SÜLEYMANİ SONRASI ORTADOĞU BÖLÜM 2
İRAN’IN ABD KARŞISINDAKİ SEÇENEKLERİ
Kasım Süleymani suikastı İran’ın prestijine ciddi bir darbe vurmuş ve bölgedeki etkisine yönelik büyük bir meydan okumanın ortaya çıkmasına
neden olmuştur. İran’ın Süleymani gibi önemli bir figürün öldürülmesine karşılık yaptığı misilleme ise en azından suikast sonrasında ortaya konan söylemleriyle örtüşmemektedir. Tahran yönetiminin bu misillemeyle kendi halkını, vekil aktörlerini ve ideolojik/siyasal açıdan kendisine güç atfeden/sempati duyan kesimleri tatmin etmesi zor gözükmektedir. İran’ın yeni dönemde ABD’ye karşı uygulayabileceği politikalarda üç seçenek öne çıkmaktadır.
ABD ile Doğrudan/Dolaylı Karşı Karşıya Gelmemek
Bu seçeneğin tercih edilmesi İran’ın her şeyden önce 1979’dan beri uygulamış olduğu ve Amerikan karşıtlığının da söylemsel olarak ön plana çıkardığı politikalarıyla taban tabana çelişmesi anlamına gelecektir.
Böylesi bir alternatifin seçilmesi Süleymani suikastıyla prestiji zedelenen İran’ın bölgedeki vekil aktörler üzerindeki etkisinin minimize olmasına neden olacak ve gelecekte de bu etkiyi yeniden oluşturması zorlaşacaktır. Bu nedenle “İran’ın kriz sonrasında geri adım” sayılabilecek bir politika anlamına gelen ABD ile doğrudan veya dolaylı karşı karşıya gelmeme seçeneğine yönelmesi beklenmemektedir.
İranlı yetkililerin füze saldırıları sonrasında kullandığı retorik de böyle bir alternatifin seçilmeyeceğinin işaretini vermektedir.
ABD’ye Karşı Doğrudan/Dolaylı Agresif Politikalar Uygulamak
İran’ın yeni dönemde ABD’ye karşı doğrudan agresif bir politika içine girmesi zor gözükmektedir.
Zira krizden siyasi nüfuz ve prestij anlamında ciddi hasar almıştır. Bir kriz daha yaşanması halinde oluşacak hasarın daha büyük olma ihtimali önceki dönemlere göre çok yüksektir.
Aynı durum İran’ın vekil aktörleri kullanarak ABD’ye karşı agresif bir politika içine girmesi durumunda da söz konusu olabilecektir. Süleymani suikastının gerçekleşmesi Haşdi Şabi bileşenlerinden Kataib Hizbullah’ın faaliyetleri ve diğer vekil aktörlerle ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği önündeki gösterileri sonucunda olmuştu. Buradan hareketle Tahran yönetiminin doğrudan veya vekil
aktörleriyle Washington’a karşı agresif politikalar içine girmesinin maliyeti hem İran hem de söz konusu vekil aktörler için üstlenilmeyecek kadar büyük olma riski taşımaktadır. Bu nedenle İran’ın son krizdeki hasar kontrolünden sonra ABD’ye yönelik doğrudan veya dolaylı agresif politikalar içine girmesi rasyonel görülmemektedir.
Süreci Zamana Yayma ve Vekiller Üzerinden Yıpratma Politikası Uygulama
Geri planı olsa da ABD ile İran arasındaki krizin ortaya çıkması, tırmanmanın artması ve gerginliğin düşürülmesi aşamaları iki hafta gibi kısa bir sürede söz konusu olmuştur. Suikast sonrasında İran’ın hızlı ancak beklentilerden daha düşük bir misillemeyle karşılık vermesiyle gerginlik düşüşe geçse de Tahran açısından rövanşın henüz alınmadığı en azından söylemsel düzeyde dile getirilmektedir.9
9. Ali Hamaney, Hasan Ruhani, Cevad Zarif ve diğer üst düzey yetkililerin söylemleri buna işaret etmektedir. Örnek olarak bkz. “IRGC Aerospace
Commander: Wednesday Missile Strikes Mark Start of Major Operations Across Region”, FARS Haber Ajansı, 9 Ocak 2020, https://en.farsnews.
com/newstext.aspx?nn=13981019000659, (Erişim tarihi: 13 Ocak 2020).
Bu noktada zedelenen prestijinin yeniden tesisi ve üzerindeki Amerikan baskısını azaltmak için İran’ın gerginliği soğutarak süreci zamana yayma politikası içine girmesi en olası seçenek olarak gözükmektedir. Ancak süreci zamana yayarken de ABD ile vekiller yerine doğrudan kendisinin angaje olması yine bir krizin ortaya çıkma ihtimalini barındırmaktadır. Bu nedenle vekilleri önceki dönemler den farklı olarak daha dolaylı olarak kullanmak İran açısından daha az
risk içeren bir politika alternatifi olacaktır.
İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Komutanı General Emir Ali Hacızade’nin 9 Ocak 2020’de yaptığı basın açıklamasında arka planda İran, Devrim Muhafızları ve Besic bayrak ve flamalarının haricinde Haşdi Şabi ile Lübnan’daki Hizbullah, Yemen’deki Ensarullah, Filistin’deki Hamas, Afganistan’daki Fatimiyun ve Pakistan’daki Zeynebiyun gruplarının bayrak ve flamaları bulunmaktaydı.
Bu görüntü yeni dönemde vekiller üzerinden uygulanacak politikaya
ilişkin önemli bir mesaj niteliğindeydi.
İran’ın Hizbullah, Ensarullah, Hamas örgütleri ile Fatimuyyun ve Zeynebiyyun tugayları üzerinden ABD’yi yıpratma politikasına girişme ihtimali söz konusu örgütlerin ABD’ye verebilecekleri zararın düzeyi dikkate alındığında daha düşük gözükmektedir. Bunun yanı sıra söz konusu örgütlerin harekete geçmesi, bulundukları ülke ve bölgede devletlerin veya karşı hareketlerin eylemleriyle dengelenebilecek niteliktedir.
Buradan hareketle İran’ın bölgede bu politikayı gerçekleştirebilmesi için en elverişli vekil aktörlerinin Irak’ta bulunduğu söylenebilir. Beş bin civarında Amerikan askerinin dokuz üsde konuşlandığı Irak’ta alt bileşenleriyle birlikte Haşdi Şabi –Irak siyasal ve güvenlik yapısındaki ağırlığı nedeniyle– İran’ın diğer ülkelerdeki vekil aktörlerinden daha fazla etki oluşturabilecek bir yapıda dır.10
10. Haşdi Şabi bileşenleri ve etkilerine ilişkin bkz. Bilgay Duman ve Göktuğ Sönmez, “An Infuential Non-State Armed Actor in the Iraqi Context:
Al-Hashd Al-Shaabi and the Implications of Its Rising Infuence”, Non-State Armed Actors in the Middle East, ed. Murat Yeşiltaş ve Tuncay
Kardaş, (Palgrave Macmillan, 2018), s. 173-177,
GÖRSEL 1. GENERAL EMİR ALİ HACIZADE’NİN 9 OCAK 2020’DE YAPTIĞI BASIN AÇIKLAMASININ EKRAN ALINTISI
Kaynak: Press TV, Twitter, 9 Ocak 2020, https://twitter.com/PressTV/status/1215268453717856257, (Erişim tarihi: 13 Ocak 2020).
Ancak burada da İran açısından iki riskli durum bulunmaktadır:
Bunlardan birincisi bileşenlerinin İran namına yoğun bir şekilde kullanılması Haşdi Şabi’nin kendi içinde hoşnutsuzluğa yol açabilecektir. Bu durum ise Haşdi Şabi’nin içinde güç mücadelelerinin yaşanmasına neden olabilir. İkinci handikap ise Irak toplumunda ideoloji/mezhep gözetmeksizin İran’ın ülke üzerindeki nüfuzundan rahatsızlık duyan ciddi bir kitlenin bulunmasıdır. 2019 sonbaharında
Irak’taki gösteriler sırasında Basra, Necef ve Kerbela kentlerindeki İran konsolosluk binalarına saldırılması ve binaların ateşe verilmesi Tahran yönetiminin ülkede artan nüfuzuna yönelik bir tepkidir.
Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi Mühendis’in öldürülmesi kısa vadede bu tepkilerin merkezini ABD’ye doğru yöneltmiştir. Ancak Irak’ın Tahran tarafından ABD-İran rekabetinin bir cephesi olarak kullanılmaya devam edilmesi kaçınılmaz olarak İran’a yönelik tepkilerin yeniden ve daha etkili bir şekilde baş göstermesine neden olacaktır.
SÜLEYMANİ SONRASI ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİNDE YENİ FAY HATLARI
Bununla beraber ABD’nin İran politikasındaki dönüşüm, bölgeye yönelik askeri angajmanı ve oluşturduğu yeni caydırıcılık ise söz konusu ülkelerin İran’ın bölgesel politikalarına karşı kendilerini önceki döneme göre daha çok güvende hissetmelerine de neden olmuştur.
Burada kilit nokta İran’ın Amerikan müttefiklerine karşı yıpratıcı bir politika içine girmesi halinde söz konusu ülkelerin ABD ile ittifaklarına ne kadar güvenebileceğidir. Zira 14 Eylül 2019’da Suudi Arabistan’ın ARAMCO tesislerine yönelik saldırı ve ABD’nin buna verdiği tepki bölgede düşüşte olan Amerikan kredibilitesini bir kez daha olumsuz etkilemiştir.11
11. Ferhat Pirinççi, “Suudi Arabistan’ın Dev Savunma Bütçesi Güvenlik Sağlamıyor”, Anadolu Ajansı, 30 Eylül 2019.
Bu bağlamda Amerikan müttefiki ülkeler vekiller üzerinden gerçekleşecek ve rejimlerin bekasını doğrudan tehdit etmeyen saldırılara karşı ABD ile ittifaklarına güvenmeme eğilimindedir. Ancak İran’ın vekiller üzerinden değil de doğrudan giriştiği ve/veya müttefik rejimlerin bekasını tehdit eden politikalar içine girmesi durumunda ABD’nin devreye girerek İran’ı dengelemesi daha olasıdır.
Yeni dönemin bölge jeopolitiğine en önemli yansımalarından birisi İran’ın doğrudan veya vekiller üzerinden girişeceği ABD’ye veya bölgedeki müttefiklerine yönelik politikalarında daha ihtiyatlı hareket edecek olmasıdır. İran her ne kadar aksini göstermek için yoğun bir retorik kullanıp küçük bazı adımlar atacak olsa da karşılaşacağı riskin farkındadır ve kısa vadede büyük
yıpratıcı girişimlerde bulunarak bu durumu test etmesi olası görülmemektedir.
Yeni dönemde benzeri ihtiyatlı tavrın İran’ın vekilleri açısından da geçerli olduğu söylenebilir. Bunlardan Irak kendine özgü durumu nedeniyle istisna tutulacak olursa İran’ın bölgedeki vekillerinin manevra alanlarının önceki döneme göre daraldığı dile getirilebilir. Bu durumdan öncelikle Suriye’deki Şii milis gruplar ve özellikle Lübnan’daki Hizbullah daha fazla etkilenecektir. İran’ın doğrudan karasal ve deniz sınırı bulunmadığı her iki ülkedeki grupların geçmişte aldıkları yoğun lojistik destekte kesintiler yaşanması olasıdır. Benzeri bir durum daha
düşük bir seviyede Yemen’deki Ensarullah açısından da geçerlidir.
Yeni dönemde İran’ın bölgedeki vekilleriyle mücadele eden devletler mücadelelerinde daha geniş bir hareket alanına sahip olacaktır. Bunlardan özellikle İsrail’in önceki döneme göre daha rahat hareket etmesi ve Suriye, Lübnan ve Irak’ta İran’ın vekillerine yapacağı saldırılarını arttırması
söz konusu olacaktır.
Mevcut gerilimin bir cephesi olan Irak’ın bu konumunu yeni dönemde de sürdüreceği görülmektedir. 2003 sonrasında kurulan ve ciddi aksaklıklar gösteren siyaset mekanizmasına ilişkin hoşnutsuzlukların tavan yaptığı bir dönemde sorunlarına çözüm bulmak amacıyla küçük de olsa girişimlerde bulunan Irak’ın söz konusu gerilim ve cephe ülke olması nedeniyle sorunlarına kısa vadede bir çözüm bulması zorlaşmıştır.
Irak’ın bu durumu yeni dönemde iki riski ortaya çıkarmıştır: Birincisi İran’ın doğrudan/dolaylı baskısının artması nedeniyle ABD’nin sahada daha ihtiyatlı hareket edecek olması ve DEAŞ’la mücadelede ön planda olan Haşdi Şabi ile ABD’nin ilişkilerinin geleceğiyle ilişkilidir.
Bu durum Irak’ta DEAŞ’la mücadelenin sekteye uğramasına yol açabilecek ve bu tehdidin yeni dönemde tekrar ortaya çıkma ihtimali artacaktır.
Irak açısından ikinci risk ise yukarıdaki ihtimali de içerecek şekilde etnik / mezhepsel kutuplaşmanın zirve yapması ve kaotik ortamın artmasıyla Irak devlet otoritesinin ciddi bir şekilde sarsılmasıdır. Böylesi bir durumda Kuzey Irak’ın bağımsızlık girişimlerinin yeniden canlanması ve başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelerde yeni gerilimlerin yaşanması olasıdır.
Türkiye açısından bakıldığında ABD ile İran arasındaki gerilimin doğrudan tarafı olmasa da Ankara’nın yeni dönemdeki gelişmelerden kaçınılmaz bir şekilde etkileneceği söylenebilir.
Bu noktada Türkiye’nin yeni dönemde Washington ile Tahran arasındaki gerginliklere mümkün mertebede müdahil olmama ve gerginliğin (başta Suriye ve Irak’ta yaşanacak) yan etkilerini sınırlandırma şeklinde bir politika takip etmesi beklenmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye, ABD ile başta Suriye politikası olmak üzere bazı konularda farklılaşan önceliklere sahiptir. Türkiye, Irak ve Suriye öncelikli olmak üzere bölgede izlediği agresif politikalar nedeniyle İran’la da ayrışmaktadır.
Bu bağlamda yeni dönemde jeopolitik gerekçelerle iki ülkenin de önceki döneme kıyasla Türkiye’yle ayrıştıkları konularda Ankara’ya karşı daha uzlaşmacı ve müzahir bir tutum takınma ihtimali bulunmaktadır.
Yeni dönemde ABD-İran-Irak ekseni dışında kalan bölgelerde aktörlerin kendi bireysel gündemlerine daha fazla angaje olmaları söz konusudur. Dikkatlerin İran merkezli gerilime yoğunlaştığı bir dönemde bazı aktörler açısından fırsat penceresi açılmış olup sistemdeki dengeleri sarsmayacak şekilde “oldubitti” adımlarının atılması olasıdır. Bu bağlamda İsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye’de; Türkiye’nin Suriye ve Libya konusunda; Suudi Arabistan-BAE-Mısır üçlüsünün Libya konusundaki angajmanlarını artırması önceki döneme göre daha olasıdır.
SONUÇ
Kasım Süleymani suikastıyla beraber İran yıllardır vekiller üzerinden yürüttüğü güç mücadelesiyle kaçınılmaz bir şekilde asaleten yüzleşmek zorunda kalmıştır. Karşısında karşılık vermek zorunda olduğu ABD’yi bulan İran yönetimi gerilimi daha fazla tırmandırmak yerine “makul” bir misillemeyle sürecin kendisine daha fazla zarar vermesini –şimdilik– engelleyebilmiştir. Ancak sürecin şu ana kadar İran için stratejik açıdan net bir kayıp oluşturduğu söylenebilir.
Süleymani suikastı ABD açısından İran’a yönelik ciddi bir politika değişikliği olduğunu göstermektedir. Maksimum baskı politikasıyla birleştirildiğinde Obama dönemindeki bölgeye düşük angajman ve İran ile gerginleşmekten kaçınan Amerikan politikalarının sona erdiği görülmektedir. İran’a yönelik artan diplomatik ve ekonomik yaptırımların yanı sıra askeri boyut bundan sonraki
ilişkilerde daha belirleyici bir rol oynayacaktır.
Bununla beraber iki faktör ABD’nin yeni İran politikasındaki sürekliliği etkileyebilecektir: Birincisi Kasım 2020’deki başkanlık ve kongre seçimlerinin sonuçlarıdır. Trump’ın seçimi kaybetmesi halinde İran’a yönelik politikanın sürdürülüp sürdürülmeyeceği meçhuldür. Trump’ın seçimi kazanması halinde bile Kongrenin her iki kanadının Demokrat çoğunluktan oluşma ihtimali bulunmaktadır. Böylesi bir durumda Kongrenin bir bütün olarak Trump politikalarını ve dolayısıyla da İran politikasını etkileme gücü artacaktır. İkinci faktör ise Trump’ın nevi şahsına münhasır liderliğiyle ilişkilidir. Dış ve güvenlik politikaları alanında zaman zaman ABD’nin klasik karar verme süreçlerini bypass ederek farklı adımlar atabilen Trump’ın bu “öngörülemez” yönünün İran politikasında geçerli olmayacağını kesin bir şekilde iddia etmek güçtür.
İran suikastla oluşan stratejik kaybını zamana yayarak ve vekil aktörleri daha dolaylı kullanarak yeniden kazanmaya çalışacaktır. Bu noktada en büyük sıkıntı İran’ın Irak’taki vekil aktörleri kullanacak olması nedeniyle bu ülkenin istikrarıyla ilişkilidir. Bu bağlamda Irak’ta istikrarsızlığın artması durumunda İran’ın ABD’yi bölgeden çıkarma amacının tersi sonuçlar da ortaya çıkarabilir. Diğer bir ifadeyle Irak’ta istikrarsızlığın artması ABD’nin Irak’a askeri açıdan angajmanını
sürdürmesine ve hatta arttırmasına neden olabilecektir. Nitekim analize konu olan iki haftalık kriz sürecinde bile Irak’taki (ve bölgedeki) Amerikan birliklerinin sayısında artış yaşanmıştır.
Sonuç olarak analize konu olan suikast ve sonrasındaki gelişmeler ABD, İran ve kaçınılmaz olarak Irak’ı içine alan üçlü bir denklemde seyretse de sürecin yansımaları bölgenin tamamını ilgilendirir niteliktedir. Ortadoğu’daki bütün aktörler bundan sonra son dönemdeki gelişmeleri de hesaba katarak adım atacaktır. Süleymani suikastının bölgedeki dengeleri şekillendirme sürecinin tamamen sona erdiğini iddia etmek zordur.
Bununla beraber bölge dinamiklerinin suikast öncesinden farklı olduğu ise kesindir.
İran suikastla oluşan stratejik kaybını zamana yayarak ve vekil aktörleri daha dolaylı kullanarak yeniden kazanmaya çalışacaktır.
SONUÇ ÖZETİ ;
SÜLEYMANİ SONRASI ORTADOĞU
FERHAT PİRİNÇÇİ
ANALiZ
Washington-Tahran ilişkilerinde son kırk yılın en büyük gerilimi 3 Ocak 2020’de
ABD tarafından Bağdat’ta gerçekleştirilen Kasım Süleymani suikastıyla yaşanmıştır.
Kasım Süleymani Ortadoğu’da agresif nüfuz ve yayılmacı politikalar
uygulayan İran’ın bölgedeki en önemli figürü olup Arap Baharı öncesinde ve
özellikle beraberinde Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki Şii grupların örgütlenmesi ve bölgesel politikalara Tahran lehine yön verilmesinde en önemli
aktör olmuştur. ABD’nin böylesi yüksek değerde bir hedefi seçmesi İran politikasında önemli bir değişikliğe işaret ederken Tahran yönetiminin bu suikasta vereceği cevaba bağlı olarak bir bölgesel savaş çıkacağı beklentisi oldukça yüksekti. Nihayetinde İran, ABD açısından “makul” sayılabilecek bir karşılık vermiş ve krizin daha fazla tırmanmasının –şimdilik– önüne geçilmiştir.
Bu analizde Kasım Süleymani suikastı sonrasında ABD ve İran’ın birbirlerine
karşı uygulayabilecekleri politika seçenekleri ortaya konarak Ortadoğu’da
gelişen yeni denklemin öne çıkan özellikleri irdelenmektedir. Bu çerçevede
Kasım Süleymani suikastı ve sonrasındaki gelişmeler ABD, İran ve kaçınılmaz
olarak Irak’ı içine alan üçlü bir denklemde seyretse de sürecin yansımaları
bölgenin tamamını ilgilendirir niteliktedir. Ortadoğu’daki bütün aktörler bundan
sonra son dönemdeki gelişmeleri de hesaba katarak adım atacaklardır.
Süleymani suikastının bölgedeki dengeleri şekillendirme sürecinin tamamen
sona erdiğini iddia etmek zordur. Bununla beraber bölge dinamiklerinin suikast
öncesinden farklı olduğu da kesindir.
www.setav.org
ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE • BERLİN • BRÜKSEL
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder