10 Kasım 2017 Cuma

TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASIVE VİZE DİYALOĞU BÖLÜM 7

TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASI VE VİZE DİYALOĞU BÖLÜM 7


VIZE SERBESTISI TANINMAZSA NE OLACAK?

Vize serbestisi yol haritasında, Türk vatandaşlarına Schengen bölgesinde vize zorunluluğunun kaldırılmasına yönelik verilecek kararda Türkiye’nin yol haritasındaki kriterleri karşılamasının yanı sıra aşağıdaki faktörlerin belirleyici olacağı kaydedilmektedir:

• Türkiye’den AB’ye vize başvurularının kabul edilmeme oranı
• Türk vatandaşlarının Schengen bölgesine girişlerinin geri çevrilme oranı
• Üye ülkelere yasa dışı yollardan girdiği ve buralarda yasa dışı olarak kaldığı tespit edilen Türk vatandaşlarının sayısı
• Türkiye’den üye ülkelere yapılan sığınma başvurularının sayısı
• Türkiye’nin AB’nin yapacağı geri kabul müracaatlarını reddetme sayısı
• Türkiye’den üye ülkelere yasa dışı yollardan girdiği ve buralarda yasa dışı olarak kaldığı tespit edilen üçüncü ülke vatandaşlarının sayısı
• Türkiye’den üye ülkelere sahte belgelerle geçmiş olan üçüncü ülke vatandaşlarının sayısı
• Türkiye’nin kolluk kuvvetlerince insan ticareti ve göçmen kaçakçılığına karşı yürütülen operasyonların sayısı
• Türkiye’nin kolluk kuvvetlerince yakalanan insan kaçakçılarının sayısı

Birçok AB yetkilisi, “hukuki” ve “takvime bağlı” bir metin olan GKA’nın aksine, vize diyaloğunun “liyakat temelli” ve “ucu açık” bir süreç olduğunu ve Türkiye 
gereklilikleri yerine getirinceye değin bu sürecin devam edeceğini vurgulamıştır.86 Yukarıda listelenen rakamsal kriterlere bakıldığında, Türkiye’nin GKA’nın uygulanması, insan kaçakçılığıyla mücadele ve sınır güvenliğine dair yapacağı hukuki ve kurumsal reformların AB nazarında yeterli olmayacağı, bu alanlarda aynı zamanda bazı somut sonuçlar beklendiği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen sayı ve oranlarda gözlemlenecek olumsuz yönde bir eğilim, vize serbestliğinin tanınmasını geciktirebilir. Öte yandan yol haritasında bulunan ve Türkiye’nin yerine getirmesi istenen kriterlerde bu tür somut ölçütler de bulunmamaktadır.87 Dolayısıyla bu sayı ve oranlardaki bir iyileşmenin de AB kurumlarınca yeterli görülmemesi mümkün olabilir. 

Komisyon’un 4 Mayıs 2016 tarihinde vize serbestisi teklifinde bulunmasının ardından Konsey ve Parlamento’nun alacağı kararlarda, Komisyon’un henüz tam 
olarak karşılanamamış olarak bahsettiği yedi kriterde atılacak adımlar kadar siyasi mülahazalar da belirleyici olacaktır. Konsey’deki oylamanın olumlu sonuçlanması nitelikli çoğunluk gerektirmekle beraber, üye ülkelerin bakanlarından oluşan bu kurumun, Komisyon’un yaklaşımına benzer bir tavır alacağı tahmin edilebilir. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’un açıklamaları, Konsey’in Türkiye ve AB’nin göç konusundaki işbirliğine büyük önem verdiğini göstermektedir.88 Konsey, bu işbirliğinin devam etmesi adına geriye kalan kriterler tamamen yerine getirilmiş olmasa dahi Türkiye’nin atmış ve atmakta olduğu adımları yeterli bulabilir. 

Parlamento’nun tavrının öngörülmesi ise daha zordur. Birçok farklı siyasi ve toplumsal kesimi temsil eden Avrupa milletvekillerinin tamamı Komisyon ve 
Konsey’in Türkiye’ye yönelik yaklaşımını benimsemeyebilir. Parlamento’da 14 Nisan 2016 tarihinde 133 ret oyuna karşılık 375 oyla kabul edilen Türkiye raporunda Komisyon’un ilerleme beklediği kişisel verilerin korunması, yolsuzlukla ve terörizmle mücadele gibi konulara özel vurgu yapılmış ve bunlara ilişkin Türkiye’ye birçok çağrıda bulunulmuştur.89 Bu alanlarda Komisyon’u ve Konsey’i tatmin edecek düzenleme ve uygulamalar Parlamento tarafından yeterli bulunmayabilir. 

Nitekim Komisyon’un 4 Mayıs 2016 tarihli olumlu raporuna karşın Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri, Türkiye’nin kalan kriterleri Haziran 2016 sonuna kadar tamamlayabilmesinin çok zor olduğunu ifade etmiştir.90 Karar süreçlerinde Konsey’in veya Türkiye ile işbirliğinin devamını arzulayan AB ülkelerinin çabaları, Parlamento’daki muhalif görüşe sahip milletvekillerini ikna etmeye yetmeyebilir. AB yasama prosedürlerinde Parlamento’nun onayı şart olduğundan, Avrupa milletvekillerinin söz konusu alanlardaki olumsuz görüşlerini devam ettirmeleri vize serbestisi sürecini akamete uğratabilir. 

Kaldı ki Konsey ve Parlamento’nun alacakları karar siyasi nitelikli bir karar olacağı için Türkiye’nin şartları kusursuz yerine getirmesi dahi vize serbestliğini 
garanti etmemektedir. Avrupa’da artan göçmen karşıtlığının91 bir sonucu olarak, 2017 yılında federal seçimlerin yapılacağı Almanya ve başkanlık seçimlerinin 
yapılacağı Fransa gibi ülkelerde siyasetçiler Türk vatandaşlarına tanınacak vize serbestliğinin ertelenmesi yönünde bir duruş benimseyebilirler. Bu şartlar altında AB, yol haritasındaki kriterlerin yeterince yerine getirilmediği gerekçesiyle vize diyaloğu sürecini uzatma ve Türkiye’ye kısa vadede birtakım vize kolaylıkları önerme yoluna gidebilir. Nitekim Ortak Eylem Planı’nda öngörülen vize serbestisi tarihi yaklaştıkça Avrupa’da çeşitli çevrelerce bu konuda yeni fikirler ortaya atılmaya başlamış, Türkiye’ye tanınacak vize serbestliğinin belirli koşullar altında askıya alınabilmesi ya da ilk etapta yalnızca iş adamlarını ve öğrencileri kapsaması gibi özel formüller tartışılmıştır.92 

Kısacası Türk vatandaşlarının tamamına yönelik bir vize serbestisinin yakın bir gelecekte gerçekleşmemesi ihtimal dahilindedir. Halbuki Türkiye, AB’nin diğer 
birçok ülkeye GKA ve vize yol haritası süreçlerinin sonucunda tanıdığı vize serbestisini kendi vatandaşları için de tanımasını beklemektedir. Türkiye’den yetkililer, vizelerin kaldırılması yönünde gerekli adımların makul bir süre içerisinde atılmaması durumunda GKA’nın uygulanmasından vazgeçilebileceğini ifade etmektedirler.93 

Süresiz olarak akdedilmiş bir anlaşma olan GKA’yı gerek Türkiye’nin, gerekse AB’nin tek taraflı olarak feshetme hakkı bulunmaktadır. Buna göre, anlaşmanın 
fesholunduğu karşı tarafa bildirildikten altı ay sonra anlaşma otomatik olarak yürürlükten kalkmış olmaktadır (madde 24/5). 16 Aralık 2013 tarihli 
mutabakat zaptında Türkiye, GKA’yı üçüncü ülke vatandaşlarına uygulamaya başladığı tarihe kadar Komisyon tarafından Konsey ve Parlamento’ya vizelerin 
kaldırılması için teklifte bulunulmadığı takdirde anlaşmanın söz konusu maddesini işletebileceğini açıkça belirtmiştir (madde 5). Komisyon 4 Mayıs 2016 
tarihinde bu teklifi yapmış olmakla beraber Türkiye’nin henüz bazı şartları yerine getirmediğini açıklamış, Konsey ve Parlamento’da gerçekleşecek karar alma süreçleri de bu yüzden belirsiz bir hale gelmiştir. Bu belirsizlik karşısında Türkiye, GKA’yı üçüncü ülke vatandaşları için uygulamaya koymamıştır. 
Ortak Eylem Planı’nın ve Mart 2016 mutabakatının bağlayıcılığı bulunmadığından bu durum hukuken bir sorun meydana getirmemektedir. Usulüne göre 
yürürlüğe konmuş bir milletlerarası anlaşma olan GKA’ya göre ise Türkiye’nin en geç 1 Ekim 2017’ye kadar bu anlaşmayı üçüncü ülke vatandaşları için uygulaması gerekmektedir. Bu tarihe kadar vize serbestisi hakkında somut bir ilerlemenin gerçekleşmemesi durumunda Türkiye GKA’yı askıya alma yoluna 
gidebilir. Büyük ve ani bir iade baskısı mevcut olmadığı sürece Türkiye’nin vize serbestisi olmaksızın GKA’yı uygulamaya devam etmesi fazla maliyetli bir durum yaratmayacaktır. Türkiye’nin bunu yaparken diğer taraftan AB’nin vize serbestisi konusundaki kararını gözden geçirmesi için taleplerini yoğunlaştırması ve bunun için makul bir süre beklemesi yerinde olacaktır. Bu süre zarfında AB kurumlarının olumlu yönde adım atmamaları ya da karar süreçlerinin olumsuz neticelenmesi durumunda Türkiye GKA’nın feshini gündeme alabilir. 

Türkiye’nin anlaşmayı feshetme girişimlerine AB’nin o güne değin kapasite artırımı ve sığınmacıların barındırılması için sağlamış olduğu maddi destekleri işaret ederek itirazda bulunacağı tahmin edilebilir. Bu durumda bir başka seçenek olarak anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi de gündeme gelebilir. Nitekim son yıllarda Pakistan’a yönelik geri gönderimlerin haksız olduğuna yönelik itirazlar karşısında AB, bu ülkeyle yürürlükteki GKA’yı gözden geçirmeyi kabul etmiştir.94 Fakat Gümrük Birliği Anlaşması örneğinde de görüldüğü gibi, Türkiye ile AB arasındaki anlaşmaların revizyonu pek kolay olmayabilmektedir. Tarafların GKA’nın revizyonu üzerinde anlaşamaması halinde fesih seçeneği Türkiye için daha pratik bir çözüm haline gelebilir. Anlaşmanın feshi ise AB’nin üzerindeki göçmen baskısını hafifletebilecek mekanizmalardan birini kaybetmesi demek olacaktır. Türkiye üzerinden Avrupa’ya yönelik gerçekleşen düzenli göçte Mart 2016 mutabakatından sonra kayda değer bir azalma kaydedilmiş olması, AB ülkeleri için Türkiye ile olan işbirliğinin devamının ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca AB’nin tatmin edici sebepler göstermeksizin Türkiye’ye vize serbestisi tanımayı geciktirmesi, Türkiye’de AB’ye karşı son yıllarda zaten oldukça azalmış olan güveni daha da zedeleyecektir. 

Bu sonuçların doğurabileceği riskler karşısında AB ve üye ülkelerin ahde vefa prensibi içinde hareket etmeleri beklenmektedir.

SONUÇ

Türkiye, AB’ye adaylık statüsünü aldıktan kısa süre sonra AB’nin bir geri kabul anlaşmasının imzalanmasına yönelik talepleriyle karşılaşmış, düzensiz göçün 
artabileceğine yönelik çekincelerinden dolayı başlangıçta bu taleplere oldukça isteksiz yaklaşmıştır. AB’nin uzun yıllar süren ısrarları ve vize kolaylığı önerileri 
karşısında Türkiye, anlaşmayı imzalamayı ancak vatandaşlarına vize serbestisi vaat edildiğinde kabul etmiştir. 16 Aralık 2013’te imzalanan ve 1 Ekim 2014’te 
yürürlüğe giren anlaşmada Türkiye’ye göç yönetimi, düzensiz göçmenlerin barındırılması, sınır güvenliğinin sağlanması gibi konularda kapasitesini artırması için üç yıllık bir sürenin tanınmış olması ve AB’nin kitlesel geri gönderimleri bu adımların atılmasının ardından başlatacak olması, Türkiye için rahatlatıcı faktörler olmuştur. Anlaşmanın imzalanmasından itibaren atılan adımlarla Türkiye bu konularda hukuki ve kurumsal bakımdan birçok ilerleme kaydetmiş, bu sayede AB’nin daha sonra anlaşmanın uygulanmasının geriye çekilmesine yönelik sunduğu talepler büyük bir kaygı meydana getirmemiştir. Türkiye, Avrupa’dan gönderilecek düzensiz göçmenleri AB’nin sağlayacağı maddi ve teknik desteğin de yardımıyla 1 Haziran 2016’dan itibaren kabul edebilecek kapasiteye ulaşabileceğini hesaplamıştır. Vize diyaloğu sürecinin takviminin de bu sayede erkene çekilecek olması, Türkiye için önemli bir teşvik kaynağı olmuştur. 

Konuya AB tarafından bakılacak olursa, düzensiz göçün önlenmesi için kaynak ve transit ülkelere önerilen GKA, 2000’li yılların başlarında Türkiye’ye de önerilmiş, 
Türkiye’nin anlaşma konusundaki isteksizliği karşısında bu teklife Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı -aradan 10 yıl geçtikten sonra- eklenmiştir. 2015 yılının yaz aylarından itibaren başta Suriye’den olmak üzere çeşitli bölgelerden Avrupa’ya yönelik düzensiz göçler beklenmedik bir yoğunluğa ulaşmıştır. Ne zaman dineceği belli olmayan bu düzensiz göç dalgasının AB içinde tamiri mümkün olmayan siyasi ve ekonomik krizlere yol açma ihtimali karşısında AB ülkeleri bir tedbir olarak çevre ülkelerle sınır güvenliğinin artırılması ve düzensiz göçün durdurulması için işbirliğini geliştirme yoluna gitmiştir. Avrupa istikametindeki göç rotalarının üzerinde bulunmasından dolayı Türkiye, AB’nin düzensiz göçün durdurulması için en kritik gördüğü ülkelerden biridir. Bu sebeple AB ile Türkiye arasında 16 Aralık 2013’te imzalanan GKA’nın uygulanmasının hızlandırılması AB açısından kritik bir konu haline gelmiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin düzensiz göçle mücadeleye ve Suriyeli sığınmacıların entegrasyonuna yönelik tedbirleri daha hızlı almasını isteyen AB, Türkiye’ye bütün bunları yapmanın karşılığında teknik ve finansal destek önermiştir. 
Böylelikle AB, bir yandan Türkiye üzerinden geçtiği tespit edilen düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye iadesine daha erken başlamayı, diğer yandan ise Avrupa’ya yönelik yeni göç dalgalarını Türkiye’de durdurmayı amaçlamıştır. 

Kısacası her iki tarafın gözünden bakıldığında, GKA ve vize diyaloğu süreçlerinin bugüne değin kazançlı bir şekilde ilerlediği söylenebilir. 29 Kasım 2015’te 
yürürlüğe giren Ortak Eylem Planı ve Mart 2016 mutabakatında alınan kararlarla beraber düşünüldüğünde bu süreçler, iki taraf arasındaki diyalog kanallarını kuvvetlendirerek işbirliği alanlarını genişletmiştir. Türkiye ile işbirliği AB’ye düzensiz göç baskısı karşısında kısa vadede rahatlama imkanını vermiş, Türkiye ise bu dönemde bir yandan göç ve sınır yönetiminin modernleşmesini hızlandırırken diğer yandan AB ile vizelerin karşılıklı kaldırılması hususunda önemli bir yol kat etmiştir. İki taraf arasındaki yakınlaşma sayesinde aynı zamanda göç ve vize konularıyla doğrudan bağlantılı olmayan üyelik müzakereleri ve Gümrük Birliği Anlaşması’nın gözden geçirilmesi gibi konularda sınırlı da olsa bazı ilerlemeler sağlanmıştır.

GKA ve vize diyaloğu süreçleri, Türkiye’de sınır ve göç yönetiminin yeniden yapılandırılması için itici bir güç olmuştur. Türkiye’de bu alanda çalışmakta olan 
kurumlar, anlaşmanın zamanında ve gereğince uygulanması yolunda ortak çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. Sınır ve göç yönetimine ilişkin kurumların 
uluslararası standartlar uyarınca yeniden yapılandırılması ve çok parçalı yapıdan koordineli bir mekanizmaya geçişin sağlanması için birçok önemli adım atılmıştır. 
Bu reformlar gerçekleştirilirken AB’den maddi ve teknik destek alınmıştır.

Avrupa’ya yönelik düzensiz göçün durdurulması ve caydırılması için sınır güvenliğini artırıcı ve sınır kapılarındaki kontrolleri sıkılaştırıcı tedbirlerin önemi 
büyüktür. GKA ve vize serbestisi yol haritası, Türkiye’yi sınır ve sahil güvenliği konularında AB birimleriyle ve üye ülkelerle işbirliğini teşvik etmektedir. Bu işbirliği, hem Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlaması, hem de Avrupa ile entegrasyon sürecinin derinleşmesi bakımından Türkiye’nin yararınadır. 

Türkiye ile AB Sınır Yönetim Ajansı (Frontex) arasında ilk olarak 28 Mayıs 2012 tarihinde arasında bir mutabakat zaptı imzalanarak sınır güvenliğine ilişkin 
konularda iki taraf arasında tecrübe ve bilgi paylaşılması, ortak analiz ve araştırmalar yürütülmesi ve kapasite artırımı projeleri gerçekleştirilmesi öngörülmüştür.95 
Bu tarihten sonra Frontex ile artırılan işbirliğiyle özellikle Türkiye’nin Avrupa sınırlarında güvenlik tedbirleri sıkılaştırılmıştır. 2015 yılının ilk çeyreği için 
yayımlanan Frontex raporunda, Türkiye’nin Mersin limanında ve Trakya’daki sınırlarında aldığı tedbirlerin olumlu sonuçlar verdiği ve düzensiz göçmenleri farklı güzergah ve yöntemlere ittiği tespit edilmiştir.96 Ne var ki bu tedbirler, yılın sonraki aylarında artan yoğun göç dalgasını önlemeye yetmemiştir.97 AB’nin Ege sularında düzensiz göçün önlenmesi konusundaki teşvikleri bundan sonra da devam etmiş, önce Şubat 2016’da NATO’ya bağlı gemiler Ege’de faaliyet göstermeye başlamış,98 
7 Mart 2016 tarihindeki Türkiye-AB zirvesinde de 2016 yılı içerisinde AB’ye bağlı Sınır ve Sahil Güvenlik birimlerinin Ege Denizi’nde tam kapasiteyle çalışacak hale getirilmesi kararlaştırılmıştır.99 

Üye ülkelerle işbirliğinden de bazı somut sonuçlar elde edilmektedir. 

Örneğin Ocak 2016’da Türkiye ve Almanya emniyet birimlerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri operasyonda mültecileri Türkiye’den Avrupa’ya yasa dışı yollarla taşıyan uluslararası bir insan kaçakçılığı şebekesi çökertilmiştir.100 25 Mayıs 2015 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasında düzensiz göç ve sınır güvenliği konularında koordinasyonun artırılması amacıyla imzalanan anlaşmanın101 yürürlüğe girmesiyle üç ülke arasındaki kara sınırlarının daha sıkı kontrol altında tutulması sağlanabilecektir. Ayrıca Ege’deki insan kaçakçılığını önlemede eş güdümlü hareket edilmesi adına Türkiye ve Yunanistan arasında bir güvenli iletişim hattı kurulması için teknik düzeyde görüşmeler başlatılmıştır.102

Öte yandan Türkiye’nin sınır kontrollerini sıkılaştırması ve insan ticaretine karşı yeni önlemler almasının Avrupa’ya yönelik düzensiz göçleri zorlaştıracak 
olsa da tamamen ortadan kaldıracağı iddia edilemez. Göç üzerine çalışan uzmanlar, Türkiye’de bulunan 3 milyona yakın düzensiz göçmenin en azından bir kısmının bütün şartları zorlayarak AB’ye geçmeye çalışacağını öngörmektedirler.103 Nitekim insan kaçakçılığı ve düzensiz göçe karşı tedbirlerin sıkılaştırılmasına ve zorlu kış şartlarına rağmen Ege denizi üzerindeki göç trafiği 2016 yılının ilk aylarında devam etmiştir. Mart 2016’da AB’nin Balkan güzergahını kapatma kararı alması ve Yunan adalarına geçecek düzensiz göçmenleri geri göndermek için Türkiye ile anlaşmasının Ege denizi üzerindeki göçmen trafiğinde kısa süre içinde keskin bir düşüş meydana getirdiği bir gerçektir.104 Bununla beraber Suriye krizinin geleceği belirsiz olduğundan her an buradan Türkiye ve AB istikametinde yeni göç dalgalarının yaşanma riski söz konusudur.105 

Gelecekte farklı ülkelerde yaşanabilecek siyasi, toplumsal ve ekonomik krizler de büyük göç dalgalarına sebebiyet verebilir. Dünyanın çeşitli bölgelerinden 
Avrupa’ya sığınmacı olarak geçmek isteyen kişiler Ege ve Balkan güzergahlarına alternatif yollar arayabilirler.106 Kısacası, Suriye’de ve diğer çatışma alanlarında normalleşme geciktikçe ve birçok Asya ve Afrika ülkesinde açlık, sefalet ve işsizlik devam ettikçe ne Türkiye’nin göçmenlerin uyumu için atacağı adımlar ne Ege Denizi’nde uygulanacak sahil güvenlik tedbirleri ne de AB’nin Türkiye’ye vereceği maddi ve teknik yardımlar Avrupa’ya düzensiz göçü durdurabilir. Bu bakımdan 29 Kasım 2015 zirvesi ve Mart 2016 mutabakatında alınan kararların mülteci krizine ancak geçici çözümler önerdiği söylenebilir. Gelecekte Avrupa’ya yönelik yeni göç dalgalarının ortaya çıkması, gerek Türkiye-AB arasındaki Ortak Eylem Planı’nı, gerekse GKA ve vize serbestisi kapsamında Türkiye’nin gerçekleştirdiği düzenlemeleri pratikte anlamsız hale getirebilir. 

GKA ve vize diyaloğunun bir başka olumlu yönü olarak, bu süreçlerin Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerine doğrudan ve dolaylı katkılarının olduğu söylenebilir. 
Öncelikle bu iki süreç kapsamında gerçekleştirilen reformlar, GKRY tarafından bloke edildiğinden henüz açılmamış durumda bulunan 23 ve 24 numaralı 
fasılların içeriğiyle birçok bakımdan örtüşmektedir. Türkiye’nin atmış olduğu adımlar gelecekte bu fasıllarda daha hızlı yol alınmasını sağlayacaktır. Bu iki 
süreç aynı zamanda, Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinden farklı bir ilişki düzlemi meydana getirmesi bakımından da önem taşımaktadır. Bu düzlemde yürütülen süreçler olumlu ilerlediği ve uygulamalarda sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde iki tarafın bürokratik ve siyasi çevreleri arasındaki karşılıklı güven artacaktır. Vize serbestliğinin uygulamaya geçmesiyle de Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki turistik, ticari, kültürel, bilimsel ve sanatsal aktiviteler yoğunlaşacak ve böylece toplumsal ve ekonomik bağlar güçlenecektir. 

Yine de vize diyalog sürecinin ve vize serbestliğinin Türkiye’nin üyelik sürecine sağlayacağı katkılardan kısa ve orta vadede büyük neticeler beklemek gerçekçi 
olmaz. Ne de olsa AB, üyelik perspektifi olmayan birçok ülkeye de vize serbestliği tanımıştır.107 Nasıl ki 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması, o tarihteki beklentilerin aksine, Türkiye’nin AB üyeliğini hızlandırmada kayda değer bir rol oynamamışsa, Türk vatandaşlarına sağlanacak vize muafiyeti de AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin tam üyeliğine dair tercihlerinin değiştiği anlamına gelmeyecektir.

GKA kapsamında Türkiye’ye tam olarak kaç kişinin geri gönderileceğinin belirsiz oluşu, anlaşmanın barındırdığı en önemli risktir. Bu riskin azaltılması için 
Türkiye’nin ekonomik amaçlı düzensiz göçleri durdurmaya yönelik tedbirleri artırması ve üçüncü ülkelerle GKA’lar imzalamaya hız vermesi gerekmektedir. Bununla beraber, Türkiye için esas riski ekonomik göçmenler değil, öngörülemeyen kriz ve çatışmalar neticesinde ortaya çıkacak büyük göç dalgaları oluşturmaktadır. 

GKA, bundan böyle Türkiye’ye gelecek her sığınmacının kendi ülkesine geri dönemediği müddetçe Türkiye’de kalacak olma ihtimalini artırmıştır. Bu risk karşısında, 29 Kasım zirvesinde yürürlüğe konmuş olan Ortak Eylem Planı’nda da öngörüldüğü gibi, gerek mevcut sığınmacıların ihtiyaçlarının karşılanmasında, gerekse gelecekteki sığınmacıların kabulünde AB’nin Türkiye ile sürekli bir eşgüdüm ve külfet paylaşımı içinde olması büyük önem taşımaktadır. 

Türkiye’nin GKA’yı uygulamasında karşılaşacağı mali ve teknik güçlüklerin aşılmasında AB’nin aktif destekte bulunacağı, anlaşmanın ekinde zaten beyan edilmiştir. Bu beyan uyarınca, gerek düzensiz göçün önlenmesi gerekse geri kabul kapasitesinin artırılması için AB, bilgi paylaşımı ve koordinasyon desteğinin yanı sıra IPA fonlarından maddi destekte bulunmaktadır. Bu fonlara ek olarak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara temel hizmetlerin sağlanması için toplam 6 milyar avroluk bir ek meblağ tahsis edilmiş, bu meblağ kademeli olarak serbest bırakılmaya başlamıştır.108 Ne var ki Türkiye’nin 2010 yılından itibaren yalnızca Suriye’den gelen mülteciler için yaptığı harcamaların boyutları dikkate alındığında AB’nin taahhüt ettiği bu desteklerin ancak kısmi ve kısa süreli bir fayda sağlayabileceği anlaşılmaktadır. 

Ayrıca AB ülkelerinin bu meblağın 3 milyar avroluk ilk kısmının ödenme prosedürü üzerinde dahi uzun süre anlaşmaya varamamaları,109 AB ve Türkiye arasındaki külfet paylaşımının orta ve uzun vadede ne yöne ilerleyeceğine ilişkin 
soru işaretleri meydana getirmeye yeterlidir. Adaletli bir külfet paylaşımının yalnızca maddi ve teknik yardımla sınırlı kalmaması ve AB ülkelerinin sığınmacıların barındırılması konusunda daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerektiği açıktır. Bununla beraber, Suriyeli mülteci krizinin kalıcı olarak kontrol altında alınabilmesi için, Ortak Eylem Planı ve Mart 2016 mutabakatında da belirtildiği üzere AB ve Türkiye’nin krizin altında yatan sebeplere yoğunlaşarak Suriye’deki insani şartların iyileştirilmesi konusunda ortak çaba sarf etmeleri – bunun için bir hayli geç kalınmış olmakla beraber – iki taraf için de faydalı sonuçlar verecektir. 

Avrupa’ya sığınma amacıyla geçen düzensiz göçmenlerin GKA kapsamında Türkiye’ye iade edilip edilmeyeceği konusu, anlaşmanın uygulaması esnasında tartışmalara yol açabilir. Halen Yunanistan’ın Türkiye’yi “güvenli üçüncü ülke” ilan ederek Türkiye üzerinden geçmiş bütün sığınmacıların iltica başvurularını reddetme ve bu kişileri GKA kapsamında Türkiye’ye iade etme yoluna gideceğine dair sinyaller mevcuttur. Bu ise Türkiye’nin vize diyaloğu yol haritasında karşı çıktığı bir uygulama olacağından Yunanistan’ın yapacağı geri gönderim başvuruları Türkiye tarafından reddedilebilir. Ortaya çıkacak bu durum ise GKA’nın işlerliğini ortadan kaldırabilir. 

Bir görüşe göre vize serbestiğinin GKA ve yol haritasına endekslenmiş olması, Türkiye’nin 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol ile kazanılmış 
haklarının AB ülkelerince uygulanmamasını meşru hale getirmektedir.110 Bu görüşe binaen, konu TBMM komisyonlarında görüşülürken bazı milletvekilleri 
GKA ve vize yol haritasına muhalefet şerhi koymuşlar, Türkiye’nin vize serbestliğini GKA imzalamaksızın talep etmesi gerektiğini belirtmişlerdir.111 Gerçekten de, Schengen ülkelerinin Türk vatandaşlarına uyguladıkları vize rejiminde haksızlıkların mevcut olduğu Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) bazı kararlarıyla tescil edilmiştir. Bunlardan en bilineni, Mehmet Soysal ve İbrahim Savatlı adlı iki Türk TIR şoförünün Almanya’ya vize alamamaları sonucu açtıkları davadır (C-228/06). ABAD bu davayı 19 Şubat 2009 tarihinde karara bağlamış ve davacıları haklı bulmuştur. Fakat ne var ki mahkemenin bu konudaki yorumu, yalnızca aktif hizmet sunan Türk vatandaşlarını ve 1 Ocak 1973 tarihinde Türk vatandaşlarından vize istemeyen AB ülkelerini kapsamaktadır. Davanın sonucunda Avrupa Komisyonu, ücret karşılığı hizmet sunan Türk vatandaşlarının Almanya, Hollanda ve Danimarka’ya karayolundan vizesiz girebilmesine olanak tanımıştır.112 

Buna karşılık aktif hizmet sağlayıcısı olmayan Türk vatandaşlarının AB’ye seyahat edebilmeleri için vize gerekliliği devam etmiştir. Ayrıca aktif hizmet sağlayıcılarının Almanya, Hollanda ve Danimarka dışındaki AB ülkelerine girmek için yine vizeye ihtiyaçları bulunmaktadır. Bazı hukukçuların mahkemenin yorumunun oldukça dar kapsamlı olduğuna ve vizesiz seyahatin bütün Türk vatandaşları için uygulanması gerektiğine dair görüşleri dikkate alınmamıştır.113 

Kısacası uluslararası mahkemeler vizesiz seyahati Türk vatandaşları için kazanılmış bir hak olarak değerlendirmemiştir. Dahası mahkemelerin bu konudaki kararları tek başına yeterli olmamakta, Türk vatandaşları için müspet bir kararın çıkması durumunda dahi üye ülkelerin tek tek mevzuatlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Schengen Anlaşması ve Dublin Düzenlemesi gibi temel metinlerin dahi üye ülkelerce fiilen delindiği günümüz şartlarında Türkiye’nin vize serbestisi için uluslararası hukuk temelindeki itirazlarının somut sonuçlar doğurmasının çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. Vize diyaloğu ise Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz seyahati için resmi bir süreç başlatmış olup buradan 2016 yılı içerisinde bir sonuca varılması beklenmektedir. Bugün AB’nin içinde bulunduğu mülteci krizi, bu sürecin Türkiye’nin istediği şekilde sonuçlanması için üye ülkeler üzerinde siyasi bir baskı ve motivasyon kaynağı teşkil etmektedir. Anlaşma tek taraflı olarak feshedilebildiğinden, Avrupa üzerindeki bu baskı ve motivasyon Türkiye GKA’yı tam olarak uygulamaya başladıktan sonra da devam edecektir. 

Daha önce de değinildiği üzere, Türk vatandaşlarına AB’ye vizesiz seyahat hakkı tanınmasının getireceği birçok ekonomik, sosyal, kültürel hatta siyasi faydalar 
bulunmaktadır. Bununla beraber vize serbestliğinin ilanihaye devam edecek bir hak veya imtiyaz olduğu da varsayılmamalıdır. Bugün gerek Türkiye’nin sosyo-
ekonomik şartlarının uygunluğu gerekse uluslararası göçlerin meydana getirdiği kriz ortamı, AB’nin Türk vatandaşlarına vize serbestisi tanıması için uygun 
bir zemin teşkil etmektedir. Öte yandan gelecekte ekonomi, siyaset veya güvenlik gibi sebeplerden dolayı Türkiye’den AB’ye kitlesel bir göç dalgasının ortaya çıkması durumunda AB, Türk vatandaşlarına tanıdığı vize serbestliğini askıya alabilir. Parlamento ve Konsey’in 11 Aralık 2013’te kabul ettiği 1289/2013 sayılı düzenlemeyle, bir üye ülkede kamu düzeni veya güvenliğinin vize uygulanmayan bir ülkeden gelen yabancılardan dolayı tehdit altına girmesi durumunda o ülke vatandaşlarına geçici olarak vize uygulanabilmesi mümkün hale getirilmiştir.114 Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk’tan son yıllarda AB’ye düzensiz göçün yüksek sayılara ulaşması bu ülkelere yeniden vize uygulanma ihtimalini gündemde tutsa da AB yetkilileri henüz buna başvurmamayı tercih etmişlerdir. Fakat Türkiye gibi büyük nüfusa sahip bir ülkeden gerçekleşecek düzensiz göçlere karşı AB farklı bir tedbire başvurabilir. Nitekim Komisyon’un Türkiye için vize serbestisi teklifinde bulunduğu esnada, üçüncü ülkelere tanınan vize serbestliğinin belirli koşullarda hızlandırılmış bir şekilde askıya alınmasını sağlayacak bir “acil fren mekanizması” fikri Almanya ve Fransa tarafından ortaya atılmış115 ve bu fikir kısa süre içerisinde Konsey tarafından benimsenmiştir.116 Konsey’in kabul ettiği belgede, AB ile geri kabul konusundaki işbirliğinin gerilemesinin vize serbestliğinin askıya alınma sebepleri arasında sayılması dikkat çekicidir.

Dahası Avrupa’nın 2015 yılının yaz aylarında karşı karşıya kaldığı göçmen akını, Schengen rejiminin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu dönemde Avusturya, Almanya, Fransa, Danimarka ve İsveç sınır kontrolleri uygulamaya başlamış, AB ülkeleri Schengen’in iki yıllığına askıya alınmasını tartışmışlardır.117 

Avusturya İçişleri Bakanı Johanna Mikl-Leitner, Yunanistan’ı mülteci akınını kontrol edememesi durumunda Schengen bölgesinden geçici olarak çıkarılabileceği konusunda uyarmış,118 Hollanda hükümet yetkililerinden ise mülteci krizi yüzünden Schengen rejiminin işlerliğini kaybettiğine ve Kuzeybatı Avrupa ülkelerinin kendi aralarında bir “mini Schengen bölgesi” kurabileceklerine dair açıklamalar gelmiştir.119

Gelecekteki benzer ve öngörülemeyen bir krizin sonucu olarak Schengen vize rejiminin çökmesi durumunda Türkiye’ye tanınacak olan vize serbestliğinin de anlamsız hale geleceği açıktır. Bu yüzden Türkiye’nin vize serbestisi yolunda atacağı adımları belirlerken AB’nin ortak sınır yönetimi ve vize politikalarının bir gün değişebileceğini göz önünde bulundurması isabetli olacaktır. Zira gelecekte vize serbestisinin askıya alınması veya önemini kaybetmesi mümkün olabilecekken vize diyalog sürecinde atılacak bazı adımlar Türkiye için kalıcı ve geri çevrilmesi zor sonuçlara yol açabilir. Özellikle güvenliği ilgilendiren konularda yapılacak düzenlemeler belirlenirken bu durumun dikkate alınmasında yarar vardır.

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder