ULUSAL EGEMENLİK , ULUSAL ONURDUR!
Yekta Güngör Özden
yektagungorozden@mucadele.com.tr
-Egemenlik, Ulusun kendi yazgısını belirleme hakkıyla kendi kendini yönetme yetkisini ulusal istençle edinme olgusu ve lâikliğin kurumsallaşmasıdır.
Yekta Güngör Özden
Hukukçu
Yüce Önder ATATÜRK’ün halkıyla bütünleşerek gerçekleştirdiği, utkuyla sonuçlandırdığı ve “En Büyük Türk Devrimi Cumhuriyet” le taçlandırdığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bağımsız, özgür ve egemen yaşama istencini bayraklaştırdığı kuşkusuzdur. Ulusu, yine ulusun engelleri yenme kararının ve çabasının kurtaracağını açıklayan Amasya Genelgesi’nden sonra Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin toplanması, bu kongrelerde alınan kararlar, TBMM’nin açılması, ulusal yürüyüşün, ulus bilinciyle kendi kendini yönetme istencinin hukuksal biçimlenmesi ve tartışmasız somutlaşmasıdır. Bu olgu, yalnız siyasal kurumlaşma olmayıp tarihsel gerçeklerin evrensel ölçütlerle yansımasıdır. Padişahlık ve Halifelik önerilerini geri çevirerek, tüm rütbe ve sanlarını bırakarak, ulusunun bireyi olarak onunla birlikte yoksunlukları, güçlükleri göğüsleyen, vatan kurtarıcısı ve devlet kurucusu Atatürk, insanlık gereklerini ulusal yaşama geçirmiştir. Ulusal egemenliğin bağsız-koşulsuz, ancak ve yalnız Türk Ulusu’nun olması, uluslaşma bilincinin kurumlaşmasıyla birlikte cumhuriyetle başlayıp demokrasiyle çağdaşlaşan hukuk devleti yapısının benimsenmesidir. Anayasa kurallarıyla güvenceye bağlanan, Anayasa’nın özünü, ruhunu ve temelini oluşturan , anlam ve amacını açıklayan bu gerçek, bağımsız ve özgür yaşama istencinin, uluslaşma bilincinin ve kendi kendini yönetme olgusunun kaynağıdır. Egemenlik hakkı, ulusun varlık nedeni, cumhuriyetin özgün niteliği, devletin onurudur. Karar verme, yönetme-yürütme ve yargılama bölümlerinden oluşan bu hak, ülke topraklarının tüm’lüğünü, ulusun bir’liğini de içerir. Kapsamındaki ulusal değerler ve hukuksal gerekler, egemenliğin vazgeçilmez ve ödün verilmez yapısının kanıtıdır. Anayasal kaynağı belirlemek yönünden egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağı açıklığı getirilmiş, böylece güçler ayrılığı ilkesi de doğrulanmıştır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir biçimde kişiye, kesime ya da sınıfa bırakılamaz. Egemenliğini kazanamamış toplumların ulus olarak yaşamaları olanaksızdır. Egemenlik, uluslaşmanın bu yolla ulusallığın ilk, devlet olmanın zorunlu koşuludur. Yetki, görsel, dinsel kurallarla, varsayımlarla geçerli sayılan kurum ve kişilerden değil, ulusun kendisindedir. Çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasi, ulusal egemenliğin ulusal istençle belirlendiği yaşam biçimi olmaktan ötede, bir öz ve bir hukuksal yapıdır. Ulusal birliğin ilk oluşumu sayılan TBMM, ıramızı ve onurumuzu simgeleyen bağımsızlık ve özgürlük ateşinin yakıldığı ocaktır. ATATÜRK’ün bu günü bayramlaştırıp çocuklara armağan etmesi ulusal egemenlik ülküsünün yaşam boyu benimsenip korunması amacına bağlanmalıdır. İlkellik ve bağnazlık zincirini kırıp TBMM’ni açarak demokrasinin özü olan Cumhuriyeti ve ulus bilincini kazandıran, devrimleriyle aydınlatıp, çağdaşlaştırarak bugünlere getiren Atatürk’e her şeyimizi borçluyuz.
TANRISALLIKTAN DOĞALLIĞA VE HUKUKSALLIĞA
Onur ve erdem sayılan hak ve özgürlüklerle tümleşen kişilikleriyle bireyler, ulusu oluşturmuşlar, böylece ümmet durumundan kurtulan toplum, uygarlık çizgisindeki seçkin yerini almıştır. Doğrudan ve doğuştan halka ilişkin bulunan yetkilerin geçerlik kazanarak halkın kendi kendini yönetip denetlemesi anlamındaki siyasal yaşam biçimi bir öz niteliğiyle bu yolla ülkemizde uygulanmış, ulus, devletinin öğesi ve sahibi düzeyine gelmiştir. Otokrasi-teokrasi, aristokrasi-demokrasi çizgisini izleyen siyasal yapı gelişmelerinde Atatürk’ün ereği ve amacı, cumhuriyet ve demokrasiydi. En yalın tanımıyla “halk yönetimi” olarak bilinen cumhuriyeti, ulusal bir ülkü niteliğiyle özleyen Yüce Önder, ulusça kazanılması zorunlu olan bir savaşın ulusun temsilcilerinden kurulacak TBMM’yle yürütülmesini içtenlikle düşünmüş ve sonraki yönetimin, geleceğin temeli olarak da yaşamımıza katmıştır. “TBMM. Orduları” demesi çok anlamlıdır. Ulusal istenç, yalnız çoğunlukla temsil edilemez. Ulusal istencin yansıdığı TBMM, azlığı da temsil eder ve demokrasinin çağdaş tanımı böylece anlam kazanır. Halk yönetimi, halk hükûmeti ve ulusal egemenlik, kimi küçük ayrılıklar dışında eşanlamlı kavramlardır. Hepsinin düşün temeli birdir. Kişisel istencin üstünde, ulusal istencin bulunmasıdır. Ulus-devlet sözcüklerine de bu bağlamda eşanlamlı denilebilir. Yetki, yönetim ve yürütme gücü, özetle iktidar, halkın eline geçmekte, halk söz sahibi olmaktadır. Bireyler, hiçbir gerçek ve hukuksal dayanağı olmayan sorumsuz yöneticilerin sınırsız iktidar gücü altında köle olmaktan çıkıp kişilikli yurttaşlar kimliğini almaktadırlar. Cumhuriyetin kaynağı ve özü olan ulusal egemenlik , toplumsal yaşamanın en ileri aşamasıdır. Yönetim, yasalarla düzenlemeler yaparak karşılıklı yükümlülükler getirir. Çağdaş içeriğiyle ulusal egemenlik, insan hak ve özgürlüklerine dayanan, ahlâk ve sorumlulukla sınırlı saygın bir kavramdır. Yönetim yetkisi soyla ve yaşamboyu değil, seçimle ve ulusal istençle edinilir. Kural koyma yetkisi ve gücü bir varsayım değil, toplumsal özlemlere, gereksinimlere ve gerçeklere dayanan bir hukuksal olgudur. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ürünü olan bu kavram ülke ve ulus tümlüğüyle birlikte devletin yetkisini ve gücünü simgeler. Cumhuriyet biçiminin benimsenmesi, ulusal egemenliği doğal bir dayanak duruma getirmiştir. Egemenliğin bağsız-koşulsuz Ulus’un olduğu, 1921 Anayasası’nın 1., 1924 Anayasası’nın 3., 1961 Anayasası’nın 4., 16982 Anayasası’nın 6. maddesinde vurgulanmıştır. Parlamento, siyasal oluşumun ve gücün odağıdır.Kurumlar düzeninin temel taşıdır, öbür kurumlarla bütünleşerek anlamını yüceltir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, ulusal egemenliğin mayasıdır ve ulusal düzeyde hukukun ölçüt olarak benimsenmesidir. Gerçek hukuk devleti de böyle gerçekleşir.
Egemenliğin yasama, yürütme-yönetim bölümü TBMM’ndedir. Yargılama yetkisini de, ulus adına, bağımsız mahkemeler kullanır. Egemenlik, bağsız-koşulsuz ulusun olup yasama organının değildir. Yasama organı, yalnızca bu alanda ve bağlantısı nedeniyle sınırlı biçimde yürütme alanında yetkilidir. Egemenliğin ulusta olması lâikliğin en belirgin biçimde yaşama geçmesi , gerçekleşmesidir. Ulusal yaşamımızda bu olgu , 1921 Anayasası ile hukuksallaşmıştır. Egemenliğin ulusta olduğuna ilişkin 1. madde yürürlüğe konulmakla, başka güçlerin egemenliği reddedilmiştir. Devletin üstün gücünü ve yaptırım yetkisini özetleyen, değişiklikler geçirerek klâsik siyaset bilimiyle siyaset felsefesinde ve kamu hukukunda değişik kuramların kaynağı olan ulusal egemenlik, cumhuriyeti geçerli ve gerçek kılacak ülküdür.
Ulus-devlet anlayışının siyasal, daha çok ideolojik karşıtı olarak çok kültürlü ve çok sınıflı karmaşık yapı savunulmaktadır. Ulus içindeki değişik toplumların varlıkları, tam eşitlikle sürdürülerek çağdaş bir milliyetçilik kavramı benimsenmiştir. Böylece toplumsal bütünleşme “ulus” yapısıyla gerçekleşmiştir. Etnik kökeni ya da dinsel bağı nedeniyle kimse dışlanmış değildir. Demokratikleşme, toplumsal uzlaşmadan ayrı düşünülemez. Tam bağımsız, çok yansız, Anayasa’yı yorumlamakla yetkili Anayasa Mahkemesi bu konularda önemli kararlar almıştır. Anayasal demokrasi çağında, hukuku siyasallaştırmanın yerine siyaseti hukuksallaştıran anayasa yargısı, hukuk devletinin güvencesidir. Anayasa Mahkemesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde, altında ya da karşısında değil, yanındadır. Yasakoyucu yerine geçecek davranışlardan özenle kaçınır ve yasama organından da kararlarına-gerekçeleriyle birlikte saygı bekler.
Partiler iktidarı, devlet gücünün hukuksallığından önemli olamaz. Çoğunluk egemenliği, ulusal egemenlik değildir. Azlığın da içinde bulunduğu güç, birlikte egemenliği kullanır. Çünkü azlık, ulusun ayrılmaz, koparılmaz bir parçasıdır. Ulusal istencin belirlenmesinde azlıkla kalmak egemenlik dışına düşmek değildir. Bu yolla ulusal istenç, ulusal egemenliğe açılan kapıdır. Egemenlik, ulusal istencin sayısal ve biçimsel gücünden çok hukuksal özle ilgilidir. Ulusal egemenliğin yaşama hukuksal biçimde yansıyarak çağdaş somutlaşması olan demokrasinin kaynağı ve dayanağı, insan haklarıdır. Ulusal istenç, insan hakları öğretisiyle sınırlanır. Çağdaş-evrensel demokrasinin özgün niteliği budur. Böylece kişi, zümre ve sınıf egemenliği dışlanmıştır. Ulusal istenç, ulusal egemenliğe göre soyut bir kavramdır. Bu nedenle ulusal egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılması, egemenliğin özüne uygundur. Ulusal istencin oyla belirlenen bir sonuç olarak kimi yetkili kurumlara gelecekleri saptaması, her şeyi yalnız onların eline bırakmayı gerektirmez.Erklerin aynı elde toplanması işlevlerin doğasına, erek ve amacına aykırıdır. Demokrasi, egemen güç olarak, ulusun kendini yönetmesi olduğundan, ulusal egemenlik, bir özdür ve gerçek güvence olarak algılanıp özümsenmelidir. Bu da ulusal aydınlığın siyasal yöndeki parıltısıdır. Değerini bilmeli, sapkınlıklardan korumalıyız.
Demokrasinin, inanç sömürüsü ve siyasal nedenli ödünlerle yozlaştırılmayan çalışılması, bir tür kıyımdır. Usdışı, ahlâk dışı, insanlığa ve çağdaşlığa aykırı söylemlerle aymaz ve bağnaz uygulamaların sonu, karanlık, kargaşa ve yıkımdır. Ulusal egemenlik, ulusun kendi istenciyle yargısını belireme, yaptırım öngören bağlayıcı kural koyma ve uygulama yetkisidir. Demokratik ve toplumsal bir düzenin uscu yönetim kaynağı ve hukuksal gücüdür. Siyasal yaşama, dinsel varsayımlar yerine bilimsel gerçeklerin yeğlenmesi sonucu, düşüncede benimsenmesiyle girmiştir. “Halk-ulus egemenliği” kavramları gelişmesiyle bugünkü düzeye ulaşılmıştır. “İrade-i Milliye” ve “Hâkimiyet-i Milliye” gazetelerinin adları, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra düzenlenen kongreler ve kurulan dernekler yoluyla güç kazanan bu ilkeye ilk kez Erzurum ve Sivas Kongrelerinde açıkça yer verilmiştir. Ulusal egemenlik, lâkliktir. Lâiklik, egemenliğin ulusta olduğu anlayışıyla gerçekleşmiştir. Ulusal egemenlik, tarihsel süreciyle bir uluslaşma, insancıl yaşama olgusu ve yöntemidir. Kazandıranları saygıyla anarken özetle korunması gereğine değiniyorum. Erdemin yüceliği tanımsızdır. Atatürk ve arkadaşlarının verdikleri lâyık olmak çabası, yaşam borcumuz, insanlık görevimiz, varlık koşulumuz ve ulusal onurumuz sayılmadıkça hiçbir şeye hakkımız yoktur.
87 yıl Önceki ortam ve koşullarda başarılanları gözetirsek, bu gün neler yapmamız gerektiğini daha iyi değerlendiririz. Ulusu, ulusal bağımsızlığı ve ulusal egemenliği benimseyenlerin, bu konularla ilgili hiçbir savı dinlenemez. Kavram ve kurumların ayırdında olmayanlar, 1922’de saltanatın kaldırılması sırasında Mustafa Kemal’in önündeki sıranın üzerine çıkarak TBMM’nde yaptığı konuşmayı bir kez daha okumalıdırlar. Hilâfetin kaldırılmasında da böyle olmuştur. Tarih, en büyük öğretidir. Kimse şaşırmaya.
http://www.mucadele.com.tr/yazarlar/ulusal-egemenlik-ulusal-onurdur-56278/
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder