AFGANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AFGANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2021 Pazar

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 2

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 2





2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

    İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. 

Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 

Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:

İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok 
daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. 

Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk iş adamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı iş adamlarının son dönemde sıkça Türk iş adamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk iş adamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. 
İş adamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. 

Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.

Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 

1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’daki devrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. 

Bu durumda da İran devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. 

O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. 

Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. 

Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış 
olurdu. 
Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. 
Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesi’dir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm 
tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. 

Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.
İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.

İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. Ermenistan’ın Azeri 
topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken 
kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. 

Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. 

Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok 
yanılıyor. Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. 

Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. 

Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların 
üstesinden gelerek İran doğal gaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka işbirliklerinin de yolunu aradı. 

İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. 

İran’dan gelen gazın kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk Ekonomisini  vurmaya başladı. İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.

İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.

Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 

   “Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, öncelik dış taahhütlerinizde dir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. 

Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. 
En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.

İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. 

İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını sürdürüyor. Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.

Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 

Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde  mevzilenmiş durumda.Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. 

İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 

Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.

***
 

7 Ekim 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 4

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 4


ABD Irak hükümetinin terör örgütleriyle işbirliği yaptığı, kitle imha silahlarının bulunmadığından emin olunması ve Saddam yönetiminin devrilerek yerine demokrasinin yerleştirilmesi gibi gerekçelerle müdahalesini başlatmıştır. Bunula birlikte, pek tabii ABD’den bazı yetkililer dâhil pek çok kişi petrol kaynaklarının kontrolünü de gerekçe olarak göstermiştir (Çakmak, vd. 2011: 355).Uluslararası toplumun operasyonun durdurulması yönündeki taleplerini dikkate almayan ABD ve İngiltere, Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da benzer şekilde özgürlük getirmekten çok uzak kalmışlardır (Arı, 2012: 469). Operasyon nedeniyle çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş ve tüm dünyanın tepkisine neden olan ağır insan hakları ihlalleri yapılmıştır. Üstelik ABD’nin iddia ettiği gibi demokratik bir rejim de tahsis edilememiştir. Ayrıca bu savaş sonuçları itibari ile ABD için de sansasyonel olmuştur. Zira savaştan sonra kitle imha silahlarının izine rastlanamamış ve dahası kitle imha silahlarının varlığına dair istihbaratların yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Irak’ta kurulan ve sadece kararları onaylama yetkisi verilen geçici karma hükümete Irak bankalarının dış denetime açılması, kamu kurumlarının özelleştirilmesi ve neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması gibi neoliberal düzenlemeler dayatılmıştır (Juhasz, 2004: 27-37). Bu nedenlerle ABD’nin politikalarının meşruiyeti hem ABD’li bazı yetkililer hem de dünyanın neredeyse tamamı nezdinde sorgulanmıştır (Okur, 2012: 255).

ABD iki başarısız operasyonuna ek olarak bölgeye angajmanını devam ettirmek için, henüz Irak Savaşı devam ederken 2004’te Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi fikrini ortaya atmıştır. ABD demokrasiyi yerleştirilmek ve ekonominin liberalizasyonunu gerçekleştirmek amacıyla siyasal olarak bölgeyi yeniden modellediğini iddia etmiştir (Lacoste, 2008: 83). ABD bu proje ile bölgeye yönelik pek çok hedef belirlemiştir: ABD’nin değerlerinin yurtdışında savunulması, bölge halklarının diktatör yönetimlerden ve kısıtlamalardan korunması, ekonomik kalkınmayı ve açık toplumu sağlayacak stratejilerin geliştirilmesi, İslami kaynakları referans gösteren teröre karşı bölge ülkeleriyle kapsamlı bir koalisyon oluşturulması, kitle imha silahlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi (Kongar, 2012: 60). Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında söz konusu projenin bir uygarlık projesi ya da İslam dünyasını çağdaşlaştırma ve demokratikleştirme projesi olarak görülmektedir (Kongar, 2012: 61). Ancak bununla birlikte, reel politikte Afganistan ve Irak operasyonlarında olduğu gibi ciddi sapmaların olma ihtimali çok yüksektir. Ek olarak, ABD’nin bu projeyi uygulamasına yönelik olarak, sahip olduğu kötü imaj nedeniyle bölge halkı direnç göstermektedir. Zira Endonezya’dan Türkiye’ye kadar olan bölgede yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkelerde yaşayan kişilerin üçte ikisi Amerika’nın kendilerine saldırmasından korkmaktadır (Kongar, 2012: 59). Fakat bölge halkının yaşadığı mağduriyet ya da sahip oldukları olumsuz tutum gibi etkenler, dış politika pratiklerini sadece çıkarları doğrultusunda tanzim ABD’nin bölgeye yönelik ilgisini azaltmaya yetmeyecektir.

SONUÇ

ABD kuruluşundan itibaren önce ulusal bütünlüğünü ve güvenliğini sağlayarak gücünü arttırmaya odaklanmıştır. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken de hem kıta üzerinde hem de kolonyal güçlere karşı zora dayalı yöntemlere başvurmuştur. Gücünün artmasına paralel olarak dış politik tutumu da değişmeye başlamış ve şiddet kullanımı derinleşmiştir. ABD önceleri sadece kıtası üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışırken, 1898 İspanya Savaşı’yla dışarı açılmaya başlamıştır. Dolayısıyla ABD’nin zora dayalı dış politikası aslında bu tarihlerde başlamıştır, zira kolonileştirme faaliyeti köleleştirme, katliam ve asimilasyon gibi tamamı yapısal veya fiziksel şiddet içeren birtakım eylemler silsilesi ile uygulama bulmaktadır. Ancak bu süre zarfında ABD tüm dünyaya kendi çıkarlarını dayatacak güçte değildir ki zaten kuruluşundan itibaren benimsediği izolasyonist politika nedeniyle böyle bir önceliğe de sahip değildir.

ABD’nin bir dünya hegemonu olma yönündeki gücü ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda kendini belli etmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın dünya üzerindeki etkisinin azalmaya başlaması, ABD’nin daha fazla izolasyonist politikasını sürdüremeyeceği izlenimini yaratmıştır. Nihayetinde II. Dünya Savaşı’nın yaşanması bu izlenimleri haklı çıkarmıştır. Bu savaş sonrasında ABD yine geleneksel politikasına dönmek istemişse de bu dönüş Soğuk Savaş nedeniyle mümkün olmamıştır. Bu dönemde ABD izolasyonist karakterinin aksine, tüm dünyayı komünizm tehdidinden koruyacak bir jandarma görevini üstlenmiştir. Bu bağlamda II. Dünya Savaşı sonrasında ABD dış politikasında bir dönüm noktası oluştuğu aşikârdır. Bu dönüşüm çıkarları gereğince sınırlı bölgelerde zora başvurmak yerine şiddetini istediği her bölgeye götürmek yönünde radikal bir duruşu içermektedir. Ancak bu tarihi izleyen dönemlerde buna benzer başka bir büyük kırılma daha yaşanmamıştır. Nitekim Soğuk Savaş bittikten sonra da ABD, Yeni Dünya Düzeni sloganıyla tüm dünyada etkili olmaya devam edeceğini, dolayısıyla hegemonyasını ilan etmişti. Bu ilandan sonraki dış politika çıktılarının şekli ve söylemi değişmekle birlikte temelde motivasyonunda bir değişiklik olmamıştır.

Bu bağlamda bir kırılmaya neden olduğu şeklinde geniş bir kanı oluşturan 11 Eylül saldırıları esasında ABD’nin dış politikasında ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Öncelikle 11 Eylül saldırıları, Soğuk Savaş’tan sonra ABD’nin ortadan kalkan ideolojik düşmanının yerine bir yenisini getirmiştir: Terör (Chomsky, 2003: 21). Bu görünmez düşman üzerinden geliştirdiği söylem ve sloganlarla ABD dünyanın herhangi bir yerinde yapacağı çıkarları için gerekli müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Zira ABD’nin küresel bir meşruiyete sahip olmadan dünyaya hükmetmesi ve kendi iradesini kabul ettirmesi tepki çekecektir (Yılmaz, 2012: 418). Bu nedenle ABD 11 Eylül saldırılarının ardından, bu saldırıların asıl nedenini anlamak için ciddi bir öz eleştiri yapmaktan ziyade, sorunun kaynağını terör ve haydut devletler gibi söylemler ile izah etmeyi tercih etmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül olaylarını hegemonyasını pekiştirmek için kullanmıştır. Bir anlamda 11 Eylül saldırılarının ABD’nin çıkarlarını Ortadoğu’ya tahkim etmesi açısından elini rahatlatan bir söylem haline gelmiştir.

Benzer şekilde, 11 Eylül sonrasında güvenlik algılamalarında merkezi bir kavram olarak ortaya çıkan demokratikleşme kavramı ve özgürleşmeye dair yapılan geleneksel atıflar da ABD’nin reelpolitiği için ideolojik bir araç görevinde olmuştur. Edward Said’in belirttiği gibi “demokrasi ve özgürlük gibi hayati kavramların rehin alındığı akıl almaz bir suçtur işlenen; bu kavramlar talanın, işgalin ve sömürünün maskesi haline gelmiştir” (Said, 2005:299). Bununla birlik, demokrasi ve özgürlük gibi kavramların araçsallaştırılması ABD’nin dış politikası açısından bir yenilik değildir. Demokrasinin teşviki Woodrow Wilson’un başkanlığından itibaren ABD’nin dış politika öncelikleri arasında her zaman yer almıştır. Sadece 11 Eylül sonrasında bu teşvikin yoğunluğu, ABD’nin çıkarları gereği, Ortadoğu coğrafyasında artmıştır.

Bu iddiaların gerçekliği özellikle Irak müdahalesinden sonra anlaşılmıştır. Bu müdahaleyi gerçekleştirirken ABD ne BM’nin gerçekleştirdiği denetleme eylemlerini ne de müdahaleye karşı olan uluslararası toplumun görüşlerini dikkate almayarak, tek taraflı bir tavırla hareket etmiştir. Savaştan sonra ise, ABD’nin tutumundan dolayı bu savaşın daha önceden Muhafazakâr elitlerce planlanmış olduğu ve teröre karşı bir müdahaleden ziyade stratejik bir hamle olduğu yönünde güçlü iddialar gündeme gelmiştir (Yılmaz, 2012: 418; Bozarslan, 2010: 328; Johnson, 2005: 248-252). Nitekim savaş öncesinde alındığı iddia edilen istihbaratların spekülasyon olduğunun ortaya çıkması bu iddiaları güçlendirmiştir.

Üstelik her iki müdahalede de demokrasinin konsolidasyonunun çok uzağında kalınmıştır. Örneğin Irak’ta kurulan geçici karma hükümete karar yapma ve değiştirme yetkisi verilmeyip sadece önceden yayımlanmış kararları onaylama yetkisi verilmiştir. Bu hükümetin getirdiği başlıca düzenlemeler is kamu kurumlarının özelleştirilmesi, yabancı şirketlerin Irak-Amerikan işletmelerinde mülkiyet haklarının tamamına sahip olması, Irak bankalarının dış denetime açılması, yabancı şirketlerin ulusal işlem görmesi, neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması, bu düzenlemelerin ulaşım, medya, üretim, hizmetler, kamu hizmetleri, finans ve inşaat da dahil tüm ekonomiye uygulanmasıdır (Juhasz, 2004: 27-37). Geçici karma hükümetin Iraklı bir üyesi olan Ali Abdul-Amir Allawi, işsizliğe ve politik istikrarsızlığa neden olacak hızlı bir değişiklik olarak “serbest piyasa köktenciliğinin” zorla kabul ettirilmesini protesto etmiş fakat ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu neo-liberal bir devlet aygıtı kurulmasına engel olamamıştır (New York Times, 14 October 2003).

Nihayetinde 11 Eylül Saldırıları bir kırılmayı temsil etmemektedir. Çünkü ABD’nin dış politika önceliklerinde, amaçlarında ve yöntemlerinde bir değişim yaratmamıştır. Temelde yine II. Dünya Savaşı’ndan sonra sinyallerini verdiği ve SSCB’nin dağılmasından sonra Yeni Dünya Düzeni adı altında ilan ettiği hegemonyasını tahkim etme motivasyonu ile hareket etmiştir. Kırılmanın aksine bu olay, “teröre karşı savaş” sloganı gibi meşrulaştırma amacı taşıyan söylemler için bir neden olmuş ve bu açıdan da sadece söylem bir değişim haline gelmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül saldırıları, ABD’nin zora dayalı mevcut politikasını izlemesine zemin hazırlayan meşrulaştırma materyali olma noktasından öteye gidememiştir.


KAYNAKÇA


“9/11 Adress to the Nation”, American Rhetoric, 11 September 2001, http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911addresstothenation.htm (08.08.2017)

“Adress to Joint Session of Cougress Following 9/11 Attacks”, American Rhetoric, 20 September 2001,http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm (08.02.2016)

“Bush Radio Adress Text”, CNN, 15 September 2001, http://edition.cnn.com/2001/US/09/15/bush.radio.transcript/ (08.08.2017)

“George Bush’s Speech To The UN General Assembly”, The Guardian, 12 September 2002, http://www.theguardian.com/world/2002/sep/12/iraq.usa3 (08.08.2017)

“Iraqi Official Urges Caution on Imposing Free Market”, New York Times, 14 October 2003, http://www.nytimes.com/2003/10/14/business/iraqi-official-urges-caution-on-imposing-free-market.html?mcubz=0 ( 20.08.2017)

“Preseden Bush Delivers Graduation Speech at West Point”, The White House, 1 June 2001, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/06/20020601-3.html (10.08.2017)

“President Bush Outlines İraqi Threat”, The White House, 7 October 2002, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/10/20021007-8.html (08.08.2017)

“Selected Speeches of President George W. Bush”, The White House, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/infocus/bushrecord/documents/Selected_Speeches_George_W_Bush.pdf (08.08.2017)

“Text of Bush’s Speech”, The Guardian, 21 September 2001,http://www.theguardian.com/world/2001/sep/21/september11.usa13 (08.08.2017)

“The 9/11 Commission Report”, 27 November 2002, http://www.9-11commission.gov/report/ (08.08.2017)

“The National Security Strategy”, The White House, 17 September 2002), http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/nsc/nss/2002/ (08.08.2017)

“Vice President Speaks At VFW 103rd National Convention”, The White House, 26 August 2002,http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/08/20020826.html (08.08.2017) 154

“Washington’s Farewell Adress”, US Printign Office, 2000,https://www.gpo.gov/fdsys/pkg/GPO-CDOC-106sdoc21/pdf/GPO-CDOC-106sdoc21.pdf (08.08.2017)

Ağır, B. S., (2007) “Bush Doktrini: Küresel Bir Hegemonik İstikrar Arayışı mı?”, Uluslararası İlişkiler, 3 (12).

Ahmed, E. (2001), Hayatımı İslam’ın İmajını Onarmaya Çalışmakla Geçirdim. Hepsi Boşuna Mıydı?, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Akçay, E. ve Akbal, Ö. (2013), ABD Güvenlik Politikasında Söylem ve Pratik, Yönetim Bilimleri Dergisi, 11 (22).

Allison, R. J. (2012), Amerikan Devrimi, Kocabaşoğlu, U. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Arı, T. (2009), Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Arı, T. (2012), Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa: Mkm Yayınları.

Arı, T. ve Pirinçci, E. (2010), 11 Eylül’ün Gölgesinde Orta Asya’ya Yönelik Amerikan Politikası, Arı, T. (der.), Orta Asya ve Kafkasya, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Ataman, M. ve Gökcen, E. (2012), Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı-Yayılmacılık Çağı, Akademik İncelemeler Dergisi, 7 (2).

Aydın, M. (2003), Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD’nin Yeni Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, (4).

Bacık, G. (2007), Modern Uluslararası Sistem, İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Benjamin, D. andKirby, A. (2006), TheEvolvingThreat Of Terrosism, Smith, J. andSanderson, T. (ed.), FiveYearsAfter 9/11 An Assessment Of America’sWar On Terror, Washington D.C.:TheCsisPress.

Bozarslan, H. (2010), Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, Berktay, A. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Brzezinski, Z. (2005), Büyük Straç Tahtası, Türedi, Y. (çev), İstanbul: İnkılap Yayınları.

Byers, M. ve Nolte, G. (2007), ABD Hegemonyası ve Uluslararası Hukukun Temelleri, Denk, E. (çev. ed.), Ankara: Phoenix Yayınevi.

Chomsky, N. (2002), 11 Eylül ve Sonrası Dünya Nereye Gidiyor?, Doğan, T. vd. (çev), İstanbul: Aram Yayıncılık.

Chomsky, N. (2003), Amerikan Müdahaleciliği, Doğan, T. ve Zeren, B. (çev.), İstanbul: aram Yayıncılık.

Chossudovsky, M. (2005), America’s War On Terrorism, Canada: Global Press.

Cumhuriyet Gazetesi, 12 Eylül 2001.

Cural, A. (2011), Bush Doktrini ve Askeri Gücün Önalıcı ve Önleyici Savaş Kapsamında Kullanılması, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çakmak, C.,v.d. (2011), Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası Teori ve Pratik, İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık.

Çakmak, H. (2013), ABD’nin Askeri Müdahaleleri, İstanbul: Kaynak Yayınları.

Çelik, H. (2014), Oratadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çiftçi, K. (2009), Soğuk Savaş Sonrasında AB: “Rıza”ya Dayalı “Hegemonya”dan “İmparatorluk” Düzenine, ZKÜ Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 5 (10).

Davutoğlu, A. (2002), Felsefi ve Stratejik Boyutlarıyla 11 Eylül Sonrası Dönem, Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Dedeoğlu, B. (2008), Değişen Dünyada Yeni Dengeler, İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık.

Dorel, G. (2007), Amerikan İmparatorluğu Atlası, Altuğ, A. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

Erhan, Ç. (1996), Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Palnı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Ertan, F. (2003), Amerika’nın Dönüşümü, İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

Fisk, R. (2011), Büyük Medeniyet Savaşı Ortadoğu’nun Fethi, Uyurkulak, M., İstanbul: İthaki Kitap.

Fukuyama, F. (2011), Tarihin Sonu ve Son İnsan, Dicleli, A. (çev), İstanbul: Profil Yayıncılık.

Galeano, E. (2001), İyi’nin ve Kötü’nün Tiyatrosu, Sever, M. ve Kılıç, E. (çev), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

George W. Bush, “AddressBefore United Nations General Assembly”, Departmentof State, 8 October1990,http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/briefing/dispatch/1990/html/Dispatchv1no06.html (08.02.2016)

Gerger, H. (2005), Kan Tadı: Belgelerle ABD’nin Kara Tarihi, İstanbul: Yordam Yayınları.

GoldschmidtJr., A. and Davidson, L. (2010), A Concise History Of The Middle East, Boulder: Westview Press.

Gönlübol, M. (2000), Uluslararası Politika, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Gülmez, N ve Tahanvı, B. (2014), Soğuk Savaş Dönemi Çekişmemelrinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 14 (28).

Hook, S.W. ve Spanier, J. (2014), Amerikan Dış Politikası, Zihnioğlu Tanırlı, Ö., (çev.) İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Huntington, S. P. (1993), TheClash of Civilization, Foreign Affairs, 72 (3).

Irmak, F. ve Kahya, Y. (2014), Amerika Birleşik Devletleri’nde Terörizm ve Terör Korkusu: 11 Eylül Terör Saldırılarının Öncesine ve Sonrasına İlişkin Bir Analiz, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7 (33).

Johnson, C. (2005), Amerikan Emperyalizminin Sonbaharı, Kösebalaban, H. (çev), İstanbul: Küre Yayınları.

Juhasz, A. (2004), “Ambitions of Empire: The Bush Administration Economic Plan For Iraq (And Beyond)”, Left Turn Magazine, January 20.

Kalyon, L. (2010), Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 6 (11).

Kandemir, E. (2011), ABD Başkanları G.W. Bush ve B. Obama Dönemlerinde Yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejilerinde İttifak Söylemleri ve S.Walt’un İttifak Teorisi, Savunma Bilimleri Dergisi, 10 (2).

Kantarcı, Ş. (2012), Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistem: Yeni Sürecin Adı “Koalisyonlar Dönemimi Mi?”, Güvenlik Startejileri, 8 (16).

Karaosmanoğlu, A. L. (1996), Nükleer Stratejinin İlk On Yılı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Kenneth Weisbrode, “Üç Soğuk Savaşçı”, NATO Dergisi, 2006, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/special.html (08.08.2017)

Kibaroğlu, M. (2004), NATO’nun Kuruluş Misyonu ve Türkiye’nin Rolü, 2023 Dergisi, Nisan.

Kissinger, H. (2006), Diplomasi, Kurt, İ. H. (çev), İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Kongar, E. (2012), ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kurt, S. (2014), Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Ortadoğu Politikası, Tarih Okulu Dergisi, 7 (8).

Kurtbağ, Ö. (2007), Eleştirel Uluslararası İlişkiler Yaklaşımları Çerçevesinde Amerikan Dış Politikası’nın Analizi, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Lacoste, Y. (2008), Büyük Oyunu Anlamak, Akça, İ. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

LahurKırtunç, A. (2005), Kim Bu Amerikalı, Bu Yeni Adam?,Doğu Batı, 8 (32).

Lewis, B. (1990), TheRoots of MuslimRange, TheAtlanticMonthly, 266 (3).

Nevins, A. ve Commager, H. S. (2011), ABD Tarihi, İnalcık, H. (çev), Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Okur, M. A. (2012), Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk, Ankara: Ötüken Neşriyat.

Owen, R. (2006), Power and Politics In The Making Of The Modern Middle East, New York: Routledge.

Özerkemen, N. (2004), Terör, Terörizm ve Radikal İslamcı Terör, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte Dergisi, 44 (2).

Parla, T. (2002), 11 Eylül Yeni Birşey Mi? , Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Polat, İ. (2006), 11 Eylül Terör Saldırıları ve Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan Müdahalesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.

Primakov, Y. (2010), Rusyasız Dünya, Esenkanova, A. (çev), İstanbul: Timaş Yayınları, 2010.

Robbins, J. (2011), The Cost Of Overreaction, Michael, B. and Godges, J. P. (ed.), The Long Shadow 9/11: America’s Response To Terrorism, Santa Monica: RAND Corporation.

Said, E. (2001), İslam ve Batı Yetersiz Bayraklardır, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Said, E. (2005), Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası, Uyurkulak, M. (çev.), İstanbul: Agora Kitaplığı.

Sander, O. (2008), Siyasi Tarih 1918-1994, Akara: İmge Kitabevi.

Sander, O. (2009), Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, Akara: İmge Kitabevi.

Selamoğlu, A. (2007), ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası ve Küresel Yansımaları, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Sontag, S. (2001), Katiller Korkak Değildi (Amerika Şokta: Yorumların Sahte Tek Sesliği), Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Stein, K. W. (2002), The Bush Doctrin: SelectiveEngagement in theMiddle East, Middle East Review of International Affairs, 6 (2).

Sümer, G. (2008), Amerikan Dış Politikası’nın Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, 5 (19).

Şahin, M. (2008), ABD’nin “Müslüman” Savaşçıları, Akademik Ortadoğu, 3 (1).

Taşkın, T. (2010), 11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu ve ABD-Türkiye İlişkileri, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne.

Tellis, A. J. (2004), AssessingAmerica’sWar On Terror: ConfrontingInsurgency, CementingPrimacy, NBR Analysis, 15 (4).

Toman, M. ve Akman, H. (2014), Tarihi Süreç İçerisinde Amerikan İmparatorluğu, Tarih Okulu Dergisi, 7 (20).

Ülker Erkan, A. (2010), Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Arasındaki Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Dış Politikası, Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (1).

Yıldızoğlu, E. (2003), Hegemonya’dan İmparatorluğa, İstanbul: Everest Yayınları.

Yılmaz, A. (2012), Küresel Dünyada Uluslararası İlişkiler, Ankara: Kadim Yayınları.

Yılmaz, S. (2012), ABD, Monroe Doktrini’ne Dönebilir Mi?,Teori Dergisi, Aralık.

ALINTI

https://www.researchgate.net/publication/320256257


***

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 3

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 3


11 Eylül Örtüsünde, ABD Zora Dayalı Ortadoğu Politikası, Afganistan,Irak,Suriye,Örnek,Enerji,Petrol,Doğalgaz,Şeyda GÜDEK,ABD, 11 Eylül Saldırıları, Terör, Dış Politika,Bush Doktrini,


II. 11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD’NİN ZORA DAYALI DIŞ POLİTİKASINI GEREKÇELENDİREN SÖYLEMLER VE ÇIKTILARI.

11 Eylül terör saldırılarının ABD’nin dış politikasında önemli değişikliklere neden olduğu sıklıkla dile getirilmiştir. Her şeyden önce ABD’nin güvenlik algısı değişmiş, başlıca tehdit unsuru ya da düşman olarak, uluslararası terör görülmeye başlanmıştır (Irmak ve Kahya, 2014: 322). Bununla birlikte, terör saldırılarının El Kaide ile bağlantılı Müslüman simgeler taşıyan Ortadoğu kökenli kişiler tarafından yapılması nedeniyle radikal İslam da tehdit kaynağı olarak görülmüştür (Şahin, 2008: 48; Özerkmen, 2004: 257). Bu nedenle ABD bundan sonraki süreçte dış politikalarını (ya da dış politikasını meşrulaştırmak adına kullandığı söylemleri) bu unsurları merkeze alarak üretmiştir.

ABD, uluslararası alanda hiç bir tartışmaya izin vermeyecek kadar açık olan bu olay sonrasında, saldırıya uğrayan ülke durumu gereğince, bir meşru müdafaa hakkı ve bazı ayrıcalıklar kazanmıştır (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD saldırıların doğrudan kendisini hedef aldığını belirtmekle birlikte, bu saldırının uygarlık ve özgürlük merkezine yapılması bakımından da aslında, tüm uygar ve özgür toplumlara yapıldığı şeklinde bir genellemeye gitmiştir (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD’nin bu tutumu saldırılar sonrasında George Bush’un ifadelerinden açıkça anlaşılabilmektedir. Zira saldırıların hemen sonrasında yaptığı konuşmada, Bush aslında bu saldırıların ABD’ye açılmış bir savaş olduğunu ifade etmiştir (American Rhetoric, 11 September 2001). 15 Eylül’de yaptığı konuşmada ise Bush, teröristlere karşı çok daha güçlü ve etkili bir zafer için halktan sabırlı, güçlü ve azimli olmasını istemiştir (CNN, 15 September 2001). Bu konuşmada, teröristlerin ABD’ye saldırarak kendi yıkımlarına neden olacağını belirtmiş ve ayrıca terörist ülkelere kucak açan ve onları destekleyen ülkelere karşı da bir dizi kararlı eylemlerin icra edileceğini ifade etmiştir (CNN, 15 September 2001). Yine başka bir konuşmasında, Bush bu saldırıların özgürlüğün en parlak işaret ışığı olan Amerikan halkını korkutmak için yapıldığını, ancak başarılı olamadığını belirtmiştir (The Guardian, 21September 2001). Ayrıca bu saldırıların içlerini öfkeyle doldurduğuna da dikkat çekmiştir (The Guardian, 21September 2001). 148

  Bu doğrultuda ABD, sınırlarının muğlaklığı nedeniyleözellikle Ortadoğu bölgesinin geleceğini ipotek altına alacak olan, küresel ölçekte “teröre karşı savaş” ilan etmiştir (American Rhetoric, 20 September 2001). Bu savaşın nasıl yürütüleceğine dair çerçeve, 27 Eylül 2001 tarihli Kongre konuşmasında Bush tarafından çizilmiştir. Aynı zamanda bu konuşma daha sonra Bush Doktrini olarak anılacak stratejinin temel hatlarına dair ipuçları vermiştir. Bu konuşmada Bush teröre karşı izlenecek savaşın yol haritasını şöyle ifade etmiştir:

    “Emrimizdeki tüm kaynakları, her türlü istihbarat aracını, her türlü hukuki yaptırımı, her türlü mali etkiyi ve gerekli her türlü silahı, küresel terör şebekesini yok etmek ve ele geçirmek için kullanacağız. Teröristlerin mali kaynaklarını kurutacağız, onları birbirlerine düşüreceğiz, sığınacak ve dinlenecek bir yer kalmayıncaya kadar onları bir yerden başka bir yere takip edeceğiz. Terörizme yardım eden ve onu barındıran devletleri takip edeceğiz. Dünya üzerindeki tüm devletler şimdi bir karar vermek zorunda: Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle. Bugünden itibaren, terörizme yataklık eden veya destek sağlamaya devam eden her devlet Birleşik Devletler tarafından düşman bir rejim olarak görülecektir. Milletimiz uyarılmalı. Saldırılardan muaf değiliz. Fakat Amerikalıları korumak için terörizme karşı savunma önlemleri alacağız”(Stein, 2002: 59).

Bundan sonra da Bush sürekli olarak terör ve terör kaynakları ile ilgili konuşmalar yaparak, özellikle savunma ve güvenlik konusunda yapacağı değişimleri meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bu yaklaşım hem iç hem de dış politikada etkili olmuştur. Nitekim bu konuşmadan önceki gün terörle mücadelede artan izleme ve baskı yetkisi veren “Patriot Act” yasası yürürlüğe girmiştir. Bu konuşmalarla diğer taraftan da, hem ABD halkını hem dünyayı binlerce sivilin hayatını kaybedeceği Afganistan operasyonuna hazırlamaktadır. ABD artık, “teröre karşı savaş” sloganı ile kendi çıkarlarıyla çatışan odaklara yönelmeye, operasyonların çapını genişletmeye ve maruz kaldığı trajediyi stratejik ve ekonomik kazanımlara çevirmeye başlamıştır (Cural, 2011: 143).

Bu söylemlerden sonra uygulamadaki ilk somut adım, 7 Ekim 2001’de aceleyle başlayan Sürekli Özgürlük Harekâtı olmuştur. ABD El Kaide’nin Afganistan’da konuşlandığını düşündüğünden, ilk hedef doğal olarak burası olmuştur (Benjamin and Kirby, 2006: 1) . ABD Taliban lideri Molla Ömer’in, El Kaideli Usame bin Ladin ve diğer üyeleri teslim etmesini istemiş ve bunun gerçekleşmemesi üzerine, Taliban hükümetini El Kaide’yi desteklemekle suçlamıştır (The 9/11 Commission Report, 27 November 2002: 66-67). Fakat esasında ABD’nin bu konuda net bir kanıtı bulunmamaktadır ve hatta bugün bile bu konuya ilişkin bir konsensüs sağlanmış değildir (Chomsky, 2002: 96).

Bununla birlikte, hem NATO hem de BM bu harekâtın yanında ABD’yi desteklemiştir. 

Öyle ki, ABD öncülüğündeki operasyona NATO üyesi 40 ülke iştirak etmiştir.

7 Ekim günü hava saldırılarının başlamasından sonra, ABD ve İngiltere 51. madde gereğince bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkını kullandıklarını belirttikleri bir mektupla BM’ye başvurmalarına rağmen, BM’nin bu harekâtı desteklemesi ilginçtir (Çamak, 2013:530). Ayrıca operasyondan önce ABD, Rusya’nın da aralarında bulunduğu pek çok ülke ile temasa geçerek onaylarını almıştır. Dolayısıyla uluslararası kamuoyunda harekâtın meşruiyeti büyük oranda sağlanmış gibi görünmektedir. Meşruiyetin sağlanması önemlidir, zira geleneksel yöntemlerle sürdürülemeyecek olan bu savaşın başarısı diğer devletlerle geliştirilen istihbarat paylaşımı ve diplomatik ilişkilere de bağlıdır (Hook ve Sapanier, 2014: 281-282).

7 Ekim’de başlayan operasyonun öncelikli hedefi El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek ve terör örgütünü etkisiz hale getirmektir. 

Dolayısıyla ABD daha önce Sovyetler’in işgalinde CIA aracılığıyla eğitip desteklediği ve komünizme karşı “özgürlük savaşçıları” olarak gördüğü El Kaide üyelerini, şimdi terörist olarak aramaktadır (Galeano, 2001:174). Ayrıca ABD bu operasyon ile demokrasiyi tesis edeceğini de belirtmiştir. 

Ancak resmi olarak 31 Aralık 2014’te nihayet biten savaş uygulamada söylendiği gibi olmamıştır. İşgalci güçler “meşru müdafaa” haklarını, vakum bombası ve halı bombardımanı gibi orantılılık ilkesine dayanmayan hukuk dışı yöntemler ile aramışlardır (Polat, 2006: 105). Çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği bu operasyonda aynı zamanda işkence ve tecavüz gibi çok sayıda başka insan hakları ihlalleri de yapılmıştır (Ertan, 2003: 367).Üstelik bütün bunlara rağmen 

El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek uzun bir süre sonra, 2011 yılında mümkün olabilmiştir.

Bu operasyonun seyrindeki ve sonuçlarındaki tüm olumsuzluklara rağmen, Bush’un benzer yöndeki ifadeleri gittikçe sertleşerek devam etmiştir. 

Bu anlamda Bush’un 1 Haziran 2002’de West Point (Kara Harp Okulu) mezuniyet töreninde yaptığı konuşma önemli olmaktadır. Bu konuşmada kısa süre sonra açıklanacak olan Ulusal Güvenlik Stratejisinin ipuçlarını vermiştir. Konuşması boyunca sık sık 11 Eylül olaylarına ve terörizmin tehlikesine değinen 

Bush, Soğuk Savaş döneminde uygulanan çevreleme ve caydırıcılık gibi stratejilerin hala bazı durumlarda uygulanabilir olduğunu, fakat yeni tehditlere (yani teröre karşı) yetersiz kaldığını ifade etmiştir. Bush’a göre muhtemel düşmanların kullanacakları silahların yaratacağı yıkımın büyük olması nedeniyle somut bir saldırı beklemek yerine, savaşları o devletlere götürmek gerekmektedir. Dolayısıyla hâlihazırda bir saldırı yokken potansiyel tehditlere karşı önleyici olarak reaksiyon geliştirilmelidir. Bunu yaparken de gerekirse tek taraflı olabileceğinin sinyallerini vermiştir. (The White House, 1 June 2002)

Nihayetinde Bush’un bu politik söylemlerini somutlaştıran ve Bush Doktrini’ni teşkil eden belge ABD’nin 2002 Güvenlik Strateji Belgesi olarak vücut bulmuştur. 

Söz konusu belge dokuz ana başlık ve bir giriş belgesinden oluşmaktadır. Belge’nin içeriği ve ana hatları Bush’un imzasını taşıyan giriş bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde Bush daha çok ABD’nin üstünlüğüne, üstü kapalı bir biçimde “öteki” olarak tanımlanmış İslam ülkelerinin özgürleştirilmesine, diğer devletlerle işbirliği ve ittifakların geliştirilmesine dikkat çekmiştir (The White House, 17 September 2002).

Bush Doktrini temelde Amerika’nın üstünlüğünün yararları ve ülkenin algılanan tehditlere karşı ön alıcı savaş açma hakkı olmak üzere iki ayak üzerine 

kurulmuştur. İlk olarak Amerika’nın üstünlüğünden, Soğuk Savaş’tan zaferle çıkan ABD modeli kastedilmektedir. Buna göre ABD özgürlük, demokrasi ve serbest girişimle temellenen modelini dolayısıyla da hegemon konumunu sürdüreceğini ifade etmektedir (Hook ve Spanier, 2014: 288). ABD bu amacı insan özgürlüğünü koruyan bir güç dengesi ile biçimlendirerek, evrensel çıkarlara hizmet etmek için gerçekleştireceğini belirtmiştir (Hook ve Spanier, 2014: 288). Doktrinin ikinci ayağı olan önleyici savaş, yakın zamanda ABD’ye zarar vermeye potansiyel ya da kararlı düşmanlara karşı önceden vurma çağrısını içermektedir (Aydın, 2003: 5). Burada da büyük oranda tek taraflılık dikkat çekmektedir (Kandemir, 2011: 137).

Bush yönetimi uluslararası sistemdeki diğer aktörlerin varlıklarını ve tercihlerini dikkate alan bir hegemonyada ziyade ABD’nin kendi çıkarları etrafında şekillenen ve tek taraflılığı ön plana çıkaran küresel tek merkezli hegemonik istikrar arayışında olmuştur (Ağır, 2007: 72). Bu arayışın temel amacı ise, ABD hegemonyasına rakip olabilecek potansiyel aktörleri mutlak bir denetim altına almak ve uluslararası sistemi ve gündemi kendi önceliklerine ve tercihlerine göre şekillendirmektir. Dolayısıyla ABD’nin önceliği ya da temel problematiği terörizm ve onun neden olduğu sorunlar olmamış, terörle mücadeleyi amacına ulaşmak için araçsallaştırmıştır.

Bush Doktrini’ne göre, ABD’nin başlıca amacı karşı karşıya olduğu en ciddi güvenlik tehdidi olan terörle mücadele ederek hem kendinin hem de müttefiklerinin güvenliğini sağlamaktır (Kandemir, 2011: 134). Bu nedenle teröre karşı savaş ilan etmiş ve aynı zamanda terörü destekleyen ülkeleri de bu kategori içine almıştır. Ayrıca ABD diktatör yönetimlerle de mücadele ederek, dünyanın her yerinde özgür ve açık toplumları yaygınlaştıracaktır, çünkü terörün başlıca kaynağı olarak buradaki otoriter rejimler görülmektedir (Dedeoğlu, 2008: 86-87). ABD’nin Ulusal Güvenlik Belgesi’nin ilk cümlesi, özgürlük ve totalitarizm arasındaki 20. yüzyılın büyük mücadelesinin, özgürlük güçlerinin kesin zaferi ile sona erdiğini ve ulusal barış için tek bir modelin kaldığını ve bu modelin de özgürlük, demokrasi ve serbest girişim kavramları etrafında oluştuğunu belirtmektedir (The White House, 17 September 2002). Dolayısıyla Bush Doktrini “tarihin sonu”nun geldiğini belirterek Batı tarzı demokrasilerin yer kürenin geneline yayılmasını bir görev olarak telakki etmektedir. Devletlerin demokratikleşirken ABD değerlerini paylaşacakları ve bunun neticesinde de dış politika ve güvenlik konularında ABD ile işbirliği yapmaya yaklaşacakları düşünülmektedir. Demokratik barış teorisi olarak adlandırılan bu paradigmaya göre iç politik faktöler barışın tesisindeki temel belirleyicilerdir ve bu nedenle uluslararası alanda liberal demokrasiler yaygınlaştırılmalıdır.

Fakat demokratik barış teorisinin uygulama bulacağı yer olarak daha çok Ortadoğu’nun öne çıktığı görülmektedir. 

Aslında Ortadoğu devletlerinin demokratikleştirilmesi söylemi ABD dış politikası için yeni bir kavram değildir, yeni olan bu amaca ulaşmak için kendisine iç işlerine müdahale etme serbestisi tanımış olmasıdır (Primakov, 2010: 37-38). 

Bush’a göre Ortadoğu bölgesinde demokratik rejimlerin olmayışı birtakım sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Mevcut rejimler halkların özgürlük taleplerini ve küreselleşmenin gereklerini yerine getirememektedir. Bu kötü ekonomik, siyasal ve sosyal koşullar da aşırılığa ve ABD düşmanlığına neden olmaktadır. Bu nedenle Bush yönetimi saldırgan bir tarzda uygulanacak olan demokratik barış teorisinin terörizme koruma ve destek sağlayan devletlerin oluşmasını önleyeceğini düşünmüştür. Zira demokratik rejimlerin kurulması istikrarlı bir düzenin oluşmasına yardımcı olacaktır.

Bush ayrıca terörle mücadele ederken, diğer büyük güçlerle (Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti) ilişkiler kurmayı, ittifakları güçlendirmeyi ve bölgesel çatışmalara son vermek için diğer ülkelerle (Hindistan, Pakistan ve Japonya gibi bölgesel çatışmaların uzlaştırılmasında önemli devletler) işbirliği yapmayı da amaçlamıştır (Dedeoğlu, 2008: 85; Cural, 2011: 146). Bu sayede, terörün başka bölgelerde de ortaya çıkması önlenerek daha etkili bir savunma sağlanacaktır (Tellis, 2004: 16). Bununla birlikte, ABD düşmanlarının kendisini kitle imha silahlarıyla tehdit etmesini engellemek için radikal grupların bölgeyi kullanmasının önüne geçmek istemektedir (Arı ve Pirinçci, 2010: 300). Bu nedenle bu silahların yayılmasının önüne geçilmelidir. ABD bu amaçlarına ulaşmak için askeri güç kullanabileceğinin de sinyallerini vermiştir.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde dikkat çeken bir diğer husus, Bush’un “ya bizimlesiniz ya da bizim karşımızda” diyerek dünyayı bir ayrıma tabi tutmasıdır (Chomsky, 2002: 18). Bu durumda dünya, ya ABD’ye katılması ya da kesin bir ölüm ve yıkım olasılığıyla yüzleşmek arasında tercih yapmak zorunda olacakları, katı bir seçime itilmiştir (Chomsky, 2002: 18). Bu baskı devam ederken Bush “haydut devlet” olarak nitelendirdikleri bazı devletleri bu seçimde bir taraf olarak ilan etmiştir bile (Çelik, 2014: 34). Bush, kitle imha silahlarına sahip oldukları ve teröre destek verdikleri gerekçesiyle Irak, Kuzey Kore ve İran’ı “şer ekseni” olarak anmıştır (Robbins, 2011: 15). Dolayısıyla önleyici savaş eylemi daha çok bu devletler ile terörist grupları hedefine oturtmaktadır (Chossudovsky, 2005: 267-268).

Diğer taraftan bu belgenin yayınlanmasıyla birlik, Afganistan işgalinden sonra gündeme gelmeye başlayan Irak’ın kitle imha silahları programına dair iddialar sıklaşmaya başlamıştır. Aslında 2002 Ağustos’undan itibaren art arda gelen beyanlarla hem kamuoyu hazırlanmaya çalışılmış, hem de BM’den işgali meşrulaştıracak bir karar çıkartması için çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır (Okur, 2012: 249).

Başkan Yardımcısı Cheney 26 Ağustos 2002’de yaptığı bir konuşmasında Irak yönetiminin kimyasal ve biyolojik silahlar alanındaki çalışmalarını geliştirmekte olduğunu belirtmiştir. Saddam Hüsseyin’in nükleer silah elde etmeyi hedefleyen girişimlerinden haberdar olduklarını söylemiştir. Ayrıca ona göre bu silahların elde edilmesi için sadece biraz daha zamana ihtiyaç vardır (The White House, 26 August 2002).

Bush, 12 Eylül 2002’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Irak’ın terörizme ve terörist gruplara destek olduğunu ve bunun tüm dünyayı tehdit ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte, Bush kitle imha silahları konusuna değinmiş ve Irak’ın bu konuda çalışmalar yapmak için gerekli malzemeleri elde etmeye çalıştığını söylemiştir. Ayrıca bu girişimlerinin kayıtları ve nükleer materyallerinin dökümü gibi konuyla ilgili önemli belgelerin ellerinde olduğunu da eklemiştir (The Guardian, 12 September 2002).

Yönetimin bu yöndeki konuşmaları Irak müdahalesi başlayana kadar devam etmiştir 

(The White House, 7 October 2002; The White House, Selected Speeches...). 

    Bu arada BM nezdinde yürütülen çabalar sonucunda 8 Kasım 2002’de alınan 1441 Sayılı kararla Irak’ta kitle imha silahlarının denetimi ve imha edilmesi ön görülmüştür (Arı, 2012: 468). Bu karara bağlı olarak 7 Aralık’ta Irak, 27 Ocak’ta ise Uluslararası Atom Enerjisi Başkanı ve BM Özel Komisyonu silah denetçileri BM’ye konuyla ilgili bir rapor sunmuşsa da bu ABD’yi tatmin etmeye yetmemiştir. 

Üstelik özellikle BM tarafından hazırlanan raporda, Irak’ta kitle imha silahlarının varlığına işaret eden herhangi bir bulguya rastlanmadığını ve dolayısıyla ABD’nin olası bir müdahalesini haklı çıkaracak bir kanıtın bulunmadığı belirtilmiştir. Bu rapordan dolayı Güvenlik Konseyi üyeleri de ABD’nin müdahalesine karşı bir tutum benimsemişlerdir (Arı, 2012: 468). Diğer taraftan Irak’ta Yaptırımlara Karşı Kampanya adlı sivil toplum örgütünün web sitesinde yayınlanan ve BBC tarafından doğrulanan BM raporuna göre olası bir müdahalenin bilançosu çok ağır olacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). 

Bu Rapora göre, Dünya Sağlık Örgütü’nün hesaplamalarına dayanarak, savaş Irak’ta 100 bini ölü ya da ağır yaralı en az 400 bin zayiat yaratacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). Üstelik Afganistan örneğinden anlaşıldığı üzere, böyle bir savaştan sonra Irak’ta demokratik bir yönetimin kurulmasına imkân yoktur (Yıldızoğlu, 2003: 204). Fakat tüm muhalefete rağmen ABD Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu adı altındaki müdahalesine 20 Mart 2003’te başlayarak tek taraflı hareket etmiştir (Chomsky, 2003: 13).

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 2

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 2



I. ABD DIŞ POLİTİKA GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE ÇERÇEVESİ

I. I. Kuruluşundan II. Dünya Savaşı’na Kadar ABD Dış Politika Yaklaşımı

4 Temmuz 1776 tarihinde İngiltere’ye karşı yayınladığı Bağımsızlık Bildirgesi’yle bağımsızlığını kazanan ABD, devletleşen tüm diğer koloniler gibi oldukça zayıf bir şekilde uluslararası sahneye çıkmıştır (Allison, 2012). 

Fakat bununla birlikte, ABD’yi diğer tüm devletlerden ayıran şahsına münhasır özellikleri de vardır. Öncelikle ABD’nin siyasal bir felsefeyle kurulmuş olması, onu herhangi bir değer içermeyen dış politikadan farklı kılmıştır (Sümer, 2008: 122). Bununla birlikte din ABD’nin siyasal kültüründe çok önemli bir faktördür, zira ABD halkı kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş özel bir halk olduğun inanmaktadır (Sümer, 2008: 122-123). ABD’nin eşsiz olduğu inancı dış politikasına da yansımıştır. Nitekim bu yaklaşım, ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın 1796 tarihli veda konuşmasında öne çıkmaktadır. Bu konuşmada, Washinton diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirilmesi gerektiğini, fakat diğer taraftan, siyasi ilişkilerin asgari seviyede tutulması gerektiğinin altını çizmiştir (US Printing Office, 2000). Ona göre Avrupalı ülkelerin siyaseti ABD’ye yabancıdır ve bu nedenle Avrupalı devletlerle kalıcı ittifaklara girilmemelidir (US Printing Office, 2000). ABD bu nedenlerle ve kıtasal avantajı sayesinde uzunca bir süre izolasyonist kabuğuna çekilerek, önceliğini ulusal bütünleşmesine vermiştir. Ayrıca ABD’nin tüm dünyaya özgürlüğü yayması için Tanrı tarafından seçildiği inancı, ABD’nin kıta üzerindeki yayılmacılığını doğal görmektedir (Lahur Kırtunç, 2005:101).

Bu minvalde ABD, kuruluşundan itibaren uzunca bir süre bağımsızlığını tam olarak sağlayabilmek için kıta üzerindeki Avrupalı kolonyal güçlerin varlığına son vermek istemiştir. ABD, savaş veya toprak satın alma yoluyla kıta üzerindeki İngiltere, Fransa ve İspanya gibi dönemin kolonici güçleriyle karşı karşıya gelmiştir (Gerger, 2012: 28-30). Bununla birlikte ABD mücadeleyi sadece yabancı güçlere karşı değil, aynı zamanda egemenliğini tahkim etmek adına kıtanın yerlileri olan Kızılderililere karşı da vermiştir (Gerger, 2012: 31-32). Her ne kadar kıtasal sınırlar içerisinde gerçeklemiş de olsa ABD’nin dış politikasındaki güç kullanımı ilk sinyallerini burada vermeye başlamıştır. Bu güç kullanımı hem kıtanın yerli ve yerleşimcilerine hem de kolonyal güçlere karşı gerçekleştirilmiştir.

1800’lü yıllarda ABD, ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığı sağlama saikiyle hareket ederken, kıtasal anlamda savunmacı bir dış politika benimsemiştir. 1823 tarihinde Kongrede Başkan James Monreo tarafından deklare edilen Monroe Donktrini bu yaklaşımın kurumsal temelini oluşturmuştur. Bu doktrin ile bir anlamda, ABD kıta üzerinde hâkimiyetini ilan etmiştir. Nitekim doktrine göre, ABD Amerika kıtası üzerine yönelik Avrupalı güçlerin kolonyal girişimlerinin karşısında durmaktadır (Yılmaz, 2012: 1). Doktrinde ABD, Avrupa siyasetine karışmayacağını ifade ederek, buna karşılık Avrupalı devletlerin de Amerika siyasetine müdahil olmamalarını istemiş aksi takdirde, askeri müdahaleyi hak olarak görmüştür (Yılmaz, 2012: 1).

Monreo Doktrini, esasında ABD’ye izolasyonizmi ve emperyalizmi (dolayısıyla şiddeti) benimseyen bir dış politika yaklaşımı edindirmiştir. Zira bu doktrinin amacı, Amerika kıtasında, ABD için güvenlik koridoru oluşturan ve ticaretin gelişmesine imkân veren bir çeşit “kapalı deniz” oluşturmaktır. Zaten bu amacına 1867’de Rusya’dan Alaska’yı alarak ulaşan ABD, bundan sonra önemli oranda ekonomik gelişme kaydederek, 1896 yılına geldiğinde dünyanın en büyük ekonomik gücü olmuş ve ticaret dengesi fazla vermeye başlamıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 205). Ekonomideki bu gelişme ve kıtasal hakimiyetin sağladığı motivasyon ile, ABD bir kez daha yeni pazarların arayışına girmiştir. Ancak bu sefer kıtasının dışına adım atacaktır.

Bu bağlamda, 1898’de İspanya ile yaşanan savaş ABD için bir milat noktasına işaret etmektedir. Çünkü bu savaş koloniciliğe karşı kurulan ABD’nin, paradoksal bir biçimde, ilk kolonyal girişimi olmuştur (Gerger, 2012: 95). Dört ay süren savaş sonrasında ABD, açık askeri üstünlüğü sayesinde, Küba, Porto Riko, Guam ve Filipinleri ele geçirmiştir (Gerger, 2012: 98-100). Bu savaştan sonra ABD bu eğilimde devam ederek, yüzünü Pasifik’e dönmüştür. Buradaki genişlemeden sonra, Çin’e yönelik olarak uygulanan Açık Kapı politikası ile izolasyonist yaklaşımdan uzaklaşılmaya devam edilmiştir. ABD’nin, Çin’de diğer büyük güçlerle eşit imkânlarda ticaret yapabilme hakkına sahip olması anlamına gelen bu politika, ABD’nin Çin’in ekonomik kaynaklarını mümkün olan en az maliyetle elde etmesini sağlamıştır (Akçay ve Akbal, 2013: 11). Bu sürecin devamında 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı ise izolasyonist gelenekten tam anlamıyla bir sapmaya neden olmuştur. Fakat belirtmek gerekir ki, Çin ve İspanya örneklerinde olduğu gibi, ABD izolasyonizmi, çıkarları gerektiğinde sınırlı biçimde müdahale etmeye, tehdit etmeye ve askeri güç kullanımına izin verecek ölçüde esnek tutulmuştur.

1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında, aslında ABD tercihini izolasyonist çizgiden tamamen ayrılmamak yönünde yapmıştır. Ancak Almanya’nın Fransa ve İngiltere’ye karşı açtığı denizaltı savaşının ABD’nin uluslararası ticaretini tehdit etmesi, Meksika’yı ABD aleyhinde savaşa girmeye teşvik etmesi ve bunun Amerikan basınında yer alması, Alman denizaltılarının Amerikan gemilerine saldırması ABD’nin bu duruşunu değiştirmiştir (Sander, 2009: 385-386). Bunun sonucunda da Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etmiştir. ABD savaştan güçlü bir konumda çıktıktan sonra, BaşkanWoodrow Wilson, savaş sonrası düzene ilişik bağlaşıklarından farklı görüşlerini 14 ilke altında toplayarak ortaya koymuştur. Bu ilkeler savaş sonrasında toplanan barış konferansını etkilemiş ve iki savaş arası dönemde Avrupa’nın kolonici devletlerini zor durumda bırakan birtakım sonuçlar doğurmuştur. Fakat bu gelişmelere rağmen ABD’nin MonreoDoktrini’ne dönmesi uzun zaman almamıştır (Nevins ve Commager, 2011: 474-475). Bununla birlikte, savaş kısa süreli sonuçları itibariyle ABD’nin daha uzun süre izoloasyonist politika sürdüremeyeceğini ortaya koymuştur (Sander, 2009: 399).

Dolayısıyla ABD kuruluşundan itibaren II. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte, zaman zaman kopuşlar yaşamakla birlikte, genel anlamda izolasyonist bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Ancak I. Dünya Savaşı’nın sinyallerini verdiği gibi, bu politikayı sürdürmek 20. yüzyılın sonlarında zorlaşmaya başlamıştır. Öyle ki, II. Dünya Savaşı’na taraf olduğu 1941 yılından sonra da izolasyonist politikaları ikinci plana atarak, küresel bir hegemon olmaya başlamıştır (Dorel, 2007: 19-20). Bundan sonraki süreçte, izolasyonist politikaların aksine, ABD dünyanın tüm alanlarına gittikçe daha fazla müdahil olan ve bunu yaparken de sık sık uluslararası hukuku göz ardı eden bir hegemon haline gelecektir (Byers ve Nolte, 2007: 221-226). Kuruluşundan itibaren dış politikasında farklı ölçülerde ve şekillerde etkili olan zora dayalı yöntemler bu tarihten sonra daha açık bir hal almaya başlamıştır.

II. II. Dünya Savaşı Sonrasında ABD Dış Politikasında Değişim: İzolasyonist Kabuktan Çıkış

BD II. Dünya Savaşı’ndan dünyanın en güçlü devleti ve nükleer silaha sahip tek gücü olarak çıkmıştır. Buna rağmen ABD savaştan hemen sonra yeniden geleneksel izolasyonist dış politikasına dönmek istemiştir (Gönlübol, 2000: 66). Fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgileriyle ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir nitelik kazanmıştır (Sander, 2008: 201). Soğuk Savaş olarak adlandırılan bu dönemde, ABD kaçınılmaz olarak bu sisteme göre şekillenen yeni bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Bunun neticesinde de ABD, küresel hegemon olduğunu ilan ederek, dış politikası açısından yeni bir döneme giriş yapmıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 206).

Soğuk Savaş döneminin başında ABD 1949’da NATO’nun kurulmasına önderlik ederek izolasyonist politikasını terk etmiş ve bu dönem boyunca, Sovyet karşıtlığını merkeze alan bir dış politika geliştirmiştir (Gönlübol, 2000: 66). 

Bu politika, 1947 yılında Amerikalı diplomat George F. Kennan’ın kavramsallaştırdığı “Çevreleme Politikası” ile temellendirilmiştir (Weisbrode, 2006). 

Bu politikanın amacı Sovyetler Birliği’nin belirli sınırlar içine hapsederek yayılmasını engellemektir (Weisbrode, 2006). Bununla birlikte ABD’nin geliştirdiği yeni bir yaklaşım da “Caydırma Politikası”dır. Bu politika ile de ABD’nin hâkimiyetine meydan okuyan Sovyetler Birliği’nin ve onun gibi potansiyel devletlerin karşı duruşları önlenmeye çalışılmıştır (Ülker Erkan, 2010: 191). NSC-68 belgesi de bu noktada ayrıca öneme sahiptir. Bu belge ABD’nin komünizme karşı sonuna kadar mücadele edilmesini savunduğu bir manifesto niteliğindedir (Karaosmanoğlu, 1996: 335-336). Nihayetinde Soğuk Savaş dönemi boyunca, bu politikalar uyarınca pek çok eyleme doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak edilmiştir. Örneğin, ABD Sovyet tehdidi altında olduğunu iddia ettiği ülkeleri, Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi programlarla desteklemiş ve NATO ittifakında kurucu üye olarak yer almıştır (Kalyon, 2012: 10; Kibaroğlu, 2004:1; Erhan, 1996: 227).   

 Ayrıca bu dönemde Sovyetler Birliği ve ABD dünyanın pek çok yerinde birbirlerine karşı askeri güç kullanmaktan çekinmemişlerdir  (Gülmez ve Tahancı, 2014: 226-231). 

Bununla birlikte ABD, ilk defa özellikle Ortadoğu olmak üzere dünyanın geneliyle yakından ilgilenmeye başlamıştır   (Kurt, 2014: 168).

    1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasıyla birlikte Soğuk Savaş sonra ermiştir. 

Buna mukabil ABD’nin Sovyet merkezli politikaları anlamını yitirmiştir. Bu nedenle ABD oluşacak düzene yönelik olarak dış politika yaklaşımını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Zira ABD diğer aktörlere oranla nispeten güçlü de olsa, bu dönem devlet dışı aktörlerin belirginlik kazandığı, ideolojilerin ön plana çıktığı ve pek çok değişkenin etken olduğu bir istikrarsızlık ile karakterize edilmiş gibi görünmektedir (Arı, 2009: 174-177; Bacık, 2007: 327-331). Daha sonra ABD tarafından Yeni Dünya Düzeni adı altında yapılandırılmaya çalışılan bu sistemde, 11 Eylül terör saldırılarının bir kırılmaya neden olduğu şeklinde bir kanı oluşmuştur (Çiftçi, 2009: 208). 

Bu saldırılardan sonra genel anlamda dünyanın tamamında devletler gücünü arttırırken, ABD Bush Doktrini ile tek taraflı ve şiddet eğilimli, özellikle Ortadoğu’ya yönelik olarak, daha agresif ve antagonisttik bir dış politika yaklaşımı edinmiştir (Çiftçi, 2009: 216).

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


10 Kasım 2017 Cuma

TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASI VE VİZE DİYALOĞU BÖLÜM 11

TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASI VE VİZE DİYALOĞU BÖLÜM 11



Üçüncü ülke vatandaşları ve vatansız kişilerin geri kabul koşullarının karineye dayanan kanıtı olarak değerlendirilen belgelerin ortak listesi

(Madde 4(1), 6(1) ve 10(2)) 

- İlgili kişinin Talep edilen Devletin topraklarına girdikten sonra alıkonulduğu yer ve koşullar hakkında o Devletin ilgili yetkilileri tarafından tanzim edilen açıklama, 
- Bir kişinin kimliği ve/veya ikameti ile ilgili uluslararası bir kuruluş (örneğin: BMMYK) tarafından sağlanan bilgi, 
- Aile üyeleri, seyahat arkadaşları vs. tarafından verilen bilgi raporları/teyitleri, 
- İlgili kişinin ifadelerinin yazılı beyanı. 


TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASI VE VİZE DİYALOĞU EKLERİ,


***






***




***








***





***





***




***




***





Vize Politikası Alanında İşbirliği hakkında Ortak Beyan

Akit Taraflar, halklar arası temasları daha çok artırmak amacıyla, 19 Şubat 2009 tarihli C-228/06 sayılı Mehmet Soysal, İbrahim Savatlı ve Almanya arasındaki 
davada Avrupa Birliği Adalet Divanı kararının ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında bir Birlik oluşturan Anlaşmaya ekli 23 Kasım 1970 tarihli Ek 
Protokole dayanan Türk Hizmet sağlayıcılarının haklarına ilişkin diğer ilgili kararların etkin şekilde uygulanmasını sağlamakla başlayarak vize politikası alanında ve ilgili alanlarda işbirliklerini güçlendirirler. 

7(1). Madde hakkında Ortak Beyan

Taraflar, “4. ve 6. Maddelerde anılan bir kişiyi menşei ülkesine doğrudan iade etmek amacıyla her çabayı” sergilemek için Talep Eden Devlet, Talepte Bulunulan Devlete bir geri kabul başvurusunu ibraz ederken aynı zamanda kişinin menşei olan ülkeye de bir geri kabul başvurusu ibraz etmesi gerektiğini kabul ederler. Talepte Bulunulan Devlet 11(2). Maddede anılan zaman zarfında cevap verecektir. Talep Eden Devlet, bu arada menşe ülkeden geri kabul başvurusuna olumlu bir cevap alınırsa Talepte Bulunulan Devleti bilgilendirir. Kişinin menşe ülkesi belirlenemediği ve bundan dolayı bir geri kabul başvurusu ibraz edilemediği takdirde, bu durumun sebepleri Talepte Bulunulan Devlete ibraz edilecek geri kabul başvurusunda bildirilmelidir. 

Teknik Desteğe İlişkin Ortak Bildiri

Türkiye ve Avrupa Birliği göç akımlarının yönetilmesinde ortak sorunlarla baş etmek ve özellikle düzensiz göç ile mücadele etmek için işbirliklerini artırma hususunda mutabık kalırlar.. Böylece, Türkiye ve Avrupa Birliği uluslararası külfetlerin paylaşımı, dayanışma, ortak sorumluluk ve müşterek anlayışa olan bağlılıklarını ifade edeceklerdir. 

Bu işbirliği coğrafi gerçekleri göz önünde bulunduracak ve aracı bir aday ülke olarak Türkiye’nin çabaları temeline dayanarak gelişecektir. Keza, söz konusu işbirliği 18 Şubat 2008 tarih ve 2008/157/AT sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Katılım Ortaklığında kapsanan ilkeler, öncelikler ve koşullar üzerine Konsey Kararını ve Türkiye’nin AB’ye girmesi üzerine bu alandaki tüm AB müktesebatın tamamını kabul ettiğinin ve uygulamaya hazır olduğun belirtildiği AB müktesebatının Kabulüne ilişkin Türkiye 2008 Ulusal Programı’nı göz önünde bulunduracaktır. 

Bu bağlamda, Avrupa Birliği, bu Anlaşmanın uygulanmasında Türkiye’yi desteklemek için mümkün olan kuvvetlendirilmiş mali desteği sağlamayı taahhüt eder. 

Böylelikle, Türkiye’nin yasadışı göçmenlerin kendi topraklarına giriş, kalış ve çıkışlarını önlemesi için kapasitesinin artırılması amacıyla kuruluş ve kapasite 
oluşturulmasına özellikle dikkat edilecektir. Bu, diğer yöntemlerin yanı sıra, sınır gözetleme donanımları satın alma, kabul merkezleri ve sınır polisi yapıları tesis 
etme ve AB’nin dış desteğinin yönetişimini sağlayan mevcut kurallara tam riayet ederek eğitim faaliyetlerini destekleme yoluyla gerçekleştirilebilir.

Bu Anlaşmanın sürekli, tam ve etkin uygulanmasını desteklemek için bütünleşmiş sınır yönetimi ve göç alanında bir sektör destek programını da içeren bir AB mali yardımı, Türk yetkili makamları ile beraber belirlenecek usullere uygun olarak ve 2013’ten sonra bir sonraki AB mali perspektifleri kapsamında ve doğrultusunda geliştirilecektir. 

Danimarka’ya İlişkin Ortak Bildiri

Akit Taraflar, bu Anlaşmanın Danimarka Krallığı topraklarında ve Danimarka Krallığı vatandaşları için geçerli olmayacağını dikkate alır. Bu koşullarda, Türkiye ve Danimarka’nın bu Anlaşma ile aynı şartlarda bir geri kabul anlaşması imzalamaları uygun olacaktır. 

İzlanda ve Norveç’e İlişkin Ortak Bildiri

Akit Taraflar, özellikle 18 Mayıs 1999 tarihli Schengen müktesebatının bu ülkelerin katkısıyla yürürlüğe konması, uygulanması ve geliştirilmesi ile ilgili Anlaşmaya binaen Avrupa Birliği ile İzlanda ve Norveç arasındaki yakın ilişkiyi dikkate alır. Bu koşullarda, Türkiye ile İzlanda ve Norveç’in bu Anlaşma ile aynı şartlarda bir geri kabul anlaşması imzalamaları uygun olacaktır. 

İsviçre’ye İlişkin Ortak Bildiri

Akit Taraflar, özellikle 1 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe giren Schengen müktesebatının İsviçre’nin katkısıyla yürürlüğe konması, uygulanması ve geliştirilmesi ile ilgili Anlaşmaya binaen Avrupa Birliği ile İsviçre arasındaki yakın ilişkiyi dikkate alır. Bu koşullarda, Türkiye’nin İsviçre ile bu Anlaşma ile aynı şartlarda bir geri kabul anlaşması imzalamaları uygun olacaktır. 

Lihtenştayn Prensliğine İlişkin Ortak Bildiri

Akit Taraflar, özellikle 19 Aralık 2011 tarihinde yürürlüğe giren Schengen müktesebatının Lihtenştayn Prensliği’nin katkısıyla yürürlüğe konması, uygulanması ve geliştirilmesi ile ilgili Anlaşmaya binaen Avrupa Birliği ile Lihtenştayn Prensliği arasındaki yakın ilişkiyi dikkate alır. Bu koşullarda, 
Türkiye’nin Lihtenştayn Prensliği ile bu Anlaşma ile aynı şartlarda bir geri kabul anlaşması imzalamaları uygun olacaktır. 


RAPOR

TÜRKİYE-AB GERİ KABUL ANLAŞMASI VE VİZE DİYALOĞU
MEHMET UĞUR EKİNCİ

Son on yıldır inişli-çıkışlı bir grafik çizen Türkiye-AB ilişkileri, 2013 yılının sonlarında imzalanan Geri Kabul Anlaşması (GKA) ve başlatılan vize diyalog süreciyle farklı bir boyut kazanmıştır. Böylece iki taraf arasında üyelik müzakerelerinin dışında bir ilişki düzlemi oluşmuş, karşılıklı taahhütlerin yerine getirilmesine yönelik birçok adım atılmıştır. 2015 yılında Avrupa’nın büyük bir mülteci kriziyle karşı karşıya kalması, geri kabul ve vize serbestisi süreçlerini siyasi gündemin önemli bir maddesi haline getirmiş, 29 Kasım 2015 tarihinde yapılan Türkiye-AB zirvesinde bu iki sürecin hızlandırılmasına karar verilmiştir. Mart 2016’da gerçekleşen zirvelerde yapılan güncellemelerin sonucunda, 
GKA’nın tam olarak uygulanmasına 1 Haziran 2016’da başlanması ve aynı tarihte Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkının tanınması üzerinde anlaşılmıştır. Bununla birlikte yerine getirilmesi gereken kriterler üzerinden tartışma devam etmektedir.

Türkiye’nin AB ile imzaladığı GKA ve bunun karşılığında Türk vatandaşlarına önerilen vize serbestisi, iki tarafa önemli getiriler sağlamakla beraber bazı belirsizlik ve riskleri de içinde barındırmaktadır. GKA’nın Avrupa’ya yönelik yoğun göç dalgaları karşısında uygulanabilirliği, mültecileri kapsayıp kapsamadığı gibi konularda farklı görüşler ortaya atılmakta, anlaşmayı üçüncü ülke vatandaşları için uygulamaya koymanın uzun vadede Türkiye için doğurabileceği riskler konusunda tartışmalar devam etmektedir. Mülteci krizinin ortaya çıkmasının ardından AB ile Türkiye arasında yaşanan siyasi yakınlaşma vize serbestisinin kısa vadede uygulamaya konacağı yönündeki beklentileri 
artırmış olmakla beraber, vize diyalog sürecinin nasıl sonuçlanacağı konusundaki belirsizlik tamamen ortadan kalkmış değildir.

MEHMET UĞUR EKINCI

HAKKINDA;

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Ohio State Üniversitesi ve Bilkent 
Üniversitesi’nde doktora dersleri aldıktan sonra Londra Üniversitesi SOAS Siyaset ve Uluslararası Calışmalar Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Araştırma alanları arasında güncel Balkan politikaları, Avrupa siyaseti, iç siyaset-uluslararası siyaset bağlantıları, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri dış politikası ve siyasi tarihi bulunmaktadır.



BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Schengen Anlaşması’nın orijinal metni için bkz. Convention Implementing The Schengen Agreement, 14 Haziran 1985, 
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:42000A0922(02):en:HTML, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016)
2. Andrew Geddes, “Borders, Territory, and Migration in the European Union: From the Politics of Migration in 
Europe to the European Politics of Migration”, der. Oliver Schmidtke ve Saime Özçürümez, Of States, Rights, and 
Social Closure, (Palgrave Macmillan, New York: 2008), s. 216-218. 
3. Avrupa Komisyonu, “European Commission Proposes to Lift Visa Obligations for Citizens of Georgia”, Brüksel, 9 Mart 2016; Avrupa Komisyonu, 
    “European Commission Proposes Visa-free Travel for Citizens of Ukraine”, Brüksel, 20 Nisan 2016; Avrupa Komisyonu, “European Commission Proposes 
    Visa-free Travel for the People of Kosovo”, Brüksel, 4 Mayıs 2016.
4. “The Ordinary Legislative Procedure”, AB Konseyi, 
     http://www.consilium.europa.eu/en/council-eu/decision-making/ordinary-legislative-procedure, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
5. Bente Puntervold Bø, “The Use of Visa Requirements as a Regulatory Instrument for the Restriction of 
    Migration”, der. Anita Böcker, vd., Regulation of Migration: International Experiences, (Amsterdam: 1998), 
    s. 192; Mark B. Salter, “Passports, Mobility, and Security: How Smart Can the Border Be?”, International 
    Studies Perspectives, Cilt: 5, Sayı: 1, (Şubat 2004), s. 73; Didier Bigo, “Globalized (In)security: The Field and 
    the Ban-opticon”, der. Didier Bigo ve Anastassia Tsoukala, Terror, Insecurity and Liberty: Illiberal Practices of 
    Liberal Regimes After 9/11, (Londra ve New York: 2008), s. 22.
6. Anthony Richmond, Global Apartheid: Refugees, Racism, and the New World Order, (New York, 1994), s. 216.
7. Florian Trauner ve Emanuele Manigrassi, “When Visa-free Travel Becomes Difficult to Achieve and Easy 
to Lose: The EU Visa Free Dialogues after the EU’s Experience with the Western Balkans”, European Journal of 
    Migration and Law 16, (2014), s. 127, 135.
8. Her yıl AB ülkelerine vize başvurusunda bulunan ortalama bir milyon Türk vatandaşının ödediği toplam vize başvuru ücreti 50 milyon avroyu bulmakta, başvuru 
    sürecinde yapılan ekstra masraflarla beraber bu maliyet birkaç kat artmaktadır: “Schengen Başvurularının Devasa Faturası”, Milliyet, 25 Haziran 2015; “300 Milyon 
     Euro Cebimizde Kalacak”, Milliyet, 1 Aralık 2015.
9. Kemal Kirişci, Will the Readmission Agreement Bring the EU and Turkey Together or Pull Them Apart?, CEPS Commentary, 4 Şubat 2014, s. 2; H. Burç Aka ve 
    Nergiz Özkural, “Turkey and the European Union: A Review of Turkey’s Readmission Agreement”, The European Legacy, Cilt: 20, Sayı: 3, (2015), s. 9.
10. “Cutting the Visa Knot: How Turks Can Travel Freely to Europe”, ESI Report, 21 Mayıs 2013, 
      http://www.esiweb.org/index.php?lang=en&id=156&document_ID=139, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016)
11. Alper Baysan, “Multiple Arenas and Diverse Techniques of Securitisation: The Case of the EU’s Visa Regime 
      towards Turkey”, Journal of Contemporary European Research, Cilt: 9, Sayı: 5, (2013): s. 742-743.
12. Türkiye’de satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen yıllık milli gelir Bulgaristan’a göre yüksek olup 
      Romanya ve Hırvatistan’dan çok az farkla düşüktür: 
      http://data.worldbank.org/indicator/NY.GNP.PCAP.PP.CD?order=wbapi_data_value_2014+wbapi_data_value+wbapi_data_value-last&sort=desc, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
13. İlgili veriler için bkz. 
      http://data.worldbank.org/indicator/SL.UEM.TOTL.ZS?order=wbapi_data_value_2014+wbapi_data_value+wbapi_data_value-last&sort=asc, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
14. AB Konseyi, “Council Conclusions on Developing Cooperation with Turkey in the Areas of Justice and Home Affairs”, Lüksemburg, 21 Haziran 2012.
15. Anlaşmanın tam metni için bkz. 
      http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/08/20140802-1-1.pdf, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
16. Avrupa Komisyonu, “EU-Turkey Joint Action Plan”, Brüksel, 15 Ekim 2015.
17. AB Konseyi, “Meeting of Heads of State or Government with Turkey-EU-Turkey Statement, 29/11/2015”, Brüksel, 29 Kasım 2015.
18. Eylem planının tam metni için bkz. 
     http://www.basbakanlik.gov.tr/docs/KurumsalHaberler/64.hukumet-eylem-plani-kitap.pdf, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
19. Toplantıda yapılması kararlaştırılan reformların listesi için bkz. 
      http://www.ab.gov.tr/index.php?p=50136&l=1 
20. Yönetmelik için bkz. 
      http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/01/20160115-23.pdf, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
21. AB Konseyi, “EU-Turkey Statement, 18 March 2016”, Brüksel, 18 Mart 2016; Avrupa Komisyonu, “EU-Turkey 
      Agreement: Questions and Answers”, Brüksel, 19 Mart 2016.
22. Anlaşmanın esas metni için bkz. 
      http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX%3A22014A0507(01). Metnin Türkçe tercümesi raporun sonuna eklenmiştir.
23. Genelgenin metni için bkz. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/04/20140416-10.htm, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
24. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden (GİGM) yetkililerle mülakat.
25. Cenk Aygül, “Visa Regimes as Power: The Cases of the EU and Turkey”, Alternatives, Cilt: 38, Sayı: 4, (2013), s. 330.
26. Suriye ile olan GKA, ülkedeki mevcut durum nedeniyle fiilen askıdadır. Bu yüzden Türkiye ile AB arasındaki 
      GKA’nın yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2014 tarihinde Suriye uyrukluların Türkiye’ye iade edilmelerine başlanmamıştır. 
27. “Türkiye’nin AB’ye Sunduğu Paketin Detayları”, Habertürk, 12 Mart 2016.
28. Bkz. http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/what-we-do/policies/european-agenda-migration/proposal-implementation-
      package/docs/return_handbook_en.pdf, s. 7-8. AB İade El Kitabı henüz taslak aşamasında olduğundan tavsiye niteliğindedir. 
29. Frontex, FRAN Quarterly, Quarter 1, (Ocak-Mart 2015), s. 22.
30. Bkz. “Migratory Routes Map”, Frontex, http://frontex.europa.eu/trends-and-routes/migratory-routes-map, (Erişim tarihi: 9 Mayıs 2016).
31. “..... 804.465 .. µ......... ... ....... .... ...... . .. .... ... ..”, real.gr, 24 Aralık 2015.
32. Gerald Knaus, “The Devil in the Detail: EU-Turkey Refugee Summit in November 2015”, ESI, 29 Kasım 2015, 
      www.esiweb.org/rumeliobserver/2015/11/29/the-devil-in-the-detail-eu-turkey-refugee-summit-in-november-
      2015, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016).
33. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden (GİGM) yetkililerle mülakat. 
34. Human Rights Watch, “Stuck in a Revolving Door: Iraqis and Other Asylum Seekers and Migrants at the European Union,” 26 Kasım 2008, 
     https://www.hrw.org/report/2008/11/26/stuck-revolving-door/iraqis-and-other-asylum-seekers-and-migrants-greece/turkey, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016); 
     Human Rights Watch, “Yunanistan:  Botlara Yönelik Saldırılar Göçmenlerin Hayatlarını Tehlikeye Atıyor”, 23 Ekim 2015, 
     https://www.hrw.org/tr/news/2015/10/23/282584, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016).
35. “Türkiye Üzerinden Giden Kaçaklar İade Ediliyor”, Habertürk, 1 Mart 2016; “Yunanistan, 81 Ekonomik Göçmeni Türkiye’ye İade Etti”, Hürriyet, 11 Mart 2016.
36. Direktifin tam metni için bkz. 
      http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/HTML/?uri=CELEX:32013L0032&from=EN, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016). 
37. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, “Global Consultations on International Protection/Third Track: Asylum 
      Processes (Fair and Efficient Asylum Procedures)”, EC/GC/01/12, 31 Mayıs 2001.
38. Geçici Koruma Yönetmeliği’nin tam metni için bkz. 
      http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/10/2014 1022-15-1.pdf, (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2016).
39. Eylül 2015 sonu itibarıyla AB ülkelerinde sonuçlanmayı bekleyen toplam iltica başvuru sayısı 800 bin üzerindedir: “More than 410 000 First Time Asylum 
     Seekers Registered in the Third Quarter of 2015”, Eurostat Newsrelease, 10 Aralık 2015.
40. Örneğin bkz. “Turkey as a ‘Safe Third Country’ for Greece”, ESI Background Document, 17 Ekim 2015, 
      http://www.esiweb.org/pdf/ESI%20-%20Turkey%20as%20a%20safe%20third%20country%20-%2017%20October%202015.pdf, 
      (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016). 
41. Gerald Knaus, “Ein Plan B für Merkel”, Süddeutsche Zeitung, 21 Ocak 2016.
42. “Hilfe für Athen, Sorge um Schengen”, tagesschau.de, 5 Şubat 2016; “Hot Spot Work Intensifies as Greece 
      Agrees to Recognize Turkey as ‘Safe’ Country”, ekathimerini.com, 5 Şubat 2016. Yunanistan’ın Göç İşlerinden 
      Sorumlu Bakan Yardımcısı Yoannis Muzalas, Türkiye’nin kendi vatandaşları için güvenli bir ülke olmadığı, fakat 
      sığınmacılar için yeterli düzeyde uluslararası koruma sağladığı iddiasındadır: “....... ........: .. ..... ... 
       ....... .... ....µ...”, . ....., 28 Mart 2016. 
43. Avrupa Komisyonu, “Communication... Next Operational Steps in EU-Turkey Cooperation in the Field of 
      Migration”, Brüksel, 16 Mart 2016, s. 3; “EU Council: Why Greece Should Consider Turkey Safe for Syrian Refugees”, 
      neweurope.eu, 9 Haziran 2016.
44. “Rechtsgutachten von PRO ASYL: Türkei ist Kein Sicherer Staat für Flüchtlinge!”, Pro Asyl, 4 Mart 2016, 
      https://www.proasyl.de/news/rechtsgutachten-von-pro-asyl-tuerkei-ist-kein-sicherer-staat-fuer-fluechtlinge, 
      (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016); Amnesty International, “EU-Turkey Summit: Don’t Wash Hands of Refugee Rights”, 7 Mart 2016, 
      https://www.amnesty.org/en/latest/news/2016/03/eu-turkey-summit-refugees, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016); Eirik Christophersen, 
      “What is a Safe Third Country?”, Norwegian Refugee Council, 9 Mart 2016, 
      http://www.nrc.no/?did=9215457, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016); BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 
      “UN Rights Chief Expresses Serious Concerns over EU-Turkey Agreement”, Cenevre, 24 Mart 2016, 
      http://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=18531&LangID=E, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016).
45. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, “Legal Considerations on the Return of Asylum-seekers and Refugees from Greece to Turkey as Part of the 
      EU-Turkey Cooperation in Tackling the Migration Crisis under the Safe Third Country and First Country of Asylum Concept”, 23 Mart 2016.
46. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, “Serbia As a Country of Asylum”, Ağustos 2012, 
      http://www.unhcr.rs/media/UNHCRSerbiaCountryofAsylumScreen.pdf, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016). 
47. “Government has Identified List of Safe Countries”, Macaristan Hükümeti, 22 Temmuz 2015, 
      http://www.kormany.hu/en/news/government-has-identified-list-of-safe-countries, (Erişim tarihi: 6 Mayıs 2016).
48. “Refugees Deported by Hungary Left ‘In Limbo’”, Balkan Insight, 22 Ekim 2015.
49. AB’nin kısaca Dublin Düzenlemesi olarak adlandırılan 604/2013 sayılı düzenlemesine göre sığınmacıların iltica başvurularını 
      AB topraklarına ilk giriş yaptıkları ülkeye yapmaları gerekmektedir. Düzenlemenin tam metni için bkz. 
      http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2013:180:0031:0059:EN:PDF, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
50. “FM: Sending Migrants Back to Serbia is Unacceptable”, B92, 15 Eylül 2015.
51. “..........: ........ ..... ....... ...... .. .......... .....”, RTS, 19 Ocak 2016.
52. “.....: ........ .... .... ....... . ......”, RTS, 15 Ocak 2016.
53.“Asylum Seekers in Hungary at Risk of Deportation to Serbia”, B92, 13 Ocak 2016; Migrant Solidarity Group of Hungary, “Draft Amendments to Asylum Law in 
      Hungary will Drive Refugees to Western Europe”, 17 Mart 2016, 
      http://www.migszol.com/blog/draft-amendments-to-asylum-law-in-hungary-will-drive-refugees-to-western-europe, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
54. Hungarian Helsinki Committee, “Building a Legal Fence”, 7 Ağustos 2015, 
      http://www.helsinki.hu/wp-content/uploads/HHC-HU-asylum-law-amendment-2015-August-info-note.pdf; 
      Amnesty International, “Hungary Violates Human Rights of Refugees”, 20 Eylül 2015, 
      https://www.amnesty.org/en/documents/eur27/2474/2015/en, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
55. Direktifin tam metni için bkz. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2001:212:0012:0023:EN:PDF, 
     (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016). Bilgi için ayrıca bkz. İbrahim Kaya ve Esra Yılmaz Eren, “Türkiye’deki Suriyelilerin Hukuki Durumu”, SETA Rapor, (2015), s. 40-44.
56. “..... 804.465 .. µ......... ... ....... .... ...... . .. .... ... ..”, real.gr, 24 Aralık 2015.
57. Vize diyaloğu için imzalanan mutabakat zaptı ve meşruhatlı yol haritasının tam metni için bkz. 
      http://www.mfa.gov.tr/data/agreed%20minutes%20ve%20annotated%20roadmap.pdf, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
58. Schengen bölgesi şu ülkeleri kapsamaktadır: Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, 
      İsviçre, İtalya, İzlanda, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Norveç, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, Yunanistan. 
      Vize serbestliği, henüz Schengen bölgesine dahil olmayan üç AB ülkesi (Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan) için de geçerli olacaktır. 
      Türk vatandaşlarının Birleşik Krallık, İrlanda ve GKRY’ye girişlerinde ise vize zorunluluğu devam edecektir.
59. Bkz. 
      http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/what-is-new/news/news/docs/20131216-roadmap_towards_the_visa-free_regime_with_turkey_en.pdf, 
      (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016). 
60. Avrupa Komisyonu, “Report... on Progress by Turkey in Fulfilling the Requirements of its Visa Liberalisation Roadmap”, Brüksel, 20 Ekim 2014.
      2015 Türkiye-AB İlerleme Raporu
61. Avrupa Komisyonu, “Turkey 2015 Report”, Brüksel, 10 Kasım 2015, s. 69-73. 
62. Örneğin bkz. François Crépeau, “Report by the Special Rapporteur on the Human Rights of Migrants, Mission to Turkey (25–29 June 2012),” A/HRC/23/46/Add.2.
63. T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Vatandaşlarımızın Schengen Alanına Vizesiz Seyahati, Geri Kabul Anlaşması ve Göç Eylem Planı”, 
      http://www.mfa.gov.tr/soru-cevap.tr.mfa, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
64. Avrupa Komisyonu, “Second Report on Progress by Turkey in Fulfilling the Requirements of its Visa Liberalisation  Roadmap”, Brüksel, 4 Mart 2016; 
     Avrupa Komisyonu, “Commission Staff Working Document”, Brüksel, 4 Mart 2016.
65. Avrupa Komisyonu, “First Report on the Progress Made in the Implementation of the EU-Turkey Statement”, Brüksel, 20 Nisan 2016.
66. Yönetmelik için bkz. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/04/20160426-1.htm, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
67. “E-vize Sistemi Daraltılıyor”, Habertürk, 15 Nisan 2016.
68. Karar için bkz. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/05/20160503-13.pdf, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
69. Avrupa Komisyonu, “Third Report on Progress by Turkey in Fulfilling the Requirements of its Visa Liberalisation Roadmap”, Brüksel, 4 Mayıs 2016; Avrupa 
     Komisyonu, “Commission Staff Working Document”, Brüksel, 4 Mart 2016 ve Avrupa Komisyonu, “Commission Staff Working Document”, Brüksel, 4 Mayıs 2016.
70. Bu pasaportların dağıtımına 1 Haziran 2016 tarihinde başlanacaktır: “Yeni Pasaportlar 1 Haziran’da”, trthaber.com, 4 Mayıs 2016.
71. GRECO raporu için bkz. 
     http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/greco/evaluations/round4/Eval%20IV/GrecoEval4Rep(2015)3_Turkey_EN.pdf, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
72. Sözü geçen çerçeve kararında terör suçlarının niteliği ve bu suçlara karşı uygulanabilecek yaptırımlar ortaya konmuştur: 
      http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=celex:32002F0475, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016). Konsey, 
      2008 yılında yayımladığı ek kararnameyle bir yandan terör suçları kapsamını kışkırtıcılık, adam toplama ve yetiştirmeyi 
      de içerecek şekilde genişletmiş, diğer yandan terörle mücadelede ifade hürriyetine özen gösterilmesinin altını 
      çizmiştir: http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=celex:32008F0919, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
73. “EU Parliament to Block Turkey Visa File Until Terrorism Reforms Made”, Deutsche Presse-Agentur, 10 
       Mayıs 2016; “AB Vize Kararı! Muafiyet Rötar Yedi”, Vatan, 12 Haziran 2016.
74. ”Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan AB’ye Cevap”, Sabah, 6 Mayıs 2016; “Başbakan Binali Yıldırım, CHP ve MHP’ye Teşekkür Etti”, Milliyet, 14 Haziran 2016.
75. AB resmi rakamlarına göre 2014 yılı itibarıyla AB’de kanunsuz olarak bulunduğu tespit edilen Türk vatandaşları, AB’de kanunsuz durumdaki yabancı sayısının 
     yalnızca yüzde 1,3’üne denk gelmektedir (bkz. Tablo 4). 
76. Özellikle Birleşik Krallık’ta 23 Haziran 2016’da düzenlenen AB referandumu öncesinde AB’den ayrılma yanlıları bu endişeyi sürekli gündemde tutmuş, 
      böylelikle –bu ülke Schengen Anlaşması’na dahil olmadığı halde– Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz seyahati konusu sıklıkla tartışılmıştır: Örneğin bkz. 
      “Turkey Visa Deal will Increase Risk of Terrorist Attacks, EU Report Reveals”, The Telegraph, 17 Mayıs 2016; Melanie Phillips, “Turkey is a Trojan Horse 
      Endangering Europe”, The Times, 6 Haziran 2016; “İngiltere Adalet Bakanı Gove: Türkiye’ye Vize Serbestisi Büyük Risk Olur”, BBC Türkçe, 9 Haziran 2016; 
      “Brexit Campaigners have Admitted Turkey will not Join the EU, Prime Minister Reveals”, The Telegraph, 12 Haziran 2016.
77. Amanda Paul, “Turkey’s EU Journal: What Next?”, Insight Turkey, Cilt: 14, Sayı: 3, (2012), s. 29; Baysan, “Multiple Arenas and Diverse Techniques of 
      Securitisation”, s. 750-751; “CSU Kündigt Widerstand Gegen Türkei-Deal an”, Zeit Online, 8 Mart 2016 ; “Merkel Weist Seehofers Forderungen Zurück”, 
      Zeit Online, 15 Mart 2016; “AP Başkanı Zirveden Umutsuz”, dw.com, 16 Mart 2016.
78. Almanya’nın Die Zeit gazetesinden Michael Thumann ve Avusturya’nın Die Presse gazetesinden Duygu Özkan ile mülakatlar.
79. “Turkey a Key Strategic Partner for the European Union, Top EU Official Says”, Daily Sabah, 6 Mart 2016; “Merkel Allies Balk at Visa Waiver for Turkey in 
     Refugee Plan”, Bloomberg, 15 Mart 2016. 
80. “Yunanistan’dan Türkiye’ye Fahiş Zam”, Sabah, 28 Nisan 2015.
81. “Türk Turistlere Vize Kolaylığı Sözü”, Hürriyet, 20 Ekim 2015.
82. Örneğin bkz. “CSU will Türkei zu Sicherem Herkunftsstaat Erklaren”, Die Welt, 8 Mart 2016.
83. Avrupa Komisyonu, “An EU ‘Safe Countries of Origin’ List”, 
      http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/what-we-do/policies/european-agenda-migration/background-information/docs/2_eu_safe_countries_of_origin_en.pdf, 
      (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).
84. İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır ve Almanya’nın Die Zeit gazetesinden Michael Thumann ile mülakatlar; 
      “The Pros and Cons of Visa-free Travel for Turkey”, dw.com, 18 Mart 2016.
85. Örneğin bkz. Emanuela Roman, Theodore Baird ve Talia Radcliffe, “Why Turkey is Not a ‘Safe Country’”, Statewatch, Şubat 2016; “Abkommen mit der Türkei 
      EU-Abgeordnete Mahnen Nach Erdogan-Rede zu Vorsicht”, Frankfurter Allgemeine, 7 Mayıs 2016.
86. AB Türkiye Delegasyonu yetkilileriyle mülakat; “Vize Serbestisi için Şartlar Yerine Getirilmeli”, dw.com, 19 Nisan 2016.
87. Türkiye’den yetkililer, özellikle terörle ve yolsuzlukla mücadeleye ilişkin gerekliliklerin kapsam ve ölçütlerinin belirsiz olduğunu vurgulamaktadırlar: 
     “Vize Serbestisinin ‘Terörle Mücadele’ Çıkmazı”, dw.com, 18 Mayıs 2016.88.“Migrant Crisis: EU-Turkey Deal is ‘Working’”, BBC, 24 Nisan 2016; “Tusk: This could in Fact be the Start of the Process of Destruction of not only the 
     EU but also of the Western Political Civilization”, Business Insider, 13 Haziran 2016.
89. Avrupa Parlamentosu, “European Parliament Resolution of 14 April 2016 on the 2015 Report on Turkey (2015/2898(RSP))”, Strazburg, 14 Nisan 2016; ayrıca 
     bkz.“AP’nin Türkiye Raporu Kabul Edildi”, Habertürk, 14 Nisan 2016.
90. “’Türkiye Kalan Kriterleri Zamanında Karşılayamaz’”, Milliyet, 6 Mayıs 2016.
91. Bu konuda AB ülkelerde yapılmış kamuoyu yoklamalarının genel bir görünümü için bkz. “The Future of Schengen”, European Council on Foreign Relations Flash 
      Scorecards, 
      http://www.ecfr.eu/specials/scorecard/schengen_flash_scorecard, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016).

92. “AB’den Türkiye’ye Vize Koşulu”, dw.com, 17 Nisan 2016; Alex Barker ve Duncan Robinson, “EU States Grow Wary as Turkey Presses for Action on Visas Pledge”, 
      Financial Times, 20 Nisan 2016.
93. Dışişleri Bakanlığından yetkililerle mülakat; “AB Bakanı’nından Vize Resti”, Sabah, 22 Mayıs 2015; “AB Bakanı Volkan Bozkır: ‘Vize Kalkmazsa...’”, Milliyet, 
      4 Mart 2016; “Erdoğan’dan AB’ye ‘Anlaşma’ Resti”, Yeni Şafak, 7 Nisan 2016; “Bakan Çavuşoğlu: AB Sözünde Durmazsa, Biz de İptal Ederiz”, 
      Hürriyet, 18 Nisan 2016
94. “Islamabad, EU Agree to Revise Migrant Treaty”, The Express Tribune, 25 Kasım 2015.
95. Mutabakat zaptının tam metni için bkz. 
       http://frontex.europa.eu/assets/Partners/Third_countries/WA_with_Turkey.pdf, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016). 
96. Frontex, FRAN Quarterly, Quarter 1, (Ocak-Mart 2015).
97. 2015 yılının ikinci ve üçüncü çeyreklerinde Doğu Akdeniz ve Batı Balkanlar rotası üzerinde o güne kadarki en yoğun düzensiz göçmen trafiği ölçülmüştür: 
      Frontex, FRAN Quarterly, Quarter 3, (Temmuz-Eylül 2015).
98. “Nato Orders Fleet to Deploy in Aegean Sea ‘to Help end Europe’s Refugee Crisis’”, The Independent, 11 Şubat 2016.
99. “Outcome of Informal European Council of 7 March 2016 and The Informal Meeting of The EU Heads of State or Government with Turkey”, epthinktank.eu, 
      10 Mart 2016.
100. “Türkiye ve Almanya’dan İnsan Kaçakçılarına Büyük Darbe”, Hürriyet, 20 Ocak 2016.
101. “Sınırlarda Suça Karşı İşbirliği”, Al Jazeera Turk, 25 Mayıs 2015.
102. Avrupa Komisyonu,“Third Report on Progress,” s. 4. 
103. “Kaçış Artık Çok Daha Pahalı”, Habertürk, 8 Aralık 2015.
104. Mart 2016 Türkiye-AB mutabakatından önceki üç hafta içerisinde 26.878 kişinin Yunan adalarına düzensiz olarak geçtiği tespit edilmişken mutabakattan 
       sonraki üç haftada bu sayı 5.847’ye düşmüştür: Avrupa Komisyonu, “First Report on the Progress Made in the Implementation of the EU-Turkey Statement”, 
       Brüksel, 20 Nisan 2016, s. 2. Ayrıca bkz. “Greece Marks First day without Refugee Arrivals”, worldbulletin.net, 24 Mart 2016; “Türkiye’den Avrupa’ya Geçen 
       Günlük Mülteci Sayısı 6 Binden 200’e Düştü”, T24, 18 Nisan 2016.
105. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Fuat Oktay’a göre, Ocak 2016 sonu itibarıyla Suriye’de yerlerinden edilmiş durumda bulunan yaklaşık 
       sekiz milyon kişinin sığınmacı olarak ülke dışına çıkma riski vardır: “8 Milyonluk ‘Risk’imiz Var”, Hürriyet, 21 Ocak 2016. 
106. Bu konudaki yorumlar hakkında bkz. “Balkan Countries Shut Borders as Attention Turns to New Refugee Routes”, The Guardian, 9 Mart 2016; “Flüchtlinge 
       Könnten Bald Über Die ‘Kaukasus-Route’ Kommen”, Die Welt, 17 Mart 2016; Wolfgang Munchau, “The EU Sells its Soul to Strike a Deal with Turkey”, 
       Financial Times, 20 Mart 2016.
107. AB’ye kısa süreli girişlerinde vatandaşlarından vize istenen ve istenmeyen ülkeler, AB Konseyi’nin 539/2001 sayılı yönetmeliğinin eklerinde belirtilmiştir. 
        Ek 1’de vize istenen ülkeler (“olumsuz liste”), Ek 2’de ise vizeden muaf ülkeler (“olumlu liste”) bulunmaktadır. Sonradan kabul edilen yönetmeliklerle bu listeler 
        güncellenmekte, ülkelere ve pasaport tiplerine göre farklı düzenlemeler getirilebilmektedir. Ayrıca AB ülkeleri de bireysel olarak zaman zaman bazı ülkelere vize 
        konusunda istisnai uygulamalarda bulunmaktadır. Uygulamaların güncel durumu için yönetmeliğin tam metnine bakınız: 
        http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CONSLEG:2001R0539:20140609:EN:PDF, (Erişim tarihi: 8 Mayıs 2016). 
108. 19 Nisan 2016 tarihi itibarıyla serbest bırakılan miktar 187 milyon avroya ulaşmıştır: Avrupa Komisyonu, “Facility for Refugees in Turkey: Commission Delivers 
        an Additional €110 Million under the Implementation of EU-Turkey Agreement”, Brüksel, 19 Nisan 2016.
109. Üye ülkeler arasında bu konudaki tartışmalar 2016 yılının Şubat ayına kadar devam etmiştir: “EU-Turkey Migrant Plan Blocked by Italy: Officials”,
        Reuters, 14 Ocak 2016; “Italy not Targeting Turkey in Blocking Aid, Says Envoy”, Hürriyet Daily News, 20 Ocak 2016; “Migrant Crisis: EU Approves 3 bn-euro 
        Fund for Turkey”, BBC, 3 Şubat 2016.
110. Aka ve Özkural, “Turkey and the European Union”, s. 10; “Harun Gümrükçü: Türkiye Brüksel’de Haklarını Kaybetti”, Hürriyet, 30 Kasım 2015.
111. TBMM, “Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna 
        Dair Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu, İçişleri Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/876)”, 24/4, sıra no. 554, s. 20.
112. “Vizesiz Avrupa’ya ‘Hava’lı Giriş”, Hürriyet, 25 Aralık 2012.
113. Baysan, “Multiple Arenas and Diverse Techniques of Securitisation”, s. 749. ABAD bu dar yorumunu, 2013 yılında başka bir dava (C-221/11) için aldığı kararda 
       da ortaya koymuştur. Almanya’daki hasta babasını ziyaret etmek isteyen fakat vize başvurusu reddedilen Leyla Ecem Demirkan, Ankara Anlaşması uyarınca 
       Almanya’ya seyahat hakkının bulunduğunu iddia etmiş fakat ABAD, bu hakkın yalnızca aktif hizmet sağlayıcılar tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir.
114. Söz konusu düzenleme için bkz. http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX:32013R1289, (Erişim tarihi: 15 Haziran 2016).
115. Florian Eder, “France, Germany Propose ‘Emergency Brake’ in Turkey Visa Deal”, politico.eu, 28 Nisan 2016.
116. “Visa Waiver Suspension Mechanism: Council Ready to Start Negotiations with Parliament”, AB Konseyi, 
       http://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2016/05/20-visa-waiver-suspension-mechanism-negotiations-parliament,   
       (Erişim tarihi: 15 Haziran 2016).
117. “Could the Refugee Crisis Really Break up the European Union?”, The Independent, 23 Ocak 2016; “EU Border Controls: Schengen Scheme on the Brink after 
        Amsterdam Talks” The Guardian, 26 Ocak 2016.
118. “Austria Mulls Expulsion of Greece from Schengen”, The Local, 23 Ocak 2016.
119. “Kabinet Denkt na over mini-Schengenzone”, NOS, 18 Kasım 2015.




***