DOĞU AKDENİZİN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK., BÖLÜM 1
Analiz
ORSAM
No: 236 / Ekim 2019
DOĞU AKDENİZ’İN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK
DOÇ. DR. İSMAİL ŞAHİN
ORSAM
Telif Hakkı
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2019
Bu çalışmaya ait içeriğin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu çalışmada yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. ISBN : 978-605-69731-2-3
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
Adresi : Mustafa Kemal Mah. 2128 Sok. No: 3 Çankaya, ANKARA
Telefon : +90 850 888 15 20 Faks: +90 (312) 430 39 48
Email : info@orsam.org.tr
Fotoğraflar: Anadolu Agency (AA), Shutterstock
Analiz No:236
ANALİZ
ORSAM
DOĞU AKDENİZ’İN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK.,
Yazar Hakkında
Doç. Dr. İsmail Şahin
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmaktadır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’nda yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamlamıştır. Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs yoğunlaştığı çalışma alanları arasında yer almaktadır. Doç. Dr. İsmail Şahin’in bahsi geçen konularda birçok makale ve köşe yazısının yanı sıra, “Kıbrıs’ta Siyasal Çatışmaların Toplumsal Kökeni”, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası I” ve “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası II” adlı kitap çalışmaları da bulunmaktadır.
Ekim 2019
orsam.org.tr
İçindekiler ........................................................3
Kıbrıs’ta Tarihsel Arka Plan...................................3
Barış Pınarı Harekâtı’nın Genel Çerçevesi ...............7
Sonuç ..............................................................10
Analiz No:236
Doğu Akdeniz’in İki Yakasında Barış ve Kaos Arayışlarına Kıbrıs ve Suriye’den Bakmak
Giriş
Bu yazının amacı “Kıbrıs Barış Harekâtı” ile “Barış Pınarı Harekâtı” arasındaki koşutluk ve devamlılığın anlaşılmasına katkı sağlamaktır.
Adanın Yunanistan ile birleştirilmesi arzusundan doğan Kıbrıs sorunu uluslararası basını etkileme gücüne sahip Türkiye aleyhtarı lobilerin etkisi, Batılı politikacılar ın ve aydınların Antik Yunan hayranlığı, Türkiye’nin Kıbrıs Türkleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel bağ kurmasından rahatsızlık duyan siyasi aktörlerin faaliyetleri ve Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda etki gücünün zayıf olması gibi birçok nedenden dolayı uluslararası kamuoyunda Rum tezleri ışığında kabul gördü.
Bu yüzden 1960 yılında Kıbrıslı Türklerin ve Rumların siyasi eşitliği üzerine kurulan ortak devletin, 1963-74 yılları arasında bir Rum devletine dönüştürül mesi, uluslararası toplumu rahatsız etmedi. Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlikten azledilmesine neden olan olaylar dizisine kafa yormayan siyasi aktörlerin ve uluslararası basının, uluslararası hukuk tarafından tesis edilen bu siyasi eşitliği yeniden Kıbrıslı Türklere kazandırma adına, barışçıl çözüm yollarının sonuçsuz kalmasıyla, uluslararası hukuka ve uluslararası antlaşmalara uygun bir şekilde düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı’na odaklanmaları ve bu girişimi “işgal” olarak nitelendirmeleri önyargılı ve tek taraflı bir bakış açısına güzel bir örnektir.
< Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlikten azledilmesine neden olan olaylar dizisine kafa yormayan siyasi aktörlerin ve uluslararası basının, uluslararası hukuk tarafından tesis edilen bu siyasi eşitliği yeniden Kıbrıslı Türklere kazandırma adına,barışçıl çözüm yollarının sonuçsuz kalmasıyla, uluslararası hukuka ve uluslararası antlaşmalara uygun bir şekilde düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı’na odaklanmaları ve bu girişimi “işgal” olarak nitelendirmeleri önyargılı ve tek taraflı bir bakış açısına güzel bir örnektir. >
Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı dolayısıyla bugün de benzer bir uluslararası linç girişimiyle karşı karşıyadır. Küresel aktörler, Arap Baharı’ndan günümüze ulaşan süreçte, şahin politikalarla bölgeyi yeniden tanzim etme stratejileri kapsamında gayrimeşru yerel unsurlarla iş birliği kurdular. Bu iş birliğinin genel amacı, doğalgaz ve petrol kaynakları üzerindeki hâkimiyeti artırmak ve böylece alternatif projelerle enerji güvenliğini sağlamak iken; özelde İsrail’in güvenlik kaygılarını gidermek şeklinde özetlenebilir. Bu politikaya dayalı denklemde Türkiye’den temel beklenti ya bu siyaseti desteklemesi ya da tarafsız kalmasıdır.
Şayet Türkiye beklenilenin aksine bir yol takip edecek olursa; o zaman tüm unsurlarla ülke üzerinde baskı kurulacak ve Türkiye’nin geri adım atması sağlanacaktır. İskenderun Körfezi, Suriye kıyıları ve Kıbrıs adası, yürütülen büyük stratejide önemli köşe taşlarıdır.
Kıbrıs’ta Tarihsel Arka Plan.,
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un, Yunanistan’daki cunta yönetimiyle arası hiçbir vakit iyi olmadı. Bunun nedeni olarak, Makarios’un SSCB ile ilişkileri, ABD ve NATO’ya karşı tutumu ile 1960’lı yılların sonlarına doğru Enosis yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması fikrinden uzaklaşması gösteriliyordu.
Makarios’un, bağlantısızlar hareketi ve Helen dünyasındaki saygın ve karizmatik kişiliğini de tüm bunlara ilave etmek gerekiyor.
Zira bu vaziyet ona, Atina’dan bağımsız hareket etme özgüvenini vermişti.
< Yunanistan 15 Temmuz 1974 tarihinde ikinci seçeneği sahneye koydu ve askeri darbeyle Makarios’u devirdi.
Ardından EOKA tedhişçisi bir gazeteciyi, Grivas’ın sağ kolu Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti. Ardından Rum toplumu
Makariosçular ile darbeciler şeklinde ikiye ayrılarak kanlı çatışmalara sürüklenmeye başladı. Çatışmaların büyümesinde ve ada geneline
yayılmasında Makarios’un darbeden sağ kurtulması ve radyodan halkı darbeye karşı mücadeleye çağırması etkili oldu. >
1970’li yılların başlarına gelindiğinde Atina ile Lefkoşa arasındaki gerginlik zirveye taşındı.
Makarios’a göre cunta idaresi Rum Milli Muhafız Gücü’nde görevli Yunanlı subaylar vasıtasıyla hükümeti devirmek için planlar yürütüyordu.
Makarios elde ettiği bilgi ve belgelerden hareketle, Atina’dan emir alan subayların, Grivas önderliğindeki EOKA-B terör örgütünü desteklediği,
kamu çalışanlarını hükümete karşı gelmek için cesaretlendirdiği ve tedhişçileri eğiterek, iktidarı bir askeri darbeyle devirmenin peşinde oldukları kanaatinde idi. Bu yüzden Makarios, Atina’dan subayları geri çekmesini ve devlet başkanı sıfatına saygı duyulmasını, 2 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Devlet Başkanı Gizikis’e gönderdiği altı sayfalık mektubunda açık bir şekilde ifade etti. Öyle ki mektubunda, “Ben Yunanistan’ın Kıbrıs’a atadığı vali değil, Hellenizmin büyük bir bölümünün seçtiği önderim” diyordu.
Makarios’un Atina’ya meydan okuması karşısında Atina’nın iki seçeneği bulunuyordu. Birincisi, Makarios’a boyun eğmek ve subayları adadan çekmek. Bu durumda Yunanistan’ın ada üzerindeki nüfuzunu, saygınlığını ve gücünü yitirmesi kaçınılmazdı. İkincisi ise, her ne pahasına olursa olsun Başpiskopos’un iktidarına son vermek. Yunanistan 15 Temmuz 1974 tarihinde ikinci seçeneği sahneye koydu ve askeri darbeyle Makarios’u devirdi. Ardından EOKA tedhişçisi bir gazeteciyi, Grivas’ın sağ kolu Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti. Ardından Rum toplumu Makariosçular ile darbeciler şeklinde ikiye ayrılarak kanlı çatışmalara sürüklenmeye başladı. Çatışmaların büyümesinde ve ada geneline
yayılmasında Makarios’un darbeden sağ kurtulması ve radyodan halkı darbeye karşı mücadeleye çağırması etkili oldu. Her ne kadar darbeciler radyodan yaptıkları yayınlarda Türklerin can ve mal varlığına dair güvence vererek, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin tepkilerini azaltmayı düşünseler de Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin kurulduğunun ilanı, yakın gelecekte neler olabileceğine dair tahminleri güçlendiriyordu.
Makarios, kendisine kurulan komployu önceden fark etmiş ama darbeyi önleyememişti.
Nihayetinde, Kıbrıs’taki yönetim Atina’nın planladığı üzere, EOKA ve Helenistlerin eline geçti.
Darbe, sonuçları itibariyle ciddi bir kırılma meydana getirdi. Her şeyden evvel Kıbrıs’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve anayasal düzenine karşı açık bir müdahale söz konusuydu. Ve bu darbe Makarios’un da sarih bir şekilde belgelendirip, ifade ettiği üzere Yunan hükümetince gerçekleştirildi. Dolayısıyla Kıbrıs’taki mevcut rejim garantör devletlerin birisi tarafından yıkıldı ve yerine amacı Enosis olan, çoğunluğu EO-KA’cılardan kurulu yeni bir hükümet ihdas edildi. Londra ve Zürih Antlaşmalarına göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, güvenliğini, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan garantör devletlerin hem hakları hem de görevleridir.
Bu sebeple adada darbe ile ortaya çıkan uluslararası sorunun nasıl çözüme kavuşturulacağı sorusu, Ankara’yı meşgul eden birinci gündem maddesi oldu. Ankara’nın ve Makarios’u destekleyenlerin nazarında, darbenin Yunanistan tarafından yapıldığına dair en küçük bir şüphe yoktur. Diğer taraftan Ankara’nın en önemli endişe kaynağı, Yunanistan ile birleşme taraftarı kişilerce yapılan darbenin siyasi istikametinin ve Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliği ile siyasi haklarının akıbetinin ne olacağı sorusudur.
Nitekim tüm bunlar Türkiye’yi yakından alakadar eden hayati meselelerdi ve Ankara’nın güvenlik noktasında ciddi bir kaygıya sürüklenmesine neden oluyordu. Kısacası Türkiye, Kıbrıs’ta Enosis’e yol açabilecek herhangi bir rejim, statü ve anayasa değişikliğine razı olmayacağını her kanaldan muhataplarına güçlü bir şekilde iletiyordu.
Türk hükümetinin bir diğer endişesi de darbe sonrasında Yunanistan’ın Kıbrıs’a silah sevkiyatını artırmış olmasıydı. Bir taraftan Makariosçulara karşı kesin zafer elde etmek diğer taraftan da olası bir Türk müdahalesine karşı hem caydırıcı olmak hem de mukavemet artırıcı tedbirler almak amacıyla Yunanistan’dan Kıbrıs’a yapılan silah sevkiyatının hızlanması, Ankara’nın ısrarla dikkat çekmeye çalıştığı bir konuydu. Yunanistan’dan adaya silah sevki yeni bir olay değildi. 1964 yılından itibaren Yunan hükümetleri gizlice Kıbrıs’ta asker sayısını artırıyordu ve bu durum Makarios’u bile rahatsız edecek bir noktaya varmıştı.
Bu yüzden Makarios, Atina’nın Rum ordusuna müdahalesini, asker ve silah sevkiyatını “yabancı bir işgal gücü” olarak tanımlamaya başlamıştı.
< Kıbrıslı Türklere gelince, onlar 1963’den beri siyasi, toplumsal ve ekonomik bir travmanın içine sürüklenmişlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmalara aykırı bir şekilde fiilen devletin eşit kurucu ortağı statüsünden 1963 yılından itibaren çıkartıldılar. Türk toplumunu sindirmek ve onları azınlık haklarını kabule ikna için sistematik baskı yürütüldü. Yüzlercesinin ölümüne ve binlercesinin göçüne yol açan kanlı hadiseler yaşandı. >
Türkiye’nin haklı endişeleri karşısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Makarios’un meşru hükümetinin geri getirilmesi, dış müdahaleye son verilmesi ve Yunanlı subayların adadan çıkartılması yönünde etkili kararları ve eylemleri, bir türlü hayata geçiremedi. Dahası ABD ve İngiltere, bu hususta “bir karara varmanın henüz erken olduğu” düşüncesinde birleşirken, BM Genel Sekreteri Waldheim ve NATO Genel Sekreteri Luns, Türk hükümetine sadece itidal çağrısı yapmakla yetindiler.
Kıbrıslı Türklere gelince, onlar 1963’den beri siyasi, toplumsal ve ekonomik bir travmanın içine sürüklenmişlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmalara aykırı bir şekilde fiilen devletin eşit kurucu ortağı statüsünden 1963 yılından itibaren çıkartıldılar. Türk toplumunu sindirmek ve onları azınlık haklarını kabule ikna için sistematik baskı yürütüldü. Yüzlercesinin ölümüne ve binlercesinin göçüne yol açan kanlı hadiseler yaşandı. Makarios’un, “barışın tek koşulu, azınlık hakları” ifadesine rağmen adadaki sorunu görüşmek için Mart 1964’te toplanan BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs Rum hükümeti’ni adanın tek meşru otorite olduğunu ima eden kararı, Türkiye dışındaki bütün ülkeler tarafından kabul edildi. BM’nin bu kararı; sonrasında ise Türkiye’nin adaya müdahale girişimini engelleyen Johnson Mektubu, Makarios’u cesaretlendiren adımlar oldu. Türklere yönelik baskı ve zulüm politikalarını bir dizi katliam izledi. Adanın yaklaşık yüzde otuz dördüne tekabül eden topraklarda hayatlarını sürdüren Türkler, 1974 yılına gelindiğinde bu toprakların yalnızca yüzde üçünde sıkıştırılmış bir vaziyette hayatlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Kıbrıs Türkleri kendilerine uygulanan devlet destekli baskılara örgütlü bir direnç göstermek ve can ve mal güvenlikleri ni korumak adına, 28 Kasım 1967 tarihinde Geçici Kıbrıs Türk İdaresi’ni kurdular.
< Nihayetinde sürdürülen tüm diplomatik girişimler ve bunların neticeleri Türk hükümetinde barışçıl yollardan bir çözüme ulaşılamayacağı kanaatinin doğmasına yol açtı. Bu doğrultuda 20 Temmuz 1974 sabahı, Türkiye, Kıbrıs’a; Yunan müdahalesiyle bozulan anayasal düzeni yeniden tanzim etmek, gayrimeşru askeri yönetimi bertaraf etmek ve sadece Türklere değil aynı zamanda Rumlara da barış getirmek maksadıyla müdahale etti. >
Bu gelişme, Kıbrıs’ın etnik temelli siyasi bir ayrışmaya Kıbrıs Barış Harekâtı’yla gittiği tezini çürüten önemli bir olay olması bakımından dikkate değerdir. Böylece 1950’li yıllarda görülen toplumsal ayrışma, Makarios ve Grivas’ın yanlış politikaları yüzünden 1960’ların ortalarında etnik
temelli siyasi bölünmelere de sirayet etti.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder