SÜLEYMANİ SONRASI ORTADOĞU BÖLÜM 1
FERHAT PİRİNÇÇİ
ANALiZ
OCAK 2020 . SAYI 305
Uygulama: Erkan Söğüt
Baskı: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul
SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI
Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE
Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90
www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi
SETA | İstanbul
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43
Eyüpsultan İstanbul TÜRKİYE
Tel: +90 212 395 11 00 | Faks: +90 212 395 11 11
SETA | Washington D.C.
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106
Washington D.C., 20036 USA
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099
www.setadc.org | info@setadc.org | @setadc
SETA | Kahire
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No: 19 Cairo EGYPT
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire
SETA | Berlin
Französische Straße 12, 10117 Berlin GERMANY
Tel: +49 30 20188466
SETA | Brüksel
Avenue des Arts 27, 1000 Bruxelles, BELGIQUE
Tel: +3226520486
İÇİNDEKİLER
ÖZET 7
GİRİŞ 8
SUİKASTA GİDEN SÜREÇ VE TRUMP FAKTÖRÜ:
ABD SÜLEYMANİ’Yİ NEDEN HEDEF ALDI? 8
İRAN’IN MİSİLLEMESİ VE TIRMANMANIN DURMASI 9
KRİZ SONRASINDA YENİ STRATEJİK ORTAM 12
ABD’NİN İRAN KARŞISINDAKİ SEÇENEKLERİ 12
İRAN’IN ABD KARŞISINDAKİ SEÇENEKLERİ 13
SÜLEYMANİ SONRASI ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİNDE YENİ FAY HATLARI 15
SONUÇ 17
YAZAR HAKKINDA
FERHAT PİRİNÇÇİ
Doktorasını 2010’da Uludağ Üniversitesi’nde tamamlayan Ferhat Pirinççi, Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Uluslararası Siyaset Anabilim
Dalı’nda profesör olarak görev yapmaktadır. Ortadoğu, silahlanma ve ABD dış politikası üzerine çalışmalar yapmakta olup lisans ve lisansüstü düzeyde Uluslararası İlişkiler, Ortadoğu, Silahlanma ve ABD Dış Politikası dersleri vermektedir.
ÖZET
Bu analizde Kasım Süleymani suikastı sonrasında ABD ve İran’ın birbirlerine karşı uygulayabilecekleri politika seçenekleri ortaya konarak Ortadoğu’da gelişen yeni denklemin öne çıkan özellikleri irdelenmektedir.
Washington-Tahran ilişkilerinde son kırk yılın en büyük gerilimi 3 Ocak 2020’de ABD tarafından Bağdat’ta gerçekleştirilen Kasım Süleymani suikastıyla
yaşanmıştır. Kasım Süleymani Ortadoğu’da agresif nüfuz ve yayılmacı politikalar uygulayan İran’ın bölgedeki en önemli figürü olup Arap Baharı öncesinde ve özellikle beraberinde Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki Şii grupların örgütlenmesi ve bölgesel politikalara Tahran lehine yön verilmesinde
en önemli aktör olmuştur. ABD’nin böylesi yüksek değerde bir hedefi seçmesi İran politikasında önemli bir değişikliğe işaret ederken, Tahran yönetiminin
bu suikasta vereceği cevaba bağlı olarak bir bölgesel savaş çıkacağı beklentisi oldukça yüksekti. Nihayetinde İran, ABD açısından “makul” sayılabilecek
bir karşılık vermiş ve krizin daha fazla tırmanmasının –şimdilik– önüne geçilmiştir.
Bu analizde Kasım Süleymani suikastı sonrasında ABD ve İran’ın birbirlerine karşı uygulayabilecekleri politika seçenekleri ortaya konarak Ortadoğu’da
gelişen yeni denklemin öne çıkan özellikleri irdelenmektedir. Bu çerçevede Kasım Süleymani suikastı ve sonrasındaki gelişmeler ABD, İran
ve kaçınılmaz olarak Irak’ı içine alan üçlü bir denklemde seyretse de sürecin yansımaları bölgenin tamamını ilgilendirir niteliktedir. Ortadoğu’daki bütün
aktörler bundan sonra son dönemdeki gelişmeleri de hesaba katarak adım atacaklardır. Süleymani suikastının bölgedeki dengeleri şekillendirme sürecinin
tamamen sona erdiğini iddia etmek zordur. Bununla beraber bölge dinamiklerinin suikast öncesinden farklı olduğu da kesindir.
GİRİŞ
ABD’nin 3 Ocak 2020’de gerçekleştirdiği saldırıyla İran’ın Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ile Irak’ın Haşdi Şabi yapılanmasının komutan yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis’i öldürmesi ve akabinde yaşanan gelişmeler Ortadoğu’da süregelen oyunun kurallarının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Suikast resmi düzeyde ifade edilen ve satır arasında verilen mesajları bir tarafa ABD-
İran ilişkilerinde son kırk yılın en büyük geriliminin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Krizin ilk safhasında (tırmanma) İran’ın vereceği tepkiye bağlı olarak bölgesel düzeyde bir savaşın çıkacağına yönelik güçlü beklentiler oluşmasına rağmen Tahran yönetiminin şimdilik “makul” bir misillemeyle yetinmesi ve Washington’ın da bunu kabullenmesi gerilimin tırmanmasını engellemiş ve krizin şimdilik sönümlenmesini sağlamıştır. İki ülke arasında gerilim düşük yoğunluklu olarak devam etmekte ve Ortadoğu’yu kapsayacak yeni bir gerilimin çıkmayacağına
yönelik kesin bir yargıda bulunmak pek mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber Kasım Süleymani suikastı sonrasında ABD-İran ilişkileri özelinde ve Ortadoğu genelinde yeni bir denklemin oluştuğu görülmektedir.
Bu analiz Kasım Süleymani suikastı sonrasında oluşan yeni denklemi Washington ve Tahran yönetimlerinin politika seçeneklerini ortaya koyarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede ilk olarak ABD’nin suikast kararına neden olan faktörler ve İran’ın buna yönelik misillemesi ele alınmaktadır. ABD ve İran’ın kriz sonrası dönemde birbirlerine karşı uygulayabilecekleri politikalar tartışıldıktan sonra yeni dönemin bölge politikalarına etkisi analiz edilmektedir.
SUİKASTA GİDEN SÜREÇ VE TRUMP FAKTÖRÜ: ABD SÜLEYMANİ’Yİ NEDEN HEDEF ALDI?
General Kasım Süleymani suikastının zamanlamasına bakıldığında tırmanmanın 27 Aralık 2019’da Haşdi Şabi bileşenlerinden Kataib Hizbullah’ın Kerkük civarındaki Amerikan üssüne yönelik roket saldırısı sonucunda bir sözleşmeli ABD’li personelin öldürülmesi ve dört Amerikalı askerin yaralanmasıyla başladığı görülmektedir. ABD bu saldırıya misilleme olarak 29 Aralık 2019’da Irak ve Suriye’deki Kataib Hizbullah hedeflerine saldırılar düzenlemiş ve bu saldırılar sonucunda 25 Kataib Hizbullah milisi öldürülmüştür.1
1. “Statement from Assistant to the Secretary of Defense Jonathan Hoffman”, ABD Savunma Bakanlığı, 29 Aralık 2019,
https://www.defense.gov/Newsroom/Releases/Release/Article/2047960/statement-from-assistant-to-the-secretary-of-defense-jonathan-hoffman, (Erişim tarihi: 13 Ocak 2020).
Irak topraklarında resmiyette kendi güvenlik yapılanmasının bir parçası olan Haşdi Şabi bileşenlerinden Kataib Hizbullah milislerinin öldürülmesi Irak’ta ciddi bir infiale sebep olmuş, üç günlük yas ilan edilmiş ve 31 Aralık 2019’da Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği önünde protesto gösterileri başlamıştır. Haşdi Şabi komutanları, bileşenleri ve bazı Irak milletvekillerinin de katıldığı protestolar giderek dozunu artırmış ve Irak siyaset mekanizması ile güvenlik güçleri olayları yatıştırıcı herhangi bir önleyici reaksiyon göstermemiştir. Büyükelçilik dış duvarlarının zorlanması, giriş kısmının ateşe verilmesi
ve şiddet unsurunun giderek daha fazla ön plana çıkması üzerine ABD’den üst düzey uyarılar gelmiş ve Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin devreye girmesiyle protestolar 1 Ocak 2020’de sona ermiştir.
3 Ocak 2020’de ise tırmanmanın zirvesini teşkil eden saldırı gerçekleşmiştir. İran Kudüs Gücü komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani Beyrut’tan Bağdat’a dönmüş, havalimanından çıkarken ABD tarafından düzenlenen drone saldırısıyla öldürülmüştür. Bu saldırıda Kasım Süleymani’nin yanı sıra Kataib Hizbullah’ın kurucusu ve Haşdi Şabi’nin komutan yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis de öldürülmüştür.
ABD’nin –İran ile Trump döneminde küresel ve bölgesel düzeyde yaşadığı gerilime rağmen– neden 3 Ocak’ta bu denli büyük bir adımı attığı sorusunun cevabı büyük ölçüde Trump’ın kendine özgü başkanlığıyla ilişkilidir. Bu çerçevede saldırı tercihi ve zamanlamasında en önemli faktörün 31 Aralık’ta Amerikan Büyükelçiliği önünde yapılan gösteriler olduğu söylenebilir.
1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliğinin basılması ve devamında 444 gün süren rehine krizi ile 2012’de ABD’nin Libya Büyükelçisi Christopher Stevens’ın Bingazi’de öldürülmesi Amerikan dış ve güvenlik politikası açısından birer travma niteliğindedir.
Bunlardan özellikle Libya Büyükelçisi Stevens’ın Hillary Clinton’ın dışişleri bakanlığı döneminde öldürülmesi Trump’ın başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’a karşı kullandığı önemli eleştirilerden biriydi. Başkanlık seçimlerine on ay kala azil süreci devam ederken Bağdat Büyükelçiliğinde benzeri bir vakanın yaşanmasına ramak kalması Trump için toparlanması zor bir durum oluşturacak tı. Zira Trump seçim kampanyası süresince ve başkanlığı döneminde ABD’yi eski gücüne kavuşturacağını ve askeri birlikleri ülkesine döndüreceğini vadetmişti.2
2. Bu vaade rağmen Amerikan askerlerinin denizaşırı görevlendirilmelerinde Trump döneminde Obama döneminden anlamlı bir farklılık olmadığı söylenebilir. Bkz. Paul K. MacDonald ve Joseph M. Parent, “Trump didn’t Shrink U.S. Military Commitments Abroad—He Expanded Them”, Foreign Affairs, 3 Aralık 2019.
Bağdat Büyükelçiliğinin basılma ihtimali ve Irak’taki Amerikan askerleri üzerinde artan baskı üzerine Başkan Trump sosyal medya üzerinden çıkacak olaylarda doğrudan Tahran yönetimini sorumlu tutacağı mesajını vermiş ve İran’ı tehdit etmiştir.3
3. “The U.S. Embassy in Iraq is, & has been for hours, SAFE! Many of our great Warfighters, together with the most lethal military equipment
in the world, was immediately rushed to the site. Thank you to the President & Prime Minister of Iraq for their rapid response upon
request.... ....Iran will be held fully responsible for lives lost, or damage incurred, at any of our facilities. They will pay a very BIG PRICE!
This is not a Warning, it is a Threat. Happy New Year!”; Bkz. Donald J. Trump, Twitter, 31 Aralık 2019,
https://twitter.com/realDonaldTrump/status/1212121012151689217, (Erişim tarihi: 13 Ocak 2020).
Bununla beraber gerek gösterilerde gerekse Irak’taki Amerikan üslerine yönelik saldırılarda İran’ın doğrudan rol oynamaması 29 Aralık’ta gerçekleşen saldırıda
olduğu gibi İran’a karşı dolaylı bir misilleme ihtimalini akıllara getirmiştir. Ancak Kasım Süleymani suikastı beklenen misillemenin ötesinde çok ileri bir adım olarak ortaya çıkmıştır.
Sonuçları itibarıyla ABD’nin bölgesel politikalarını ve Ortadoğu’daki dengeleri değiştirecek kadar önemli olan bu hedefe karar verilmesinde Trump’ın kişisel özelliklerinin önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir.
İRAN’IN MİSİLLEMESİ VE TIRMANMANIN DURMASI
Süleymani’nin öldürülmesi bölgesel dengeleri DEAŞ lideri Bağdadi ve hatta El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in öldürülmesinden daha fazla etkilemiştir.
Zira her iki olayda öldürülen kişiler gücü sınırlı veya erimekte olan bir terör örgütü lideri konumundayken Kasım Süleymani bölge üzerinde agresif nüfuz politikaları uygulayan İran’ın bölgedeki en önemli figürüydü. Arap Baharı öncesinde ve özellikle beraberinde Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki Şii grupların örgütlenmesi, bölgesel politikalara İran lehine yön verilmesi ve süreçlerin yönetilmesi Kasım Süleymani tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu açıdan suikast sembolik olmanın ötesinde İran’ın bölgedeki prestijine ve etkisine indirilen ciddi bir darbe niteliğindeydi.
ŞEKİL 1. İRAN’IN ÇEVRESİNDEKİ AMERİKAN ASKERİ ÜSLERİ
Kaynak: “ABD’nin İran Çevresindeki Askeri Üsleri”, Anadolu Ajansı, 9 Ocak 2020.
İran suikastın hemen ardından üç günlük yas ilan edip saldırıya en güçlü şekilde karşılık verileceğini ifade etmişti. Bu bağlamda esas tartışılan konu İran’ın misillemesinin ne olacağı ve bu misillemeye ABD tarafından nasıl karşılık verileceğiydi. Zira İran’ın ABD’ye karşı misilleme seçenekleri oldukça fazlaydı. Sadece bölgede bulunan Amerikan üsleri düşünüldüğünde bile İran’ın misillemede bulunabileceği onlarca hedef bulunmaktaydı. Örneğin Irak’ta 5 binin üzerinde, Suriye’de yaklaşık bin, Kuveyt’te 13 bin, Bahreyn’de 7 bin, Katar’da 11 bin, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) 5 bin, Suudi Arabistan’da 3 bin ve Afganistan’da yaklaşık 14 bin ABD askeri toplamda 30’dan fazla
üste konuşlanmış bulunmaktaydı.4
4. “ABD’nin İran Çevresindeki Askeri Üsleri”, Anadolu Ajansı, 9 Ocak 2020.
İran’ın askeri kapasitesi de bu askerlerin konuşlandıkları üslerden herhangi birini misilleme amacıyla vurabilecek güçteydi.
Bununla beraber ilk aşamada öne çıkan konu misillemenin kim tarafından gerçekleştirileceği ve kapsamının ne olacağıydı. Bu noktada ABD’nin saldırısı Kasım Süleymani gibi etkili ve aktif görevde olan İranlı bir generale yapıldığından misillemenin de doğrudan İran tarafından yapılması beklenmekteydi. İran’da dini lider Ali Hamaney başta olmak üzere bütün yetkililerden saldırıya yönelik intikamın oldukça ağır olacağı tehditler eşliğinde dile getirilirken bir yandan da Süleymani’nin cenaze merasimleri devam etmekteydi. Nihayetinde beklenen misilleme 8 Ocak 2020’de geldi. İran’dan fırlatılan onlarca balistik füze Irak’ın Anbar ve Erbil vilayetlerinde Amerikan askerlerine ev sahipliği yapan üsleri hedef aldı.5
5. Irak ordusunun açıklamasına göre İran’dan toplamda 22 füze fırlatılmıştır. ABD Savunma Bakanı Mark Esper 16 füzeden 11’nin Anbar’daki
Asad Üssü’ne, 1’inin de Erbil’deki üsse düştüğünü belirtmiştir; “Iraqi PM Received ‘Verbal Message’ from Iran About Missile Attack”, Aljazeera, 8
Ocak 2020; “Pelosi Says House will Vote Thursday On Measure to Limit Trump’s Military Actions Regarding Iran”, Washington Post, 8 Ocak 2020.
İran’ın 8 Ocak’taki füze saldırısının başlamasından sonra geçen ilk saatler Ortadoğu’da son dönemin en kritik süreçlerinden birisi olarak tarihe geçmiştir. Zira füze saldırılarıyla beraber karşılıklı olarak propaganda ve dezenformasyon mekanizmaları da harekete geçmiş, bölge ülkelerindeki Amerikan askerlerine ev sahipliği yapan üslerden İran’a karşı bir hareketlilik olması halinde Tahran’ın söz konusu ülkelere karşılık vereceği ültimatomu verilmiş ve ABD’nin füze saldırısına ilk tepkisi beklenmeye başlanmıştı. Bu saatlerde krizin bir savaşa dönüşme ihtimali daha önce hiç olmadığı kadar güçlenmişti.
İlerleyen saatlerde üslerde herhangi bir can kaybının yaşanmadığı dile getirilmeye başlanmış, İran tarafı da saldırının Kasım Süleymani suikastına misilleme amacıyla yapıldığını ve sona erdiğini açıklamıştır. Donald Trump’ın aynı gün yaptığı basın açıklamasıyla beraber ABD’nin yeni bir askeri misillemede bulunmayacağı ve tırmanmanın daha fazla artmayacağı ortaya çıkmıştır.6
6. “Remarks by President Trump on Iran”, Beyaz Saray, 8 Ocak 2020.
Dolayısıyla tarafların İran’ın makul bir misillemesi konusunda üstü örtülü de olsa uzlaştığı ve gerginliği –en azından şimdilik – daha fazla tırmandırmak istemedikleri anlaşılmıştır.
KRİZ SONRASINDA YENİ STRATEJİK ORTAM
Washington ve Tahran yönetimleri tırmanmayı daha fazla uzatmayarak –şimdilik– kriz öncesi duruma dönmüş olmasına rağmen suikast ve İran’ın karşı misillemesi bölgede yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Bu dönemin özellikleri henüz gelişmekte olsa da bölgedeki dengelerin ve güç ilişkilerinin 8 Ocak 2020’den farklı olacağı açıktır.
ABD’NİN İRAN KARŞISINDAKİ SEÇENEKLERİ
Washington ile Tahran arasında –Irak başta olmak üzere– bölge politikalarından kaynaklı gerilimin arttığı belli olmakla beraber Trump yönetiminin İran’a karşı bu denli büyük bir meydan okumada bulunacağı beklenmemekteydi. Zira ABD “maksimum baskı politikası” çerçevesinde Mayıs 2018’de İran ile P5+1 arasında yapılan nükleer anlaşmadan çekilmiş, Tahran yönetimine uyguladığı ekonomik yaptırımları artırmış ve İran’ı izole ederek manevra alanını daraltmaya
çalışmaktaydı. Ancak Süleymani suikastı gibi doğrudan ve keskin askeri yöntemler uygulayacağına ilişkin açık bir işaret bulunmamaktaydı.
Buradan hareketle ABD açısından Süleymani suikastı Obama dönemindeki bölgeye düşük angajman ve İran ile gerginleşmekten kaçınan Amerikan politikalarının sonu anlamına gelmektedir.
Diplomatik ve ekonomik yaptırımları artırmayı ifade eden maksimum baskı politikasına askeri boyut da ciddi bir şekilde eklemlenmiştir. Dolayısıyla ABD bu saldırıyla bölgede yıpranan caydırıcılığını İran özelinde yeniden tesis etmiştir.
Bu noktada ABD’nin İran karşısındaki seçeneklerini analiz ederken ABD Başkanı Trump’ın nevi şahsına münhasır yapısı nedeniyle “beklenmedik adımlar atma” ihtimali de her daim göz önünde bulundurulmalıdır.
Süleymani suikastından sonra ABD’nin İran’a ve İran’ın bölgedeki Amerikan çıkarlarına doğrudan zarar veren eylemlerine karşı “kayıtsız kalması” seçenek dışıdır. Böylesi bir ihtimal Süleymani suikastı sonrasında oluşturduğu caydırıcılığına ciddi zarar verecektir. Bu ihtimal devre dışı kaldığında yeni dönemde ABD’nin İran karşısında uygulayacağı politikalarda iki seçenek ön
plana çıkmaktadır:
İran Üzerindeki Askeri Baskıyı Tek Taraflı Olarak Artırmak
Süleymani suikastı bu seçeneği işaret etse de kısa vadede askeri baskının yoğun bir şekilde tercih edilmeyeceği İran’ın “makul” görülen misillemesinden sonra gerilimin düşürülmesiyle ortaya çıkmıştır. Zira iki ülke karşılaştırıldığında her ne kadar askeri kapasite açısından net bir ABD üstünlüğü söz konusu olsa da askeri gerilimin artması durumunda yaşanacak bir savaşın ABD’ye de üstlenmek istemeyeceği maliyetleri olacaktır.
ABD’nin dış ve güvenlik politikalarında Irak ve Afganistan tecrübeleriyle yeniden kendisini hissettiren “Vietnam sendromu”7
7. Geoff Simmons, The Vietnam Syndrome: Impact on US Foreign Policy, (Palgrave, Londra: 1998).
İran Üzerindeki Baskı ve İzolasyonu Uluslararası Destekle Artırmak
Trump’ın 8 Ocak’ta Beyaz Sarayda yaptığı açıklamada bu seçeneğin işaretleri görülmektedir. Trump konuşmasında İran ile yaşanan krizi ikili formattan çıkararak İran’ın nükleer faaliyetleriyle bölge genelinde istikrarsızlık oluşturan uygulamalarına vurgu yapmış, Süleymani’nin eylemlerini ifade ederken Irak’taki DEAŞ’la mücadele sürecini sekteye uğratmasını zikretmiş ve NATO’nun Ortadoğu’ya daha fazla müdahil olmasını dile getirmiştir.8
8. “Remarks by President Trump on Iran”.
Bu konuşmanın öncesi ve sonrasında ABD’li yetkililer birçok devletle görüşerek İran’ın misillemesi ve buna yönelik politikaları hakkında bilgilendirme yapmış ve destek talebinde bulunmuştur. Bu noktada Trump yönetiminin en azından başkanlık ve kongre seçimlerinin gerçekleşeceği Kasım’a kadar İran ile yaşanacak yeni bir askeri krizin doğrudan nedeni olmaktan kaçınacağı söylenebilir.
Öte yandan İran’ın veya vekil aktörlerinin atacağı adımlara bağlı olarak caydırıcılığına meydan okunması durumunda veya Trump’ın seçim sürecine doğrudan etki eden bir olumsuzluk olduğunda ABD’nin –Kasım Süleymani suikastında olduğu gibi– büyük ve beklenmeyen bir misilleme yapması da olasıdır.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder