23 Kasım 2017 Perşembe

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 10

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 10


Bütün Derslerin Temelini İlkokulda atarsın. 

Şuanda 60’lı yaşlarını yaşayan bir diğer görüşmecim ise anadil konusunda kendi anısını şöyle aktardı: 

H/K: Ben okula ilk başladığım zaman tabi ben Kürtçe konuşuyordum, Türkçeyi bilmiyordum. Tabi köyde bütün çocuklar benim gibiydi. Zaten bir Kürt köyüydü. Başlar başlamaz biz Türkçe öğrenmeye başladık. Türkçe öğrenme süreci iki sene filan sürdü. Ondan sonra normal diğer derslere başladık. Ortaokula geldiğimde 
tabi daha tam şivem kırılmamıştı. Ders çalışıyordum diğer öğrencilere yetişebilmek için belki onlardan daha fazla da çalışıyordum. Ama şivem tam kırılmamıştı. Şivem tam kırılmadığı için çocuklar ben ders anlatırken bana gülerlerdi. Benim okuduğum okulda Kürtler de vardı benim gibi ama çoğunluk Türk çocuklardı. Ama şu oldu, o beni şey yapardı, yani, keşke onlar kadar anlayabilseydim diye üzerdi. Ama zamanla kapattım. Daha fazla çalıştım. Hatta orta birdeydim ya da orta ikideydim tam hatırlamıyorum dersin birinde gene böyle arkadaşlar bana güldüğü için ben tam farkında değilim. Dedim oğlum ben dersi ne güzel anlattım siz niye güldünüz dedim sıradaki arkadaşıma. Bana şunu demişti dedi ya arkadaşım sanki sen Kürt şivesiyle anlattın ondan dolayı arkadaşlar güldüler. Bu örnekten de hareketle şunu söyleyebilirim Kürtler için eğitim dili Kürtçe olmalıdır. Ama seçmeli olarak Türkçe ders alarak Türk arkadaşlarıyla iletişim kurabilirler. Yani Türkçe de konuşabilmeli yazabilmeli, onları da yakalayabilmeli, onlarla yarışabilmeli. 
Türkçeyi çok fevkinde konuşabilmeli. 
Tabi mecburi olmamak şartıyla. 

Kürtçenin kamusal alandaki anlayışa meydan okuyan varlığının bireyler arasında kendine özgü bariyerler oluşturması dil probleminin bir diğer ayağıdır. Gündelik hayatın çeşitli evrelerinde ortaya konulan davranış şekilleri ve bu davranış şekillerinin farklı alanlarda kurulan toplumsal ilişkilerle dışavurumu, etnik kutuplaşmanın başta dil yoluyla yaratıldığını ve korunduğunu gösterir. Olağan bir günün ritminde Kürtçe konuşmak farklılığı görünür kılarak Türk milliyetçiliğini tetiklemede basit bir pratiğin neleri beslediği bağlamında nasıl bir işleyişi olduğunu gözler önüne serer. Örneğin, bir arkadaşına Kürtçe selam veren bir Kürt o sırada orada olan bir polis tarafından karakola götürülerek tüm gece sorguya çekilebilir. Sabahın ilk ışıklarıyla hayatın ritmine kapılırken çok basit bir pratik olan konuşma eylemi gündelik rutinin iletişim ağında Kürtler için basitlikten çıkar. Siyaset gündelik hayata nüfuz ederek siyasi partilerin temsil ettiği ana akımlar sıradan bireyler üzerinde somutlaşır. Gündelik çabalara ilişkin olarak bir yerden bir yere koşturan bir Kürt, gündeliğin hay huyu içinde, Türkçe bilmediği için ya da bilmesine rağmen kendisini Kürtçede rahat hissettiği için sarf ettiği birkaç Kürtçe kelime onu günlük işlerinden alıkoyabilir. Objektif yaşam koşulları kriterlerine ters düşerek bir Türk’ün yaşamadığı zorlukları bir Kürt olağanüstü şekilde yaşayabilir. Örneğin, annesiyle yaptığı bir telefon konuşması, çocuğuna söylediği birkaç Kürtçe kelime bir Kürt’ün bir gününü alt üst 
edebilir: 

A/K: Bir gün oğlumla arabada gidiyorduk. Oğlum o zamanlar çok küçüktü. Bu dediğim zamanlar 80’lerin sonu. Polis yolda bizi durdurdu. Kimlik kontrolü yapıyordu. Çıkardım verdim. O sırada oğlum kapıyı açacak oldu. Kürtçe “kapıyı açma” dedim. Polis, “Kürtçe ne dedin? Küfür mü ettin bana?” diye sordu. Çocuğa kapıyı açmamasını, dışarıya fırlamamasını söylediğimi anlatamadım. “Ne hakla!” dedi sen Kürtçe konuştun. Aldılar götürdüler beni karakola. Polis orda da 
devam etti. Komiser başladı beni sorgulamaya: “Yasaklı bir dil konuşuyorsunuz, nerden bilelim bize küfür etmediğini?”. 80’lerde çok baskı yaptılar. 
Şimdi onlar da normal karşılıyor. 

Kişinin kimliği toplumun gerçekleriyle örtüşmüyorsa kendine ilişkin bir temsil yaratma ve bu temsili ayrıcalıklı kılma pratiği geliştirir. Şartlara göre yeni bir tasarı fikri dolaşıma sokulur. Kürtçenin Türkçe karşısında yeterince aktif olamayışı Kürtler tarafından hüzünle karşılanır. Kürtçeye yeni bir temsiliyet yaratmanın önceliği Kürtler arasında tartışılan konulardandır. Yaratıcı tasarımla Kürtçenin statü ve prestij dili olmasının önünün açılmasının gerekliliği dile getirilir. Şuan ki haliyle Kürtçe hayatın içinde canlı bir dil olma özelliğinden çok uzaktır. Dilin ev sınırları içinde kalması hayatın ritmini yakalayamamasına neden olur. Okullarda ve sokakta önü açılamayan dilin gelişmesi mümkün gözükmez. Bir dilin korunması ve geliştirilmesi için ilk şart okullarsa da ikinci şart hayatın içinde her alanda kullanılabilir olmasıdır. Dilin okul dışında konuşulmasını sağlayacak koşulların oluşturulması talebi genel olarak görüşülen Kürtlerin ortak talebidir. Kürtçenin geleceği sokağa, tabelalara, internete ve olabilecek her yere taşındığı ölçüde güvence altına alınmış olacaktır. Bir görüşmecimin ifade ettiği gibi, “hayatın her alanında kullanım değeri olmayan bir dil yeni kuşaklara cazip gelmeyecektir”. Sadece evde ya da yakın çevrede konuşulan dil 300-500 kelime arasında gidip gelir. Bir Kürt’ün gün içerisinde konuştuğu Kürtçe kelimeler bu sayı aralığını geçmez. Bu konudan yakınan bir görüşmecim şunları dile getirdi: 

A/F: İç Anadolu Kürdü 300 kelimeyi geçmiyor. Bir araştırma yapmışlar geçenlerde dinledim, Kürtçede 4500 kelime var. Biz 500’ü geçmiyoruz. Niye bilmeyelim? 
Unutulmasın. Biz Kürtçe konuştuğumuzu sanıyoruz, konuştuklarımızın %70’i Türkçe. Yarımız asimile olmuş. Ezildik be! Dilimiz yaşasın, kaybolmasın. 

Aşağıda yer vereceğim anlatı, Kürtçe konuşmanın Kürtler açısından bir özgürlük metaforu olduğunu gösterir. Denebilir ki tüm şartlara rağmen devletin yasaklarını bir kenara bırakarak Kürtçe konuşmak özgürlüğe giden yolda en önemli araçtır. Herkesin kişisel hayat hikâyesi kendi dil dünyasını inceden inceye örmekte ve dile farklı anlamlar vermektedir. Kürtçeye getirilen yasaklamalar genel olarak “Kürtlerin özgürlüğüne vurulan büyük bir darbe” şeklinde algılanılır. Bu özgürlük sorunsalı bir meydan okumayı beraberinde getirir. Alanda günlerce derinlemesine görüşmeler yaptığım muhataplarıma göre kendi dilini konuşmak, yazmak ve dolaşıma sokmak tüm dünya insanlarıyla eşit olarak Kürtlerin de hakkıdır. Dile ilişkin her anlatıya eşlik eden özgürlük ideali kimliğin varlık mücadelesinden ayrılmaz bir parçadır. 

Kürt kimliğiyle Kürtçe arasında hissedilir bir özgürlük bağlantısı olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Türk toplumunun geliştirdiği reaksiyonlar, Kürtçe 
konuşmanın özgürlükle eşdeğer tutulmasında önemli bir yer teşkil eder. Devletlerin baskıcı yönetimlerine karşı hemen herkesin kullandığı farklı yollar 
vardır. Alanda görüştüğüm Kürtler bu yolun onlar için “inadına Kürtçe konuşmak” olduğunu dile getirdiler. Bir çocuk dünyaya geldiğinde yaşadığı 
toplumun gerçekliğini ipuçları sayesinde yıllar içerisinde deneyimleyerek öğrenir. Görüşülen kişiler hem kendi çocuklukları hem de çocuklarının gelecek planlarından bahsederken dilin ne denli önemli olduğunun altını çizdiler. Çocuklarının özgürlüğünün de anadillerinden geçtiğini çok açık bir şekilde ifade ettiler. Onlardan bir tanesinin anlatısına yer vererek devam etmek istiyorum: 

E/Ö: Ben her dili konuşurum. Bildiğim her dili konuşurum ben. Kürtçe eğitim olsun, kötü olmaz kardeşim. Herkes özgürdür yani. Özgürlük kadar güzel bir şey var mı? 
Yok. Kendi dilini öğrensin yani. Tekrar söylüyorum özgürlük kadar güzel bir şey yok. Bir insan kendi dilini konuşacak. Bunda da sıkıntı yok. 

Yani ben Kürtçe konuşuyorum diye bazı insanlar bazı toplumlar rahatsız oluyorsa bunda bir sıkıntı var derim. 

Bunda bir ırkçılık var derim. Bu benim dilim bu? Konuşurum. Şurada bir İngiliz İngilizce konuştuğu zaman kimse yakasından tutup da sen niye İngilizce konuşuyorsun demiyor. Niye? Çünkü adamın kendi dili. Konuşabilir. Almanca da biliyor ama Almanca konuşmuyor adam. Ben Kürtçe biliyorsam Kürtçe konuşurum niye konuşmamayım? 

Benim çocuğumun da Kürtçe konuşmasını isterim. Buna da kimsenin sen niye Kürtçe konuşuyorsun demesi yanlış. Adamın kendi dilidir, anadilidir; konuşabilir, 
eğitim alabilir. Çocuğumun eğitim almasını da isterim. Niye istemeyeyim? O’nun özgürlüğü kadar güzel bir şey yok. 

7.3. Özerklik: Kolaylık, Tamamlanmışlık, Huzur 

1864 yasası çerçevesinde eyalet sisteminden, bugün hala yürürlükte olan vilayet sistemine geçişle (Yıldız, 2006: 45), bölgelere merkezi atamaların önem kazanarak artması, bölge insanlarının gün içerisindeki en basit pratiklerini gerçekleştirebilmelerinde zorluklar çıkarır. Bir beldedeki öğretmen eksikliğinde, bir hastanedeki doktor ya da hemşire açığında ve yahut bir kurumun vasıfsız memur ihtiyacında bile ne kadar ivedili olursa olsun dönemsel olarak yapılan merkezi atamaları beklemek, yerel halkın gündelik hayatını felce uğratmaktadır: 

H/K: Diyelim ki bir caddenin açılması, bir okulun yapılması, bir imar planının değiştirilmesi, merkezi idareye sorulmaması gerekir. Yereldeki belediye 
meclisleri ve belediye başkanları kesin karar mercii olmalıdır. Öylesine ki trafiğin düzenlenmesinde dahi trafik ile ilgili memurların atanmasında yerel yönetimler 
görevli ve sorumlu olmalıdır. Yaşadığımız şehirdeki hayatımızı bu tür uygulamalar günlük hayatımızı kolaylaştırır. Olabilecek sıkıntıları zamanda gidermenin imkânları yaratılır. Bir temizlik görevlisini dahi merkezden atanmasına gerek olmaması gerekir. Yerel yönetimler kendi ihtiyaçlarını kendileri tespit etmeli ve bu ihtiyaçların karşılanması noktasında da kendileri yetkili olmalıdır. Yani halk tarafından seçilmiş olan bir belediye başkanı yetki ve sorumluluk noktasında soruşturma esnasında vali ya da kaymakam tarafından hemen görevden alınmalıdır. Daha çok yetki ve sorumluluğu olmalıdır. Şuanda kaymakam belediye başkanından daha yetkili. Halk tarafından seçilen büyük ekseriyetle seçilen bir ilçe belediye başkanı her halükarda kaymakam kadar yetki ve sorumluluk sahibi olmalıdır. 

Bir başka görüşmeci özerklik konusunda şunları kaydetti: 

A/F: Bir ilçede yaşayan insanları ilgilendiren bir anayol açılacaksa, bir park yapılacaksa veya bir sokağın ismi değiştirilecekse orada yaşayan halkın görüşüne mutlaka başvurulmalıdır. Benim sokağımın ismi değişiyorsa benim haberim olmalıdır. Savunma, dış politika ve güvenlik merkezi idarenin yapacakları iş oluyor ama doğrudan halkın günlük hayatını ilgilendiren işlerin yapılmasında yerel yönetimlerin daha fazla yetki ve sorumluluk verilmesi vatandaş olarak günlük hayatımızı kolaylaştıracaktır. Özerkliğin faydası şu vatandaşın yönetim sürecine daha fazla katılımını sağlaması. Konya’da yaşayan vatandaşlarıyla ihtiyaçlarıyla Trabzon’da yaşayan vatandaşların ihtiyaç ve talepleri mutlaka farklıdır. Dolayısıyla bu ihtiyaçların ve taleplerin göz önünde bulundurulması yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle olacaktır. 

Anlatılarda yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin olumluluğunu anlatmak için sıkça ‘kolaylık’ ifadesi kullanılır. 
‘Kolaylık’ tabiri, işlerin daha seri  gerçekleştirilmesini ve yerelin ihtiyaçlarının daha iyi karşılanmasını ifade etmek için kullanılır. “Günlük hayatımızı kolaylaştı rır”, “daha huzurlu oluruz” şeklindeki cümleler özerklik konusunda çok sık söylenir. Burada ‘huzurlu olmak’ ifadesi yerel düzeyde ihtiyaçlarına daha kolay ulaşan kişinin duygu halini belirtmek için kullanılır. ‘Huzur’ kavramı özerklik ile özdeşleştirilir. Yereli ilgilendiren herhangi bir konuda görüşüne başvurulan kişi bu durumu da “huzur” tabiriyle ifade eder. Buna göre, yaşadığı yerle ilgili olarak kendisini neyin beklediğini bilmek “huzurdur”. Özerklik kavramı, “vatandaşın yönetime daha fazla katılımı” ve “yerelin daha fazla yetkilendirilmesi” olarak algılanır. 

Bu algı biçimine önemlilik atfedilir. Yerelin daha güçlü olması ve vatandaşın sesinin daha gür çıkması “önemli” olarak yorumlanır. Bir sokağın ismi  değiştirilir ken kendisine danışılan kişi değerli olduğunu hisseder. Tersi durumda, örneğin bir görüşmecimin dediği gibi, kendisinin yalnızca “bir oy pusulası” olarak görüldüğü düşünülür. 

Görüştüğüm kişiler genel olarak özerkliğe geçilmesinin gerektiğini ama bunun “Türkiye’den kopmadan gerçekleşmesini” dile getirdiler. “Herkesin kendi yöresinde eyalet sistemine geçilsin” talebi ayrılıkçı bir talep olarak görülmemekte,  en basit ifadeyle daha fonksiyonel bir yönetime duyulan 
ihtiyaçtan ileri gelmektedir. Özellikle kamu kurumlarında Türkçenin kendisinden başka hiçbir dile alan açmayan baskın konumu “özerk yönetimler altında yerini yerel halkın diline bırakacak” şeklindeki ifadelerle açıklanır. Anlatılarda özerk yönetimler sıklıkla dil konusuyla birlikte yorumlanır. Alanda bulunduğum günler boyunca, Kürtçenin özerk yönetimler sayesinde “daha yetkin olacağı”, “dili bilen memurların çok daha fazla atanacağı”, “anadilde eğitimin önünün açılacağı” gibi cümleleri çok sık duydum. Özerk yönetimlerle Kürtçenin kamudaki yasak konumuna son verileceği düşünülmekte, bu ise bilhassa kadınları memnun etmektedir. Özellikle yaşlı kadınların genellikle Kürtçeden başka bir dil bilmemesi söz konusu memnuniyeti sağlar. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı herhangi bir şehirde, köyünden belediyeye halletmesi gereken bir işi için gelen bir Kürt 
Türkçede kendisini yeterince ifade edemiyorsa daireler arası dolaşıp genellikle eli boş dönmek durumunda kalır. Kamuda Kürtçenin işler hale gelebilmesinin önünü açabilecek özerk yönetimler gündelik aktivitelerin daha seri ve kolay gerçekleştirilmesini sağlayacağa benzemektedir. Görüşme yapılan kişiler açısından özerk bölgeler talebinin anadilde eğitim talebiyle önemli bir bağlantısı olduğu kabul edilir. Onlara göre, Kürtçe anadilde eğitimin kreşten üniversiteye, lisansüstünden post doktora çalışmalarına kadar mümkün olabilmesinin yolu da özerklikten geçmektedir. Denilebilir ki, kimlik ve dil talepleri özerklikle ilişkilendirilerek bir arada yorumlanır. 

Özerklik kavramı bazen kimlikle ilişkilendirilerek kimliğin bir parçası olarak algılanır. Özerk yönetimlerin oluşturulması “kimliğin bulunması” gibi 
ifadelerle anlamlandırılır. Özerklik bir tür ‘tamamlanmışlık’ hali olarak yorumlanır. Kimliğinin özerklikle bağlantılı olduğunu düşünen kişi duygusunu 
“yarım kalmışlık” tabiriyle ifade eder. 
Kadın görüşmecilerim den H. ‘tamamlanmışlık’ olarak özerkliği şöyle yorumladı: 

H/I: Özerklik olmalı ki Kürt üniversiteleri kurulabilsin. Özerklik olursa, bugün Amerika’da var olan eyalet sistemi gibi bir sistem bizde de yerleşirse, Kürtler kendi kurallarını kendileri koyarlarsa, anadilde eğitimin kreşten üniversiteye kadar önünün açılması, kurumsallaşması mümkün olur. Ama yine de Türkiye’ye 
bağlıdırlar. Kürtler olarak özerkliği niye illa ki istiyoruz? Kendi kimliğimizi bulmak için. Özerklik olmayınca bir yarımız hep yarım kalıyor. Hiçbir zaman 
tamamlanamıyoruz. Hep bir yarım kalmışlık duygusu taşıyoruz. 

Farklı bir açıdan yerel yönetimler konusunu kimlikle ilişkilendirerek açıklayan ve kimliğini yaşamak ve geliştirmek istediğini söylerken “huzur” ifadesini kullanan bir başka görüşmecimin ise özerklik konusundaki yorumu şöyleydi: 

F/I: Kimliğime dilime ve kültürüme saygılı olduktan sonra beni bir Kürt kökenli de idare edebilir bir Türk kökenli de. Benim için bu sorun değildir. Şunu demek 
istiyorum yaşadığım yerde devlet benim kimliğimi, dilimi ve kültürümü geliştirmeme imkân veriyorsa idari mekanizmanın nasıl olduğu vatandaş olarak beni fazla ilgilendirmiyor. Yeter ki kimliğimle huzur içinde güvende yaşayabileyim. Beni huzursuz eden şey şu, kimliğim tanınsın ki psikolojik olarak rahat edeyim. Hakikat de bu. Kimse kimseyi kimlikler üzerinden ötekileştirme meli. Herkes birbirine saygılı olmalı. Nasıl idare edersen öyle et beni fazla ilgilendirmiyor. Kürt idare etse ne olacak Türk idare etse ne olacak? Ben kabul edilmek istiyorum. 

7.4. Anayasa: Tanınma, Adalet, Özgürlük 

Anayasa her ne kadar teknik bir konu olarak bireylerin gündelik yaşamlarından uzak bir biçimde tartışılıyor olsa da Kürtlerin Türkiye içinde deneyimlediği çok şeyde varlığını sürdürür. Genel bir ifadeyle anayasalar gündelik hayat içerisinde pek çok şeyden daha fazla görünürdür. 1980 darbesi sonrasında askeri cunta tarafından hazırlanmış olan mevcut anayasa Konya Kürtlerinin gündelik yaşamına nüfuz etmiş ve gün içinde yapılacakların çerçevesini yılları kapsayacak boyutta çizmiştir. Alanda yaptığım görüşmeler sırasında anayasa kelimesini ağzıma alır almaz görüşmecilerim tek bir ağızdan “askerden bir kurtulsun bu anayasa” diyerek sivil bir anayasaya duydukları ihtiyacı belirttiler. “Türkiye’nin askeri baskıdan zor kurtulacağını” ifade ederek yeni sivil bir anayasanın “Türkiye gibi bir ülkede çok zor bir iş” olduğundan ve kendilerini “aştığından” yakındılar. “Herkesin kendini ifade ettiği bir anayasanın mümkün olduğunu” dile getirerek yeni anayasa tartışmaları vesilesiyle “özgürce yaşayacakları bir yaşam” hayal ettiklerini söylediler. “Kenan Evren anayasası yok olmalı”, “anayasa askeri vesayetten kurtarılmalı” gibi cümleler arasında ortak olarak “daha özgürlükçü”, “herkesin eşit olduğu”, “insan haklarına saygılı”, “ayrımcılığın son bulduğu”, “adaleti ve ahlakı yüksek” gibi ifadelerle yeni anayasadan beklentilerini rahatlıkla belirttiler: 

C/M: Yeni anayasadan kimliğimin tanınmasını, vatandaşlık tanımının buna uygun hale getirilmesini bekliyorum. Dilimi ve kültürümü geliştirmem için her türlü yasal ve anayasal güvencelerin getirilmesini istiyorum. Dil konusunda mevcut 
anayasadaki sınırlayıcı hükümlerin kaldırılması gerekir. Yani Kürtçeyle eğitim yapılmasının önü açılmalıdır. 

Ş/Ö: Etnik kimliklere vurgu yapılmadan bir anayasal vatandaşlık tanımının yapılmasını istiyorum. Şuandaki durum benim kimliğimi kabul eden bir durum değildir. 

F/I: Türk Kimliliğine atıf yapılmadan yeni bir vatandaşlık tanımının yapılması en büyük beklentimdir. Başka da bir şey istemiyorum. 

H/K: Ben bir Kürt olarak şunu beklerim Kürtçenin önündeki tüm engeller kaldırılsın, kimliğim tanınsın. Ben bunu istiyorum. 

Yukarıdaki anlatıların ortaya koyduğu temel ortak görüşün temsil ettiği gibi Konya Kürtlerinin yeni anayasadan beklentisi kimlik ve dil meselelerine 
odaklanıyor. Anayasanın vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi ve Kürtçenin kullanılmasının önündeki tüm sınırlandırmaların ve yasaklamaların 
kaldırılması ortak bir talep olarak gözüküyor. Alanda ulaştığım Kürtlerde kimlik ve dil konusunda ortak bir görüşün olduğu ve anayasadan da beklentinin bu iki kavram üzerinde yoğunlaştığı tarafımdan gözlemlenmiştir. 

Alanda geçirdiğim günler boyunca kadınların erkeklere oranla konulara daha cesur yaklaştığını belirtmeliyim. Erkeklerin sorduğum sorulara verdikleri yuvarlak cevaplara karşın kadınlar fikirlerini çok daha açık bir şekilde beyan ettiler. Erkeklerin kullanmaktan çekindikleri birçok kelimeyi ifade etmekten geri durmadılar. Bu durum erkeklerin kadınlara oranla iş hayatı gibi alanlarda Türklerle çok daha fazla ilişki kurmalarından kaynaklanıyor olabilir. Özellikle orta yaş ve üzeri kadınların ise çoğunlukla ‘evde’ oluşu ve bu şekilde özel hayat alanlarında Kürtlerle daha sıkı ağlarla birbirlerine bağlanmış olmaları söz konusu cesareti besliyor olabilir. Bir diğer neden de yine özellikle orta yaş ve üzeri kadınların genellikle Kürtçeden başka bir dil bilmemelerinin ya da Türkçede kendilerini yeterince rahat hissetmemelerinin Türklerle kurulan ilişki ağını gevşetmesi olabilir. Bunlardan biri de araştırmamın son günlerinde ulaştığım bir kadın görüşmecimdi. Zamanında Danimarka’da işçilik yapmış olan, dolayısıyla Avrupa demokrasisine aşina olan, şuanda Türkiye’ye temelli dönüş yoluyla gelmiş bulunan ellili yaşlardaki kadın görüşmecim H. anayasanın kimlik tanımına şu öneriyi getirdi: 

H/I: Anayasadan herkesin haklarına saygılı, eşitliği, adaleti gözeten bir kimlik tanımı bekliyorum. Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Çerkez herkesin kendi kimliğinin tek tek tanınmasını istiyorum. Bir sonraki cümle de bu kimlikleri bir birlik altında bir araya getirmeli. Bu kadar ben bir cahil kadınım ev kadınıyım (gülüyor). 

7.5. Ekonomik Yatırım: Bağımsızlık ve Balans 

Konya Kürtleri Türkiye’nin ekonomik sistemiyle bütünleşmiş, bariz ekonomik sorunları olmayan, büyük oranda refah ve zenginlik içinde yaşayan insanlardır. Cihanbeyli ve Kulu’nun gelişmiş köylerinin her biri (Tavşançalı, Yeniceoba gibi) adeta birer ilçeyi andırır. Son on yıl içerisinde Anadolu sermayesinin yükselişe geçmesiyle Konya’nın ekonomik olanaklarından çok daha ileri düzeyde yararlanmaya başlamışlardır. Alana çıkmadan önce beni meraklandıran en önemli konulardan biri Konya Kürtlerinin ekonomik yatırım konusunda neler söyleyeceği yönündeydi. Alanda bulunduğum süre boyunca refahın ve zenginliğin kimlik taleplerinin öne çıkarılmasında ve bu konuda bir savunma içerisinde bulunulmasında mücadelenin tersi yönünde bir etkisi olmadığına tanık oldum. Görüştüğüm kişiler için kimlikleri, dilleri ve kültürleri zenginliklerinden önce gelmekteydi. “Bir insanın en önemli ihtiyacının tanınmak olduğunu” ifade eden bir görüşmecim, “Kürtçeyi rahat konuşamıyorsam, kimliğimi bazen gizlemek zorunda kalıyorsam sahip olduğum maddi şeylerin ne önemi var ki?” diye sorarak ekonomik olanaklarının onun için ikincil planda kaldığını söyledi. Konya Kürtleri sistemle ekonomik bakımdan uyum içinde olmalarına karşılık, bölge insanında yaygın olarak bu ve benzeri düşüncelerin hâkim olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ulaştığım her Kürt, Kürt sorununun devletin Kürt politikasının bir sonucu olduğunu ve bu sonucu oluşturan nedenler arasında ekonomik faktörlerin son sıralarda geldiğini belirttiler. “Sizce Kürt sorununun ortaya çıkışında ekonomik faktörlerin rolü nedir?” soruma karşılık birbirleriyle hem fikir olarak sorunun esas itibariyle kimlik ve dil meselelerine dönük olduğunu belirttiler. “Yatırım ve teşvikler Kürt sorununu çözer mi” diye sorduğum bir diğer soruma ise şu cevapları verdiler: 

H/K: Tabiî ki ekonomik yatırımların gücü tartışılmaz bir etkiye sahiptir. Ancak Kürt sorununun çözümünde ekonomik yatırımların yanında kimlik ve dil 
meselesinin birlikte çözülürse yatırımlar bir anlam ifade eder. 

Ekonomik yatırımlar tek başına Kürt meselesini çözmez. Kimlik ve dil sorunu çözüldükten sonra ekonomik yatırımlar anlam kazanır. 

E/M: Kürt sorunu esasında bir kimlik sorunudur. Kimlik sorunu olduğu içinde ekonomik yatırımlar ve teşvikler tek başına bu sorunu çözemez. 

Kimlik sorunu bir şekilde çözüldükten sonra yatırımların ve teşviklerin bu sorunun kalıcı şekilde çözümüne büyük yardımı olacaktır. 

K/M: İşin özü şu kimlik ve dil sorunu çözülmedikçe diğer tüm alternatifler ekonomik yatırımlar dâhil Kürt sorununu çözemez. 30 senedir hep aynı şeyler söylendi. 

Ekonomik öncelikler konuşuldu, güvenlik önlemleri anlatıldı ama kimlik ve dil sorunu çözülmedikçe bu sorun çözülmez. 

İ/K: Sonuç itibariyle Kürt meselesi bir kimlik ve dil meselesidir. Neticede döndü dolaştı geldi kimlik ve dil sorununda takıldı. Anlaşılacağı üzere bu mesele çözüldüğü takdirde diğer meselelerde kendiliğinden çözülür. 

Yukarıdaki anlatılar Kürt sorunun çözümünde ekonomik yatırımlar ve teşviklerin önemini yadsımaksızın tek başına bu sorunu çözemeyeceğine dönüktür. Sorunun nihai çözümünde kimlik, dil ve ekonomik yatırım ve teşviklerin birlikte düşünülmesi gerekir. Alanda görüştüğüm Kürtler, Kürt sorununun yalnızca ekonomik faktörlerle ortaya çıkmadığını, sebeplerden sadece biri olabileceğini, meselenin temelinde işsizlik ve yoksulluktan öte Kürt kimliğinin ret ve inkârının yattığını ileri sürdüler. Dolayısıyla Kürtlerin kimlik ve dil konusundaki taleplerinin dikkate alınmasının öncelikli olarak yapılması gerekenler olduğunun altını çizdiler. Her ne kadar Kürt sorunu kimlik ve dil sorunu ise de aynı zamanda bölgenin ekonomik yatırım ve teşviklere ihtiyacı olduğu da belirttiler. Özetle, “kimlik ve dil meselesi çözülse dahi ekonomik yatırımlar yapılmadan sorunun kalıcı çözümünün” gerçekleşemeyeceğini, kalıcı çözüm için, “ekonomik yatırımların ve teşviklerin demokratikleşme adımlarıyla at başı yürümesi gerektiğini” dile getirdiler. Ekonomik refah ne kadar artarsa sorunun kalıcı çözümünün o denli yüksek olacağını, birinden biri eksik olduğu zaman çözümün gerçek anlamıyla sağlanamayacağını vurguladılar. Doğu Ergil’in 1995 yılında yazdığı “Doğu Sorunu: Teşhisler Ve Tespitler” adlı çalışmasında da Kürt sorununun çözümünde ve barışın kalıcı tesisinde Türkiye’nin politikası ne olmalıdır minvalindeki bir soruya deneklerin büyük çoğunluğu, Konya Kürtlerinin işaret ettiği noktayla özdeşleşen yönde, kimlik ve kültürel hakların tanınması ve demokrasinin yaygınlaştırılmasıyla ekonomik yatırım ve iş sahalarının birlikte 
ele alınıp belirli bileşimlerde uygulanması cevabını vermişlerdir (Ergil, 2009: 52-53). 

Türkiye Kürdistan’ının ekonomik bağımsızlığı Kürt sorununun çözümünün ekonomi ayağında önemli bir konu olarak göze çarpıyor. Konya Kürtleri kendi ekonomi deneyimlerinden tecrübeli olarak yatırım ve teşviklerle bir yere kadar gidileceğini, bir sonraki aşamanın kendi üretimini bağımsız olarak gerçekleştirmek olması gerektiğini vurguladılar: 

R/K: Doğuya yatırım tabi ki yapılmalıdır ama mühim olan ekonomik bağımsızlığın olmasıdır. Kürt sorununun en önemli nedenlerinden biri ekonomik bağımlılıktır. Hâlbuki bölgenin kendi kendine üretebilmesi gerekir. İnsanlar çalışmalıdır, evine bir lokma ekmek götürebilmelidir. 
Devletin bütçe ayırmasıyla çözülmez. Bu çözülürse göç vermeyi boş ver, göç alır. Bir İstanbul bir Manisa bir İzmir gibi insanlar Kürt olmadığı halde oralara 
taşınmak ister. Çünkü insanlar refah düzeyi yüksek yerleri sever. 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder