlerini eşyalarını terkederek Türkiye ve İran’a sığınmıştır. 

Ağırlıklarını terkederek panik halinde sınırlara doğru yürüyen halkın bir çok yörede önü PKK’lılar tarafından kesilmiş, ellerindeki silahlara el konulmuştur.
Türkiye ve İran’a sığınma amacındaki halkın ellerindeki silahlar bu şekilde PKK’nın eline geçmiştir. Böylece PKK kısa süre içinde binlerce silah ve mermi sahibi olmuştu. 

İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra PKK’nın sağladığı avantajlar sadece bu silahların ele geçirilmesi olmamış, bu dönemde PKK aynı zamanda Irak 
hükümetinden de önemli destek almıştır. 

Irak saldırılarından kaçarak Türk sınırına yığılan yaklaşık 60 bin Irak Kürdü, Ankara'yı ciddi şekilde kaygılandırdı. Bir çok vatandaşla birlikte askerler 
ve istihbarat da, PKK militanlarının bu şekilde ülkeye sızabileceğinden endişe etmişlerdir. 

Türkiye'nin duyduğu rahatsızlık, Haziran ayında Talabani'nin Amerika'yı ziyareti ile başlamış, Washington'da yaptığı bir açıklama ile daha da artmıştır. 
Talabani burada Amerikan yetkilileri ile görüşürken, Türkiye'nin Irak ile işbirliği yapması halinde, kendi örgütünün de Türkiye aleyhtarı örgütlerle işbirliği 
yapmasının doğal karşılanması gerektiğini söylemiştir. KYB194 lideri, bu açıklama yetmezmiş gibi, Ankara'yı bir de, PKK'yı "kadın ve çocukları öldüren 
örgüt" diye tanımlaması yüzünden açıkça eleştirdi. 

Türkiye'nin bu açıklamalara tepkisi son derece sert olmuştur. Zamanın Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Büyükelçi İnal Batu, PKK ile Talabani'nin ortak bir 
strateji altında güç birliğine gittiklerini iddia etmiştir. Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de, Ankara'ya göre, bu işbirliğinin taraflarından biri ile 
görüşmüştü. 

Milliyet'den Mümtaz Soysal da geziyi değerlendirirken, Sovyetler'in Körfez'e yönelik tehditlerine karşılık, Amerika'nın bölgede bağımsız bir Kürdistan devleti kurulmasını istediğini yazdı. Tercüman'dan Fahir Armaoğlu'na göre, bu ziyaret ve görüşmeler, bölücülere bir mesaj niteliği taşıyordu. Bu mesaj ise, söylenenleri yaptıkları takdirde, ABD tarafından desteklenecekleri şeklindeydi195. 

Aynı günlerde Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde, Talabani'nin "Türkiye'nin düşmanı" olduğu yazıldı. 

Bu yorumların hemen ardından, Türk sınırına yığılan Kürtlerin PKK'yı destekleyebilecekleri kaygısı da arttı. Kürtlere Türkiye'ye sığınma izni verilmesi, 
bir çok çevrede tepki yarattı. Irak Kürtlerinin zaman içinde PKK'yı güçlendireceği yorumu yapılmaya başlanmıştı. 

Aslında, Ankara ilk başta bu kadar sığınmacıyı ne yapacağını bilmediği için olayın heyecanı ile sınırı kapatmış, durumu İrak'ın iç işi gibi nitelendirmeyi uygun görmüştü. Ne var ki, hızla artan dış baskı, Türkiye'nin tutumunda bir yumuşama başlattı. Zamanın Başbakanı Turgut Özal, Halepçe'de beş bin sivilin Irak tarafından kimyasal gazlarla katledildiği haberleri karşısında sınırı açmak zorunda kaldı196. 

Bu arada, Irak birliklerinin Kuzey'de başlattıkları katliamla boşaltılan bölgeler, PKK tarafından kullanılmaya başlandı. Siviller tarafından terk edilen 
dağ köylerine yerleşen PKK militanları, Türkiye sınırının engebeli Irak tarafında bir çok yeni kamp açtılar. 

Zayıf düşen Irak Kürt hareketi de PKK ile olan sürtüşmesini unutmak zorunda kalınca, KDP'nin PKK ile krizde olan ilişkisi bile bir anlamda normale 
döndü. Bu ise, örgütün hemen Türkiye'nin yanı başında yeniden güçlenmesine olanak sağladı. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

180 Abdullah Öcalan; Parti Önderliğinin Çözümlemeleri, c.V, 15 şubat Şam 1989, s.18.
181 Abdullah Öcalan; Parti Önderliğinin Çözümlemeleri, c.V, 15 şubat Şam 1989, s.18.
182 Abdullah Öcalan; Yeni Dönemin Görevi Üzerine Yetkince Yürüyelim, Şam 1989, s.1. 
183 Kürdistan'da Gerilla Gerçekliği Hareket ve Çalışma Kılavuzu, IV. Bölüm. 
184 Abdullah Öcalan; Yeni Dönemin Görevi Üzerine Yetkince Yürüyelim, Şam 1989, s.65. 
185 Nihat Ali Özcan; PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, ASAM Yayınları, Ank.1999, s.117. 
186 Abdullah Öcalan; Yeni Dönemin Görevi Üzerine Yetkince Yürüyelim, Şam 1989, s.45. 
187 Şemdin Sakık’la yapılan mülakat: A.Cem Ersever, Kürtler PKK ve Öcalan,s127,132:Ümit Özdağ;Türkiye Kuzey Irak ve PKK,s..53-55 
188 İsmet G. İmset; PKK Ayrılıkçı şiddetin 20 Yılı, İstanbul 1993, s.241. 
189 İsmet G. İmset; PKK Ayrılıkçı şiddetin 20 Yılı, İstanbul 1993, s.242 
190 2000’e Doğru, İstanbul 7 Ağustos 1988, s.32-33 
191 Şemdin Sakık’la yapılan mülakat 
192 İsmet G. İmset; PKK Ayrılıkçı şiddetin 20 Yılı, İstanbul 1993, s.244.
193 28.08.1998 Tarihli Yeni Şafak Gazetesi
194 KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) 1976 da Şam'da kurulmuş, üç farklı gruptan oluşmuştur.Talabaninin örgüt üzerindeki denetiminden sonra Net bir siyasi programı yoktur. Her zaman tüm Irak Kürdistanı için özerklik istemiştir. : Martin Van Bruinessen,(Çev. Nevzat Kıraç-Bülent Peker- Leyla Keskiner, Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul,1992, .Yine bu partinin bazen aşırı milliyetçi, bazen de aşırı solcu görünebildiği, bu günlerde ise sosyalizim ilkeleri ile hareket ettiği anlaşılmıştır. 
Bu arada Irak'ta bulunan sekiz partinin ortaklaşa bir cephe oluşturdukları ve saflarını birleştirdikleri görülmüş, 17. Mayıs 1993 te bir genel seçim icra etmişler ancak KYB Partisi aldıkları oya itiraz etmiş, %50 esassına göre bir dağılım istemiştir. Neticede eşit sayıda bir ol potansiyeli olduğu açıklanmış ve KYB-KDP arasında eşit sayıda bakanla hükumet kurulmuştur. 
1994 yılında araları yeniden bozulmuş ve silahlı mücadele başlamıştır. KYB'nin yenilgisi sonrası ateşkes imzalanmış, ancak 1995 yılı başlarında yeniden çatışmalar başlamıştır. Nihayet ABD'nin arabulucuğu ile Temmuz 1995 te yeniden ateşkes sağlanmıştır.( Sa'di Berzenci; Irak Kürdistan'ında Mevcut Durum Hakkında Görüş, 
ADD, (Kuzey Irak Özel Sayısı), C.3 S.1,s.197-201) 
195 İsmet G. İmset; PKK Ayrılıkçı şiddetin 20 Yılı, İstanbul 1993, s.247. 
196 (Ümit Özdağ;Türkiye Kuzey Irak ve PKK,s.53-57 


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder