Doğu Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğu Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2021 Pazartesi

Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

 Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

Doğu Akdeniz, paylaşım, mücadele, Türkiye,Mavi Vatan,Mehmet Onur Karadayı,Donanma, Seville Üniversitesi, tarafından hazırlanan harita,
EastMed projesi, Deniz Yetki Alanları,

Vatan sadece topraktan ibaret değildir. Denizler de vatanın bir parçasıdır. 
Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı’dır. 
Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… 
Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur.

Mehmet Onur Karadayı

Türk Mavi Vatanının Ordusu: Donanma

Medeniyetlerin yükseldiği ve çöktüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Kuşkusuz ki medeniyetlerin ortaya çıkmasında denizlerin belirleyici bir önemi var. Denizlere hâkim olmanın ticarete, ticarete hâkim olmanın ise dünya nizamına hâkim olmak anlamına geldiğini tarihten öğreniyoruz. Denizlerde hâkimiyet sağlamak güçlü donanmayı gerektirir. Güçlü donanma iyi yetişmiş insan gücü de demektir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kurulan kumpaslara ve 15 Temmuz ihanetine rağmen, son derece donanımlı insan gücüne sahiptir. Bir deniz subayının yetiştirilmesi ve donatılması çok uzun bir süreç almaktadır. Bu yüzden denizlerde yetkin, etkili, saygın ve caydırıcı olmanın en önemli anahtarlarından birisi birikimi ve donanımı yüksek insan gücüne sahip olmaktır. Tümamiral Cihat Yaycı, işte bu subaylardandır. Donanmaya yön veren kurmaylarımızdan biri olduğu âşikârdır.



Yetkin insan, sadece günü kurtaran değil dünle bugünü harman ettikten sonra gelecek nesillerin de haklarını savunabilecek vizyonla millî sermayeye önem veren, milletinin hakkını her ortam ve koşulda savunan insan demektir. Bu bilinçte olduktan sonra bunu aktarmanın yollarını da aramak ve ortaya koymak en büyük hizmetlerdendir. İşte Tümamiral Cihat Yaycı’nın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızın korunması ve gelecek nesillerin haklarının gasp edilmesine izin verilmemesi için yaptığı çalışmalardan birisi de tanıtımını yaptığımız bu kitabıdır. Daha önceki kitaplarında bu sürecin hazırlanması ve gündemde kalması için uğraşmış ve Libya ile yapılan deniz alanlarının sınırlandırılması mutabakat muhtırasının fikir babası olmuştur. Bugüne kadar düşey hatlar ile çizilen ortay hat kavramının, dünyanın şekli dolayısıyla doğru alanı yansıtmadığı tezini ortaya koymuştur. Yaptığı bilimsel çalışmalar ile bu tezini geliştirerek çizilen diyagonal hatlar ile Türkiye ile Libya denizden komşudur fikrini hayata geçirmiştir. Bunu da “Libya Türkiye’nin Denizden Komşusudur” kitabı ile anlatmaya çalışarak kamuoyu oluşturmuştur. Bu sayede ülkemizin gasp edilmeye çalışılan kabaca 150.000 km2 deniz yetki alanının çalınmasına engel olduğu fikri kabul görmüş ve uygulanmıştır.
Yaycı, kitabını 3 bölüme ayırmış. İlk bölümde Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşılması sorununu işlemiş. Doğu Akdeniz’in sınırları, coğrafi konumu, tarihî, uluslararası hukukta deniz yetki alanı sorununun yeri, kıyıdaş devletlerin konumu ve tutumu hakkında bilgiler vererek okuyucuyu hiç sıkmadan, konunun özüne vâkıf olmamızı sağlayacak şekilde, dikkatimizi canlı tutmuş. Kitabın tamamında, Doğu Akdeniz’deki mücadelenin önemini ortaya koyuyor.

Doğu Akdeniz.,


Tunus’taki Bon Burnu ile İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölgeyi ifade eden kısma, genel kabul üzerine Doğu Akdeniz denir. Bu sınırlar, İtalya ile birlikte kuzey kıyı şeridi boyunca Slovenya’dan Yunanistan’a; Türkiye’den Suriye’ye uzanır ve oradan Güney Afrika’nın Akdeniz kıyılarını çevreleyerek Tunus’a kadar olan sınırları içerir. Burada Doğu Akdeniz sınırları içerisinde birçok devletin kıyısı olmasına rağmen, GKRY ve Yunanistan için ayrı bir parantez açalım. Çünkü Rumların tarihine baktığımızda, mitolojileri ve dünya görüşleri açısından tatminkâr olmayan ve gerçekçi politikalar izlemeyen bir millet oldukları görülmektedir. Bu hayalciliklerini de devlet uygulamalarına çevirmeye çalışıyorlar. Bu hayalin peşinde giden Yunanistan ile GKRY, Seville Üniversitesi’nin yayınladığı haritalarda görüleceği üzere Türkiye’yi, Antalya Körfezi’ne hapsetmeye çalışıyorlar. Antalya’nın 2 km açığındaki Meis adasına Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) hakkı vererek Türkiye’nin açık denizler ile bağlantısını kesmeye çalışmaktalar. Bunu yaparken bölgenin en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’yi hiçe sayarak Türkiye’nin denizlerdeki haklarını gasp etmeye çalışmaktalar.


Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan harita. Bu haritaya göre Türkiye’yi kendi karasularına hapsederek açık denizler ile bağlantısı kesilmek isteniyor.
Benzer uygulamayı GKRY, KKTC’yi yok sayarak ve haklarını gasp ederek yapmaya çalışıyor. Kendi güçleri ile Türkiye’yi karşılarına alamayacaklarını bildikleri için GKRY’nin ilan ettiği sözde 13 parsele İtalya(ENİ), Fransa(TOTAL), İngiltere(SHELL), Güney Kore(KOGAS) ve ABD’ye  (EXONMOBİL) ait enerji şirketlerine bu parsellerde doğalgaz arama ruhsatı vererek uluslararası alanda Türkiye üzerinde caydırıcılık oluşturmaya çalışıyorlar.

Türk Mavi Vatanını ihlal ederek GKRY tarafından sözde ilan edilen 13 parseli gösteren harita. 1,4,5,6 ve 7’nci parseller Türk Mavi Vatanı ile 2,3,8,9,13’ncü parseller ise KKTC tarafından TPAO’ya verilen ruhsat sahaları ile çakışmaktadır.
Burada Rumların gerçekçi olmadıkları yaptıkları haydut devlet uygulamaları, uluslararası hukuku dinlememeleri, AB’yi kullanarak Türkiye’ye baskı uygulamaya çalışmaları ile ortaya çıkmaktadır. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardır. Türk subaylarının yılmaz, yıkılmaz dirayet ve zekâsı… AB ilerleme raporunda Türkiye’nin haklarını savunduğu için alenen suçlanan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu rapordan sonra dünya tarihinde savaşlar dâhil eşi benzeri olmayan şekilde, bir gecede kumpas davalar yüzünden donanmanın altın çocukları olarak anılan 37 amiralini kaybetmiştir. Karadeniz’de NATO’nun Etkin Çaba Harekâtının genişlemesini Karadeniz Uyumu Harekâtı ve daha yüksek profilli BLACKSEAFOR (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) üzerinden önleyen yine bu 37 amiraldir. Donanmanın altın çocuğu olarak adlandırılan ve MİLGEM gibi önemli projeleri Türk Donanmasına kazandıran Özden Örnek, Cem Gürdeniz, Cem Aziz Çakmak gibi birçok isim ya cezaevine yollandı ya da itibarsızlaştırıldı. Hesaba katamadıkları ve ihtimal vermedikleri, Türk subayının dirayetidir. Hızlıca toparlanan donanma, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarının korunmasına hizmet etmiş,  Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ile Barbaros sismik araştırma gemisine savaş gemileri ve SAT birlikleriyle eşlik etmiş, Türkiye’ye karşı kurulan 7 farklı ittifakı dağıtmaya çalışmıştır. İngiltere’den alınan üçüncü sondaj gemisi de yola çıkmış, Doğu Akdeniz’deki haklı davamızın sonuna kadar takipçisi olunacağının mesajı verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Gemisi.,



Donanmaya ait olan bütün gemilerin isimlerinin başına kurucusu Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığın bir ifadesi olarak Türkiye Cumhuriyeti Gemisi (TCG) adı eklenmiştir.  İşte bu gemiler, isimlerine yaraşır şekilde, TPAO’ya verilen yetkiyle yapılan arama ve sondajlara eşlik etmiş,  ilgili gemileri korumuş ve ayrıca Türkiye’ye ait deniz bölgelerinde yetkisiz arama yapan bütün gemileri sınırlar dışına sürerek gambot diplomasisi uygulamışlardır. Bu çabalar sayesinde İtalyan ENİ şirketi Türkiye’nin devlet uygulamalarından dolayı sondaj çalışmalarını ertelemiştir.

Farkındalık her şeydir. Etrafımızdaki cisimleri ve şekilleri zihnimizde kayıtlı olan bilgiler ile analiz eder ve sıfatlandırırız. Bu sayede bakış açımız şekillenir. İlk bölümde okuyucunun zihnindeki bilgileri şekillendiren Tümamiral Cihat Yaycı, farkındalığını arttırdığı okuyucuyu ikinci bölüme geçiriyor ve tarihî süreci, olayların iç yüzünü okuyucunun dikkatine sunuyor.

İkinci Bölüm: Türkiye karşıtı ittifaklar ve EastMed projesi



Doğu Akdeniz’de 2012’den bugüne kadar yaşanılan gelişmeleri işliyor. Ağırlıklı olarak karşımızda kurulan ve Türkiye’yi bölgeden tecrit etmeye çalışılan zirveler konu edilmiştir. Bulunan doğalgaz rezervleri sonrası, bu kaynakların paylaşılması ve güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarılması konuları ve bunların çalışmaları anlatılmıştır. Bunlarla birlikte Türkiye karşıtı oluşturulan çok taraflı ilişkilerin askerî ve savunma boyutları konu edilmiştir. EastMed projesi de bu bölümde incelenen girişimlerden biridir. Yaklaşık 1900 kilometre uzunluğundaki EastMed boru hattı, İsrail açıklarından çıkartılacak doğal gazın 2025 yılından itibaren Avrupa’ya ulaştırılmasını hedefliyor.  Bu hat İsrail- GKRY- Girit-Yunanistan- İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedefliyor ve Türkiye’yi bypass ediyor.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri sadece doğalgaz rezervlerine ulaşmak için bir mücadele olarak algılamak hatalı bir bakış şeklidir. Söz konusu olan egemenlik sahasıdır. Enerji kaynakları ikinci sıradadır. Alttaki haritada EastMed’in olası güzergâhı mevcuttur. Bu güzergâh Türkiye’nin kıta sahanlığından, Türk Mavi Vatan’ından geçmektedir.

East Med projesinin planlanan güzergahı.

Yine burada da hesaba katmadıkları bir şey daha vardır. O da bu kitapta üçüncü bölümde anlatılacak olan Libya ile yapılan anlaşma ve MEB ilanıdır. 
Türk Mavi Vatan’ının tescillenmesidir. BM nezdinde daha önceden deklare edilen koordinatların hayata geçmesidir. EastMed projesi ve Doğu Akdeniz’de 
hak iddia eden bütün devletlerin projeleri ölü doğmuştur.
Türk Mavi Vatanını ihlal eden EastMed projesi, Libya ile yapılan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” anlaşması sonrası Türk Mavi Vatanına dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne muhtaç hale getirilerek diplomatik üstünlük sağlanmıştır.
Yapılan MEB anlaşması sonrası EastMed projesine ilişkin çalışmalar bıçak gibi kesilmiştir. Türkiye, 150.000 Km2 deniz yetki alanının gasp edilmesine izin vermemiştir.

Üçüncü Bölüm: Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması ve MEB anlaşmaları
Bu bölümde, Libya ile Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Antlaşması’nın imzalanması ve süreçleri tek tek analiz edilmiş ve bu anlaşmaya giden yolun izleri sürülmüştür. Mevcut konjonktürde yapılması gerekenler, bu anlaşmanın gelecek nesiller için önemi anlatılmıştır. Libya ile yapılan anlaşma sonrası ise İsrail, Lübnan ve Mısır ile de MEB anlaşması yapılması salık verilmiştir. Çünkü bu devletler ile MEB anlaşması yapan GKRY, yaptığı anlaşmalarda hakkaniyet ilkesine aykırı davranmıştır. Şayet İsrail, Lübnan ve Mısır; GKRY ile değil de bizimle bir MEB anlaşması imzalayacak olsa kazanacakları deniz yetki alanları daha da artacaktır. Bunun ilgili devletlerin halklarına anlatılması gerektiği belirtilmiştir.
Kitapta değinilen konular haricinde ise göze çarpan bir konu daha vardır. Türkiye’nin Ege’deki deniz alanlarına hiç bahsedilmemektedir. Bu kısım kitapta eksikliğini göstermiştir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklemekteyiz.

Türk Mavi Vatanı


Devletlerin, ayakta kalması için milletleri ile bir ve bütün olması gerekir. İçeride milletine dayanan dış politika amacına ulaşır. Bu yüzden devletlerin politika yapıcıları, milletlerinin karşı çıkacağı bir hedef koyamazlar. Koydukları takdirde, devlet büyük riske girecektir. Bu yüzden her politika, her harekât milletin desteğini almak zorundadır. Millet kenetlendiği zaman devletler şaha kalkarlar. Bu yüzden Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız ve egemenlik alanlarımızı doktrinleştiren ve bunu Mavi Vatan olarak isimleştirerek halka mâl edenlere teşekkürler ederiz. Ancak bir de teklifimiz var; Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı olarak kullanılmalıdır.

Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur. Bu farkındalığın oluşmasında kilometre taşı olan bu kitabın okunması oldukça önemlidir.

Ancak kitapta değinilen konular haricinde Ege’deki adalarımıza ve deniz yetki alanlarına hiç değinilmemesi çok göze çarpmaktadır. Bu konunun eksikliği derhal fark edilmektedir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklenir. Aksi takdirde Ege Adalarının olmadığı bir Doğu Akdeniz stratejisi hedeflenen başarıyı sağlayamaz.
Okumanızı ve çevrenizdekilere de okutmanızı tavsiye ederiz.
***

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar



Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
14 Mart 2021


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.

   İkili ticaret ve yatırımın önemsenmeyecek kadar az, buna karşılık çoğu hesabı kapanmamış tarihi husumetin siyasete hala hükmettiği bir coğrafyada, sektörel işbirliğine kapı aralayan en önemli fırsatlar,  2003 yılında Mısır-Güney Kıbrıs arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı(DYA) veya Münhasır Ekonomik Alan(MEA) Anlaşması ile başladı. 

Bunu 2007 da Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında imzalanan MEA izledi. 2003 yılı Türkiye için bir ekonomik krizin hala nekahet dönemiydi. Ama 2007 ekonominin 2005 den itibaren yakaladığı büyümeye sıkıca tutunduğu bir yıl olduğu için bu tarihten itibaren olan gelişmelere kayıtsız kalınması ve Yunanistan’dan sonra en uzun kıyı şeridine sahip olduğu Akdeniz’de olanı biteni uzaktan seyretmekle yetinilmesi affedilir gibi değil.  Ama asıl Türkiye’nin artan ekonomik gücünü ve siyasi itibarın ıideolojik tercihlerin emrine vermesinin, Mısır ve İsrail’le ipleri germesi ve Suriye ile aradaki uçurumları derinleştirmesi nedeni ile kaybettirdiği fırsatlar büyük, maliyet ise yüksek.


Anlaşmaların Adresi Doğu Akdeniz’de Hata ve İhmaller Zinciri

Evet, 2000'li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz ittifakları ivme kazandı. İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs, önce kendi kara suları ve iddia ettikleri kıta sahanlıklarında doğal gaz aramalarına hız verdi. Sonra ikili veya çoklu anlaşmalarla birbirlerinin nasırına basmamayı güvence altına aldıktan sonra uluslararası petrol ve gaz şirketlerinin ilgisini bölgeye çekerek, güç ve pahalı sondaj faaliyetlerinin maliyetlerini paylaşma formülleri buldular. Buna karşılık, 2005 yılı Türkiye’nin ideolojik tercihleri ile Mısır’ı ve daha sonra İsrail’i yeni yeni ittifakların kucağına itmeye başladığı dönemin başlangıcı oldu. Oysa aynı yıl Mısır ile 2007 yılında hayata geçecek serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın ivmesiyle iki ülke arasında ticaret ve karşılıklı yatırımların gelişmesi öngörülmüştü. Buna rağmen Türkiye,Mısır ile arasındaki köprüleri güçlendirecek yerde, Müslüman Kardeşlere destek verdiği için, daha o tarihte Mübarek yönetimini rahatsız etmeye başladı. Belki de kısmen bu nedenle Mısır o yıl TPAO’nun uluslararası şirketi olan TIPC nın Batı çölündeki petrol arama lisanslarını iptal ederek yeni anlaşmalar yaptı.
Türkiye, 2007 yılında Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunu uluslararası ihaleye açtığı zaman elbette bir şey yapamazdı. 2011 de Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunda gaz bulduğunu ilan edince bölgeye savaş gemileri gönderilmişti. Ama Güney Kıbrıs’ın, kuyudan çıkacak kaynaktan kuzeye de pay vereceğini taahhüt etmesi karşısında, bu ülkeyi resmen tanımamış olduğu için kuzeyin hakkını yazılı bir anlaşmayla güvence altına alamadı. Buna karşılık aynı yıl KKTC ile bir MEA anlaşması imzaladı, ancak bu da bölgede Türkiye’nin sadece sert güç gösterisine devam etmesi için bir başka bahane oldu. Tabii 2010 da, Mavi Marmara filotilla krizinin yarattığı gergin atmosferde Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan MEA'ı da umursamazlık içinde izledi. O tarihlerden bu yana kendi başına üstlendiği sismik araştırma ve sondaj gibi yüksek gerçek maliyet bir yana, Akdeniz işbirliği fırsatlarını kaçırmanın fırsat maliyetini, şimdi Mısır’ın kapısına yeni bir sayfa açmak için gittiğinde daha iyi anlıyor mu pek emin değilim.Sert güç ile yüreklere korku salma, 2011 den sonra Türkiye’nin bölge itibarına gölge düşürmeye başladı da bu bile umursanmadı.
Evet, İsrail ile Mısır arasında resmen imzalanan bir DYA veya MEA anlaşması yok. Ama bu her iki ülkenin de Müslüman Kardeşler endişesinden, Sina yarım adasındaki yeni terör eylemlerinin hedefi olmak istememekten ve özellikle Ürdün’e bağlanan Arap Gaz boru hattına bir saldırı düzenlenmesini göze almadıklarından dolayı yapılan bir tercih. Aslında hala mükemmel çalışan işbirliği orada.

Neden Kaçan Fırsatlara Uzaktan Bakmakla Yetinildi?

Aynı yıl Arap Baharı aniden bastırdığında Ankara hala Mısır’a Müslüman Kardeşler ’den yana ağırlık koyuyor ve radikal dini akımları destekliyor izlenimi vermeye devam etti. Bu tutum Kahire yönetimi ile arayı açtığında, 2005 yılından beri hem Mısır, hem de Türkiye’de iki ülke arasında bir MEA anlaşması çabası içinde olan bazı kesimlerin umudu da suya düştü. Oysa böyle bir MEA mümkün olsaydı bugün Türkiye Doğu Akdeniz’de oyun bozucu değil, oyun kurucu bir konumda olabilecekti. Aynı tutum Şam ile köprülerin atılmasında da etkili ideolojik boyut oldu. Ama tabii Suriye topraklarından Katar gaz boru hatlarının geçmesine izin vermeyen Esat ile başlayan kutuplaşmanın etkisini de yabana atmamak gerek. Oysa Ankara, 1998 Seyhan anlaşmasıyla Suriye ile ilişkilere çeki düzen vermiş ve o ivme ile 2000 den sonra, önce Esat hükumeti ile sınır boyundaki mayınlar temizlenmiş, sonra AB “Akdeniz yeni komşuluk politikası” çerçevesinde 2007 yılında bu ülke ile bir serbest ticaret anlaşması bile imzalamıştı. İşte 2007 ile 2011 arasında, Esat ile çok yakın ve samimi kişisel ilişkiler kurulduğunda, neden İskenderun Körfezi ötesinde bir MEA imzalanmasına tevessül edilmediği de bir muamma. Kaddafi ile anlaşarak yine o tarihlerde, neden Libya ile bir DYA veya bir MEA imzalamak için girişim bulunulmadığı konusunun da anlaşılır bir tarafı yok.Libya anlaşması 2020 ye mi kalmalıydı? Bu nedenle, şimdi Akdeniz’de tüm kıyıdaş ülkeler birlikte, Türkiye ise yapayalnız. Çok yakın bir tarihte İsrail-Lübnan MEA anlaşması imzalanabilir. Uzlaşmazlık alanında görüşmeler yanı sıra deniz yatağındaki gazın ortak değerlendirilmesine yönelik teknik imkânlar halen denenmekte. ENI, Total ve NOVATEC gibi şirketler orada. Chevron, Katar Oiland Gas Company, Korean Gas Company zaten Güney Kıbrıs’ın yeni kuyularında.

Yunanistan Doğu Akdeniz’e İnerken Türkiye Neredeydi?

2015 yılında Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında Enerji Üçgeni(Energy Triangle) adıyla bir Doğal gaz çıkarımı anlaşması imzalandı ve bu anlaşma ile Tamar, Leviathan ve Afrodit kuyularından çıkarılacak doğal gazın birlikte pazarlanması amaçlandı. Türkiye bu anlaşma ile kaçınılmaz olarak Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de giderek daha fazla söz sahibi haline geldiğini fark etmedi mi? Bunun Ege denizi sorunlarını da Akdeniz’e taşıyabileceği Ankara tarafından tahmin edilemedi mi?

Ama asıl 2019 yılında gayri resmi olarak Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin arasında oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF veya EGF), çoklu ve güçlü ittifakı, 2020 yılının Eylül ayında resmi kimlik kazanınca, Türkiye yine kılını kıpırdatmadı. Daha sonra kerhen yapılan davete de icabet etme niyeti beyan etmeyince, bu ayın 9 unda yürürlüğe giren anlaşmanın nimetlerinden de kendini mahrum bırakmış oldu.

Sert çıkış, haşin tavır, kaba kuvvet sadece ülke içinde, o da kısa dönemde etkili olabiliyor. Uluslararası ilişkilerde, hele geçmişin hala gölgesinde olan bölgesel ilişkilerde,  kaçan fırsatları yakalamak için Türkiye sert üslup denemesinden bir şey kazanamaz. Oyun bozayım derken daha da kaybedecektir.Ama ortasında debelendiği denizde hangi yılana sarılacağına dikkat etmek zorunda. Mısır’a sarılmaya çalışmak mı? Hiçbir şey için genç değil. Ama Mısır, bu saatten sonra Doğu Akdeniz’de kurduğu düzeni, Türkiye’nin hatırı için bozmaktan kaçınacaktır.Tabii bir hatırı kaldıysa.

***

14 Şubat 2020 Cuma

DOĞU AKDENİZİN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK., BÖLÜM 2

DOĞU AKDENİZİN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK., BÖLÜM 2




Kıbrıs sorununun iki asli nedeni bulunuyordu. 

Birincisi, Kıbrıslı Rumların Enosis hayali. 
İkincisi ise, adanın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumuydu. 

Soğuk Savaş atmosferinde Kıbrıs’ın, NATO ve SSCB nazarında eşsiz bir yeri bulunuyordu. ABD’nin en büyük endişesi, Kıbrıs sorununun NATO içerisinde dikkate değer bir kırılmaya yol açmasıydı. Bu nedenle Washington, adada anayasal düzenin bozulduğunu belirtmesine rağmen, Yunan hükümeti’ni kınamaktan ve cunta idaresini tanımayacağını açıklamaktan ısrarla geri duruyordu. ABD bu sorunun barışçıl yollarla halledilmesinden yanaydı ve bu tavrını sürekli korudu. Bu sebeple gerek Rumlar gerekse de Yunanlılar, Türkiye’nin ABD’nin baskısından dolayı herhangi bir kuvvet kullanımına başvuramayacağını düşünüyorlardı. Zira Türkiye dışındaki diğer taraflar sürecin zamana yayılmasını talep ediyorlardı. Türkiye 1963 yılından beri Kıbrıs konusun da bir çatışma çıkmaması, NATO içinde bir parçalanmaya mahal verilmemesi için azami gayret sarf etmiş ve bu uğurda birkaç defa askerî harekât planlarını dünya ve bölge barışı adına geri bırakmıştı. Şimdi yine benzer bir tabloyla karşı karşıyaydı ve yine müttefikleri Türkiye’den “sabır” talep ediyorlardı. Türkiye son kez üç garantör ülkeden biri olan İngiltere’ye müracaat ederek Londra’nın yükümlülüklerini yerine getirmesini istedi. İngiltere ve diğer Avrupalı devletler adada anayasal düzenin ihlal edildiğini kabul etmelerine ve cunta idaresini tanımamalarına karşın hiçbir şekilde Kıbrıs’a müdahale edilmesine yanaşmıyorlardı. 
    Sovyetler Birliği de Yunanistan’ı açıkça suçladığı halde somut bir davranış sergilemiyordu. 

< Nihayetinde sürdürülen tüm diplomatik girişimler ve bunların neticeleri Türk hükümetinde barışçıl yollardan bir çözüme ulaşılamayacağı kanaatinin doğmasına yol açtı. Bu doğrultuda 20 Temmuz 1974 sabahı, Türkiye, Kıbrıs’a; Yunan müdahalesiyle bozulan anayasal düzeni yeniden tanzim etmek, gayrimeşru askeri yönetimi bertaraf etmek ve sadece Türklere değil aynı zamanda Rumlara da barış getirmek maksadıyla müdahale etti. >

Bu müdahalenin ardından 22 Temmuz’da Yunanistan’da, 24 Temmuz’da da Kıbrıs’ta cunta hükümetleri devrildi. 
Cenevre’de taraflar arasında gerçekleşen müzakerelerde adada hâlihazırda iki ayrı ve otonom yönetim bulunduğu ve anayasal meşruiyeti yeniden tesis için müzakerelere öncelik verilmesi, 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre Deklarasyonu ile karara bağlandı. 

< Barış Pınarı Harekâtı’nın Genel Çerçevesi >

Parçalanmış, dağılmış ve akıbeti meçhul bir Suriye üzerine yürütülen hesapların ilk önce Türkiye’ye zarar vereceği bellidir. Bu yüzden Barış Pınarı Harekâtı Türkiye’nin güvenlik kaygılarından doğdu. Suriye’de yaşanan iç savaş ve bunun neden olduğu otorite boşluğu, bölgede terör örgütlerinin etkisinin artmasına neden oldu. 

Aslında sorunun kökenleri daha gerilere gitmektedir. 1990’daki Körfez savaşı sonrasında ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 36. paralelin kuzeyini Irak’a yasaklayıp, kurmuş oldukları Çekiç Güç sayesinde bu bölgede PKK’nın güçlenmesine büyük destek verdiler. Dolayısıyla, bugün 37. paralel boyunca oluşturulmaya çalışılan terör koridorunun temellerinin o tarihlerde atıldığı söylenebilir. Konuya bu zaviyeden bakınca, Türkiye’nin sadece güney illerinin değil aynı zamanda İskenderun Körfezi’nin de büyük bir risk altında olduğu görülür. 

<  Suriye’de başlayan iç savaştan bugüne Türkiye’nin güney sınır illeri sürekli bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya geldi. Bu nedenle Ankara, ülkenin güney sınırı boyunca 30 kilometre derinliği bulunan güvenli bir bölge oluşturulması fikrini ortaya attı. 
Bu fikrin Üç ana gayesi bulunuyor. 
Birincisi, güney illerini tehdit ve tedirgin eden havan topu atışlarını sonlandırmak. 
İkincisi, bu bölgeyi terör unsurlarından arındırmak. 
Üçüncüsü ise, Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli sığınmacıyı bu bölgeye yerleştirmek. >

Türkiye’nin, “36. paralelin kuzeyini güvenli bölge ilan edelim politikası” bu nedenle ABD tarafından kabul görmemektedir. ABD’nin asıl hedefi, İran’dan İskenderun’a kadar uzanan bölgede kendi kontrolünde yeni devlet ya da devletçikler inşa ederek Ortadoğu’yu bu yeni siyasi oluşumlar üzerinden tanzim ve idare etmektir. 

Dikkat edilecek olursa ABD, 1990’lardan bu yana Basra Körfezi’ne kurmuş olduğu askeri üslerle Irak ve İran’ın güneyini kontrol altına almayı başardı. Güney kısmını ise şimdiye kadar İncirlik Üssü ile idare etti. Fakat İncirlik Üssü’nün yavaş yavaş miadını doldurmaya başlaması ABD’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki oluşumlara desteğini hızlıca artırmasına neden oldu. Sözün özü, ABD Körfez Savaşı ile Basra Körfezi’ndeki petrol kaynaklarının denetimini ele alırken, günümüzde Irak’ın kuzeyindeki Musul ve Kerkük petrolleri ve ileriye dönük olarak da Hazar Denizi enerji kaynakları ile Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını kontrolünde tutmak için 36. Paralelin kuzeyinde yürüttüğü planlarını sonuçlandırmaya çalışıyor. Ayrıca bu durumun İsrail’in güvenliğine katkı sunacağı varsayılıyor. O nedenle Türkiye’nin, Suriye ve Irak’ta bu 
ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmaktan başka bir seçeneği yoktur. 

9 Ekim 2019 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ile Suriye Milli Ordusu tarafından başlatılan harekâtın hedefinde Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren PKK/YPG ve DEAŞ terör örgütleri bulunmaktadır. 

PKK, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin terör örgütleri listesinde yer alan bir terör örgütüdür. Avrupa Birliği tarafından 2004 yılında terör örgütleri listesine alınan PKK’nın İran, Suriye ve Irak’ta uzantıları bulunmaktadır. Suriye’deki uzantısı PYD/YPG olarak adlandırılmakta dır. 


Buna rağmen, Türkiye karşıtı Ermeni, Yunan ve Yahudi lobileriyle PKK/PYD/YPG ve FETÖ gibi terör örgütleri, yürüttükleri kampanyalarla Türkiye’nin bu harekâtı nı uluslararası topluma “Kürtlere yönelik bir katliam” şeklinde takdim edilmesinde öncü rol üstlendiler. Hâlbuki 3,5 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin nihai amacı, ülkenin güney sınırında oluşturulma ya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve bölgeye barışın gelmesine aktif katkı sunmaktır. 

Suriye’de başlayan iç savaştan bugüne Türkiye’nin güney sınır illeri sürekli bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya geldi. Bu nedenle Ankara, ülkenin güney sınırı boyunca 30 kilometre derinliği bulunan güvenli bir bölge oluşturulması fikrini ortaya attı. 

Bu fikrin Üç ana gayesi bulunuyor. 

Birincisi, Güney illerini tehdit ve tedirgin eden havan topu atışlarını sonlandırmak. 

İkincisi, bu Bölgeyi terör unsurlarından arındırmak. 

Üçüncüsü ise, Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli sığınmacıyı bu bölgeye yerleştirmek. Dolayısıyla bu harekât ileri sürüldüğü gibi bir işgal veyahut Suriye’ye karşı başlatılmış bir savaş değildir. 

Nitekim Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesinin sağladığı meşru müdafaa hakkı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terörle mücadeleye ilişkin kararları doğrultusunda icra edilen harekâtın bir diğer amacı, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaktır. Barış Pınarı Harekâtı’nın uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde icra edildiğine dair herhangi bir şüphe bulunmamaktır. 

Bu hususta ayrıca Türkiye ile Suriye arasında 1998 yılında imzalanan ve daha sonra 2010 yılında güncellenen Adana Mutabakatı, Türkiye’ye Suriye topraklarında terör örgütü PKK’ya operasyon düzenleme hakkı sağlamaktadır. Bugün Türkiye Ortadoğu coğrafyasında terörizmden maddi ve manevi en çok zarar görmüş ülkelerin başında gelmektedir. Bu nedenle ülkenin genel siyasetinde terörizme karşı ciddi bir hassasiyet oluşmuş bir vaziyettedir. Son yıllarda ülkenin ulusal güvenliğine karşı Suriye menşeili çok kapsamlı ve çok boyutlu terör tehditlerinin ortaya çıkması, Türkiye’yi ziyadesiyle rahatsız etti. Çünkü Suriye halkına yönelik terörist baskı bu kişilerin ülkeyi terk edip 
Türkiye’ye sığınmalarına yol açtı. O nedenle Suriye halkını teröristlerin zulüm ve baskısından kurtarmak, Türkiye’ye yönelik yapılan göçlerin de azalmasına neden olacaktır. 

Uluslararası düzeyde yürütülen diplomatik girişimlerin şimdiye kadar sonuç vermemesi fiili müdahaleyi gerekli hale getirdi. Türkiye’nin terörle mücadele çabası kapsamında icra ettiği Barış Pınarı Harekâtı, başladığı günden itibaren insani krize, kitlesel göç dalgasına ve sivillerin ve sivil altyapının zarar görmesine sebep olacağı iddiasıyla itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Türkiye sadece PKK/PYD/YPG’ye değil aynı zamanda DAEŞ, el-Nusra ve el-Kaide gibi terör örgütlerine karşı da mücadele veren bir ülkedir. 13 Mart 2018 tarihli Başbakanlık Koordinasyon verilerine göre DAEŞ, el-Nusra ve el-Kaide ile ilişkileri nedeniyle 5.161’i yabancı uyruklu olmak üzere toplam 10.725 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 3.588’i tutuklanmıştır. Hal böyle iken başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler terörü terörle bitirme stratejisine yönelerek PKK/PYD/YPG’ye başta 
silah olmak üzere her türlü desteği vermekten geri durmadılar. Uluslararası basında yer alan haberlere göre, Türkiye’nin harekât sahasının nüfus yapısını değiştirmek gibi bir niyeti vardır. 

Buna mukabil uluslararası medya, terör örgütleri tarafından Suriye’de yapılan etnik temizliğe, insanlığa karşı işlenen suçlara ve yaşanan kitlesel göçlere sessiz kalmaya devam etti. Türkiye’nin müttefiklerinin ve uluslararası basının terör örgütlerine sessiz kalması, dünya çapında yürütülen terör örgütlerine karşı mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. 

< Tüm tarafların malumu olduğu üzere Türkiye, Suriye meselesinde en başından bu yana iyi niyetle çaba göstermiş ve çözüm yönünde güçlü bir irade sergilemiştir. Bunun yanında Suriye kaynaklı terörden en fazla etkilenen ülke Türkiye’dir. Durum böyleyken ABD ve AB’nin terör  örgütleri listesinde yer alan ve Suriye’nin bölünmesini amaçlayan örgütleri muhatap alması dikkate değer bir yanılsamadır. >

Tüm tarafların malumu olduğu üzere Türkiye, Suriye meselesinde en başından bu yana iyi niyetle çaba göstermiş ve çözüm yönünde güçlü bir irade sergilemiş tir. Bunun yanında Suriye kaynaklı terörden en fazla etkilenen ülke Türkiye’dir. Durum böyleyken ABD ve AB’nin terör örgütleri listesinde yer alan ve Suriye’nin bölünmesini amaçlayan örgütleri muhatap alması dikkate değer bir yanılsamadır. Terör örgütleri arasında ayrım gözetmek anlamına gelen bu yaklaşım terörizme karşı uluslararası iş birliğini sekteye uğratmaktadır. Her hâlükârda terör örgütlerini meşrulaştırmaya yönelik böylesine bir girişimi Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Ayrıca terörizme karşı uluslararası düzeyde somut ve hakiki bir iş birliği tesis edilmeden, terörle mücadelede başarılı olunamayacağı bilinen bir gerçektir. Terörizmin küresel ölçekteki risk ve tehditlerine karşı hassasiyetin yükselme eğilimi gösterdiği böyle bir atmosferde, Türkiye’yi hedef alan terör gruplarının yurt dışında kolay bir şekilde örgütlenebilmeleri, fon 
toplayabilmeleri ve medya organları yoluyla propagandalarını yapabilmeleri terörizme karşı ortak sorumluluk anlayışına ters düşmektedir. 

Sonuç 

“Kıbrıs Barış Harekâtı” ve Barış Pınarı Harekâtı” irdelendiğinde her iki harekâtın da Türkiye’nin uluslararası hukuktan aldığı yetkiler çerçevesinde icra edildiği açıktır. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hedefi, adadaki cunta idaresi iken, Barış Pınarı Harekâtı’nın hedefi, Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren terör örgütleridir. Anlaşılacağı üzere hedefin merkezinde gayrimeşru yapılar vardır. Her iki askeri girişim meşru ve haklı bir nedene dayanan, gücünü uluslararası hukuktan alan ve asli amacı barışa yeniden işlerlik kazandırmak ve sivillere yönelik baskıyı 
ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin “Kürtleri, sivilleri veya Rumları” hedef aldığı, “katlettiği” tezi, bu yapılardan politik menfaat elde etme arzusu içerisinde olan güçlerin ve çevrelerin ürettiği kara bir propagandadan ibarettir. Uluslararası kamuoyuna DAEŞ terör örgütünün tehdit ve tehlikesi takdim edilerek, PKK ve onun diğer kollarının örgütle iş birliği yapmayan sivilleri infazı, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve sivil altyapılara yönelik terör eylemleri maskelenmektedir. Benzer biçimde Kıbrıs Rum tarafının 21 Aralık 1963 tarihinde başlayıp 20 Temmuz 1974’e kadar devam eden Kıbrıs Türk toplumuna karşı kapsamlı ve sistematik saldırıları, onları kitlesel göçe zorlamaları ve Kıbrıslı Türklerin devlet kurumlarından uzaklaştırılmaları gibi gayrimeşru ve gayriinsani davranışlar karşısında tüm dünyanın sessiz kaldığı bilinen bir gerçektir. 

Barış Pınarı Harekâtı aleyhine dezenformasyon kampanyaları kapsamında üretilen sahte görüntüler ve haberler aracılığıyla Türkiye’nin Suriye’de “kıyım” yaptığı iddiaları uluslararası kamuoyuna servis edilirken, bölgesel barış ve huzuru ve aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PKK/PYD/YPG terör örgütlerinden DAEŞ’i bitiren “kahramanlar” olarak bahsedilmesi, Türkiye’nin ne denli asimetrik bir mücadelenin içerisinde bulunduğunu düşündürmesi bakımından önemlidir. Amerika’nın popüler haber kanalı ABC’nin, Barış Pınarı Harekâtı ile alakası olmayan güçlü patlamaların yer aldığı video görüntülerini izleyicilerin dikkatine sunması medyadaki sahtekârlığın ne boyutlara vardığını gösteren somut bir delildir. 

Ancak bu yeni bir durum değildir. Körfez savaşı esnasında yayınlanan petrole bulanmış sahte karabatak görüntüleri hala akıllardadır. 

Önemli bir husus da küresel ölçekte hizmet veren haber ajanslarının medyayı ve dolayısıyla kamuoyunu etkileme gücüdür. 

Dünya genelinde haberlerin yaklaşık yüzde sekseni, Associated Press (AP), Reuters ve Agence France Press (AFP) tarafından üretilmektedir. 

Bu kuruluşların ilki Amerikan, ikincisi İngiliz ve üçüncüsü de Fransız menşeilidir. Bu haber ajansları adı geçen ülkelerin en güçlü silahları olarak tanımlanmakta dır. 

Medyanın kamuoyunu etkilemede artan etkisiyle birlikte tarafsızlığı da zarar görmüştür. Çünkü yukarıda bahsi geçen ajanslar kendi ülkelerinin etkisinde kalan bir yayın politikası takip etmeye başlamışlardır. Bu durum özellikle uluslararası krizlerde hissedilir ölçüde artmıştır. 

Kendi ülkelerinin dış politika kararları doğrultusunda propaganda görüntüleri yayınlamak ve sadece madalyonun bir yüzünü kamuoyuna iletmek yayınların ortak özelliği haline gelmiştir. Bu bağlamda BM Eski Genel Sekreterleri Butros Butros Gâli’nin, “CNN, BM Güvenlik Konseyinin 16. üyesidir” sözü oldukça dikkat çekicidir. 

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında sahnelenen güç mücadelesinden beslenen büyük aktörler, uluslararası kamuoyunda meşruiyet kazanabilmek 
adına her türlü malzemeyi kendi politik çıkarlarına uygun birer propaganda çıktısına dönüştürebiliyor. Artan kitle iletişim teknolojileri nedeniyle bu süreçte medya kuruluşları önemli bir güce dönüşmüş durumdadır. Ülkelerinin dış politikalarıyla ortak hareket etmeye dayalı, karşılıklı bir çıkar ilişkisi üzerinden yürütülen bu mekanizmada medya amaca ulaşmak için bir araç haline geldi ve bu uğurda her türlü propagandayı kendine meşru görmeye başladı. Bunun yanında uluslararası medya kuruluşlarıyla lobiler arasındaki ilişkiler ağı da bir meselenin siyasi, ekonomik ve güvenlik kaynaklı temel nedenlerinin çarpıtılması na yol açabilmektedir. Yunan/Rum lobisi Kıbrıs sorunu, Ermeni lobisi Ermeni tehciri, Yahudi lobisi Filistin meselesi nedeniyle “Türkiye aleyhtarlığı” üzerinde birleşip ortak hareket ediyorlar. 

Türkiye aleyhtarı oluşumlara Türkiye’ye karşı faaliyetler yürüten terör örgütlerini de eklemek gerekiyor. Haliyle bu tür oluşumların ortak amacı Türkiye’nin uluslararası imajına zarar vermek ve bahsi geçen meselelerde geri adım atmasını sağlamaktır. 

Tüm manipülasyonlara ve dezenformasyona rağmen Türkiye, Hazar Denizi’nden İskenderun Körfezi’ne enerji eksenli terörizme dayalı uydu devletler kurulmasına müsaade etmeyeceğini büyük bir kararlılıkla ortaya koyduğu gibi, bu planın ikinci ve en büyük ayağı Kıbrıs’ta, “sıfır asker, sıfır garanti” baskısına da boyun eğmeyeceğini defaten vurgulamıştır.


ORSAM Yayınları 

ORSAM, Süreli yayınları kapsamında Ortadoğu Analiz ve Ortadoğu Etütleri dergilerini yayınlamaktadır. 

_ İki Aylık periyotlarla Türkçe olarak yayınlanan Ortadoğu Analiz, Ortadoğu’daki güncel gelişmelere dair uzman görüşlerine yer vermektedir. 
_ Ortadoğu Etütleri, ORSAM’ın altı ayda bir yayınlanan uluslararası ilişkiler  dergisidir. 
_ İngilizce veTürkçe yayınlanan, hakemli ve akademik bir dergi olan Ortadoğu Etütleri, konularının uzmanı akademisyenlerin katkılarıyla 
oluşturulmaktadır. 
_ Alanında saygın, yerli ve yabancı akademisyenlerin makalelerinin yayımlandığı Ortadoğu Etütleri dergisi dünyanın başlıca sosyal bilimler 
indekslerinden Applied Sciences Index and Abstracts (ASSIA), EBSCO Host, Index Islamicus, International Bibliography of Social 
Sciences (IBBS), Worldwide Political Science Abstracts (WPSA) tarafından taranmaktadır. 
_ Hakemli Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Dergisidir.,


***

DOĞU AKDENİZİN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK., BÖLÜM 1

DOĞU AKDENİZİN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK., BÖLÜM 1





Analiz 
ORSAM 
No: 236 / Ekim 2019 

DOĞU AKDENİZ’İN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK
DOÇ. DR. İSMAİL ŞAHİN 
ORSAM
Telif Hakkı 
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2019 
Bu çalışmaya ait içeriğin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu çalışmada yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. ISBN : 978-605-69731-2-3 

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi 
Adresi : Mustafa Kemal Mah. 2128 Sok. No: 3 Çankaya, ANKARA 
Telefon : +90 850 888 15 20 Faks: +90 (312) 430 39 48 
Email : info@orsam.org.tr 
Fotoğraflar: Anadolu Agency (AA), Shutterstock 
Analiz No:236 
ANALİZ
ORSAM

DOĞU AKDENİZ’İN İKİ YAKASINDA BARIŞ VE KAOS ARAYIŞLARINA KIBRIS VE SURİYE’DEN BAKMAK.,

Yazar Hakkında 
Doç. Dr. İsmail Şahin 

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmaktadır. 

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’nda yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamlamıştır. Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs yoğunlaştığı çalışma alanları arasında yer almaktadır. Doç. Dr. İsmail Şahin’in bahsi geçen konularda birçok makale ve köşe yazısının yanı sıra, “Kıbrıs’ta Siyasal Çatışmaların Toplumsal Kökeni”, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası I” ve “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası II” adlı kitap çalışmaları da bulunmaktadır. 

Ekim 2019 
orsam.org.tr 

İçindekiler ........................................................3 
Kıbrıs’ta Tarihsel Arka Plan...................................3 
Barış Pınarı Harekâtı’nın Genel Çerçevesi ...............7 

Sonuç ..............................................................10 

Analiz No:236 
Doğu Akdeniz’in İki Yakasında Barış ve Kaos Arayışlarına Kıbrıs ve Suriye’den Bakmak

Giriş 

Bu yazının amacı “Kıbrıs Barış Harekâtı” ile “Barış Pınarı Harekâtı” arasındaki koşutluk ve devamlılığın anlaşılmasına katkı sağlamaktır. 

Adanın Yunanistan ile birleştirilmesi arzusundan doğan Kıbrıs sorunu uluslararası basını etkileme gücüne sahip Türkiye aleyhtarı lobilerin etkisi, Batılı politikacılar ın ve aydınların Antik Yunan hayranlığı, Türkiye’nin Kıbrıs Türkleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel bağ kurmasından rahatsızlık duyan siyasi aktörlerin faaliyetleri ve Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda etki gücünün zayıf olması gibi birçok nedenden dolayı uluslararası kamuoyunda Rum tezleri ışığında kabul gördü. 

Bu yüzden 1960 yılında Kıbrıslı Türklerin ve Rumların siyasi eşitliği üzerine kurulan ortak devletin, 1963-74 yılları arasında bir Rum devletine  dönüştürül mesi, uluslararası toplumu rahatsız etmedi. Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlikten azledilmesine neden olan olaylar dizisine kafa yormayan siyasi aktörlerin ve uluslararası basının, uluslararası hukuk tarafından tesis edilen bu siyasi eşitliği yeniden Kıbrıslı Türklere kazandırma adına, barışçıl çözüm yollarının sonuçsuz kalmasıyla, uluslararası hukuka ve uluslararası antlaşmalara uygun bir şekilde düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı’na odaklanmaları ve bu girişimi “işgal” olarak nitelendirmeleri önyargılı ve tek taraflı bir bakış açısına güzel bir örnektir. 

< Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitlikten azledilmesine neden olan olaylar dizisine kafa yormayan siyasi aktörlerin ve uluslararası basının, uluslararası hukuk tarafından tesis edilen bu siyasi eşitliği yeniden Kıbrıslı Türklere kazandırma adına,barışçıl çözüm yollarının sonuçsuz kalmasıyla, uluslararası hukuka ve uluslararası antlaşmalara uygun bir şekilde düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı’na odaklanmaları ve bu girişimi “işgal” olarak nitelendirmeleri önyargılı ve tek taraflı bir bakış açısına güzel bir örnektir. >


Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı dolayısıyla bugün de benzer bir uluslararası linç girişimiyle karşı karşıyadır. Küresel aktörler, Arap Baharı’ndan günümüze ulaşan süreçte, şahin politikalarla bölgeyi yeniden tanzim etme stratejileri kapsamında gayrimeşru yerel unsurlarla iş birliği kurdular. Bu iş birliğinin genel amacı, doğalgaz ve petrol kaynakları üzerindeki hâkimiyeti artırmak ve böylece alternatif projelerle enerji güvenliğini sağlamak iken; özelde İsrail’in güvenlik kaygılarını gidermek şeklinde özetlenebilir. Bu politikaya dayalı denklemde Türkiye’den temel beklenti ya bu siyaseti desteklemesi ya da tarafsız kalmasıdır. 

Şayet Türkiye beklenilenin aksine bir yol takip edecek olursa; o zaman tüm unsurlarla ülke üzerinde baskı kurulacak ve Türkiye’nin geri adım atması sağlanacaktır. İskenderun Körfezi, Suriye kıyıları ve Kıbrıs adası, yürütülen büyük stratejide önemli köşe taşlarıdır. 

Kıbrıs’ta Tarihsel Arka Plan., 

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un, Yunanistan’daki cunta yönetimiyle arası hiçbir vakit iyi olmadı. Bunun nedeni olarak, Makarios’un SSCB ile ilişkileri, ABD ve NATO’ya karşı tutumu ile 1960’lı yılların sonlarına doğru Enosis yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması fikrinden uzaklaşması gösteriliyordu. 
Makarios’un, bağlantısızlar hareketi ve Helen dünyasındaki saygın ve karizmatik kişiliğini de tüm bunlara ilave etmek gerekiyor. 

Zira bu vaziyet ona, Atina’dan bağımsız hareket etme özgüvenini vermişti. 

<  Yunanistan 15 Temmuz 1974 tarihinde ikinci seçeneği sahneye koydu ve askeri darbeyle Makarios’u devirdi. 
Ardından EOKA tedhişçisi bir gazeteciyi, Grivas’ın sağ kolu Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti. Ardından Rum toplumu 
Makariosçular ile darbeciler şeklinde ikiye ayrılarak kanlı çatışmalara sürüklenmeye başladı. Çatışmaların büyümesinde ve ada geneline 
yayılmasında Makarios’un darbeden sağ kurtulması ve radyodan halkı darbeye karşı mücadeleye çağırması etkili oldu. >

1970’li yılların başlarına gelindiğinde Atina ile Lefkoşa arasındaki gerginlik zirveye taşındı. 

Makarios’a göre cunta idaresi Rum Milli Muhafız Gücü’nde görevli Yunanlı subaylar vasıtasıyla hükümeti devirmek için planlar yürütüyordu. 

Makarios elde ettiği bilgi ve belgelerden hareketle, Atina’dan emir alan subayların, Grivas önderliğindeki EOKA-B terör örgütünü desteklediği, 
kamu çalışanlarını hükümete karşı gelmek için cesaretlendirdiği ve tedhişçileri eğiterek, iktidarı bir askeri darbeyle devirmenin peşinde oldukları kanaatinde idi. Bu yüzden Makarios, Atina’dan subayları geri çekmesini ve devlet başkanı sıfatına saygı duyulmasını, 2 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Devlet Başkanı Gizikis’e gönderdiği altı sayfalık mektubunda açık bir şekilde ifade etti. Öyle ki mektubunda, “Ben Yunanistan’ın Kıbrıs’a atadığı vali değil, Hellenizmin büyük bir bölümünün seçtiği önderim” diyordu. 

    Makarios’un Atina’ya meydan okuması karşısında Atina’nın iki seçeneği bulunuyordu. Birincisi, Makarios’a boyun eğmek ve subayları adadan çekmek. Bu durumda Yunanistan’ın ada üzerindeki nüfuzunu, saygınlığını ve gücünü yitirmesi kaçınılmazdı. İkincisi ise, her ne pahasına olursa olsun Başpiskopos’un iktidarına son vermek. Yunanistan 15 Temmuz 1974 tarihinde ikinci seçeneği sahneye koydu ve askeri darbeyle Makarios’u devirdi. Ardından EOKA tedhişçisi bir gazeteciyi, Grivas’ın sağ kolu Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti. Ardından Rum toplumu Makariosçular ile darbeciler şeklinde ikiye ayrılarak kanlı çatışmalara sürüklenmeye başladı. Çatışmaların büyümesinde ve ada geneline 
yayılmasında Makarios’un darbeden sağ kurtulması ve radyodan halkı darbeye karşı mücadeleye çağırması etkili oldu. Her ne kadar darbeciler radyodan yaptıkları yayınlarda Türklerin can ve mal varlığına dair güvence vererek, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin tepkilerini azaltmayı düşünseler de Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin kurulduğunun ilanı, yakın gelecekte neler olabileceğine dair tahminleri güçlendiriyordu. 

  Makarios, kendisine kurulan komployu önceden fark etmiş ama darbeyi önleyememişti. 

Nihayetinde, Kıbrıs’taki yönetim Atina’nın planladığı üzere, EOKA ve Helenistlerin eline geçti. 

Darbe, sonuçları itibariyle ciddi bir kırılma meydana getirdi. Her şeyden evvel Kıbrıs’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve anayasal düzenine karşı açık bir müdahale söz konusuydu. Ve bu darbe Makarios’un da sarih bir şekilde belgelendirip, ifade ettiği üzere Yunan hükümetince gerçekleştirildi. Dolayısıyla Kıbrıs’taki mevcut rejim garantör devletlerin birisi tarafından yıkıldı ve yerine amacı Enosis olan, çoğunluğu EO-KA’cılardan kurulu yeni bir hükümet ihdas edildi. Londra ve Zürih Antlaşmalarına göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, güvenliğini, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan garantör devletlerin hem hakları hem de görevleridir. 

Bu sebeple adada darbe ile ortaya çıkan uluslararası sorunun nasıl çözüme kavuşturulacağı sorusu, Ankara’yı meşgul eden birinci gündem maddesi oldu. Ankara’nın ve Makarios’u destekleyenlerin nazarında, darbenin Yunanistan tarafından yapıldığına dair en küçük bir şüphe yoktur. Diğer taraftan Ankara’nın en önemli endişe kaynağı, Yunanistan ile birleşme taraftarı kişilerce yapılan darbenin siyasi istikametinin ve Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliği ile siyasi haklarının akıbetinin ne olacağı sorusudur. 

Nitekim tüm bunlar Türkiye’yi yakından alakadar eden hayati meselelerdi ve Ankara’nın güvenlik noktasında ciddi bir kaygıya sürüklenmesine neden oluyordu. Kısacası Türkiye, Kıbrıs’ta Enosis’e yol açabilecek herhangi bir rejim, statü ve anayasa değişikliğine razı olmayacağını her kanaldan muhataplarına güçlü bir şekilde iletiyordu. 

Türk hükümetinin bir diğer endişesi de darbe sonrasında Yunanistan’ın Kıbrıs’a silah sevkiyatını artırmış olmasıydı. Bir taraftan Makariosçulara karşı kesin zafer elde etmek diğer taraftan da olası bir Türk müdahalesine karşı hem caydırıcı olmak hem de mukavemet artırıcı tedbirler almak amacıyla Yunanistan’dan Kıbrıs’a yapılan silah sevkiyatının hızlanması, Ankara’nın ısrarla dikkat çekmeye çalıştığı bir konuydu. Yunanistan’dan adaya silah sevki yeni bir olay değildi. 1964 yılından itibaren Yunan hükümetleri gizlice Kıbrıs’ta asker sayısını artırıyordu ve bu durum Makarios’u bile rahatsız edecek bir noktaya varmıştı. 

Bu yüzden Makarios, Atina’nın Rum ordusuna müdahalesini, asker ve silah sevkiyatını “yabancı bir işgal gücü” olarak tanımlamaya başlamıştı. 

< Kıbrıslı Türklere gelince, onlar 1963’den beri siyasi, toplumsal ve ekonomik bir travmanın içine sürüklenmişlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmalara aykırı bir şekilde fiilen devletin eşit kurucu ortağı statüsünden 1963 yılından itibaren çıkartıldılar. Türk toplumunu sindirmek ve onları azınlık haklarını kabule ikna için sistematik baskı yürütüldü. Yüzlercesinin ölümüne ve binlercesinin göçüne yol açan kanlı hadiseler yaşandı. >

Türkiye’nin haklı endişeleri karşısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Makarios’un meşru hükümetinin geri getirilmesi, dış müdahaleye son verilmesi ve Yunanlı subayların adadan çıkartılması yönünde etkili kararları ve eylemleri, bir türlü hayata geçiremedi. Dahası ABD ve İngiltere, bu hususta “bir karara varmanın henüz erken olduğu” düşüncesinde birleşirken, BM Genel Sekreteri Waldheim ve NATO Genel Sekreteri Luns, Türk hükümetine sadece itidal çağrısı yapmakla yetindiler. 

Kıbrıslı Türklere gelince, onlar 1963’den beri siyasi, toplumsal ve ekonomik bir travmanın içine sürüklenmişlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran antlaşmalara aykırı bir şekilde fiilen devletin eşit kurucu ortağı statüsünden 1963 yılından itibaren çıkartıldılar. Türk toplumunu sindirmek ve onları azınlık haklarını kabule ikna için sistematik baskı yürütüldü. Yüzlercesinin ölümüne ve binlercesinin göçüne yol açan kanlı hadiseler yaşandı. Makarios’un, “barışın tek koşulu, azınlık hakları” ifadesine rağmen adadaki sorunu görüşmek için Mart 1964’te toplanan BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs Rum hükümeti’ni adanın tek meşru otorite olduğunu ima eden kararı, Türkiye dışındaki bütün ülkeler tarafından kabul edildi. BM’nin bu kararı; sonrasında ise Türkiye’nin adaya müdahale girişimini engelleyen Johnson Mektubu, Makarios’u cesaretlendiren adımlar oldu. Türklere yönelik baskı ve zulüm politikalarını bir dizi katliam izledi. Adanın yaklaşık yüzde otuz dördüne tekabül eden topraklarda hayatlarını sürdüren Türkler, 1974 yılına gelindiğinde bu toprakların yalnızca yüzde üçünde sıkıştırılmış bir vaziyette hayatlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Kıbrıs Türkleri kendilerine uygulanan devlet destekli baskılara örgütlü bir direnç göstermek ve can ve mal güvenlikleri  ni korumak adına, 28 Kasım 1967 tarihinde Geçici Kıbrıs Türk İdaresi’ni kurdular. 

< Nihayetinde sürdürülen tüm diplomatik girişimler ve bunların neticeleri Türk hükümetinde barışçıl yollardan bir çözüme ulaşılamayacağı kanaatinin doğmasına yol açtı. Bu doğrultuda 20 Temmuz 1974 sabahı, Türkiye, Kıbrıs’a; Yunan müdahalesiyle bozulan anayasal düzeni yeniden tanzim etmek, gayrimeşru askeri yönetimi bertaraf etmek ve sadece Türklere değil aynı zamanda Rumlara da barış getirmek maksadıyla müdahale etti. >

Bu gelişme, Kıbrıs’ın etnik temelli siyasi bir ayrışmaya Kıbrıs Barış Harekâtı’yla gittiği tezini çürüten önemli bir olay olması bakımından dikkate değerdir. Böylece 1950’li yıllarda görülen toplumsal ayrışma, Makarios ve Grivas’ın yanlış politikaları yüzünden 1960’ların ortalarında etnik 
temelli siyasi bölünmelere de sirayet etti. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

27 Kasım 2019 Çarşamba

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 5

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki  Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 5




Ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye ancak bu şekilde geliştireceği yapıcı ve bütüncül politikalarla etkili olabilecektir. Zira Doğu Akdeniz’den çıkarılacak 
enerjinin tüketim pazarlarına taşınmasında en ekonomik ve karlı yolun, enerji kaynağının Türkiye üzerinden aktarılmasıyla mümkün olduğu ilgili tüm 
taraflarca bilinmektedir. Bu avantaj; doğal gazda hızla artan iç tüketim, Rusya ve İran’a olan bağımlılık ve bir süredir uygulanmaya çalışılan enerji üretim 
merkezleri ile tüketim pazarları arasında güvenli bir nakil odağı olma politikası çerçevesinde üretilecek akılcı yaklaşımlarla dikkatle değerlendirilmelidir. 

Son olarak üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak Türkiye’de denizciliğe yeterince önem verildiğini söylemek mümkün değildir. Oysa ülkelerin egemenlik 
haklarının başladığı nokta kıta sahanlığı veya MEB alanlarının başladığı noktadır. Raporumuzda da ifade edildiği gibi dünya ticaretinin yüzde doksanından fazlası hala deniz yolu ile gerçekleşmektedir. Gerçek böyleyken Doğu Akdeniz’de olduğu gibi Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı bazı sorunlarda ilgili bakanlık ve kurumlara gerekli teknik bilgi ve desteği sağlayabilecek münhasır bir Denizcilik Bakanlığı’nın bulunmaması bir eksiklik olarak not edilmelidir. İhdas edilecek böyle bir bakanlıkla yaşanan uyum ve koordinasyon sorunlarının önüne geçilebilir, denizlerdeki hak ve çıkarların korunması daha etkin bir şekilde sağlanabilir. Ayrıca denizle iç içe olan birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de denizcilik kültürünün gelişip olgunlaşmasına önemli katkılarda bulunulabilir. 

KAYNAKÇA 

“1958 Convention on the Continental Shelf”, içinde Article 1, 
http://cil.nus.edu.sg/rp/il/pdf/1958%20Convention%20on%20the%20Continental%20Shelf-pdf.pdf 
“Akdeniz Kalkanı Harekâtı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Erişim 27 Ağustos 2013”, 
http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/DZKKULUSLARARASIGOREVLER.php?strAnaFrame=DzKKUluslarArasiGorevler&strIFrame=AKH 
“BM’ye 4 Maddelik Kriz Önleme Önerisi”, Hürriyet, 25 Eylül 2011, Erişim 25 Ekim 2013, 
  www.hurriyet.com.tr/planet/18821245.asp 
“Boğazlardan Geçen Yıl Yaklaşık 93 Bin Gemi geçti”, Hürriyet, 23 Ocak 2013, Erişim 24 Eylül 2013, 
 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22422384.asp 
“Doğu Akdeniz Isınıyor,” Amerikanın Sesi, 22 Eylül 2011, Erişim 3 Ekim 2013, 
 http://www.amerikaninsesi.com/content/dou-akdeniz-isnyor-130381553/899884.html 
“Doğu Akdeniz’de Yeni Düzen Arayışında Enerjinin Önemi”, Haber Kıbrıs, 27 Ekim 2012, Erişim 29 Ekim 2013, 
  http://haberkibris.com/mob_n.php?n=dogu-akdenizde-yeni-duzen-arayisinda-enerjinin-onemi-2012-10-27 
“First Licensing Round (2007),” Kıbrıs Enerji, Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı, Erişim 7 Eylül 2013, 
  http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/FE3EB5707ADA0E6EC225771B0035B0D2?OpenDocument&highlight=1st Licensing Round 
“GKRY’nin ilan ettiği MEB sahası için bakınız;” 
  http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/cyp_2004_eez_proclamation.pdf 
“GKRY’nin ilk tur ihalesi hakkında geniş bilgi için bakınız;” 
  http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/FE3EB5707ADA0E6EC225771B0035B0D2?OpenDocument 
“GKRY kabul ettiği kıta sahanlığı kanunu için bakınız;” 
  http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/CYP_1974_Law.pdf 
“GKRY kabul ettiği kıta sahanlığı ilanına BM onayı için bakınız;” 
  http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/mzn_s/mzn6.pdf 
“Greece, Israel look to new era of cooperation”, Kathimerini, 8 Ekim 2013, Erişim 21 Ekim 2013 
  http://www.ekathimerini.com/4dcgi/_w_articles_wsite1_1_08/10/2013_522201 
“International Crisis Group (ICG), Aphrodite’s Gift: Can Cypriot Gas Power A Dialogue?”, Rapor No: 216, (Brüksel: ICG, 2012). 
“KKTC’den Rumlara Kritik Uyarı”, Bugün, 17 Mayıs 2012, Erişim 25 Ekim 2013, 
  www.bugun.com.tr/kktcden-rumlara-kritik-uyari-haberi/292715 
“NATO Faaliyetleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Erişim 8 Ekim 2013”, 
  http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/dzkkuluslararasigorevler/NATO_Faaliyetleri.php 
“Recent Dicoveries,” Noble Enerji, Erişim 25 Eylül 2013, 
http://www.nobleenergyinc.com/Exploration/Recent-Discoveries-130.html 
“Rusya Rumlardan Resmen Üs İstedi”, Milliyet, 19 Ağustos 2013, Erişim 25 Ekim 2013, 
  www.milliyet.com.tr/rusya-rumlardan-resmen-üs-istedi/dunya/detay/1751630/default.htm 
“Second Licensing Round-Hydrocarbon Exploration,” Kıbrıs Enerji, Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı, Erişim 23 Eylül 2013, 
    http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/dmlhcarbon_en/dmlhcarbon_en?OpenDocument 
“Shell Egypt Anounces Two Ultra-Deepwater Discoveries,” Gulf Oil and 
Gas, 15 Şubat 2004, Erişim 29 Ağustos 2013, 
   http://www.gulfoilandgas.com/webpro1/MAIN/Mainnews.asp?id=395 
“Suriye’nin ilan ettiği söz konusu yasanın detayları için bakınız;
” http://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/STATEFILES/SYR.htm 
“Süveyş Kanalı Trafik İstatistikleri, Erişim 26 Eylül 2013”, 
http://www.suezcanal.gov.eg/TRstat.aspx?reportId=4 
Strategy and Defense in the Eastern Mediterranean: An American-Israeli 
Dialogue, Konferans Bildirileri (Washington DC: The Washington Institute for Near East Policy, 1987). 
“Türkiye’ye Akdenizde Büyük Oyun”, Bugün, 29 Kasım 2011, Erişim 
25 Ekim 2013, www.bugun.com.tr/turkiyeye-akdenizde-buyu-oyun-haberi/176728 
“Zorlu ve Turcas’tan ‘Boru Hattı’Teklifi”, Hürriyet, 15 Eylül 2013, Erişim 25 Ekim 2013, 
    http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/24712964.asp 
Anlar Güneş, Şule “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz 
Çevresinin Korunması,” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:56, Sayı:2,(2007). 
Başeren, Sertaç H., “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı,” 
Stratejik Araştırmalar, 8 14 (2010). 
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Tam Metni: http://www. 
un.org/depts/los/convention_agreements/texts/unclos/unclos_e.pdf 
Dış işleri Bakanlığı: 
     http://www.mfa.gov.tr/default.tr.mfa 
Ekin, Cengiz, “Küresel Hegemonya Mücadelesi Açısından Deniz Yetki Alanları,” 
içinde Doğu Akdeniz’de Hukuk ve Siyaset, yay. haz. Sertaç Hami Başeren, 
(Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 2013). 
“1958 Convention on the Continental Shelf”, içinde Article 1, 
    http://cil.nus.edu.sg/rp/il/pdf/1958%20Convention%20on%20the%20Continental%20Shelf-pdf.pdf 
Erhan, Çağrı, “Kıbrıs’ın Kuzeyinde de Biz Petrol Arayalım”, Türkiye, 30 Eylül 2011, Erişim 28 Ekim 2013, 
     www.turkiyegazetesi.com.tr/makaledetay.aspx?id=504455 
Erol, Emin, “Doğu Akdeniz Bölgesinde Hidrokarbon Kaynaklar ve Bölgesel 
Barış,” içinde Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanlarında Hukuk ve Siyaset, yay. 
haz. Sertaç Hami Başeren, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler 
Fakültesi, 2013). 
Giamouridis, Anastasios, Natural Gas in Cyprus: Choosing the Right Option, 
Mediterranean Paper Series, (Washington DC: GMF, 2013). 
Gürel, Ayla, The Cyprus Hydrocarbons Issue: Context, Positions and Future 
Scenarios, PCC Report 1/2013, Peace Researc Institute Oslo, (PRIO), 2013. 
Kaya, Şenay, Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz Sorunları, 
Yüksek Lisans Tezi (Ankara: Ankara Üniversitesi, 2007). 
KKTC Resmi Gazetesi: 
      http://www.mahkemeler.net/cgi-bin/showtuzukharf.aspx?which-letter=S 
Kohen, Sami, “ Dünya Neden Rumdan Yana?”, Milliyet, 4 Ekim 2011, Erişim 
24 Ekim 2013, http://dunya.milliyet.com.tr/dunya-neden-rumdan-yana/ 
dunya/dunyayazardetay/04.10.2011/1446326/default.htm 
Leigh, Michael, Energy Resource in the Eastern Mediterranean: Source for 
Cooperation or Fuel for Tension (Preliminary Reports and Recommendations), 
Policy Brief, (Washington DC: GMF, 2012). 
Luis Baberia, Jose, “The Oil Slick Floating off the Rock”, El Pais, 11 Mayıs 
2011, Erişim 24 Eylül 2013, http://www.presseurop.eu/en/content/ 
article/648661-oil-slick-floating-rock
Önder, Adnan, UluslararasıTürk Yunan İlişkileri (Kıta Sahanlığı Meselesi), 
Yüksek Lisans Tezi (Edirne: Trakya Üniversitesi, 2008). 
Özkan, Arda, “Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’nin Sınırlandırılması 
Uyuşmazlığı”, ( II.Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu, 2012). 
Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, 8.Bası (Ankara: Turhan Kitapevi,2003). 
Sünnetçioğlu, Mehmet Akif, “Doğu Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli ve 
Son Gelişmeler,” Stratejik Araştırmalar, 9, 16 (2011). 
Taşdemir, Fatma, “Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri 
Kapsamında Ortaya Çıkan Krizin Hukuki, Ekonomik ve Siyasi Boyutları”, 
Rapor No: 2012-3 (Ankara: Ankara Strateji Enstitüsü, 2012). 
Topsoy, Fevzi, “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında ‘Hakkaniyet 
İlkesi’ ve Dağılan Adaletin sağlanmasındaki Rolü”, Erişim 28 Ekim 2013, 
www.anadolu.edu.tr/sites/default/files/17pdf 
USGS, “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant 
Basin Province, Eastern Mediterranean,” Fact Sheet 2010-3014, Mart 2010. 
USGS, “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Nile 
Delta Basin Province, Eastern Mediterranean,” Fact Sheet 2010-3027, Mart 2010. 
Yaycı, Cihat, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu 
ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt:4 Sayı:6 (2012). 
Yaycı, Cihat, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında 
Libya’nın Rolü ve Etkisi,” Güvenlik Stratejileri Dergisi, 7 14 (2011). 



BİLGE ADAMLAR KURULU ÜYELERİ 

ÖZGEÇMİŞLERİ 


Salim DERVİŞOĞLU, Oramiral (E), Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Bilge Adamlar Kurulu Başkanı 


Salim Dervişoğlu, 1936’da İzmit’te doğdu. 1957 yılında Deniz Harp 
Okulu’ndan asteğmen rütbesi ile mezun oldu. Deniz Kuvvetlerinin çeşitli 
deniz ve kara hizmetlerinde bulundu. 1965-1967 yıllarında Deniz Harp 
Akademisi öğreniminden sonra Kurmay Binbaşı olarak Sultanhisar Gemisi 
ve bilahare Gayret Muhribi Komutanlığı yaptı. 1972-1973 yıllarında ABD’de 
İşletme alanında yüksek lisans yaparak yüksek işletme mühendisi oldu. 
1974-1977 yıllarında Brüksel’deki NATO karargâhında görev yaptı. 19771979 
yıllarında 3. Muhrip Filotillası komodorluğundan sonra çeşitli kara 
görevlerinde bulundu. 


30 Ağustos 1981 yılında tuğamiral oldu. Deniz Kuvvetleri Personel ve Lojistik 
başkanlığı, Çıkarma Filosu, Hücumbot Filosu, Harp Filosu komutanlıkları 
yaptı. Dervişoğlu ayrıca Deniz Harp Akademisi Komutanlığı ve Genelkurmay 
İstihbarat Daire Başkanlığı görevlerini yürüttü. İtalya’da 
(Napoli) da 2 yıl 
boyunca NATO görevlerinde 
bulundu. Dervişoğlu, Koramiral olarak Milli 
Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığı, Deniz Kuvvetleri Kurmay 
Başkanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevlerini yürüttü. Oramiral 
olarak 1995-1997 yıllarında 
Donanma Komutanlığı yaptı ve 1997-1999 
yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yaparak emekli oldu. 

Bayan Türkan Dervişoğlu ile evli olan Dervişoğlu’nun Mehmet ve Ahmet 
adlarında 2 oğlu vardır. Dervişoğlu, İngilizce ve Fransızca bilmektedir. 


....................


İlterTÜRKMEN, Dışişleri Eski Bakanı 
Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı 


İlter Türkmen 1927 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdi 
ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Türkmen, 
1949 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. 


İlter Türkmen, 1961-64 yılları arasında Washington Büyükelçiliğinde 

Müsteşar, 1964-68 yılları arasında Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür ve 
Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapmıştır. 1968-72 yıllarında Atina 
Büyükelçiliği görevini yürüten Türkmen, 1972-75 yılları arasında Türkiye’nin 
Birleşmiş Milletler nezdindeki Daimî Temsilcisi olmuştur. 1979-80 yıllarında 
Birleşmiş Milletler Teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı,1980-83 yıllarında 
ise Dışişleri Bakanı olmuştur. 1984-88 yılları arasında tekrar Birleşmiş 
Milletler nezdinde Daimî Temsilci olarak görev alan Türkmen, 1988-91 
yıllarında Paris Büyükelçiliğine getirilmiştir. Türkmen, 1991-96 yılları 
arasında Birleşmiş Milletler teşkilatında Genel Sekreter Yardımcısı ve Filistin 
Mültecilerine Yardım Örgütü Genel Komiseri görevlerini yürütmüştür. 

İlter Türkmen, Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcılığının yanında OBİV 
Dış ve Savunma Politikası Grubu Başkanlığını da yürütmektedir. 

.................

Sami SELÇUK, Prof. Dr., Yargıtay Eski Başkanı Bilge Adamlar Kurulu Başkan Yardımcısı 


1937’de Konya-Taşkent’te doğmuştur. 1955’te Konya Lisesi’ni ve 1959’da 
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Ankara yargıç adayı olarak 
mesleğe başlayan Selçuk, sırasıyla Sütçüler, Akşehir, Yenice ve 1972’den 
sonra Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulunmuştur. 21.09.1982 
tarihinde Yargıtay Üyeliğine seçilen Selçuk, Yargıtay Büyük Genel Kurulunca, 
10.07.1990 tarihinde ilk kez, 13.07.1994 tarihinde ikinci kez, 13.07.1998 
tarihinde üçüncü kez Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir. 


Fransızca ve İtalyanca bilen Selçuk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 
doktora yapmış, 1986 yılında doçent olmuştur. Selçuk’un kitap ve çeviri 
çalışmalarının yanında yerli ve yabancı dergiler ile günlük basında 
yayımlanmış Türkçe ve yabancı dilde; hukuk, dil, laiklik ve Atatürkçülük 
konularında makale ve denemeleri vardır. 

Yargıtay Büyük Genel Kurulunca 07.07.1999 tarihinde Yargıtay Birinci 
Başkanlığına seçilen Doç. Dr. Sami Selçuk bu görevden 15.06.2002 tarihinde 
yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra 
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinin öğretim üyeleri kadrosuna dâhil 
olmuştur ve Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığına seçilmiştir. Selçuk, 
Fakültede Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku dersleri vermektedir. 


.................

Kutlu AKTAŞ, İçişleri Eski Bakanı, Vali (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Kutlu Aktaş, 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 
mezun olmuştur. Mezuniyetini müteakip 30 Temmuz 1962 tarihinde atandığı 
Çankırı Maiyet Memurluğunda Yumurtalık ve Küre Kaymakam Vekilliklerinde 
görevlendirilip staj süresini doldurmuş, Kaymakamlık kursu ile Türkiye ve 
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’ünü (TODAİE) bitirdikten sonra 1964’te 
Darende Kaymakamlığına atanmıştır. 


30 Eylül 1967 tarihinde Yahyalı, 30 Nisan 1970 tarihinde Çüngüş, 31 Temmuz 
1972 tarihinde Bozcaada, 1976 tarihinde Simav Kaymakamlıklarına atanan 
Aktaş, 3 Ağustos 1976 tarihinde Mülkiye Müfettişliğine, 20 Ağustos 1976 tarihinde 
1. Sınıf Mülkiye Müfettişliğine, 4 Şubat 1977 tarihinde Mülkiye 
Başmüfettişliğine, 28 Mart 1979 tarihinde de Mülkiye Müşavirliğine 
atanmıştır. Kutlu Aktaş, 26 Haziran 1981 tarihinde Ağrı Valiliğine, 22 Aralık 
1986 tarihinde Malatya Valiliğine, 21 Nisan 1990 tarihinde İzmir Valiliğine ve 15 Temmuz 
1997'de ise İstanbul Valiliğine atanmıştır. Aktaş, 5 Ağustos 
1998-11 Ocak 1999 tarihleri arasında İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştır. 


...........................


Özdem SANBERK, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan 
Özdem Sanberk, Dışişleri Bakanlığı memuru olarak Madrid, Amman, Bonn 
ve Paris Büyükelçiliklerinde ve İktisadi İşbirliği ve GelişmeTeşkilatı (OECD) 
ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Daimi 
Temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulunduktan sonra, 1985-1987 
yılları arasında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını 
yapmıştır. 


1987-1991 yılları arasında Avrupa Topluluğu nezdinde Büyükelçi Daimi 
Temsilci, 1991-1995 yıllarında arasında Dışişleri Müsteşarı ve 1995-2000 
yılları arasında da Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. 2000 yılında 
emekliye ayrılan Sanberk, 2003 Eylül ayına kadar Türkiye Ekonomik Sosyal 
Etütler Vakfı (TESEV) Direktörlüğü görevinde bulunmuştur. 
Sanberk 
2011’de, İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıyı müteakiben 
Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü soruşturma sürecinde oluşturulan Palmer 
Komisyonu’nda Türkiye’yi temsilen yer almıştır. Sanberk, Kadir Has 

Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir. 
Özdem Sanberk, Sumru Sanberk ile evli olup Nazlı Sanberk’in babasıdır. 

...................


Sönmez KÖKSAL, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Sönmez Köksal, 8 Mart 1940 İzmir’de doğdu. Köksal, Saint Joseph Lisesi 
ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Köksal, 
1963 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi 
nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Dışişleri Bakanlığı Uluslararası 
Ekonomik Sorunlar Dairesinde Şube Müdürü, Burgaz’da Başkonsolos, Paris 
Büyükelçiliğinde Müsteşar, Siyaset Planlama Dairesi ve Orta Doğu ve Afrika 
Dairelerinde Başkanlık görevlerinde bulundu. 


1980’de Avrupa Ekonomik Topluluğu nezdindeki Türkiye Daimi Temsilci 
yardımcılığına atandı. 1983’de Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Genel Müdür 
Yardımcılığını üstlendi. 1986 yılında Bağdat Büyükelçiliği’ne atandı. 1990’da 
Avrupa Konseyi nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği 
görevini üstlendi. 
Türkiye’nin dönem başkanlığına rastlayan 1992 Nisan-Eylül ayları arasında 
6 ay süre ile Avrupa Konseyi Bakan Delegeleri Komitesi’ne başkanlık 
yaptı. Köksal, 1992 Ekim ayında Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı oldu. 
1998 Şubat ayında Paris Büyükelçiliği’ne atandı. 1 Ağustos 2002 tarihinde 
kendi isteği üzerine emekli oldu. Sönmez Köksal, 2002-2006 döneminde 
Işık Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak bulundu ve İstanbul Ticaret 
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı görevini üstlendi. 

................


Güner ÖZTEK, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Güner Öztek 1935 yılında Çankırı’da doğdu. 1955 yılında St. Joseph 
Lisesi’nden mezun oldu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler 
Fakültesi’nden mezun oldu. 

Güner Öztek, 1959-1960 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Genel 
Sekreterliği Özel Kaleminde Ataşe, 1961-1963 tarihleri arasında Dışişleri 
Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünde 3’ncü Kâtip, 1963-1966 tarihleri 
arasında Paris Büyükelçiliğinde 3’ncü ve 2’nci Kâtip ve 1966-1969 tarihleri 
arasında Dakar Büyükelçiliğinde 2’nci Kâtip ve Başkâtip olarak görev 
yapmıştır. Öztek, 1969-1971 tarihleri arasında Dışişleri Bakanlığı Özel 
Kalem Müdürlüğünde Başkâtip, 1971-1972 tarihleri arasında Başbakanlık 
Özel Kalem Müdürü, 1972-1976 tarihleri arasında Londra Büyükelçiliği 
Müsteşarı, 1976-1978 tarihleri arasında Uluslararası Kuruluşlar Genel Müdür 
Yardımcılığı, Elçi, Genel Müdür Yardımcısı, 1978-1982 tarihleri arasında 
Moskova Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı ve 1982-1986 tarihleri arasında 
İkili Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcısı görevlerinde bulunmuştur. 

Güner Öztek, 1986-1991 tarihleri arasında Kuveyt Büyükelçisi, 1992-1995 
tarihleri arasında Dışişleri Müsteşar İdari İşler Yardımcısı, 1995-1999 tarihleri 
arasında Belçika Krallığı nezdinde T.C. Büyükelçisi ve Batı Avrupa Birliği 
nezdinde Daimi Temsilci olarak görev yapmıştır. Güner Öztek, 1 Ocak 
2001’den itibaren Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yönetim Kurulu 
Başkanı ve Direktörü olarak görev yapmaktadır. Öztek, Fransızca ve İngilizce 
bilmektedir. 

....................

Ümit PAMİR, Büyükelçi (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 

1942 yılında İstanbul’da doğdu. Saint-Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi 
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1965 yılında Dışişleri Bakanlığı’na 
girdi. Gümülcine Konsolosluğu ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Fahri 
Korutürk’ün Özel Kalem Müdürlüğünü yaptı. 

Pamir, 1990 yılında Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün daimi 
temsilciliğini yaptı. 1991 yılında Türkiye’nin Cezayir Büyükelçisi oldu. 1995 

–1997 yılları arasında Yunanistan Büyükelçiliği görevinde bulundu. Başbakan 
Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın başdanışmanlığını yaptı. 
2000’de Türkiye’nin BM nezdindeki daimi temsilciliğine getirildi. Kıbrıs’ın 
ele alındığı Bürgenstock görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile 
beraber çalıştı. 

2004 – 2006 yılları arasında 
NATO Daimi Temsilciliği yaptı. 2007 yılında 
Dışişleri Bakanlığı Müşavirliği görevine getirildi ve aynı yıl yaş haddinden 
emekli oldu. Dilek Pamir’le evli ve iki çocuk babasıdır. 


...........................


Necdet TİMUR, Orgeneral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


1937 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğmuştur. 1958 yılında Kara 
Harp Okulu’ndan, 1960 yılında Muhabere Okulu’ndan mezun olmuştur. 
Timur, 1968 yılında Kara Harp Akademisi’nden mezun olmuş, ardından 
Kurmay Subay olarak, 1’nci Ordu Muhabere İşletme Bölük Komutanlığı, 
2’nci Zırhlı Tugay Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Kara Harp Akademisi 
Öğretim Üyeliği, 1’nci Ordu Genel Sekreterliği Harekât Subaylığı, Kıbrıs Türk 
Barış Kuvvetleri Harekât Eğitim Şube Müdürlüğü, Paris Kara Ataşeliği, 3’ncü 
Ordu Plan ve Harekât Şube Müdürlüğü ve Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığı 
görevlerini yürütmüştür. 

Necdet Timur, 1983 yılında tuğgeneralliğe, 1987 yılında tümgeneralliğe terfi 
etmiştir. Timur, tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Muhabere Elektronik 
ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen 
Komutanlığı görevlerini yürütmüştür. 


1991 yılında korgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Muhabere Elektronik 
ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı, 2’nci Kolordu Komutanlığı ve Harp 
Akademileri Komutan Yardımcılığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel 
Sekreterliği Başyardımcılığı görevlerinde bulunduktan sonra 1997 yılında 
orgeneralliğe terfi etmiştir. Bu rütbede Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı 
görevini müteakip 1’nci Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. Fransızca bilen 
emekli Orgeneral Necdet Yılmaz Timur, Bayan Nezih Timur ile evlidir ve 1 
çocuk sahibidir. 

.....................


OktarATAMAN, Orgeneral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Oktar Ataman 1939’da İstanbul’da doğmuştur. 1961 yılında Kara Harp 
Okulu’ndan topçu subayı olarak mezun olmuş, 1966-1968 yılları arasında Kore 
Cumhuriyeti’nde Askeri Ataşe Yardımcısı ve Birleşmiş Milletler nezdinde 
İrtibat Subayı görevlerinde bulunmuş ve 1975 yılında Kara Harp Akademisi’ni 
bitirerek Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı’na proje subayı olarak 
atanmıştır. 1977’de İngiliz Kraliyet Kara Kurmay Koleji’ne seçilen Ataman, 
mezuniyetini müteakip Kara Harp Akademisi’nde üç yıl öğretim üyesi olarak, 
1980-1983 yıllarında ise Belçika’da SHAPE Karargâhı Plan ve Prensipler 
Başkanlığı’nda karargâh subayı olarak görev yapmıştır. 1988’de tuğgeneral 
rütbesine terfi eden ve Genelkurmay Başkanlığı Plan Harekât Daire Başkanı 
olarak görev yapmaya başlayan Ataman 1992’de tümgeneralliğe terfi ederek 
Genelkurmay Başkanlığı Strateji ve Kuvvet Planlama Daire Başkanlığı’na 
atanmıştır. 


Orgeneral Ataman, 1997’de korgeneral rütbesine terfi etmiş ve Genelkurmay 
Başkanlığı Harekât Başkanlığı’na atanmıştır. Eylül 1998’den itibaren NATO 
Askeri Komitesi nezdinde Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanı olarak görev 
yapan Orgeneral Ataman, 2000-2001 yıllarında 6’ncı Kolordu Komutanı 
olarak görev yapmıştır. 2001’de NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek 
Kuvvetler Komutanlığı görevini devralan Ataman aynı yıl içinde orgeneralliğe 
terfi etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Hizmet Madalyası ile taltif edilen 
Orgeneral Ataman, Bayan Nedret Ataman ile evli olup bir kız ve bir erkek 
çocuğu babasıdır. 

......................


Sabahattin ERGİN, Koramiral (E) Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Emekli Koramiral Sabahattin Ergin 1926’da İstanbul’da doğmuştur. 1935 
yılında İstanbul Belediye Konservatuarı piyano bölümüne devam ederek 
başladığı müzikyaşamını çeşitlendirerek sürdürmüştür. Sabahattin Ergin, 1983 
yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda 
sanatçı ve öğretim üyesi olmuştur. Ergin, İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet 
Konservatuarı’nda lisans, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans, 
sanatta yeterlik ve doktora programlarında Müzik Pedagojisi, Müzik Eğitimi 
Felsefesi, Çağdaş Müzik Eğitimi Yöntemleri ve Mukayeseli Müzik Tarihi gibi 
dersleri Türkçe ve İngilizce olarak vermiştir. 

İ.T.Ü. dışında, Türk Mûsıkîsi Vakfı, Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri 
Araştırma Enstitüsü ve diğer bazı kültürel ve bilimsel dernek ve kurumlarda, 
kurucu, yönetim kurulu başkanlığı ve kurucu üyelikler de yapmıştır. 


42 yıl süren bir askerlik hizmetinde bulunan Ergin, Atatürkçülük ve jeopolitik 
konuları üzerinde çalışmalar yapmakta olup, meşgul olduğu çeşitli alanlarda 
ulusal ve uluslararası bilimsel etkinliklere; konuşmacı, bildiri sunucu ve 
panelist olarak katılmaktadır. İlgilendiği konular üzerine kaleme aldığı bazı 
çalışmaları kitap, makale ve tebliğ olarak basılmıştır. 


.................

Nur VERGİN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Nur Vergin, 1941’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğunu ve gençliğini yurt 
dışında geçirdi. Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde Sosyoloji lisans ve yüksek 
programlarını tamamladıktan sonra aynı üniversitede Sosyoloji Doktoru 
unvanını aldı. 1973’te Türkiye’ye dönüp İstanbul Üniversitesi’nde göreve 
başladı. 

Nur Vergin Bilkent Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nde öğretim 
üyeliği görevinde bulundu. Vergin, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler 
Fakültesi’nden emekli olmuştur. 


Çeşitli uluslararası Sosyal Bilimler Derneklerine üye olan ve siyaset, kimlik 
ve din sosyolojisi üzerine çalışan Vergin’in, Industrialisation et Changement 
Social en Milieu Rural (1976), Türkiye’ye Tanık Olmak (1998), Din, Toplum 
ve Siyasal Sistem (2000) ve Siyaset Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar ve 
Yaklaşımlar (2008) başlıklı kitapları yayımlanmıştır. 

......................

Orhan GÜVENEN, Prof. Dr. 
Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 

1973 yılında OECD İstatistik Danışmanı olarak iş hayatına başlayan Prof. Dr. 
Orhan Güvenen, 1976 yılında Paris-Sorbonne Üniversitesi (EPHE) Öğretim 
Üyesi, 1977-1984 yıllarında Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de 
Öğretim Üyesi, 1979-1988 yıllarında Paris Üniversitesi Araştırma Direktörü 
ve Ekonometri Profesörü olarak çalışmıştır. Prof. Dr. Güvenen, 1988-1994 
yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı görevine 
atanmıştır. 


1995-1997 yıllarında Büyükelçi olarak İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı 
(OECD) Nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yapan Prof. 
Dr. Güvenen, 1996 yılında ABD, Case Western Reserve Univ., “Systems 
Engineering Department” bölümünde Misafir Profesör olarak görev yapmıştır. 
1997-1999 yıllarında T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı 
ve 1997-2000 yıllarında Büyükelçi ve Başbakan Başmüşavirliği görevlerine 
getirilmiştir. Güvenen, 2002 yılında UNESCO Yönetim Kurulu Türkiye 
Temsilcisi ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı 
görevini üstlenmiştir. 

Milli Güvenlik Akademisi’nde Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Paris 
Üniversitesi’nde Misafir Profesör olarak görev yapan Güvenen, 1988 yılında 
“Dünya Sistemleri, Ekonomileri ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü”nü 
kurmuş ve halen adı geçen Enstitü’de Ekonometri ve Uluslararası Ekonomi 
Profesörü ve Başkan olarak görevine devam etmektedir. Ayrıca, Ağustos 
2000’den itibaren, Bilkent Üniversitesi Uygulamalı Yabancı Diller Muhasebe 
Bilgi Sistemleri Bölüm Başkanlığı görevini sürdürmektedir. 

..........................


Ali KARAOSMANOĞLU, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Uluslararası Hukuk doktorasını Lozan Üniversitesi’nden almış olan Prof. 
Karaosmanoğlu, Stanford Üniversitesi Hoover Institution’da, NATO’da, 
Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi’nde ve Princeton Üniversitesi’nde 
araştırma bursları kazanmış ve misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. 
Bilkent Üniversitesi’ne katılmadan önce Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de 
öğretim üyeliği yapan Prof. Karaosmanoğlu, Türk dış politikası, strateji ve 
güvenlik politikaları konularında çalışmalar yapmaktadır. 
Yayınları arasında Les actions Militaires coercitives et non coercitives des 
Nations Unies (Droz); İç Çatışmaların Çözümü ve Uluslararası Örgütler 
(Boğaziçi Üniversitesi); Middle East, Turkey and the Atlantic Alliance (Dış 
Politika Enstitüsü, Editör); The Europeanization of Turkey’s Security Policy 
(Dış Politika Enstitüsü, editör) başlıklı kitapları ve Foreign Affairs, Politique 
Etrangère, International Defense Review, Europa Archiv, Security Dialogue 
ve Journal of International Affairs gibi dergilerde basılmış makaleleri 
bulunmaktadır. Prof. Karaosmanoğlu, Avrupa Bilim ve Sanat Akademisi üyesidir. 

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 2010 yılında emekli 
olan Karaosmanoğlu, İhsan Doğramacı Vakfı’na bağlı Dış Politika ve Barış 
Araştırmaları Merkezi’nin başkanıdır. 


.................................


İlterTURAN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


1941 yılında İstanbul’da doğmuştur. Orta öğrenimini Türkiye ve Amerika 
Birleşik Devletleri’nde tamamlamıştır. 1962 yılında Oberlin Koleji’nden 
(ABD) Siyasal Bilimler Lisansı, 1964 yılında Columbia Üniversitesi’nden 

Siyasal Bilimler Yüksek Lisansı almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi, İktisat 
Fakültesi, Siyaset İlmi Kürsüsü’ne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1966 
yılında Doktor, 1970 yılında Doçent, 1976 yılında da Profesör olmuştur. 

1984 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne intisap etmiş, 
1991 yılında aynı fakültede yeni kurulan Uluslararası İlişkiler Kürsüsü 
Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’ndeki görevinden 
ayrılmış ve Koç Üniversitesi İdari Bilimler ve İktisat Fakültesi’nde Siyasal 
Bilimler Profesörü olarak görev almıştır. Ekim 1998-2001 yılları arasında 
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektörlük görevini üstlenmiştir. Hâlihazırda 
aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. 

Prof. Dr. İlter Turan’ın Mukayeseli Siyaset, Türk Siyasal Hayatı, Siyasal 
Davranış, Siyasal Kültür, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika konularında 
yayımlanmış İngilizce ve Türkçe kitap ve makaleleri bulunmaktadır. 
Akademik mesleğine ek olarak muhtelif şirket ve vakıf yönetim kurullarında 
görev yapmakta, Dünya Gazetesi’nde haftalık yazılar yazmaktadır. 

...................................


Ahmet Çelik KURTOĞLU, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Ahmet Çelik Kurtoğlu 1942’de Ankara’da doğdu. Kurtoğlu, 1965 yılında 
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun 
oldu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nden 
lisansüstü derecesini alan Kurtoğlu, ABD’de 
Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yaptı. Kurtoğlu, İstanbul 
Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde İktisat Profesörlüğü görevinden 1995 yılında 
emekliliğe ayrıldı ve 1997-2006 yıları arasında Galatasaray Üniversitesi’nde ders verdi. 


Çelik Kurtoğlu, öğretim üyeliği yanında 1978-82 yılları arasında Dışişleri 
Bakanlığı’na uluslararası ekonomi politikaları konusunda Danışmanlık 
yapmıştır. 1987-1995 yılları 
arasında İstanbul’da bulunan Dış Ekonomik 
İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Direktörü olarak görev yapan Çelik Kurtoğlu, 
1998 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.’yi 2002 yılında ise “iyi şirket” 
Danışmanlık A.Ş.’yi kurmuştur. Kurtoğlu, halen bu iki şirket kanalı ile 
yatırım bankacılığı ve kurumsal yönetim konularında bilgi ve tecrübelerini 
paylaşmaktadır. 


Çelik Kurtoğlu, DEİK Yönetim Kurulu Üyesi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş 
Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi, TEMAYönetim Kurulu Başkanı, Tekfenbank 
Yönetim Kurulu Üyesi, Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası (ERT) “Asosiye Üyesi” dir. 

..............................


Ersin ONULDURAN, Prof. Dr. Bilge Adamlar Kurulu Üyesi 


Ersin Onulduran, 1945 yılında Bandırma’da doğdu.Lisans eğitimini Claremont 
Men’s College’de Siyaset Bilimi dalında, Yüksek Lisans eğitimini California 
State University’de Uluslararası İlişkiler bilimi dalında tamamladı. Doktora 
eğitimini University of Southern California’da Siyaset Bilimi alanında yaptı. 
1973 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde araştırma 
görevlisi olarak göreve başladı. Aynı fakültede 1983’de Doçent, 1989’da Profesör oldu. 

Onulduran, Ankara Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim 
üyeliği ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevlerini yürüttü. Aynı 
zamanda Üniversitede Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü olarak görev yaptı. 
Ersin Onulduran 1986-2010 yılları arasında Türkiye-ABD Kültürel Mübadele 
Komisyonu (Fulbright Eğitim 
Komisyonu) Genel Sekreteri görevini yürüttü. 
Prof. Dr. Ersin Onulduran 2012 yılında Ankara Üniversitesi’nden emekli oldu. 
Onulduran, evli ve bir çocuk babasıdır. 

*******************

BİLGESAM YAYINLARI 

Kitaplar 


Çin Yeni Süper Güç Olabilecek mi? Güç, Enerji ve Güvenlik Boyutları 

(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Değişen Dünyada Türkiye’nin Stratejisi 


Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Türkiye’nin Bugünü ve Yarını 


E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN 
Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası 


E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN 
Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri 


(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Bildiri Kitabı 
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 


IV. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ve Sergisi Bildiri Kitabı 
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 


Özgür, Demokratik ve Güvenli Seçim 


Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 


Terörle Mücadele Stratejisi 


Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Hazırlayan: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 


Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar 


Dr. Mehmet Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 


Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri 


(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 


Asya’da Güvenlik Sorunları ve Yansımaları 


(Ed.) Doç. Dr. R. Kutay KARACA 


Raporlar 
Rapor 1: Küresel Gelişmeler ve Uluslararası Sistemin Özellikleri 


Prof. Dr. Ali KARAOSMANOĞLU 


Rapor 2: Değişen Güvenlik Anlayışları ve Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi 


Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Rapor 3: Avrupa Birliği ve Türkiye 


E. Büyükelçi Özdem SANBERK 
Rapor 4: Yakın Dönem Türk-Amerikan İlişkileri 


Prof. Dr. Ersin ONULDURAN 


Rapor 5: Türk-Rus İlişkileri Sorunlar-Fırsatlar 


Prof. Dr. İlter TURAN 


Rapor 6: Irak’ın Kuzeyindeki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri 


E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL 
Rapor 7: Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Demokratikleşme 


Prof. Dr. Fuat KEYMAN 


Rapor 8: Türkiye’de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı 


Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN 


Rapor 9: Laiklik, Türkiye’deki Uygulamaları Avrupa ile Kıyaslamalar Politika Önerileri 
Prof. Dr. Hakan YILMAZ 


Rapor 10: Yargının İyileştirilmesi/Düzeltilmesi 
Prof. Dr. Sami SELÇUK 


Rapor 11: Yeni Anayasa Türkiye’nin Bitmeyen Senfonisi 
Prof. Dr. Zühtü ARSLAN 


Rapor 12: Türkiye’nin 2013 Yılı Teknik Vizyonu 
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK 



Rapor 13: Türkiye-Ortadoğu İlişkileri 
E. Büyükelçi Güner ÖZTEK 

Rapor 14: Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği 
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER 


Rapor 15: Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya 
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY 


Rapor 16: Afrika Vizyon Belgesi 
Hasan ÖZTÜRK 


Rapor 17: Terör ve Terörle Mücadele 
M. Sadi BİLGİÇ 

Rapor 18: Küresel Isınma ve Türkiye’ye Etkileri 
Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER 


Rapor 19: Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi 
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK, Doç. Dr. Mazhar BAĞLI, 
Müstecep DİLBER, Onur OKYAR 

Rapor 20: Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma Açılımı 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK 

Rapor 21: Türk Dış Politikasının Bölgeselleşmesi 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK 

Rapor 22: Alevi Açılımı, Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi 
Doç. Dr. Bekir GÜNAY, Gökhan TÜRK 


Rapor 23: Cumhuriyet, Çağcıl Demokrasi ve Türkiye’nin Dönüşümü 
Prof. Dr. Sami SELÇUK 


Rapor 24: Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu 
Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 25: Türkiye-Ermenistan İlişkileri 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY 

Rapor 26: Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış 
Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 27: Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 

Rapor 28: Mısır’da Türkiye ve Türk Algısı 
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 29: ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri 
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Fadime Gözde ÇOLAK 

Rapor 30: Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Dr. Salih AKYÜREK 

Rapor 31: Ortadoğu’da Devrimler ve Türkiye 
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM, Fadime Gözde ÇOLAK 


Rapor 32: Güvenli Seçim: Sorunlar ve Çözüm Önerileri 
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 


Rapor 33: Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi 
Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU 


Rapor 34: Terör Önleme Birimleri 
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL 


Rapor 35: İran, Şii Hilali ve Arap Baharı 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Emin SALİHİ 


Rapor 36: Yeni Anayasadan Toplumsal Beklentiler 
BİLGESAM 


Rapor 37: Etnik Çatışma Teorileri Işığında Dağlık Karabağ Sorunu 
Yrd. Doç. Dr. Reha YILMAZ, Elnur İSMAYILOV 


Rapor 38: Çağcıl Hukuk Sistemlerinde ve Türkiye’de Tutuklama 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 


Rapor 39: Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı 
BİLGESAM 


Rapor 40: Kaos Senaryolarının Merkezinde İran 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER 


Rapor 41: Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 42: Yasa dışı Göç ve Türkiye 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Emine AKÇADAĞ 


Rapor 43: Kırgızistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 44: Kazakistan’da Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 45: Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA 

Rapor 46: Afganistan’ da Sivil Ölümleri 
Dr. Salih AKYÜREK, Nursema KIBRIS, Dilara ÜNAL 


Rapor 47: İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER 


Rapor 48: Çağcıl Hukuk Sistemleri ve Türkiye’de İşkence 
Erkam MALBELEĞİ 


Rapor 49: Balkanlarda Türkiye ve Türk Algısı 
Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK 


Rapor 50: Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış 
Dr. Salih AKYÜREK, Prof. Dr. Cengiz YILMAZ 


Rapor 51: Terörle Mücadelede Toplumsal Algılar 
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ 


Rapor 52: Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN 


Rapor 53: İnsansız Hava Araçları: Muharebe Alanında ve Terörle Mücadelede Devrimsel Dönüşüm 

Dr. Salih Akyürek, Mehmet Ali Yılmaz & Mustafa Taşkıran 


Rapor 54: Türkiye’nin Dış Yardım Stratejisi Sorunlar ve Öneriler 
Hasan ÖZTÜRK, Sevinç ÖZTÜRK 


Rapor 55: 2. Körfez Savaşı’nın 10. Yılında Irak 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK 


Rapor 56:Türk Silahlı Kuvvetlerine Toplumsal Bakış 
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ 


Rapor 57:Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış 
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ, Esra ATALAY, Fatma Serap KOYDEMİR 


Rapor 57:Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 
Doç. Dr. Fatih ÖZBAY 


Demokratikleşme ve Sosyal Dayanışma Açılımı 
Bilge Adamlar Kurulu Raporu 


İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Sonuç Raporu 
BİLGESAM 
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2011) Sonuç Raporu 


BİLGESAM 


Dergiler 


Bilge Strateji Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 4, Bahar 2011 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 7, Güz 2012 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 5, Sayı 8, Bahar 2013 
Bilge Strateji Dergisi Cilt 5, Sayı 9, Güz 2013 


Söyleşiler 


Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Elif KUTSAL 


Bilge Söyleşi-2: Nabucco Projesi 
Arzu Yorkan ile Söyleşi 
Elif KUTSAL-Eren OKUR 


Bilge Söyleşi-3: Nükleer İran 
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN ile Söyleşi 
Elif KUTSAL 

Bilge Söyleşi-4: Avrupa Birliği 
Dr. Can BAYDAROL ile Söyleşi 
Eren OKUR 


Bilge Söyleşi-5: Anayasa Değişikliği 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Merve Nur SÜRMELİ 

Bilge Söyleşi-6: Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK ile Söyleşi 
Merve Nur SÜRMELİ 

Bilge Söyleşi-7: BM Yaptırımları ve İran 
Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ile Söyleşi 
Sina KISACIK 


Bilge Söyleşi-8: Füze Savunma Sistemleri ve Türkiye 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Eren OKUR 


Bilge Söyleşi-9: Gelişen ve Değişen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını 
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU ile Söyleşi 
Emine AKÇADAĞ 

Bilge Söyleşi-10: Soru ve Cevaplarla Yeni Anayasa 
Kasım ESEN ile Söyleşi 
Özdemir AKBAL 


Bilge Söyleşi-11: Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını 
E. Hv. Korgeneral Şadi ERGÜVENÇ ile Söyleşi 
Emine AKÇADAĞ 

Bilge Söyleşi-12: Arap Baharı Süreci, Mısır Seçimleri, Türkiye-Suriye Krizi 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Ali SEMİN 


Bilge Söyleşi-13: Esed Sonrası Suriye 
Halit Hoca ile Söyleşi 
Ali SEMİN & Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK 


Bilge Söyleşi-14: Türk Kara Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını 
Orgeneral (E) Oktar ATAMAN ile Söyleşi 
Emine AKÇADAĞ 


Bilge Söyleşi-15: Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma 
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi 
Hasan ÖZTÜRK, Ömer Faruk TÜRK 


*****